14- Müslimânların iki gözbebeği önsöz

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini sayarken (Hükm etmekde en üstünümüz Alîdir) demişdir. Fekat, bu üstünlüğü, Şeyhaynden önce halîfe olmasına sebeb göstermek doğru olamaz. Çünki, hazret-i Ebû Bekr halîfe olunca, arabları mürted olmakdan vazgeçirmek için neler hükm etdi ise, hepsi fâideli oldu. Îrâna ve Rumlarla yapılan cihâdlarda hazret-i Ömerin düşünceleri ve emrleri hep zafer sağladı. Hazret-i Alî halîfe iken, yapdıkları zararlı oldu. Meşveret edilenlerin re’ylerini beğenmezdi. Abdüllah ibni Abbâs bunu açıkca bildiriyor. Hazret-i Osmân şehîd edilince, hazret-i Alîye, oğlu hazret-i Hasenin söyledikleri, kitâblarda yazılıdır. Re’yin, ictihâdın doğru olması demek, fâideli sonuçlar getirmesi demekdir. Bu da, yalnız Şeyhaynın re’y ve ictihâdlarında tâm olarak hâsıl olmuşdur.

Süâl 9: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Allahü teâlânın emrlerinin yapılması için ençok uğraşan değil midir?
Cevâb 9: Allahü teâlânın emrlerinin yapılması ve islâmiyyetin yayılması için Şeyhaynın da, hazret-i Alînin de “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” var kuvvetle çalışdıkları şübhesizdir “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Fekat, nass ile açıkca bildirilmemiş işlerde acele etmemek, meşveret etmek, icmâ’ elde etmek lâzımdır. Böyle yerlerde acele etmek hatâdır. Had cezâlarında böyle yapılmazsa, fitne uyanır. Şeyhayn, her emrlerinde, Resûlullahın bu sünnetini gözetirlerdi. Bunu, Ömer bin Abdül’azîz çok güzel haber vermekdedir. Hazret-i Alî böyle yapmadı. Hattâ bir gece, Mugîre bin Şu’be ile konuşurken, (Anlaşmazlık ve fitne korkusu olunca, zânîyi hemen recm ederim) demiş, Mugîre de, o gece kaçarak, hazret-i Mu’âviyenin yanına gitmişdir. Denilebilir ki, hazret-i Alî zemânındaki karışıklıklara kısmen acelesi sebeb olmuşdur. Hazret-i Alîde sekr ve acele çokdu. Şeyhaynde ise, Sahv, teennî ve uzağı görmek çokdu. Böyle olduğunu, Abdüllah ibni Abbâs, açık olarak bildirmiş, (Hazret-i Ömer, ileriyi görür, yavaş hareket ederdi. Hazret-i Alî, istediğini hemen yapabilecek sanır, harekete geçerdi. Çoğu yapılamazdı) demişdir.
Süâl 10: Kur’ân-ı kerîmi en iyi ezberliyen hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” değil midir?
Cevâb 10: Kur’ân-ı kerîmi ezberlemek şerefi, yalnız hazret-i Alîye mahsûs değildir. Şeyhayn ve Zinnûreyn ve Abdüllah ibni Mes’ûd ve Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” da, Kur’ân-ı kerîmin hepsini ezberlemişlerdi. Şeyhayn halîfe iken, Cum’a ve beş vakt nemâzı kıldırırlardı. Sabâh nemâzında Bekara ve Yûsüf gibi uzun sûreleri okurlardı. Hazret-i Alî ve diğer hâfızlar, cemâ’at arasında idiler. Hiçbir nemâzda yanlış okundu dedikleri işitilmemişdir.




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu nemâzlar, cemâ’atin hıfzlarının kuvvetlenmesine yardım etdi.
Süâl 11: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” gaybden haber verirdi ve düâları kabûl olurdu.

Cevâb 11: Gaybden haber vermek ve düânın kabûl olması, hazret-i Alîde de, Şeyhaynde de çok görüldü. Şeyhaynın bu kerâmetleri, sahîh haberlerle bizlere geldi. Hazret-i Alînin kerâmetlerini bildirenler arasında yalancıların bulunduğunu hazret-i Alî de bildirmiş, çoğunu yanından kovmuşdur. Birbirlerinin kötülüklerini de bildirmişlerdir. Buhârîde diyor ki, Şeyhaynın düâsı ile yinilen yemek azalmazdı, artardı. Yine Buhârîde diyor ki, hazret-i Ömerin, böyle olacağını zan ederim dediği şeyler, hep zan etdiği gibi olmuşdur. Hazret-i Ömerin, Îrânda harb eden askerini Medînede hutbe okurken görerek, kumandanları Sâriyyeye (Dağ tarafına dikkat et!) dediği meşhûrdur. Hazret-i Ömerin, öldürüleceğinden birkaç gün önce, öleceğini haber verdiği, imâm-ı Ahmedin (Müsned) kitâbında yazılıdır. Hazret-i Ebû Bekrin îmân edeceği ve öleceği zemân gördüğü rü’yâlar sahîh kitâblarda yazılıdır. Nil nehrinin hazret-i Ömerin mektûbuna uyarak akışını değişdirdiği bildirilmişdir. Böyle dahâ nice kerâmetleri bildirilmişdir. Böyle olmakla berâber, Eshâb-ı kirâmın yüksek dereceleri, kerâmet derecesinden dahâ üstündü. Hilâfet makâmında kerâmetin az olması lâzım olduğunu (Füsus) kitâbı, Süleymân aleyhisselâmın mu’cizesini anlatırken bildirmekdedir.
Süâl 12: Hazret-i Alî Resûlullahın yakın akrabâsı ve âhıret kardeşi idi. Bundan dahâ büyük şeref olur mu?
Cevâb 12: Evet, hazret-i Alî, Resûlullahın çok yakın akrabâsıdır. Buna kimsenin bir diyeceği yokdur. Şeyhayn de, Kureyş kabîlesindendir ve kızları, Resûlullaha zevce olmakla şereflenmişdir. Fekat bu yakınlıklar, en üstün olmağa sebeb olamaz. Akrabânın birbirinden yakın olduklarını bildiren âyet-i kerîme, mîrâs için gelmişdir. Halîfelikle, hâkimlikle ve imâmlıkla ilgisi yokdur. Eğer halîfelik akrabâlıkla olsaydı, hazret-i Alînin değil, hazret-i Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” halîfe seçilmesi lâzım gelirdi. Kralların, diktatörlerin âdetleri buna sened olamaz. Halîfeliğin mîrâs gibi, babadan oğula kalmayıp, kâbiliyyeti, liyâkati olanın seçilmesi, Tevrâtda da bildirilmişdi. Allahü teâlâ, hazret-i Mûsâdan sonra, Yûşâ’ aleyhisselâmı Peygamber yapdı. Hârûn aleyhisselâmın oğullarını yapmadı. İslâmiyyetde de halîfenin Kureyş kabîlesinden olacağı bildirildi. Bu kabîlenin hangi kolundan olacağı bildirilmedi. Bu kabîleden olup hilâfetin dokuz şartı kendinde bulunan kimsenin halîfe olmağa hakkı olur.




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Fekat halîfe olmak için, sözbirliği ile seçilmek veyâ önceki halîfenin vasıyyet etmesi veyâ güç ile, darbe ile ele geçirilmiş olması lâzımdır. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ”, hilâfetin şartlarına mâlik idi ve sözbirliği ile seçildiler.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” için, (Kardeşimdir ve yakın arkadaşımdır) buyurdu. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” için de, (Kardeşim bana da düâ et!) buyurdu. Âhıret kardeşi yalnız Alî “radıyallahü teâlâ anh” oldu ise de, bunun halîfelikle bir ilgisi yokdur. Eshâbını birbirleri ile kardeş yaparken, hazret-i Alî ağlıyarak geldi. (Eshâbını birbirleri ile kardeş yapdın. Beni kimse ile kardeş yapmadın) diyerek üzüldüğünü bildirdi. Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem”, onun hâline acıyarak, (Sen benim dünyâda ve âhıretde kardeşimsin!) buyurdu. Benî Neccârın reîsi Es’ad bin Zerâre ölünce, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanına gelip, bize bir reîs ta’yîn et dediklerinde, (Siz benim kardeşlerimsiniz! Sizin başkanınız ben olayım!) buyurdu. Bu kardeşlik, onların Şeyhaynden dahâ üstün olduklarını göstermez.
Süâl 13: Her müslimânın hazret-i Alîyi sevmesi, Şûrâ sûresinin yirmiüçüncü âyetinde emr olundu.
Cevâb 13: Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Sizden karşılık olarak, yalnız akrabâmı sevmenizi istiyorum) buyuruldu. (Alîyi sevmek, îmânın alâmetidir. Ona düşmanlık, münâfıklık alâmetidir) ve (Seninle harb edenle harb ederim. Seninle sulh eden ile de sulh ederim) hadîs-i şerîfleri de böyledir. Evet, Ehl-i beyti sevmek ve saymak ve Resûlullahın zevcelerine saygı göstermek, her müslimâna vâcibdir. Hazret-i Abbâs “radıyallahü teâlâ anh” da buna dâhildir. Hadîs-i şerîfde, (Amcamı inciten, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Ensârı sevmek, îmân alâmetidir, Ensâra düşmanlık etmek, münâfıklık alâmetidir) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın hepsi için de, (Eshâbımı seven, beni sevdiği için sever. Eshâbıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitmiş olur) buyuruldu.
Süâl 14: Hazret-i Alîye yardım etmek her müslimâna vâcibdir. (Tahrîm) sûresi bunu gösteriyor.
Cevâb 14: Evet, (Tahrîm) sûresinin dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Sâlih mü’minler Ona yardımcıdır) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, sâlih mü’minlerin hazret-i Alîye yardımcı olduklarını değil, Resûlullaha yardımcı olduklarını bildirmekdedir. Sâlih mü’minlerin de, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer olduğunu, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildirmişlerdir. Bu âyet-i kerîme, Şeyhaynın şânlarını göstermekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Süâl 15: Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Alînin Peygamberlere müsâvî olduğunu bildirdi.

Cevâb 15: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” yalnız hazret-i Alîyi değil, başka Sahâbîleri de Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” benzetmişdir. Bununla, o Peygamberin üstün sıfatlarından birinin onda da bulunduğunu haber vermişdir. Böylece, Ebû Zerin zühdünü Îsâ aleyhisselâma ve Ebû Bekrin merhametini de Îsâ aleyhisselâma ve Ömerin şiddetini, Nûh aleyhisselâma ve Ebû Mûsel-eş’arînin güzel okumasını, Dâvüd aleyhisselâma benzetmişdir.
Süâl 16: Kuş kebâbı olayı, Allahü teâlânın Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” çok sevdiğini göstermiyor mu?
Cevâb 16: Resûlullahın yanında kuş kebâbı vardı. (Yâ Rabbî, sevdiğin kullarından birini gönder. Bu kuşu onunla berâber yiyelim!) buyurdu. Hazret-i Alî geldi. Birlikde yidiler. Bu haber, elbet doğrudur. Hazret-i Alî, elbet Allahü teâlânın sevgili kullarından biridir. Fekat, bu müjde yalnız ona gelmiş değildir. Hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere de böyle müjde verilmişdir. (Allahü teâlâ, Ebû Bekre yalnız tecellî eder. Başkalarının hepsine birden tecellî eder) ve (Ömerden dahâ hayrlı bir kimse üzerine güneş doğmamışdır) hadîs-i şerîfleri meşhûrdur.
Süâl 17: (Benim yanımdaki yerin, Mûsânın yanında Hârûnun yeri gibidir) hadîs-i şerîfi de, onun halîfe olacağını göstermiyor mu?
Cevâb 17: (Tecrîd) kitâbı bunu yazarken, Tebük gazâsındaki (Sen, benim yanımda, Mûsâ yanındaki Hârûn gibisin! Fekat, benden sonra Peygamber yokdur!) hadîs-i şerîfine işâret etmekdedir. Bu hadîs-i şerîfdeki (Benden sonra), (Benden başka) demekdir.
Kur’ân-ı kerîmde, Câsiye sûresinin yirmiikinci âyetinde de, böyle demekdedir. Çünki, Hârûn aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yaşamadı. Dahâ önce öldü.
Bu hadîs-i şerîf, Tebük gazvesine giderken, Medînede, Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” kendi yerine bırakdığı için söylendi. Çünki, hazret-i Mûsâ da, Tûr dağına giderken, yerine Hârûn aleyhisselâmı vekîl bırakmışdı. Bu hadîs-i şerîf, hazret-i Alî için büyük şerefdir ve çok üstünlükdür. Fekat Şeyhaynden “radıyallahü teâlâ anhümâ” dahâ üstün olduğunu göstermez.

Süâl 18: Hazret-i Alînin Resûlullahın halîfesi olduğu, (Gadîr-i Hum)daki hadîs-i şerîfde bildirilmedi mi?
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevâb 18: (Gadîr-i Hum) hadîsine gelince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alîyi Yemene hâkim [Vâlî] yapmışdı. Beyt-ül-mâlde olan bir câriyeyi hazret-i Alî kullandı. Bu hareketi, dedi-kodu hâlini aldı. Bu dedi-kodu Resûlullahın mubârek kulağına kadar geldi. Fitneyi önlemek için, hazret-i Alîyi sevmeği emr buyurdu. (Kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır) buyurdu ki, (Beni seven, Alîyi de sevsin) demekdir. Mevlâ kelimesi, Kur’ân-ı kerîmin birçok âyetinde vardır. Sevilen kimse ma’nâsı verilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, (Allaha inanan, müsâfirine ikrâm etsin!) hadîs-i şerîfi gibidir. Bu hadîs-i şerîf, yalnız hazret-i Alî için değildir. Hazret-i Hasen için, (Yâ Rabbî! Onu seviyorum. Onu sen de sev! Onu sevenleri de sev!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke ile Medîne arasında bulunan (Gadîr-i Hum) ismindeki yere gelince, hazret-i Alînin elini tutup, (Kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır! Yâ Rabbî, onu seveni sev! Onu sevmiyeni sevme!) buyurdu. Sonra, hazret-i Ömer, hazret-i Alînin yanına gelip, (Ne mutlu sana yâ Alî! Bütün mü’minlerin sevgilisi oldun) dedi. (Müslim) kitâbında, Zeyd bin Erkam diyor ki, (Gadîr-i Hum) denilen su başında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbe okudu. (Ben de insanım. Birgün ecelim gelecek. Size Allahın kitâbını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum. Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği yola sarılınız! Ehl-i beytimin kıymetini biliniz!) buyurdu. (Tirmüzî) de, İmrân bin Hasîn diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bizi hazret-i Alînin emrinde cihâda gönderdi. Hazret-i Alî, esîr denilen câriyelerden birini kendine aldı. Dört kişi, bunu Resûlullaha söylediler. Resûlullah çok üzüldü. (Alîden ne istiyorsunuz? Alî bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra, O her mü’minin velîsidir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, Ehl-i beyti sevmeği emr etmekdedir. Mevlâ, velî, sevilen kimse demekdir. Zeyd bin Erkam, (Tirmüzî) de bildiriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, benden sonra doğru yolda kalırsınız. Biri, ötekinden dahâ büyükdür. Bu, Allahın kitâbıdır. İkincisi, Ehl-i beytimdir. Havz başında bana kavuşuncaya kadar, ikisi birbirinden ayrılmaz!). Birbirinden ayrılmaz demek, Kur’ân-ı kerîme sarılan kimsenin, Ehl-i beyti sevmesi lâzımdır demekdir. Ehl-i beyte yapışmak, onları sevmekdir. Kur’ân-ı kerîme uymak sevâb olduğu gibi, Ehl-i beyti sevmenin de böyle sevâb olduğunu bildirmekdedir. Bu hadîs-i şerîflerin hiçbiri, hazret-i Alînin halîfe, imâm olacağını göstermiyor. Bu hadîs-i şerîfleri ileri sürerek, Ehl-i sünneti kötülemek, müslimânlar arasında bölücülük yapmak, pek haksız ve çok yanlışdır. Cenâb-ı Hak, hepimize Ehl-i beyti ve Eshâb-ı kirâmın hepsini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sevmek nasîb eylesin! Âmîn!
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Süâl 19: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, îmân etmeden önce küfr üzere bir an yaşamadı.

Cevâb 19: Îmân etmeden önce, küfr üzere olmamak üstünlük olsaydı, sonra gelen müslimânların hepsinin, Eshâb-ı kirâmdan dahâ üstün olmaları lâzım gelirdi. Hadîs-i şerîfde (Îmân edenin geçmiş suçlarının hepsi afv olur) buyuruldu.
Süâl 20: Hazret-i Alî islâmiyyete pekçok hizmet etdi.
Cevâb 20: İslâmiyyete çok hizmet edenin Şeyhayn olduğu güneş gibi meydândadır. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi cem’eden, Şeyhayndır. Hadîs-i şerîfleri rivâyet etmek çığrını açan, din bilgilerini, kısmlara ayıran, Arabistânı feth eden, İslâmiyyeti Rum ve Îrân topraklarına yerleşdiren Şeyhayndır. Yer yüzündeki müslimânların çoğu, Mâlikî, Hanefî ve Şâfi’î mezhebindedir. Bu mezheblerin temel bilgileri, hazret-i Ömerin elde etdiği icmâ’ mes’eleleridir. Bu mezheblerde hazret-i Alîden gelen bilgiler pek azdır. Hazret-i Alî zemânında hiç kâfir memleketi feth edilmedi. Müslimânlar arasında birlik ve huzûr sağlanamadı. Bu ümmetin Şeyhaynden istifâdesi, hazret-i Alîden olan istifâdesinden çok fazladır. Çığır açanların sevâbı, bunlara uyanların çokluğu kadar çok olur. (Ehl-i sünnet) olan müslimânların hepsi, Şeyhaynın gösterdikleri yoldadır. Yer yüzündeki müslimânların çoğu, Ehl-i sünnetdir. Hazret-i Alîyi seviyorum diyenlerden üç sapık fırka meydâna geldi. Üçü de islâmiyyeti parçalamak için çalışdılar. Allahü teâlâ merhamet etmeseydi, islâmiyyeti yok edeceklerdi. Bunlardan biri (İmâmiyye) fırkasıdır. Bunlara göre, Kur’ân-ı kerîmi toplıyanlar, sağlam kimseler değilmiş. Çünki, İmâmiyye fırkasında olanlar, Eshâb-ı kirâma ve meşhûr yedi kırâet imâmına inanmıyor. Onların inandıkları oniki imâmdan gelen bir haber de yokdur. Merfû’ hadîsler de bildirmedikleri için, güvenecekleri bir hadîs kitâbları da yok. (Zeydiyye) fırkası da, hadîs-i şerîflerden alınmış olan din bilgilerinin çoğuna inanmıyorlar. İslâm târîhinde kanlı ayrılıklara sebeb oldular. (İsmâ’îliyye) kısmı ise, hepsinden dahâ kötüdür. Tâm islâm düşmanıdırlar. Müslimânların îmânlarında ve amellerinde sayısız bozuk bid’atleri, hep bu üç fırka ortaya çıkardı. Evet, bunların kötülükleri, hazret-i Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” lekelemez. Bunun gibi, Yezîdin ve Emevî hâkimlerinin kötülükleri de, hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü teâlâ anh” lekelemez. Zulmleri, günâhları kendilerinedir. Hazret-i Alîye bunlardan hiçbir sevâb gelmemekdedir. Hâlbuki, yer yüzündeki Ehl-i sünnetin sevâblarından, kıyâmete kadar hergün, Şeyhayne sayısız sevâb hâsıl olmakdadır.

Süâl 21: Hazret-i Alînin bedeni de, rûhu da kâmil idi. Bunun için de Şeyhaynden dahâ üstündür.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevâb 21: Bedenî ve rûhî üstünlüğe cevâb vermeden önce, (Mevâkıf şerhi) yazısını da bildirmek, hepsini birlikde cevâblandırmak uygun görüldü. (Mevâkıf) diyor ki, (Üstünlüğe sebeb olan yükseklikler, hazret-i Alîde toplanmışdır. Hazret-i Alî, Eshâbın en âlimi idi. Resûlullahın yanında büyüdü. Ona dâmâd oldu. Çok zekî idi. Resûlullahdan, onun öğrendiğini, başkaları öğrenemedi. Hazret-i Ebû Bekr ise, büyük yaşda [otuzsekiz yaşında] îmâna geldi. Resûlullah ile hergün bir kerre görüşürdü. Hazret-i Alînin zühdünü bilmiyen yokdur. İhsânı da çokdu. Nemâzda bile yüzüğünü sadaka verdi. Bunun için, âyet-i kerîme ile övüldü. Nezr orucu tutduğu gün iftâr edeceği zemân, yemeğin hepsini, gelen fakîre, yetîme ve esîre verdi. Bunun için de, âyet-i kerîme ile medh edildi. Hazret-i Alînin gazvelerdeki şecâ’ati, kahramanlığı da, herkesden çokdu. Hendek gazvesinde, (Alînin bir kılınç vurması, bütün ins ve cinnin ibâdetlerinden dahâ kıymetlidir) hadîs-i şerîfi ile övüldü. Hayberde ve başka gazvelerdeki kahramanlıkları ve medh olunmaları da meşhûrdur. Güzel ahlâkı da, o kadar meşhûr olmuşdur. Kuvveti de çokdu. Hayber kal’asının kapısını kopardı. Bu kapıyı adalemin kuvveti ile değil, Allahü teâlânın verdiği başka kuvvetle kopardım dedi. Hazret-i Alî, soy ile ve nikâh ile Resûlullaha çok yakındı. Abbâs, yalnız babadan Abdüllahın kardeşi idi. Ebû Tâlib ise, anadan ve babadan kardeşi idi. Hazret-i Alî, kadınların en üstününün zevci idi. Cennet gençlerinin en üstünü olan Hasen ve Hüseynin babaları idi).

Cevâb olarak deriz ki, hazret-i Alî “radıyallahü anh”, elbet bu üstünlüklerin sâhibidir. Bütün müslimânların buna inanmaları ve onu çok sevmeleri lâzımdır. Fekat, halîfe olmak için, başka üstünlükler de vardır. Çeşidli mesleklerde, çeşidli san’atlarda en üstün olmak için aranılan üstünlük, başka başkadır. Âlimlerin en üstünü olmak için, soya, sûrete, mala bakılmaz. Bunlara bakılsaydı, Ebû Hanîfenin, Şâfi’înin, Mâlikin ve Ahmed bin Hanbelin talebeleri arasında, kendilerinden dahâ üstünleri bulunurdu. Askerlikde en üstün olmak için, tıb ilmi, güzel yazı, şi’r yazmak gibi üstünlüklere bakılmaz. Peygamberlere halîfe olmak için aranılan üstünlük, peygamberlik vazîfesini yapmak için, Peygamberlere verilmiş olan üstünlüklere benziyen üstünlüklerdir. Bunun içindir ki, Âlimler, Velîler ve Emr-i ma’rûf ve Nehy-i münker ve cihâd yaparak dînin yayılmasına çalışanlar, kendilerinden dahâ kuvvetli olan sporculardan ve tüccârlardan ve hesâb uzmanlarından dahâ kıymetli, dahâ üstündürler. Bunun için, halîfe seçilmekde, Resûlullahın ehemmiyyet verdiği ilmde, ahlâkda ve işlerde en üstün olmak lâzımdır. Hattâ, bu üçü arasında, işe dahâ çok bakılır. Çünki, ümmet arasında, istidlâl ederek [araşdırarak] veyâ ilhâm olunarak, yeni bilgilere kavuşanlar bulunabilir.




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Fekat, bu bilgiler, Peygamberin ilmi kadar kıymetli olmaz. Peygamberlik ilmi, islâmiyyeti yaymağa, bunlardan ahkâm çıkarmağa, bunları açıklamağa, şübheye düşülenler arasında, sağlamını seçmeğe, sözbirliği elde etmeğe yarıyan ilmdir. Üstün olan iş ise, ümmet arasında râhat, düzen ve huzûr sağlıyan işdir. Dört halîfenin zemânları iyi incelenirse, hazret-i Alînin, peygamberlik bilgilerinde ve işlerinde Şeyhaynden dahâ üstün olduğu aslâ görülemez. Hazret-i Alînin ilmi, çabuk cevâb vermekde üstün olduğu gibi, Şeyhaynın ilmleri de, sabr ve araşdırarak, sözbirliği yaparak cevâb vermekde dahâ üstündür. Hazret-i Alînin zühdü çok olduğu gibi, Şeyhaynın zühdü de çokdu. Şeyhaynın kerem ve ihsânları, hazret-i Alînin ihsânından kat-kat çokdu. Nemâzda yüzüğünü vermesi ve iftârlığını vermesi de sağlam olarak bildirilmiş değildir. Sağlam dersek de, hazret-i Ebû Bekrin sadakaları ve ihsânları ve âyet-i kerîmelerle medh olunmaları yanında dahâ üstün olmadığı meydândadır. Hazret-i Alînin bilek kuvveti üstün ise de, Şeyhaynın mürtedlerle, Îrân ve Rum devletlerine meydân okumalarındaki kuvvetleri dahâ üstündür. Şeyhaynın bütün ümmeti râzı etmeleri ve geçimsizlikleri gidermekdeki güzel ahlâkı, katkat dahâ çokdu. Hazret-i Alî, soydan çok yakın ise de, Şeyhayn kabrde, mahşerde ve Cennete giderlerken, Resûlullaha dahâ yakındırlar. Hazret-i Alî, hazret-i Fâtımanın zevci olmakla şereflendiği gibi, hazret-i Ebû Bekr de, Resûlullahın sevgili zevcesi ve Cennetdeki arkadaşı olan hazret-i Âişenin babası olmakla şereflenmişdir. Kur’ân-ı kerîmde on âyet, hazret-i Âişeyi medh etmekdedir. Fıkh ilminin dörtde biri ondan öğrenilmişdir. Hazret-i Ömerin kızı hazret-i Hafsa da, Resûlullahın dünyâda ve Cennetde zevcesidir ve Cebrâîl aleyhisselâm, onu (çok nemâz kılıcı ve çok oruç tutucu) diye övmüşdür. Hazret-i Alînin çocukları arasında, insanların en iyileri bulunduğu gibi, islâmiyyete çok zarar verenleri de vardır. (İsmâ’îliyye), (Zeydiyye) ve (İmâmiyye) sapık fırkaları, onun çocuklarından hâsıl oldu. Etrâfına câhilleri toplıyarak, sayısız müslimânı yoldan çıkaran yüze yakın torununun kanlı mâcerâları, târîh kitâblarında uzun yazılıdır. Şeyhaynın çocukları arasında böyle din yıkıcıları hiç görülmedi. Abdüllah bin Ömer, hazret-i Âişe, Sâlim, Kâsım ve Ubeydüllah bin Ömer Ömerî ve başka evlâdları, insanları hidâyete, se’âdete kavuşdurdular. Oniki imâmdan sonra gelen Şihâbüddîn-i Sühreverdî ve Fahrüddîn-i Sühreverdî gibi tesavvufcular ve Fahrüddîn-i Râzî Veliyüddîn gibi kitâb sâhibleri, hep Şeyhaynın evlâdlarından feyz alarak hidâyete kavuşdular. Bir insanın anasının ve babasının Hâşimî olması veyâ çocuklarının çok olması, en üstün olmağa sebeb olsaydı, hazret-i Alînin Resûlullahdan [hâşâ] dahâ üstün olması lâzım gelirdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Bu üstünlüklerin, peygamberlik derecesi yanında te’sîrleri olmaz. Başkalarından dahâ üstün olmağa te’sîri olur) denirse, bu üstünlüklerin, peygamberliğe te’sîri olmadığı gibi, peygamberlik sıfatlarında Peygambere benzemeğe de te’sîri olmıyacağı meydândadır. Evet, bunlardan başkasının üstünlüğüne te’sîr eder. Bunun için de, hazret-i Alî, kendi hilâfeti zemânında bulunan Eshâb-ı kirâmın hepsinden dahâ üstündür. Ehl-i sünnet âlimleri böyle inanmakdadır. Buraya kadar yazılanlar, Nasîrüddîn-i Tûsînin (Tecrîd) kitâbına cevâbdır.

Süâl 22: Halîfe olmak için, efdal olmak, dahâ üstün olmak lâzımdır sözü, nasıl doğru olabilir? Hazret-i Alî dahâ üstün olduğu hâlde, Resûlullah ile gazâ yaparken, Kureyşlilerin babalarını, arkadaşlarını öldürdüğü için ve dîne da’vet ederken kimsenin gözyaşına bakmadığı için ve cezâ vermekde acele etdiği için, câhiller onun emrine girmek istemez. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, rûh hastalıklarının mütehassısı olduğundan, bu sebeble başkalarını halîfe yapmış olabilir.
Cevâb 22: Milletleri islâh etmek, râhata ve huzûra kavuşdurmak için, Allahü teâlâ Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndermişdir. Peygamberin de, peygamberlik sıfatlarında en üstün olanı halîfe seçmesi lâzımdır. Başkasını seçerse, sefâhet ve zulm yapmış olur. Kureyşliler, babalarını, arkadaşlarını öldürenlerin emrine girmek istemezlerdi demek yanlışdır. Doğru olsaydı, hazret-i Alîden dahâ ziyâde Resûlullahı istemezlerdi. Çünki, değil hazret-i Alînin, bütün Eshâbın gazâlarda Kureyşlileri öldürmeleri, hep Resûlullahın emri ile oldu. Hâlbuki, îmân edenleri, Resûlullahı canlarından çok sevdiler.
Süâl 23: Resûlullaha yardım etmek ve islâmiyyeti yaymak ve Arabistânda, Acem ve Rum memleketlerinde cihâd etmek ve Kur’ân-ı kerîmi toplamak ve memleketler almak, müslimânlara yardım etmek, peygamberlik sıfatlarıdır diyerek, Şeyhaynı dahâ üstün bilmek, çeşidli sorulara sebeb olur. Şöyle ki, (Şerh-ı mevâkıf) ve (Şerh-i akâid) gibi, Ehl-i sünnetin en kıymetli kitâblarında, üstünlük sevâbın çok olmasıdır diyor. Yukarıda bildirilen üstünlük, bu kitâbların sözbirliğini değişdirmek olmaz mı? Sonra, o ta’rîfe göre, kâfir memleketlerini ele geçiren hazret-i Mu’âviye ve başka kumandanların, hazret-i Alîden dahâ üstün olmaları lâzım gelmez mi? Üçüncü olarak deriz ki, o üstünlükler, sonradan ele geçen şeylerdir. İnsanın kendinde bulunan üstünlüklerle birlikde bulunurlarsa, dahâ üstün olur. Hem de, hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, bu dîni, fâcir [kâfir] kimse ile de kuvvetlendirir) buyuruldu. Ayrıca deriz ki, kendilerine yalnız bir iki kişi inanmış olan Peygamberler vardı.




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu ise, memleketler ele geçirmenin, dîni yaymanın, peygamberlik sıfatları olmıyacağını gösteriyor. Yok eğer bizim Peygamberimize benzemek düşünülüyor ise, Peygamberler, birbirlerine elbet benziyorlardı. Demek ki, Peygamberimize benzemek başka sıfatlarda benzemek imiş! Sonra, memleketleri almak, dahâ üstün olmağı gösterseydi, hazret-i Ömerin, hazret-i Ebû Bekrden dahâ üstün olması lâzım olurdu. Peygamberimizin zemânında yapılan gazvelerde, hazret-i Alînin hizmeti, hepsinden dahâ çokdu. Peygamberimizden sonra yapılacak fethler ve hizmetler de, ilk halîfe seçilirken bilinmiyordu. O hâlde, hazret-i Ebû Bekrin dahâ üstün olduğu ve halîfe seçilmesinin, sözbirliği ile olduğu nasıl kabûl olunabilir?

Cevâb 23: Bu şübheler, sözümüzün iyi anlaşılmadığını göstermekdedir. Üstünlük, yalnız dîni yaymak, cihâd etmek, memleketler ele geçirmek ve Kur’ân-ı kerîmi cem’etmekdir demedik. Bunlar, üstünlüğe sebeb olan iyiliklerden birkaçıdır. Bu sebebleri üçe ayırabiliriz. Birincisi, Peygamberlik sıfatlarına benzemekdir. Resûlullaha yardımda üstün olmakdır. Resûlullahdan sonra, Onun vazîfelerini temâmlamakdır. Ehl-i sünnet âlimleri, vazîfe taksîmi yapdı. Biri, hadîs-i şerîf bilgilerini, ikincisi kelâm [i’tikâd] bilgilerini yaydı. Ehl-i sünnet âliminin sözü deyince, iki kısmdakilerin de sözbirliği anlaşılır. Ehl-i sünnet âlimleri, Şeyhaynın üstün olduğunu sözbirliği ile bildirdi. Cihâd deyince, kılınçla cihâd anlaşıldığı gibi, sözle, yazı ile cihâd da ve nefs ile cihâd da anlaşılır. İkinci ve üçüncü cihâdda, hazret-i Ebû Bekr dahâ üstün idi. Cihâd âyeti gelmeden önce, onüç sene Mekkede ve bir sene Medînede, hep cihâd yapdı. (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer elbette Peygamber olurdu) hadîs-i şerîfi, Şeyhaynın peygamberlik sıfatlarına mâlik olduklarını açıkça bildirmekdedir. Fâcirlerin dîne hizmet etmeleri, onlara elbet fâide vermez. Fekat, bu ileri sürülerek, Emr-i ma’rûfun ve cihâdın üstünlüğü ve sevâbının çokluğu da inkâr edilemez. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” fâcir olmadığı, sâlih oldukları da, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerle bildirilmişdir. Buna inanmıyanın, kendi îmânından şübhe etmesi lâzım olur. Resûlullaha benzemek üç dürlü olur: Birincisi, peygamberlik makâmında benzemek olup, böyle benzemek yalnız Peygamberlere mahsûsdur. İkincisi, peygamberlik vazîfelerini yapmakda benzemekdir. Şeyhaynın bu bakımdan benzediklerini önceki sahîfelerde uzun bildirdik. Üçüncüsü, Onun yapdığı ibâdetleri yapmakda benzemekdir. Bu benzeyiş, zemâna ve dinlere göre değişir. Dinlerin çoğunda cihâd emr olunmamışdı. O Peygamberlerin cihâd yapması, ibâdet olmazdı. Nerde kaldı ki, üstünlük olsun. Bizim dînimizde cihâd etmek, memleket almak emr olundu. Peygamberlik vazîfesi oldu.




 
Üst Alt