Eski Zaman Ev Telefonları PNG

Okyay

ÖZEL ÜYE
Hey idi eski günler hey..


İşte eskilerden bir pasajım...
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::



Benim Çocukluğumda =1=

346317uuympmwsqv.gif





İçinde kitaplarım- defter, kalemim saklı,
Tahtadan çantam vardı- üstü teneke kaplı.
Rahmetli Öğretmenim- takılmış, söz vermişti,
“Sınıfı geçerisen- Çanta benden ”demişti.
Sınıfı geçmiştim ya- sanırım unutmuştu,
Belki de mübareğin- o an gönlü coşmuştu.
Kabiri pür/nur olsun- cennetle müjdelensin,
Burda secde edendi- orda da yakin olsun.
Benim çocukluğumda- bundan- yetmiş yıl önce,
Yaşamın parçasıydı- sanki oyun eğlence.
Çocukluk ne tatlıydı- öyle doyulmazdı ki;
Ömrümün en saf hali- onda saklıdır belki.
Gâyet basit şeylerden- oyun icat ederdik,
Yarışır- güreşirdik, “oyun da/ oyun” derdik.
‘bici bici- kosdili’-düğme oyunu vardı,
Yerde iyi sürüten- düğmeyi kazanırdı.
‘Meşe’ oynardık bir de- boncuklar sıralardık,
Meşeyle nişan alır- boncukları vururduk.
Mavi- mavi boncuklar- renga/ renk meşeleri,
Çocuklar yarıştıkça- artardı neşeleri.
Ya ‘gazoz kapakları’- o ayrı bir hünerdi,
Kenarından vurunca- ters kapanır, dönerdi.
Tabi kapatamayan- oyun dışı kalırdı,
Kapatmayı başaran- kapakları alırdı.
‘Birdir/bir- Çelik/çomak- saklambaç’ baş oyundu,
Bunda hem spor vardı- hem zekaya payandı.
Çaputtan yaptığımız- toplar ki; bi alemdi,
‘Top sahası’ çimenlik- iki taraf ‘kaleydi’
Birazcık ıslanınca- mermi gibi olurdu,
Kime isabet etse- mutlak iz bırakırdı.
Şimdi şu bakkalarda- satılan toplar nerdeee..
Lâkin, o topla oyun- bizi mutlu ederdi.
Her renkten uçurtmalar- göğü süslediğinde,
Bahar gelmiştir derdi- insanlar gördüğünde.
Herkes kendi yapardı- zaten uçurtmasını,
Elbet ben de yapardım- uçurganın hasını.
Şöyle ince yarılmış- üç parça kargı yeter,
Çoğu, uçurgan için- ona iskelet der.
Çaprazlama sıkıca- iple bağlar, gererdik,
Hazır renkli kağıdın- üzerine sererdik.
Kenarlardan güzelce- hamurla yapışınca,
Terazili şekilde- ipler de bağlanınca,
Bir yumak ipi uzat- çıksın göğe uçurtman,
Öyle bir heyecan ki; Hızla geçerdi zaman.
Bir de fırça yapardık- şöyle sağlam ağaçtan,
Yerde çevirirdik ki; hayran olurdu bakan.
Ucu ipli çomakla- vurdukça pek dönerdi,
O vınlayıp döndükçe- sevinç seli sinerdi.
Başka bir oyun türü- çember çevirmek idi,
Çemberin arkasından- koşturmak bir zevkidi
‘Karagöz’ oynatmaya- gelirdi bazen biri,
Köyün bir kahvesinde- her akşam gösterirdi.
‘Hacıvat’la/ Karagöz- merakla izlenirdi,
Onların nükteleri- aynen ezberlenirdi.
Eğlendirirdi ama- hem de eğiticiydi,
Hak, Adâlet, Sevgiye- öğüt verir gibiydi.
Sonralar kahvesine- Radyo getiren oldu,
Radyo olan kahveler- müsteri ile doldu.
Gramafon yerine- radyo şarkı söylerdi,
Olan biten şeylerden- haberler de verirdi.
Elektrik yoktu ama- lüküs yakarlar idi,
Her taraf karanlıkken- tek kahveler parlardı.
Daha sonra sinama- gelir oldu arada,
Kimi kez kahvelerde- bazen açık alanda.
Büyük küçük her yaştan- gelirdi sinamaya,
Kimisi gülmek için- kimi de ağlamaya.
Aile dramları- işlenirdi ekseri,
Güçlü artistler vardı- etkilerdi herkesi.

Şevket OKYAY
.......................................................

BENİM ÇOCUKLUĞUMDA: 2


grea.gif


Benim çocukluğumda- Köyümüzün evleri,
Tek kat üzerineydi- müsâviydi her biri.
Sâdece dört beş tane- zengin evi üstünde,
Tek oda bir ilâve- yükselirdi süs diye.
Böylesi yapılara- ‘Hanay’ da denilirdi,
Bu ‘Hanay’ın sahibi- seçkindir bilinirdi.
Tüm evler, genellikle- badanası kireçti,
Sokak cepheleri hep- kireç, bem/beyaz renkti.
Bir tek telefon vardı- o da Köy Odasında,
Ekseri köy muhtarı- bulunurdu başında.
Çok önemli, hayâti- bir haber gelmiş ise,
Haberi Köy Bekçisi- duyururdu, kime’yse.
Yahutta Muhtarlığa- çağrılır, konuşurdu,
Telefonda konuşma- ayrıca bi gururdu.
Benim çocukluğumda- motorlu araç yoktu,
Köyde ne kamyon vardı- ne Otobüs ne Taksi,
Daha tanımamıştı- kimse henüz bu lüksü.
Tekerlekle taşıyan- her türlü ağırlığı,
Ya at arabasıydı- ya da öküzlü kağnı.
Deveyle yük taşımak- revaçta, karlı işti,
O yüzden köyümüze- sanki deve yağmıştı.
Deve güreşlerine- tülüler beslenirdi,
Zemheri gelsin diye- hasretle beklenirdi.
At olsun, merkep olsun- binek için güzeldi,
Râfan giden atlarsa- ağalara özeldi.
Ha bak.! Senede bâzan- birkaç taksi görürdük,
Hem taksiyi görünce- ayak üstü dururduk.
Çünkü öyle bir taksi- gelmezdi durduk yerde,
Saygın biri olması- muhtemeldi içinde.
Bir de yazın şehirden- sefâya düşkünlerden,
Tek-tük gelen olurdu- ılıcaya taksiylen.
Uzaktan taksi görmek- çok heyecan verirdi,
Taksiyi gören herkes- işini bırakırdı.
Taksi gözden kaybolup- uzaklaşıncaya dek,
Tarlalarda işçiler- seyrederlerdi hep/cek.
Çocuklar arkasından- koşardık yetişmeye,
Bir kez olsun şöyle bir- parmak ile değmeye.
Tabi yetişemezdik- kala kalırdık geri,
Kimbilir ta ne zaman- görebilirdik gayri.
Sonra tekerleklerden- kalan lastik izleri,
İncelemek- koklamak, mest/ederdi bizleri.
Yumuşacık toprakta- şekillenen izlerde,
Taksiyi hayallerdik- nicelerdik gözlerde.
Bu haberler sizlere- yetmiş yıl öncesinden,
Tâ ki hatıra olsun- bu nâçizin dilinden.
Biz hiç Doktor görmedik- zaten de bilmezdikki,
Öyle grip- nezleye, hastalık demezdikki.
Her türlü hastalığa- bitkisel ilaçlarla,
Tedâvi edilirdi- daha başka araçla.
Görenek, gelenekler- usul, yordam olurdu,
Mevlâmızın izniyle- çoğu şifa bulurdu.
Rahmetli neneciğim- can yeleği gibiydi,
Kimi hasta duymuşsa- hemen giden biriydi.
Soğuk algınlaklara- ateşli hastalara,
Sırtına bardak tutar- kan alırdı bardakla.
Döğülmüş karabiber- zeytinyağ, kokar zedef,
Karıştırıp bedene- sürülürdü , etsin def.
Doğru mu ? yanlış mıydı?- bunu elbet tıp bilir,
Ne demezsin, bakmıştık- bu işlem iyi gelmiş.
İnsanlar tutunacak- bir dal arıyordu ya,
Artık şifâyı veren- tabiîki yüce Mevlâ.
Benim çocukluğumda- dört ineğimiz vardı,
Kahraman neneciğim- hep onları sağardı.
Şurda bir parantezle- bir hususu açayım,
(Hep nenemden söz ettim- niçin ona muhtaçtım.)
Çünkü rahmetli nenem- koruyucu meleğim,
Rabbimin takdiriydi- Anam/ babam, her şeyim.
Nurlu Anne/Annemdi- Nur içinde haşr'olsun,
Firdevs Cennetlerinde- ruhu pür/nur, şad olsun.
Ha bir de keçim vardı- maltız cinsiydi hani,

Kulaklar sarkıktı- boğaz altı küpeli.
İki yavru yapardı- kendi de gâyet sütlü,
Memeleri dolunca- yere ha sürter/sürttü.
Memesi korunsun ki;- torbaya koymuş idik,
Sert bir cisme çarpıp da- yırtmasından korkmuştuk.
Sabah- akşam sağılır- dinlenirdi hayvanlar,
Tabi bunları dâim- ehil olanlar anlar.
Bu sütlerden tereyağ- peynir, kesik yapardı,
Ve yayık yaymak için- sabah erken kalkardı.
Nenem yayık yayarken- ninni gibi gelirdi,
Her yayık tokmağından- türlü ses işitilirdi.
Yaklaşık doksan santim- boyundadır yayıklar,
Tereyağı, ayrandan- bu yayıklar ayıklar.
Yoğurt kaymaklı halde- yayığa doldurulur,
Üstüne su dökülüp- tokmaklanıp durulur.
Yoğurt suyla karışıp- ayran hale gelince,
Kaymak da tereyağa- namzet olur böylece.
Kaymaklar; topak- topak, ayranda üste çıkar,
Bu topaklar toplanıp- artık su ile yıkar.
Kaşıkla o topaklar- adeta yuğurulur,
Su ile yıkandıkça- yağ olur ve durulur.
Ayran da ayran mı ya?- olsa da içseydiniz !
Mutlaka teşekkürle, maşaAllah derdiniz.


Şevket OKYAY



....................
Dahası var...

 
Son düzenleme:

MURATS44

Özel Üye
:) bu 3 bölümdü heralde üstad. Bu eserinizi de özellikle okumuştum. gerçekten insanı zamanda gezintiye çıkarıyordu. Elinize sağlık.
 

Okyay

ÖZEL ÜYE
:) bu 3 bölümdü heralde üstad. Bu eserinizi de özellikle okumuştum. gerçekten insanı zamanda gezintiye çıkarıyordu. Elinize sağlık.


Doğrudur dostum, üç bölüm.
Bir bölüm daha var ya, o (Eskiden bizim köyde" başlıklı.
Köyümüzün yetmiş beş yıl önceki yaşantı ve görünümünü işliyor.
Teşekkürler.
 
Üst Alt