Tuba (Urenha) Koyballar

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Türk Halkları
Türk Halkları
Urenha (Tuba) Türkleri Altay dağlarının doğu tarafında Uluğ-kem ve Kemcik ırmakları sahillerinde, Tangnu ve Sayan dağlarının yamaçlarında yaşarlar. Bu Türk boyunun işgal ettiği saha Koptu ırmağından Kosogol gölüne kadar uzanır. Bu saha Altay dağlariyle şimali garbi-Moğolistan bozkırları arasında bakidir.

“Urenha Türkleri” adiyle tanınan bu Türk boyu, kendini Tuba tesmiye eder. “Urenha” adının bunlara komşuları Moğollar tarafından verilmiş olduğu zan olunuyor. Bununla beraber, XIII. asırda bu havalide Uryangıt adını taşıyan iki kavim yaşadığını ve bunlardan birinin Moğol olmadığını Camiütteverih müellifi Reşididdin haber vermektedir. “Urenha” Moğolcada, güya, “orman (11) kişi” manasına geldiğine göre, bunun eski Türkçesi “yışkişi” olur ki, filhakika Rusların “Çernevıyı tatar” tesmiye ettikleri Altaylı bir Türk oymağı da kendine yışkişi” adını veriyor. “Cami-üttevarih” müellifi de “Uryangıt” lan “Kavmi bişe” diye tarif etmektedir. Herhalde bu kavim büyük Türk imparatorlukları zamanında daima kenarda, Altay ormanlarında, ihtimal ki Türk – Orhon yazıtlarının “Ütügenyış” dediği mukaddes ormanlarda kalmışlardır.

Ürenha Türkleri antropoloji bakımından Moğollardan çok farklı oldukları gibi, daha garpte bulunan ırkdaşları Altaylılara nazaran bile Türk ırkı hususiyetlerini muhafaza etmişlerdir.

Ürenhalar 1914 senesine kadar Moğolistan’la beraber Çin hükumetine tabi idiler. Bunların esas kitlesi beş koşun’a (sancağa) ayrılmıştı: Hazut, Oynar (= oyunlar), Toçjı, Salcak ve Kemcik. Her sancağın idaresi “Ogurda” denilen bir Beye verilmişti. Bu bey beşinci derecedeki Çin memuru ve fırka kumandanı sayılırdı. Bunun mülazemetinde bir “biçici” (katip)” bulunurdu ki, dokuzuncu sınıf Çin memuru idi. Sancak beyliği babadan oğula intikal ederdi. Beş sancağın amiri (amban – noyan) olarak kendi sancak beylerinden biri tayin olunurdu.

Çin’in, bu eyaleti orta zaman usulleriyle idaresi ve Moğol derebeylerinin istismarı yetişmiyormuş gibi, 1903’den itibaren Rus müdahalesi ve mezalimi de ilave olundu; Rus hükumeti “mazlum Tuba milletini Çin ve Moğol mezaliminden kurtarmak ve tenvir etmek” için, Altay dağlarını aşarak Urenha ülkesine ayak bastı ve derhal bu ülkeye Rus muhacirlerini iskan için tedbirler düşünmeye başladı. Urenha’ları “zalim Çinlilere karşı” itaatsizliğe çağıran Ruslar, 1913’de “Urenha beylerinin daveti ve mazlum Urenha milletinin ricası” ile bu ülkeyi askeri işgalleri altına aldılar. İşgal fırkasının kumandanı olan Kurmay albay Popov’un Rus hükumetine yazdığı rapor o kadar insaniyetperverane yazılmıştır ki, bu raporu okuyan herkes “Rus ordusunun Uranha’lar için kurtarıcı olduğu”na inanır. Hümanist albay, Çin memurlarının mezaliminden, Moğol ve Urenha derebeylerinin fukarayı müthiş istismarından, hatta Rus tüccarlarının soygunculuğundan bir zavallı Urenha Türkü gibi şikayet ediyor… Fakat, Urenha’lar için Rus idaresi Çin idaresinden daha beter oldu. Çünkü Çin hükümeti bu ülkeye tek bir Çin muhaciri iskan etmemişti. Rus hükumeti ise en münbit yerleri Rus muhacirleri için müsadere etti.

Çar hükumetinin sükutu Urenha ülkesinde milli hareketin alevlenmesine sebep oldu. Altaylı Türkler ve Moğollarla beraber Urenha’-lar da istiklal mücadelesine atıldılar. Fakat Rusların 1918-1920 senelerindeki dahili savaşları bu ülkeyi harebeye çevirdi. Çünkü Rusların her iki tarafı bütün hınçlarını Rus olmayan kavimlerden alıyorlardı. Beyaz Rusların bolşeviklerden daha zalimane hareket ettikleri malumdur. Bununla beraber Bolşevikler, Urenha’ları ve bütün Moğolistan’ı kendi taraflarına iltihak ettirmek için, 1921’de müstakil “Tangnu-Tuba Halk Cumhuriyeti”ni vereceklerini vadettiler. Çar albayı Popov’un yukarıda bahis mevzuu ettiğimiz “rapor”una benzeyen beyannameler neşrettiler. Urenha münevver milliyetçilerinden Ugudur – Yaman ve arkadaşlarını kandırmaya muvaffak da oldular. Ugudur – Yaman 1922 senesinin 28 Şubatında “Tangnu -Tuba Halk Partisi”nin birinci kongresini toplattı. 1923 senesinin 12 teşrinevvelinde birinci “Ulug Kuruldan” (= Büyük Kurultay) toplandı. Bu kurultay Urenha ülkesini “Tannav-Tuba halk Devleti” ilan etti. Bu ülkenin nüfusu 1928’de 60 bin sayılıyordu “Devlet”in hududu haricinde kalan Urenhalarla beraber Tuba Türkleri 90 bin nüfus tahmin edilmektedir. Bu “Devlet”in idare merkezi Büyük Yinisey (Bey Kem) ve Küçük Yinisey (Xa Kem ) ırmaklarının birleştiği yerde bulunan Kızıl (Eski adı: Xa – Belder) kasabasıdır.

Son senelerde Tangnu – Tuba Devleti, “kendi isteği ve dileği ile” Rusya’ya iltihak kararını vermiştir.

TUBA (URENHA) TÜRKLERİ


Urenha (Tuba) Türklerinin eski tarihi bütün Türk ırkının tarihinden bir fasıldır. Onların içinde bulduğumuz Uygur, Uluğ, Tülüş, Kırgız ve saire gibi soyadları, komşuları olan Moğollar tarafından Urenha diline “Uygur keltey ulus” (Uygur dilli millet) denilmesi, dillerinin eski Uygurcaya yakınlığını gösteriyor ki, bunlar eski devirlerde yüksek kültür yaratan büyük Türk ulusunun kanından kan, canından can taşıyan kandaşlarımızdır.
“Tuba” Türkleri Çin vakanüvislerine III. asırdan beri malumdur. 261’de devlet kurmuşlar, 310’da şimali Çin’i zapt etmişlerdir. Bunlar Siyanbi Türklerinin bir kolu idi. 550’ye kadar bütün şimali Çin bunların hakimiyeti altında kalmıştı. VII. asırdaki Çin vakanüvisleri iptidai durumda yaşayan bir “Dubo” kavminden ve 647’de Çin sarayına bunlardan bir elçi heyeti geldiğinden bahsederler. Bu kavim bugünkü Urenhaların bulunduğu sahayı işgal ediyorlardı. Herhalde bu “İptidai Dubo”lar Çin’de hükümet süren “Toba”ların ana vatanlarında kalanları olsa gerektir. Tuba – Urenha’lar Büyük Moğol İmparatorluğu kurulduktan sonra hep Moğollarla komşu olarak yaşamışlar, onların idareleri altında kalmışlardır. Bununla beraber dahili işlerinde muhtariyetlerini muhafaza etmişlerdi.

Urenha Lehçesi


Altay Türklerinden Sagay, Karagaz ve Koybal lehçelerine yakındı. Radloff’un tasnifine göre “Doğu Türk lehçeleri” grubuna girer. Eski Türkçede kelime başındaki “y” ler Urenha’cada “ç” (Kırgızcada “c”, Yakutçada “s”) olur. Çok – yok, çılan – yılan çetti -yedi, çer- yer gibi. Kelimenin başında (ilk ses olarak) sesli konsonlar gelmez.

Hep sessiz konsonlar söylenir:

bir – pir, gel – kel, dağ – tağ, dar – tar… gibi.
İki vokal arasında daima sesi ikonson gelir:
kişi-kici, üçü-ücü, atı -adı, başı- pacı… gibi.

Eski Türkçedeki “lığ” ekinin son “g” si Urenha dilinde, Orhun kitabelerinde, Uygurca ve Çağataycada olduğu gibi muhafaza edil-miştir. Bununla beraber bu ekteki “1” sesi – Kazak – Kırgız, Nogay, Başkurt, Altay-Yenisey Türk lehçelerinde olduğu gibi-bazı seslerden sonra, fonetik icabı, “d, t, n,” seslerine tahavvül eder:

Atlıg -attıg, karaklıg- karaktıg, kullug -koldug göllüg- köldüg yı-lanlıg -çılanlıg, çamlıg-çamnıg, ilk sesi “1” olan ekler için bu bir fone-tik kanunudur.
Eski Türkçedeki d (z) sesi Urenha lehçesinde “d” (diğer Türk lehçelerinde bu ses “y, z, t”) olmuştur.
Yadag – Çadag (= yayan). Kaçlıng – kadın (kayın); adır-adır (= ayır); udu-udu (uyu-); bod-bod (boy) gibi.

Tuba (Urenha) Türkçesinden Örnekler


Çanıma odur (= yanıma otur); Kunduz suğluğ çerde polar (= kunduz sulu yerde olur). Suğ çerge singe perdi (= su yere sini-verdi); pisting Tuba kammnarı Mool sözün pilbes (= bizim Tuba kamları /şamanları/ Moğol sözünü (dilini) bilmez). Toy polza ır ırlar, arağa içer, çay içer (= Düğün olursa şarkı söyler, rakı içer, çay içer). Sen mc ıi piller senbe? (= sen beni bilir misin?)

Urenha (Tuba)lar resmen Busit-Lamayist sayılmakta iseler de, eski Şamanizmi muhafaza etmişlerdir. Bunların dinleri Altay-Yenisey Şamanizmi ile Lamaizmin halitesinden ibaret bir dindir. Moğol rahipleri Şamanizmle asırlarca mücadele etmelerine rağmen onu ortadan kaldıramamışlar, bilakis (dağ kurbanı), “su kurbanı”, “Ark takdisi (ziraat) kurbanı”, “Tanrı (sema) kurbanı”, “Oba kurbanı” gibi ayin ve merasimi Buda dinine uydurmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kamlar (şamanlar) Türk dilinin yaşamasına büyük hizmet göstermişlerdir. Moğol-darhatlar bile Şaman ayinlerinde ilahilerini terennüm etmektedirler. Uç yandan Moğollarla çevrilmiş ve asırlarca Çin-Mogol istibdadı altında kalmış olan, diğer Türklere nazaran çok iptidai sayılan, Urcnha-Tuba’ların Türk dilini ve eski Türk ananelerini bugüne kadar muhafaza edebilmeleri, Türk ırkının ve dilinin yaşama kudretini göstermeye kafidir.
 
Üst Alt