Türklerin İlk Gizli Teşkilatı Börü Budun

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Börü Budun
Börü Budun
İslamiyet öncesi dönemde, hakanların ve şamanların kurmuş olduğu bu örgüt faaliyetlerine Çin ve komşu ülkelerde çeşitli ajanlık ve örgütlenmeler ile başlamıştı. Selçuklu ve Osmanlıda da varlığını sürdürdüğünü sandığımız bu örgütün bu gün bile var olduğuna dair söylentiler vardır. Üzerindeki renklerin ve temanın Göktürklerle bire bir örtüşmesi ilginçtir. Mistik güçleri olduğu düşünülen şamanların, bu güne kadar ki sırlarını ve Türk Dünyasının gerçek tarihine sahip olduğu söylenmektedir.

Börü budun Göktürk hakanı Vezir Bilge Tonyukuk tarafından, İlteriş yani Kutluk Kağanın emriyle tahmini olarak 680 de kuruldu. Karşı ordular ve milletler hakkında çeşitli ajanlar kullanarak bilgi toplamak ve sabote etmek gibi işler için kullanıldı. Toplamda 50 kişiye yakın oldukları söylenmekte. Henüz hükümdarlığını ilan etmemiş olan ve devlet kurma hazırlığında olan İlteriş kağan, Başta vezir Bilge Tonyukuk olmak üzere on yedi arkadaşı ile bir birlik oluşturmaya karar verdiğinde ortaya ilk teşkilat olarak Börü Budun çıktı. Daha sonra ise 2. Göktürk devleti zamanı başladı.

Aşına soyunun bir dişi kurttan türediğine dair o çağda pek yaygın olduğu anlaşılan rivayetler, Gök-Türklerin erken tarihini efsanelerle karıştırmaktadır. Ancak kurttan-türeme geleneğinin, Asya Hunları arasında da mevcut olması ve kurt ata’nın Türkleri dar, geçilmez yollardan selamete ulaştırdığı (Bozkurt Destanının aslı) rivayetinin Hunlarda görülmesi, Gök-Türklerin Hunlara nispetini ortaya koymaktadır. Aşına ailesinin, yalnız bir erkek çocuk hayatta kalmak üzere, katliama uğramış olduğu rivayetini, Tsü-kü (aslında Asya Hun devletinde bir unvan) adlı Hun ailesine mensup Meng-sün tarafından kurulan Kuzey Liang Hun Devletinin, 439’da Tabgaçlar tarafından yıkılması hadisesine bağlamak mümkündür. Sui-shu’ya (Çin yıllığı, 581-618) göre, bu Hun devletinde idareyi elinde tutan Tsü-kü (Chü-ch’ü)’ler imha edildiği zaman, A-shih-na (Aşına) kolu, 500 ailelik bir kütle halinde, Kan-su bölgesinden göçerek, Juan-juanlara sığınmışlardı. Gök-Türklerin nüvesini teşkil ettiği belirtilen ve Meng-sün’ün oğlu An-çu ve sonra torunu Şu’nun öldürülmesi üzerine önce Hsi-hai’da iken sonra Altaylar’a nüfuz eden bu kütle, Chü-ch’üler (Tsü-kü) yolu ile de Asya Hunlarına bağlanmaktadır ve hatta, bu kısa göç hareketini idare eden Aşına soyunun, Güney Hun Tanhuları yolu ile Mo-tun’un mensup olduğu ünlü T’u-ko (Tu-ku) ailesinden gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Kurt ata inancı dolayısıyla Gök-Türk hakanlık belgesi, altından kurt başlı sancak (tuğ) olmuştur.

Kurt başlı sancak bu kurulmuş olan Börü budun için bir gelenek ve simge halini de almıştır. Belki de dünyanın en eski istihbarat ve haber alma teşkilatı olmuştur. Büyük Selçuk İmparatorluğunun kurulması Börü Budun üyesi olan subaşı Dukak’a verilen emir ile oğlu zeki ve etkileyici konuşmaları ile tanınan Selçuk Bey’in budun emrine alınması sonucu gerekli Türk Kavimlerinin desteği sağlanarak baş olması sonucunda gerçekleştirilmişti. Sık sık devletler ile iç içe olmasına rağmen, devletlerden bağımsız olarak Göktürk örf, adet ve geleneklerine bağlı olduğu bilinen Börü budun, Büyük Selçukluya kadar İslamlaşmış olmasına rağmen derin Gök Tanrı ve şaman inancının etkilerini, büyülerini, ayinlerini ve geleneklerini sürdürmüştü.

Anadolu Selçuklu ve büyük Selçuklunun ayrılmasının kararında en büyük etkinin yine Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu’nun torunu olarak Anadolu içlerini fetihle görevlendirilmiş, Anadolu’ya girişi ise Börü budun tarafından istihbarat ağıyla donatılmış ve Bizans ordusunda moral bozucu etkenler oluşturulmuş şekilde teslim alan Sultan Muhammed Alparslan sağlamıştır. Alâeddin Keykubad zamanında devlet işlerinde etkili olduğu söylenen Börü Budun teşkilatı bir çok dergah şeyhi, yönetici ve padişahın da üye bulunduğu gizli tarikatlar kurarak genişlemeye devam etmiştir. Alaeddin Keykubad, 1 Haziran 1237 tarihinde Kayseri’de vefat etti. Yerine İzzeddin Kılıç Arslan’ı veliaht tayin etmesine rağmen, teşkilatın isteğinin dışında büyük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev tahta geçti. Böylece Börü budun Anadolu Selçuklulardaki gücünü kaybetmeye başladığını anlayınca teşkilat gizlendi.
Eskişehir, Kütahya, Afyon ve Denizli, Selçuklu-İslam kültürünün yerleştiği uc merkezleri olarak yükselip Gazi Türkmenlerin faaliyette bulunduğu en ileri uç bölgesiyle Selçuklu uç bölgesi arasında bir ara bölge haline geldiler. Uç bölgelerinde ortaya çıkan Türkmen beylikleri arasında Konya’ya hakim olan Karamanoğulları en kuvvetlisi görünüyor ve Selçukluların varisi olduğunu iddia ediyordu. Batı Anadolu’da Aydınoğulları, devrin şartlarına göre mükemmel bir donanma gücüne sahip bulunuyordu. Göçebe bir kavmin süratle denizci olması ve Adalar (Ege) Denizini alt üst eden gazalarıyla hayranlık uyandırması, şaşılacak bir gelişmeydi. Bu devir Anadolu’sunda yine mühim sayılabilecek bir güce sahip bulunan Germiyanoğulları, Karesioğuları, Menteşeoğulları, Saruhanoğulları, Hamidoğulları ve Candaroğulları beyliklerinden her biri, kendi hesabına yayılma mücadelesine girişti. Bunlar arasında Söğüt’te kurulan Osmanlı Beyliği en mütevazı bir durumda bulunuyordu.

Ertuğrul Gazi, tahminen doksan yaşında olduğu halde, 1288’de vefat ettiğinde, Osmanlı Beyliği; Karacadağ, Söğüt, Domaniç ve çevresinde 4800 kilometrekarelik mütevazı bir toprak parçasına sahipti. Ertuğrul Bey’in vefatından sonra, uçtaki Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla, Kayı boyundan olduğu için, Osman Bey Börü budun yardımıyla hepsine baş seçildi. Diğer Anadolu beyleri birbirleriyle uğraşırken Osman Bey bu teşkilatın desteği ve yol göstermesi ile Bizans’la mücadele etti. Bu sayede, 1288’de Selçuklu sultanının gönderdiği hakimiyet alametlerini alan Osman Gazi, böylece kendi nüfuz bölgesini ve oradaki reayayı (halkı) Bizans’a ve komşu beylere karşı koruma mesuliyetini yüklenmiş oldu. Çevresine aldığı Samsa Çavuş, Konuralp ( Gök Börü ), Akçakoca ( Gök Börü ) , Aykut Alp, Abdurrahman Gazi gibi aşiret beyleriyle birlikte fetih hareketini başlatan Osman Gazi kısa sürede İnönü, Eskişehir, Karacahisar, Yarhisar, İnegöl ve Bilecik’i zapt etti.

Bilecik’in fethi ve Osman Bey’in beylik merkezini buraya nakletmesiyle; Anadolu Selçuklularınca Moğollara karşı girişilen başarısız Sülemiş isyanı neticesinde Sultan III. Alaaddin Keykubad’ın kaçması hemen hemen aynı tarihlere rastladı. Bu sebeple Selçuklu Devletinin başsız kalması neticesinde daha serbest hareket etmeye başlayan Osman Gazi, bağımsızlığını (istiklalini) ilan etti (27 Ocak 1300).

Osman gazi sahip olduğu mükemmel istihbarat ağı sayesinde, gerek gizli Ahilik ve Yesevilik gibi tarikatların desteğini de alarak, önceden psikolojik olarak muhasara ettiği Bizans kalelerini tek tek ele geçirdi. Efke, Mekece, Akhisar, Geyve ve Leblebici kalelerinin fethinden sonra Osman Gazi, askeri harekatın başına oğlu Orhan Gazi’yi getirdi (1320). Osman Gazi, Bundan sonra ölümüne kadar, teşkilat meseleleriyle meşgul oldu.
 

NuSReT

Aktif Üyemiz
Çin Seddi
Çin Seddi
Doğu'da ve Batı'da Türk Korkusu

Bilindiği gibi Çin Seddi dünyanın yedi harikasından birisidir. Bu duvar öyle büyüktür ki; aydan dünyada görülebilen tek yapı budur. Çinliler bu duvar ile gurur duyarlar. Ülkelerine giden bütün ziyaretçileri bu duvarı görmeye götürürler. Çinlilerin övündükleri ve gurur duydukları bu Seddi niçin yaptılar?

Türk korkusundan...”
“Türk’e Karşı Duaya Çağrı”

Doğu’da olduğu gibi Batı’da da büyük “Türk korkusu” vardı.

Şöyle ki:

1540 yılının Ağustos ayında Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkar. Eylül’ün ilk haftasında Budapeşte’yi alır. Macaristan’a tam manasıyla hâkim olur. Almanya’da büyük bir heyecan ve telaş baş gösterir.

Alman Prensi 8 Eylül 1541 günü Martin Luther’i “ Türk’e Karşı Duaya Çağrı” (Vermeanung Zum Gebet Wider den Türcken) isimli eseri yazmakla görevlendirerek:

Şu Emri Verir:

“ Buda ve Peşte’yi alan Avusturya birliklerini ağır bir mağlubiyete uğratarak kovalayan Türkler, Avusturya’ya doğru büyük bir halk kütlesini sürmüşlerdir. Türk padişahı da Macaristan’a gelmek üzere yola çıkmıştır. Orada Türkler’in büyük bir engel ile karşılaşamayacakları açıktır. Bu korku ve üzüntü verici bir durumdur. Asıl kaygı verici olan Türk hükümdarının Buda ve Peşte ile yetinmeyeceği, seferini Avusturya’ya ve Viyana’ya kadar sürdüreceğidir. Bu durumdan sadece yöredeki ülkeler değil, Alman milleti başta olmak üzere, bütün Hrıstiyanlık dünyası devamlı ve telafisi mümkün olmayan zarar ve sıkıntı görecek, belki de çöküş tehlikesi bile yaşayacaktır.”

Prens Ayrıca Şu Hususları Vurgular:

Sachsen Prensliğindeki vaizler mutlak surette bütün vaazlarında mevcut Türk tehlikesinden kurtulmak için halkı duaya davet etsinler, duaya teşvik etsinler.”

Martin Luther aslında bu göreve hazırlıklıdır. Prens ile aynı görüştedir. Nitekim kendisine akıl danışan ve tehlikelere karşı savaşan bir Alman’a yazdığı 14 Ağustos 1541 tarihli mektubunda şöyle diyor:

Her şeyden evvel Türkler tarafından cezalandırılmayı gerektirecek günah işlediğimizi anlamalı ve söylemeliyiz. Tanrı’nın emirlerine uymalı; evvela iki kutsal şeyi, inancımızı ve inancımızın göstergesi sözleri ‘Vaterunser’ (Hıristiyanların önemli bir duası) yüreğimize sindirelim, ondan sonra vuralım, göze alınabilecek her şeyi göze alalım.”

Luther Umutsuzluğunu da Şöyle Dile Getirir:

Türk’e karşı zafer için dua etmeye ne gücüm, ne de umudum vardır; Tanrı’ya sadece kurtarılabilecek şeylerin kurtarılmasına yardımcı olması konusunda yakarabilirim. Demektedir.

“Türk’e Karşı Duaya Çağrı” 15 Eylül 1541’de tamamlanır. Aynı yıl içinde Wittenberg, Nürnberg, Ausburg’da, iki defa, 1542 yılında sırasıyla Strasbourg, Wittenberg gibi önemli Alman şehirlerinde çok sayıda basılır. Latince’ye tercümesi yapılır. Böylece bütün Avrupa’da yayılması sağlanır. Daha sonraki yıllarda sürekli olarak yeniden basılır.

Martin Luther’in “Türk’e Karşı Duaya Çağrı” adlı bu eserinin orijinal metni Heidelberg Üniversitesi Kütüphanesi’de bulunmaktadır.

Türk Vergisi

Martin Luther, Türkler’e karşı savaşta gerekli maddi kaynakları sağlamak için, Alman Kayzerleri’ne gerekli gördüklerinde “Türk vergisi” adıyla bir vergi koymalarını ifade eder. Vergi, halk tarafından hoş karşılanmaz. Yer yer “ Türk vergisi” ne karşı olumsuz tutumlar gözlenir. Luther bu tür tepkileri haklı görmez. Luther, Hem vergi verilmelidir, hem de asker olarak savaşa katılmak gerektir görüşünü savunur.

Türklere Karşı Koymak İmkânsız

Martin Luther, Türklerle mücadele etmenin boşuna olduğunu şöyle dile getiriyor: “ Türklere karşı direnmek isteyen dua etsin! Surlarımız, toplarımız ve bütün serflerimiz onlara bir şey yapamaz. Yapı ustalarımıza şöyle diyorum. ‘ Paternoster’ imizin (Hıristiyanlıkta bir dua) bir şey yapamadığı Türklere sizin surlarınız hiç dayanmaz. Surlarınız Türk’e ve şeytana vız gelir. Türk etrafı demirden surla çevrilmiş şehri veya ülkeyi bile alır. Biz de yiyeceksiz kalır, açlıktan ölürüz!..

Türk olağan üstü güçlüdür, hiçbir engel onu durduramaz. Etrafı demirden çevrilmiş şehirleri bile alır. O bakımdan Türk’e karşı savunma imkânsızdır. Savunma imkânları ile uğraşmayı bırakın, Tanrı’ya bizleri koruması için dua edin. “
Luther’in Alman halkına verdiği mesaj, dine sarılarak Türkler’den korunmaktır.

Türklerin Karakteri

Luther eserlerinde Türkleri çok hakir ve aşağılık göstermekle beraber şu ifadelerde yine ona aittir:

"Dış görünüşleri bakımından dürüst, denetimli ve saygın insanlar olarak değerlendirilebilir. Onlar şarap içmezler, bizde olduğu gibi ölçüsüz yiyip içmezler, hafif meşrep ve pahalı giyinmezler, görkemli yapılar yapmaz, gururlanmazlar, yemin etmez, sövüp saymazlar. Hükümdarlarına karşı son derece itaatli, erdemli ve ahlaklıdırlar."

Luther Türk din adamları içinde şunları söylüyor: "Türklerin en korkutucu ve kötü yanlarından biride ciddi, dürüst ve sıkı bir hayat süren din adamlarının olmasıdır. Bu din adamları insandan çok melek gibidirler ve onları Papalık nezrindeki rahipler ve papazlarla karşılaştırmak imkânsızdır. Türk din adamları bazen kendilerinden geçerler, ölü gibi olurlar, bazen de harika haller gösteriler. Bu durum kimi korkutmaz ve etkilemez ki?
Bir Türkü dininden döndürmek imkânsızdır."

Türkler Neden Yenilmez?

Martin Luther Türkleri mağlup etmenin zor olmasının askeri güçlerinden çok hayat tarzlarından ileri geldiğini vurgulayarak:
“ Kaderimiz neyse o başımıza gelecek. – Türkler saati gelmeyince kimse ölmez- diyorlar ve buna inanıyorlar. Bundan dolayı Türkler’in gözleri çok karadır ve doğru, haklı olduklarına inanıyorlar.”

Türk Tehlikesinden Kurtulmanın Yolu

Martin Luther, Türk tehlike ve sıkıntısını gidermek için de aynı inançla Türk’e karşı dua edilmeli.” Dedikten sonra şöyle devam ediyor:
“ Halkın dini görevlerini yerine getirmesi dikkate alınmalı, Cuma günü vaazdan sonra 'Psalm' (Kilisede koro halinde okunan dualar) okunmalıdır. Bütün bunlar yapıldıktan sonra, halktan biri ‘ Tanrım bize barış ihsan eyle’ demelidir.

Bu duaların kiliselerde düzenli yapılması Türk sıkıntısını aşmaya yeterlidir.”

Tanrı Türkler’i Niçin Almanların Üzerine Gönderdi?

Martin Luther’e göre Almanlar ve Alman ülkesini soyup soğana çevirenler, zalimler, faizciler, din tanımazlar ve kötü yöneticiler yüzünden Tanrı Almanları döven gibi ezsinler diye Türkleri Almanların üzerine göndermiştir. Günahlarından arınmadıktan sonra göndermeye devam edecektir.

Türk Ordusu Mağlubiyet Görmemiş

1553’te İstanbul’a gelen Alman İmparatoru’nun Elçilik Heyeti Reisi Busbecq’in Türkiye hakkındaki müşahede ve düşünceleri çok dikkate şayandır. O Türk ordusunda gördüğü iman, nizam, fedakârlık ve temizlik dolayısıyla hayranlığını belirtirken kendi memleketinde hüküm süren fakirlik atalet, imansızlık, maneviyat bozukluğu, ordunun disiplinsizliği, sebatsızlığı, subayların zulmü, sefahat, sarhoşluk ve kumardan çok şikâyet eder.
Ona göre iki düşman kuvvetten biri için çöküş mukadderdir.

Türk ordusu mağlubiyet görmemiş, tecrübeler kazanmış, sabırlı, intizamlı olup daima zafer şarkıları söylemiş; şan ve şerefe alışmış ve uğurlu istikbale inanarak İran’dan Macaristan’a kadar çok büyük kaynaklara sahip olmuştur.

O, “ Bu gidişin sonu hakkında bir tereddüt var mıdır? Bizim halimiz mâlum; ne korkunç şey Allahım!” cümleleri ile büyük Türkiye ile Avrupa arasındaki kuvvet farkını güzel ifade eder.

Busbecq: Türkler’in mevcut sistemini kendi sistemimizle mukayese edince istikbalin başımıza getireceği felaketleri düşünüyor, titriyor ve akıbetimizden korkuyorum.” Cümlesini de söyler.
Kaynak:
-Alman Kültüründe Türk İmgesi II. Prof. Dr. Onur Bilge Kula.
-Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi. Prof. Dr. Osman Turan
 
Üst Alt