ceylannur
Yeni Üyemiz
Müslümanların, sahabeler arasında meydana gelen ayrılıklara nasıl bakması gerekir?
İsmet" yani, "ilâhî bir koruma ile günahlardan korunma" sıfatı, ancak peygamberlere mahsustur
Hatasız, kusursuz olmak ancak onlara hâstır
Sahabeler, bu sıfatla nitelenmediklerinden onların yüzde yüz hatadan âzâde oldukları söylenemez
Ancak şu var ki, herhangi bir Müslüman hata işlemekle İslâm dairesinden çıkmadığı gibi, bir sahabe de hata işlemekle sahabelik şerefinden çıkmaz
Dört hak mezhebin bütün müçtehitleri, sahabe-i kirâm arasında geçen ayrılıkları şöyle değerlendirmişlerdir: Sahabe-i kirâmın her biri kendi başına birer müçtehittir
Kur'an ve hadiste açıkça beyan edilmeyen konularda içtihat yapma, en evvel onların hakkıdır
Fıkıh biliminin yönteminde kesinleşmiş bir kuraldır ki, bir kimsede içtihat rütbesi varsa, o kimse, başkasının içtihadına uymaya mecbur değildir
Ashap arasında çıkan muhalefetler, münakaşa ve muharebeler içtihat farklılığından doğmuştur
Hâşâ, nefsanî arzuların, isteklerin bu ayrılıklarda payı yoktur
Çünkü, onlar sohbet-i nebevi ile kin, adavet, düşmanlık gibi kötü sıfatlardan arınmışlardır
Nefisleri böyle süfli şeylerden temizlenip pâk olmuş, ulviyet kazanmıştır
Evet, sahabe-i kirâmın her biri İslâm dininin tesisinde birer müçtehittir
Bilindiği gibi, içtihat eden bir kimse, yaptığı içtihatta isabet ederse iki sevap kazanır; isabet edemediği takdirde içtihat etmesine mükâfat olarak bir sevap alır
Canlarıyla, başlarıyla, her şeyleriyle İslâm'a mâl olan, O'nun yüceltilip yayılmasından başka bir gayeleri olmayan o seçkin insanların içtihatları da yine İslâm'ın yüceltilip yükseltilmesi içindir
Bu aşk, bu azim onlarda o derece ileri gitmişti ki, Uhud Muharebesi'nde Peygamber Efendimize zıt görüş bildirmekten çekinmemişlerdi
"Biz, İslâmîyet’in başarısını şunda görüyoruz," diye görüşlerini açıkça ortaya koymuşlardı
Sahabenin çoğu Resulüllah Efendimize zıt içtihatta bulunduklarından, Peygamberimiz (sav) onların içtihadına uymaya mecbur oldular
Daha sonra gerçekleşen olaylar Peygamberimizi haklı çıkardı
O zaman Kur'ân-ı Azimüşşân'ın nâzil olması devam ettiği halde, Cenâb-ı Hak ashâbı uyarıcı bir ayet bile indirmedi
Herhangi bir ayetle herhangi bir ikazda bulunmadı; bilâkis peygamberimize eskisi gibi onlara fikir danışmaya devam etmelerini emretti
Resulüllah Efendimiz de onları ayıplamadı, yine bağrına bastı, şefkatle kucakladı, bu emir gereğince onlarla fikir alış verişine devam etti
Sadece bu hâl dahi, sahabe-i kirâmın, Allah ve Resulü indindeki beğenilirliklerini ve dinde içtihat sahibi olduklarını en açık bir şekilde göstermeye yeterlidir
Şimdi, insafla düşünelim
İçtihatta Peygamber'le farklı düşündükleri halde, ne Allah, ne de Resulüllah tarafından uyarılmayan sahabeleri, aralarında çıkan ayrılıklardan dolayı biz mi yargılayacağız? Zerre kadar vicdan ve basiret ve anlayışı olan bir kimsenin bu cinayete tevessül etmemesi icap eder
Haddimizi tecâvüz ederek İslâm'ın temeline kanlarını akıtan o seçkin cemaati yargılamaya kalkar ve birini haklı çıkarıp, diğerini tenkit edersek, o hidayet yıldızlarına hiçbir leke süremez, ancak kendi elimizle kendi felâketimizi hazırlamış oluruz
Kaldı ki, o yargıladığımız kimseler, ashâbın ileri gelenleridir
Bir kısmı Cennet'le müjdelenmiştir
Bizim dedikodusunu ettiğimiz o kişileri Kur'an ve Peygamber Efendimiz medh ü senâda bulunmuştur
Bu hususu hiç unutmamalı, ashap arasında çıkan ayrılıklarda mümkün olduğu kadar temkinde bulunmalı, haddimizi bilmemekten büyük ölçüde sakınmalıyız
Şayet, sahabelerin ayrılığı Hakk katında meşrû ve mâkul olmasaydı, elbette bunun için onları engelleyecek bir emir indirilirdi
Nitekim sahabe-i kirâm, Peygamber Efendimizin (sav) yanında yüksek sesle konuştuklarında şu uyarı ayeti indirilmiştir:
"Ey iman edenler! Seslerinizi Resulüllah'ın sesinden yüksek çıkarmayın, 0'nun yanında, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi konuşmayın
Siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider
" (Hucürat, 2)
Hucürât sûresinde, müminlerin sû-i zandan sakınmaları şöyle emredilmektedir:
"Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi?" (Hucürât sûresi, 12)
Cenâb-ı Hak bu ayet-i kerimede bir mümini gıybet etmenin ölü eti yemek kadar çirkin ve mümine yakışmayan bir davranış olduğunu bize haber veriyor
Ya gıybet edilen bu mümin, sahabelerden, hem de onların en ileri gelenlerinden biriyse, artık meselenin tehlikesini siz takdir ediniz
Resulüllah Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde: "Ateş odunu nasıl yer bitirirse, gıybet dahi sâlih amelleri öyle yer bitirir" buyurmakla bizleri bu noktada şiddetle ikaz etmektedir
Hem kendi ahiret hayatımızın selâmeti, hem de İslâm'ın geleceği adına, bu hakikatlere kulak vermemiz lâzım ve elzemdir
Bir mümin diğer bir mümine sû-i zan etmekten men edildiği halde, İslâm'ın temeli, Hz
Peygamberin çalışma ve silâh arkadaşları ve şu andaki bütün Müslümanların hidayetlerinin vesilesi olan sahabe hakkında, hele onların en ileri gelenleri hakkında sû-i zan etmenin ne kadar sorumluluk gerektirdiği açıkça anlaşılabilir
Akıllı ve idrakli insanlar için en selâmetli yol, bu meselede ileri geri konuşmaktan kaçınmaktır
Biraz düşünmekle hemen anlaşılacaktır ki, insanlar bu âleme sahabeler arasındaki problemleri tahlil etmek, bu konuda bir tarafa haklı, diğerine haksız hükmünü vermek için gönderilmemişlerdir
Ve bu hususta bir kanaate sahip olmak, insanın yaratılış gayesi olamaz
İnsan bunun için değil, Allah'a hakkıyla kul olmak için yaratılmıştır
Yâni, dinimiz bizi sahabe ayrılıklarının tahliline değil, kulluğun gereklerini yerine getirmeye dâvet ediyor
Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz, halifesinden neferine kadar aynı rızık ile hayat buldu ve aynı heyecanı paylaştılar
İslâm'ın gelişmesinde, yayılmasında, yücelip gelişmesinde gece gündüz demeyip, gizli ve âşikâre, durmadan çalıştılar
Canlarıyla, kanlarıyla cihat ettiler ve fedakârlıkta erişilmezlere eriştiler
Kur'an aşkı, Peygamber aşkı için aşiretlerine karşı koydular, ailelerini, çocuklarını, mal ve mülklerini feda ettiler
Peygamberimizin nefsini, kendi nefislerine, çoluk çocuklarına, anne ve babalarına tercih ettiler
İslâm binasının temeline kanlarını akıttılar
O günden bugüne, tâ kıyâmete kadar bütün Müslümanların dünyevî ve uhrevî saâdetlerine vesile oldular
Onların hepsine karşı derin bir minnettarlık beslemek, onlara dua ve onları medh ü senâ etmek hepimiz için bir insaf ve vicdan borcudur
Sorularla İslamiyet
İsmet" yani, "ilâhî bir koruma ile günahlardan korunma" sıfatı, ancak peygamberlere mahsustur
Sahabeler, bu sıfatla nitelenmediklerinden onların yüzde yüz hatadan âzâde oldukları söylenemez
Ancak şu var ki, herhangi bir Müslüman hata işlemekle İslâm dairesinden çıkmadığı gibi, bir sahabe de hata işlemekle sahabelik şerefinden çıkmaz
Dört hak mezhebin bütün müçtehitleri, sahabe-i kirâm arasında geçen ayrılıkları şöyle değerlendirmişlerdir: Sahabe-i kirâmın her biri kendi başına birer müçtehittir
Evet, sahabe-i kirâmın her biri İslâm dininin tesisinde birer müçtehittir
Şimdi, insafla düşünelim
Haddimizi tecâvüz ederek İslâm'ın temeline kanlarını akıtan o seçkin cemaati yargılamaya kalkar ve birini haklı çıkarıp, diğerini tenkit edersek, o hidayet yıldızlarına hiçbir leke süremez, ancak kendi elimizle kendi felâketimizi hazırlamış oluruz
Kaldı ki, o yargıladığımız kimseler, ashâbın ileri gelenleridir
Bu hususu hiç unutmamalı, ashap arasında çıkan ayrılıklarda mümkün olduğu kadar temkinde bulunmalı, haddimizi bilmemekten büyük ölçüde sakınmalıyız
Şayet, sahabelerin ayrılığı Hakk katında meşrû ve mâkul olmasaydı, elbette bunun için onları engelleyecek bir emir indirilirdi
"Ey iman edenler! Seslerinizi Resulüllah'ın sesinden yüksek çıkarmayın, 0'nun yanında, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi konuşmayın
Hucürât sûresinde, müminlerin sû-i zandan sakınmaları şöyle emredilmektedir:
"Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi?" (Hucürât sûresi, 12)
Cenâb-ı Hak bu ayet-i kerimede bir mümini gıybet etmenin ölü eti yemek kadar çirkin ve mümine yakışmayan bir davranış olduğunu bize haber veriyor
Resulüllah Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde: "Ateş odunu nasıl yer bitirirse, gıybet dahi sâlih amelleri öyle yer bitirir" buyurmakla bizleri bu noktada şiddetle ikaz etmektedir
Hem kendi ahiret hayatımızın selâmeti, hem de İslâm'ın geleceği adına, bu hakikatlere kulak vermemiz lâzım ve elzemdir
Akıllı ve idrakli insanlar için en selâmetli yol, bu meselede ileri geri konuşmaktan kaçınmaktır
Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz, halifesinden neferine kadar aynı rızık ile hayat buldu ve aynı heyecanı paylaştılar
O günden bugüne, tâ kıyâmete kadar bütün Müslümanların dünyevî ve uhrevî saâdetlerine vesile oldular
Sorularla İslamiyet