Kızılderili Atasözleri

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kızılderililerin bazı sözleri yüzlerce yıl öncesinden günümüze bilgelik taşıyor. İşte Apache, Sioux, Cherokee, Kara Ayak, Comanche, Arapaho, Mohican ve Cheyenne gibi ünlü kızılderili kabilelerinin yüzyıllardan süzülüp günümüze gelen atasözleri…
Ağlamaktan korkma! Zihindeki ıstırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir.
Bir düşman çok, yüz dost azdır.
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.
DERİNİN RENGİ İNSANLARI FARKLI KILMAZ. İYİ İYİDİR, KÖTÜ KÖTÜDÜR. BÜYÜK YARATICI HEPİMİZİ KARDEŞ OLARAK YARATMIŞTIR.
Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım.
Avlayacaksan en zayıf geyiği avla, çünkü sağlam olanlar yeni neslin devamını sağlayacaktır.

Eğer herkes bir başkası için bir şey yaparsa dünyada ihtiyaç içinde kimse kalmaz. Sadece bir kişiye yardım et! Şimdiki usul bu değil ama inanıyorum, insanlar bu yolu öğrenecekler.
İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.
İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.
Senin vicdanını senden başkasını temsil edemez.
Şeytan hakkında konuşmayın. Gençlerin kalbinde merak uyandırır.
Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.
Kehanet, muhtemel bir olayı kesin bir bakış ile görmekten başka şey değildir. Hava ya bulutlu olacaktır, ya da güneş açacaktır.
Gözün ile değil, yüreğin ile hüküm ver.
Bir kere “Al şunu” demek, iki kere “Ben vereceğim” demekten iyidir.
Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaşayanlara ilave eder.
Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Sana uymayabilirim. Yanımda yürü ki böylece seni görebileyim, böylece ikimiz eşit oluruz.
Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü!
Su gibi olmalıyız. Her şeyden aşağıda, ama kayadan bile kuvvetli.
Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.
Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onu Yaratıcı’dan ödünç aldınız.
Yağmur iyilerin üzerine de yağar, kötülerin de..
Yaşlılık ölüm kadar şerefli değildir. Yine de çok kimse onu ister.
Kartalı vuran kendi tüyünden yapılmış oktur.

İnsan iki ruhludur içinde bir iyi köpek birde kötü köpek kavga eder. Hangisini daha çok beslersen o kazanır.
Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.
Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.
Dur, dinle. Hep konuşursan hiç bir şey duyamazsın.
Doğum yapan her şey dişidir. Kadınların ezelden beri bildiği kainatin dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere degişmeye başlamış olacaktır.

Kendinde eksik olanı başkasında gördüğünde insanlar hayran olur çakallar ise ulur.
Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi makoseninin içine bak.
Senin tanrın bana yapılan bu büyük zulmü hoş görüyorsa, o inandığın tanrı değil.
Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar.

Eğer sorsanız: ‘Sessizlik nedir?’ Cevap veririz: O Büyük Ruh’ un sesidir. Yine sorsanız: ‘Sessizliğin meyveleri nelerdir?’ Cevap veririz: Kendi kendini kontrol, gerçek cesaret demek olan metanet, sabır, vakar ve saygı.’

Fakir olmak, şerefsiz olmaktan daha küçük bir meseledir.
Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.
İhanet arkadaşlık zincirini karartır, fakat vefa onu her zamankinden parlak yapar.
Sevgi ile yorulmadan ilerleriz. Sevgi ile, sadece onunla başkaları için fedakarlık yapabiliriz.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kızılderili Bilgeliği

k_derili.jpg
“Son ağaç kesildiğinde,
Son nehir kirlendiğinde,
Son balık avlandığında,
Paranın yenemeyeceğini anlayacaksınız.”
Batıl İnanç mı? Yoksa Süper Algılama mı?
Günümüzün mantıksal dünya görüşü açısından bakıldığında, bu sezgisel ruhsallığı yanlış anlamak çok kolaydır. Kızılderililerin yaşam felsefesine, antropologların sürekli inceleyecekleri ve kendine özgü bir çekiciliği olduğu kadar inkar edilmeyen ama bugün inanabileceğiniz türden de olmayan harika hikayeler ve batıl inançlarla dolu ilginç bir kutsal miras olarak bakmak da kolaydır. Oysa batıl inanç olarak görülen şey aslında süper algılamadır. Modern insanın ruhsallığı algılama eksikliği, bu halkları, “ilkel” olarak görmelerine yol açmış olabilir. Fotoğrafları çekildiğinde ruhlarını kaybettiklerine inanmaları gibi basit bir örnekten sıklıkla söz edilir. Bu, bizim teknolojik bakış açımıza göre saçma veya gülünçtür ancak ayrıntılı incelemeler göstermiştir ki, onlar çok daha derin bir gerçekliği deneyimlemektedirler.

Kızılderililer için her şey kutsaldır ve ruhla hayat bulur. Bu nedenle tüm eylemlerimiz ruhsal eylemlerdir ve onlara görünmez dünyanın ruhuyla yaklaşılmalıdır.
ESKİ YOLLAR
“Fırtına Kuşunun Ruhu
Yeryüzü’nün dört köşesine uçar
Ve insanları geri getirir
Yaşamın doğal yoluna,
Ne din yolundan
Ne de Kızılderili yolundan,”
Bir zamanlar tüm insanlığın olan
“Eski Yol”dan…
WA’NA’NEE’CHE’
O_Boga.jpg
Sioux’lar, eski günlerde, Kutsal Bizon’un nasıl da dört ayak üzerinde durduğundan söz ederlerdi. Bizim zamanımızda ise bizon tek ayak üzerinde sendelemektedir. Bu, insanlığın her şeyin mükemmel dengede olduğu “Altın Çağ”dan günümüzdeki uyumsuzluk durumuna “düşüşünün” efsanesini hatırlatmaktadır.
Dünyanın her tarafında, başka başka kültürlerde de buna benzer öyküler vardır. Hindistan’ın Vedik Hinduları çağımızı Kali Yuga-Karanlık Çağ olara adlandırırlar, Antik Yunanlılar buna Demir Çağı, Mayalar ise Son Güneş der. Altın Çağ’da, atalarımızın ütopyası olan “Yaşamın Kutsal Çemberi” kırılmamıştı. Şifacı Şamanlar büyük mucizeler yaratırlardı, ruhsal dünya ile fiziksel dünya arasındaki iletişim açık ve kolaydı, insanlar “Eski Yol” a göre Toprak Ana’yla uyum içinde, tüm yaşama saygı duyarak yaşarladı.
Sioux Şifacı Şamanı Aksak Karaca, “Kızılderili dinleri bir biçimde aynı inancın, aynı gizemin birer parçasıdır” der. Bu orta ruhsallık “Eski Yollar” ın bir yankısıdır; Aborijinler, Afrikalılar, Asyalılar ve diğer eski halklar tarafından da işitilen bir yankı. Onların gelenekleri de bir şekilde “aynı inanışın, aynı gizemin” bir parçasıdır.
Gerçekten de, atalarımızdan kalan anılara baktığımızda, onların yaşama karşı ortak bir yaklaşımları olduğunu görebiliriz. Bu kadim ruhsallık, ölü bir dinsel gelenek değildir, aksine “Altın” zamanların bir yankısıdır, hatırasıdır. Ve şimdi bütün bu eski kültürlerin yok edilmesiyle bizlere kalan, yankının yankısı, hatıranın hatırasıdır.
Bu Altın Çağ’ın gerçekten var olup olmadığı önemli değildir.Önemli olan, bunun güç ve tını taşıyan bir söylence olmasıdır. “Eski Yollar”ın hatırasını yitiren modern dünya kayıptır artık. Modern dünya yaşamın ruhsal boyutunu anlamaktan çok uzaktır. Eski Halkların söylencelerinde zaman doğrusal değil, daireseldir ve bu “Karanlık Çağ” elbet bir gün “Altın Çağ”a dönüşecektir. Belki de, bizi gelecekteki “Altın Çağ”a götürecek olan, eski halkların belleklerindeki “Eski Yollar”a ait anılardır. Önce geriye bakmalıyız ki, ileriyi görebilelim.
ÇALIŞMA: YAŞAM AĞI
Doğanın sözsüz öğreticiliğine dikkat kesilin. Bu büyük Yaşam Ağı’ndaki yerinizi duyumsayın. Sizi var eden bu yere ruhunuzla uzanın. Ayrı bir kişi olma kimliğinizi aşın ve “Bütünün Bilgisi”ne ulaşın. Kara Geyik şöyle der:
“Evren ve onun bütün güçleriyle ilişiyi, onunla birliği fark ettiklerine, huzur insanların ruhuna girer ve Wakan Tanka’nın evrenin merkezinde olduğunu anladıklarında bilirler ki, bu merkez her yerdedir, her birimizin içindedir.” Kalbinizi, kıymeti bilinen ama hiçbir zaman çözülemeyen, yaşamın bu Büyük Gizem’ine açın.
“Buradayım, Gör beni. Ben güneşim, Gör beni.”
Lakota Doğan Günü Selamlama Şarkısı
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kızılderili Mitolojisi

021-Indianer.jpg
Gökteki yıldızlar: Ayının Peşinde!
Avcı, balıkçı, çiftçi gibi, geçimlerinin topraktan ya da denizden sağlayan bütün insanlar hava, yıldızlar ve mevsimlere ilişkin bir şeyler bilmek zorundadır. Her çeşit üretim çabası doğrudan doğruya doğa tarafından yürütülür ve bunlarla uğrasan insanlar bu gerçekleri bilir. Kuzey Amerika Kızılderililerinin büyük törenleri mevsimden mevsime yapilir. Bazi törenler mevsimden mevsime yapilir.
Bazi törenler mevsim dönenceleri ve gece-gündüz esitligi temeline dayanır, diğerleri de gökyüzündeki bazı yıldızlar ya da yıldız kümelerine ilişkindir. Bazı nedenlerden dolayı, Kuzey Amerika Kızılderilerinin yıldız bilimleri kaybolmuştur. İlk neden törenler için karar verme yetkisinin, yalnızca rahiplerin açıklayabildiği gizli sırlara bağlı kalması, rahiplerin de bu sırları, yalnızca kendilerinden sonra rahip olmak üzere yetiştirdikleri kimselere söylemesidir. İkinci neden Kızılderilililerin bildiği birçok burç ve takim yıldızının Avrupa bilgilerinde karşılığının bulunmamasıdır. Üçüncü neden de, Kızılderilileri inceleyip bilgi derleyen kimselerden birçoğunun, kendi kültürlerinin astronomisine ilişkin hiçbir şey bilmeyen, şehirli sade vatandaş olmalarıdır.

Indianer.jpg
Muskuakiler (Sari toprak insanları), ya da Tilkiler, kendileriyle birlikte olan Saukalarla(Kizlil toprak insanları) birlikte Avrupalıların akınları ve Irokian saldırıları sonucunda daha batıya doğru sürülen ve Algonkian, dilini konuşan Kızılderili toplulukları arasındaydılar. Verimliliği ve nehirlere yakin olması nedeniyle seçtikleri asil topraklarında Tilkiler, kemerli, haşir kaplı çadırlardan ve yazları kullanmak üzere, etrafı mısır tarlalarıyla çevrili, ağaç kabuklarından yapılmış evlerinden oluşan bir köy kurdular.
Mısır ektikleri tepelerin arasına fasulye ve kabak ektiler ve hasat ettikleri ürünleri kurutup kisin kullanmak üzere depoladılar. Başka kabilelerde, özellikle Algoniakan Dili’ni konuşan diğer gruplarda da bu ayıya ve onu avlamaya çalışan avcılara ilişkin, benzer öyküler bulunmaktadır. Bu öykü, “Derler ki, bir zamanlar…” gibi başlayan kalıplaşmış öykü açılışlarının güzel bir örneğidir.
Böyle bir başlangıç, anlatılacak olan öykünün içinde, öyküyü anlatan kimsenin kişisel gözlem ve deneyimlerinin bulunmadığı, belirtilmektedir. Bu öyküde,”küçük öykülerden daha çok, büyük destanlarda daha sık kullanan kalıplaşmış öykü kapanışlarının da iyi bir örneği bulunmaktadır. Aşağıda sizlere sunacağım öykü, daha uzun ve büyük bir gerçek oluşum öyküsünün, belki de yalnızca bir parçasıdır ve asil uzun öykünün diğer parçaları kaybolmuş olabilir.
Derler ki, bir zamanlar, çok eskiden, kışın ilk aylarıymış. Bir gece önce kar yağmış ve bu ilk kar ertesi gün, yerde öylece taptaze duruyomuş. Günün ilk ışıklarıyla birlikte, sabahleyin erkenden üç delikanlı avlanmaya çıkmışlar. Delikanlılardan biri, adi SIKI TUT olan köpeğini yanına almış.
Nehir boyunca dolaşıp, küçük koruluklara girmişler ve sonra fundalık, çalılık ve ağaçların daha bodur ama kalın olduğu bir tepenin yamacına gelmişler. Burada çalılıkların arasında dolaşırken genç avcılar bir iz bulmuşlar ve bu izi takip etmeye başlamışlar. İzler onları tepenin yamacındaki bir mağaraya götürmüş. Böylece bir ayı ini bulmuşlar.
“Hangimiz içeri girsin de ayıyı sürüp dışarı çıkarsın?” diye birbirlerine sormuşlar genç avcılar. Sonunda en büyükleri “Ben girerim” demiş, dizlerinin üzerinde emekleyerek ayinin inine girmiş ve ayıyı sürüp dışarı çıkarmak için yayıyla onu dürtmeye başlamış. Bir süre sonra mağaradaki genç, arkadaşlarına “Geliyor. Geliyor…”diye seslenmiş. Ayı kendisini zorlayan avcıdan kurtulmuş ve kendisini mağaranın dışına atmış.
temagami-ontario-native-american-indians-temiskaming-and-northern-ontario-railway.jpg
Avcılar da onun peşinden gitmişler. “Bakin!” diye bağırmış en gençleri. “Bakin, ne kadar da hızlı gidiyor. Kuzeye doğru, soğukların geldiği yerlere gidiyor.” Genç avcı, ayıyı çevirip diğerlerine doğru sürmek için hayvanin peşimden koşup uzaklaşmış. Ortanca avcı, “Dikkat!” diye bağırmış. “İşte geliyor! Doğuya, öğle zamanının geldiği yere doğru gidiyor. Koşun kardeşler. Gittiği yer işte orası.”
O ve küçük köpeği de, ayıyı geri çevirmek için olanca hızlarıyla batıya doğru koşmuşlar. Genç avcılar ayıyı kovalarken en büyükleri eğilip söyle bir bakınmış.”Oooo!” diye haykırmış. “Altımızda Yeryüzü Büyükannemiz var. Bu ayı bizi gökyüzüne doğru götürüyor. Haydi, kardeşler, çok geç olmadan geri dönelim.”
Ama artik çok geç olmuş, gökyüzü ayısı onları çok, çok yükseklere götürmüş. Sonunda avcılar ayıyı yakalayıp öldürmüşler. Akçaağaç ve somak dallarını üst üste yığmış ve bu dal yığınının üstünde de ayıyı parçalara ayırmışlar. Akçaağaç ve somadan sonbaharda kan kırmızısına dönüşmesi iste bu nedenledir. Daha sonra avcılar ayağa kalkıp hep birlikte ayinin basını doğu yönüne atmışlar.
Simdi, kisin, sabahleyin erkenden, tanyeri ağarmadan az önce ufkun hemen altından ayı basını andıran bir takımyıldızı kümesi belirir. Daha sonra da avcılar, ayinin omurga ve belkemiğini uzaklara, kuzey yönüne atmışlar. Kıs ortasında, gece yarısı eğer kuzey yönüne bakarsanız, orada yıldızlarla şekillenmiş olarak ayinin omurga ve belkemiğini görürsünüz. Yılın herhangi bir zamanında gökyüzüne bakacak olursanız, kare seklini oluşturan dört parlak yıldız ve onların arkasında da üç büyük parlak yıldız ve bir de küçük donuk bir yıldız görürsünüz. Dört yıldızdan oluşan kare, ayı, bunların peşindeki üç yıldız, o üç delikanlı ve belli belirsiz görebildiğiniz o küçük yıldız da SIKI TUT adındaki o küçük köpektir.
Bu sekiz yıldız, gökyüzü boyunca bütün sene birlikte dolaşır durur ve öbür yıldızların yaptığı gibi asla dinlenmeye çekilmezler. Avcılar ayıyı yakalayıncaya kadar, kendileri ve küçük köpek, asla durup dinlenmezler. Öykü de burada biter…
Dil bilimsel metin, William Jones tarafından banda alınmış. Truman Michelsin tarafından çevrilmiş ve gözden geçirilmiştir. Bkz.Boas, Amerika Kızılderilileri Dilleri El kitabi, Bölüm1, Amerikan Etnoloji Bürosu Bülten 40,Washington, D.C.Hükümet Basın Dairesi,1911.
Kızılderililerde Burçlar ve Şifa Çemberi
Doğanın döngüleriyle iç içe geçmiş bir burç sistemi…
Böğürtlenin Olgunlaşma Dönemi
[23 Temmuz - 22 Ağustos]
Bu köşeyi hazırlama amacı alışılagelmiş burçlardan ve etkilerinden bahsetmek değil tersine doğayı gelişmiş batı medeniyetlerinden çok önceleri anlamış ve ona saygı göstererek yaşamlarını sürdürmüş olan Kızılderililerin “Doğaya Uyum” felsefesini anlamaktır. Bu yazılardan öğrenecekleriniz Kızılderililerin yazı kullanmadan oluşturdukları takvimleri, ayları, günleri, doğanın insan üzerindeki etkisiyle birlikte rüzgâr ve mevsimlerin değişiminin insan yasamı üzerine etkileridir. Öncelikle “Şifa Çemberi”nin Kızılderililere ne ifade ettiğini ve hayatimizi etkileyen totemlerden ve aylardan bahsedeceğim.
Kızılderililer tüm hayatın bir çember etrafında döndüğünü düşünürlerdi. Onlar bu çembere saygı duyarlar ve onu hatırlamak için günlük hayatlarında sık ona başvururlardı. Çadırlarını, kulübelerini daire seklinde inşa edip, kamplarının daire seklinde kurarlardı. Toplantılarında herkes eşit haklara sahip eşit insanlar olarak bir daire oluşturarak otururdu.
Eğlencelerinde, dualarında, ayinlerinde daire saklında dans ederler ve yuvarlak davullar çalarlardı. Dans ederken kollarını, ellerini gökyüzüne kaldırarak göğü ve yeri kapsayan daireler çizerlerdi.
Yaşamı doğum – ölüm – yeniden doğumdan oluşan bir çember olarak görürlerdi. Değişik yaslarda, değişen enerjilerinin akısını sağlamak ve kendilerini geliştirmek için kendi yasam çemberlerini tanımayı ve saygı duymayı bilirlerdi. Böylece tüm yaratıkların ve yeryüzünün bir parçası olduğunu biliyorlardı.
Bu çemberi anlamak için, hep onun üstünde yüründüğünü düşünmek yeterlidir. Belirli bir noktada çembere girilir. Bu nokta insana bazı güçler sorumluluklar verir. Bu başlangıç noktası insanin doğduğu ay tarafından belirlenir. Değişik giriş noktaları değişik kabilelerin etkisi altında gerçekleşir.
indians-traveling-near-fort-laramie-1500x822.jpg
Bu kabileler alışılagelmiş aile kabileleri değildir. Bunlar unsur kabileleridir, yalnızca insanin belli doğa unsurlarıyla olan ilişkilerini belirler ve bunlar da durağan değildir. Çemberdeki hareket noktaları, gökyüzündeki Koruyucu Ruhların etkisi altındadır.
Şifa Çemberinin özü devinim ve değişimdir. Bu bilgiyi kazanan insanlar yasam içindeki hareket alanlarını geliştirmek isteyeceklerdir. Yasam çemberinde daha da ilerlemek insan doğasının değişik görüntüleriyle tanışmak isteyeceklerdir. İnsan kendi yaradılışı içinde tüm yönleri taşır, ama bunları hissetmek için çemberdeki değişik noktalardan geçmesi gerekmektedir. Hiç kimse kendi başlangıç noktasını hayatındaki hataları için bir özür olarak gösteremez. Bunun telafisi çember üzerinde ilerleyerek bilgisini geliştirmekle mümkün olabilir. Bazen bu bilgi ve güç insanin içinde vardır.
Bazen de insan bu bilgiyi bir hayvani seyrederek öğrenebilir. İnsan bilgiyi bir tası, bitkiyi, rüzgârı, varılan tüm varlıkları ve doğayı izleyerek elde edebilir. Kızılderililerin bilgeliği de buradan gelir ve bizim de hersek için çok geç olmadan gözlerimizi doğaya ve onun düzenine dikmemiz gerekli. Ondan alacağımız çok ders var.
Doğduğu ay, insanin Şifa Çemberine giriş noktasını belirler…
Aylar ve Totemler
Doğduğu ay, insanin Şifa Çemberine giriş noktasını ve madenler – bitkiler – hayvanlar âlemindeki başlangıç totemlerini belirler. Yılın ilk ayı olan “Toprağın Yenilenme Dönemi”nde Güneş Baba, güneyden dönüp gelir ve Toprak Ana ile çocuklarını yeniden canlandırmaya baslar. Bu dönem, 22 Aralık tarihine rastlayan kıs – gündönümüne denk gelir. Bu ay Kuzey’in koruyucusu Waboose’nin ilk ayıdır. Onu “Dinlenme ve Arınma dönemi” ile “Büyük Fırtınalar Dönemi” izler. Waboose’nin bu aylarında, geçmiş yılın gelişimi gözden geçirilir ve gelecek yılın gelişimi için hazırlık yapılır.
Bu ayları, Doğu’nun Koruyucu Ruhu Sabun’un ayları izler. Bu üç ay yeni gelişmenin, Güneş Baba’nın toprağı ısıtmasıyla birlikte onları meyveye hazırladığı dönemdir. Sabun’un ilk ayı “Ağaçların Çiçeklenme Dönemi”dir, genellikle 21 Mart’ta gece gündüz eşitliğiyle baslar. Sabun’un diğer ayları ise “Kurbağaların Dönüş Dönemi” ve “Mısır Ekimi Dönemi”dir. Bu aylar toprağın çocuklarının gelişmeye başladığı aydınlanma ve bilgelik aylarıdır.
Daha sonra, Güney’in Koruyucu Ruhu Shawnodese’nin ayları gelir. Bunlar erseyin hızla geliştiği, toprağın çiçeklendiği ve yeni yılın ilk meyvelerinin göründüğü yıldır. “Bol Güneşli Günler Dönemi” Shawnodese’nin ilk ayıdır. Bu 21 Haziran’da yaz – gündönümünde baslar. Ondan sonra “Böğürtlenlerin Olgunlaşması” ve “Hasat” yaları gelir. Bu, gelişim ve güven mevsimidir. Bu mevsimde hızlı bir gelişim vardır ve gelecek üzerine düşünmeye zaman yoktur.
Sonbahar Bati’nin Koruyucu Ruhu Mudjekeewis’in mevsimidir. Bu mevsimin ilk ayı olan “Yaban Ördekleri Dönemi” ve “Karlı Günler Dönemi” izler. Bu aylarda insan kendini dinler. Bu mevsimde insan içe dönerek geçmiş yılın değerlendirmesini yapıp yeniden güç toplar ve yenilenme mevsimine hazırlık yapar.
Her ayın madenler, bitkiler ve hayvanlar âleminde belli bir totemi (simgesi) vardır. Başlangıç toteminden insan hem kendisi, hem de yeryüzündeki diğer ilişkileri hakkında birçok şey öğrenebilir. İnsanlar kendilerine yasam boyu bilgi ve enerji veren totemlerine ilgi ve saygı göstermelidir.
İnsan, başka ayın gölgesinde bulunduğunda o totemin belirli özelliklerini kazanabilir ve yeni şeyler öğrenebilir, tıpkı doğanın her ayrıntısından öğrenebileceği gibi…
İnsanlar, aynı ay ve totemden olsalar bile her zaman aynı özellikleri paylaşmazlar. Herkes, çemberi kendi hızında dolaşır. Şifa Çemberinin en önemli özelliği: yola devam etmek ve hiçbir yerde sabit kalmamak, yoksa enerji akısı durur ve insan gelişemez…
23 Temmuz-22 Ağustos arasında dünyaya gelen insanların, madenler âlemindeki totemi demir ve gröna’dir.
Bu dönemde dünyaya gelen insanların, madenler âlemindeki totemi demir ve grena, bitkiler âlemindeki totemi ahududu, hayvanlar âlemindeki totemi mersinbalığıdır. Uğurlu renkleri kırmızı, kabileleri Fırtına Kartalıdır.
Değerli taslardan grena, oldukça sert, reçine gibi parlayan kristalize bir silikat oluşumudur. Kırmızı, kahverengi, yeşil, sâri, siyah ve beyaz renklerde 6 değişik türü bulunur. Koyu kırmızı ve eflatun renklerdeki almandın, altın sârisi ve kırmızımtırak sâri renk veren grosalar, koyu kırmızıdan siyaha kadar değişen pir op ve genellikle kırmızı veya kahverengi tonlarda spesartindir. Şarap kırmızısı, sâri, yeşil ya da siyah renkte olan demir – grönasina aplom veya melanit, cam parlaklığında ve açık yeşil renkteki krom – grönasina uvarovit denir.
Grena kübik kristal şeklindedir. Genellikle kireçtaşı, serpantin, peridot ve granitle çeşitli kristal bileşimi oluşturur. Grenaya bu minerallerin bulunduğu yerlerin yakınındaki ırmak yataklarında rastlanabilir. Karınca yuvalarının yakınında da bu tasa çok sık rastlanır, çünkü karıncalar grenaya soğukluk duyarlar ve gördükleri her yerde onu hemen yeryüzüne çıkarıp atarlar.
Mersinbalığı – İnsanlarının uğurlu renkleri kırmızı olduğu için grönanin kırmızıya çalan renkleriyle bu ay arasında özel bir ilişki kurulur. Kar neon gibi grönanin da yürek ve kanla ilişkisi olduğuna inanılır. Eskiden grena parçacıklarından oluşan bir muska taşındığı zaman, bunun kalp hastalıklarına iyi geleceği söylenir, üzerine aslan islenmiş grönanin insani tehlikelerden koruyacağına, iyi ve saygın bir yasam sağlayacağına inanılırdı. Bazı halklar da grenadan yapılacak bir kursunun düşmanı yüreğinden vuracağı ve bu tasın cinsel gücü dengede tutacağına inanılırdı.
Mersinbalığı – İnsanlarının ikinci totemi dünyanın en sert madenlerinden olan demirdir. Demir aracılığıyla insanlık teknoloji çağının esiğine gelmeyi başarmıştır. Keliler demir çağının gelmesiyle perilerin ve büyülü varlıkların insanlara sırt çevirdiğini söylerler. Demir başka madenlerle kolayca bileşim sağlar ve değerli taslara kırmızı bir ton verir.
Mersinbalığı – İnsanlarına tıpkı madenleri gibi çok çeşitli ve değişik görünümlerde rastlanabilir, ama hepsinin kolayca fark edilebilecek ortak özellikleri vardır.
Mersinbalığı -İnsanları genellikle iyi yürekli, duyarlı kıslar olarak dikkat çekerler. Eğer içlerinde bulunan dostça duygulara kulak verirlerse dengeli ve mutlu kişiler olurlar. Kalplerinin sesini duyabildikleri sürece, sezgili ve keskin görüşlü kişilerdir. Bu yetenekleriyle kendilerini ve dostlarını gelebilecek tehlikelerden önceden koruyabilirler. Grönanin da böyle bir özellik taşıdığı söylenir.
Bu kişiler güçlü sezgileri ile öyle sözler söylerler ki, söyledikleri şeyler dostlarının ve düşmanlarının ta yüreğine isler.
Mersinbalığı – İnsanları iyi birer dost oldukları gibi sakınılması gereken birer düşmandırlar. Yanlışlıkları fark ettikleri zaman tüm güçleriyle harekete geçer ve gerçekten yıkıcı şeyler yapabilirler. İç dengeleri yerinde değilse kendilerine karsı da dikkatli olmalılardır. Bu güç beklenmedik öyle anlarda ortaya çıkabilir ki sonunda kendilerinin de zarar göreceği sonuçlar doğurabilir.
Mersinbalığı -İnsanlarının soylu, büyük bir düşünüş ve davranış biçimleri vardır. Bu özelliklerinden dolayı topluluk içersinde diğer insanlardan kolayca ayırt edilebilirler. Bu insanlar çekicilikleri ve karizmalarıyla çevrelerinde cinsel etkiye neden olurlar, cinsel enerjilerinin güçlü olduğu söylenir. Maden totemleri grönadan bu enerjilerini dengede tutmayı öğrenmelidirler.
Bu ayda doğan insanlar, totemleri gibi çok yönlü ve faydalı kişilerdir. Sorunların üstüne giden bir karakterleri vardır. En korkulu yollara bile yönelmekten hiç çekinmezler. Altından kalkılamayacak bir is, kimsenin üstüne almak istemeyeceği zorlukta bir is varsa bunların üstesinden gelmek için öne atılacak kişi kesinlikle Mersinbalığı – İnsanlarıdır.
Çok cesurdurlar ve bu özelliklerini her fırsatta kanıtlamaya hazırdırlar. Bu çok yönlü kişilikleriyle is yaşamında, kültür ve düşün yaşamının çeşitli kollarında oldukça başarılı olabilirler. Tek yapmaları gereken isi inanarak yapmalarıdır, o zaman üstesinden gelemeyecekleri hiçbir iş yoktur.
Bu insanların demir toteminden gelen doğuştan bir sertlikleri vardır, bu sertlik hayatta kazandıkları tecrübelerle daha da kuvvetlenir. Bu madenle olan ilişkileri kalp ve kanla olan ilişkilerini güçlendirir. Bu burcun insanlarının bitkiler âlemindeki totemleri, çilekgillerin bir üyesi olan ahudududur. Aslında çilek türü bir yemiş değildir, 20 kadar içi özsu dolu tomurcuğun birleşmesiyle oluşur. Mayıs ayında beyaz çiçekler açar, haziran veya temmuzda meyve verir.
Ahududu yapraklarının vücutta iyileştirici arındırıcı bir etkisi vardır. Eskiden safrakesesi, böbrek taslarını düşürmek için kullanılırmış. Ahududu kökünde tanen özü bulunduğu için antibiyotik etkisi vardır. Ahududu dallarından hazırlanan bir çay soğuk algınlığına, gribe, nefes darlığına da iyi gelir ve kan sekerini ayarlayıp düzene sokar.
Mersinbalığı -İnsanlarının topluluk içinde fark edilebilme ve sevilen kişi olma özellikleri bitki totemlerinin etkisiyle daha da güçlenir. Bu insanlardaki neşe ve pozitif enerjiden dolayı diğer insanlar onlarla yakınlaşmak isterler fakat bu burcun insanları her zaman göründükleri gibi değildirler.
Mersinbalığı -İnsanlarının dışarı gösterdikleri ile iç dünyalarında yasadıkları apayrıdır. Bu buradaki bazı insanlar ilk karsılaşmada saldırgan ve hırçın gözükebilirler oysa bu onların yumuşak ve kırılgan duygu âlemlerini korumak için kullandıkları bir kalkandır. Bazıları ise oldukça sıcakkanlı ve uysal gözükürler oysa onlara yaklaştıkça diken tarlasına girmiş gibi olursunuz. Bu özellikleri tipik karakterlerini ortaya koyar: içlerinde kopan duygu fırtınalarını didardaki insanlardan saklayabilme yeteneği. Çoğu zaman iç dünyalarına ulaşmaya çalışan insanları engellemek için dikenlerini acımasızca çıkartmaktan geri kalmazlar. Bu burcun insanları çok duygusal kişilerdir. Başkalarının duyguları üzerinde kuvvetli bir etki yarattıkları gibi, kendileri de başkalarının duygularından kolayca etkilenebilirler. Çok kırılgandırlar fakat dışarı karsı oluşturdukları kalkanı öyle iyi tasarlamışlardır ki herzeye rağmen didardan en küçük bir çatlak görünemez. Ayni kırılganlıkları gibi acılarını da çok büyük ustalıkla saklarlar. Fakat kendilerine verilen acıları asla unutmazlar ve içten içe intikam planları kurarlar.
Mersinbalığı -İnsanları çevrelerine huzurlu bir hava yayarlar ve bu sayede diğer insanların kendilerini toparlamalarına yardımcı olurlar. Dostça ve biraz alaycı tutumlarıyla, diğer insanların kati düşüncelerini kırarak duygu dünyalarında yumuşak bir etki bırakırlar.
Bu burcun insanları Shawnodese’nin ikinci ayi olan “Böğürtlenlerin Olgunlaşma Dönemi”nde dünyaya geldikleri için oldukça sıcakkanlı insanlardır. İçlerinde bulunan güven duygusu bu özelliklerini güçlendirir. Fırtına Kartalı kabilesinden oldukları için çevrelerine sıcak ve güçlü bir etki yayarlar, enerjileri coşkundur,
ayni anda birçok isle uğraşabilirler. Fakat bu kabileyle olan bağları ayni
zamanda kendilerini gereksiz yere tüketmemeleri, sağlıklarını ve enerjilerini tehlikeye atmamaları konusunda bir uyarıdır.
Mersinbalığı-İnsanlarının uğurlu rengi ve ayni zamanda ahududu ve grena tasının rengi olan kırmızıdır.
Bu renk büyük bir fiziksel enerjinin, yasamla dolup tasmanın ve doğal güçlerin simgesidir. Kalbin ve kanın kırmızı rengi, bu burcun insanlarının bunlarla olan ilişkisinin bir göstergesidir. Bu burcun insanları eğer renklerini, varlıklarının gelişmemiş yönlerinde göstermeye kalkarlarsa, bu kırmızı, hesapsızlığın, gururun, açgözlülüğün, hırsın ve kendini beğenmişliğin simgesi olur. Bu renk bu burcun insanlarına hem güç hem de bir uyarıdır. Ne yazık ki dinginlik doğal yapılarında yoktur ve bu geliştirmeleri ve öğrenmeleri gereken bir şeydir.
American-Indians..gif
“Böğürtlenlerin Olgunlaşma Dönemi”nde dünyaya gelenlerin hayvan totemi, balıklar dünyasının kralı sayılan mersinbalığıdır. Mersinbalığı dinozorların yeryüzünden kaybolmaya başladığı çağlardan beri yasayan çok eski bir balıktır. Bulunduğu yere ve türe göre çok değişik büyüklüklerde olabilir. En büyükleri 4 metre uzunluğunda ve 150 kilo ağırlığındadır. Mersinbalığının hortum benzeri uzun bir ağzı vardır ve ağzının iki yanında 4 duyargası vardır. Kuyruklarındaki çatalın üst kısmi büyük, alttaki küçüktür. İskeleti nerdeyse tamamen kıkırdaktan oluşur.
Mersinbalığı, eskiden büyük göllerin yakınında yasayan Kızılderililer tarafından “Balıkların Kralı” olarak adlandırılırdı. Hiawatha’ya bir ölüm – kalım savası verdiren de bir mersinbalığıydı. Longfellow “Hiawatha Destanı”nda bu baliğin başarılarını, cesaretini kuşaktan kuşağa anlatılacak şekilde ölümsüzleştirmiştir. Kızılderililer mersinbalığına büyük saygı beslerlerdi. Ojibwa soyunda, bir Mersinbalığı kabilesi vardır ve öncü kabilelerden sayılır. Ojibwalar için mersinbalığı ruhsal derinliğin ve gücün simgesiydi.
Ne yazık ki Avrupalılar jerseyde olduğu gibi bu balığa da Kızılderililer kadar saygı göstermediler. Önceleri sık ağlarına takıldığı için bu balığı bir baş belası olarak görüyorlardı, daha sonraları etinin ve yumurtası olan havyarın lezzetini anladıktan sonra neredeyse soylarını tükettiler. Günümüzde mersinbalığına eskisi kadar sık rastlanmıyor.
Hayvan totemleri gibi Mersinbalığı – İnsanları da bulundukları her suda egemenlik kurmak isterler. Doğal güçleriyle zorluk çekmeden bunu başarırlar. Sanki lider olarak dünyaya gelmiş kişilerdir ve enerjileri düzenli aktığı sürece, haksever, iyi niyetli birer yönetici olabilirler. Yasamla uyum sağladıkları sürece, içlerinde tükenmez bir güç kaynağı ve ruhlar derinlik yatar. Ancak başka insanlar uzarında egemenlik kurmaktan zevk alan kötü bir yönlerinin olduğunu unutmamak gerekir, çok havali ve herkese yukardan bakan bir tavırla davranmaktan hiç çekinmezler.
cp11025v.jpg
Mersinbalığı gibi bu insanlar da çok sağlam bir korunma zırhı taşırlar. Yönetici durumda oldukları zaman, bu zırha gereksinimleri vardır, ancak insanlar arasındaki ilişkilerinde bu zırhı atmasını bilmelidirler. Bunu öğrenmezlerse, çok kendini beğenmiş kişiler olurlar ve varlıklarını geliştirecek insani duygulardan yoksun kalırlar. Bu zırhı kendileri çıkartmaları gerekir, çünkü zırhları başkalarının duygusal darbelerle bile parçalayamayacakları kadar sağlamdır.
Bu burcun insanlarının cinsel enerjilerini doğru ve mantıklı bir biçimde kullanacak olgunluğa erişmeleri için yılların geçmesi gerekmektedir. Bu noktaya gelmeden önce, yasam güçlerini cinselliklerini yanlış bir şekilde kullandıkları olur. Bu da, çözülmesi gereken önemli bir sorundur, çünkü Mersinbalığı – İnsanları yasam güçleriyle cinsel güçlerini birbirine karıştırmaya, bu iki enerjiyi de kötü biçimde kullanmaya eğilimlidir. Bu tür bir davranış, sonunda önceden görünmeyen bir yıkıntı ve çözülme dönemini getirir.
Mersinbalığı -İnsanları sevgi dolu yürekleri ve sevecenlikleriyle iyi birer ana – babadırlar, ancak çocuklarını denetleyip sınırlayarak, onlara gelişebilmeleri için yeterli özgürlüğü tanımamak eğilimindedirler. Onun için mersinbalığı Çocuklarının öğrenmesi gereken şeyi bu burcun yetişkinlerinin de öğrenmesi gerekir.
Mersinbalığı -İnsanları zaten bir süre sonra ana – baba olarak kendilerinin de sürekli sınırlanmasından sıkılıp yorulurlar. Mersinbalığı – İnsanları çocuklarının korunması konusunda gerçek birer sanatçı gibidirler ve en küçük bir tehlikeye karsı onların haklarını sonuna kadar korurlar. Ancak bu davranış zaman çocuklarının cesaretinin ve kendilerine güvenlerinin gelişmesine zarar verebilir. Diğer insanlar Şifa Çemberinde bu bölgeden geçerken içlerindeki yasam gücünün çok hızlı aktığını görürler. Kendi cesaretlerinin ve güçlerinin derinliğini kavrar ve o sırada uğraştıkları islerde önderliği ele almayı deneyebilirler. Ayni zamanda bu dönemde içlerinde uyanan derin duyguları ve cinsel güçleri de deneyip bunları dengelemeyi öğrenebilir.
Mersinbalığı -İnsanları, susamuru – İnsanlarıyla bütünleşirler. En iyi anlaştıkları burçlar, kendi kabilelerinden olan Aladogan ve Wapiti – insanlarıdır. Kelebek kabilesinden olan Karga ve Geyik – İnsanlarıyla iyi anlaşırlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kızılderili Şefi Seattle’in Mektubu

ChiefSeattle.jpg
1854 yılında A.B.D. Başkanı yazdığı bir mektupla Amerikaya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililer’den toprak istemiş ve “bu isteği kabul edilecek olursa, Kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir.
Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Kızılderili Reisi Seattle (İsminin aslı Seatlh’dır. ingilizce telafuza uygun hale getirmek için Seattle’a çevrilmiştir.) bir söyleviyle A.B.D. Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak A.B.D. başkanına gönderilmiştir. Mektubun aslı Amerika, Seattle, Squamish Müzesinde korunmaktadır.

“Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir.
Şef Seattle her ne söylerse Washington’daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne
inandığı ölçüde inanabilir. Washington’daki Büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte
bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığının farkındayız.
Merak ediyoruz ki gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç.
Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kum yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu.
h-20-1320617-1226222600.jpg
Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.
Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin anasıdır. Biz dünyanın parçasıyız ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir.
Büyük Beyaz Reis bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz kızılderililerin ise onun çocuktan olacağımızı söylüyor. Toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderirler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki nehirler bizim kardeşlerimizdir ve sizin de bundan dolayı nehirlere herhangi bir kardeşe göstereceğiniz sevgiyi göstermelisiniz.
Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır.
Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O’nun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça yaşamın ne değeri olur?
indianscoutssj6.jpg
Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğduktan gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı?
Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var; beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı gösterecek. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. “Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlarız buffaloları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan
ölmez mi?
Unutmayın bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
Bildiğimiz bir gerçek daha var; sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yarattıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur.
Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı buffaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi.
Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef’in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız. Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, birkaç kış daha geçecek. Geri kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz önemli değil. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanç duydu ve yenilgiden sonra günlerini aylaklık etmek ve vücutlarını tatlı yiyecekler ve sert içkilerle kirletmekle harcıyorlar. Birkaç saat, birkaç kış ve bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak; bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; son kızılderili yok olup kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.
Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır.
Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir.
Ölü mü dedim?… Ölüm diye bir şey yoktur ki sadece dünya değiştirir insan.”
c59fef2bseattle2bcopy.jpg
 
Üst Alt