Nil'i ırmağına,Leyli'yi çölüne.emaneti yerine

MURATS44

Özel Üye
Nil’i ırmağına Leylî’yi çölüne. Emaneti yerli yerine.

Bileğimdeki yaşam bağı kopmak üzere. Saçlarımın arası kum sızısı, ağzım dilim, gözüm kulağım kum dolu. Yeni yeni anladım bir ırmakta akıyorum zannederken çöl olduğumu. Doğruymuş dara düşenin kendisini çöllere vurduğu ve çölün, ismine açılan yepyeni bir defterde durduğu.

Lâkin aldanmamak lâzım çöl ile başlayan hikâyelere. Çünkü çölden ancak çok derin bir hikâyesi olanlar geçebilir. O hikâye de bir ırmağın güzergâhı takip edilerek yazılabilir. Bu kum fırtınasından ancak ırmak istikametinde çıkılabilir.

Öyleyse bir yaklaşıp bir uzaklaştığını ırmağın ama yönünde hep sabit kaldığını, hep yeşil hep mavi hep derin hep dingin aktığını. Kaç kıvrım kaç vaha kaç yeşil kaç mavi? En kimsesiz halini, en uzak zamanlardan getirdiği uğultuyu, şelâleyi. Uzaktan görmekle olmaz yanına varmak lâzım. Bir haliyle eksik kalır her halini görmek lâzım. Bir kere üç kere beş kere yetmez orada ölmek lâzım. Ne yapılır bunca güzellik? Ben hâlâ öğrenemedim. Yeni bir dil yeni bir gök yeni bir kalp lâzım.

En kadim olanı ırmakların, bir eşi de göklerde akan en cennetliği gözümün önünden geçerken şimdi. Ben duruyorum akıyor vahalar günler; kavi bir düğümle birbirine bağlı lotuslar, papirüsler; yarı beline kadar suya gömülmüş can veren palmiyeler hurmalar. Bitmeyen piramitler. Bitse de yıkılıp gidenler. Ya da başı göklerde zamana direnenler. Nehir, yatağını değiştirdiği için, ölüler yakasından diriler tarafına düşen mezarlar. Yansımasını suda bırakarak yüzünü dağa dönen tapınaklar. Nehre yakın kurulmuş buhurdan saraylar.

Her şey vakitle vaki. Zamanında ancak ayrıcalıklı olanların görebildiği onca karanlık mekân şimdi güneş altında sereserpe ve her güzellik gibi yanılgıyla iç içe. Unutulmuş hiyerogliflere tasallut eden zalim firavunlar bu nehrin kıyısında saltanat etti. Kendine kurulmuş bir masal dünyasında her şeyin inkârcısı. Dört kendine tapıcı. Tapan da kendi tapılan da kendisi. Bu nehrin kıyısında en zalimlerinin özel ismi bir cins ismine dönüşerek bütün firavunları töhmet altında bıraktı. Oysa içlerinde, savaşmayı bilmeden kendini savaşın tam ortasında buluveren masum ve kırılgan olanlar da vardı.

Bu nehir bir peygamberin sazdan beşiğini durgunluğunda yüzdürecek kadar cennet emrinden nasipli. Kuyusunda müjde zindanında kurtuluş. Ruhu yüce Yûsuf bu topraklarda bir tarafı bir peygamber bir tarafı etten kemikten âdemoğlu âdemdi. Musa’nın âsâsı bu nehrin kıyısında şimdi saltanatının yerinde yeller esen bir sarayda büyücülerin yılanlarıyla baş etti. Nil’in tek Tanrılı firavunu bu ırmağın kıyısında döktü ağzından kelimelerini: “Ey biricik Tanrı”. Eşhedü. Kendisini bildi.

En güzel en derin en mavi en yeşil nehrin üzerindeyim şimdi. Taştan değil gemim savrulmuyorum. Sazdan bir sal üzerinde ışıklar içinde yüzüyorum. Dilim tutulmuş çoktan, yalnızca seyrediyorum. Binlerce yıl kum altında kalmış ol sebepten bozulmamış onca duvar resmi arasında benim de bıraktığım bir resim olmalı, onu arıyorum. Rüyası görülmüş, tabiri birkaç kez yanılmalı olsa da nihayette yapılmış. Şimdi geriye gerçekleşmesi kalmış. O rüyayı görene bu hatıra verilmez mi? Kim bulabilir bundan böyle beni?

Ey seyrederken seyredildiğini de bilen mavi göz. Söyle nehir, sen de beni gördün mü? Hani, bütün makyajlarımdan sıyrılmış bütün süslerimden arınmışım. Arıt beni sadeleştir, yeter ki beni bağışla. En derin taşkınının yaptığı felâkete hazırlıklıyım.

Gecesi gündüzü, uykusu uykusuzluğu birbirine karışmış. Hayali gerçeğinden, yansıması ırmağından çoğalmış. Sağım çöl solum vaha. Sol tarafta portakal ağaçları sağ tarafta kum fırtınası. Kaybolmuşum hurmalıktan göklere doğru yükselen sabah buğusunda. Ne yana baksam resim, her cihet cezbe kapısı. Ey nehir, seni de gördükten sonra görülecek ne kaldı?

Akıyor nehir. Ama artık daha ileri gitmesek de olur. Hani, güzelliğin sonu yok, sonrasında hep aklımız kalır ya. Bu kez öyle değil işte. İlk kez: Bu kadarı kâfi. Daha fazlası olsa da fark etmez olmasa da fark etmez. O kadar güzel ki.
 
Üst Alt