Gılgamış Destanı 01. Tablet

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Gılgamış
Gılgamış
GILGAMIŞ DESTANI 1.TABLET

Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum!
Dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim:

Onun görmediği hiçbir şey yoktur.
Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip,
Torunlarına bırakan bir adamdır.
Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir adamdır.
Tufandan önce olanın haberini getirdi.
Uzun yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü yitirmedi.
Bütün çektiklerini bir anıt taşına kazıdı.
Uruk’un dört bir yanına duvar çektirdi.
Kutsal E-anna’nın (3) ve temiz hazinenin duvarına bak!
O duvar, didilmiş yünden örülen bir urgan gibidir.
Onun köşe burçlarını da gözden geçir!
Onun eşini hiç kimse yapamaz.
Ta öteden beri orada duran taş merdivenden yol alıp
İştar’ın oturduğu E-anna tapınağına yaklaş!
Sonradan gelen hiçbir kral onun eşini yapmadı.
Uruk duvarının üstüne çık! İleri yürü!
Temeli gözden geçir! Tuğla duvarı incele.
Acaba bunun tuğlaları pişmiş (4) değil midir?
Temeli yedi bilge kurmamış mıdır? (5).
(Burada 25 satır eksiklik vardır. Bu eksiklik Etice yazmadan
aşağıdaki biçimde tamamlanabilir.)

Ulu Tanrı Gılgamış’ı en yetkin biçime soktu.
Bütün tanrılar, ona en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler.
Güneş Tanrısı ona, erdemin en yükseğini,
Yeraltındaki Tatlı Su Okyanusunun Tanrısı Ea, bilgeliği bağışladı (6).
Büyük tanrılar Gılgamış’ı şu ölçüde yarattılar:
Boyunun uzunluğu on bir endaze, Göğsünün genişliği dokuz karış (7).
(Gılgamış’ın bedeninin betimlemesini, son yeni Babil yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya çalışabiliriz.)

Adımlarının genişliği …… idi. Sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı.
Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü.
Bedeni her bakımdan ölçülüydü.
Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı.
Gövdesi pek iriydi.
(Altı satır eksik)

Bütün ülkeleri dolaştıktan sonra Uruk kentine vardı.
Uruk caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu.
Caddelerde yabanıl bir boğa gibi böğürürdü. Eşsizdi.
Silâhları kalkıktı.
İnsanlara dirlik vermemek için eli durmazdı.
Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı.
Gılgamış ağılı bol (8) Uruk’un ne biçim çobanıdır? (9)
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral,
Oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış’ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları,
Bundan ötürü tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar.
Bunların ağlayıp sızlanmalarını tanrılar dinlediler.
Gökyüzünün tanrıları da,
Uruk kentinin baş tanrısı Anu’ya başvurarak şöyle dediler:
“Sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı,
Uruk halkını tedirgin etmek için mi yarattın?
Eşsizdir. Silâhları kalkıktır.
İnsanlara dirlik vermemek için eli durmaz.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz.
Gece gündüz kudurup sağa sola çatar.
Gılgamış ağılı bol Uruk’un ne biçim çobanıdır?”
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral
Oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış’ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları
bundan ötürü ağlayıp sızlandılar.
Bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük Gök Tanrısı dinledi. (10)
Büyük tanrıça Aruru (11) çağırıldı:
“Ey Aruru, sen büyük Anu’yu yarattın. Şimdi onun rakibini yarat!
O istediği denli Gılgamış’a karşı dursun.
Bu iki yiğidin birbirlerine karşı güçlerini ölçmelerinden
Uruk şehri soluk alsın!”
Tanrıça Aruru bunu duyar duymaz
Gök Tanrısının rakibini kalbinde yarattı.
Aruru ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı.
Ve yazıda yiğit Engidu’yu yarattı.
Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti (12).
Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu.
Kadın gibi uzun saçları vardı.
Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti.
O, insan ve kent yüzü görmemişti.
Üzerinde, yazının hayvanları gibi bir giysi vardı.
Bu durumda ceylanlarla ot yiyor,
Yabanıl hayvanlarla itişe kakışa suvata (13) iniyor;
Suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu.
Günün birinde suvatın karşı yakasında bir avcıya,
Bir tuzak (15) kurana rast geldi.
Birinci gün, ikinci gün
Ve üçüncü gün suvatın karşısında ona rastladı.
Onu gören avcının yüzü dondu;
hayvanlarıyla olduğu yerde saklandı;
Korkudan titremeye tutuldu; sesi soluğu kesildi,
İçini sıkıntı bastı; çehresini bulut kapladı;
Gönlünü gam, üzünç sardı;
Yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne döndü.
Avcı, konuşmak için ağzını açıp babasına dedi:
“Baba, dağdan bir adam geldi. Bu yörenin en güçlüsüdür.
Gökten inen yoğun cevhere (16) benzer.
Gücü büyüktür, hep dağda dolaşıyor.
Her zaman yabanıl hayvanlarla ot yiyor.
Ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları (17) doldurdu.
Gerdiğim ağları yerden koparıp çıkardı.
Kırın kalabalığını, (18) avı elimden kaçırıyor,
Kırdaki işime engel oluyor.”
Babası konuşmak için ağzını açıp avcıya dedi:
“Biliyor musun oğlum, Gılgamış Uruk’ta oturuyor.
Onu yenecek kimse yoktur. Gökten inen yoğun cevhere benzer.
Gücü büyüktür. Ona, krala yüzünü dön!
Güçlü adam hakkında ona bilgi ver.
O sana bir fahişe versin. Onu kıra götür.
O kadın, bu adamı orada, güçlü bir adam gibi yensin.
Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
O kadın giysisini atsın ve o da zevke dalsın.
Kadını görür görmez, ona yaklaşacaktır:
Fakat kırlarda onunla birlikte yürüyen hayvanlar,
Onu yadsıyacaklardır.”
Babasının öğüdü üzerine kalkıp, avcı yaya olarak Gılgamış’a gitti.
Yolunu tuttu, Uruk’un ortasında durdu:
“Gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver! Dağdan bir adam geldi.
Bu, ülkenin en güçlü adamıdır.
Gökten inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür.
Her zaman dağda dolaşıyor, hep yabanıl hayvanlarla ot yiyor,
Ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları doldurdu.
Gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı…
Kırın kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu.
Kırdaki işime engel oluyordu!”
Gılgamış, ona, avcıya dedi:
“Ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir orospu görür!
Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
Kadın, giysisini atıp şehvetini kabartsın;
kırlarda onunla büyüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır.”
Avcı gidip yanına bir fahişe, bir orospu aldı.
Bunlar doğru gidecekleri yerin yolunu tuttular.
Üçüncü günde belli yere vardılar.
Avcı ve fahişe yerlerine oturdular.
Bir gün, iki gün suvatın karşısında beklediler.
Hayvanlar gelip suvatta su içtiler.
Su kalabalığı geldi (19) ve yüreği rahatladı.
Ne de olsa Engidu, dağda yaşadığı için,
Ceylânlarla ot yiyor, su kalabalığıyla yüreği rahatlıyordu.
Orospu bunu, bu yabanıl adamı,
Kırda dolaşan bu cellat (20) herifi gördü.
“Orospu! İşte budur. Göğsünü gevşet,
Kucağını zevkine aç, dalsın! Korkma!.. Onun saldırısını karşıla.
Bir kez seni görür görmez sana yaklaşacaktır.
Üstünde yatması için giysini aç.
O yabanıla kadınlık becerini göster.
Kırlarda onunla büyüyen hayvanlar onu yadsıyacaklardır.
Onun tutkusu (21) senin üstünde zevke doyamayacaktır.”
Orospu, göğsünü gevşetti. Kucağını açtı.
Ve o, kadının zevkine daldı.
Kadın korkmadı. Onun saldırısını karşıladı.
Üstünde yatması için giysisini açtı.
Yabanıl adama kadınlık becerisini gösterdi.
Onun tutkusu kadının üstünde zevke doymadı.
Engidu, altı gün, yedi gece uyanık kalarak
Nefsine uyarak orospuyla bir oldu.(22)
……………………………………………(23)
Engidu’yu gören ceylanlar mertleyip (24) kaçtılar.
Artık kırın hayvanları onun yanından uzaklaştılar.
Hayvanların ondan uzaklaştığı sırada, Engidu,
Bedeni bağlanmış gibi ürperdi. Dizleri tutmadı.
Engidu zayıf düştü. Yürüyüşü eskisi gibi değildi.
Sonra aklı başına geldi; işi anladı.
Geri dönüp orospunun dizlerine oturdu,
Onun yüzüne bakarak sözlerine kulak verdi.
Orospu ona, Engidu’ya dedi:
“Engidu sen bilgesin, sen bir tanrı gibisin!
Neden bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun?
Gel, seni Uruk’a, Anu’nun, İştar’ın evi olan
Görkemli tapınağa götüreyim. Gılgamış’ın olduğu yere,
Gücü tam olan adamın, yabanıl boğa gibi
İnsanlara zorbalık eden yiğitin yanına.”
Fahişenin bu sözleri Engidu’nun hoşuna gitti;
Bilge gönlü bir arkadaşa gereksinim duydu.
Engidu ona, orospuya dedi:
“Gel orospu, beni birlikte götür!
Anu’nun, İştar’ın evi olan görkemli tapınağa;
Gılgamış’ın olduğu yere, gücü tam olan adamın,
Yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğidin yanına.
Ben ona meydan okumak istiyorum.
Yiğit gibi konuşmak istiyorum.
Uruk’a gidince Uruk’un yazgısını değiştiririm.
Kırda doğanın gücü yamandır!”
“Gel, bırak gidelim. O, senin yüzünü görsün.
Sana Gılgamış’ı göstereyim.
Onun nerede olduğunu çok iyi biliyorum.
Engidu, Uruk’a gel. Süslü kemerler kullanan insanların yanına!
Her gün orada bir bayram kutlanır.
Neşe yaratan genç oğlanların,
Görülmeye değer genç kızların oldukları yere.
Zevk onlardadır; tam neşe içindedirler.”
(Bir satır eksik)
“Engidu, sana yaşamı seven,
Acıdan zevk alan Gılgamış’ı göstermek isterim.
Onu gör, onun yüzüne bak: O, erkek güzelidir.
Tam güçlüdür; senden güçlüdür. Gece gündüz dinlenmesi yoktur.
Engidu, kıskançlığını bırak!
Ona, Gılgamış’a, sevgiyi Şamaş (25) gösterdi.
Onun aklını düşüncesini Anu, Enlil ve Ea (26) genişlettiler;
Sen o dağdan gelmezden önce, Gılgamış seni düşünde gördü;
Düşünü yorarak kalktı, anasına anlattı:
“Aman ana, ben bu gece bir düş gördüm.
Bütün gücümle adamların arasından geçip ileri gittim.
Orada gökyüzünün yıldızları birdenbire yere döküldüler.
Göktaşı gibi yukardan aşağı üstüme düştü.
Onu kaldırmak istedim. Bana ağır geldi,
Kımıldatmak istedim, kımıldatamadım.
Uruk halkı oraya toplandı.
Erkekler onun ayaklarını öptüler ve ben,
O bir karıymış gibi, üzerinde ondan zevk aldım (27).
Orada kendi kendime zorladım. Onlar bana yardım ettiler.
Onu kaldırdım ve sana getirdim.”
Her şeyi öğrenen Gılgamış’ın anası, Gılgamış’a anlattı:
“Gılgamış, bu açık bir şeydir.
Kırda sana benzer biri doğmuştur. Onu dağlar yetiştirmiştir.
Senin onu görür görmez, bir karıymış gibi üzerinde
Ondan zevk aldığın adam, senden asla ayrılmayacaktır.
Adamlar onun ayaklarını öpecektir. Sen onu kucaklayacaksın.
Onu bana getireceksin! O, güçlü Engidu’dur.
Dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.
Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür.
Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür.
Senin, karı gibi, üstünde zevk aldığın o adam,
Senden hiç ayrılmayacaktır.”
Gılgamış uyumak için yattı ve başka bir düş gördü.
Anasına anlattı:
“Aman ana, başka bir düş gördüm.
Karışık şeyler gördüm.
Uruk’ta yolun ortasında bir balta yatıyordu.
Bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu.
Bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı.
Ona baktığımda sevindim.
Onu severek, bir karıymış gibi,
Onun üzerinde ondan zevk aldım ve yanıma koydum.”
Bilge, bütün bilimleri bilen Ninsun (28), oğluna dedi:
“Gılgamış, senin o adamı görmenin,
O bir karıymış gibi onun üzerinde, ondan zevk almanın anlamı,
Onu sana denk tutacağımı gösterir.
Bu, yine güçlü Engidu’dur,
Dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.
Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür.
Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!”
Gılgamış bir daha anasına dedi:
“Bu, bana büyük bir pay olarak düşsün!
Bir arkadaş kazanmak isterim, bir yoldaş!”
(Bir satır eksik)
Ve Gılgamış düşleri yordu.
“Gel bakalım, yaş yerden kalk!”
Fahişe böylece Engidu’ya anlattı.
Hayvanların su içtikleri yerde ikisi yalnız kalmışlardı.



MUSTAFA RAMAZANOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI:

(3) Savaş ve aşk tanrıçası İştar’ın tapınağı.
(4) Pişmiş tuğla, güneşte kurumuş tuğla olan kerpiçten daha değerliydi. Pişmiş tuğla öteki tuğlaların kaplaması olarak kullanılırdı.
(5) Bu yedi bilge, yerin altında bulunan tatlı su okyanusunun tanrısı Ea’nın öğrencileridir. Bunlar yeryüzüne çıkıp insanoğluna bilim ve bilgelik öğrettiler: Çok eski bir söylenceye göre de Sümer ülkesinin krallarıydılar.
(6) Etice yazmadaki bu yerde, Etilerin iki baş tanrısından biri göğün Güneş Tanrısı, öteki de Fırtına Tanrısıdır. Burayı Babil mitolojisine, Babil anlayışına göre değiştirmeye çalıştık. (Prof. Landsberger)
(7) Endaze: 60 cm; karış: aşağı yukarı 20 cm.
(8) Bizim hep “ağılı bol Uruk” diye çevirdiğimiz tümce, daha doğru olarak, “Koyun ağıllarının kenti olan Uruk” diye çevrilmeliydi. “Bol ağıl” Uruk kentine göndermedir. Bu sıfat, Uruk’un Tanrıçası olan İştar’a adanmış kutsal koyun sürülerini anıştırıyor.
(9) Gılgamış’ın taşıdığı yüksek krallık niteliklerinden biri olan çobanlıkla, yaptığı zulüm bağdaşmadığından, burada kendisiyle alay ediliyor.
(10)Yakınmalar doğrudan doğruya büyük tanrılara yapılmadığından, daha küçük tanrıların aracılığına başvuruluyor, bunların aracılığıyla yapılan yakınmaları, ulu tanrılar dinlemiş oluyor.
(11) Büyük ana tanrıçalardan birinin adıdır.
(12) Aruru, kendisinin eskiden yarattığı Gök Tanrısı Anu’nun biçimini ruhunda canlandırıyor, sonra çamuru yazıya atarak bir büyü yapıp, ruhunda canlandırdığı bu biçimi gerçekleştiriyor. (Prof. Landsberger)
(13) Suvat: hayvanların sürekli su içebildikleri bir su kıyısındaki, en çok da ırmak kıyısındaki düzlük yer.
(14) Çok su içiyor olsa gerek (?).
(15) Avcı tuzak ya da kapan kurduğuna göre, yanındaki hayvanların, bu tuzak ya da kapana bağladığı hayvanlar olması gerekir. Çünkü avlanacak hayvanlar ne türdense, o tür ya da başka tür hayvanlardan biri kapanın ve tuzağın yanına bağlanır.
(16) Biz bunu, yoğun bir cevher olan göktaşı olarak yorumluyoruz. Bu, en büyük gücün simgesidir.
(17) Tuzakları.
(18) Yabanıl hayvanları. (Prof. Landsberger)
(19) Belki içtiği bol su.
(20) Çevik, yiğit, açıkgöz, yaramaz anlamlarına gelir. Adam boynu vuran cellatla bir ilgisi bulunma olasılığı da vardır.
(21) Burada “ad değişimi” (metonomasie) vardır. (Prof. Landsberger)
(22) Mütercim Mustafa Ramazanoğlu bu satırda “Allah’ın emri olmak” deyimini kullanmış ve “Cinsel ilişkide bulunmak ve yatmak sözcüklerinin karşılığıdır. Halk dilinde çok kullanıldığından bunu ötekilere yeğledim. Özgün metinde de yasal ilişkide bulunmuşlar gibi görülmektedir,” demektedir… Kastettiği halkımızın kız isterken kullandığı “Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle” ifadesidir. Ancak buradaki “Allah’ın emri” “meşru izdivac – resmi evlenme”yi kasteder, “Peygamber’in kavli” de, onun koyduğu esaslar üzerine yapılan evliliktir. Bir orospu ile cinsi münasebet, her ne kadar metinde “yasal ilişki” dese de, ALLAH adı kullanılarak, meşrulaştırılamaz. Aynı husus, daha sonra gelecek homoseksüel istek için de geçerlidir. O yüzden mütercimin müsamahasına sığınarak “Allah’ın emri” ifadesini, “nefsine uyma” tabiriyle değiştirdik.
(23) Dr. Albert Schott’un çevirisine koyduğu eski Babil yazmasına ait 45. satırın, anlam bütünlüğünü bozması nedeniyle çevirmedim. Prof. Landsberger bu satırı çıkarmamı salık verdi..
(24)Ceylânların, geyiklerin, yağmurcaların birdenbire sıçramalarına “mertlemek” denir.
(25) Güneş Tanrısı.
(26) En yüksek tanrılar.
(27) Burada Schott’un çevirisi, özgün metne göre değiştirilmiştir. Bu değişikliğin nedeni, burada eşcinsel ilişkiye değinilmesidir. Çünkü olay yanıltıcıdır. Destanı düzenleyen sanatçının anlattığı düş, sanatta gösterdiği en büyük özelliğidir. Sanatçı, Gılgamış’a kösnül bir düş gösteriyor; o da bu düşü, bir çocuk saflığıyla anasına anlatıyor. Bu örge, birinci düşte, destanın yalnızca en son yazmasında bulunuyor. Schott’un metniyse, en son yazma olan eski Babilce metinden çevrilmiştir. (Prof. Landsberger)
(28) Gılgamış’ın anası.
 
Üst Alt