Bulgarlar ve Ogurlar

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Bulgarlar ve Ogurlar
Bulgarlar ve Ogurlar
Bu iki boy adı, 5-6. yüzyıllarda Avrasya bozkır bölgesinin batı kısmında ortaya çıkan ve Türkçe konuştukları kesin olarak bilinen ilk toplulukların (Şaragur, Ogur, Onogur, Kutrigur, Utigur, Bulgar) adıdır. Türkçe konuşan bu halkların birlikte ele alınması tarihsel ve dil tarihiyle ilgili gerekçelere dayandırılıyor. Türk dilleri, Genel Türkçe ve Çuvaşça tipi Türkçe (daha önceki terminolojide Bulgar Türkçesi) olmak üzere iki büyük gruba ayrılmaktadır.

Bu sonuncu gruptan günümüze yalnızca Çuvaşça kalmıştır. İdil Bulgar Devleti’nin nüfusunun önemli bir bölümü de Çuvaşça türünde bir Türk dilini konuşuyordu. Fakat dilsel ve tarihsel gerekçelere dayanarak, bugünkü Çuvaşları İdil Bulgarlarının doğrudan ardılları sayamayız. Bulgar Türkçesi terimi aslında, Bulgar adı altında görülen halkların “Bulgar Türkçesi” konuştukları varsayımına dayanıyor. Karadeniz’in kuzeyindeki erken dönem Bulgarca’nın ve Balkanlar’daki Tuna Bulgarcasının dilsel verilere gerek duyulmaksızın bu Türk dil grubuna sokulması da buradan kaynaklanıyor. Daha sonra bu kuram Ogur adının, Oguz adının Çuvaşça türündeki bir biçimi olmasından dolayı daha da yaygınlaştı ve adlarında Ogur unsuru bulunan bütün Türk halklarının, yani Şaragurların, Ogurların, Onogurların, Kutrigurların, Ütigurların dili Çuvaşça ile aynı türden sayıldı. Bu bileşik boy adlarının birinci unsurlarının ilk biçimleri Çuvaşça türündeki bir dilde aşağıdaki şekilde olmalıydı:

Şaragur < şarı ogur ‘Ak Ogur'; Onogur < on ogur ‘On Ogur'; Kutrigur << tokur ogur ‘Dokuz Ogur'; Utigur << otur ogur ‘Otuz Ogur’.
Renk ve sayı adlarından oluşan bileşik boy adları Türk dillerinde sıklıkla görülmektedir. Renkler ise genellikle yön bildirirler. Buradaki Ak da dolayısıyla Batı’yı simgeler. Sayılar ise federasyonu oluşturan boyların sayısını gösterirler. İkinci unsur, kabile teşkilâtını yöneten topluluğun adıdır. Bununla birlikte, boyların konuştuğu dillerin, sadece o boyların adlarına bakılarak belirlenmesinin son derece riskli olması bu açıklamanın en zayıf noktasını teşkil eder.

Önce erken dönem Bulgarları, sonra da Tuna Bulgarları için kullanılan ve tarihî bir ilişkiye işaret eden Onogur-Bulgar adlandırması, Bulgar ve Ogur topluluklarının birlikteliği görüşünü daha da güçlendirdi. Onogur-Bulgar terimi daha sonra tarih literatüründe yaygınlaştı. Fakat bu ikili adlandırmanın ilk unsuru Onogur değil, Onogun’dur. Bu durum ise bu iki adın veya topluluğun birbirleriyle olan ilişkisinin açılığa kavuşturulmasını gerektiriyor.
Nemeth’in, Bulgar halk adının etimolojisine ve bunun tarihi açıklamasına ilişkin varsayımını da bu sorun çerçevesinde ele almak gerekiyor. Buna göre Bulgar adı, Türkçedeki bulga- ‘karıştırmak’ fiilinden türemiş olup anlamı ‘karışık’tır. Tarihi bakımdan bu şöyle açıklanabilir:

Hun İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından dağılan Hunların bir kısmı Karadeniz’in kuzeyindeki bozkır alanlara geri çekilerek 463 dolaylarında oraya gelen Onogur, Ogur ve Şaragur halkları ile karıştılar. Adları da bunun izini taşımaktadır. Daha sonra Nemeth’in kendisi de bu etimolojik çözümden vazgeçerek bu adı bulga- ‘isyan çıkarmak’ fiilinden açıkladı.

Dil tarihi açısından ve tarihsel açıdan ortaya çıkan sorunlar, her halükarda, çeşitli adlarla karşımıza çıkan halklar arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesinde eskisinden daha da temkinli olunması gerektiğine işaret ediyorlar. Dil akrabalığı kavramını tarihî açıklamalarda kullanmak sakıncalıdır. Yani sadece dil tarihi varsayımlarından yola çıkarak bu halklar akraba sayılamazlar. Kimi kabile teşkilatları arasında uzun süren tarihî ilişkilerden dolayı ortak bir bilinç oluşmuş olması da bunu değiştirmez.

İç Asya’da başlayan kavimler göçü sonucunda Doğu Avrupa’da ilk olarak 463 dolaylarında Şaragur, Urog (Ogur) ve Onogur halkları görülürler. Bu hadiseleri aktaran Priskos Rhetor’un kaydı, tam olmayan iki kaynakta günümüze kadar ulaşmıştır ve bunlara dayanarak asıl metni aşağıdaki biçimde tamamlamak mümkündür:

463 dolaylarında Şaragur, Urog (Ogur) ve Onogur halkları, Sabirlerle savaşa tutuştuktan ve kaçmak zorunda kaldıktan sonra Bizans’a elçi gönderdiler. Sabirleri yerlerinden Avarlar kovaladılar; onları göçe zorlayanlar Okyanus kıyısı halklarıydı. Okyanus kıyısı halklarını göçe zorlayanlar ise deniz seviyesinin yükselmesinin neden olduğu sis ve Zümrüdü Anka kuşları idi. Şaragurlar pek çok çarpışmada Akatir-Hunlarını (Akatzir) bozguna uğrattılar ve sonra İstanbul’a elçiler gönderdiler. Onları Bizans imparatoru kabul etti ve bol hediyelerle geri uğurladı.

Priskos’un metnindeki bu kaydın yapısı ve birkaç motifi Herodot’un çalışmasından kaynaklanmakla birlikte başka klasik yazarların etkisi de görülebilmektedir. Bu antik ilk örnek ve 463 dolaylarında gerçekleşen kavimler göçü olayları arasındaki ilişkiler değişik şekillerde açıklandı. Araştırmacıların bir bölümü, Herodot’un tasvirine paralel olan kavimler göçünün, Kuzeydoğudan Güneybatıya yönelen bir kavimler hareketi olabileceği sonucunu çıkardı. Buna göre, Okyanus kıyısı halklarının yurdu Doğu Sibirya idi. Avarlar, Altaylar bölgesinde yaşıyorlardı. Onların güneybatısında ise Sabirler bulunuyordu. Şaragurlar, Ogurlar ve Onogurlar ise Doğu Avrupa’ya Batı Sibirya’dan geldiler. Böyle bir kavimler göçü olduğunu destelemek amacıyla, Sibirya adının Sabir halk adı ile ilişkili olabileceği ve Urallar’ın yakınındaki 11. yüzyıldan itibaren belgelenebilen Yuğra yer adının Onogur halk adından geldiği ileri sürüldü. Sibirya adının ancak Moğollar döneminden itibaren görülmesi ve Yuğra adının yeni bir etimolojisi olması nedeniyle bu görüş kabul edilemez. Bir diğer görüşe göre bu göç dalgası, halkların yan yana olduğu görüşü üzerine kurulan, fakat gerçekte rasyonalist Yunan düşüncesinden kaynaklanan kuramsal bir düşüncedir sadece. Bir üçüncü görüşe göre ise Avar-Sabir-Ogur göçünün tarihi gerçekliği tartışılamaz ve bu göç doğu-batı yönünde olmuştur. Yarı aslan yarı kartal biçiminde tasvir edilen grifon motifinin, muhtemelen Avar buluntularındaki grifon-sarmaşık dalı tasvirleriyle ilişkili olabileceği görüşü ortaya atıldıysa da, kronolojik gerekçeler yanında grifon tasvirlerinin bozkırlarda geniş bir alana yayılmış olması ve etnik kökene bağlanmasının problemli olması nedeniyle bunun doğru olamayacağı ortaya kondu. Tarihi açıdan göçe yol açan neden olarak, Çinlilerin 450 veya 458 tarihlerinde Juan-juanlara (Avartur) karşı düzenledikleri ve bunun sonucunda bozkır halklarının harekete geçmesine ve Balkaş Gölü ile İrtiş çevresindeki Sabirlerin yurtlarından çıkmasına neden olan seferler hatırlatılabilir. Kazak bozkırlarında 350 tarihinden sonra muhtemelen, Çin kaynaklarında Ting-linglerin batı koluyla aynı olduğu düşünülen Şaragurlar, Ogurlar ve Onogurlar oturuyor olmalıydılar. Theophylaktos Simokatta’nın ünlü İskit fasılında (exkursus), Sogd ülkesinde sık görülen depremlerden dolayı Onogurlar tarafından inşaa edilen Bakat şehrinin sık sık depremlere maruz kaldığından söz eden bölümü de buna işaret ediyor. Bu adın İslam kaynaklarında görülen ve Semerkant’ın kuzey doğusundaki Fagkat şehri ile aynı olduğu yakın bir geçmişte tespit edilmişti. Son zamanlarda, Ogur halk adının Juan-juanların yönetici klanının adı ile ve Ogurların doğuda kalan gruplarının anısını koruduğu düşünülen Kitay kabilelerinden biriyle aynı olduğu görüşü ortaya atıldı. 11. yüzyıldan itibaren İslam ve Rus kaynaklarında Yuğra olarak görülen ve Urallar’ın yakınında bulunan bölgenin de aynı şekilde bununla ilişkili olduğu ileri sürüldü. Elde ki veriler açık bir şekilde Şaragur, Ogur ve Onogur halklarının Doğu Avrupa’ya Kazak bozkırlarından geldiğini göstermektedir.

Şaragurlar, Akatirleri yendikten sonra Bizanslıların hizmetinde 466 tarihinde Kafkaslar’ın ötesindeki Sasanilere karşı saldırıya geçtiler. Bu halk adı daha sonraları bir defaya mahsus olmak üzere 6. Yüz yılda Pseudo-Zakharias Rhetor’un çalışmasının ek bölümünde Kafkasların önlerinde yaşayan halklar arasında gösteriliyor.

Ogur adı da aynı şekilde bu listede yer alıyor. Theophylaktos Simokatta, bununla hemen hemen aynı dönemde, Göktürk Devleti’nin kurulmasının ardından Göktürk hakanının pek çok halkı yenilgiye uğrattığından, bunların en önemlilerinden birinin Til (Etil) Nehri yanında yaşayan Ogurlar olduğundan bahsediyor. Bu nehir İdil (İdil) ya da Kama nehri olmalı. Bunun ardından ise, bu halkın en eski iki kabilesinin Uar ve Khunni olduğundan, bunların bir bölümünün batıya kaçarak kendisine Avar adını verdiğinden, hükümdarının ise kağan unvanı aldığından söz eden ünlü bölüm geliyor. Avarların oldukça karışık olan köken sorununa burada kısaca değinmemizin nedeni, Avar etnogenezinde İç Asya’lı Juan-juan ve Heftalit unsurlar yanında Ogur unsurların da belirleyici bir rol oynamış olmasıdır. Bizans elçisi Zemarkhos, Göktürk hakanının yanından dönerken Etil’den, yani İdil’den geçerek, hükümdarı Göktürk hakanının hakimiyetini temsil eden Ogurlara da uğrar.

Yani Avrupa’daki Ogur halkları, bir yandan Avar etnogenezinde yer alırken bir yandan da İç Asya’da kalarak Göktürklerin hakimiyeti altına girmiştir. Yuğra adı bunlardan kalma olsa gerek. On ogurların tarihine aşağıda tekrar döneceğiz.

Bulgarların tarihî belgelerdeki ilk zikredilişi, imparator Zenon’un müttefiki olarak isyan çıkaran Ostrogotlara karşı yaptıkları savaşın tarihi olan 480 tarihidir. Yohannes Antiokhenus’un (Antakyalı Yohannes) verilerine dayanarak Bulgarların yaşadıkları bölgeyi Karadeniz’in kuzeyine ve Don Nehri’nin batısına düşen bölge olarak gösterebiliriz. Yanıt verilmesi gereken bundan sonraki soru ise bu Bulgarların nereden geldikleri sorusudur.
Bulgar halkının, geri çekilmekte olan Hun ve oraya daha yeni gelmiş olan Ogur halklarından oluştuğunu ileri süren Nemeth’in kuramı tarihi açıdan olanaksız değilse de buna ilişkin olarak ortaya attığı etimoloji denemesi yine Nemeth’in kendisi tarafından geri çekilmiştir. Bununla birlikte, Bulgar adındaki bu grubun doğu kökenli olduğunu destekleyecek birkaç gerekçe gösterilebilir. Sogd ülkesi alanında gün ışığına çıkan ve üzerindeki kitabeyi Bulgar halk adıyla açıklanabileceğimiz bir sikke ile İslam coğrafya eserlerinde yine bu bölgede olduğu belirtilen ve muhtemelen bir Bulgar grubunun adını taşıyan Burgar yer adı bu gerekçeler arasında gösterilebilir. Bunların dışında, 354 tarihli Liber Generationis adlı eserde Bulgarlar, Doğu Avrupa’daki göçebe halkların kutsal kitaptaki atası olan Jafes’ten değil, Sam’dan türemiş olarak gösteriliyor. Bu da demektir ki müellife göre Bulgarlar bu çağda doğuda uzaklarda bir yerde, Baktriya civarında ortaya çıkmış olmalıydılar.

Bu verilerden, Bulgarların da İç Asya’dan doğuya 480’den önce gelmiş olabilecekleri sonucu çıkıyor. Bu göçün 463 civarındaki olaylarla ilişkili olabileceği de ihtimal dahilinde. Bulgarlar, Bizans’ın müttefiki olarak, sonradan İstanbul’u tehdit eden Theoderikh Strabon tarafından 480’de ağır bir yenilgiye uğratıldılar. Bu tarihten sonra Bulgarlar, Bizans ve Latin kaynaklarında düzenli olarak görülürler. Bu Bulgarların nerede ikamet ettikleri konusunda ise literatürde farklı görüşler yer alıyor. Bazı araştırmacılar Bulgarların, Gotlara ve Balkan vilâyetlerine karşı akınlar düzenledikleri Karpat Havzası’nın güneybatı kısmında ikamet ettikleri görüşündedirler. Latin müellif Ennodius muhtemelen Bulgarları 480’de yenilgiye uğratanın Büyük Theoderikh olduğunu düşünüyordu. Paulus Diakonus’a göre ise Büyük Theoderikh 488’de İtalya’yı fethe çıktığında Sava Nehri yanında önce Gepidleri, sonra da Bulgarları yenilgiye uğrattı. Trakya’ya karşı bir gece vakti gerçekleşen ve Bizans komutanının hayatına mal olan ilk başarılı Bulgar saldırısının tarihini 493 olarak verebiliriz. Daha büyük olan bir sonraki saldırı ise 499’da gerçekleşti.

Trakya’yı yakıp yıkan Bulgarlar, on beş bin kişilik bir Bizans ordusunu bozguna uğrattılar. 502 tarihinde İllirya’ya (Illyricum) ve Trakya’ya saldıran Bulgarlar, Bizanslıların karşılık vermesine fırsat kalmadan ganimetleriyle geri çekilmişlerdi. Bunun ardından Bizans politikası alışılmış yöntemine başvurarak altın karşılığında Bulgarların askerî hizmetlerinden faydalandı. Bunun sonucu olarak 505’te maceraperest Mundo’ya karşı gönderilen Bizans ordusunda ve 513-515’te Vitalianus ayaklanmasında görüyoruz onları. 548’de ise İtalya’da savaşan ordu kuvvetleri arasında yer alırlar. Bunun yanında, Bulgarların 518’de İllirya’ya saldırdıkları ve karşılık vermek üzere gönderilen Bizans birliklerini büyülü şarkılar söyleyerek ve büyü yaparak yenilgiye uğrattıkları hakkında da bilgilerimiz bulunuyor. 530’da ise İllirya’ya gelen Bulgarlar yenilgiye uğrarlar ve yönetici tabakası İstanbul’a götürülür. 535’te Bizans ordusu, Mezya’ya (Moesia) akınlar yapan Bulgarları bozguna uğratır. Bunun ardından 539’da İskitya ve Mezya’ya iki Bulgar kral tarafından yönetilen bir ordu gelir. İki Bizans komutanı bunlara karşı saldırıya geçerek galip gelir, fakat çarpışmanın ardından muharebe alanına bir başka Bulgar birliği gelir ve Bizanslıları kovalayarak kaçırır.

Karpat Havzası’nın 567’de Avarların eline geçmesi üzerine Pannonya Bulgarları da onların hakimiyeti altına girerler. Kaynaklarımızda bu tarihten sonra takviye kuvvet veren bir halk olarak görülmeleri de bunu kanıtlamaktadır. Bir Bulgar alayı 594 tarihinde Aşağı Tuna’da hemen hemen aynı büyüklükteki bir Bizans ordusunu bozguna uğratır. 595 tarihinde ise Bizanslı başkomutan Priskos, kağanın tebaası olarak görev yapan Bulgarları Singidunum (Belgrad) şehrinden çıkararak geri püskürtür. Selanik’in 618’de Avarlar tarafından ikinci kez kuşatılması sırasında takviye kuvvet olarak Bulgarlar da yer almışlardı. İstanbul’un 626’da Avarlar tarafından yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan on günlük kuşatmasına da katılmışlardı. Son olarak Fredegar, Avar İmparatorluğu içerisinde Avarlar ve Bulgarlar arasında Kağan unvanı için çok çetin bir mücadele başladığını bildirir. Bu mücadeleden Avarlar galip çıkarlar ve Bulgarlar kaçmak zorunda kalırlar.
Alemanlara sığınırlarsa da, kışı dağılmış bir biçimde geçiren Bulgarlara karşı katliamlar düzenlenir ve bu katliamlardan ailesiyle beraber ancak yedi yüz erkek kurtulabilir. Bunlar daha sonra Altziokus önderliğinde Vendlerin vilâyetine giderler. Fakat öte yandan İstvan Bona, kaynaklarda Bulgarların ikamet yeri olarak belirtilen yerin Pannonya değil, Karadeniz’in kuzey kıyısı olduğuna işaret eder, çünkü İskitya, Mezya ve Trakya vilayetleri buradan kolayca erişilebilir mesafededir. Bulgarların Pannonya’da ikamet ettiklerini kanıtladığı ileri sürülen arkeolojik gerekçelerin kanıt olarak kullanılamayacağını açık bir şekilde gösterdi. Ayrıca o döneme ait tarihi kaynaklar ve daha sonraki, öncelikle Gotların çıkarlarını göz önünde tutan İtalya kaynakları arasında pek çok çelişki ve hatta tahrifat olduğunu ortaya koyar.

Büyük Teoderikh’in Roma sarayındaki adamı olan Ennodius olayları bilerek çarpıtır ve 480’de Bulgarların yenilgiye uğratılması olayını Teoderikh Strabon’a değil, kendi efendisine mal eder. Aynı şekilde, Büyük Teoderikh’in 488’de İtalya’ya ilerlemesi sırasında Gepidleri yenilgiye uğrattıktan sonra Bulgarlara karşı sözü edilen mücadelesinin tahrifat olduğu çağdaş kaynaklarda Sarmatlardan söz edilmesinden de açıkça görülüyor. Bütün bunlar, 5-6. yüzyılda Bulgarların Pannonya’da ikamet ettikleri fikrinin aslında müellifin hayal ürünü olduğunu ve tarihî bir değer taşımadığını gösteriyor. Öte yandan Yordanes, Bulgarları 6. yüzyıl ortalarında Karadeniz’in kuzeyinde oturan bir halk olarak gösteriyor. Pseudo Zakharias Rhetor ise hemen hemen aynı dönemde, Bulgarları Kafkaslar kuzeyinde yaşayan halklar arasında gösteriyor.

Onogurlar da 463’ten sonra, sözü edilen kaynaklarda aynı şekilde 6. yüzyıl ortalarında görülüyorlar. Pseudo Zakharias Rhetor şöyle yazıyor: Onogur halkı, oğulları çadırlarda yaşayan bir halktır. Yordanes’e göre Hunugurlar gelincik ticareti yapmalarıyla tanınıyorlar. İkamet ettikleri ilk yer Maeotis (Azak Denizi) bataklıkları civarındaydı. Daha sonra Mezya’da, Trakya’da ve Dakya’da, son olarak da Karadeniz’in kuzeyinde ikamet ettiler. Bazı araştırmacılar metni farklı şekilde yorumlayarak bunların Onogurlar değil, Hun veya Gotlar olduğunu düşündüler. Agathias’ın 555 tarihli olaylara ilişkin olarak Onogurların daha önce Lazike’ye karşı yapılan bir saldırı vesilesiyle Kolkhisler ile yapılan bir muharebede yenilgiye uğradıklarını ve bu yerin o günden sonra Onogoris olarak anıldığını kaydediyor. Geographus Ravennas, Onoguria bölgesini Maeotis’e yakın bir yerde göstererek orada ve komşu bölgelerde çok miktarda balık tutulduğunu ve bunların, paganların yaptığı gibi tuzlanmadan yenildiğini kaydediyor.

Theophylaktos Simokatta’nın Avarların etnogenezi vesilesiyle kaydettiklerine göre Barsel, Onogur ve Sabir halkları, Uar ve Khunni kabile kalıntılarını görünce, onların Avarlar olduklarını zannederek dehşete düşerler. Menander Protektor’a göre Avarlar 558 ve 560 yılları arasında önce Onogurları, sonra Barselleri ve son olarak da Sabirleri hakimiyetleri altına alırlar. Batı Türk hükümdarı Turksatos, 576’da Bizans elçisi Valentinos karşısında, cesur ve önemli bir askerî güce sahip olmalarına rağmen yenilgiye uğrattığı Alanların ve Onogurların şimdi köle olarak kendisine itaat etmeleriyle öğünür. 8. yüzyılın ortalarına ait bir Bizans piskoposluğu kaydında Kırım’daki Got başpiskoposluğuna bağlı piskoposluklar arasında Onogurlarınki de yer alır. Belirlenebilen adlara dayanarak bu piskoposlukların Kırım yarımadasının kuzeyinde İdil ve Kafkaslar sınırları içerisinde kalan bölgede olmaları muhtemeldir. Bunlara dayanarak, Onogurların 460’lı yıllardan itibaren 8. yüzyılın ortalarına kadar Kafkasların kuzeyindeki Maeotis’in doğusuna düşen bölgede Sabirlerin ve Alanların komşuluğunda ikamet ettikleri, balıkçılık ve kürk ticaretiyle uğraştıkları tespit edilebilir.

Kutrigur ve Utigur halkları ise Don’un iki yakasında 540’lı yıllardan itibaren görünüyorlar. 547/8’de Bizans’a giden Kırım Got elçisi kardeş halk olan Kutrigur ve Utigurların geyik efsanesinden söz eder. Hunlar gibi bir geyiği kovalayan ve bu iki halkı sembolize eden iki kardeş Maeotis’ten geçen bir yol bularak Don’un batısında Gotları yenilgiye uğratır. Bunun ardından Utigur halkına ismini veren cet Don’un doğusuna geri dönerken, Kutrigurları sembolize eden cet nehrin batı yakasında kalır ve Bizanslıların yıllık vergi ödemelerine rağmen Kutrigurlar sık sık Bizans topraklarına akınlar düzenlerler. 550/551’de Karpat Havzası’nda birbirleriyle rekabet eden Gepidler ve Langobardlardan birincisi Kutrigurlarla ittifaka girerken, ikincisi Bizans’a yakınlık gösterir.

Kutrigurlar, başında Khinialon adlı bir komutan olan 12000 kişilik bir ordu gönderirler. Fakat Gepidler ve Langobardlar arasında var olan barış antlaşması en az bir yıl daha geçerli olduğu için Gepidler, Kutrigur ordusunu Bizans’a karşı kendi toprakları üzerinden gönderirler. Onlar da İstanbul ve Selanik’e kadar olan bölgeyi yağmalarlar. Bizans imparatoru Yustinianos, Utigurların önderi Sandil’e elçiler göndererek ve zengin hediyeler ve ayrıca yıllık vergi vererek Kutrigurların topraklarına karşı saldırıya geçmesi için onu ikna eder. İki bin Kırım Gotu’nun desteğiyle harekete geçer ve Don’u geçerek yurtlarında kalan Kutrigur birliklerini yenilgiye uğratır. Pek çok kadın ve çocuğu köle alarak geri döner. Bu arada Kutrigur topraklarındaki on binlerce Bizanslı tutsak bu durumdan yararlanarak kaçar ve Bizans İmparatorluğu’na geri döner. Olayın ardından Balkanlara akınlar düzenleyen Kutrigur ordusuna Utigurların zafer haberini Yustinianos’un kendisi verir ve barış yapılması için yüklü miktarlarda para teklif eder. Ordu bunun üzerine aceleyle yurtlarına geri döner. Yakıp yıkılan Kutrigur bölgelerinden Sinnion önderliğindeki iki bin aile müttefik olarak sonuçta Bizans İmparatorluğu’na, Trakya’ya yerleştirilir. Utigur hükümdarı Sandil bu durumdan haberdar olur ve İstanbul’a elçiler göndererek yenilgiye uğrattığı düşmanı yanına alıp Utigurlardan daha iyi bir duruma soktuğu için imparatora serzenişte bulunur. Yustinianos, zengin hediyelerle Utigurların gönlünü almaya çalışır. Yustinianos, Kutrigurların yeni bir saldırısından korktuğundan Kutrigurların yeni hükümdarı Zabergan’ı yok etmesi için 558’de Utigur Sandil (khos)’den acele etmesini ister. Sandil ise, aynı dili konuştukları, benzer giysiler giydikleri ve aynı biçimde yaşadıkları, üstelik farklı hükümdarlar tarafından yönetilseler bile ortak kökenleri nedeniyle akraba oldukları için kardeş bir halk imha edilemez, diye cevap verir. Bu nedenle yalnızca at ve başka hayvan sürülerini ellerinden alarak savaş güçlerini zayıflatma işini üstlenirler. Bu saldırının başarılı olup olmadığı belli değil, nitekim bir sonraki yıl büyük bir Kutrigur ordusu donmuş durumdaki Aşağı Tuna’dan geçer. Bazı birlikler Trakya’daki Kersonessos ve Termofil’e kadar sokulurlar. Zabergan yönetimindeki ana ordu kendisine karşı gönderilen Bizans ordusunu yenilgiye uğratır ve efsanevi Sapius onları İstanbul’dan bin bir güçlükle uzak tutmayı başarır. Bunun üzerine Bizans imparatoru, Utigur hükümdarına başvurarak ona, kendisine gönderilmesi gereken yıllık vergiyi Kutrigurlara verdiğini, eğer başarabilirse onlardan geri almasını bildirir. Sandil, Kutrigurların oturdukları yerlere karşı saldırıya geçtikten sonra Aşağı Tuna’da Zabergan’ı yenilgiye uğratarak ganimete ve Bizanslı tutsaklar için ödenen paraya el koyar. Bunun üzerine iki halk birbiriyle büyük bir savaşa tutuşur. Fakat bu savaş her iki tarafı da güçsüz düşürdüğünden Avarların daha ilerilere sokulmasını kolaylaştırır. Avarların, hakimiyetlerini Karadeniz’in kuzeyindeki bölgelere 560 ila 562 arasında yaydıklarını ve Utigurlar ile Kutigurların Avar hakimiyeti altına girdiğini daha sonraki bir kaynak da doğrulamaktadır. Avar kağanı, bu halkları hakimiyeti altına aldığı için, daha önceden Bizans tarafından onlara ödenen yıllık verginin kendisine ödenmesini talep eder. Avar kağanı, tebaası arasından 10.000 Kutigur’u, yakıp yıkmaları için Sava Nehri üzerinden Dalmaçya’ya gönderir. Bu takviye kuvvetin tamamen yok olması karşısında ise hiçbir üzüntü duymaz. Kutrigurların akibeti sorununa Kuvrat’ın devletine değinirken tekrar döneceğiz. Buraya kadarkilerde Doğu Avrupa tarihi açısından önemli olaylar arasında 463 dolaylarındaki kavimler göçü ve bunun sonuçlarından söz edildi.

Altıncı yüzyılın ilk on yıllık döneminde, Kafkaslar’ın önlerine kaynaklarda Sabir adıyla bilinen yeni bir topluluk gelir. Hakimiyetleri muhtemelen öncelikle Kafkaslar’ın doğu ve orta kısımlarına yayılmıştı, nitekim Bizans ve Sasaniler arasında süregelen savaşa her iki taraf yanında müdahale ederler. Böyle bir şey için ise Kafkaslar’ın orta ve doğu kısmındaki iki önemli geçit yakınlarında oturuyor olmaları gerekiyordu. Kafkasların önlerinde önce Sabirleri ve Onogurları, sonra da Karadeniz’in kuzeyindeki Kutrigurları hakimiyetleri altına alan Avarların Doğu Avrupa’da görülmeleri 6. yüzyılın ortalarına rastlar, nitekim 562’de artık Aşağı Tuna bölgelerine ulaşmışlardı. Avar göçünün ardında Göktürk Devleti’nin kurulması yatıyordu. Göktürkler, Avarları kaçak köleleri olarak gördükleri için Bizans ile diplomatik ilişki kurarlar. Avarlar da, Göktürk tehlikesi üzerine Langobardlarla ittifak ederek 567’de Karpat Havzası’nın doğu kısmını, Langobardların 568’de uzaklaşmasının ardından ise Batı kısmını işgal ederler. Göktürkler, 570’li yıllara gelindiğinde hakimiyetlerini Kırım yarımadasına kadar yaymış, Alanları ve Onogurları hakimiyetleri altına almışlardı. 590’lı yıllarda ise durum değişir, nitekim Göktürkler Kırım üzerindeki hakimiyetlerini artık yitirmişlerdir. Avarlar, Bizanslıların ve muhtemelen Türklerin müttefiki olan ve Dneper ile Dnester’in orta kısımlarında oturan Antlara karşı 602’de saldırıya geçerler. Antların yenilgiye uğratılması, Avarların Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırların sakinlerini yeniden hakimiyetleri altına aldıkları anlamına geliyordu. Çin kaynakları batı Tie-lö kabilelerinin bununla hemen hemen aynı zamanda Göktürklere karşı ayaklandıklarından söz ediyorlar. Bu malumat belki de bu hadiselerin bir başka yönünü yansıtıyor. 7 yüzyıl olaylarını önemli ölçüde etkileyen Kuvrat devletinin tarihi, çözülememiş ve tartışmalı pek çok problemle doludur. Bu adlandırmanın açık ve net olduğu da söylenemez. Bu devlet literatürde çoğunlukla Bizanslıların kullanımı olan Büyük Bulgaria adıyla anılıyor. Bu ise, Scythia minor (Küçük İskitya) ve Scythia maior’da (Büyük İskitya) olduğu gibi, Tuna Bulgarlarının daha önceden oturdukları yere işaret ediyor. Öte yandan bu devletin Onogur-Bulgar diye adlandırıldığını da sık görüyoruz. Bu ad Agathon tarafından 713 tarihinde Bizans’a saldıran Tuna Bulgarları için kullanılmıştı. Bütün bunlar yanında, Patrik Nikephoros, Kuvrat’ı Onogundurların hükümdarı olarak gösteriyor ve On ogundur-Bulgar adlandırmasını kullanıyor. Bir başka Bizans kaynağı da aynı şekilde 668 ve 685 arasında Tuna’yı geçenlerin On ogundurlar olduğundan söz ediyor. İbranî kaynaklarında ise aynı hadiselerden söz edilirken, kovulan topluluğun On ogundurlar olduğu belirtiliyor. Tuna Bulgarlarının On ogundur adı İslamî kaynaklarda da biliniyor. Belgrad’ın Macarca biçimi olan Nandorfehervar ‘Bulgar-Beyaz Kale’ adında da bu biçim (Nandor) korunuyor. Moravcsik’e göre Onogur ve Onogundur aynı adı topluluğun adı olmakla birlikte Onogundur adı Onogur adının Bulgar Türkçesindeki veya belki yabancı bir dildeki biçimi olmalıydı. Beşevliyev’e göre ise bu iki adın Agathon’a dayanarak aynı ve bir sayılması doğru değildir. Bu iki adın ilişkisine ve daha sonraki tarihî rollerine tekrar döneceğiz. Her halükarda, Kuvrat devletinin tarihi boyunca tarihi açıdan önemli üç etnik unsur görülüyor: On ogundur, Bulgar ve Kutrigur.

Yukarıdakilerden de anlaşıldığı gibi Avarlar, 602’de Karadeniz’in kıyısındaki halkları hakimiyetleri altına almışlardır. Bulgar Hanları Listesi’nde yer alan adlar arasında tarihî bakımdan doğrulanabilen ilk ad iki yıl naip olarak hüküm süren Gostun’un adıdır, diğeri ise altmış yıl hüküm süren Kour’t (Kuvrat)’un adıdır. Gostun’un naipliğini, Avar kağanını temsil ettiği biçiminde anlamak mümkündür. Gostun’un, Bizans kaynaklarında Kuvrat’ın amcası olarak görülen ve Kuvrat’ın 618-619 dolaylarında Bizans’ta vaftiz edilmesinde ve bir süre imparatorluk sarayında yetiştirilmesinde önemli payı olan Organas ile aynı kişiler olduğu görüşüne sık rastlanıyor. Organas’ın bu adımını Bizans açısından anlamak mümkün, zira Sasaniler ile sürmekte olan ağır savaşta yeni bir müttefik ancak avantaj sağlayabilirdi. Öte yandan Organas’ın önderi olduğu kabile teşkilâtı hala Avar hakimiyeti altındaydı. 618’de Selanik’in, ardından 626’da İstanbul’un Avarlar tarafından kuşatılmasında Bulgar takviye birlikleri de yer almışlardı. Avar hakimiyetinin prestiji, bu son başarısızlıkları yanısıra, daha önceki Avar hakimiyeti altındaki Slav Vendlerin 623’te Samo önderliğinde bağımsızlıklarını kazanmaları sonucunda daha da sarsılmıştı. Yukarıda da belirtildiği gibi, 632’de Avarların ülkesinde bir Avar ve bir Bulgar aday taht için mücadele etmiş, sonuçta Avar aday galip gelmiş, Bulgar aday ise dokuz bin erkek ve aile fertleriyle birlikte Frankların yanına kaçmış, fakat dağılmış olmaları nedeniyle pek çoğu katledilmişti. Son zamanlarda bu hadise, Patrik Nikephoros tarafından bildirilen ve Organas’ın yeğeni olan Kuvrat’ın Onogundurların efendisi olarak Avar kağanına karşı ayaklanıp adamlarını kovaladıktan sonra Bizans’a elçiler göndererek Herakleios ile ittifak yaptığından ve bunun üzerine kendisine patrisyen (patrikios) rütbesi ve önemli hediyeler verildiğinden söz eden hadise ile aynı sayılıyor. Bunun sonucunda Kuvrat, 630’lu yılların başında zayıf düşen Avar devletinde genel bir ayaklanma düzenler, fakat Avar hanedanlığı Karpatlar Havzası’nda yönetici rolünü korumayı başarır.

Kuvrat, Bizans ile ittifak yaparak coğrafî sınırlarına pek çok kaynak tarafından da değinilen bağımsız bir devlet kurar. 680 dolaylarında yazılan Ermeni Ananias Sirakeçi’nin coğrafî tasvirinde Karadeniz’e dökülen ve Bulgar adı taşıyan çeşitli nehirler bulunuyor: Kup’i Bulgar, Olkhontor-Bulgar, Ç’dar-Bulgar. Bu adlardan Kup’i Kuban Nehri ile aynı olabilir, fakat son zamanlarda bunun Aşağı Buğ Irmağı olabileceği de ortaya atıldı. Olkhontor’un bir nehir adı değil, On ogundurların adı olduğunu düşünenler ise çoğunlukta. Theophanes ve Patrik Nikephoros, 7. yüzyıldaki ortak bir kaynağa dayanan ve Eski veya Büyük Bulgaria’nın coğrafiü sınırlarının belirlenmesiyle başlayan bir hadise aktarırlar. Buna göre Bulgarların oturdukları yer Kuphis (Kufis) Nehri dolaylarındaydı. Bunun Kuban’dan başka bir şey olamayacağı düşünüldü ve son zamanlara kadar da hakim görüş buydu.

Kuvrat’ın devleti kuşkusuz daha geniş bir alana yayılmış olmalıydı, zira müttefiki olan Kotrag ~ Kutrigur halkının Don’un batısında yaşadığı biliniyor. Hatta bazı Bulgar kabileleri bunun daha batısında da yaşıyor olabilirdiler. Malaya Pereşçepina adlı yerde Kuvrat’ın mezarı olduğu düşünülen buluntuların ortaya çıkmasıyla durum tamamen değişti. Buluntular arasında üzerinde Grek harfleriyle Khobratoi patrikoi yazısı olan bir mühür yüzük de vardı. Bu yer, Dneper’in doğudaki kolu olan Kiyev ile Karadeniz arasındaki Vorskla Nehri’nin kıyısında yer alıyor. Bu yeni verilere dayanarak Kuvrat’ın kurduğu devletin sınırlarının Kuban ve Dneper ile Don ve Dnester arasında olduğu görüşü ileri sürüldü.

Kuvrat, hükümdarlığı süresince sıkı dostluk kurduğu Bizans imparatoru Herakleios’un 641’deki ölümünün ardından Bizans tahtı için yapılan mücadeleye müdahele eder. Fakat kaybeden tarafı desteklediği bu mücadeleden galip çıkan Konstas Pogonatos olur (641-668) ve Kuvrat onun döneminde yaşamını yitirir. Bulgar Hanları Listesi’nde Gostun’un iki yıl süren naipliğinin ardından Kuvrat’ın 60 yıl hüküm sürdüğünün belirtilmesine dayanarak Gostun’un naipliğinin 603-605’te, Kuvrat’ın hükümdarlığının ise 605-665’te olduğu belirlenmişti. Hanlar listesindeki kronolojinin belirsizliği nedeniyle Kuvrat’ın ölüm tarihinin genellikle 650 ve 665 arasındaki döneme rastladığı düşünülüyor. Theophanes ve Patrik Nikephoros tarafından kullanılan bu ortak kaynak, Kuvrat devletinin coğrafî sınırlarını ve hükümdarın ölümünden sonra Kuvrat’ın beş oğlunun tarihini veriyor. Babalarının tembihine rağmen beş oğul birbirlerinden ayrılırlar. En büyükleri olan (Bat) Bayan ata yurdunda kalır. İkincisi olan Kotrag, Don’u geçerek orada yerleşir. Dördüncü oğul Pannonya’ya göçer ve Avar kağanının hakimiyeti altına girer. Beşinci oğul ise İtalya’ya Ravennalı Pentapolis’in topraklarına yerleşir ve Bizans’a vergi vermekle yükümlü olur.

Üçüncü oğul olan Asparuh, Dneper’i ve Dnester’i geçerek Tuna’nın denize dökülen kısmında yerleşir. Bu ayrılmanın ardından Berzilia bölgesinden aniden çıkagelen Hazarlar Karadeniz’e kadar olan halkları, bu arada Bayan’ı da hakimiyetleri altına alarak onları yıllık vergi ödemeye mecbur ederler. Bu son hadiseler, Ermeni ve İbranî kaynaklarında farklı şekilde veriliyor. Ananias Sirakeçi’ye göre Kuvrat’ın oğlu Asparuh, Hazarlara yakalanmamak için Bulgarlar Dağı’ndan (Kafkaslar) Tuna’nın denize döküldüğü yerdeki bir adaya kaçar ve Avarları oradan kovalar. Hazar Kağanı Yusuf’un mektubu, W.n.nt.r adlı halkın Hazarlardan daha kalabalık olmasına rağmen yenilgiye uğradığından ve önceki yurtlarından Tuna’ya kadar kovalandıklarından söz eder. Kaynaklara dayanarak iki olasılık üzerinde durabiliriz. Kuvrat’ın ölümü üzerine oğulları arasındaki iç çekişmelerin ayrılığa ve göçe yol açtığını öğrenen Hazarlar saldırıya geçerler. Fakat Kuvrat’ın devletinin Hazarların saldırısı sonucu çökmüş olabileceği de ihtimal dahilinde. Bu ikisinin birden ihtimal dahilinde olduğu da söylenebilir. Yani buna göre Hazarlar, saldırıya geçmek için Kuvrat’ın ölümüyle ortaya çıkan taht kavgasının sebep olduğu müsait durumdan istifade ettiler. Hazarların bu fethinin 660 ila 670 tarihleri arasında gerçekleştiği düşünülüyor. Bu aslında Tuna Bulgar Hanları Listesi’nde Kuvrat’tan sonra gelen Bezmer’in 665-668 arasında olduğu düşünülen -tabii ki Kuvrat’ın 605’ten 665’e kadar hüküm sürdüğü kabul edilirse- üç yıllık hakimiyetine dayandırılıyor. Bezmer’in ise Bayan ile aynı kişi olduğu ileri sürülüyor. Asparuh her halükârda bir süre Tuna deltasında ikamet eder ve kendisine karşı gönderilen Bizans ordusunu 679’da bozguna uğrattıktan sonra Tuna’yı geçerek güneydeki bölgeleri ele geçirir. Bu ise, Hazarların 679’dan önce saldırmış olmaları gerektiğine işaret ediyor. Theophanes ve Patrik Nikephoros tarafından aktarılan bu hadisede beş oğuldan yalnızca üçünün adı veriliyor. Bunlar arasında hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde doğrulanabilen tek isim Asparuh’tur. Kotrag, Kutrigurlara ismini veren şahsiyet olarak açıklanabilir.

Yakın bir geçmişte ise Bayan’ın, Avar devletinin kurucusu ile aynı olduğu ileri sürüldüyse de, bu iki ad apokrif olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu hadiseye, efsanevî unsurlar da eklenmiştir. Kotrag’ın, Don’u geçerek orada yerleşmesi hadisesinin de bu şekilde görülmesi gerektiği açıkça ortadadır. Zira Kutrigurlar kaynaklarda 6. yüzyıldan itibaren artık Don’un batısında yaşayan bir halk olarak gösteriliyor.

Asparuh, Dneper ve Dnester nehirlerini geçerek Aşağı Tuna’da önce Avar ileri karakollarıyla mücadele ettikten sonra Tuna deltasını hakimiyeti altına alır. Bizans siyaseti, Tuna hattını geçmelerini engellemek için her çareye başvururken, diger yanda Arap donanmasının 673 ve 677 arasında İstanbul’u beş kez kuşatması, Balkanlar’daki hadiseler yerine dikkatleri başka yöne çeker. Arapların saldırısını başarıyla geri püskürttükten sonra Bulgarlara karşı harekete geçen IV. Konstantinos 680’de savaş donanmasını Tuna deltasına gönderir. Fakat Asparuh başarılı bir savunma gösterip karşı saldırıya geçtikten sonra Tuna ve Balkan Dağları ile çevrili bölgeyi eline geçirir ve 681’de yapılan barış antlaşmasıyla Bizans bu durumu kabullenir. Bu aynı zamanda, tanındığı anlamına da geliyordu. Bu bölgede yaşamakta olan Yedi Kabile adlı bir grup, Bulgarlara karşı gelirse de yenilgiye uğrar ve Avarlara karşı ülkenin batısına yerleştirilirler.

Asparuh’un Bulgar kabileleri tarafından meydana getirilen siyasi yapı içerisindeki çoğunluğun Slav halkından oluşması, uzun vadede fetihçilerin de asimile olmasına yol açtı. Bulgar hükümdarı Boris’in önce 865’te, daha sonra ise kesin olarak 870’te Hıristiyanlığı kabul etmesi asimilasyonu daha da kolaylaştırır. Tuna Bulgarlarının bu yurt tutuşu sonucunda, Bulgarlar Bizans kültürünün ilgi alanına dahil olurlar ve Hıristiyanlığı kabul etmeleri aynı zamanda yeni kültür çevresine uyum sağlama sürecinin de sonu anlamına gelir. Bütün bunlar, Bulgarların Türkçe konuşan nüfusunun 10. yüzyılda tamamen asimile olmasına neden olur.

Ana kaynağımız, Kuvrat’ın dördüncü ve beşinci oğlunun adlarını bilmiyor. Bununla birlikte, Paulus Diakonus’taki bir bölüme dayanarak beşinci oğulun Alzeko olduğu düşünüldü. Bulgar prensi Alzeko, halkıyla birlikte önce Bizans’a ait olan Ravenna bölgesine taşınır. Sonra buradan göç ederek kendisine hizmet etmek için Langobard kralı Grimoald’ın (662-671) yanına gider. O da, Beneventum’daki oğlunun yanına gönderir onu. Bugünkü Campobasso bölgesine yerleşirler ve Paulus Diakonus (öl. 799) çağına kadar dillerini korurlar. Alzeko’nun, Fredegar Kroniği’ndeki Altziokus adlı Bulgar hükümdar ile aynı olabileceği ihtimal dahilindedir. Hatırlanabileceği gibi, 632’de Avar kağanlığı unvanı için yapılan mücadelede yenik düşen Bulgarlar önce Bavyera’ya kaçtıysa da, dağılmış olmaları sonucunda büyük bölümü katledilmiş ve yaklaşık yedi yüz ailenin başına geçen Altziokus, Vend kökenli Wallukum adlı öndere sığınmıştı. İtalya’ya daha sonra bu Slav bölgesinden taşınmış olmalı.

Dördüncü oğulun, Mirakula S. Demetrii ve Madara yazıtına dayanarak Kuber olduğu düşünüldü. Kuber, halkıyla beraber Avarların ülkesine göçerek Avar kağanının boyunduruğu altına girer ve Bizanslı savaş tutsaklarının yerleştirildiği Sirmium (Mitroviça) bölgesine kağan tarafından naip olarak atanır. Kuber buraya muhtemelen bütün halkıyla değil, kendisine sadık olanlar ve silahlı refakati ile taşınmış olmalıydı.

Çok geçmeden Bizans’lı Hıristiyan, Bulgar, Avar, Gepid ve Slav tebaasının başında Avar kağanına karşı ayaklanır ve Makedonya topraklarına girer. İleri gelen adamlarından biri olan Mauros’un yardımıyla Selanik şehrini ele geçirmeye çalışır, fakat bu plânı başarılı olmaz. Kuber, Makedonya topraklarına Asparuh’un yerleştiği gibi yerleşirse de, burayı Bizans İmparatorluğu’ndan koparmayı başaramaz. Sonunda Bizans İmparatorunun izniyle müttefik olarak Selanik’in kuzeyine yerleşir. Bu hadiselerin 674 ve 678 tarihleri arasında cereyan ettiği tespit ediliyor. II. Yustinianos, babası tarafından yapılan anlaşmayı geçersiz sayarak 668’de onlara saldırır, fakat başlangıçtaki başarıların ardından büyük bir yenilgiye uğrar. Madara yazıtına göre Bizans imparatoru II. Yustinianos’un, tahtına geri dönmesine yardım eden Asparuh’un torunu Tervel idi. Fakat Selanik’teki amcası imparatora güvenmediğinden bunu desteklemedi. Tervel’in amcası Kuber olmalıydı. Buradaki Slavlara karışarak tamamen asimile olmadan önceki Bulgarlara ilişkin 10-11. yüzyıla ait bir veriye de sahibiz.

Bütün bunlardan Kuvrat’ın dördüncü ve beşinci oğlunun Karpat Havzası’nda bir süre kaldığı anlaşılıyor. Karpat Havzası’ndaki arkeolojik buluntuların 670’li yıllardan itibaren önemli ölçüde değişikliğe uğradığı görülür. Bunu ardından gelen 30-40 yıllık dönem Orta Avar çağı olarak adlandırılır. Arkeologların çoğu bu değişikliği Kuvrat’ın devletinden gelen yeni bir topluluğa bağlıyorlar. Kaynakların çoğunda Avarlardan bundan sonra da söz edilmekle birlikte, On ogur halk adının değişik biçimleri de görülüyor. Avarlar, 790’lı yıllarda Latin kaynaklarında muhtemelen wangar biçiminin bilinçli bir tahrifatı olan wandal adıyla adlandırılırlar. Bu biçim 860 tarihli Wangarorum marcha ifadesinde de korunur.

Bunun dışında, 8-9. yüzyıl Latin kaynaklarında, sonuçta hepsi On ogur adının devamı olan yaklaşık altmış ad belirlenebilir. Öte yandan 830’lu yıllardan itibaren Karadeniz’in kuzeyinde görülmeye başlanan Macarlar için Grek, Latin ve Slav kaynaklarında ungri, ugri adı kullanılıyor. Macarların kendileri tarafından kullanılmayan bu adı Macarlara Slavlar verirler. Macarların 895’te Karpatlar Havzası’nı işgali üzerine Slavların verdiği bu ad batı dillerine de (İngilizce: Hungary, Almanca: Ungarn, Fransızca: Hongrie) geçer. 670’li yıllarda buraya göç eden topluluk ile yurt tutan Macarların adlarının aynı olması üzerinde farklı tarihî yorumlar yapıldı. 670’li yıllarda Karpat Havzası’na gelen halkın Macarlar olduğu görüşünün ortaya atılmasıyla ‘ikili yurt tutuş’ diye adlandırılan bir kuram geliştirildi. Fakat araştırmacıların çoğunluğu bunun temelsiz olduğu görüşünde birleşiyorlar.

Bir diğer kurama göre Geç Avar Dönemi On ogurları, Avar İmparatorluğu’nun çökmesinin ardından Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara geri dönerek oradaki Macar kabileleriyle 830’lu yıllarda ittifaka girerler ve 895’te Karpat Havzası’nı tekrar ele geçirirler. Bu kuram da temelsiz gözüküyor. Bütün bunlara karşın, Onogur adı hem Kuvrat’ın bir zamanlar ki devletinin yerine yerleşen Macarlar için, hem de 670’li yıllarda Karpat Havzası’na gelen topluluk için kullanılırken, Grek, Latin, İbrani ve İslam kaynaklarında Asparuh Bulgarları için Onogundur-Bulgar ikili adı yanında Onogundur’un farklı değişkeleri de kullanılıyor. Bu adı Tuna Bulgarları için muhtemelen Macarlar ve Hazarlar kullanıyorlardı.

Kuvrat’ın, Kutrigurların adıyla bütünleşen oğlu Kotrag, söylenildiği gibi Don’un öte tarafına geçmemişti, çünkü bu halk zaten orada yaşıyordu. 695 dolaylarında Kırım’ın bir bölümü Hazarların elinde bulunduğundan onlar da Hazarların fethine dahil olmuşlardı.

En büyük oğul olan Bayan ise Hazarların hakimiyetini kabul etmiştir. Arap ordularının Hazarların başkenti Balancar’ı almasından sonra 722 tarihli bir Arap saldırısı vesilesiyle Hazar Denizi’nin kuzeybatı kıyısındaki W.n.nd.r adlı şehir de muhtemelen onlardan kalmış olmalı. Grek ve Rus kaynaklarında Karadeniz bozkırlarında kalan Bulgarların veya İdil Bulgarlarının yurtlarıyla aynı olduğunu düşünebileceğimiz “Kara Bulgaria” adlı bir ülkeden söz ediliyor. Kimi varsayımlara göre Balkar halk adı, Karaçay-Balkar’ların etnogenezinde payı olduğu düşünülen Bulgarların adının bir devamı olmalı. 10. yüzyılın başlarından Moğol istilasına (1236) kadar İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği bölgede devlet kurmuş olan İdil Bulgarlarının kökenlerinin, Kuvrat’ın kurduğu devletin orada kalmış unsurlarından geldiği düşünülüyor. 922’de ise İslamiyet’i resmen kabul etmişlerdir. Moğol istilasından önceki doğu Avrupa’nın tek Müslüman devletidir bu. Ayakta kalabilmesini ise öncelikle İslam dünyasının doğu yarısı ile Avrupa arasında süregelen ticaretteki aracı rolüne borçluydu. Devlet kuran ve bir çeşit Türkçe konuşan kabileler (Bulgâr, Eskel, Barsülâ ~ Bersil, Suvar ~ Sabir, Barancar ~ Balancar), kuzeydeki orman kuşağına dahil olanİdil-Kama bölgesine bozkır kuşağından göç ederler ve buradaki Fin-Ugor dilini konuşan halklarla karışırlar. Doğrudan bir veriye sahip olunmadığı için bu göçün zamanının belirlenmesinde çeşitli güçlüklerle karşılaşılıyor. Bir varsayıma göre İdil Bulgar kabileleri kuzeye, Karadeniz’in kuzeyinde yer alan Kuvrat’ın devleti Hazarlar tarafından yıkıldıktan sonra, yani 680 dolaylarında göç ettiler. Fakat kaynaklarımızda, Kuvrat’ın en büyük oğlunun göç etmeyip orada kalarak Hazarlara tâbi olduğu, öteki oğulların ise batıya göç ettiği yer alıyor. Tarihi açıdan Bulgar kabilelerinin İdil-Kama bölgesine olan göçlerini 8. yüzyılın ilk yarısında Kafkasların önlerinde cereyan eden Arap-Hazar savaşlarına bağlayan görüş daha muhtemel gözüküyor.
Politik ağırlıkları ise gerçekte, 9. yüzyılın başından itibaren Halife ve Hazar Devleti arasında ticaretin başlamasından sonra artmış olmalı. Nitekim Hazarlar, ticaret mallarını (kürk, köle, balmumu, bal) kuzeydeki orman halklarından temin ediyorlardı. 9. yüzyıl sonunda çok kalabalık ve yeni bir topluluğun daha buraya yerleştiği varsayımında bulunabiliriz. Arkeolojik, numizmatik ve dil tarihi verileri de bu yönde tanıklık ediyorlar. Bu hadiselerin arkasında, 895 dolaylarında cereyan eden ve Hazar Devleti’nin Doğu Avrupa’daki egemenliğini sarsan Peçenek göçü bulunuyor olabilir.
İslam kaynaklarında İdil Bulgarlarından, İslam dünyası ile Doğu Avrupa arasında ticaretin rayına oturduğu ve, Maveraünnehr’den başlayıp Kazak bozkırlarından geçen ana ticaret yolunun doğrudan İdil-Kama bölgesine gittiği 10. yüzyılın başından itibaren söz ediliyor. Hazar Devleti’nin zayıflaması ve yeni ticarî olanakların belirmesi, adını Almış olarak bildiğimiz ikinci Bulgar hükümdarını İslamiyet’i kabul etmeye teşvik eder. Bunun üzerine Halife 922’de kendisine bir elçilik heyeti gönderir. Bu heyetin bir üyesi de, heyetin raporunu tutan İbn Fadlan’dır. İslamiyet’in kabulü hiç kuşkusuz, Musevi olan Hazar hanına karşı atılmış bir adımdı. Öte yandan bu durum, Bulgar ve Suwar şehirlerinin güçlenmesine ve İdil Bulgarlarının para basmasına önemli ölçüde katkıda bulunmuştu. Kiyev Knezi Svyatoslav’ın 965’te İdil Bulgarlarına ve Hazarlara karşı saldırıya geçmesi sonucunda Hazar Devleti çökerse de bu ağır yenilgi İdil Bulgarlarını etkilemez. Aksine, kendi devletleri bu dönemden başlamak üzere Doğu Avrupa ve Halife arasındaki ticaretin merkezi durumuna gelir. 10. yüzyılın sonundan itibaren yaklaşık iki yüz yıl kadar para basımı yapılmasa da, Arap seyyah Abu Hamid al-Garnati’nin 12. yüzyılda İdil Bulgarlarını ziyaret etmesi, ticaretin devam ettiğini açıkça gösteriyor.

Ufak tefek çatışmaları saymazsak, Kiyev Rusları ve İdil Bulgarları arasında 10-11. yüzyılda barışçıl bir ticaret ilişkisi bulunuyordu. Fakat 12. yüzyılda Vladimir-Suzdal Knezliği’nin güçlenmesiyle ortaya çıkan yeni iktidarın İdil bölgesindeki ticareti tekeline alması sonucunda 12. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iki taraf arasındaki askerî seferler artar. Rusların en önemli askeri seferleri şunlardır: 1164’te Bryahimov (İbrahim) şehrinin işgali. Genel bir görüşe göre bu şehir Bulgar (Rusça: Bolgarı; Tatarca: İdil ve Kama’nın birleştiği yerin yakınlarındaki Bulgar) şehri ile aynı olmalı. Bazı görüşlere göre, devlet merkezinin Biler’e (Rusça: Bilyarsk; Tatarca: Malıy Çeremşan Nehri’nin kıyısındaki Biler) taşınmasının nedeni de bu askerî seferdi. 1184’te Kıpçakların yardımıyla Velikiy Gorod’u (Büyük Şehir=Bilyarsk) kuşatırlar. Son olarak ise 1220’de İdil’nın sağ kıyısındaki en önemli İdil Bulgar şehri olan Oşel’i ele geçirirler. Vladimir-Suzdal Knezliği ve İdil Bulgarları arasında yaşayan Mordvinler gittgide Rusların hakimiyeti altına girerler ve 1221’de Nijniy Novgorod’un kurulması da, güç dengesinin Rusların lehine olmak üzere değiştiğini gösteriyor.

Moğollar, İdil Bulgarlarına ilk olarak Kalka kıyısındaki çatışmadan sonra saldırırlar. İdil Bulgarları ise onları tuzağa düşürerek bozguna uğratırlar. Moğollar 1229’da ve 1232’de İdil Bulgarlarının güney ve doğu sınırlarını işgal ederken Vladimir-Suzdal Knezliği de onları batıdan sıkıştırır. 1235’te İdil Bulgar Devleti’ni ziyaret ederek Moğolların Batı dünyasına karşı saldırıya hazırlandığını ilk haber veren Macar Dominiken rahibi Yulianus’tur. Tatarların 1236’da Avrupa’ya karşı başlattıkları top yekun saldırının ilk kurbanı İdil Bulgar Devleti olur. İdil Bulgarları bundan sonra Altın Ordu’nun bir parçası durumuna gelseler de, önemli ticarî ve kültürel rollerini devam ettirirler. İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği yerin yakınlarındaki Bulgar (Bolgarı) şehri aşamalı olarak merkezleri durumuna gelir. Moğollar döneminden, üzerlerinde tam metinler bulunan ve Arap harfleriyle Türkçe olarak yazılmış pek çok mezar taşı kalmıştır.

Literatürde İdil Bulgar Kitabeleri diye anılan bu mezar taşlarının bir bölümü Çuvaşça türündeki bir dilde yazılmışken, diğer bölümü Genel Türkçe ile yazılmıştır. Üzerlerinde Bulgar Türkçesi ile yazılmış cümleler bulunan bu yadigârlar 14. yüzyılın ortasından itibaren artık görülmezken, diğer gruba ait olanlar bir devamlılık gösteriyorlar. Bütün bunlardan, İdil’daki Bulgar nüfusun Bulgar Türkçesi konuşan kısmının ya tamamen yok olduğu, ya da oraya gelip yerleşen Kıpçak halklarıyla karıştığı sonucu çıkarılabilir.
Prof. Dr. Istvan Zimonyi
 
Üst Alt