Tırnova Olayı

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Tırnova Olayı
Tırnova Olayı
Tırnova Olayı olarak tarihe geçmiş vaka, 1833 yılında Balkanlar'da bir Türk kasabası olan Tırnova'da yapılan "yeniçeri vampirleri" ya da "yeniçeri cadıları" avıdır.

Osmanlı'da yeniçeri kültürünün yok edilmesinin amaçlandığı zaman diliminde gerçekleşen bu olayda bazı ölü yeniçeriler, gece vampir olarak şehre dadandığı ve korku saldığı gerekçesiyle mezarlarından çıkarılmış ve gögüslerine kazık çakılmıştır, daha sonra da bu cesetler yakılmıştır. Tırnova Kadısı Ahmet Şükrü Efendinin hükumet merkezine gönderdiği ve ilk Osmanlı resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'nin 69. sayısında yayınlanmış yazı olayı açık bir şekilde özetlemektedir.

Kadı Ahmet Şükrü Efendi'nin Mektubu


"Tırnova'da cadılar türedi. Gün battıktan sonra evlere dadanıp, erzak namına ne varsa; un, yağ, şeker, bal gibi şeyleri birbirine katıp içlerine bazen toprak bile karıştırıyorlar. Evlerin içlerine girerek yüklüklerdeki yorgan, şilte, yastık ve bohçaları didikleyip açıyorlar. Zaman zaman insanların üzerine taş, toprak, çanak çömlek attıkları halde kimse bir şey görmüyor. Birkaç erkek ve kadının da üstüne saldırdılar. Bunlara sorduğumuzda, 'Sanki üzerimize manda çöktü sandık!' dediler ama bir şey görmemişlerdi. Bu sebeple birçok mahalle sakini evlerini başka yerlere taşımak zorunda kaldılar. Halk, en sonunda bunun cadı işi olduğuna karar verdi.

Kadı Ahmet Şükrü Efendi'nin Mektubu
Kadı Ahmet Şükrü Efendi'nin Mektubu
Civar kasabalardan İslimye'de yaşayan ve cadı çıkartmakla şöhret bulmuş olan Nikola isimli bir Rum, bu işi halletmek üzere kasabaya çağrıldı ve kendisiyle işi halletmesine karşılık 800 kuruşa pazarlık edildi. Nikola, beraberinde getirdiği üzeri resimli bir tahtayla kasaba mezarlığına gitti ve bunu parmağının üzerine yerleştirerek çevirdi.

Büyü meziyetlerini kullanarak iki mezarı tespit ediyor. Bu mezarların Ali ve Abdi Alemdar adlı iki Yeniçeri kardeşe ait olduğu söyleniyor. Resimli tahta hangi mezara dönük durduysa o mezarın cadılı olduğunu gösterdi. Nikola ise bu mezarların cadılı olduğunu ve mezarların açılıp, cesetlerin göğüslerine birer tahta kazık çakılmasını ve yüreklerinin çıkartılarak kaynar suda haşlanması gerektiğini söylüyor.

Resimli tahtanın dönük kaldığı mezarlar hayattayken şimdi kaldırılmış olan Yeniçeri Ocağı'na mensup iki yeniçeriye, Ali Alemdar ve Abdi Alemdar adındaki iki eşkıyaya aitti. Bunların mezarını açtığımızda karşılaştığımız manzara korkunçtu. Her ikisinin cesedini de yarım misli büyümüş, kılları ve parmaklarıyla tırnaklarını üçer dörder kat uzamış bulduk.

Mezarlar açılırken bekleşen bütün kalabalık bu manzarayı gördü. Bu iki zorba, yeniçeri ocağı kaldırılırken her nasılsa yaşlarının ileri olmasından dolayı cellât eline düşmeyerek ecelleriyle ölmüşlerdi. Sağlıklarında yaptıkları zorbalığın devamı olarak şimdi de kötü ruhları zavallı kasaba halkını rahatsız etmeye başlamıştı.

Cadıcı Nikola'ya göre, bunların sonsuza kadar ortadan kaldırılmaları için karınlarına birer ağaç kazık saplanması ve yüreklerinin kaynar suya atılarak haşlanması gerekiyordu. Mezarlarından çıkarttığımız ölülerin karınlarına söylendiği gibi birer ağaç saplayıp, yüreklerini dahi yerlerinden sökerek kaynar suya atıp haşladılar. Fakat bunların hiçbirisi kâr etmeyince Nikola bu sefer cesetlerin yakılması gerektiğini söyledi. Şer'an izin verildi ve cesetler hemen oracıkta yakıldı. Böylelikle çok şükür kasabamız cadı belâsından kurtulmuş oldu!.."

.
.
Yeniçerilerin Kültürel Soykırıma Uğradığı İddiası


İddialara göre II. Mahmud'un 1826 yılında yeniçeri ocaklarını kaldırmasından sonra gerçekleşen bu olaydaki asıl amaç halkı yeniçerilerden iyice nefret ettirmek ve yeniçerlere ait var olan kültürü yok etmekti. Keza korku filmlerini andırmayan bu olay neticesinde halk yeniçerilerden iyice nefret etmeye başlamış ve yeniçeri mezarları ve mezar taşları yerlerinden sökülerek kültürel miras yok edilmeye başlanmıştır.

Netice olarak bu tip açıklanamayan ve dikkat çekici olaylar ile tarihin her devresinde karşılaşmaktayız.

Esasında ilk bakışta bilimsel bir şekilde açıklanamaz gibi görünse de aslında hepsinin somut birer açıklaması mevcuttur. İster doğaüstü ister beşeri bir olay olsun, tarihsel vak'aları okuduğumuz anda büsbütün inanarak ve hayretler içerisine düşerek algılamak yerine, tarihsel realite ile bu olaylara açıklamalar getiren uzmanların görüşlerini öğrenmeli ve onların neticesinde bu tip vak'aları yorumlamalıyız.
 
Üst Alt