Hz. Muhammed (sav ) Batılın korkaklığı

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
BATILIN KORKAKLIĞI

Peygamberlerin en  üstünü
Peygamberlerin en üstünü
Merhameti çok olan Allah, İnsana Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. İnsana düşünmeyi ve konuşmayı öğretti. Güneş ve Ay, O’nun emri gereği, belli bir hesaba göre yörüngelerinde akıp giderler. Yıldızlar ve bitkiler Allah’a tam bir teslimiyet içerisindedirler; O’na itaat ederler. Göğü yükselten, her şey için ölçüyü koyan O’dur. Ey insanlar! Tüm bunların karşısından ölçü tanımazlık edip, dengeyi bozmayın! Yaptığınız her şeyi adaletle tartın ve hiçbir .ölçüyü eksik tutmayın. [92]

Andolsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygambere kitap ve ölçü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler. [93]

Hâk geldi, bâtıl yok olup gitti. Zaten bâtıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.[94]

Resulüllah’ın Safa tepesinden tüm Mekkelilere seslenerek kitlesel davete başlamasını takip eden günlerden birisiydi. Müminlerden birkaçı toplanmış, aralarında konuşuyorlardı, içlerinden birisi konuyu kitlesel davete getirdi ve o güne kadar Mekke’nin müşrik liderlerine karşı açıktan hiç kimsenin Kur’an okunmadığını dile getirip, bunu yapan olmayı arzuladığını söyledi. Diğerleri de aynı düşüncedeydi. Hepsinin arzusu, müşrik liderlerin önünde bazı ayetleri okuyarak, bir kısmıyla da olsa onları ebedî hakikatten haberdar etmek ve böylelikle islâm davetini gerçekleştirmekti. Konuşmaları bu yönde devam etti ve istekleri ortak bir karara dönüştü. İçlerinden birisi Kabe’nin yakınında durarak müşrik liderlerin yüzüne karşı Kur’an okuyacaktı. Bunu kimin yapacağını konuşmaya başladılar. Mekke liderlerinin işitecekleri şeyden hoşlanmayacakları ve sert tepki verecekleri kesindi. Gerçekleştirilecek eylem tehlikeliydi. O halde söz konusu eylemi gerçekleştirecek kişinin akrabası güçlü, taraftan çok birisi olması, muhtemel tepkiyi azaltması, tehlikeyi yumuşatması açısından uygun olacaktı. Müminlerin bazıları bu özelliğe sahipti; zor durumda yardımına koşacak kalabalık ve güçlü akrabaları olanlar vardı. Fakat Abdullah b. Mes’ud, kararlaştırdıkları eylemi yapan kimse olma konusunda ısrarcıydı. Halbuki onun geniş bir çevresi, sıkıntılı anlarında yardımına koşacak güçlü aile müttefikleri yoktu. Üstelik kendisi son derece kısa boylu ve oldukça zayıf birisiydi. Ama buna rağmen müşrik liderlerin yüzüne karşı Kur’an kuyan olmayı çok arzuluyordu. Arkadaşları onun bu ısrarı karşısında itiraz etmediler. Düşünülen eylemi Abdullah b. Mes’ud’un gerçekleştirmesine karar verdiler.

Akletmeye Davet

Birkaç müminin kendi aralarında konuşup, kararlaştırdıkları eylemden Resulûl-lah’ın haberi yoktu. Diğer müminlerin de haberi yoktu. O bazı müminlerin, Resulüllah’ın haberi olmadan müşrik liderlere karşı Kur’an okuma kararını almalarında, kitlesel davet emrinin kendilerini de kapsayacak şekilde genel bir emir olduğunu düşünmeleri etkili olmuştu. Kabe’nin hemen yanında, çevredeki herkesin duyabileceği bir şekilde Kur’an okumanın bir davet tarzı olduğunu düşünmüşlerdi.

Abdullah b. Mes’ud, arkadaşlarıyla verdikleri karar gereği ertesi gün sabah erkenden Kabe’nin yanma gitti ve beklemeye başladı. Mekke’nin liderleri başta olmak üzere, birçok kişinin katıldığı geleneksel sohbet toplantılarından birisinin başladığı bir anda, Abdullah b. Mes’ud olanca sesiyle Rahman sûresini okumaya başladı:

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla.

Merhameti çok olan Allah, İnsana Kur’an’i öğretti, insanı yarattı. İnsana düşünmeyi ve konuşmayı öğretti. Güneş ve Ay, O’nun emri gereği, belli bir hesaba göre yörüngelerinde akıp giderler. Yıldızlar ve bitkiler Allah’a tam bir teslimiyet içerisindedirler; O’na itaat ederler. Göğü yükselten, her şey için ölçüyü koyan O’dur. Ey insanlar! Tüm bunların karşısından ölçü tanımazlık edip, dengeyi bozmayın! Yaptığınız her şeyi adaletle tartın ve hiçbir ölçüyü eksik tutmayın. Allah yeryüzünü bütün canlılar için genişletip yaydı; üzerinde meyveler, salkım meyveli hurma ağaçları, yapraklı ve kabuklu taneler, hoş kokulu bitkiler yarattı. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? O Allah ki, insanı ateşte pişmiş kupkuru bir çamurdan yarattı. Cinleri de dumansız, saf alevden yarattı. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Allah, mevsimlere göre yer değiştiren, doğu noktalarının da batı noktalarının da Rabbidir. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Allah, suyu acı ve tatlı iki denizi, birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Fakat aralarına bir engel koymuştur; birbirlerine karışmazlar. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Tatlı ve tuzlu suyu olan bu iki denizden de, inci ve mercanlar çıkar. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Denizlerde dağlar gibi yüzüp giden kocaman gemiler de, O’nun kanun ve emriyle yüzmektedirler. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Her şey yok olmaya mahkûmdur. Ancak büyüklük, ihtiyaçsızlık ve ikram sahibi olan Allah, daima baki kalacaktır. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O’na el açar ve O’ndan ister. O, her an ayrı bir işi yaratmakta ve devam ettirmektedir. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Ey erkek ve kadın toplulukları, kıyamet gününde sizinle meşgul olup gerekeni yapacağız. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Ey insanlar ve cinler topluluğu! Ölümden ve Allah’ın azabından kurtulmak için, göklerin ve yeryüzünün çevresini aşıp gitmeye gücünüz yeterse, geçip kaçın bakalım. Ama geçip kaçamazsınız, O sizi her yönden kuşatmıştır, O’nun hükmünden kurtulamazsınız, böyle bir güç ve kuvvet size verilmemiştir. O halde Rabb’inizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? [95]

İlk anda ne olup bittiğini anlayamayan müşrik liderler, duydukları karşısında donup kaldılar. Şaşkınlıklarını üzerlerinden atınca, ‘Bu Muhammed’in bildirdiği şeyleri okuyor’ diyerek aralarında konuşmaya ‘İşte korktuğumuz başımıza geldi’ diyerek öfkelerini açığa vurmaya başladılar. Öfkeden gözleri döndü. Çıldırmış gibiydiler. Bu cesarete şaşıyor, yapılan işi kendilerine karşı girişilmiş büyük bir cüretkârlık olarak değerlendiriyorlardı. Onlar şaşkın ve kızgın bir halde olup-biteni anlamaya çalışırlarken, Abdullah b. Mes’ud Rahman sûresini okumaya devam etti. Müşrik liderler bir süre ne yapacaklarına karar veremediler. İlk şaşkınlığı üzerlerinden atınca, hep birden yerlerinden kalkıp Abdullah’ın üzerine yürüdüler. Bütün güçleriyle vurmaya ve onu susturmaya çalıştılar. Abdullah yediği dayaktan kanlar içerisinde kaldı. Her tarafından kan akıyordu. Kendisine adanmış adakların kanı nedeniyle “kana bulanmış put’ gibiydi. Bu halde arkadaşlarının yanma döndü. Arkadaşları biraz korkmuş, ama daha çok da üzülmüşlerdi. Abdullah’ın görünüşü gerçekten çok kötüydü. Fakat yüzünde hiçbir şekilde korkmuş veya yaptığından pişmanlık duymuş birisinin hali yoktu. Abdullah’ın kanlar içerisindeki haline üzülen arkadaşları, onun şu sözlerini duyunca şaşırdılar: ‘Allah düşmanlarının bu kadar güçsüz ve hakir olduğunu bu günkü kadar hiç anlamamıştım, isterseniz aynı şeyi yarın da yaparım’. Abdullah dayak yemiş ve bütün vücudu kanlar içinde kalmıştı, ama bir gerçeği de fark etmişti: Müşrikler yanlış tarafta olmanın, bâtıla mensup olmanın acziyetini yaşıyorlardı. Yanlışın, haksızlığın, bâtılın tarafında oldukları için de gerçeği ancak kaba kuvvetle susturmaya çalışıyorlardı. Saldırganlıkları, öfkeleri tamamıyla zavallılıklarının, acziyetlerinin sonucuydu.

Bâtılın Acziyeti

Yanlış olan bir şey ne tür gerekçelerle ve yöntemlerle ‘doğru’ gösterilmeye çahşırsa çalışılsın; hiçbir yanlış, hiçbir zaman gerçek anlamda ‘doğru’ vasfını kazanamaz. Fakat bir yanlışın ‘doğru’ gibi gösterildiği şartların ve ortamın insanları, gerçeği göremeyecek şekilde düşünce kabiliyetinden, idrak gücünden uzaklaştırılmışlarsa, orada yanlışların otoritesi rahatlıkla devam eder. Bu durumu beşerî sistemlerin temel özelliği olarak da ifade etmek mümkündür. Bir kişinin, bir ailenin, bir topluluğun, bir etnik grubun, bir cinsin, bir ırkm veya bir toplumun menfaatini temin gayesi üzerine kurulmuş olan beşerî sistemler, varlık nedeni olan gayeyi gerçekleştirmek için diğer bütün insanların haklarını gasbetmekten, onları sömürmekten, bunu gerçekleştirebilmek için zulme, zorbalığa, baskıya, işkenceye başvurmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Bunu ise gizli, üstü kapalı şekilde değil, çoğu zaman ve hatta her zaman gayet açıkça yaparlar, işlerini, özelliklerini ‘haklı’ göstermek için gerekçeleri hazırdır; yapılanlar ‘büyük, ulu kralın iradesi gereğidir, ‘mübarek ve ulu soyun hakkıdır’, ‘yüce milletin menfaatleri icabıdır\ ‘seçkin ırkın üstünlüğünün gereğidir’ vs… İnsanlar ise bu gerekçelere eğer düşünce kabiliyetleri yok edilmiş, idrakleri köreltilmişse isteyerek boyun eğer, isteyerek sömürünün, baskının, zulmün muhatabı ve aracı olurlar. Veya düşünce kabiliyetini tamamen yitirmeyenler, idrak güçleri hâlâ canlı olanlar ise ‘çaresizlik’, ‘güçsüzlük’, ‘imkânsızlık’ gerekçeleriyle sömürülmenin, baskının, zulmün muhatabı ve aracı olmaya devam ederler. Çünkü ‘za’fa uğratılmışlardır. Birileri ise bu arada sorumsuzca, haksız ve zorba bir tarzda saltanatlarını sürdürmeye, herkesin hakkını gasp edip zevk ve safa içerisinde yaşamaya devam ederler.

İşte bütün bu gerçekleşenlerin varıp dayandığı temel özellik; bâtıl olanın, yanlış olanın kendisini ‘doğru/haklı’ gösterme hilesidir. Oynanan oyun, büyük bir oyundur, büyük bir sahtekârlıktır. Bu hileyi gerçekleştirenler ise, haksız menfaatler üzerinde tahtlarına kurulanlar, saltanatlarını sürdürenlerdir. Ancak hile ne kadar ustaca gerçekleştirilmiş olursa olsun, uygulamalar her an hakları gasp edilen insanlara ne kadar başarıyla kabul ettirilmiş olursa olsun; ‘yanlış’ olanın ‘doğru’ karşısında herhangi bir gücü yoktur. Bütün ‘yanlışlar’, ‘doğru’ ile karşılaştıkları zaman eriyip, yok olurlar. Bu durumun en kısa ve güzel ifadesini bir ayet şöyle dile getirmiştir: “Hâk geldi bâtıl yok olup gitti. Zaten bâtıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.[96]

Herkes bilir ki, sabit ve sağlam duran bir şey sarsılmaz, ses yapmaz. Ancak yıkılan, yok olan şeyin feryatları, bağrıltıları olur. Yediği dayaklara rağmen Abdullah b. Mesud’un fark ettiği gerçek buydu. Müşriklerin, okuduğu ayetler karşısında şaşkına dönüp, dayak atarak tepki göstermelerinden anladı ki, şirk sistemi, Mekke ileri gelenlerinin övündükleri o sistem öylesine güçsüz, öylesine javallı konumdadır ki, bir tek kişinin dahi okuduğu birkaç ayet karşısında yıkılma tehlikesi geçirebilmektedir. Bütün payandaları sallanmaya başlamaktadır. Bütün hileleri gözler önüne serilmektedir. Onun için de bu hile düzeninin failleri, haklılıklarını, hakkı ifade eden ağzı zorbalıkla kapatmaya çalışarak ispat etmeye çalışmıştılar. Bu ise Mekke sisteminin, Mekkelilerin inanç ve hayat tarzlarının ne kadar yanlış, zayıf, sahte, hilelerle dolu olduğunu gösteren önemli bir delildi.

Abdullah b. Mes’ud’un girişimiyle anlaşılmıştır ki yanlış, zayıf, sahte, hile olan bir şey, gerçeği ifade eden bir cümle karşısında hiç direnemeden yok olup gitmektedir Acizleşip, perişan olmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Mısır’da, yüz binlerce insanı zorbaca yöneten, canlarına, mallarına, namuslarına istediği gibi müdahale eden ve bunları gerçekleştirirken hiç korkmayan Firavun sadece iki kişiden korkmuştu. Yüz binlerce insanın hiçbir zaman en ufacık şekilde dahi gerçekleştiremediği korkuyu, bir sözüyle Musa ve kardeşi Harun gerçekleştirmişti: (Firavun ve adamları dediler ki;) ‘Sen bizi babalarımızdan devraldığımız yol üzerinden ayırmak için mi geldin. Saltanat yeryüzünde ikinize mi ait olacak? Biz ikinize de iman etmeyiz.[97] (Firavun dedi ki;) ‘Ey bana tâbi olanlar! Doğrusu bu, bilgin bir sihirbaz. Sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor.[98] Görünüşte bu korku tamamen yersizdi. Zira bir taraf yüz binlerce insanın teşkil ettiği kocaman bir toplum ve muntazam orduları bulunan güçlü bir devlet; diğer taraf ise sadece iki kişiden oluşan küçücük bir grup. Fakat o müşrikler, o müşrik önderleri çok iyi biliyorlardı ki, asıl güç yüz binlerce kişiden oluşan kimselerde değil, doğru olandadır. Asıl güç silahta, orduda değil; haklı olmaktadır. Hakkın karşısında bâtılın hiçbir gücü yoktur. Hakla karşılaşan bâtılın akıbeti yok olmaktır: ‘Biz hakkı bâtılın üstüne atarız da, o onun beynini parçalar, (bâtılın) derhal canı çıkar.[99]

Dengeyi Korumak

Elbette ki zaman ve toplum farklı olsa da, bâtılhk açısından Mekke eşrafının durumu da Firavun ki ile aynıydı. Onlar da aynen Firavun gibi bir hile düzeninin failleri ve sahipleri olarak, Abdullah b. Mesud’un çevredeki insanların duyacağı şekilde yüksek sesle okuduğu bir kaç ayet karşısında perişan oldular. Hileleri açığa çıktığı için ‘boşver’, ‘bir kişi bir sistemi, bir devleti yok edecek değil ya, bırakın istdiği gibi konuşsun’ diyemediler. Zira, Abdullah b. Mesud’un okuduğu ayetlerde bildiriliyordu ki, bütün evrende mükemmel bir denge vardır. Her şey belirli bir sistem içerisinde kendisine verilmiş sorumluluğun gereğini yerine getirmektedir, insanlar eğer düşünürlerse, biraz dikkatli bir şekilde çevrelerinden olup bitenlere bakarlarsa evrendeki bu mükemmel düzeni kolaylıkla görebilir, anlayabilirler. Bu ‘mizanın sahibi Allah’tır. Bu esesen müşriklerin itiraz etmeyeceği bir durumdu. Zira onlar evrenin Allah tarafından yaratıldığını, yönetildiğini, kontrol edildiğini biliyor ve sorulduğunda ifade etmekten de çekinnıiyorlardı. Ancak Rahman sûresi bir başka şeyi daha hatırlatıyordu: Genelde tüm insanlara, ama özelde müşriklere demliyordu ki, bütün evrende mizanın olduğunu biliyorsunuz; o halde siz neden ‘mizan’a sahip değilsiniz? Niçin Allah’ın sizler için tayin ettiği ölçüye uymuyorsunuz? Allah tarafından yaratılmış olmanıza ve Allah’ın evreninde yaşamaniza rağmen; inanç ve hayat tarzınızla neden Allah’a hasım oluyorsunuz? Bilin ki. bu hasımlığınız kendi zaranmzadır. O halde mizana/ölçüye uyun. Allah’ın insanlar için tayin ettiği ölçülere teslim olun. Nasıl bedenlerinizle, maddî varlığınızla isteseniz de istemeseniz de Allah’ın ölçülerine göre yaşıyorsanız; hayat tarzınızla da O’nun ölçülerine göre olun. Hiçbir şeyi O’nun ölçülerine rağmen tercih etmeyin. İnsanların hayat tarzı için belirlenmiş ve esenliğin vesilesi olan bu ölçüler nerededir? İnsanlar, bireysel ve toplumsal hayatına yön verecek ölçüleri nereden öğrenecekler? Cevap daha önceleri bildirilmişti ve biliniyordu:

Andolsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygambere kitap ve ölçü indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler.[100]

(Peygamber), insanlara iyi olan şeyleri emredip, kötü olan şeyleri yasaklar. Kendilerine, temiz ve hoş şeyleri helâl; murdar ve kötü şeyleri de haram kılar. Sırtlarındaki (hayatlarını zorlaştıran) ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağlan ve zincirleri kırıp atar. [101]

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Muhammed’i apaçık ayetlerle gönderen O’dur. Şüphesiz Allah sizlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. [102]

işte bu Kur’an, bizim indirdiğimiz, hürmete layık, kutlu bir kitaptır. Öyleyse Kur’an’a uyun ve yolunuzu Kur’an’Ia bulun ki, Allah’ın merhametine layık olabilesiniz. [103]

Ey insanlar! İşte Rabbinizden size bir öğüt; kalplerde olabilecek her türlü sıkıntı, şüphe ve hastalıklar için bir şifa ve ona inanan herkes için hidayet ve rahmet olan Kur’an geldi. [104] Gerçek şu ki bu Kur’an, insanları dosdoğru yola iletir.[105]

Abdullah b. Mesud okuduğu ayetlerle Allah’ın tüm evreni hassas bir denge üzerine yarattığını ve evrenin bu denge üzerinde varolmaya devam ettiğini ilan ediyordu. Hiç kimse bu dengeyi bozmamalıydı. Bu dengeye uymayanlar ancak ve ancak haksızlığı, yalanı, kötülüğü, sömürüyü, zorbalığı… isteyenlerdir. Mekke ileri gelenleri, bunları duydukları zaman durumlarını gözden geçirmek ve hatalarından vazgeçmek yerine zorbalığı seçtiler. Mekke’nin Firavunları da, Mısır’daki selefleri gibi, çareyi zorbalıkta, zulümde gördüler. Bir kişinin dile getirdiği gerçekler karşısında iyice küçüldüler, yönetimlerinin gereğini yerine getirdiler; zorbalık, zulüm, baskı, işkence… Böylelikle de ne kadar güçsüz olduklarını ve yanlışın tarafında yer aldıklarını bir kez daha açıkça gösterdiler.

[92] Rahman: 55:1-9
[93] Hadid sûresi, 57:25
[94] isrâ sûresi, 17:71
[95] Rahman: 55:1
[96] îsrâ, 17:71
[97] Yunus, 10:78
[98] A’raf, 7:109,110
[99] Enbiya, 21:18
[100] Hadid, 57:25
[101] A’raf, 7:157
[102] Hadid, 57:9
[103] En’am, 6:155-157
[104] Yunus, 10:57
[105] Isra, 17:9
 
Üst Alt