Taklîdî ve Tahkîkî İman

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
kursu.jpg
Taklit, bir işin hakikatini araştırmadan, görüp duyduklarını doğru sayıp yaşama demektir.Bu kelime, boyuna takılan gerdanlık manasına gelen “kılâde” sözcüğüyle aynı kökten gelmektedir. Boyna bir şey takılıp çekilmeye, birine uyup arkadan gitmeye ve kişinin kendi şahsiyeti, görüşü ve iz’anıyla yaşamamasına, kanaat ve düşüncelerinde daha ziyade başkalarının tesiri altında bulunması haline denilmektedir. Bu mesele imana vurulduğunda, imanın taklit veya tahkikli olması karşımıza şu hususları çıkarır: İmanın tahkîkî olabilmesi için, Allah’a imana götürecek vesilelere başvurulması gerekmektedir. Bizi imanla, imanın erkânıyla mükellef kılan Allah, kâinat kitabı gibi muhteşem bir kitabı nazarımıza sunmuş ve bu kâinat kitabında geniş harflerle yazılan büyük hakikatleri, mahiyetlerimize fihrist şeklinde derç etmiştir. Dışta (âfâkî) ve/veya içte (enfüsî) bir araştırma neticesinde, “Allah birdir” hükmüne vardığımız zaman bu tahkîkî bir hükümdür. Bir hâkimin/savcının bir meseleyi su yüzüne çıkarmak için olabildiğine geniş bir tahkikat yapmasına hukuk dilinde “tevsî-i tahkikat” denir ve bu araştırma, hâkimi daha az yanıltmış olur. Bunun gibi biz de kâinat ve kendimiz hakkında geniş araştırmalarımız neticesinde bir hükme varmakta ve bu hükümle, kâinat-Allah ve insan-Allah münasebetini kavrama ve bu kavrayış neticesinde iman etmeye tahkîk yolu diyoruz. Ve böyle bir yolla/yollarla elde edilen îmanı da tahkîkî iman kabul ediyoruz. Bu imanı elde edenler, hayatın her lahzasında marifetten ne hüzmeler alırlar ve Allah’tan ne büyük iltifatlar görürler. Dahası arkadan gelenler de onları taklit ederler. Ancak taklit etme konumunda olan insanlar, imanları kalplerinde tam oturaklaşmadığından kanaatlarına dokunacak, yakînlerini sarsacak, iz’anlarını alt-üst edebilecek bir hadiseyle karşı karşıya kaldıklarında bazen bağlandıkları hakikatlerden vazgeçebilirler.Tahkîkî imanın pratik hayatta canlı misali, başta Sahabe-i kiram ve ondan sonra da düşünerek Müslüman olan mütefekkir kimselerdir. Sahabe-i kiram, hayatın ağır tekâlüfü karşısında çok rahat yaşıyorken, kulluk mükellefiyetlerini üzerlerine almaları mevzuunda bela ve musibetler karşısında hiç sarsılmamışlardır. Hatta dehrin bütün hadiselerine ve dünya devletlerine meydan okurken, bütün sıkıntılara göğüs germiş ve asla dinlerinden dönmemişlerdir. Çünkü onlar, imanlarını tahkîkî olarak elde etmişlerdir.

Devami...
 
Üst Alt