Hun İmparatorluğu’nun Kuruluşu ve Yükselişi

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Büyük Hun Devleti
Büyük Hun Devleti
Hunlar, İç Asya’nın tarihi olarak belgelenmiş ilk “göçebe” imparatorluğudur. Mançurya’dan Kazakistan’a ve Baykal’dan Büyük Çin Seddi’ne uzanan bir bölge içinde siyasi kontrollerini kurmak için oluşturdukları siyasi kurumlar ile, Göktürk ve Moğol imparatorlukları başta olmak üzere, “bozkır imparatorluklarının” kendi çok uluslu devletlerini inşa etmesi için bir temel oluşturmuşlardır. Bu nedenle Hun İmparatorluğu Osmanlı, Moğol ve Qing (1644-1912) imparatorlukları gibi erken modern Asya devletlerinin yönetim geleneğinin temel bir süreci sayılabilir.

Hunlardaki devlet yapıları evriminin, İç Asya bozkır göçebelerinin siyasi hayatında derin ve uzun bir etkisi olduğuna şüphe duyulmamakla beraber, Hunların linguistik ve etnik katılım mücadelelerinin sonuçsuz kaldığı da ortadadır. Hunların, Altay, Hint-Avrupa ya da Sibirya dilleri konuşup konuşmadığı sorunu birçok bilim adamını ilgilendirmekte ve şüphesiz eski Avrasya’nın etnik-linguistik haritasının tekrar oluşturulması açısından da değer taşımaktadır. Ancak, kültürel aidiyet siyasi kurumlar ve organizasyonlar sorunlarına odaklanıldığında, bilinen Hun kelimeleri arasında çeşitli dil ailelerinden kelimelerin olması ve çok etnikli bir imparatorluk yapısı içinde çeşitli dillerin varlığını belirttiği konusunda bir uzlaşma sağlanmış olmasından dolayı, kültürel ilişkiler sorunu ikincil derecede kalmaktadır.

Hun İmparatorluğu’nun kuruluş ve evrimine kültürel ve siyasi kurumsallaşma açılarından bakıldığında, bilgilerimiz yazılı ve arkeolojik olmak üzere birbirinden oldukça farklı iki kaynağa dayanmaktadır. Temel yazılı kaynaklar Çin’in en eski iki “standart” tarihi içindeki Hunlarla ilgili bölümlerden sağlanmaktadır: Sima Qian tarafından (Büyük Tarihçinin Arşivleri) Shiji ve Ban Gu tarafından Han shu (Han sülalesi tarihi). Diğer taraftan Kurganlar üzerinde yapılan arkeolojik çalışmalar, Çinli olmayan kuzey kültürlerine ait zengin bir malzeme sunmuştur. Arkeolojik kaynaklar, farklı sayıda grupları içeren muhtemelen kabileler şeklinde örgütlenmiş, aralarında Hunları da bulduğumuz kuzey göçebeler tarafından ulaşılmış bulunan gelişmenin sosyo-ekonomik seviyesini ortaya koymamız açısından zaruridir.

Arkeolojik Kayıtlardaki Eski Göçebeler
Bulunan en eski Hun arkeolojik kalıntıları, özellikle mezarlar ve bunların içinde bulunan eşyaları içermektedir. Bunlar coğrafi yerleşim ve eşyalardaki kültürel iç uyumu nedeniyle Hunlara atfedilmiştir. Her ne kadar bugünün Moğol ve Kuzey Çin’inde gelişen göçebe kültürlerin kültürel karmaşıklığı içinde tarz ve motiflerde zengin değişimler mevcut olsa da, Çin’de gelişen asıl kültürle (veya kültürlerle) karşılaştırıldığında, belli bir yerleşimi verilen göçebe halkları tanımlamaya eğilimli “etnik” sıfatlamalara bakılmaksızın bu karmaşıklık oldukça homojen bir olgu şeklinde karşımıza çıkar. Kuzey Çin’debulunan Ningxia ve Gansu eyaletlerinden (Mançurya’yı) giden güçlü bir savaşçılık özelliği olan at biniciliği gibi göçebe kültürlerin gelişimine işaret eden bölgenin göçebe halkları birçok özelliği paylaşmıştır. Bu kültürler elbette, madencilik bilgisi ve artistik motifler gibi (iyi bilinen hayvan sanatı tarzında) önemli birimleri paylaştıkları önemli ortak değerleri, Sibirya ve Orta Asya’yı da içeren daha büyük bir kültürel karmaşıklıktan yalıtılmamıştır.
Milattan önce ikinci bin yılda, muhtemelen halkların daha fazla hareketi ve dolaşımı belki de, nemin azalmasına yol açan iklim değişikliklerinden dolayı Sarı Irmağın kuzeyindeki bölgede, özellikle maden üretiminin artması ve hayvancılıkla daha fazla uğraşmaya başlamalarıyla, ekonomik ve kültürel hayatta derin değişimlere şahit olunmuştur. Bu süreç, milattan önceki birinci bin yıl boyunca ekonomik üretimin özel bir biçiminde olduğu gibi pastoral göçebeciliğin de artarak yayılmasına yol açmıştır. Daha az ilerlemiş ve daha küçük agro-pastoral topluluklar yok olmamış, fakat pastoral halklarda askeri ve siyasi hayatın başlamasına neden olmamıştır. Bu olgu, pastoralizmin daha yaygınlaştığı Gansu gibi tarımsal yerleşim bölgelerini çevreleyen diğer istihkam birimlerinde ve duvarlarında dolaylı olsa da belgelenmiştir. Diğer dolaylı ipuçları, yaklaşık M.Ö. 8. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar kuzey sınırları boyunca siyasi ve askeri bir ilk zirve durumuna ulaşmış pastoralistler tarafından (Çin arşivlerinde Di ve Rong) agro-pastoral toplulukların yer değiştirmesiyle sonuçlanan, insanların hareketlerinin belgeleri (istilalar ve göçlerle) olarak Çin arşivlerinde yer almaktadır. Diğer taraftan, göçebelerin göç dalgaları veya fetihler sonucu batıdan Kuzey Çin’e geldiği eski hipotezini doğrulayan bir delil yoktur.

Pastoral toplulukların kuzeyde bu kademeli yayılma süreci genellikle M.Ö. 7.-6. yüzyıllar arası dönemleri kapsayan arkeolojik arşivde daha açık bir şekilde elde edilir. Bu dönemin mezarları daha zengindir ve bronz silahlar, hayvan tarzlı süslemeler, hayvan kurbanlar ve at ve savaş arabalarının bolluğu; hakim sosyal sınıf olarak savaşçı, askeri bir aristokrasinin varlığına işaret eder. Batı Asya’nın göçebe, İskit ve Sarmat kültürleriyle birtakım eşyaların benzerlikleri bazı bilim adamlarının bunları “İskit tarzı” göçebe kültürler olarak tanımlamalarına yol açmıştır. Oldukça büyük bir topluluğun kaynaklarının -ekim arazileri, madenciliği ve metalürji, ticaret-kontrol edildiği göçebe kabilelerin ortaya çıkışına işaret edebilecek bir olgu olarak bu mezarları topluluklar halinde bulmaktayız.

Arkeologların farklı kültürler olarak bu toplulukları bölgesel farklılıklarıyla ortaya koydukları hipotez doğrulanmaktadır: Yukarı güneybatıda Xiajiadian kültürü, kuzey merkez sektörde Ordos kültürü ve Gansu, Ningxia ve Qinghai eyaletlerine yayılmış olan kuzeybatı sektöründe Yaylang ve Qingyang kültürleri. Bütün bu kültürlerin, aynı bölgelerin eski halklarıyla güçlü bağları olduğu gözükmektedir ve her ne kadar belli bir hareketlilik olmuşsa da, kuzey bölgelerindeki göçebe toplulukların yeni bir antropolojik tür temsil ettiğini söyleyemeyiz: şüphesiz bu, geniş bölgeyi Sibirya ve Orta Asya ile bağlayan yollarla gelenler yerine, bunların iç adaptasyon ve kültürel birimlerinin (değişim kadar) adaptasyonuyla büyümüş olan bir kültürdür.

M.Ö. 1. bin yılın ilk yarısında Kuzey Çin’de şekil alan çeşitli ve karmaşık olgular, “eski göçebe” kültürlerin oluşumuna yol açmıştır. Sosyal ve ekonomik gelişmelere ve toplumsal statüyü belirlemek için önemli sayılan eşyalara göre bir sınıflandırma yaptığımızda karşımıza üç farklı kategori çıkmaktadır.
Ayrıca, iki alt gruba ayrılabilen I. kategorideki kurgan kalıntıları arasında genellikle kılıç veya hançer gibi temel bir silahın yanında bıçaklar, ok uçları, yay ve oklar gibi yardımcı silahlar tarafından eşlik edilen bronz ve demir silahların yer alması önemlidir. Bazen, büyük miktarlarda bronz süs rozetleri, tokalar ve kemer süsleri de mevcuttur. Altın ve gümüş eşyalar gibi lüks parçalar çok az veya hemen hemen hiç bulunmamaktadır. IA ve IB kategorileri arasındaki farklılık, at ve savaş arabası teçhizatlarının birinde az bulunurken, diğerinde bol miktarda mevcuttur. Bu farklılık, kurgan kayıtlarında at ve savaş arabalarının daha fazla temsil edilmesinin daha yüksek sosyal, ekonomik ve siyasi bir seviyesine işaret edebilir.

IA kategorisine bir örnek olarak iyi bilinen Maoqinggou sitesinden bahsedebiliriz (Liangcheng İlçesi, İç Moğolistan).1 Seksen bir mezar ve bir yerleşim biriminin açılmasıyla birlikte bu site, M.Ö. 700’den M.Ö. 300 yılları arasına yayılan dört döneme ayrılmıştır ve eşyaların tarzı ve işçilik değişse bile kurganların toplamındaki içerik açık bir süreklilik göstermektedir. Metal eşyaların arasında silahlar, kemer süsleri ve süs rozetleri hakimken, atla ilgili buluntular çok az olup, sadece iki mezarda rastlanılmıştır. Demir eşyalar daha sonraki dönemlerde artmaktadır ama hiçbir altın kalıntısı bulunmamıştır. Bu kültürün askeri yapısı, silahların bulunmasından bellidir; yine de zenginlik temel olarak bronz süslemeler de saklanmıştır. Kurban edilmiş hayvanlar pastoral zenginliğin artan öneminin işareti olabilir (sayının daha fazla olması, ölen kişinin daha fazla sürüye sahip olması anlamına gelmektedir).
IB kategorisinin örnekleri olarak Ordos bölgesindeki Taohongbala, Ningxia’daki Yanglang ve Gansu’daki Qingyang toplamalarını sayabiliriz. Bunlar kültürel yakınlık ve kronolojik olarak oldukça farklı sınıflara ayrılsa da, yine de kurgan toplamalarının genel hatlarıyla çeşitli benzerlikler sergiledikleri gözlemlenmiştir. Maoqinggou’daki gibi, Taohongbala’daki mezarlar da, balta, kazmalar, demir bir başlık ve bronz ve demir bıçaklar gibi çeşitli alet ve silahlar yer almaktadır. Şahsi süs eşyaları da çoktur ve bir çift altın küpe haricinde bunların tümü bronzdur. Maoqinggou’dan farklı olarak, Taohongbala’daki mezarlarda gem ve eğer gibi çeşitli at teçhizatları da bulunmaktadır. Değerli eşyalar açısından burada, Nanshagen (Liaoning) ve Beixinbbao’da (Hebei eyaleti) bulunan altın halkalara benzer sadece bir tane altın pondatife rastlamaktayız. Bu durum, altın gibi değerli madenlerin önemli bir rol oynadığı bir ticaret ağının gelişimine işaret edebilir. Ama bu buluntunun izole yapısı ele alındığında, sosyal statünün tanımı için önemli olmadığı görülür.

Qingyang ve Yaylang’ın kuzeybatısındaki yerleşim kültürlerindeki elitlerin savaşçı yapısı da önemlidir. Yaylang’ta (Ningxia, Guyuan ilçesi) kırk dokuz mezar hanlık öncesi döneme (M.Ö. 700) aittir. Askeri donanım bütün bir kılıç ve diğer birçok kalıntılarıyla birlikte, ayrıca “Ge” baltalı kargıları, mızrak uçları, kamalar, bıçaklar, ok uçları, kazmalar ve baltalar gibi çeşitli bronz silahları içermektedir. Diğer metal eşyalar arasında, hayvan şeklinde rozetler, kemer kancaları, küpeler ve kemer süsleri gibi bazen demir ve çoğunlukla bronz süs eşyası, gem, mahmuz, nal ve araba başlıkları gibi çok çeşitli savaş arabası ve at süsleri, dokuz adet gümüş ve altın küpeyle birlikte bazı gümüş boncuklar da bulmaktayız. Bu buluntular, savaşçının silahları ve değer verdiği toka, tabaklar ve at takımları gibi şahsi süs eşyalarıyla birlikte gömüldüğüne işaret eder. “Ge” baltalı kargıları ve Çin kökenli diğer ürünler gibi değerli eşyalar ticari bağlantıların varlığını onaylamakta ama yerel göçebe elit kendisini ticaretten elde ettiği zenginlik açısından öncelikle tanımlamamıştır.2 Bu çeşit envanter Qingyang bölgesinde (Gansu eyaleti)3 at ve araba süsleri ve takımlarından daha fazla önemli olduğu ve bazı araçların yukarıda değinilen Taohongbala yerleşimiyle ve Liaoning’de bulunan Xichagou kültürüyle yakın bir tipolojik bağlantısını göstermektedir.
Kuzeydoğu sektörünün han öncesi Wudaohezi yerleşiminde benzer özellikler görülebilir (Lingyuan, Liaoning eyaleti).4 Bronz silahlar, süs eşyaları ve at takımları hakimdir. Burada hiçbir demir eşya ele geçmemiştir ama bulunan iki altın süs eşyası bu yerleşimin daha yaygın “lüks ticarete” katılımına işaret edebilir ama bu elit statüsünün tanımında önemli değildir. Ayrıca, Liaoning’de ayna, para gibi Çin kökenli eşya özelliklerinde (M.Ö. 206-M.S. 9) Batı Hanlığı Dönemi’ne ait yaklaşık 500 mezarda gömülü yerleşime geniş bir şekilde yayılmış Xichagou’nun “Han Kültürü”ne de rastlanılmaktadır. Yine de kurgan envanterinin en temel parçalarını hala büyük miktarda demirden yapılma (özellikle kılıç ve mızraklar) silahlar, savaş arabaları ve at takımları oluşturmaktadır. Hiçbir altın ve gümüşten yapılma eşya bulunmamıştır. Yerleşim alanlarının büyük çoğunluğu harap edildiğinden ve muhtemelen antikalar yağma edildiğinden dolayı, köken olarak orada bulundukları inkar edilemez ama bu kültürdeki savaşçı karakterin hakimiyetinden de şüphe edilemez.5

İkinci kategorideki gömüt envanteri büyük miktarda bronz süsler ve bunun yanında, altın ve gümüşten çok az lüks eşya içermektedir. Bu bulgular, silahların yokluğu ve savaş durumunun diğer belirtileri biçiminde tanımlanmaktadır. Bir örnek olarak Guoxianyaozi yerleşimini (Liangcheng, İç Moğolistan) sayabiliriz, M.Ö. 500-400 yıllarına ait yaklaşık 20 mezarın olduğu bir yerleşimdir.6 Süs eşyaları arasında büyük miktarlarda bronz rozet (hayvan ve geometrik desenli 44 adet), kemer süsleri, düğmeler, ziller, küpeler ve çeşitli elbise süsleri bulmaktayız. Bir göçebe elit sınıfın klasik işaretleri olan silahların ve at takımlarının olmayışı burada yaşayan insanların zenginliklerini süs eşyalarında saklamaları açısından yeni bir statü tanımına doğru alışmaya başladıklarının belirtileri olabilir.

Üçüncü ve en son yerleşim kategorisinde özellikle altın ve gümüş gibi değerli eşyaların büyük miktarlarda bulunması, hem silahların hem de at takımları ve savaş aletlerinin çoğunun mezarda olmayışıyla tanımlanmaktadır. Bu kategorinin örnekleri Aluchaideng yerleşimi (Ordos),7 Xigoupan’da bulunan 2 ve 4 numaralı mezarlar (Ordos),8 Nalin’gaotu (Shaanxi eyaleti)9 ve Shihuigou (Ordos)IO kurganlarıdır. Aluchaideng’te Hunlara atfedilen iki mezarda toplam 218 altın ve 5 parça gümüş eşya olmak üzere, oldukça fazla lüks eşya elde edilmiştir. Bunların içinde altın bir taç, kıymetli taşlarla süslenmiş kaplan ve kuşların tasarlandığı 55 adet hayvan stilinde rozet, 45 dikdörtgen altın toka süsü, düğme, boncuk, bir zincir ve bir çift küpe gibi diğer süs eşyaları da bulunmaktadır.

Xigoupan kurgan yerleşiminde bulunan 2 numaralı mezarda M.Ö. 3. yüzyıla ait iki süs rozeti, bir kolye, bir çift küpe, kın süsleri ve kuş tasarımlı süsler gibi çeşitli altın parçalar bulunmuştur. Muhtemelen, han öncesi dönemden (M.Ö. 2. ve 1. yüzyıl) daha sonrasına ait olmadığı sanılan aynı yerdeki 4 numaralı mezarda da çeşitli lüks parçalar bulunmuştur. Altın bir taç, küpeler, süs rozetleri, altın ipli ve altın kenarlı büyük kolye süsleri, altın kemer süsleri ve bir toka gibi çok fazla mücevher hakimdir. Shaanxi’deki Shenmu ilçesinde de benzer yerleşim birimleri kazılmıştır, yine de hayvan biçimli gümüş ve altın süs eşyaları içeren çok miktarda değerli eşya vardır. Bunun aksine bu alandaki diğer gömütlerden oldukça vasat bronz parçalar elde edilmiştir. Son olarak, Shilhuigo bölgesinden belki de, Orta Düzlük’ten gelmiş eski savaşçı devletlerin son zamanlarına ait gümüş rozetler ve en ilginç altın kaplama bronz süs eşyaları elde edilmiştir.

Bu kategorideki yerleşim bölgelerinden gelen özellikle dikkate değer olan sadece aşırı zenginlik ve refaha değil, aynı zamanda I. Kategoride bulunan özellikle silahlar ve at takımları ile savaşçı göçebe elitlerin geleneksel belirtilerinin olmayışıdır. Bu çeşit envanter belli kabileler arasında zenginliğin silah ve at süslerinden daha çok lüks eşyaların biriktirilmesi ve aristokratik ayrım için ticaretin daha fazla önemli olduğuna işaret edebilir. Bundan dolayı bu gömütler, kabileye ait liderliğin geleneksel askeri savunma kurumlarından ve mevsimsel göçlerden oldukça farklı sosyal ve ekonomik bir rol oynamaya başladığı fikrini verir gibi durmaktadır.

Her ne kadar, bölgede ticarete uymuş kabile aristokrasinin varlığı, Hun kültürünün (Ordos bölgesi) beşiği olarak sayılması, bir hipotez olarak kalsa da, bazı metinlerin teferruatlı deliller sağlamış olduğu görünmektedir. Zhanguoce’de (Savaşan Devletlerin Entrikaları, M.Ö. 3. yüzyıla ait bir metin) Zhou devletlerinin göçebelerden at ve kürk ithal ettiğine dair deliller çok olmasa da vardır.11 Mu Tianzi zhuan (Kral Mu’nun Hayatı, M.Ö. yaklaşık 4. ve 3. yüzyıla ait bir metin) her ne kadar hayali olsa da, bilginin gerçek deneyimler ve geleneklerden alınması gerektiğini anlatır. Kral Mu’nun seyahatleri sırasında yabancı başkanlarla muhtemelen kuzey göçebelerle hediye alışverişinde bulunduğu rivayet edilmektedir. Kral Mu tarafından alınan en büyük “hediye”, sayıları binleri bulan sığır ve koyun sürüleridir. Atlar ise, birkaç yüzlük sayılarıyla listenin en başında yer almaktadır. Diğer “hediyeler” ise şarap, köpek ve keçileri içermektedir. Karşılığında Kral Mu tarafından verilen hediyeler ise, öncelikle altın veya gümüşten bir geyik, gümüş bir kuş, altın kolyeler veya değerli taşlardan oluşan boncuklar, inciler, altın külçeleri, değerli kabuklarla süslenmiş kemerler gibi değerli el yapımı eşyalardır. Bu hediyelerle, Son Savaş Dönemi göçebe gömütlerinde altın hayvan tasarımlı rozetler ve tamamen bronz geyikler hammadde karşılığını bulabilir mi? Mu Tianzi Zhuan’da bahsedilen hediyelerle arkeolojik buluntuların olası bir yakınlığını göz ardı edemeyiz.

Ticaret anlaşmaları meşhur Shiji (M.Ö. ikinci-birinci yüzyıllara ait bir metin) kitabının 129. bölümünde; “Longmen ve Jieshi’nin kuzeyindeki topraklar at, sığır, koyun, keçe, kürk, tendon ve boynuzlar bakımından zengindir”12 diyerek rivayet edilerek bahsedilmektedir. Bu toprakların ticari değeri Qin’in I. İmparatorluğu sırasında (M.Ö. 3. yüzyıl) zengin olan tüccar Wuzhilou zamanında da kaybolmamıştır. O, pastoral bir kabilenin (Rong) kralıyla kürk için evcil hayvan ticaretini yapmış at ve sığır sürülerini “bir vadi dolusu” olarak tahmini bir değer biçilebilecek sayıda arttırmıştır.13
Çin’in kuzey bölgesindeki “pastoral göçebe hayatların” kalıntılarının bu özet analizine dayanarak, pastoral uzmanlaşma ve pastoral ürünler için bir Çin “pazarının” ortaya çıkması sayesinde M.Ö. IV. ve III. yüzyıllarda bozkır bölgesi artan bir şekilde ticarileşmiştir. Buna göre, belli bölgelerdeki elitlerin işlevi yapısal bir değişiklik geçirmiş ve askeri liderliğin “geleneksel” rolü kabilelerin ticari hakları üzerinde en azından sıkı bir kontrol veya tekelciliği de içeren ticari faaliyetlerle doldurulmuştur. Bu yolla aristokrasi, altın ve mücevher gibi muhtemelen Çin kökenli lüks parçalar biriktirmiştir. Bu büyüklüğe bir geçiş yine de tahminen önceden kısmen de olsa ticarileşmiş ekonomik bir çevrede, Avrasya bozkırları boyunca hayvan tasarımlı bronz süs rozetlerinin geniş dağılımı, pastoral insanlar arasında taşınabilen zenginliğin ve “para” değişiminin de bir çeşidini önceden oluşturdukları fikrini vermektedir. Belli topluluklar içinde elitlerin ticari karlar yoluyla dış zenginliği elde etmesi, sosyal statünün öncelikli bir simgesi olmuştur. Yine de bu fonksiyon, elit sınıfın pastoral üretime ulaşmasına dayanmaktadır, bu yitirildiğinde elitler kendilerini yine militarize etmeye mecbur kalmışlardır. Hun İmparatorluğu’nun oluşumuna götüren olayların bir analizine dayalı olarak, mevcut Hun elit sınıfındaki krizler, birleşmiş bir Çin’de dahi askeri olarak yapılandırılamayacak olanı başka bir lider altında tekrar yapılandırılması, zayıf ve özellikle tehlikeli kabile kümelerinden geniş bir bozkır imparatorluğu kurulmasında “kuantum sıçramaları” anahtar bir etkendir.
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Hun İmparatorluğu’nun Oluşumu
Çin’in birleşmesinin hemen ardından, birleşmiş bir yönetim biçimi olarak ortaya çıkan Hun İmparatorluğu, bazı bilim adamlarını bu sürecin arkasında zengin bir komşudan askeri yollarla tarımsal ürünleri elde etmek isteyen bir toplumun göçebe kabiliyetlerinde yatan bir sebep aramaya iterken,14 diğerleri daha çok iç sosyal evriminin önceliği üzerinde ısrar etmektedirler.15 Hun yönetiminin bir “devlet” olarak adlandırılıp adlandırılmayacağı veya liderinin tamamen bir kabile şefi olarak kabul edilip edilmeyeceği ya da bu yönetimin kabilelerden oluşan bir konfederasyon olup olmadığı sorusu bir takım anlaşmazlıkları da beraberinde getirmektedir.16 Bu teoriler, Hunların yükselişini belgeleyen tarihi arşivler ışığı altında değerlendirilmelidir.
Bu dört “sahne” içinde izah edilmektedir. Birincisi, Qin generali Meng Tian tarafından tahminen Hunların kendi topraklarına sahip oldukları Ordos bölgesinin işgali, ikincisi biraz efsanevi ve epik olmak üzere Mete’nin üst şefliğe yükselişi, üçüncüsü merkezi bir devlet yapısının örgütlenmesi ve son olarak da, Hunların ilk önce göçebe düşmanlarını sonra da Çin ile barışı sürdürmek için vergi vermeye zorladıkları askeri yayılmalarını bilmekteyiz.
Meng Tian’ın kuzey seferi M.Ö. 215 yılında gerçekleşmiş ve bu süreçte Hun topraklarının kalbi olan Ordos bölgesine yönelmiş, büyük bir saldırıda bulunmuştur. Bu yayılma bir Çin devleti tarafından göçebe topraklara yapılmış ilk derin ve yoğun bir işgaldi. Ve göçebe ve yarı göçebe alanlarda istihkam ve asker yerleştirmeyi de içeren Savaşan Devletler Dönemi’nde kurulmuş bir modeli takip ettiler. Muhtemelen bunların Hunlar üzerinde etkisi yıkıcı olmuştur.

Tarihi arşivler, bir imparatorluk kurucusu olarak Mete’nin kariyerinin duygusal hikayesini ortaya koymaktadır. O yetenekli bir çocuktu ama babası Şanyu (yani, büyük reis) Touman kendisinden sonra diğer eşlerinden birinin oğlunun tahta geçmesini istedi. Rakibi yok etmek için genç Mete’yi Vusun’a (diğer göçebe bir kabile) rehine olarak gönderdi, sonra da çocuğu ceza olarak öldüreceklerini umarak Vusun’a saldırdı. Mete buradan kaçtı ve babası cesaretinden etkilenerek hayatını bağışladığı için Hunlara geri döndü ve Touman gafını bu şekilde telafi etti. Mete burada kendine tamamıyla sadık kalacak bir grup savaşçı topladı. Hikayeye göre Mete bunları eğitmek için her birine en beğendiği atını vurmalarını, bunu yapmayı reddedenlere bu sefer de en gözde eşini vurmalarını emretmiş ve bunu da yapmaya çekinenlere cezalarını hayatlarıyla ödetmiştir. Eğittiği savaşçılara Mete kendi babasını vurmalarını emretmiş ve savaşçıların hiçbiri oklarını boşaltmaktan çekinmemiştir. Babasını ortadan kaldırdıktan sonra Mete, Şanyu oldu ve tahta oturduktan sonra gerek Hun iç savaşı ve gerekse de kendilerine yönelik Çin saldırılarını bastırmaktaki başarılarından cesaretlenerek diğer göçebelerin saldırılarından halkını korumaya devam etmiştir. Başarılarıyla Han sülalesini M.Ö. 198’de aşağılayacak ve önündeki birkaç on yıl içinde Mançurya’dan Kuzey ve Batı Moğolistan’a, Altay bölgesine ve Batı Orta Asya’ya (modern Sincan) kadar uzanan bölgede hakimiyeti ele geçirecektir. Bu rivayetlerdeki efsanevi ve duygusal etkenlere rağmen, Mete’nin tarihi varlığından kabul ettiğimiz kadarıyla, Mete’nin yükselişini, etkili bir koruyucu yaratmasına ve kendi babasını katlederek güce erişmesine borçludur.

Bölgesel ve askeri yayılmasını takiben Mete, yeni doğmuş devletini tekrar örgütlemeye başladı. Eski İç Asya yönetim sınıfı içinde bu ilk detaylı anlatımda, şu yönetim yapısına rastlamaktayız: Sağ ve Sol Bilge Krallar (Hun dilinde, tugi) Sağ ve Sol “Luli” kralları, Sağ ve Sol generaller, Sağ ve Sol yöneticiler ve Sağ ve Sol “Gudu” markizleri. Bütün hepsi 24 üst rütbe sahibi gruba (ershisi da chen) işaret etmektedir.

Bu yirmi dört üst rütbeli kişi Şanyu’nun başkanlık ettiği etkili olarak imparatorluğu yöneten etkili, üst bir siyasi konseyi oluşturmuştur.17 Bu bir kabile konseyi değildi, ama “krallıkların” ve askeri komutanların piramitsel bir yapısıydı. Bu “krallar”, krala ait klanların en üst üyeleriydi yani gerçekte bağımsız bir yönetim biçimi uygulayan tımarlardı. Diğer üst rütbeden olanlar, generaller, komutanlar ve idareciler sarayın üyeleriydi ve hem sivil hem de askeri olarak devlette üst görevlerde bulunuyorlardı. Bu 24 üst başkanın kendi “binbaşı”, “yüzbaşı”, “onbaşı” gibi alt vassalları, komutanları ve yöneticileri tayin etme hakları vardı. Tımar sistemi içinde resmi görevlerin iki yarıya ayrılması (“sol” ve “sağ”, burada sırasıyla batı ve doğuya tekabül etmektedir), onluk askeri örgütlenmeleri (örneğin birlikler onlara, yüzlere ve binlere bölünmüştür) ve bir konsey içine sınırlı sayıda komutan ve bakanın alınması Hun örgütlenmesinin kilit özellikleridir ve bu sistem daha sonraları ortaya çıkan İç Asya devletlerinde de gözlenmektedir. Örneğin, da chen terimi Çin kaynaklarında Göktürk İmparatorluk idaresinin (Tujue) (M.S. 551-630) üst üyelerine işaret etmek için kullanılmıştır. Hunlar 24 üst hanedana sahipken, Göktürkler 28 taneyle kaydedilmiştir.Kabilesel unsurların doğal kanıtları çoktur. En üst pozisyonların hepsi kalıtsaldı ve üst üç sınıf olan Huyan, Lan ve Xubu üyeleri tarafından doldurulmaktaydı. Bu klanların her birinin kendilerine ayrılmış toprakları vardı. En büyükler; Sağ ve Sol Bilge krallarıyla, “Luli” krallarının kontrolü altındaydı.

İç Asya halkları arasında devlet oluşumunda diğer olaylardan alınan örnekler temelinde, Mete’nin yükseliş hikayesinin detaylarında bir koruyucu yaratılması, eski kabilesel aristokrasiye darbe ve siyasi gücün merkezileştirilmesi gerçek olabilse de, Vusun esaretinden kaçma ve kendi babasını öldürme gibi diğer unsurlar hayali olabilir. Tahminen Meng Tian’ın seferi, Hunları kendi topraklarını terk etmeye zorlamış ve çoğu kişi silahlanarak profesyonel bir asker olmuş ve bu da askeri hareketliliğin yükselmesini ve dolayısıyla bu kriz anında Mete bağımsız bir askeri güç biçimine dönüştürmüştür. Bu da, Hunlarda tahta geçme mücadelesine sebep vermiş olabilir. Devletin oluşması için ilk hareket, ekonomik ve sosyal kriz nedeniyle bir ayaklanma sonucunda geldi. Daha sonra bunu genel şiddet ve askeri hareketlilik takip etti. Nihayet etkin bir askeri lider altında siyasi merkezileşme süreci devam etti ve bu da bölgesel ve siyasi yayılma için bir temel oluşturdu. Krizler, askerileşme ve merkezileşme onların kilit konseptleri gibi görünmektedir.18

Bu olaylar dizisi, daha zayıf göçebe yapısından daha merkezileşmiş bir siyasi yapıya geçişte, Mete’nin oluşturduğu ve gücü tamamen elinde tutmak için kullandığı sadık ve disiplinli koruyuculukla yürütüldüğüne işaret etmektedir.19 Merkezileşmenin ortaya çıkması Meng Tian (M.Ö. 215) tarafından Ordos’un işgali ile Mete’nin üst liderliğe (M.Ö. 209) yükselişi arasında olmuştur. M.Ö. 210 yılında intihara kalkışmaya zorlanan Meng Tian’ın ölümünden sonra Qin’in 206’da dağılmasıyla, Hunların kuzeyde yayılması bu olaylardan bağımsız bir şekilde meydana gelmiş ve Hunların ilk düşmanlarını oluşturan İç Asyalı kabilelere karşı yönelmiştir.

Qin işgali, insanlar atalarının topraklarından atıldığı ve diğer halkların topraklarına hareket etmeye zorlandıkları için, bozkırlarda bir toprak sıkıntısı yaratmışa benzemektedir. Bu tepki zinciri o zamanlarda bozkır bölgesinde var olan güçler dengesini bozmuş ve bunun en temel sonucu olarak Hunlar, Doğu Hu (belki de önceden Hunlara itaat etmekteydi) ve Yueçi gibi diğer İç Asya devletlerinin hedefi haline gelmiş ve zayıflamıştır. Hunların direnme ve yeniden savaşma kabiliyetine iki etken katkıda bulunmuşa benzemektedir. Çin’de devam eden iç savaş Güneyden gelen baskıyı hafifletmiş ve böylelikle Mete’nin İç Asyalı düşmanlarına karşı güçlerini yoğunlaştırmasına ve Meng Tian tarafından zapt edilen toprakların tekrar alınmasına imkan tanımıştır. Aynı zamanda Mete, belki de kabilelerin konfederasyonu olan yapıyı siyasi ve askeri güçlerin merkezileştirme süreciyle tekrar organize etmiştir.20 Daha sonraları savunmacı bir Çin ile saldırgan göçebe işgalciler arasında bir savaş şeklini alan, Çin ile Hunlar arasındaki mücadelenin kökeni Çin’in göçebe meralara yayılmasının akabinde önceden erişilmemiş daha fazla güç, otorite ve askeri bir liderliği ortaya çıkaran bir tepki takip etmiştir.

Mete Komutasında Hunların Yayılması
Mete’nin en üst lider (Şanyu) olmasından sonra, Hunlar Mançurya’dan Orta Asya’ya uzanan geniş bir bölge üzerinde dağları, bozkırları ve çölleri kaplayan bir alanda egemenliklerini, en azından etkilerini kurmalarına yol açan askeri bir yayılma siyasetiyle uğraştılar. Hunlar, ilk önce bugünün Kore’si olan sınıra doğru, yani Doğu Hunun yerleşim yerine yayılmışlardır.21 Buradaki Hunlara yenilen göçebe halklar vergi vermek yükümlülüğündeydiler ve çeşitli kabilelerden, muhtemelen belli zamanlarda alınan bu ödemeler Hun sarayının harcamaları, askeri giderler ve genel ekonomik refahı desteklemek için önemliydi.22

Diğer göçebe düşmanı olan Yueçi aleyhinde M.Ö. 170’lerdeki kampanyadan önce, Hun İmparatorluğu Sarı Irmak dönemecinin batı sınırlarından çok daha ötelere yayılmamışa benzemektedir. Yine de günümüzde İç ve Dış Moğolistan olan Sarı Irmağın kuzeyinden ne kadar batıya yayıldığını tam anlamıyla bilemiyoruz. Ordos bölgesi, Yueçi, Di ve Qiang halklarının toprakları, birleşmiş olan Hunların Sağ (örneğin batı) kanadı tarafından işgal edilmiştir.23 Mete kuzeydeki, Kuzey Moğolistan ve Batı Sibirya’da yerleşmiş olan Hunya, Chuyi, Dongling, Gekun ve Xinli olarak bilinen halklara boyun eğdirmiştir.24 Güneyde önceden Qin’in yerleşim alanı toprakları ele geçirmiş ve güney sınırlarını Sarı Irmağa kadar genişletmiş, Loufan ve Boyang krallıklarının topraklarını işgal etmiştir.25 Ayrıca Mete, Ningxia ve Fushi’deki bugün Guyuan ilçesi olarak bilinen yerin güneydoğusunda kalan Zhuna’nın ilçelerini, Shenshi’deki günümüzün Yulin ilçesinin güneydoğusunda kalan yerleri sınırlarının içine katmıştır. Bu, günümüzün Ningxia da dahil olmak üzere Shasi, Shensi ve Hopei’nin kuzey kesimlerinde ve Liaoning’in tamamının ya Hunlar tarafından kontrol edildiği ya da onların saldırılarına açık olduğu anlamına gelmektedir.

Sonraları Tai ve Yunzak komutanlıklarının kurulduğu alanda şanyu sarayı bulunmaktaydı.26 Belki de burası şanyu’nun şahsi nüfuz alanıydı ve Sarı Irmağın dönemecinin kuzeydoğu köşesinden, Ordos Çölü’nün kuzeyi ve Shansi ve Hopei’in kuzey bölgelerine kadar uzanmaktaydı. Hun devleti içinde diğer önemli bir yer ise büyük ihtimalle dini törenlerin ve siyasi toplantıların yapıldığı bugünkü Moğolistan’ın güneybatısında yer alan Ulan Batur’du.27 Burası, yılın beşinci ayında Şanyu’nun atalarına, Yer, Gök ve diğer tanrılarına kurbanlar adadığı bir yerdi.28

Toplumunun askerileşmesini, saraylarının ve siyasi araçlarının artan büyüklüğünü dengelemek için gerekli dış tımarları almak için Hunlar tamamen vergiye dayanan bir sistem uyarlamışlardır. Askeri baskı ve resmi anlaşmalarla daha zayıf devletlerle birlikte mağlup olan göçebe kabileleri Hun liderliğine zenginliklerinin bir kısmını vermek için zorlamışlardır. Ayrıca, Çinliler vergiler ödemiş, Tarım Havzasında bulunan şehir devletleri ve diğer siyasi topluluklar da Hun yöneticilerine sabit miktarlarda lüks eşya ve hammadde sağlamışlardır. Bunlar saray ve askeri kurumları desteklemek amacıyla kullanılmış daha sonraları ise sonraki aristokrat nesillere cebren ve hileyle geçmiştir. Wu-huan gibi bozguna uğratılmış göçebeler de derebeylerine bir ücret ödemeye mecbur edilmişlerdir. Vergi sisteminin sınırları kısa sürede belirlenmiş olsa da siyasi sistemin bütünlüğünün devam etmesi vergilerin gelmesine bağlıydı. İç istikrarsızlıklarla kolaylıkla bozulabilen düzensizlik ele alındığında, kral himayesindeki devlet kurumlarının kırılgan bir yapıya sahip olduğu açıkça görülebilir.

Çin’in Hunlarla İlişkileri
Han sülalesinin (M.Ö. 206-M.S. 221) başlangıcında, Çin içindeki askeri durum imparatorun tam siyaset için rekabet ettiği yarı bağımsız krallıkların varlığı nedeniyle olağanüstü karmaşıktı. M.S. 200’lerde Han Gaozu’nun hükümdarlığının yedinci yılında (M.Ö. 206-194) Hunlar Han krallığı olan Mayi’deki Xin’e (kuzeyde bir krallık, Han hanedanlığı ile karıştırılmamalıdır) saldırdı. Xin işgalcilerle bir anlaşma yaptı ve İmparatorluğa karşı bir ayaklanma planladı. Xin’in desteğini aldıklarında Hunlar ordularını Çin sınırlarına saldırmaya yönelttiler. İmparator şahsi olarak ordularını Hunlara yöneltti ve Xin’in isyanını bastırdı, ama kuvvetleri soğuk bir havaya maruz kaldı. Hatta, askerlerinin yüzde yirmi ile otuzunun soğuktan parmaklarını kaybettiği söylenmektedir.29 Bu sorunlara rağmen ordu Pingcheng’e baskı yaptı. Mete daha sonra Gaozu’ya karşı sayılarının iki yüz bin olduğu söylenen bir süvari ordusuyla hareket etti30 ve Han birliklerini Pingchen’de sardı. Han’ın yedi gün sonra çekilmesine izin verildi. Han’ı darbeli bir yenilgiyle cezalandırdıktan sonra Hunlar, iki güç arasında ilk bilinen bir anlaşmanın imzalanmasına yol açan vergi şartları yükledi. O zaman imzalanan anlaşma, “yakınlık ilişkileri içinde barış” anlamına gelen hegin kelimesiyle adlandırıldı.

Hegin siyaseti genellikle saf ve basit bir taviz, mal değişimi ile satın alma arasında bir strateji olarak kabul edilmektedir.31 Gerçekte ise bundan daha fazlaydı. Her ne kadar bu siyaset rüşvetle göçebeleri pasifleştirdiyse de, mal anlamında olmasa da önceki sınır siyasetleriyle uzlaştıracak unsurları da içermekteydi. Hegin siyasetinin mimarı Liu Jing idi ve O’na göre bir yakınlık ilişkisi kurulduğunda, Mete imparatorun damadı olacaktı ve sonra da Mete’nin oğlu -veliaht, Hun tahtına varis olan- Gaozu’nun torunu olacaktı ve dolayısıyla Çin’e itaat etme gibi bir durum söz konusuydu. Liu, bu siyasetin diğer iki stratejiyle kuvvetlendirilebileceğini de öne sürdü. Birincisi, bir “çürütme kampanyası” idi. Han’ın Hunların şiddetle arzuladığı değerli eşyaları periyodik olarak gönderecekti ve Han’ın burada bir artısı olacaktı. İkincisiyse, “telkin” kampanyası idi ve böylelikle Han Hunlara “etkin iletişim” kurallarını öğretecek hatipler gönderecekti. Uygun Konfüçyüs öğretisine göre bir torun dedesini kendine eşit göremezdi ve böylelikle Çin imparatorunun Hun imparatoruna üstünlüğü sağlanacak ve savaş olmayacağı için Hunlar yavaş yavaş Han’ın itaati altına girecekti.

Bu siyaset M.Ö 199’da imparatorun onayını aldı ve Han’ın Hunlarla eşit diplomatik statüyü tanımasına ve iki kutuplu uluslararası bir düzenin başlamasının işaretini veren M.Ö 198 anlaşmasının imzalanmasıyla başlandı.32 Eşit haklar iki unsura dayanmaktaydı: (1) iki saray arasında evlenme ittifakı kontratı düzenlendi ve (2) Han yıllık olarak ipek, kumaş, hububad ve diğer gıda maddelerini göndereceği bir vergiyi kabul etti.33 Diğer anlaşmalar da aynı prensiplere dayandırıldı, bazen de empatik olarak ifade edildi, örneğin, Şanyu unvanı huagadi (Çin İmparatoru) ile aynı diplomatik statüyü aldı ve iki yönetici arasındaki ilişkiler “kardeşçe” olarak tanımlandı.34

Bununla beraber, eşit rütbelerin diplomatik olarak tanınması askeri açıdan gerçek güç ilişkilerini yansıtmamıştır. Han’ın bir vergi ödemesiyle Hunları pasifleştirmeye ihtiyacı vardı. Han Gaozu ve Mete arasındaki Hunlara yıllık bir vergi ve bir Han prensesi ile evlilik şartları, Çin’in dış ilişkiler anlayışındaki bir değişime işaret etmektedir. Açıkça, Han’ı siyasi bir aşağılık kompleksine sokan böyle bir siyaset Çinliler için önceden benzeri görülmemiş bir durumdu. Mete dul kraliçe Lü Hou’ya bir evlilik teklifinde bulunduğunda incinmişliğe bir de hakaret eklendi.35 Bu hakaret Çin’in ülke onurunu korumak adına saldırgan bir tavır takınmasına neden oldu ve bundan sonra on yıllarca hegin siyasetinin onaylanması devam etti. Han’ın siyasi ve diplomatik olarak bir Hun liderini tanıması asla ciddiye alınmadı.

Han Gaozu zamanında Çin’in zayıflığı elbette Hunların daha fazla askeri güç kazanmaları nedeniyleydi. Göçebe düşmanlarına karşı savaşların devam etmesi nedeniyle Hunlar Mançurya’dan Sarı Irmağın doğusundaki topraklara kadar olan bir alana yayılmışlardı. Bu süreçte diğer göçebe halkları içlerinde erittiler ve bu da merkeziyetçi yapısıyla birlikte askeri kurumlarının daha etkili olmasını ve silahlı kuvvetlerinin daha fazla büyümesine yol açtı. Han tarafından, Gaozu’nun ordusu göçebeler ve askerlerin savaş deneyimleri eksikliği, komutanların disiplinsizliği ve imparatorluğa sadakati garanti etmeyen soylular sınıfı nedeniyle zayıflatıldı. Bu faktörler kaçınılmaz olarak Han ordusunu Hunlara karşı alaşağı etti ve Gaozu’ya uzlaştırıcı bir tutum uygulama zorunluluğu getirdi. Bu durum, uzun vadede Han’ın güçlü bir ekonomi ve “modern” bir ordu inşa etmesine neden oldu. Bu da Çin’e karşı atağa geçme kabiliyeti kazandırdı. Gelinler ve rüşvetler sınırlar boyunca Hunların akınlar ve saldırılar yapmalarını veya Çin tarafından ödenen verginin tekrar tekrar arttırılması taleplerini engellemediyse de cephede önemli bir dengeyi korudu ve büyük ölçekli bir savaşla kıyaslandığında devletin maliyesine daha hafif bir yük yükledi. Hegin siyaseti bu nedenle yeni doğan Çin İmparatorluğu’nun ekonomik gücünün ve toprak bütünlüğünün korunması için elzem oldu.
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Yeni Bir “Dünya Düzeni”
Son olarak, Hunların yükselişinin Batı ve Orta Asya tarihinde olan geniş etkilerini düşündüğümüzde bunun, sadece Çin ile bir karşılaştırmayla sınırlı olmadığını kabul etmemiz gerekmektedir. M.Ö. ikinci yüzyıl başlarında uluslararası sahnedeki yalnız iki oyuncu Hunlar ve Hanlar değildir. Diğer başrol oyuncular arasında Hunlar tarafından işgal edilmemiş diğer göçebe halklar, gönüllü olarak onların boyunduruğuna girmeyenler ve küçük krallıklar ve Wudi (M.Ö. 141-87) zamanında Han ve Hunlar arasındaki silahlı mücadelelerinde bir mücadele belkemiği olan Orta Asya’nın vaha devletleri bulunmaktadır.

Wendi’nin (M.Ö. 179-157) saltanatı zamanında Hun İmparatorluğu genişlemenin zirvesine ulaşmıştı ve şanyu İmparator Wen ile diplomatik bir münasebetinde “birbirlerine selam bile vermeden geçen insanlar şimdi bir aile oldu ve kuzey bölgesi tamamen pasifize edildi” diyerek bir açıklamada bulunmuştur.36 Bundan birkaç yıl sonra M.Ö. 162’de yapılan bir anlaşma, önceki imparator tarafından uygulanan bir geleneğe uygun olarak, Hunların Büyük Duvar’ın kuzeyindeki okçu kabileleri, güneyde yerleşmiş, şapka ve kuşak takan insanlar Çin tarafından yönetilmeliydi.37 Bu kuzey ve güney bölgelerinde her iki gücün de uymak için anlaştığı bir bölünmenin tanınmasına işaret etmektedir. Bu yeni dünya düzeni, büyük gücün önceliği prensibi olarak adlandırabileceğimiz daha üstün askeri gücü taşıma inancıyla kökleşmiş ve Çin örneğinde, hem ahlaki hem de kültürel üstünlüğün uluslararası liderlikte el ele gittiği anlamında kullanılabilir. İki büyük güç arasındaki ilişkide bu prensip iki yolla kendisini belli etmektedir. Birincisi iki gücün yöneticisi de eşit statüdeydi. İkincisi ise, sadece iki ülke arasındaki sınırların tanınması değil aynı zamanda birbirlerinin “nüfuz alanlarının”da tanınmasıydı ki bu, büyük güçlerin karşılıklı olarak taraf halklar ve devletler üzerinde karşı koyulmaz bir siyasi Eski Han hanedanlığının önceki dönemlerinde hakim olan dış ilişkilerinin ikili fikrinde bilinen dünyanın etkili olarak iki ayrı yarıya ayrıldığını görmek şaşırtıcı değildir. Hun ve Çin yöneticileri sadece kendi devletleri içindeki halklar üzerinde etkili bir otorite kurmakla kalmamış aynı zamanda (örneğin bölgesel sınırlar içinde yaşayanlar her bir yöneticinin idari, siyasi ve askeri olmak üzere ayrı ayrı doğrudan kontrolü altındaydı) etki sahası içinde yaşayan bağımsız halklar ve devletler üzerinde de egemenlik için bir hak veya en azından siyasi bir öncelik için çaba sarf etmişti.

Büyük güç önceliği ve nüfuz sahaları, Han Wudi’nin batı bölgelerinde M.Ö. 2. yüzyıl sonlarına doğru yayılmaya başlamasında ve ortaya çıkan siyasi olayları anlamada çok önemlidir. Ünlü kaşif ve İmparator’un elçisi olan Zhan Qian İmparator tarafından Yueçi göçebeleriyle M.Ö. 139-138 yılları arasında Hun karşıtı bir ittifak aramaya gönderildiğinde, “Yueçiler benim kuzeyimde yaşamaktadır. Han onlara bir elçi göndererek ne demek istedi! Eğer Han’ın güneydoğusundaki Yue Krallığı’na bir elçi göndermek istesem onlar adamlarımın Çin’e geçmesine izin verirler mi?”38 diyerek memnuniyetsizliğini ifade eden Hunlar tarafından yakalanmıştı. Açıkçası, Zhang Qian farklı nüfuz sahalarını tanımlayan anlaşmayı ihlal edici bir eylemde bulunmuştu.

Hunların Orta Asya’da siyasi ve iktisadi hakimiyeti (xiyu veya Çin arşivlerinde Batı Bölgesi) Tarım Havzası ve ötesine kadar uzanan, Dunhuang ve Qilian Dağlarına yakın yaşayan Yueçilere karşı zafer dolu bir saldırıyla sonuçlanmıştır. Hunların kendilerini katletmesinden kurtularak batıya doğru kaçmışlar ve orada Daxia’ya (Bakteriya) saldırmışlardır. Hunlar bu bölgelerdeki üstünlüklerini askeri güçleriyle kanıtlamışlardır. Semerkant’ın doğusunda yaşayan insanlar Hunlara hizmet etmeye mecbur edilmişlerdir. Loulan ve Gushi gibi ticaret yollarında bulunan Tarım Havzası devletleri “çoğunlukla Hunların gözü kulağı olmuş ve Han elçilerinin yollarını kesmek için silahlarını kullanmışlardır.”39 Hunlar vergi aldıkları devletlerin Han’a boyun eğdiğini duyduklarında hemen engel olmak amacıyla ordularını göndereceklerdi. Han, batı bölgelerine diplomatik görevler için elçiler gönderdiğinde, Çinli elçiler ne zaman bir Hun elçisi Şanyu’dan ulaşan bir güvenilirlik nişanesi taşıdığında, yolunun üzerindeki bütün kabileler koruma ve yiyecek sağlanmasından ve engellenmeleri bir yana zarar dahi verilmemesinden şikayet etmişlerdir. Bunun aksine Han elçileri, bedelini ödemeksizin gıda veya at alamıyorlardı. Açıkça Hunlar, kuzeyi kendi toprakları saymış ve alt devletlerden aldıkları vergiyi siyasi bütünlük ve devletlerinin ekonomik refahı için kullanmışlardır.
Diğer yandan, batı bölgelerinin halkları, göçebe kabile veya devletler olsun olmasın, bağımsız siyasi topluluklar olarak örgütlenmiş ve yöneticileri kendilerini halkları veya toprakları üzerinde tek ve yalnız bir siyasi otorite olarak görmüşlerdir. O günün iki süper gücüyle rekabet edemeyecekleri için yine de ya Çin’le ya da Hunlarla -ve bazen ikisiyle birlikte- bir ilişki kurmaya zorlandıklarında, bu bir boyun eğişi ima etmekteydi. Hepsinin katıldığı uluslararası ilişkiler sistemi bu nedenle iki çeşit ilişkiden oluşmaktaydı: iki büyük güç arasındakiler ve büyük güçlerle küçük devletler arasında olan ilişkiler. Daha küçük devletler büyük güçlere sadakat yemini ettiklerinde belli yükümlülükler almıştır.

Birincisi, küçük devletten tercihen tahta seçilmeye layık olan birinin olması gereken bir esir göndermeliydi. Sonra gıda, kumaş ve at benzeri düzenli bir biçimde ödenmesi gereken bir vergi yükümlülükleri bulunmaktaydı. Han’a sadakat yemini eden devletlerin yöneticilerinin yasal ilişkilerinin çeşidi ve derecesine göre bir Çin lakabı verilirdi. İki gücün arasında sıkışan devletler, kaderleriyle baş başa kaldıklarında çoğunlukla en şansız olanlardı. Örneğin Loulan Devleti (veya Tarım Havzasında bulunan Kroraina) Hun ve Hanların kendi saraylarına esir göndermeyi emrettiklerinde her iki güçle de vergi ilişkisini korumak için türlü hokkabazlıklar yapmak zorunda kalmıştı. Her ne kadar Hunlar başlangıçta tahtta himayelerinde olan birini yerleştirmede çabuk davranarak diplomatik savaşı kazansa da, Han dost olmayan kralı öldürmek için gizli bir ajan göndererek savaşı kazanmıştır.

Hunlara karşı mücadelede Çin tarafından daha sonra kullanılan taktiklerden bir tanesi de “büyük güç” olarak Hunların otoritesini zayıflatmaktı. Zhang Qian’ın Wudi’ye olan bir konuşmasında, “Şanyu Han’ın ellerinde şimdiden zarar gördü ve Hunye kralı tarafından doldurulan bir bölge işgal edildi. Şimdi eğer bu fırsatı kullanır ve Vusun’a büyük rüşvetler ve hediyeler gönderirsek ve de daha doğuya gitmeleri ve önceden Hunye kralına ait olan toprakları işgal etmeleri için ikna edersek, Han bunlarla bir kardeşlik anlaşması imzalayabilir ve bu şartlar altında dediğimizi yapar. Eğer onları bize itaat etmeye zorlarsak, bu Hunların sağ kolunu kesmek gibi olacaktır”40 demiştir.

“Kardeşçe” açarak -yani eşit statüde- Vusunlarla ilişkileri Hunların bölgedeki durumlarını fevkalade küçültürken, Hanlara da diplomatik ve siyasi yayılmanın kapılarını ardına kadar açmıştır. Nitekim, Han Vusun kralıyla evlenmesi için bir prenses göndermiş, böylece, “Hunları Batı müttefik devletlerinden ayırmayı”41 planlamıştır. Burada şu nokta oldukça açıktır: En azından Hunların gücü kırılana kadar ve Çinlilerin Batı bölgesi üzerinde kontrolleri pekişene kadar, M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında, büyük ve küçük güçler arasındaki ilişkiler yalnızca vergisel olarak tanımlanırdı. Çünkü bu, iç işlerinde bir özerklik sağlarken dış işlerinde de bir boyun eğiş ve bir itaat derecesine işaret etmekteydi. Büyük güçler arasındaki ilişki, diğer taraftan eşit statülerin karşılıklı tanınmasına dayanmaktaydı.

Sonuç
Burada Hunların yükselişleri sadece Çin üzerindeki etkilerine sınırlandırılmadan birçok yönüyle tarihi bir olgu olarak sunulmuştur. İlk olarak Çin’in kuzeyinde gelişen çeşitli karmaşık göçebe kültürlerin sunduğu arkeolojik verilere bir göz gezdirdik. Hepsi genelde bozkır bölgesinin ekonomik gelişiminin izlerini vermekte ve metallerin kullanılmasının ve tarım ürünlerinin ekildiğini kanıtlamaktadır. Metal silahlar, atlar ve savaş arabaları buralarda savaşçı kültürlerin hakim olduğunun göstergeleridir. Ama diğer taraftan, siyasi çevre en azından belli halklar arasında ticareti ve ülke dışındaki değişimleri kontrol etme gibi hususlarda elitlerin ekonomik rolleri askeri liderlik kadar önemliydi.

İkinci olarak, Savaşan Devletler Dönemi’nde, orduların muazzam bir biçimde artmış olmasına ve M.Ö. 4. yüzyılda göçebe bölgeleri tehdit etmeye başladığı zamanlarda Çin devletlerinin yayılmasına dikkatleri çektik. Çin’in 221’de birleşmesinden sonra, Qin hanedanlığı (M.Ö. 221-206) Hunların özenle kurduğu Ordos bölgesine yönelik büyük ölçekli işgaller başlattı. Bu bozkırlarda, kaynaklardan zayıf sinyaller aldığımız ama askeri liderliği ve daha fazla merkezileşmiş ve siyasi olarak birleşmiş temeli olan Hun komuta yapısının tekrar örgütlenmesine işaret eden, Mete tarafından yetenekleri sayesinde bir mücadele başlatılmasına neden oldu. Çin’deki iç savaş ve dolayısıyla güneydeki baskının azalması Hunlara yardım etmiştir.

Hunlar, daha sonra Çin üzerindeki avantajlı ekonomik güçlerini kullanmışlar, vergiler Hun elitlerine büyük halk konfederasyonları kurmalarına yardımcı olmuştur. Hun Devleti’nin yapısı yeterli derecede gelişmiş ve bu bazı bilim adamlarının Hun İmparatorluğu hakkında sadece bir kabile konfederasyonu yerine, kabile çıkarlarıyla uyarlanmış bir devlet olarak bahsetmelerine yol açmıştır. Çin ve kuzey göçebeler arasındaki ilişkiler yoğun diplomatik faaliyet, iki güç arasında anlaşmalar, yöneticilerin eşitliği ve Çin tarafından Hunlara ödenen vergiler gibi özellikler kazanmış farklı bir düzleme kaymıştır. Hegin siyaseti olarak bilinen bu gelişme, Çin ile göçebe güçler arasında daha sonraları yapılan anlaşmaların tarihi bir öncülünü oluşturmuş ve Hunların İç Asya tarihine en büyük katkılarından biri olarak sayılmıştır.

Hunların yükselişi, bozkır göçmenleri ve Çin arasındaki ilişkilerin boyutunu değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda Çin ile Orta Asya’nın “batı bölgeleri” arasında olan ilişkileri de etkilemiştir. Hanlar ve Hunlar arasındaki rekabet, Çin ordularının Orta Asya’daki Hun liderliğine başkaldırmalarına yol açtı ki; bu gelişme sonradan Çin medeniyetinin, Yunan ve Hint medeniyetleriyle bağlantılarına ve nihayet Avrupa ve Yakın Doğu’nun Greko-Romen dünyasıyla, Baron von Richthofen’ın duygusal olarak adlandırdığı “İpek Yolunun” (Seidenstrassen) açılmasına neden oldu.
Kaynaklar:
Yrd. Doç. Dr. Nicola Di Cosmo
Canterbury Üniversitesi / Yeni Zellanda


1 Bkz. O’erduosi Qingtongqi der. Tian Guangjin ve Guo Suxin “Maoqinggou mudi”, Beijing 1986, s. 227-315.
2 “Ningxia Guyuan Yaylang qingtong wenhua mudi”, Kaogu xuebao, (1), 1993, s. 13-56.
3 Liu Dezhen, Xu Junchen, “Gansu Qingyang Chungiu Zhanguo muzangde qingli,” Kaogu, (5), 1988, s. 413-424.
4 “Liaoning Lingyuanxian Wudaohezi Zhanguomu fajue jianbao” Wenwu, (2), 1989, s. 52*61.
5 Sun Shoudao, “Xiongnu Xichhagou Wenhua’ gumujun de faxian” Wenwu, (8/9), 1960, s. 25-35.
6 “Liangcheng Guoxianyaozi mudi,” Kaoguxuebao, (1), 1989, s. 57-81.
7 Tian Guangjin, Guo Suxin, “Neimenggu Aluchaidengfaxianade Xiongu yiwu,” Kaogu, (4),1980, s. 333-338, 364, 368 [Rpt: O’erduosi Qingtongqi, s. 342-350 (Beijing 1986)].
8 “Xigoupan Xiongnu mu,” Wenwu 1980 (7): 1-10 [Rpt. “Xigoupan Zhanguomu,” O’erduosi Qingtongqi, s. 351-365]; “Xigoupan Handai Xiongnu mudi diaochaji,” Neimenggu wenwu kaogu, 1981, s. 15-27.
9 Dai Yingxin ve Sun Jiaxiang, “Shaanxi Shenmuxian chutu Xiongnu wenwu,” Wenwu, (12),1983,
s. 23-30.
10 “Yijinhuoluoqi Shihuigo Faxiande E’erduosishi Wenwu,” Neimenggu Wenwu Kaogu, 1992, s. 91-96.
11 Crump Chan-Kuo Ts’e, s. 55, 224.
12 Shiji 129, 3254 (B. Watson, Arşivler, 2: 434).
13 Shiji 129, 3260 (B. Watson, Arşivler, 2: 440).
14 A. Khazanov, Nomads of the Outside World, s. 25.
15 Mori Masao, “Kyodo no kokka,” Shigaku zasshi, Cilt 59, (5), 1950, s. 1-21.
16 Nobuo Yamada, “The Formation of the Xiongnu Nomadic State,” Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, Cilt 36, (1-3), 1982, s. 575-82.
17 Bu örgütlenmenin detaylı bir tanımı, Omeljan Pritsak, “Die 24 Ta-ch’en. Studie zur Geschichte des Verweltungsaufbaus der Xiongu Reiche,” Orient Extremus 1 (1954): 178-202. Ayrıca bkz. Masao Mori, “Reconsideration of the Xiongu State. Profesör O. Pritsak’ın Eleştir
18 Bu konuyla ilgili ayrıca bkz. Nicola Di Cosmo, “State Formation and Periodization in Inner Asian History, ” Journal of World History, Cilt 10, (1), İlkbahar 1999, s. 1-40.
19 İç Asyalı koruma gönüllüleri meselesi ve onların dünya tarihindeki rolü için bkz. Christopher Beckwith, “Aspects of the History of the Central Asian Guard Corps in Islam,” Archiwum Eurasie Medii Aevi, (4), 1984, s. 29-43.
20 Daha dağınık örgütlenmiş siyasi bir varlık olarak Hunlar ihtimalen Çin’in birleşmesinden en azından bir asır önce de muhtemelen vardı. Her ne kadar eski tarihi ve yalıtılmış olması nedeniyle yorumcular bu kayıt için şüphe içinde kalmış olsa da, onlardan M.S. 318’de Qin’e saldırmak için devletlerin koalisyonunun bir parçası olarak bahsedilir; bkz. Shiji 6, 207 [William H. Nienhauser, der. The Grand Scribe’s Records, cilt. 1: The Basic Annals of Pre-Han China (Bloomington: Indiana University Press, 1944), s. 112].
22 Han shu, 94B, 3797.
23 Shiji, 11O, 2B91.
24 Shiji, 11O, 2B93; Han shu: 3753.
25 Shiji, 11O, 2BB9-90. Loufanlar Sarı Irmağ’ın büyük kıvrımının dışındaki doğuya kadar olan yerlerde yerleşmiş bulunan bir halktı. Boyang Sarı Irmağ’ın büyük kıvrımının güneyindeki bölgede yaşayan bir Hun kabilesiydi.
26 Shiji, 11O, 2B91.
27 Bkz. Wang Wei-mao, éXiongnu Longcheng kaobian,” Lishi yanjiu, (2), 1983, s. 142-144.
28 Shiji, 11O, 2B92.
29 Shiji, (B), s. 3B4-3B5.
30 Bu açıkça abartılmış bir sayıdır. daha sonraları olan askeri sayımlar temelinde bu sayının on kat abartıldığını tahmin etmekteyim.
31 Eski Batı Hanlığı sırasındaki hegin siyaseti üzerine bkz. Ying, shih Yü, Trade and Expansion in Han China: A Study in the Structure of Sino-Barbarian Economic Relations, Berkeley, California Üniversitesi, 1967, s. 10-12; Arthur Waldron, The Great Wall of China: From History to Myth, Cambridge, Cambridge Üniversitesi Yayınları, 1990, s. 40-41.
32 Shiji, 99, 2179.
33 Han shu, 94A, 3574; Shiji, (B), s. 3B4-3B5.
34 Han shu, 94A 3762-3.
35 İmparator Hui’nin hükümdarlığı boyunca (M.Ö. 194-188) Fan Kuai Maodun tarafından dul Kraliçe Lü Hou’nun kendi eşi olmasını teklif ettiği aşağılayıcı mektuba askeri araçlarla karşılık verdiğini ileri sürmüştür. Bu savaşçı görüş kabul görmemiş ve Kraliçe kendi yaşlı haline bakılarak bu teklifin yapılmaması gerektiği biçiminde cevap vermiştir. Bkz. L. Peremolov ve A. Martynov, Imperial China: Foreign Policy Conceptions and Methods, Moskova, Progress Yayımcılık, 1983, s. 64-65.
36 Shiji, 11O, 2B96; Han shu, 94A, 3556-3757.
37 Han shu, 94A, 3762; Shiji 11O, 29O2.
3B Watson, Cilt. 2, s. 231.
39 Han shu (96A (Hulsewé ve Loewe, China in Central Asia, ss. 85-86).
40 Shiji, (123), s. 3168; Watson, Arşivler, (2), s. 238.
41 Shiji, (110), s. 2913.
Barfield, Thomas, The Perilous Frontier: Nomadic Empires and China. Cambridge Mass., Blackwell, 1989.
Beckwith, Christopher, “Aspects of the History of the Central Asian Guard Corps in Islam”, Archivum Eurasiae Medii Aevi, (4), 1984.
Crump, J. I. Jr., Chan-Kuo Ts’e (Intrigues of the Warring States). Oxford, Clarendon Press,1970.
Di Cosmo, Nicola, “State Formation and Periodization in Inner Asian History”, Journal of World History, 10. 1, Bahar 1999.
Dai Yingxin, and Sun Jiaxiang, “Shaanxi Shenmuxian chutu Xiongnu wenwu.” Wenwu, (12),1983.
Khazanov, Anatoly, Nomads and the Outside World. Cambridge, Cambridge University Press,1984.
Han shu (History of the Han Dynasty), Ban Gu. Cilt 1-12. Pekin, Zhonghua shuju, 1983, [1962].
Hulsewé, A. F. P., ve Michael Loewe, China in Central Asia: The Early Stage, 125 B. C., -A. D. 23. An annotated translation of chapters 61 and 96 of the History of the Former Han dynasty. Leiden, Brill, 1979.
“Liangcheng Guoxianyaozi mudi.” Kaogu xuebao, 89. 1: 57-81.
“Liaoning Lingyuanxian Wudaohezi Zhanguomu fajue jianbao.” Wenwu, 1989. 2: 52-61.
Liu Dezhen, and Xu Junchen, “Gansu Qingyang Chunqiu Zhanguo muzangde qingli.” Kaogu, 1988. 5: 413-24.
Mori Masao, “Kyôdo no kokka.” Shigaku zasshi 59. 5 (1950): 1-21.
Masao Mori, “Reconsideration of the Xiongnu State, A Response to Professor O. Pritsak’s Criticism.” Acta Asiatica, 24 (1973): 20-34.
Nienhauser, William H., (der. ), et al. The Grand Scribe’s Records, C. 1: The Basic Annals of Pre-Han China. Bloomington, Indiana University Press, 1994.
“Ningxia Guyuan Yanglang qingtong wenhua mudi. ” Kaogu xuebao 1993. 1: 13-56.
O’erduosi Qingtongqi, (der.), Tian Guangjin and Guo Suxin. Beijing: Wenwu, 1986.
Omeljan Pritsak, “Die 24 Ta-ch’en. Studie zur Geschichte des Verweltungsaufbaus der Xiongnu Reiche.” Oriens Extremus, 1 (1954): 178-202.
Peremolov L., ve A., Martynov, Imperial China: Foreign-Policy Conceptions and Methods. Moscow, Progress Publishers, 1983.
Shiji (Records of the Grand Historian), Sima Qian. Cilt 1-10. Peking: Zhonghua Shuju, 1985 [1959].
Sun Shoudao, “‘Xiongnu Xichagou Wenhua’ gumujun de faxian.”, Wenwu, 1960. 8/9: 25-35.
Tian Guangjin ve Guo Suxin, “Neimenggu Aluchaideng faxiande Xiongnu yiwu”, Kaogu, 1980 (4): 333-338, 364, 368 [Rpt: O’erduosi Qingtongqi, ss. 342-350].
Watson, Burton, (Çev.) Records of the Grand Historian, Sima Qian. 3 Cilt, New York ve Hong Kong, Columbia University Press ve The Chinese University of Hong Kong, 1993.
“Xigoupan Xiongnu mu.” Wenwu, 1980. 7: 1-10 [Rpt. as “Xigoupan Zhanguomu”, O’erduosi Qingtongqi, ss. 351-365
 
Üst Alt