Eski Mısır Uygarlığı

MURATS44

Özel Üye
Ebu Simbel (Abû Simbel) Tapınağı


the_temple_of_aboo_simbel.jpg


abusimbeltemple.jpg


abu_simbel_ramesses_temple.jpg
Ebu Simbel (Abû Simbel) Tapınağı Ebu Simbel (Arapça: أبو سنبل ya da أبو سمبل), Güney Mısır'da bulunan antik tapınak.[SUP][1][/SUP] Eski Mısır firavunlarından II. Ramses devrine ait en önemli eser olan Ebu Simbel Tapınakları; Nil Nehri kıyısında Nübya Çölü kenarındaki Ebu Simbel Dağı'nın kayaları oyularak yapılmış biri büyük diğeri daha küçük olan yeraltı tapınaklarıdır.[SUP][2][/SUP]
Ramses'in hayatında Kadeş Savaşı gibi birçok önemli olayla beraber yaptığı şehir ve tapınaklar da çok önemli bir yer tutmaktadır. Kurduğu Per-Ramses şehri, ülkenin yeni başkenti olmuştur. Yaptığı en önemli tapınak ise Kraliçe Nefertari'ye adadığı Ebu Simbel'deki dağın içine oyulmuş büyük tapınaktır.[SUP][3][/SUP]
"Ebû", Arapça "baba"; [SUP][1][/SUP]Ebu Simbel ise, "Sümbül'ün babası" anlamına gelmektedir.[SUP][4][/SUP] Tapınağın girişini açıp, içindekileri götüren Giovanni Belzoni'ye yol gösteren çocuğun adı ile anılır.[SUP][1][/SUP] Tapınak, Dağın içi oyularak, 4 dev boy heykel 20 yılda yapılmıştır.[SUP][4][/SUP]

II. Ramses, Nubya'daki isyancıları bastırmak için yaptığı sefer sırasında bir fili takip ederek Ebu Simbel'e ulaşır. Ramses, buraya iki tapınak yapmaya karar verir.


Büyük tapınak, 55 metre kaya içine uzanır. Eski Mısır'ın üç büyük tanrısı Ra, Amon, Harakhkes'e ve firavunun kendisine sunulmuştur. Tapınak girişindeki kapının iki yanında, yükseklikleri 20 metre olan dört heykel vardır. Kaideleriyle birlikte yükseklikleri 33 metreyi bulur. Firavunu, firavunun annesini ve eşi Nefertari'yi temsil eder. Ayrıca firavunun çocuklarını temsil eden küçük heykeller de bulunmaktadır. Tapınağın girişinde 18 metre genişlikte büyük bir yeraltı salonu bulunmaktadır. Tavanı tutan sütunlara sırtını dayamış hepsi de II. Ramses'i temsil eden ve tanrı Osiris'e benzetilerek yapılmış 8 adet heykel vardır. Büyük salondan hemen sonra daha küçük olan ikinci salona geçilir. Bu salonun en dibinde en büyük Mısır tanrısı ile karşılaşılır.[SUP][2][/SUP]

Ramses, 22 yaşında Ebu Simbel Tapınağını yaptırtmaya başlamıştır.[SUP][5][/SUP] Büyük tapınak, dağın içi oyularak, 20 yılda yapılmıştır. Kapısında 4 dev boy Ramses heykeli vardır. Küçük tapınak, Kraliçe Nefertari ve Tanrıça Hathor'a adanmıştır.[SUP][1][/SUP] Ramses, eşi Nefertari için tapınağın üzerine "Güneşin parladığı kadın" yazdırtmıştır.[SUP][5][/SUP] Kraliçe Nefertari, açılışa gelirken Nil Nehri'ndeki kazada ölmüştür.[SUP][4][/SUP]
Küçük tapınak, diğerinin yakınındadır. Tanrıça Hathor ve Kraliçe Nefertari'ye sunulmuştur. Cephede firavunu ve kraliçeyi temsil eden 6 büyük heykel vardır. Ayrıca II. Ramses'i at üstünde gösteren 10 metre yüksekliğinde bir heykel daha vardır.

Her iki tapınağın duvarlarında ve heykellerin kaidelerinde II. Ramses'in zaferlerini ve meziyetlerini anlatan hiyeroglif yazıları yazılıdır.

Mısır tarafından yapılan Assuan Barajı'nın suları yükseltmesi sebebiyle yaklaşık 300.000 ton ağırlığındaki Abu Simbel tapınakları, 1970 yılında yerinden sökülerek suların erişemeyeceği daha yüksek bir yere taşınarak yeniden kurulmuştur.[SUP][2]

temple_of_abu_simbel.jpg

[/SUP]
Yapılışı Asvan (Aswan, Assuan) Barajı yapımında Tapınak, bulunduğu yerden şimdi olduğu yere taşınarak günümüzde adeta yeniden yapılmıştır. Tapınağın şu anda olduğu yere taşınması, yekpâre kayaların kesilip, sonra tekrar bir araya getirilmesiyle mümkün olmuştur. Kayaların kesilmesinin heykellerin görünüşlerine zarar vermemesi için estetik cerrahlarından bilgi alınmış; yüzlerde iz kalmaması için kesilecek yerler, hassasiyetle belirlenmiştir. Tapınağın yapılma gerekçesiyse Ramses'in karısına duyduğu aşkın ifâdesi olmasının yanı sıra, ülkesi Mısır'ın düşmanlarına ne kadar güçlü olduğunu göstermek istemesidir. Tapınağın içerisinde bulunan tapınma taşına senede bir gün, Ramses'in doğum gününde (21 Haziran) günışığı doğrudan gelmekteyken, Asvan Barajı'nın yapımı sırasında şimdi olduğu yere taşınmasından sonra 20 Haziran'da tapınma odasına günışığı doğrudan gelmekte. Baraj yapımı sırasında daha birçok tarihî eserin taşınması gerektiğinden; Mısır hükümeti, yardım eden ülkelere eserlerin bir kısmını hediye etmişti. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardır.[SUP][1][/SUP]
Kaynaklar [1] tr.wikipedia.org/wiki/Ebu_Simbel
[2] www.tekplatform.com/tarihimiz/200466-ebu-simbel-tapinagi.html
[3] tr.wikipedia.org/wiki/II._Ramses
[4] www.forumel.biz/ebu-simbel-tapinagi-t38482.html
[5] Tarihde Ramses
 

MURATS44

Özel Üye
Edwin Smith Papirüsü

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/edwin_smith_papyrus.jpg

Edwin Smith Papirüsü 1862'de Edwin Smith tarafından Teb şehrinde bulunan cerrahi papirüs, bilinen tıbbî dokümanların en eskisidir. M.Ö.2000 yıllarına aittir. Papirüste baştan ayağa sıra ile 40 kadar cerrâhî hastalık tedavisi ile bazı anatomik bilgiler verilir. Travmatizmalar, bu papirüste çok güzel anlatılmıştır. Mesela dudak yaralanmaları, evvela taze et tatbikinden sonra sütürle tedavi edilmektedir. Alt çene lüksasyonunda redüksiyon tekniği ise çok mükemmel olarak târif edilmiştir. Zaten bu teknik o devirden beri hiç değişmemiştir:

Bir alt çene çıkığı ile ilgili tavsiyeler. Eğer ağzı açık kalmış ve kapatamayan bir şahsı tedavi etmen gerekiyorsa, başparmaklarınla alt çeneyi içeriden, diğer parmaklarınla da dışarıdan kavrarsın. Çeneyi aşağıya çekerek geriye doğru it. Böylece yerine oturmuş olur.

Metinde bulunan 48 vakanın 27'si, başla ilgilidir. 3 vaka çeneler, 2 vaka alt çene ve bir vaka ise üst dudakla ilgilidir. Her vakanın adı, muayenesi, tanısı, tedavisi (mümkün, muhtemel veya imkansız şeklinde) üçe ayrılmış ve tedavisi sırasıyla verilmiştir.

15. vaka: Üst çenesinde ve yanağında perforasyonu olan birisini tedavi edebilirim.

Tedavi: "Inru" ile sararım (Inru, bugün bilinmeyen bir mineraldir) sonra, yağ ve bal ile iyileşinceye kadar her gün pansuman yaparım.

25. vaka: Sarkık bir alt çene (burada günümüzde de uygulanan alt çene çıkığının tedavisi açıklanmaktadır).

"Alt çenesi sarkık bir kimseyi muayene edersen, ağzının açık olduğunu ve kapatamadığını görürsün." denir ve yukarıda verilen tedavi anlatılır.

Dil hastalıklarını gidermek için, ağız sütle çalkalanır ve tükürülür. Başka reçete de hasta dili iyileştirmek için sığıryağı, inek sütü ve taze ekmekle gargara tavsiye edilir.

Hasta dişleri tespit etmek için, ammi tozu, Nübiya toprağı ve bal karışımının dişeti arasına doldurulması tavsiye edilmektedir [1]
Edwin Smith papirüsü şüphesiz ki eski Nil vadisinde tıp konusundaki en önemli dokümanlardan biridir. Smith, metnin ne konuda olduğunu hemen anlamış ve daha sonra da detaylı olarak tercüme etmiştir. 1906 yılında ölümünden sonra, kızı papirüsü tamamıyla New York Tarih Cemiyetine bağışlamıştır. Papirüs halen New York Bilimler Akademisi koleksiyonundadır.
James Henry Breasted, 1930 yılında papirüsü tıpkıbasım, suret, İngilizce tercüme, yorumlama ve takdim şeklinde yayımlamıştır. Breasted'in tercümesi türü içinde bu güne kadar yapılmış tek tercümedir.

Papirüs, 187. paragrafa kadar, tıbbî rahatsızlıkları tedâvi edici reçeteleri listeleyen, nispeten standart bir form takip eder. 118-207 arası paragraflar, "mide kitabı"nı içerir.
208-241 arası paragraflarda kalp konusunda bilimsel incelemeler yer alır. 242-247 arası paragraflar, çeşitli tanrılar tarafından bizzat yapılmış ve uygulanmış olduğuna inanılan ilaçları içerir.
Takip eden bölüm, baş (beyin) hastalıkları ile devam eder ve 250. paragraf, migren tedavisiyle ilgili meşhur bir metinle devam eder.
251. paragrafta, bir hastalıktan ziyade bir ilaç üzerinde durulmaktadır.


261-283 arası paragraflar idrar akışı ile ilgilidir. Bunu, "kalbi besleyen" ilaçlar bölümü takip eder.
305-335 arası paragraflarda genew hastalığı ve çeşitli tip öksürükler için ilaçlar bulunmaktadır. [2]
M.Ö. 2000 yıllarına ait papirüslerinde kalp, bütün organların merkezi olarak kabul ediliyordu. Mısırlılarca, sinir sisteminin yaşamsal önemi ve işlevi bilinmemekle birlikte, yazılı tarihsel kayıtlarda geçen en eski “Beyin” ifadesi M.Ö. 1300'lerdeki “Edwin Smith Papirüsü”nde geçer. Bu kayıtta beyin kelimesi sekiz kez geçer ve kafa kemiğinde kırık olan iki hastanın tanısı, klinik seyri, tedavisinden bahsedilir. M.Ö. 600'larda, bütün vücut kanalları ve damarlarının kalbe bağlı olduğuna inanılıyordu. Bu doğruydu; ancak, yanlış bir çıkarım olarak, kalbi bütün düşüncelerin merkezi olarak kabul etmişlerdi. Kişinin yapıp ettiklerinin kayıtlı olduğu kalp bu nedenle tüy ile karşılıklı teraziye konuyordu. Edwin Smith Papirüsü'nde şöyle yazar: “Eğer boyun incinmesi almış bir kişiyi muayene ederseniz... ve her iki kol ve ayağında hissin kaybolduğunu, bunları hareket ettiremediğini ve onun idrarını tutamadığını tespit ederseniz... Bu bir boyun omurgasının yer değiştirmesinin neden olduğu omurilik kesilmesinden dolayıdır. Bu tedavi edilemeyen bir durumdur...” [3]

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/kp-hieratic.jpg

The Edwin Smith Surgical Papyrus (English Language) The Edwin Smith Surgical Papyrus, dating from the seventeenth century B.C., is one of the oldest of all known medical papyri. Its differs fundamentally from the others in the following ways:

  1. The seventeen columns on the recto comprise part of a surgical treatise, the first thus far discovered in the ancient Orient, whether in Egypt or Asia. It is therefore the oldest known surgical treatise.
  2. This surgical treatise consists exclusively of cases, not recipes. The treatise is systematically organized in an arrangement of cases, which begin with injuries of the head and proceed downward through the body, like a modern treatise on anatomy.
  3. The treatment of these injuries is rational and chiefly surgical; there is resort to magic in only one case out of the forty-eight cases preserved.
  4. Each case is classified by one of three different verdicts: (1) favorable, (2) uncertain, or (3) unfavorable. The third verdict, expressed in the words, 'an ailment not to be treated,' is found in no other Egyptian medical treatise.
  5. This unfavorable verdict occurring fourteen times in the Edwin Smith Papyrus marks a group of cases (besides one more case) which the surgeon cannot cure and which he is led to discuss by his scientific interest in the phenomena disclosed by his examination."
According to Breasted, the Edwin Smith Papyrus is a copy of an ancient composite manuscript which contained, in addition to the original author's text (3000-2500 B.C.), a commentary added a few hundred years later in the form of 69 explanatory notes (glosses). It contains 48 systematically arranged case histories, beginning with injuries of the head and proceeding downward to the thorax and spine, where the document unfortunately breaks off. These cases are typical rather than individual, and each presentation of a case is divided into title, examination, diagnosis, and treatment. There is a definite differentiation between rational surgical treatments and the much less employed medico-magical measures. Significantly, trepanation is not mentioned.

Of the 48 cases described in the Edwin Smith Papyrus, 27 concern head trauma and 6 deal with spine trauma.3 Of the 27 head injuries, 4 are deep scalp wounds exposing the skull, and 11 are skull fractures.

"The latter, according to our present day terminology would be classified as follows: two compound linear fractures; four compound depressed fractures; four compound comminuted fractures; and one comminuted fracture without external wound. The symptoms and signs of head injury are given in considerable detail. Feeble pulse and fever are associated with hopeless injuries and deafness as well as aphasia are recognized in fractures of the temporal region." [4]

Kaynaklar [1] Quin quenouille: La bouche et les dents dans l'antiquite Egyptienne (These), Lyon, 1975.
[2] MISIR VE MEZOPOTAMYA’DA TIP ALANINDAKİ GELİŞMELER - Ödevarsivi Görüntüle (Döküman, sunumlar, ödev, tez, kitap özetleri, e-kitaplar, öss soru ve cevapları, aöf-açıköğretim dökümanları, proje dökümanları)
[3] "Edwin Smith Surgical Papyrus", Case 31. Thebes, c. 1550 BC. Breasted, J. H. (ed.) The Edwin Smith Surgical Papyrus.The University of Chicago Press, 1930
[4] "The Edwin Smith Surgical Papyrus", The Edwin Smith Surgical Papyrus
 

MURATS44

Özel Üye
Eski (Antik) Mısır Medeniyeti


egypthistory7fdk2.jpg


religa1brf8.jpg


valley3.jpg


pnggp2.jpg
Eski (Antik) Mısır Medeniyeti Khemet, Egypt Eski Mısır, Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. M.Ö. 3050 yılları civarında kuruluşundan önce, güney Mısır ve kuzey Mısır olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Mısır, Nil nehri boyunca uzanan verimli vadi, Mısır tarihinde Yukarı Mısır olarak, kuzey Mısır, delta ise Aşağı Mısır olarak geçer.

Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler M.Ö. 5000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Scorpion King - Akrep Kral filminde de ilham alınan "Scorpion of Egypt" (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür.

Narmer'in kuzey Mısır'daki; Wazner'in guney Mısırdaki egemenliği sonrasında; Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu.

Eski Mısır; Augustus Caesar'ın liderliğindeki Roma İmparatorluğu tarafından M.Ö. 30 yılında ele geçirilmiştir. M.S. 7. yüzyılda Araplar burada egemen olmuş ; 1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır ; İngiltere'nin kolonisi olmuştur.
Tarih Bölümleri 3000 yıldan daha fazla olan Eski Mısır tarihini incelemek için bölümlere ayırmak şarttır:

  1. Hanedanlık öncesi dönem
  2. Erken Hanedanlık ( 1 - 2 hanedanlar )
  3. Eski Krallık (3 - 6 hanedanlar )
  4. Birinci ara dönem ( 7 - 10 hanedanlar )
  5. Orta Krallık ( 11 - 14 hanedanlar )
  6. İkinci ara dönem ( 15 - 17 hanedanlar )
  7. Yeni Krallık ( 18 - 20 hanedanlar )
  8. Son ara dönem ( 21 - 26 hanedanlar )
  9. Pers dönemi
  10. Geç Hanedanlık ( 28 - 30 hanedanlar )
  11. Yunan dönemi
  12. Roma dönemi
Buluşlar ve İcatlar zaman çizelgesi Hanedan Öncesi M.Ö. 3500: Senet, dünyanın en eski masa oyunu.
M.Ö. 3500: Fayans, dünyanın ilk toprak çanağı.
Hanedanlar Dönemi M.Ö. 3300: Tunç işler (Bknz: Tunç Çağı)
M.Ö. 3200: Mısır hiyeroglifleri, tamamen geliştirilmiştir (Bknz: Mısır'ın ilk hanedanı)
M.Ö. 3200: Ondalık sistem, dünyadaki ilk kullanımı
M.Ö. 3100: Şarap mahzenleri, dünyadaki ilk bilinen
M.Ö. 3100: Madencilik, Sina yarımadası
M.Ö. 3050: Gemi yapımı Abidos'ta
M.Ö. 3000: Filistin ve Levant'a Nil'den ihracat: şarap (Bknz: Narmer)
M.Ö. 3000: Papirüs, dünyanın bilinen ilk kâğıdı
M.Ö. 3000: Tıbbi müesseseler
M.Ö. 2900: Muhtemelen çelik: karbon içeren demir
M.Ö. 2700: Cerrahi, dünya da bilinen ilk
M.Ö. 2700: Üniliteral işaretler, dünyanın bilinen ilk alfabesinin temelini oluşturur
M.Ö. 2600: Sfenks, bugün dünyanın en büyük tek taştan oluşan heykeli
M.Ö. 2600: Mavna taşımacılığı, taş bloklar
M.Ö. 2600: Djoser Piramidi, dünyanın bilinen ilk büyük çaplı taş binası
M.Ö. 2600: Menkaure Piramidi ve Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk granitten yontulmuş işleri
M.Ö. 2600: Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk 'gerçek' yumuşak-kenarlı piramidi
M.Ö. 2580: Büyük Gize Piramidi; MS 1300 yılına kadar dünyanın en yüksek yapısı
M.Ö. 2500: Arıcılık
M.Ö. 2400: Astronomik Takvim, matematiksel düzeni nedeniyle Orta Çağ'da dahi kullanılmıştır
M.Ö. 2200: Bira
M.Ö. 1860: muhtemel Nil-Kızıl Deniz Kanalı (12. Hanedan)
M.Ö. 1800: Alfabe, dünyanın bilinen en eski
M.Ö. 1800: Moskova Matematik Papirüsü, frustum hacmi için genel(leştirilmiş) formül
M.Ö. 1650: Rhind Matematik Papirüsü: geometri, kotanjant analoğu, cebir denklemleri, aritmetik seriler, geometrik seriler
M.Ö. 1600: Edwin Smith Papirüsü, yaklaşık M.Ö. 3000'e kadar uzanan tıbbî gelenekler
M.Ö. 1550: Ebers Tıp Papirüsü, geleneksel ampirizm; dünyanın bilinen ilk belgelenmiş tümörleri (Bknz: Tıp tarihi)
M.Ö. 1500: Cam yapımı, dünya da bilinen ilk
M.Ö. 1258: Kadeş Barış antlaşması, dünya da bilinen ilk (Bknz: II. Ramses)
M.Ö. 1160: Turin Papirüsü, dünyanın bilinen ilk jeolojik ve topografik haritası
M.Ö. 5. yüzyıl-M.Ö. 4. yüzyıl (belki de daha erken): petteia ve seega, savaş oyunları; satranç oyununun muhtemel ataları (Bknz: Satrancın kökeni)

Günümüzde Mısır'ı ziyaret eden turistler, Gize'deki piramitleri gezerken bu görkemli yapılar karşısında hayretlerini ve beğenilerini gizleyemiyorlar. Gize'de bulunan piramitler durdukları yerde binlerce yıldır görkemli bir uygarlığın öyküsünü anlatır gibidirler. 19. yüzyılın başlarında bu piramitlerin içine giren kazıbilimcilerin duyduğu heyecansa elbette turistlerinkinden çok daha farklı çok daha coşkundu. Önlerinde binlerce yıllık bir tarih duruyordu, öyle ki bu tarih belki uygarlıkla aynı yaştaydı. İlerleyen yıllarda bulunan kalıntılar, açığa çıkarılan mezarlar ve çözülen Mısır yazısı, bu uygarlığın aslında düşünülenden de daha görkemli olduğunu açığa çıkaracaktı. Bu bölgede paleolitik çağın sonundan beri yaşıyordu insanlar. Dünya taş devrini yaşarken Nil Nehri'nin çevresinde yaşayanlar uygarlığı filizlendiriyordu. Mısır Uygarlığı gerek askeri, gerekse kültürel yönden binlerce yıl dünyaya öncülük etti; Eski Yunan, Hitit hatta Roma uygarlığı üzerinde etkileri vardı. Döneminin süper gücü olan Mısır aynı zamanda bir kültür merkeziydi. Kendilerine özgü üç değişik alfabe geliştirmişlerdi. Gökbilimle uğraşıyorlardı ve neredeyse kusursuz bir takvime sahiplerdi. Tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmada onların imzası vardı. Geliştirdikleri mumyalama teknikleri onların öbür dünya inancına sahip ilk uygarlıklardan biri olduğunu gösteriyor. Günümüze dek dayanmış, tarihin yıkıcı etkisine karşın ayakta kalmış görkemli yapıları onların mimarlık alanında da ne denli ileri olduğunun bir göstergesidir. Fransız araştırmacı Jacques Champollion Mısır yazısını çözdüğünde binlerce yaşında olan bu uygarlık, yeniden konuşmaya başladı. Hiyeroglifler, hayranlık uyandıran öykülerini anlatmayı günümüzde de sürdürüyor. Bu haliyle Mısır Uygarlığı binlerce yıl daha insanlığın zihnindeki yerini koruyacak.
"Mısır, Nil'in armağanı" Herodot'un bu ünlü deyimi bugün de geçerli. Çöllerin arasında sıkışmış, ekilebilir bereketli topraklar.. Bu topraklara bereket getiren, görkemli Nil nehri. Eskiler nehrin kaynaklarını da, tropikal iklimini de bilmiyorlar ve bu nedenle amansız kuraklıktan sonra hazirandan ekime kadar suları kabartıp bereketli bir mil yayan taşkın karşısında hayran kalıyorlardı. Onlara bakılırsa böyle bir mucizeyi ancak tanrılar gerçekleştirebilirdi. Taşkınlardan sonra oluşan gölcükler ve bataklıklar da balık ve av hayvanı kaynağıydı. Bunun için tarih öncesinden başlayarak vadiye göçebe avcılar yerleştiler. Neolitik çağda yerleşik hayata geçen göçebeler, bu topraklar üzerinde unutulmayacak bir uygarlık başlattılar. Paleolitik çağda, gelecekte çöl olacak arazilerin kuruması, henüz nehrin sağ ve solunda, yani Arap ve Libya Çölü yakınlarında yerli halkın var olması için gerekli koşulları ortaya koyacak kadar ilerlemiş değildi. Adım adım gelişen ve bu arazilerin önce step, sonra da kuru çöle dönüşmesiyle sonuçlanan kuruma şekli, burada yaşayan insanları, arazilerini bırakıp zamanla Nil vadisine çekilmeye zorlamıştı. Bu aşamaya neolitik çağın başlarında ulaşıldığı sanılıyor. Böylece Nil vadisinde yaşayan halkların kökeni üç grupta aranabilir: ilk başlardan beri burada yaşayan yerli halklar; yaşam alanlarının çölleşmesi nedeniyle doğu çölünden göç eden halklar; ve aynı nedenle batı çölünden göç eden halklar. Doğa bir yandan insanın elinden yaşanacak bölgeleri alırken, bir yandan da yenisini sunuyordu. Doğanın sunduğu yeni bölge, Nil nehrinin taşıdığı ve Delta olarak anılan topraklardı.


Mısır, birbirinden kolaylıkla ayrılabilen iki kısma bölünür: nehrin sağında ve solunda, dar ama verimli topraklardan oluşan "Vadi" ve tarımla uğraşanlar için gerekli her koşulun bulunduğu sulak, bereketli "Delta".Mısır'ın bu ikiye bölünmüşlüğü ülkenin siyasi ve ekonomik yaşamında etkili olmuştur. Eski İmparatorluk dönemine ait efsaneler, merkezi Heliopolis'te bulunan tek devletin bölünmesinin ardından birbiriyle mücadele halinde bulunan ve ancak kral Menes zamanında yeniden birleşebilen iki ayrı devletten söz eder. Efsane şöyle der:

Delta'nın doğusunda, Busiris'te, adil bir kral olan Osiris hüküm sürüyordu. Yukarı Mısır'da Ombos kenti tanrısı Set (Seth) onun hasmıydı; onu öldürdü ve hakimiyeti ele aldı. Fakat Osiris'le İsis'in oğlu olan Horus, giriştiği mücadele sonunda Seth'i öldürdü ve babasının intikamını aldı. Bunun üzerine Heliopolis'teki tapınakta toplanan tanrılar; ona, kral sıfatıyla tüm Mısır üzerinde hakimiyet bağışladılar. Bu efsanede ayrıca bir süre sonra Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak adlandırılan bölgeler arasında anlaşmazlıkların arttığını ve ülkenin yeniden ikiye bölündüğünü görüyoruz. İkinci birleşmeyse, tam tersi olarak güneyden geldi ve Delta'yı egemenliği altına aldı. Taşkınları dizginlemek, bataklıkları kurutmak, kanallar açmak, köyleri bentlerle korumak gerekmektedir. Bu nedenle yerleşik duruma geçmiş kabileler bir araya gelip daha geniş birimler oluştururlar. Birleşen kabileler bir süre sonra iki krallık görünümüne kavuşacaktır: Tanrı Set'e bağlanan Güney Ülkesi ya da Yukarı Mısır, tanrı Horus'a tapan Kuzey Ülkesi ya da Aşağı Mısır. Kuzey ülkesi günümüz haritalarında kuzeye yakın olmasına; yani yukarıda görünmesine karşın adı Aşağı Ülke'dir; bunun nedeni bu iki ülkeye Nil Nehri'nin akışı yönünde isim verilmiş olması. M.Ö. 4. bin yılın sonlarına doğru "Akrep Kral" olarak anılan Güney hükümdarı, Kuzey'i kendi ülkesine katar. Ondan sonra tahta çıktığı sanılan Narmer adındaki bir başka kral, Güney hükümdarının başlattığı birleştirme işini tamamlar. Güney'in hükümdarlık sembolü olan ak başlığın yanına Kuzey'in kırmızı tacını takar ve böylece iki ülkenin birleştiğini anlatır. Bu birleşme eski Mısır tarihinin başlangıcı kabul edilir. Narmer belki de efsanelerin sözünü ettiği ilk firavun Menes'tir. Böylece M.Ö. 3000 yıllarında Thinis Çağı (Narmer'in doğum yeri olduğu varsayılan Thinis adından) başlar ve o zamandan sonra hiyeroglif yazıtların yardımıyla Mısır tarihi belirginlik kazanır.

Narmer, ya da Menes, M.Ö. 3000'e doğru iki ülkenin efendisi olarak başkent seçtiği Thinis kentinde hüküm sürmeye başlar. Bununla birlikte karşısına birçok sorun çıkmaktadır. Soylular arasında firavunu tanımayanlar vardır ve sık sık çıkan isyanları bastırmak gerekir. Ülkenin ikinci başkenti,2.Sülale zamanında Güneş'e tapınılan kutsal kent Heliopolis yakınlarındaki Memfis'tir. M.Ö. 2800 yıllarında firavun Kasekemui (bu ad "iki güçlü" anlamına gelir, Horus ve Set'e gönderme yapar) bazı kentlerin ayaklanmalarını bastırır ve yerel hükümdarlar yerine kentlere valiler atamaya karar verir. Onun zamanında devlet yapısı ortaya konur ve bir de nüfus sayımı yapılır. Mirasa dayalı soylu sınıf karşısında devlet işlerinde çalışanların ve Firavunun gücü yükseltilir. Bu dönem, yazının da evrimini tamamladığı bir dönemdir. Belirtilmek istenen nesneyi gösteren birer resim olan ideogramlar yanında seslere karşılık gelen ve Champollion'un çözmeyi başardığı hecesel göstergeler de belirir. Arşivler yazıcılar tarafından deriler üzerine ya da uç uca eklenen papirüs yaprakları üzerine yazılmaktadır. Mısır tarihinin bilinen en eski anıtı, kral Aha'nın mezarıdır. 3.bin yılın başlarında yapılan bu mezarın bir kayaya oyulmuş beş odası vardır.

İki ülkenin tam olarak birleşmesi ve tek Mısır olması kolay kabul edilmiş ve hemen gerçekleşmiş bir olay değildi. Bunun en önemli göstergesi 1.Sülale döneminin sonlarında başlayan ve 2.Sülale boyunca süren ayaklanmalar. İki ülkenin kaynaşması tam olarak 3.Sülale döneminin başlarında oldu. Bu dönemde hükümet merkezi de yer değiştirmiş, ne kuzey ne de güney kenti olan Memfis başkent olarak belirlenmişti. Kral Zoser'in başkent yaptığı kent, bu tarihten sonra "iki ülkenin terazisi" lakabını taşımaya başlamıştı. Beyaz surlarla çevrili olduğu için Memfis kentine verilen adlardan biri de Beyaz-duvarlar Kenti'ydi. Kasekemui'nin oğlu Zoser, burada 3.Sülaleyi kurmuştur. Heliopolis kentinin baş rahibi İmhotep onun "tatisi", yani başbakanıdır. İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı "ahlak ilgileri"nin yazarıdır. Bu dönemde Güneş'in hareketi incelenmiş, gece ve gündüz on ikişer saate bölünmüş, ilk aritmetik işlemleri uygulanmaya başlanmış, yüzey ve hacim hesapları için formüller geliştirilmiştir. Hekimlik, büyüyle yakınlığını sürdürmektedir. Mumyalar üzerinde yapılan incelemeler daha o zamanlar çürük dişlerin doldurulduğunu, iltihapları geçirmek için çenenin delindiğini gösteriyor. İmhotep'in, bütün bu bilgiler yanında mimarlık bilgisi de vardır. Sakkara'da bulunan ve basamaklı piramit olarak bilinen Zoser piramidini o yapmıştır.60 metre yüksekliğindeki bu piramit, ölmüş hükümdarı, Helipolis'in ışıklar saçan tanrısı Ra'ya götürecek bir merdiven oluşturmaktaydı. El emeğini böylesine seferber etmeyi, ancak Thinislilerin sağlamlaştırdığı mutlakiyetçi bir krallık göze alabilirdi. Bu piramit, sonraki sülalelerin hükümdarlarına örnek olacak, ve firavunlar öldüklerinde benzer dev piramitlerde yatmak isteyeceklerdi.

Zoser'den sonra gelenler, iktidarı 4.sülalenin kurucusu Snefru'ya bırakırlar. Bu hanedan M.Ö. 2720'den 2560'a kadar sürer. Bu dönem, "piramitler dönemi" olarak anılacaktır. Snefru, iyi bir kral olarak bilinse de; oğlu Keops, kendisinden nefret edilen, zorba bir hükümdardır. Memfis din adamları onu, halkı vergilerle ezmekle suçlamışlardır. Oğlu Kefren, daha yaşarken insanların kendisine bir tanrı gibi tapmalarını sağlar; piramidi de neredeyse babasınınki kadar büyüktür. Buna karşılık Mikerinos, daha alçakgönüllü bir yapıyla yetinecektir. Akrep Zekhen (Zekhan) ile İki Taçlı Narmer Coğrafyasına göre biri "Delta" ve diğeri "Vadi" olarak tanımlanan Aşağı ve yukarı Mısır, tarih öncesi çağların sonuna doğru, sınırları belirlenmemiş bu yeşil alanlarda kaynaşma sureci içine girmişlerdi. Arkeolojik buluntulara göre yukarı Mısır'ın dağınık Sepatları, merkezî bir yönetim altında birleşme girişimlerinin simgesi akrep olması nedeniyle "Akrep Kral" olarak bilinen Zekhan tarafından başlatıldığı sanılmaktadır. Onun bu çabasını bıraktığı yerden devam ettiren ve sınırları Delta bataklıklarına doğru genişleten diğer kral ise Narmer'dir. Her iki kral da Mısır'ın birliğini kurmakla ünlenen efsanevî Menes'in öncülüğünü yapmışlardır. Bunlardan özelikle Narmer'in Kekhen'deki (Hierakonpolis) mezarında bulunan kayantastan yapılmış bir adak paletinde, Mısır'ın birleşmesi yönünde yaptığı girişimlere ait tasvirler ve başında her iki ülkenin simgeleri bulunan tacı taşıdığı görülmektedir. İlk birleşik taç, Aşağı Mısır'a ait (Deshret) ile Yukarı Mısır'a ait (Hedjet) iç içe geçirilerek bütünleştirilmiş, böylelikle iki Mısır çok anlamlı bir şekilde birleştirilmiştir.
Fayyum (M.Ö. 4400-3900) Fayyum Golünün kuzey kıyılarında bir liderin yönetiminde çiftçi ve avcı aileler yaşamaktaydı. Höyük yamaçlarında sazdan yaptıkları evlerde barınan bu kültür surecinde, Mısır'ın ilk yerleşik halk topluluklarını oluşturdukları görülür.
Merimda (M.Ö. 4300-3700) Deltanın Batısındaki Merimda'da yapılan kazılarda çok geniş bir alanı kaplayan 600 yıl sureli bir yerleşim ortaya çıkmıştır.Sırık çatılı evler daha sonra kerpiç oval evlere dönüşmüştür.
EL-Omari(M.Ö 3700-3400) Kahire helvan arasındaki Hof vadisi yakınında bulunan bu kültür surecine ait bir sitede sazdan ağaçlardan yapılmış oval barınak kalıntıları bulmuşlardır. Ayrıca elle şekillendirilmiş perdahlı kırmızı ve siyah dekorlu çömleklerle kesici ve parçalayıcı el aletleri ve değirmen taşları bulunmuştur.
Ma'adi(M.Ö 3400-3000) Çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan yerleşik düzene en fazla uyum sağlamış kültürdür. Tuğla duvarlı mezar tipleri ve Mısır'da bilinen en eski Bakır filizi bulunmuştur.Maadi yerleşimi krallık kültürünün oncusu olabilecek özellikte bir kültürdür.
Kaynaklar 1. tr.wikipedia.org/wiki/Eski_Mısır
2. Bilim Teknik Dergisi / Mayıs 2001
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır, Beni İsrail, Kavm-i Etrak ve Apis Öküzü

http://www.bible-history.com/sketches/ancient/apis-bull-egypt.jpg

Eski Mısır, Beni İsrail, Kavm-i Etrak ve Apis Öküzü "Ba-ka-ra", yarmak, ayırmak, izâh etmek ve araştırmak, anlamında Arapça bir fiildir. El-bakara ise, manda, sığır, inek, düve, öküz (tosun) anlamında Arapça bir isimdir.[SUP][1][/SUP] Sığır cinsine bakara denilmesinin hikmeti ise geçmişte ve hâlen bu hayvanların tarım sektöründe çiftlik yaparken toprağı sürüp yarmasıdır.[SUP][2][/SUP]

Tasavvuf ilminde Bakara, çile çekme kabiliyeti kazanan ve süfli arzulardan kurtulmaya elverişli hale gelen nefis anlamındadır.[SUP][3][/SUP]

Tefsir ilminde ise Bakara, Kurân-ı Kerîm'in 2. ve en uzun sûresidir. Sûrenin biri senam (Zirve), diğeri zehrâ (parlak beyaz) anlamında iki de lakabı vardır. Medine'de inen Bakara Sûresinde iman esasları, insanın yaratılışı, kıblenin değişmesi, namaz, oruç, hac, sadaka, boşanma, neseb, nafaka, borçların kaydedilmesi (noterlik) gibi pek çok konu izah edilmiştir. Sûrede zulüm ve fitnenin sürüp gitmesinin savaştan daha büyük bir tehlike olduğu belirtilmiştir. Kurân'ın metin itibariyle en uzun ayeti (282) de Bakara sûresindedir. Tesbihatta okuduğumuz Ayetel Kürsi sûrenin 255'inci, Amenerrasûlü diye bildiğimiz miraç hediyeleri de sûrenin son iki ayetidir. Sûrenin "Elif... Lâm...Mîm rumuzuyla, sanki el - malum-ul - mechul, (bilinmeyen bilinen)'ün kısaltılmış şekliyle başlayıp, sen mevlamızsın (bizim dostumuz sensin) kafirlere karşı bize yardım et" dua ve cümlesiyle bitmesi çok ilginçtir.[SUP][4][/SUP] Bu ülkede yaklaşık 20.000 camide her gün yatsı namazından sonra okunan ve milyonlarca Müslüman insanın bilerek veya bilmeyerek sonunda söyledikleri "Âmin" sadaları, umarım Arş'a yükselmiştir. Değilse ülkenin destanını yazanların torunlarına Ebu Cehil bostanı (karpuzu) yedirecekler. Sûrenin fazileti hususunda peygamberimiz (SAV): "Aklı başında bir adam görmedim ki, Bakara Sûresinin sonundaki bu ayetleri okumadan uyusun. Her kim geceleyin Bakara Sûresinden bu iki ayeti okursa ona yeter.", [SUP][5][/SUP] "Kim evinde gece ve gündüz Bakara Sûresini okursa oraya şeytan üç gün üç gece giremez" [SUP][6][/SUP] buyurmuştur.

Sûreye Bakara isminin verilmesine sebep olan olaya gelince, olay Yahudilerin, Hz. Musa (a.s.) döneminde işlenmiş faili meçhul bir cinayeti aydınlatmak için kestikleri buzağının kemiği ile katilin yakalanma hadisesidir. Birçok faili meçhul cinayetleri aydınlatmada bize ışık tutacak Bakara Sûresinin 67-74. ayetlerine birlikte göz atalım.

Ayet 67- Bir zaman da Hz. Musa (a.s.) kavmine: "Allah size herhalde bir (sığır) inek boğazlamanızı emrediyor" demişti. Onlar: "Bizi eğlence mi ediniyorsunuz? (Bizi alaya mı alıyorsunuz?)" demişti. Hz. Musa (a.s.) da: "Ben cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım." demişti. (40) Firavunların idaresi altında bulunan Mısırlılarca (Bu günde uzak (!) doğu ülkelerinin bazılarında olduğu gibi) sığır mukaddes bir hayvandı. Her yıl İspanya'da düzenlenen Arenalar da, yenilen taranaların da aslı buna dayanır. Ona taparlardı. Bu adet İsrail oğullarına Mısırlılardan geçmişti. Zamanla İsrail oğulları da küfürleri yüzünden (Hz. Musa'nın nübüvveti ve mucizelerini inkar ve Tevrat'ın ayetlerini reddettiklerinden) özlerine buzağı bir su gibi içirilmiş (buzağı sevgisi kalplerine sindirilmişti) ve iyice işlemişti. (Bakara 93) Hz. Musa (a.s.) kendisine gelen vahiyle Allah'tan başka hiçbir şeye tapınılmayacağı inancını kökleştirmek ve batıl akideyi gönüllerden söküp atmak ve bir de ölüyü dirilttikten sonra katilin adını ona söyletmek mucizesini göstermek için öyle emretmişti.[SUP][8][/SUP]

Ayetin tefsirinde: Beni İsrail; "Çok tuhaf, sen bizimle alay mı ediyorsun." demişlerdi. Acaba neden böyle demişlerdi. Deniliyor ki; Allah'ın bakara kesmeyi emretmesini akılları almadı. Buna bir sebep bulamadılar, bir ilişki kuramadılar. Böyle olması ise bu emrin onlara henüz Mısır'da iken ve Hz. Musa'nın peygamberliğinin ilk zamanlarında verilmiş olmasına işaret eder. Firavun kavmi olan putperest Mısırlıların APİS öküzüne taptıkları ve boğanın, bunların en yüksek mâbutlarını temsil ettiği, tarihî rivayetlerden olduğuna göre, sığır kurban etmek, o zaman İsrailoğulları üzerinde şiddetle hâkim olan firavun kavminin taptığı tanrıları boğazlamak demek olacağı için, İsrailoğulları açısından Mısır'da iken, bir ihtilal anlamına gelen böyle bir müthiş emir, elbette kolayca yerine getirilebilecek bir emir ve tasavvuru mümkün bir iş değildi.[SUP][9][/SUP]

Rivayete göre, Yahudilerden asilzade zengin bir zat, bir an evvel malvarlığına konmak için (Nesim Malki cinayeti gibi biricik oğlu) kardeşinin oğulları (yeğenleri) tarafından bir gece öldürülmüş ve cesedi başka birisinin kapısının önüne bırakılmıştı. Maktulün yakınları ve emniyet güçleri olayın sır perdesini aralayamamış ve katil bulunamamıştı. Bilâveled maktulün babasının mirasına konmak için işlenen fail-i meçhul cinayeti aydınlatmak için maktulün tarafları çözüm için Hz. Musa (a.s.)'ya gelmişlerdi. Bu faili meçhul cinayeti işleyen şebekenin açığa çıkması için bir nevi Hz. Musa'dan mucize istemişlerdi. Hz. Musa (a.s.) da bunun karşılığında kendilerinden kalplerinde gizli sevgi besledikleri putperestlikten vazgeçmelerini ve dünyayı temsil eden altına olan aşırı temayüllerini terk etmelerini istemiştir. Dilerseniz aralarında geçen konuşmalara ayetlerle devam edelim.

Ayet: "(Ey Hz. Musa !) .. Bizim için Rabbine dua et de onun (o ineğin) ne olduğunu (kaç yaşında olacağını) bize iyice açıklasın." dediler.

Hz. Musa (a.s.) da: "(Ey kavmim !) Allah diyor ki o (inek) ne çok yaşlı, ne de pek genç değil, ikisi ortası (dinç) bir inektir. Artık (gidin) emrolunduğunuz şeyi (hemen) yapın" demişti. - Bunun üzerine yine emri yerine getirmeye yanaşmadılar-

Ayet: 69 (tekrar) şöyle dediler "(Ey Hz. Musa !) Bizim için Rabbine dua et de onun donu (rengi) nedir? Bize tam açıklasın." O da dedi ki: "(Ey kavmim) Rabbim diyor ki; o bakanlara ferahlık verecek sapsarı (simental) bir inektir."

- Bu açıklamaya da kanaat getirmediler, üçüncü deneme sınavını da kaybettiler.

Ayet: 70-71 (Yine) demişlerdi: "(Ey Hz. Musa) Rabbine bizim için dua et de o nedir? Apaçık anlatsın bize. Çünkü bizce birçok inekler birbirine benziyor. (Bu inek bize üstü kapalı karışık geldi onun hangi tip bir sığır olduğunu kestiremedik) ve inşaallah biz her halde yola geleceğiz, yahut kesmenin yolunu bulacağız." Hz. Musa (a.s.) da buna da dedi ki; "(Ey kavmim!) Rabbim buyuruyorsa ki; o (inek) ne boyunduruğa koşulup arazi sürecek, ne ekin sulayacak bir inek değildir, salmadır. (Boyunduruk altında ezilmemiş, kusursuz, alacasız bir inektir.)"

Onlar bunun üzerine: "Ey Hz. Musa (!) Hah... İşte şimdi bize gerçeği bildirdin. (hakikati tastamam getirdin) Bunun üzerine o ineği bulup boğazladılar ki az kalsın bunu yapmayacaklardı.[SUP]" [10][/SUP]

İsrail, Yakup (a.s.)'un mahdumudur. Onun nesline olan ismine izafeten Benî İsrail (İsrailoğulları) denilmiştir. İsrailoğulları'nın on iki kolu vardır. Eski Mısırlıların kutsal ineği APİS'ine tapmayı bırakıp tövbe ettiklerinden bu kavme Yahudiler denilmiştir. İnsanlık tarihinin en şımarık, dönek ve şerli kavmi Yahudiler Yahya, Zekeriyya ve Kurân'da ismi zikredilmeyen Şa'ya (a.s.), hunharca katletmişler. Hz. Musa (a.s.)'nın gösterdiği 9 türlü mûcizeye rağmen inkarı tercih etmişlerdi. Mısır'daki kölelikten Allah'ın yardımıyla kurtuldular. Çölde susuz kaldıkları zaman suya, açlık tehlikesi karşısında bıldırcın eti (akınına) ve kudret helvasına kavuştular. Allah'ın bunca nimetlerine karşılık hemen her defasında yine de kurtarıcılarına karşı gelmekten, peygamberlerini üzmekten ve hatta öldürmekten geri kalmadılar. Hz. Musa (a.s.), 1001 kelam için çıktığı Tur Dağın'da iken Tuva Vadisinde Samiri isminde bir sarrafın eritip döktüğü altın buzağı heykeline tapmaya başladılar. Hz. Musa(a.s.)'ın kardeşi ve veziri Harun(a.s.)'ı dinlemediler. Allah'a verdiği sözü tutmadılar. Allah'ın kurban edilmesini emrettiği buzağıyı kesmemek için çok direndiler. Her seferinde bir bahane ile geldiler, söz konusu sığırın daha başka hangi özellikleri bulunduğunu sordular. Nihayet onun hiç çifte koşulmamış, parlak altın sarısı, iyi gelişmiş ve görenleri imrendirecek güzellikte bir inek olduğu kesinleşti. Kendi cinsinin bütün üstün özelliklerini taşıyan bu hayvanın beden yapısı ile Kutsal APİS öküzünü andırıyor, altın sarısı rengiyle de Yahudilerin altına duyduğu sevgiyi temsil ediyordu. Bu iki sebepten dolayı mutlaka kesilmesi, kurban edilmesi gerekiyordu. Ancak böyle bir kurban sayesinde onlar esaretle geçen eski Mısır günlerinin üzerinde bıraktığı psikolojik eziklik ve aşağılanma etkisinden kurtulacaklardı. Sonuçta istemeye istemeye böyle bir kurbanı bulup kestiler. Hani neredeyse ondan vazgeçiyorlardı.[SUP][11]

Hikâye olunduğuna göre yine aynı dönemlerde hiçbir alimin fakirlik üzerine vefat etmeyeceğine inanan dindar ve salih bir pir-i fani ihtiyarın tam bu vasıfları taşıyan bir ineği bir de çocuğu varmış. İhtiyar bu buzağıyı bir ormana götürmüş ve Allah'a emanet ederek bırakmış. "Ey Rabbim, bunu çocuğum büyüyünceye kadar sana emanet ediyorum." demiş... Vefat edeceği sırada kendisine "Bir gününü görmedik... Fakirlik boynumuzu büktü. İlmin ve kitaplarının bir faydasını görmedik. Hep başka kitaplarını okudun. Ben kitabını hiç okumadım." diye sitemde bulunan hanımına verecek bir cevabı olmayan âlim zat oğlunu ormana gönderir. Oradan da ineği pazara götürürken önüne Hızır (a.s.) geçer ve der ki; "Yavrum.. Biraz sonra bu ineğe müşteriler olacak. Sakın 4000 altından aşağı vermeyesin, onlar nasıl olsa bunu alacaklar. Sakın unutma..."

Bunun üzerine pazar yerine gelen inekler arasından araya araya o sığırı bulmuşlar ve derisi dolusu altın vererek onu satın almışlar ve hayvanı keserek fukarayı sevindirmişler. Hz. Musa (a.s.) da ineğin kemiğini maktulün üzerine (değdirerek) dokundurarak ölü dile gelerek kendisini öldüren katili ismen ve şahsen belirtmiştir. Böylelikle hem sır perdesi aralanmış, hem katil bulunmuş, hem âlim zatın dua ve temennisi yerine gelmiş, hem de kinayeli bir şekilde (taptıkları helvayı yiyen Kureyş halkı gibi) Yahudiler de (toprakları) içlerinde sevgi besledikleri buzağıyı kendi elleriyle boğazlamış oluyorlardı. Zira fail-i meçhul cinayeti araştıran Yahudiler bu işin ancak kırk senede aydınlanacağını belirtenler bile olmuş ancak gözünde büyüttükleri olayın bir mucizeyle çözülmesi Hz. Musa ve ilâhî mesaja olan akideleri artmıştır. Düşünebilenler için bu Bakara Hadisesi (kıssasının'nin incelikleri ve acayiplikleri pek çok ibretlerle doludur. Hadise tümdengelim metoduyla tekrar başa dönülerek şöyle tamamlanır:

Ayet-72: Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız; halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktır.

Ayet-73: "İşte bundan dolayı bir parçası ile ölüye vurun" dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size ayetlerini gösterir; belki aklınızı başınıza toplarsınız.

Ayet-74: Sonra bunun arkasından yine kalpleriniz katılaştı. Taş gibi, yahud daha katı. Çünkü taşın öylesi vardır; ondan ırmak kaynar, öylesi vardır ki çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi vardır ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor. Allah ne yaparsanız hiç birinden gafil değildir.

Şimdi sadede gelelim. Kurân'da bulunan ayetler mensuh da olsa namazda kıraati sahihtir. Geçmiş ümmetlerin yaşantılarının biz Muhammed ümmetine vereceği bir hisse olmasaydı bu kıssaların Kurân'da ne işi vardı? Madem ki; Kurân kıyamet sabahına kadar değişmeyecek ve hükmü baki kalacak o halde değil milenyum, değil Cumhuriyet dönemi, her(a.s.)ırda ve ülkede işlenen fail-i meçhul cinayet dosyalarını inceleyip araştıranlar cesetler üzerinde DNA testi ve otopsi yapıp adli tıp raporu düzenleyenler Kurân'la tanışmak ve onu anlamak zorundadır. Hukukun dili "fail-i meçhul cinayet şebekesi" kelimelerini tahlil ederken Arapça kökenli olduklarını kabul ediyor da hukukun normları ve kuralları niçin aynı köke dayanan Kurân'dan istinbat eden ayetleri hukukun dışına iti-yor? Namazı emreden ayete itiraz yok da Kısas'a ait ayetlere itiraz neden? Hani Kurânın hükmü kıyamete kadar baki kalacaktı?

Şehidlik dini ve manevi bir mertebedir. 30.000 insanın şehadetine sebep olan APO'nun idamı için Diyanet'ten niçin bir fetva istenmez?

İç ve dış güvenliğimizi tehdit eden PKK lideri APO'nun idam edilmesi hususu MGK'nın kararları arasında yer almaz, brifingler verilmez, basın açıklaması yapılmaz.

Neden? 75 yıllık Cumhuriyet döneminde işlenen 17.000 küsur fail-i meçhul cinayet niçin aydınlatılmamıştı? Ey Hz. Musa nerdesin? Biz neyi kurban edelim. Verilen bunca kurban yetmez mi?

Tarihte 12 Ocak günü Genç Osman'ı Yedikule zindanlarında boğduran zinde güç, Hükümet ortaklarının verdiği kararla Apo'nun asılması ertelenmiş, şehit analarının sevgi dolu kucaklarını ve ülkü ocaklarını yakmıştır. 36 şehit aileleri derneği adına yapılan şikayetnameyle bozulan Baba, 5 Şubat 2000'de yapılacak olan şehit ailelerinin düzenlediği Ankara'daki mitinge engel olmak için ve İspinoz kafesindeki aslanları yaban kedilerine boğdurmak için Hizbullah örgütü bahane edilerek samimi Müslüman ve dindar kişileri töhmet altında tutmak istemiştir. Sosyetenin Derin Devlete inat neden köpek beslediklerini yeni anlıyorum. Çünkü hayvanlar içinde acıkınca yavrusunu yiyen tek yaratık kedidir. Sonra kedi köpekten daha nankördür. Köpek kediye nazaran daha sempatik ve itaatkardır. Dünya üzerinde el'an kendi ülke insanıyla bu kadar kavgalı, kendi tarihi ve milli - manevi kültürüne hasım, ekonomi, siyaset ve insan haklarında dışa bağımlı, bağımsızlığını temin eden milletinin yanında yer alması gerekirken (taraf olması gerekirken) içeride bağımsız-demokrat ve cellat başka bir ülke ve coğrafya var mıdır? Bu vatan için Yemen'de şehit düşmüş bir dedenin torunu olarak tüm şehit aileleri derneği üyeleri adına şahsen benim Fail-i Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyon Başkanlığına bir tavsiyem var. Yaklaşan Kurban Bayramında kesilmek üzere deve güreşlerine katılan semiz bir cemel alıp Kızılay meydanında kurban etmelidirler. Eee... Deveye olacak yedi kişi için de Cumhurbaşkanı, Başbakan, Yılmaz, Bahçeli, Meclis Başkanı, Mit müşteşarını da ayarlamalıdır. Devenin etini  zam verdikleri memura versinler, kemiklerini de Hizbullah'a mal edilen mezar evlerinde çürüyen cesetlerin kemiklerine dokundursunlar. Belki kurbanlar ser verir. Ne dersiniz?

MHP meclise girerken tekbir getirerek kurban keserek, başörtüsü meselesini oracıkta halletmemiş miydi? Haa.. Az kalsın unutacaktım.

Ülkemizde mecazi anlamda siyaset yapan partilerin amblemlerinin bir çoğunun hayvan figürü olması bence tesadüf eseri değildir. Mesela, Fazilet'in tabanı hâlâ 1969 MNP'sinin uysal koyununu temsil etmektedirler. Gariplerin hasmını süsecek, karnını deşecek ne bir boynuzu ve ne keskin bir dişleri var. Mesela atın Çin Seddini niçin ve nasıl geçtiği bu figürün hangi kavme dayandığını, itin kurdun hangi ulusa yol gösterdiği, Süleyman'ın Karınca Vadisindeki ictimaya gelmeyen Hüd Hüd'ün (çavuş kuşunun) efsanesinin hangi kültüre dayandığını; Güvercinin Sevr Mağarasına niçin yumurtladığını, İpek böceğinin kozasını hangi dal yaprağından kime ve nasıl ördüğünü, Arı'ya vahyedilen gerçeğin ne olduğunu, Kartal'ın Kartaca'ya dayanıp dayanmadığını bilen varsa beri gelsin. Akrep, yengeç, balık v.b. burçlara inananlar dahil kavm-i etrak üzerinde hala terk edilmemiş Şamanizm'e ait kültür ve inanç felsefesinin derin izleri vardır. Kavm-i etrak da (Beni İsrail'in Apis öküzüne tapınma dürtüsü olduğu ve altına, gümüşe aşırı bir sevgisi olduğu gibi) çile çekme kabiliyeti kazanan nefisini Allah yolunda kurban, nefesini hak yolda tüketmedikçe kendisine daha çok tapınacak Apis öküzü Musallat olacaktır. UYANIN...[/SUP]Kaynaklar [1] Arapça, Türkçe Yeni Kamus Bekir Topaloğlu, Hayreddin Karaman, Elif Ofset, İstanbul. 1980
[2] Hak Dini Kurân Dili M. Hamdi Yazır, Azim Dağıtım Sadeleştirenler (Heyet) İstanbul. 1992
[3] TDV İslâm Ansiklopedisi Cilt: 4 Süleyman Uludağ, Emin Işık, Bakara Mad. İstanbul. 1991
[4] Kurân-ı Kerim ve Türkçe Anlamı Meal D. İ. B. Yay. Dr. Lütfi Doğan Emel Matbaacılık Ankara. 1987
[5] A. g. e (2)
[6] A. g. e (3)
[7] Kurân-ı Hakim ve Meali Kerim Cilt: 1, H. Basri Çantay, Elif Ofset. İstanbul. 1986
[8] A. g. e (7)
[9] A. g. e (5)
[10] A. g. e (4,5,7)
[11] A. g. e (3,6)

 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır Bilginleri, Nükleer Enerjiyi Biliyorlar Mıydı?

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/sphinx-and-pyramid.jpg

Eski Mısır Bilginleri, Nükleer Enerjiyi Biliyorlar Mıydı?


Dünyanın en büyük harikaları olan piramitler ve piramitlerin içinden çıkan eserler, elbette çok yüksek bir medeniyetin belgeleridir. Fakat mumyaların onları rahatsız edenlerden intikam almaları nasıl izah edilecek? O yüksek medeniyet, mumyalara intikam alma gücünü nasıl verdi? Bu soruya Oakbridge Atom Dairesi profesörlerinden Louis Bulganin cevap verdi ve bu cevap, bilim dünyasında çok geniş yankılar uyandırdı. Atom uzmanı Profesör Louis Bulganin, şöyle diyor;
«Firavunlar devrinin bilginleri, nükleer enerjiyi biliyorlardı. Tutankhamon'un mezarı, atomla korunuyordu. Hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde inanmış bulunuyorum ki, piramitleri açanların, mumyaya dokunanların hepsi, bir atom tuzağına düşmüş bulunuyorlar. Mısırlı rahipler, uranyum tozunu piramidin içine serpiştirmiş ya da tabutların üzerine gizli bir usulle koyabilmişler. Böylece binlerce yıl sonra bile, firavunu rahatsız etmek isteyenlere kurtulamayacakları bir tuzak kurmuşlardır.»
Profesörün bu açıklamasından sonra bilim adamları, mumyaların sırrını çözebilmek için konuyu bu açıdan ele aldılar ve daha ilk aşamada öteden beri kendi kendilerine sordukları bir sorunun da cevabını bulmuş oldular: Eski Mısırlıların aydınlatma aracı, neydi? Işığı nereden ve nasıl elde ediyorlardı?
Piramitlerin Karanlık odalarının duvarlarında tavan ve tabanlarında öyle büyük ustalıkla ve incelikle yapılmış şekiller, renkler vardı ki, bunları yapmak, ancak gündüz gibi ışık veren bir lamba sayesinde mümkün olabilirdi. Bunlar, dışarıdan yapılıp içeriye sokulabilecek şeyler değildi. Demek ki karanlık odayı gündüz gibi aydınlatan bir enerjiye sahiptiler. Elektrik olmadığına göre, aydınlatma aracı olarak nükleer enerjiyi kullanmış olabilirler. Çünkü başka hiçbir yakıt, bu kadar ışık veremez.

Öldürüyor; Ama Şifa Da Veriyorlar

Mumyanın kendine dokunan meraklıları ölüme sürüklemesi, nasıl herkesi hayrete düşürüyorsa; ağır yaralıları, yanıkları, veremli olanları iyileştirmeleri de günümüz bilim adamlarını öylesine şaşkına çeviriyor. Gerçekten de mumyaların "öldürücü" oluşları yanında "şifa verici" özellikleri de var. Bunlar, abartılı söylentiler değil; bilim adamlarının ciddiyetle üzerinde durdukları konulardır.
Tarih okumayı sevenler bilir: Eski Romalılar, zehirlemek istedikleri kimselerin yemeklerine mumyadan bir parçayı ufaltıp atarlardı. Bunu yiyenler, eğer ölürse günahkâr, ölmezse suçsuz sayılırdı.
Prof. William O'Connel'in söylediklerine göre, mumyaların sargılarında bugünkü penisiline benzeyen kimyevî bir madde vardır. Şifayı veren bu olabilir. Ortaçağ'dan itibaren mumya parçaları, hastalara eritilerek şurup gibi verilmeye, mumyalı su ile banyo yapılmaya başlandı. Bu şekilde birçok hastalığın tedavi edilebileceği biliniyor. O zamandan kalma görenek olarak bugün bile mumya tozları, şifa veren ilaçlar gibi kullanılmaktadır. Bir hayli rağbet gördüğü için Mısır, mumya tozu yetiştiremez duruma düşmüş bulunuyor.
Sonuç olarak; mumyalar, kendilerini rahatsız edenlerden intikam alsın ya da almasın; mumya tozları, hastalıkları iyileştirsin ya da iyileştirmesin; piramitler, piramitlerde bulunan heykellere kadar bir sanat, teknik ve tıp harikası sayılmaktadırlar.[SUP][1][/SUP]

Kaynaklar

[1] Harikalar Ansiklopedisi, "Mumyaların Sırrı", Tercüman Gençlik Yayınları, Topkapı / İstanbul, s.26.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır Hanedanları

Eski Mısır Hanedanları
Eski Mısır Medeniyeti incelenirken genel olarak sekiz gruba ayrılmıştır. Buları;
1. Hanedanlık Öncesi Dönem
2. Arkaik Dönem
3. Eski Krallık Dönemi
4. İlk Ara Dönem
5. Orta Krallık Dönemi
6. İkinci Ara Dönem
7. Yeni Krallık Dönemi
8. Geç Dönem
9. Yunan - Roma Dönemi
olarak sıralayabiliriz. Bu dönemlerde kurulan hanedanlıklar ilerleyen bölümlerde belirtilmiş ve kronolojik sıra takip edilmiştir.
A. Hanedanlık Öncesi Dönem (3500 - 3100)
B. Arkaik Dönem (3100 - 2650)
1. Hanedan (3100 - 2800)
Menes (Hor-Aha)
Iti
Djer
Djet
Den
Anendjib
Semerkhet
Oa'a (Qa-a)
2. Hanedan (2800 - 2650)
Hotepsekhemwy
Raneb (Reneb)
Nynetjer
Sekhemib (Seth-Peribsen)
Khasekhemwy
C. Eski Krallık Dönemi (2650 - 2140)
3. Hanedan (2950 - 2575)
Nebka (Sanakhte) (2650 - 2630)
Djoser (Netjerikhet) (2630 -2611)
Sekhemkhet (2611 - 2605)
Khaba (2605 - 2599)
Huni (2599 - 2575)
Zanakht
Oa'a – Hedjet
4. Hanedan (2575 - 2465)
Snofru (2575 -2551)
Khufu (2551 - 2528)
Djedefre (2528 -2520)
Khafre (2520 - 2494)
Bakare (2494 -2490)
Menkaure (Mykerinos) (2490 - 2472)
Shepseskaf (2472 – 2468)
Thamphthis (2468 – 2465)
5. Hanedan (2465 - 2323)
Userkaf (2465 - 2458)
Sahure (2458 - 2446)
Neferirkare (2446 - 2426)
Shepseskare (2426 - 2419)
Neferefre (Raneferef) (2419 - 2416)
Niuserre (2416 - 2392)
Menkauhor (2396 - 2388)
Djedkare (2388 - 2356)
Unas (Wenis) (2456 - 2323)
6. Hanedan (2323 - 2150)
Teti (2323 - 2291)
Userkare (2291 - 2289)
Pepi I (Meryre) (2289 - 2255)
Nemtimsaf I (2255 - 2246)
Pepi II (2246 - 2152)
Nemtimsaf II
Nitocris
7. & 8. Hanedan (2150 - 2130)
Netrikare
Menkare
Neferkare II
Neferkare III
Djedkare II
Neferkare IV
Merenhor
Menkamin I
Nikare
NeferkareV
Neferkahor
Neferkare VI
Neferkamin II
Ibi I
Neferkaure
Neferkauhor
Neferirkare
D. İlk Ara Dönem (2140 - 2040)
9. & 10. Hanedan (2134 - 2040)
Neferkare
Mery - Hathor
Merykare
11. Hanedan (2134 - 1991)
Antef I (2134 - 2118)
Antef II (2118 - 2069)
Antef III (2069 - 2061)
Mentuhotep I (2061 - 2010)
E. Orta Krallık Dönemi (2040 - 1640)
11. Hanedan (devam ediyor) (2134 - 1991)
Mentuhotep II (Nebhepetre) (2040 - 2010)
Mentuhotep III (2010 - 1998)
Mentuhotep IV (Nebtawyrel) (1998 - 1991)
12. Hanedan (1991 - 1783)
Amenemhat I (Sehetepibre) (1991 - 1962)
Sesostris I (1962 - 1929)
Amenemhat II (Nubkaure) (1929 - 1892)
Sesostris II (Khakhperre) (1897 - 1878)
Sesostris III (Khakaur) (1878 - 1841)
Amenemhat III (Nimaatre) (1844 -1797)
Amenemhat IV ( Maakherure ) (1799 - 1787)
Nefersobek (1787 - 1783)
13. Hanedan (1783 -1640)
Wegaf
Amenemhat
Sekhemre
Amenemhat V (Sekhemkare)
Sehetepibre I
Iufni
Amenemhat VI
Semenkare
Sehetepibre II
Sewadjkare
Nedjemibre
Sobekhotep I (Kha'ankhre)
Reniseneb
Hor I
Amenemhat VII (Sedjefakare)
Sobekhotep II
Khendjer
Imira-mesha
Antef IV
Seth
Sobekhotep III
Neferhotep I
Sihathor
Sobekhotep IV (Kha'neferre)
Sobekhotep V (1720 - 1715)
la-ib
Ay (Merneferre) (1704 - 1690)
Ini I
Sewadjtu
Ined
Hori
1 Thebes Prensleri
Sobekhotep VI
Dedumes I
Ibi II
Hor II
Senebmiu
Sekhanre I
Merkheperre
Merikare
F. İkinci Ara Dönem (1640 - 1540)
14. Hanedan (?)
Nehesy
Khatire
Nebfaure
Sehabre
Meridjefare
Sewadjkare
Heribre
Sankhibre
Kanefertemre
Neferibre
Ankhkare
15. Hanedan 1 (?)
Salitis
Sheshi
Yakubber
Khyan (Apachnan)
Apepi I (Apophis)
Apepi II


16. Hanedan (?) (Hyksos Kralları)
Anat - Her
User - Anat
Semqen
Zaket
Wasa
Qar
Pepi III
Bebankh
Nebmaatre
Nikare II
Aahotepre
Aaneterire
Nubankhre
Nubuserre
Khauserre
Khamure
Jacob - Baal
Yakbam
Yoam
17. Hanedan (? -1540)
Antef V
Rahotep
Sobekemzaf I
Djehuti
Mentuhotep VII
Nebirau I
Nebirau II
Semenenre
Suserenre
Sobekemzaf II
Antef VI
Antef VII
Tao I (Seakhtenre)
Tao II (Sekenenre)
Kamose (1545 - 1540)
G. Yeni Krallık Dönemi (1540 - 1078)
18. Hanedan (1540 - 1292)
Ahmose I (Nebpehtyre) (1540 - 1515)
Amenhotep I (Djeserkare) (1515 - 1494)
Thutmosis I (Akheperkare) (1494 - 1482)
Thutmosis II (Akheperence) (1482 - 1479)
Hatshepsut (1473-1458)
Thutmosis III (Menkhepere) (1479 - 1425)
Amenhotep II (Akheperure) (1427 - 1401)
Thutmosis IV (Men-khepru-Re) 1401 - 1391
Amenhotep III (Nebmaatre) (1391 - 1353)
Amenhotep IV (Akhenaten) (1353 - 1335)
? (1335 - 1334)
Semenekhkare (1334 - 1333)
Tutankhamen (Tutankhamun) (Nebkheperoure) (1333 - 1323)
Ay (1323 - 1319)
Horemheb (Djeserkheperure) (1319 - 1292)
19. Hanedan (1292 - 1190)
Ramses I (Menpehtyre) (1292 - 1290)
Seti I (Menmaatre) (1290 - 1279)
Ramses II (Usermaatre) (1279 - 1213)
Merneptah (1213 - 1204)
Amenmesse (1203 - 1200)
Seti II (1204 - 1198)
Siptah (1198 - 1193)
Twosret (1193 - 1190)
20. Hanedan (1190 -1078) (Thebes Prensleri)
Sethnakhte (1190 - 1187)
Ramses III (1187 - 1156)
Ramses IV (1156 - 1150)
Ramses V (1150 - 1145)
Ramses VI (1145 - 1137)
Ramses VII (1137 - 1129)
Ramses VIII (1129 - 1128)
Ramses IX (1128 - 1110)
Ramses X (1110 - 1106)
Ramses XI (1106 - 1078)
H. Geç Dönem (1078 - 332)
21. Hanedan (1078 - 945)
Smendes I (1078 - 1044)
Amenemnesoe (Amenemnisu) (1044 - 1040)
Psusennes I (1040 - 992)
Amenemope (993 - 984)
Osorkon I (984 - 978)
Siamun (978 - 945)
22. Hanedan (945 - 712)
Shoshenq I (Sheshonq I) (945 - 924)
Osorkon II (924 - 889)
Shoshenq II (Sheshonq II)
Takelot I (889 - 874)
Osorkon III (874 - 850)
Takelot II (850 - 825)
Shoshenq III (Sheshonq III) (825 - 773)
Pami (773 - 767)
Shoshenq V (Sheshonq V) (767 - 730)
Osorkon V (730 - 712)
23. Hanedan (828 - 712)
Petubastis (Pedibastet) (828 - 803)
Iuput I
Shoshenq IV (Sheshonq IV) (803 - 797)
Osorkon III (797 - 769)
Takelot III (774 - 767)
Rudamun (Rudamon) (767 - 764)
Iuput II (764 - 715)
24. Hanedan (724 - 712)
Tefhakht (727 - 720)
Wahkare (Bakenrenef) (720 - 715)
25. Hanedan (770 - 657) (Nubye Hanedanları)
Kashta (770 - 750)
Piji (Piye) (Piankhi) (750 - 712)
Shabaka (712 - 698)
Shebitku (698 - 690)
Taharqa (Taharka) (690 - 664)
Tanutamun (664 - 657)
Nekau I (Necho I) (672 - 664)
26. Hanedan (664 - 525)
Psamtek I (Psammetic I) (664 - 610)
Nekau II (Necho II) (610 - 595)
Psamtek II (Psammetic II) (595 - 589)
Wahibre (Apries) (589 - 570)
Ahmose II (Annasis) (570 - 526)
Psamtek III (Psammetic III) (526 - 525)
27. Hanedan (525 - 404)
Cambyses II (525 - 522)
Darius I (521 - 486)
Xerxes
Artaxerxes I (465 - 424)
Darius II (423 - 405)
Artaxerxes II

28. Hanedan (404 - 399)
Amyrtaios (Amyrtaerus)
(404 - 399)
29. Hanedan ( 399 - 380)
Nepherites I (Nefaarud) (399 - 393)
Hakoris (Hakor) (393 - 380)
30. Hanedan (380 - 343)
Nectanebo I (380 - 362)
Djedher (Djedhor) (362 - 360)
Nectanebo II (Nakhtharehbe) (360-343)
31. Hanedan (343 - 332) 2
Artaxerxes III (343 - 338)
Arses ( 338 - 336)
Darius III (336 - 332)
H. Yunan - Roma Dönemi (332 - 30)
Mısır'ı Yönetmiş Makedonya Kralları
Alexander “Muhteşem Alexander” (332 - 323)
Philip Arrhidaeus (323 - 317)
Alexander IV (317 - 304)
Ptolemaic (Batlamyus' a ait) Hanedanlık
Ptolemy I Soter (305 - 282)
Ptolemy II Philadelphus (282 - 246)
Ptolemy III Euergetes I (246 - 222)
Ptolemy IV Philopator (222 - 205)
Ptolemy V Epiphanes (205 - 180)
Ptolemy VI Philometor (180 - 164)
Ptolemy VII Neos Philopator (164 - 165)
Ptolemy VIII Euergetes II
Ptolemy IX Soter II
Ptolemy X Alexander I
Ptolemy XI Alexander II
Ptolemy XII Neos Dionysos
Kraliçe Bernice IV
Ptolemy XIII
Kraliçe Cleopatra VII
Ptolemy XV
1 İlk Pers Hanedanı
2 İkinci Pers Hanedanı
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır İnançlarında Osiris Kültü

http://www.logoi.com/pastimages/img/osiris_2.jpg

Eski Mısır İnançlarında Osiris Kültü Mısır, tarihinin ilk dönemlerinde farklı kabilelerden, daha sonra da farklı nomoslardan oluştuğu için, Mısır panteonu çok sayıda tanrı ile doludur.

Aşağı ve Yukarı Mısır'ın birleşmesinden önce yerel bir çok kült vardı ve her kabile farklı bir tanrıya tapardı. Bu kültler en sonunda, Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır krallıklarının dinini oluşturmuştur. Bu sistem her kabilenin inançlarından izler taşıyordu. Ayrıca, bir savaş sonrasında, yenen kabile, yenilen kabilenin tanrısını da kendi panteonuna dahil ediyordu.

Birleşme olduğu zaman ise hanedan soyunun en büyük tanrısı Horus, en büyük tanrı olarak kabul edilmiştir. Horus hakkında çok fazla bilgimiz yoktur. Fakat Horus'un bir Gök-tanrı olduğu sanılmaktadır. Ayrıca firavunun da yaşayan Horus olarak görülmesi de bu kült ile ilintilidir.

Horus kültünün yanında Seth kültü de halk kitleleri arasında varlığını korumuştur. Yukarı Mısır'da yaygınlığını koruyan Seth kültü hanedanlar zamanında da devam etmiş, özellikle de İkinci Hanedan zamanında Seth, bir süre Horus'un yerine en büyük tanrı olarak tanınmıştır.

Horus ile Seth arasındaki bu çekişme sonraki dönem mitolojisine de yansımıştır. Seth kültü Mısır'da uzun süre varlığını sürdürmüş ve daha sonra göreceğimiz gibi, Seth kötü güçlerin temsilcisi olmuştur.

Mısır'ın arkaik dönemine baktığımızda farklı yerlerde farklı tanrıların önem kazanmış oldukları görülmektedir. Heliopolis'te Ra, Memfis'de Ptah, Busiris'de Osiris önemli tanrılar arasındadır.Heliopolis yaradılış efsanelerine göre, Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için, ancak masturbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir. Piramit metinlerine göre, Atum/Ra “erkeklik organını elleri arasına alıp, fışkırtarak ikizleri meydana getirdi: Şu ve Tefnut.”

Adını “kaldırmak” anlamına gelen bir sözcükten alan Şu, Yunan mitolojisindeki Atlas gibi gökyüzünü taşır. Aslında Şu havayı sembolize etmektedir.
Tefnet ise Şu'nun ikiz kardeşi olduğu gibi aynı zamanda karısıdır. Kökeni daha eskiye hatta Güneş kültüne dayandığı zannedilen Tefnet daha çok havadaki nemi ve yağmuru sembolize eder. Bazı metinlerde kardeşi Şu ile beraber, Güneş'in doğuşundan itibaren gökyüzünü taşır.

Şu Tefrut çiftinden iki önemli tanrısal varlık doğar. Bunlar Geb ve Nut'tur. Erkek olan Geb Mısır toprağını, daha genel olarak da yeryüzünü temsil eder. Dişi olan Nut ise gökyüzüdür. Burada Mısır mitolojisinin Hint-Avrupa mitolojilerinden farkını görürüz. Hint-Avrupa mitolojilerinde genelde yeryüzü dişidir. Efsaneye göre Geb ve Nut önceden birbirlerine yapışık iken daha sonra Şu tarafından birbirlerinden ayrılmışlardır.

Geb ve Nut'tan ise dört tanrı doğar: Osiris, Isis, Seth ve Nephthys. Bu konuda Plutarkhos'un “De Iside et Osiride “ adlı eserinde ilginç bir mitos vardır. Plutarkhos asıl söylenceye sadık kalmasa da, efsane doğa olaylarını açıklaması açısından da önemlidir. Efsaneye göre Ra'nın karısı Nut, Geb'i kendisine aşık eder. Bunun üzerine Ra Nut'a bir ceza verir ve ona yılın hiç bir ayında ya da gününde çocuk sahibi olamayacağını söyler. Ra'nın emirleri hiç bir zaman reddedilemeyeceği için Nu çareyi Thot'tan yardım istemekte bulur. Thot uzun uzun düşündükten sonra aklına iyi bir fikir gelir. Ay tanrıçası Selene'ye gider ve onu tavla oynamaya davet eder. Tanrıça bu oyunu kaybederse aydınlık bölümlerinden yedide birini Thot'a verecektir. Oyunu Thoth kazanır. Selene aynen söz verdiği gibi ışığının yedide birini Thot'a verir. Thoth tanrıçadan aldığı ışıktan beş gün yaratır ve bu günleri yıla ekler. Böylece Nut, hiç bir yıla ve aya ait olmayan bu beş günde doğum yapabilecektir. Nut'un Osiris, Horus, Set, İsis ve Nephtys adlarında beş çocuğu olur. Osiris birinci günde, Horus ikinci günde, Seth üçüncü günde, İsis dördüncü günde ve Nephtys beşinci günde doğarlar.
Osiris Osiris, doğanlar içinde en büyükleridir ve bu nedenle, Geb gökyüzüne çıktıktan sonra, Mısır toprakları üzerinde hüküm sürme hakkı ona aittir. Osiris'in üstünlüğü daha doğumunda belli olmuştur. Osiris doğduğu zaman gizemli bir ses “Evrenin Efendisi”nin geldiğini söylemiştir.

Osiris adı aslında Mısır dilinde Usir olan tanrının adının Yunanca'ya uydurulmuş şeklidir. Osiris Yunanlılar tarafından Dionysos ve Hades ile bir tutulmuştur. Osiris, güzel yüzlü, koyu tenli ve insanlardan daha uzun resmedilmiştir.
Osiris'in tahta geçme miti aynı zamanda meşru firavunun da tahta geçme miti ile ilintilidir. Güneş-tanrı'nın hükümdarlığını Osiris'e vermesi gibi, firavun da gücünü Güneş-tanrı'dan almaktadır. Ayrıca bu mit firavunun hükümdarlığına ait bazı usulleri de meşrulaştırmaktadır.

Osiris'in tahta geçtikten sonra ilk yaptığı işlerden biri, ilkel bir hayat süren Mısır'lıları uygarlaştırmak olmuştur. Osiris onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi, buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi, ekmek, şarap ve bira yapmayı öğretmiştir. Ayrıca ilkel Mısır'lılara ilk defa tapınak inşa etmeyi ve tanrılara tapmayı öğreten ve dini törenleri düzenleyen de Osiris'tir. Hatta ikili flütü de ilk Osiris yapmıştır.

Osiris, şu an Louvre Müzesi'nde bulunan Amenmos Steli'ne göre, bolluk, bereket getiren bir doğa tanrısı özellikleri de taşımaktadır. Osiris, doğal kaynaklara hükmetmekte, onunla birlikte rüzgarlar esmekte, ekinler yeşermekte ve hayvanlar yetişmektedir.
Osiris, Mısır'ın uygarlaştırılmasını tamamladıktan sonra, bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir. Tahtı kardeşi ve aynı zamanda da karısı olan İsis'e bırakır ve yanında veziri Thot, Anubis ve Ofois ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır.

Burada Anubis için de bir parantez açmak gerekmektedir. Eski Mısır'da Anpu diye adlandırılan Anubis, mitolojiye göre, ölülere Öteki Dünya'nın yolunu gösteren çakal başlı varlıktır. Piramit metinlerinde, Anubis Ra'nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Osiris ya da Seth ile ilişkilendirilir. Osiris ile ilgili efsanelerde, adı çok sık geçmese de, Anubis'in önemli bir yeri vardır. İlk olarak Anubis daha önce de gördüğümüz gibi dünyanın fethine Osiris ile birlikte çıkmıştır. Ancak bu fetih savaşla yapılan istila anlamına değil, insanların uygarlaştırılması anlamına gelmektedir. Aslında bu efsaneden yola çıkarak, Anubis, tanrıların insanları eğitmesinde önemli rol oynayan varlıklardan bir olarak karşımıza çıkar. İkinci olarak da Anubis Osiris'in ölümünden sonra onun “vücudunun” korunması işini üstlenir. İlk olarak bu görevi olan Anubis zamanla Osiris'in cenazesi ile olan ilgisinden dolayı ölü kültleri ile ilgili bir özellik kazanmış ve mumyalama ve ölünün yargılanması ile ilgili yol gösterme görevleri gibi görevler üstlenmiştir.

Osiris döndüğünde ülkesini, İsis'in başarılı yönetimi sayesinde, çok iyi durumda bulur.

Ancak bu dönem uzun sürmez. Tahta geçmeyi arzulayan, fakat Osiris'in yokluğunda dahi hüküm süremeyen Seth, Osiris'i yok etmek için bir plan hazırlamıştır. Bu plana göre Seth, Osiris'in ölçülerine göre bir sandık hazırlatır ve sandığı en değerli taşlarla süsletir. Seth, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur.

Seth büyük bir yemek verir ve Osiris'i de çağırır. Osiris hiç bir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemek sonunda Seth, sandık kimin ölçülerine uyarsa, sandığın sahibinin o olduğunu söyler. Denemek için herkes sırayla sandığın içine yatar. Sıra Osiris'e gelmiştir. Osiris yatar yatmaz Seth sandığı çiviler, eritilmiş kurşunla lehimler ve Nil nehrine atar. Böylece Seth planını uygulamıştır. Bu olay Osiris'in krallığının 28. yılında, Athyr ayının 17'sinde olmuştur.

İsis bunu duyunca, üzüntüsünden saçlarını keser, elbiselerini parçalar ve Osiris'in kapatıldığı sandığı aramaya çıkar. Osiris'in kapatıldığı sandık, Fenike'ye, Byblos kentine kadar sürüklenmiş ve burada karaya vurmuştur. Karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır. Byblos Kralı Malkandros bu ağacı gördüğünde hayran kalır ve ağacı kestirerek sarayına sütun olarak diktirmeye karar verir. Ağaç kesildiğinde çok güzel bir koku çıkarmıştır.

Bu olay Isis'in kulağına kadar gelmiştir. İsis durumu anlar ve Malkandros'un sarayına gider. Burada önce Astarte'nin çocuğunun dadısı olur.

İsis bir gün çocuğu ölümsüz yapmak ister ve bu amaçla çocuğu ölümsüzlük ateşine batırır. Bunu gören kraliçe çığlıklar atarak İsis'i engeller. İsis artık kendini tanıtmak zorunda kalır. Daha sonra Kral Malkandros'tan izin alarak ağacın gövdesini açar ve içinden sandığı alır.

İsis sandığı vatanına geri getirdikten sonra, Buto şehrine, oğlu Horus'un ziyaretine giderken sandığı, güvenli zannettiği bir yere saklayarak bırakır. Gece dolunayda avlanan Seth sandığı bulur ve Osiris'in bedenini tanır. Bunun üzerine, Seth Osiris'in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır.
Bunu duyan İsis papirüs ağacından yapılma bir tekneye biner ve bütün Mısır'ı dolaşarak Osiris'in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Mısır'ın bir çok yerinde, içinde Osiris'in cesedinin bulunduğu söylenen bir çok tapınak vardır.

Efsanenin sonunda ise Osiris'in oğlu Horus Seth'i yener. Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris'e getirecektir.

Efsanenin klasik yorumuna göre Osiris aslında diğer bahar ve toprak kültleri ile ilgili efsanelerde olduğu gibi doğanın ölümünü ve ilkbaharda yeniden canlanmasını temsil etmektedir. Başka yorumlara göre Osiris'in yazın kuruyan Nil Nehri'ni temsil ettiği ya da günlerin uzayıp kısalmasını belirttiği söylenebilir.

Daha önce de edebiyat tarihinde örnekleri görüldüğü gibi Plutarkhos, diğer Yunan yazarları gibi, efsaneyi biraz tahrif etmiş olsa da var olan bir efsaneyi anlattığı kesindir. Zaten piramit metinlerinde ve Ölüler Kitabı'nda buna benzer motiflerin yer alması bunu kanıtlamaktadır.

Ancak her efsanede olduğu gibi bu efsanede de daha derin anlamlar olduğu kesindir.

Bu efsaneyi dikkatle incelersek başka bir yerden gelen bir kişinin yanında diğerleri ile birlikte insanları eğittiğini ve daha sonra da kardeşi ( ya da onunla birlikte gelen diyelim) tarafından öldürüldüğünü fakat vücudunun (belki de kurduklarının) bir başkası (Anubis) tarafından korunduğunu görüyoruz. Bir bilim-kurgu romanı gibi gözükse de bu efsanenin geçmişte olan ve gelecekte de olması olası bir olaya atıfta bulunduğu görülmektedir. Dışarıdan gelen eğiticilerin, Erich Von Daniken'e rağmen, uzaylılar olması da gerekmemektir. Daha ileri bir uygarlıktan gelip Mısır halkını eğitmiş başka toplulukların olması da olası bir durum olarak gözükmektedir.

Bu efsanede bir ilginç nokta da bir tanrının, Osiris'in o sandığa sahip olma isteği ve sandığın tam olarak ona tıpatıp uyduğunu düşündüğü an onun içinde hapis olmasıdır. Bu bizim de sık sık içine düşebileceğimiz bir durumdur. Her zaman karşımıza biz cazip gelebilecek “sandıklar” çıkabilir. Hatta biz bunların tam bize uygun olduklarını düşünebiliriz. İşte o andan itibaren de onun esiri olabiliriz. Sonunda bu sahte cennet bizim sonumuz olabilir.

Sonuçta bu efsane için bir çok yorum olabilmektedir. Belki sizin yorumunuz da farklı olabilecektir. Ancak şunu her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Efsaneler her zaman geçmişte olan ya da olduğu varsayılan olayları anlatmazlar. Bazen de gelecek hakkında fikir veriler

 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır Sanatı

Eski Mısır Sanatı
Firavun dönemi uygarlıklarının en sadık tanığı olan eski Mısır sanatı benzersiz özellikleriyle hemen dikkati çeker. Belli kurallara uyan bu sanat, Yukarı ve Aşağı Mısır'da üç bin yıllık bir süre içinde görülen toplum yaşamının, düşüncenin, dinin ve firavunların özelliklerinin yansımasıdır. Eski Mısır'da sanat için sanat anlayışı yoktur. Gerçektende Eski Mısır dilinde sanatı ve sanatçıyı belirtecek hiçbir sözcük bulunmaz: Bu dilde yalnızca 'çalışma'dan ve 'zanaatkâr’dan söz edilir. Her yapıt, belli bir eylemde bulunmak ve yararlı olmak için yaratılmıştır, her anıtın yaşamsal bir işlevi vardır. Zanaatkâr, Evren'le ilgili mitolojik bir görüşten kalkarak ve Evren'e hareket getiren öğeleri büyüleyici bir biçimde kullanarak, doğanın yarattığı kadar gerçek olan varlıklar yaratır; amacı eylemi büyünün korumasıyla bezemek ve yaratılan yapıtı iyi ya da kötü yapabilme gücüyle donatmaktır. Hemen her zaman metinlerle süslü olan sanat yapıtı, üzerinde bulunan hiyerogliflerle tanınır.

Eski Mısır sanatı bir gelenek sanatıdır. Mısır'da en eski dönemlerden beri rastlanan doğal öğeler, bu sanatı büyük ölçüde etkilemiştir, Irmak, bataklıklar, sazlar, papirüsler, deniz yüzeyinin üstüne çıkmış kara parçaları, çok geçmeden ve her zaman için sütunların biçimlerini, tapınak ve saraylardaki bitki süslemelerini etkilemiştir.
Tapınaklar benzer bir temel planı üstüne kurulmuştur. Bunun da en güzel en yetkin örneğini, Edfu tapınağı oluşturur. Yeni imparatorluk (Abidos, Karnak, Luksor, Ebu Simbel, Ramasseum, Medinet-Abu) ve Plotemaios dönemi (Dandara, Edfu, Esneh, Kom-Ombo, Philai) tapınakları görkemli görünüşleri ve zenginlikleriyle Yukarı Mısır'ı gezenleri etkiler.

Eski Mısır'da mezarlar ölülerin evleridir ve ölünün, 'öte yaşam'daki serüvenini kolaylaştırmak amacı güden özelliklerle donatılmıştır. Eski İmparatorluk döneminde mezar, 'Mastaba' adı verilen dikdörtgen bir sıra biçimindeydi, Gize ve Sakkara mastabalarını süsleyen alçak kabartmalarda ölünün yaşarken katıldığı etkinlikleri (tarlada çalışma, avlanma, balık tutma, zanaat işleri, eğlence) yansıtan sahneler yer alır. Yerden tavana yatay şeritler biçiminde düzenlenmiş bu tablolar, dönemin insanlarının gündelik yaşamıyla ilgili çoğu kez sevimli gündelik ayrıntılar sunar. Orta İmparatorluk mezarları Eski İmparatorluk mezarlarından daha az görkemli, Yeni İmparatorluk dönemindeki mezarlara göre de daha az ünlüdür. Yeni İmparatorluk'ta Teb dağına oyulmuş mezarlar göz kamaştırıcı güzellikte küçük anıtlardır. Amenofis ve Ramses dönemlerinde yaşamış soylular ve uluların mezarları burada yer alır. Duvarlara işlenmiş konular, bitip tükenmez ayrıntılarla, hareketlerdeki özgürlükle, kişilerin çekiciliğiyle sürekli yenilenir. Kral mezarları değişik biçimlerde evrim geçirmiştir. Eski İmparatorlukta Firavun, Tanrılara kavuştuğu piramide gömülürdü. Orta İmparatorluğun mezarlarında hiçbir resim yoktur. Yeni İmparatorlukta Teb kralları Nil'in batı kıyısında Krallar Vadisi'nde oydurdular. Burada mezar, Güneş'in gece yolculuğunu yaptığı yere, ölü firavun ise Güneş'e benzetilirdi. Krallık mezarlarının duvarları, öbür dünyada yapılan güneş yolculuğu mitolojisi yanı sıra Güneş'in geceleyin karşılaştığı düşman devleri yenip, geceden şafağa zaferle çıkışıyla ilgili mitolojiyi anlatan bazı metinler ve resimlerle süslüdür.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır Şiiri Üzerine Kısa Bir İnceleme

Eski Mısır Şiiri Üzerine Kısa Bir İnceleme


Kurdun kırk hikayesi varmış, kırkı da koyun üstüneymiş. Hocanın bilmem kaç hikayesi varmış, hepsi de sanat üstüneymiş. Hadi kuşanalım abaları, önümüzde rehberlerimiz, edebiyat anamızın bilmem hangi kocaları ... düşelim yollara. Bugün eski Mısır'a gidiyoruz, epey bir gergin açalım kanatları. Malum, yolumuz uzak. Kolay mı üç bin küsur sene hiç yere inmeden mavi özgürlükte kanat çırpmak?

Bu yazıyı, günümüz Türk şiirinin kısırlaştığını düşündüğüm için yazdım. Şimdi hemen ne ilgisi var diyeceksiniz. Eski Mısır şiiriyle kısırlaşmış Türk şiirinin ne ilgisi olabilir? Bence sadece eski Mısır şiirinin değil, tüm kültürlerin şiirleriyle direk ilgilidir Türk şiiri. Yada şöyle diyelim, diğer kültürlerin şiirleri de Türk şiiriyle direk ilgilidir.

Şiir neyi anlatır? ... Hayatı ... Yani? ... Yani başta aşkı, sosyal hayatı, tutkuyu, inancı, doğayı, düşleri, vs... Her şair dünyanın değişik yerlerinde ve değişik zaman dilimlerinde bunları anlattığına göre; bu durumda onlar, hayatı korumaya yeminli büyük bir ordunun askerleri değiller midir? Öyleyse birinin şiirini Arapça, diğerinin Çince ya da birinin İbranice bir diğerinin Türkçe söylemesi neyi değiştirir ki? Hepsinin şarkısı aynı yüceliğe söylenen aşk ve öfkeyi anlatmaz mı? İşte bu seslerden birini, eski Mısır şiirinin sesini duyurmayı deneyeceğim bugün size. Sanatın koruyucu tanrısı Tot yardım etsin bana. Başlıyoruz.

Yazımı parçalara bölmeyi uygun buluyorum. Hem birçok genç okuyucunun eski Mısır kültürüne hakim olmadığı düşüncesinden, hem de birçok okuyucunun şiire hakim olmadığı düşüncesinden ötürü, yazımı dört aşamada yazacağım.

Birinci aşamada kısacık da olsa genel bilgilendirme yapıp, sosyal hayata dair şiirleri inceleyeceğim. Sonra din merkezli şiirlere örnekler verip, günlük yaşayışa bir göz atacağım. En son bölümde de eski Mısır edebiyatı ve aşk şiirleriyle yazımı toparlamayı deneyeceğim.

Bence eski Mısır kültürünün özünde, insan ruhunun ölümsüz olduğu düşüncesi yatar. Ölümsüz ruh her şeyden keyif alacağı gibi, aynı zamanda ruhani bir erdemler bütününü de sürekli olarak yüreğinde taşır. Yani hem dünya nimetlerini ve sanatın inceliğini yaşa, hem diğer dünya için ibadet et!.. Dünya nimetlerini haram sayan, engelleyici ve sadece öteki taraf için yaşamayı salık veren zihniyetin tutsaklığından uzak olduklarından mıdır nedir, eski Mısırlıların ulaştıkları sanatsal yükseklik bugün bile göz kamaştırıyor.

Eski Mısır'ın tarihin ilk büyük imparatorluğu olmasının altında, kutsal önder kavramına dayanılarak yaratılan büyük bir ulus ve ölümü reddeden bir din anlayışı vardı bana kalırsa. Çünkü gerçekle ruhani olan öylesine iç içeydi ki, hangisi nerede biter, diğeri nerede başlar, asla ayırt edilemezdi. Eski Mısırlı Nil'in çevresinde tarım yapan bir toplumun savaşçı olmayan üyesiydi. Yerleşik düzeni benimsemişti. Bu anlayışta doğal ve zorunlu olarak kentleşmeyi getirmişti yanı sıra. Yerleşik tarım toplumu, ürünler için ambar yapımını, gıda ve taşıma ihtiyaçları içinde hayvanları ehlileştirmeyi zorunlu kılmıştı. Bu yerleşik düzen, bunca sene sonra bile tüm sosyolojik belirteçleriyle karşımızdadır. Eski Mısırlılar M.Ö. 4241 yılında, kesinliği bizi hayrete düşüren ve 365 gün ilkesine dayanan bir takvim icat etmişlerdi. Ancak zaman kavramları oldukça ilginçti. Nil Nehri'nin belirli zamanlarda taşması ve tarım hayatını olumlu ya da olumsuz etkilemesini ölçü aldıkları sanılıyor. Çünkü eski Mısır dilinde “yıl” kelimesi tarımsal bir terim olarak bildirilmektedir. “Yıl” sözcüğü hiyerogliflerde, tomurcuklanan bir bitki şeklinde resmedilmiştir. Tam anlamıysa, “kendini yenileyen”dir. Mısır takviminde dörder aylık üç mevsim vardı: Sel, Ekinlerin Çıkışı, Hasat... Ayrıca bu takvimde otuzar günlük on iki ay yer alıyor, her yılın sonuna beş gün ekleniyordu.

Konumuza ulaşmak ve onu daha iyi anlayabilmek için, bu toplumsal bilgileri kısacıkta olsa bilmekte fayda var. Hızla devam ediyorum özete ... M.Ö. 3500'e varmadan, Mısırlı tunç ve bakır madenini işlemeyi öğrenmişti. Savunma için güçlü kentler kurulmuş, tanrılarla ilgili efsaneler ya da günlük yaşamla ilgili ayrıntılar yazıya geçirilmeye başlamıştı. Ulaşım ve ticaret, Nil Nehri'nin avantajını iyi kullanan Mısırlı için bir zenginlik kaynağı olmaya başlamıştı.

Birinci hanedanın kuruluşundan başlayarak 400 yıllık sürede, Mısır kültürünün ilkel unsurları ağır bastı. Tanrı Firavun ve ona atfedilen sanatsal olmayan güzellemeler... “Eski Krallık” diye adlandırılan (M.Ö. 2900 – 2475 arası) dönemde devlet yönetimi olgunlaştı, madencilik ilerledi ve denizcilik güçlü bir pozisyonla; Finike'ye, Kızıldeniz'e ve hatta Somali kıyılarına kadar etkinliğini hissettirmeye başladı. El sanatları en yüksek olgunluğuna erişti. Ancak sanat ve edebiyatın atılımı Beşinci Hanedan döneminde başlayarak, aşağı yukarı 500 sene çıktığı zirveden inmemişti. İşte bu yazıda , sözü edilen dilimdeki eski Mısır şiirinin örneklerini inceleyeceğiz.

M.Ö. 2780 – 2270 yılları arası kabul edilen Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Hanedanlar dönemi , eski Mısır sanat ve edebiyatında da tam bir altın çağ kabul edildi. Heykel, süsleme sanatları ve şiir en yüksek düzeye ulaştı. Yazı kuralları kesinleşti. Müzik ve dans sanatında görülmemiş bir ilerleme sağlandı. (Yazımın ilerleyen bölümlerinde bu paragrafın içini kurcalayacağız.)1. BÖLÜM : SOSYAL HAYATA DAİR Mısır uygarlığının üstünlüğü, en çok sağlam toplumsal düzen ve iyi yönetimde aranmalıdır. Mısır'da yönetici olan her firavun, yeryüzünde yaşayan bir tanrı gibi hüküm sürmüştür. Bunun karşılığında Mısırlı, devletinin başına geçirdiği bu Tanrı – Firavun'u devletin ta kendisi kabul etmiş; onun her buyruğunu kutsal saymış, her yetkisini mutlak tanımıştır. Neden? Çünkü Mısır'da yazılı kesin kanunlar ya da adı konmuş kurallar yoktu. Onun için bağlı olduğu bereketli toprak ürün vermeye devam etmeli, zenginlik sürmelidir. Bunu başaran bir kuvvet olmalıdır; o kuvvet de Tanrı – Firavun'dur. Yani firavun, halkla tanrılar arasındaki manevi ilişkileri düzenlemekten sorumluydu. Hükümdar “her şeye kadir”di... Devletle firavun öylesine bir tutuluyordu ki, Mısır dilinde “hükümet”, “devlet” ya da “millet” terimleri bile yoktu. Böyle olunca da ölümsüzlük, firavunların doğal hakkıdır düşüncesi ve firavuna neredeyse tapılması kaçınılmaz oluyordu

İşte bu noktada eski Mısır şiiri, anlaşıldığı gibi ilkin firavunlara yazılmış güzellemeler ya da sanatsal olmayan övgülerle ortaya çıkar. Eski Mısır şiiri, sosyal hayatın tek hakimi firavunların tarihe armağanıdır desek pek yanlış olmayacak. “Sonsuz Hakan” şiirinde bakın firavun nasıl yüceltiliyor:

“Sonsuzluğa kadar sürecek varlığın,
Sen varoldukça sürecek sonsuzluk”

Eski Mısırlılar tanrısal firavunlarında üç kutsal nitelik ararlardı. “Hu”; (yetkili ve etkin konuşma) ya da (yönlendirici, yaratıcı buyruklar), “Sia”; (doğru görüş, duyuş, her şeyi anlama yeteneği) ve “Maat”; (adalet, iyi yönetim becerisi, hak, doğruluk ve gerçekçilik)... “Üçüncü Amenhotep İçin Övgü” adlı şiirde bu üç kutsal nitelik açıkça dile getirilmiştir

“...
O, hayatın ta kendisidir, serinlik veriyor ruha...
Halkını doyurmak için sebil ediyor hazinelerini.
Ardından gelenlerin karnı tok, sırtı pek...
Firavun demek, yiyecek demektir.
Bolluk fışkırıyor ağzından”


Sosyal hayatta çoğunlukla tarım insanı olan Mısırlı şairler, askerliğin ne kadar zor ve gereksiz bir iş olduğunu, bunun karşılığında katip ya da memur olmanın erdemi üzerinde çok yazı/şiir üretmişlerdir. Mısırlı baba oğluna öğüt olarak memur olmasını salık vermiş; savaşın kişiye şan getirmeyeceğini ve aşağılayıcı bir etkisi olduğunu anlatmıştır hep.
MEMUR ŞİİRİ “Asker, sabahleyin kalkar kalkmaz azar işitir.
Sonra, bütün gün ya talimde,
ya savaş alanında zahmet çeker.
Sırtına yaman bir darbe iner sonra
Derken kafasına iki gürz vururlar.
Sonra gözünü patlatırlar,
burnunun direğini kırarlar.
Katip ol oğul:
mafsalların ince kalsın,
ellerin yumuşak...
Şanınla şerefinle,
beyaz fistanlar içinde dolaş;
Saraylılar selam versin sana.”


Okuması yazması olan, devlet işlerini yöneten, bir çeşit halkın kaderini belirleyen bu seçkin sınıf, devletin en gözde sınıfıydı kuşkusuz. Yönetici ve memur olmak; halkın dertlerini dinlemek, onlara rehberlik etmek son derece önemli bir erdem sayılırdı eski Mısır'da. Bu konuda daha çok Mısırlı önderlere öğüt niteliği taşıyan iki şiir parçacığı da elimizde.
ÖĞÜT ŞİİRİ – 1 – “Öndersen,
halkı yönetiyorsan,
mükemmel olmaya çalış!
Yaptıklarında pürüz olmasın
Dürüstlük yücedir.
Değerli olan, sürekli olur
Kötülük,
önderi hiçbir zaman
sakin bir limana götürmez.”


Sizi bilmem ama, bence şahane bir şiir bu. Hele şu aşağıdakinin samimiyetine bittim
ÖĞÜT ŞİİRİ – 2 – “Öndersen
dilek sunanları can kulağıyla dinle.
Dertlerini sana iyice anlatsınlar.
Sabırla kulak ver,
sertlik gösterme
Yakınanlar, derman bulamasalar bile,
içlerini döküp rahatlamak isterler.”

Her ne kadar önderlerine bu denli erdemli öğütler veren şiirler yazmış olsalar da, yönetimin çökmeye başladığı ya da en azından sekteye uğradığı dönemlerde papirüse dökülen dizeler her zaman yürek kabartıcı olmamıştır. Şairler öylesine bir duruş göstermişlerdir ki, neredeyse eski Mısır'ı onların dizelerinden ölçebiliyoruz. Bir çeşit barometre gibi... Aşağıya aldığım şiir bu düşünceme nasıl da hizmet ediyor.
ANKHU'NUN BOZUK DÜZENDEN YAKINMASI “Olup bitenler, çileden çıkarıyor insanı :
...
Kargaşalık var ülkede, yıkımın eşiğindeyiz.
Kapı dışarı ettiler adaleti,
...
Tanrı buyruklarına aldırış eden yok
Gün doğunca baş çeviriyoruz,
gece olanları görmemek için.
Olup bitenler, çileden çıkarıyor insanı :
...
Memleket baştan başa tedirgin,
Ama ağzını açıp tek kelime söyleyen yok.
Masum insan kalmadı artık,
Herkesin işi gücü fesat.
Yürekler yas içinde, tasa içinde.
Komut verenle komut alan bir örnek,
İkisinin de dünya umurunda değil.
Her sabah kalkar kalkmaz görüyoruz durumu,
Ama düzeltmek için bir çabaya girişmiyoruz.
Dün neyse bugün de o...
Miskinlik sinmiş insanların yüzüne.
...
Ne acıklı bunu görüp de haykırmamak
Ama anlamayanlara dil dökmek daha (da) acı

...
Bugünlerde herkes sırf kendini dinliyor;
Kendinden başkasına inanan yok.
Hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında...


Sanki günümüzü anlatıyor değil mi? Demek ki şiir acayip bir şey... Çağlar değişir, kostümler değişir, dil, iklim, kültür, inanış değişir; ama sağlam şiir her zaman, her yerde, her koşulda yüreğimizi yakalar. Demek ki sağlam şiir ölümsüzdür.
2. BÖLÜM : DİN MERKEZLİ ŞİİRLERE DAİR Ölümün ... hayattan başka adı yoktur” demiş John Updike bir şiirinde... (“Mısırlı, Ecelle Karşı Karşıya” şiirinin son satırı.) Bu zihniyet kuşku yok ki, eski Mısırlının din anlayışını en kestirme tarafından özetleyen bir dizedir.

Mısır tarihi boyunca üç büyük inanç egemen olmuştur: Tanrıların ve kutsal liderlerin (firavunların) sınırsız gücü, yaşamanın çok kıymetli bir armağan olduğu fikri ve ölümsüzlük inancı... Bu üç inanç öylesine “kendine münhasır” değerli kabul edilmiştir ki; kültürler arasında Mısır kadar iyimserliğe, varolmanın sevincine, tanrı ve doğa sevgisine bağlı olan başka bir kültür yok gibidir.
Mısırlılar dindar bir ulustu. Onların bölgesel ve evrensel tanrıları vardı. Bölgesel tanrılar ya hayvan biçiminde ya da hayvan başlı insan biçiminde düşünülmüştü. Evrensel tanrılar, genellikle insan gibi görülür ve öyle resmedilirdi. (Ama bunun kesin bir kuralı yoktu yine de. Örneğin, gökyüzü tanrısı Nut inek olarak da, kadın olarak da düşünülmüştü. Bunun yanında güzellik ve zevk tanrıçası Altın Hator hep alımlı bir kadın biçimindeydi.)
Eski Mısır'da, saptanabilmiş iki bin kadar tanrı adı kullanılmış.En uzun ömürlü olan Mısır tanrılarından biri, güneş tanrı Re ya da (Ra)'dır. Re Mısırlılara göre dünyanın yaratıcısıdır. Re'den bir kademe aşağıda Osiris ve İsis'le birlikte sekiz başka tanrı daha vardır. Osiris ve İsis'in oğlu Horus dokuz tanrıdan oluşmuş başka bir kutsiyetin başıdır.Güneşe tapan Mısırlılar, Horus'u doğan güneş, Re'yi öğle güneşi, Aton'u da batan güneş olarak görmüşlerdir

Bir başka tanrılar topluluğunun başındaysa Thot vardır. Thot, hep balıkçıl kuşu kafalı, insan gövdeli bir tanrı olarak resmedilmiştir. Thot; mevsimleri, yıldızları yöneten; hiyeroglif yazısını ve matematiği keşfetmiş; muhasebe, diller, büyücülük, hukuk hatta satranç oyununu bulan tanrı olarak kabul edilmiştir. Tanrıların katipliğini de Thot'un yaptığına inanılırmış.

Üçüncü bir tanrılar topluluğunun başkanı olarak da Ta adlı tanrı kabul görmüştür. Ta; tüm insanların manevi gücünün yansımalarını bünyesinde toplayan tanrıdır. Yani her duygu aslında onundur. Ancak Ta, insanlara yansımasını vermiştir. Yani tüm Mısırlıların duygularının tanrısıdır Ta. Şahin tanrı Horus Ta'nın yüreği, akıl tanrısı Thot'sa , Ta'nın dilidir. Ta sanatçıların ve yazarların koruyucusu olarak da bilinir. (Şu satırları yazarken, niye benim de koruyucu bir yazı tanrım yok diye hayıflanır gibiyim)

Bu kısa açıklamadan sonra artık Mısırlının din merkezli şiirine bir göz atabiliriz. Mısır şiiri, tanrıyı tek bir yeryüzü varlığı ve doğanın tümü olarak benimsemiştir. Yazarı belli ender şiirlerden biri olan ‘Dördüncü Amenofis'in Şiiri' bu düşünceyi son derece açık bir şekilde destekler niteliktedir.
DÖRDÜNCÜ AMENOFİS'İN ŞİİRİ “...
Kanat çırpıp uçanların hepsi
Sen yükselince yaşar.
Gemiler sana özenerek
Gidip gelir ırmak boyunca.
Açılır bütün yollar
Sen geliyorsun diye
Sıçrar bütün balıklar
Yüzünü görmek umuduyla.
Işıltıların ulaşır
Taa denizin yüreğine.


Mısır'ın en kudretli tanrılarından biri kabul edilen Amon, Teb kentinin baş tanrısıydı. Amon'un gücü arttıkça kendisine bağlı rahiplerin gücü de aynı eksende artmıştı. Hatta öyle artmıştı ki rahiplerin gücü, Teb'in firavunu İkhenaton, rahipleriyle bir mücadeleye girmek zorunda kalmıştı. Firavun “tek tanrı” uğruna bir din reformuna tutuşmuş, rahipleriyse gelenekçi tutumlarıyla İkhenaton'un firavunluğunu bitirmişlerdir. (Tarihe İkhenaton'un zındık firavun, günahkar firavun adıyla geçmesinin nedeni tek tanrı reformu uğruna verdiği mücadeledir) İkhenaton isteğini gerçekleştirememiş, ancak (sanki Müslümanların kutsal kitabı Kuran'dan bir ayet okuyormuşuz hissine kapıldığımız) kuvvetli bir şiir bırakmıştır günümüze.
REFORMCU İKHENETON'UN TEK TANRI ÜZERİNE YAZDIĞI ŞİİR “Tanrı birdir, tektir, ondan başkası yoktur
Bir tanedir, O'dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh,
Ruhlar ruhu, Mısır'ın yüce ruhu, kutsal ruh.
Ta başlangıçta vardı tanrı
İlk varlıktır O. Hiçbir şey yokken O vardı.
Her şeyi O yarattı kendi doğduktan sonra.
Başlayanların yaratanı, sonsuzdur tanrı
Zamanın başından sonuna kadar
Ezelden beri süregelen varlığı,
Sonsuzluğa kadar sürecek.”


Mısırlılara göre insanlarda en az iki manevi varlık vardı. En belirlisi olan “Ka”, insanla birlikte doğar, ömür boyu ayrı yaşar, ölüm anında vücuda geri dönerdi. Mumyacılık ve mezara ölünün resmini koyma usulleri bu anlayıştan doğmuştur. Böylece vücut bozulursa ya da kaybolursa, “Ka”nın mumyada, resimde, heykelde yaşamaya devam edeceğine inanılırdı.

Mısırlı, insanda bir de “Ba” bulunduğuna inanırdı. Ölümden sonra yaşayan ruh anlamına gelen “Ba”, önceleri sadece hükümdarlara ya da soylulara özgü kutsal bir ayrıcalıktı. Zamanla asillere özgü olan bu ölümsüzlük (Ba anlayışı) bütün Mısırlılar için mümkün görünmeye başladı.

Eskiden ölümsüzlük sağlamak için muhteşem, devasa, heybetli mezarlar, piramitler, tören yerleri yaptırmak gerektiğine inanılırken, artık iyiliğin insanı ölümsüzlüğe götüreceği inancı ağır basmaya başladı. “Geçici zenginlik şansla da gelir, hırsızlıkla da... Ancak “Maat” (dürüstlük ve iyilik) sonsuz mutluluğun tek yoludur” diye düşünen Mısırlı; işte bu inanışı uğruna piramitlere ya da mezarlara yiyecek, içecek ve süs eşyası koyardı. Bedeni gelecek çağlarda da yaşatmak için doğan mumya sanatı da, hep bu ölümsüzlük düşü uğruna yapılırdı.

Meraklısına Ek Bilgi : Mumyalama işleminde önce, beyin ve iç organlar çıkartılır, deri altına çamur ve kum doldurulurdu. Bütün bedene aşı boyası sürülürdü, yanaklara allık, dudaklara boya... Gözlerin yerine değerli taşlar yerleştirilir, vücut özel sargılarla sımsıkı sarılırdı. Sonra uzun bir tören yapılarak ölü görüyor, ölü duyuyor ya da konuşuyormuş gibi mumyalanan cesedin “canlandırıldığına” inanılırdı.

Mısırlının yaptığı mezarlarda da, göz kamaştıran piramitlerde de aslında ölüme meydan okuma, ölümü inkar etme anlayışı vardı. Birçok mezar buluntusunda; “Ey dünyada yaşayanlar, hayatı sevenler, ölümden nefret edenler...” yazması boşuna olmasa gerek... Yani Mısırlı, hem yeryüzünde yaşamaktan nasibini almak, hem de varolmanın zevkini sonsuzluğa kadar devam ettirmek istiyordu.

“Tertemiz Adam” ve “Güneş Tanrının Övgüsü” şiirleri bu anlayışı karşılayan en önemli şiir buluntuları kabul edilir
GÜNEŞ TANRININ ÖVGÜSÜ “...
Re'sin sen, bütün varlıklar sana tutsak,
Aşkınla esir etmişsin hepsini.
Yukarılarda dursan da,
gün ışığı ayak izlerindir senin.
...
Sen batınca...
Yeryüzü ölü karanlığına gömülüyor
...
Sen ufuktan yükselip Aton gibi ışıldayınca,
Şölenler başlıyor
...
Uyanıp kalkıyor herkes senin uğruna
Gövdeler yıkanıyor, giysiler cicili bicili,
Kollar yükseliyor sana tapınmak için
Memleketin dört bucağında işe sarılıyor
insanlar şafaktan gün batımına kadar.



Ne güzel değil mi? Çalışmayı ibadet saymak fikri üç bin sene öncede ne kadar doğru, şimdi de öyle... Her ne kadar din, günümüzde bazı yönetici çevrelerce bir sömürü aracı olarak kullanılsa da, yine de Mısırlının bu din temelli şiirini çok samimi buluyorum ben. Hele şu aşağıdaki “Tertemiz Adam” şiiri bence bir erdemler bütünü, bir üstün yaşam felsefesi olarak duvara asılacak cinsten TERTEMİZ ADAM “Tanrım sana geldim işte
Gerçekleri bir bir sunmaya:
Senin uğruna ezdim kötülüğün kafasını
Kılına dokunmadım tek bir kişinin.
...
Dostluk etmedim değersiz kişilerle,
Ama kötülük de etmedim onlara
Böbürlenmedim faziletliyim diye.
Yüksek mevkilere ulaşmaya çırpınmadım
Kan kusturmadım (bu uğurda kimselere)
...
Hiç kimsenin canını yakmadım,
Aç bırakmadım tek kişiyi.
Ağlatmadım, öldürmedim
Acı çektirmedim hiç kimseye.
...
Hile karıştırmadım tartılara
Süt çalmadım çocukların ağzından.
...
Balık tutmak için
Yem yapmadım (başka) balıkları
Akan suları durdurtmadım,
Yıkmadım su yollarını
Yanan ocakları söndürmedim.
...
Asla karşı gelmedim Tanrıma.
Tertemizim, tertemizim, tertemiz.”

3. BÖLÜM : SANAT VE GÜNLÜK YAŞAYIŞA DAİR Mısırlıların günlük yaşayışında sanat çok önemli bir yer tutuyordu. Daha doğrusu Mısır toplumu yaşamayı bir sanat gibi kabul edip kendini keyfe, eğlenceye ve güzelliğe vermişti.
ŞEN GÜNLER “Şen geçir günlerini, bıkmadan, yorulmadan:
Ne malını mülkünü öbür dünyaya götürebilirsin
Ne de geri gelirsin öteki tarafa gidince.”


Eski Mısır'ın özellikle övülecek sanat ya da zanaatı yoktur bana kalırsa. Bu renkli uygarlık hüküm sürdüğü üç bin yüz sene boyunca topyekün ve erişilmez güzellikte bir sanat ve zanaatı miras bırakmıştır ardından gelen kültürlere. Övgüde birini bir diğerinden üstün tutmak çok zor: Mimari, gemicilik, takvim, resim ve heykel, şiir ve düz yazı, oymacılık, tıp, mumyacılık, taş işçiliği, dokumacılık, dans, çömlek yapımı, kuyumculuk, matematik ve astronomide yetkinlik, cam ve maden işçiliği, süs eşyası ve bugün bile göz kamaştıran takı tasarımı, mühendislik dehası anıtlar, ve saire, ve saire ... Peki bunu nasıl açıklamalıyız? Mısırlı için “yararlı” olan “iyi”dir. Bu pragmatik görüş en çok mimaride önümüze çıkar. Yani dehşetli yapılar piramitlerde ... Hemen hepsi İsa'dan önce 4000 yılından 2200 yılına kadar inşa edilmiş olan piramitlerde ... Hala tam olarak nasıl inşa edildiği açıklanamayan bu yapılar gerçek mimari şaheserleridir. Bunun yanı sıra Mısır kültürünün sembolü haline gelmiş olan Giza Platosu'ndaki büyük ve ünlü Sfenks de akıllara durgunluk veren bir mimari kalıttır. Dördüncü hanedan sırasında, 2600 yıllarında, taştan yontularak yapılmış bu anıtın yüksekliği 20 metredir. Kafası insan kafası, gövdesi aslandır.

Toplayacak olursak, eski Mısır'da başlıca üç sanat türünden söz edilebilir:
1 – Evlerde, gündelik işler için kullanılan eşya, araçlar, tas – tabak – çanak, süs eşyaları ve saireyle ilgili olan sanat.
2 – Ölüler için yapılan sanat: Mezarlar, maskeler, mumya sandukaları ve saire.
3 – Tanrılara, firavunlara, rahiplere adanan tapınak sanatı (Duvar süslemeleri, yazıtlar, dikili taşlar ...)

Dördüncü Amenhotep, Mısır'ın ilk gerçek düşünce ve sanat devrimini yarattı.

Güneş Tanrı Aton'a tek tanrı olarak tapılmasını devlet dini yapmaya uğraşan, bu uğurda başkenti ve kendi adını bile değiştiren (Amenhotep adı Güneş Tanrı'nın hizmetkarı anlamına gelen İkhenaton'a dönüşmüştür) bu firavun, sanatçıları gerçekçiliğe yöneltti. İnsanları oldukları gibi, yürürken, oynarken, konuşurken yani kısaca doğal halleriyle göstermelerini istedi. Bu dönemde geleneksel fantastik Mısır sanatı daha gerçekçi ürünler vermeye başladı. Edebiyatta hiciv ve mizah gelişti. Hatta şiirlerde açık saçıklık dönemi başladı. Adını bilmediğimiz Mısırlı kadın şairler son derece kışkırtıcı şiirler yazdı. (Bu şiirlerden iki tanesini 4. Bölüm'de “Aşk Şiirleri” incelemesinde sizinle paylaşacağım.)

Dördüncü Amenhotep, Mısır sanat tarihi için tam bir devrimcidir. Öylesine devrimcidir ki; sakatlığını örtbas etmeye çalışan Mısırlı ressamlara bile karşı çıkmış; kendisini olduğu gibi resmetmelerini istemiştir. Mısır sanatının şaheserlerinden kabul edilen, hatta kadınlığın sembolü sayılan heykellerin ve resimlerin sahibi Nefertiti'yle evlenmiştir. (Nefertiti kız kardeşidir)
Dokumacılıkta da (özellikle ketende) yirminci yüzyıla kadar Mısırlılardan daha üstün ve daha kaliteli bir keten üretemedi dünya... Sonra rastık, allık, dudak boyası, sürme, saç ve tırnak boyası, kına, takma saç ve parfümde de Mısırlı, günümüzde bile hayranlık uyandıracak bir kültüre sahipti. Tıp alanındaki yazıtların ilki de bu kültürün ürünüdür.

Ancak Mısır sanatı ve uygarlığının en ayrıntılı şaheseri ve en ilginç örneğini bize sunan anıt, hiç kuşkusuz Tutankamon'un mezarıdır. Tutankamon yirmi yaşına varmadan ölmüş önemsiz bir hükümdardı. O kadar önemsizmiş ki, sonraki firavunlardan biri, kendi mezarını onunkinin üzerine kurdurmuş. Tutankamon'un mezarı altta kalınca da erişilmez duruma gelmiş. Yüzyıllar boyunca Mısır'daki mezarları soyan hırsızlar, bu yüzden Tutankamon'un mezarını bulamamışlar. Böylelikle gizli kalan bu muhteşem eserlerle dolu mezar, 1922'de İngiliz arkeolog Howard Carter sayesinde gün ışığına çıkarılmıştır.

Mısır kültürü ve sanatının hiç tartışmasız en ilginç ve en nefis bulgusu hiyeroglif yazısıdır. Sağdan sola, soldan sağa, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya yazılıp okunabilen bu güzel görünüşlü yazı, kuvvetli ihtimalle Mısırlıların kendi icadıdır. (Sümerliler, Mısırlılardan önce yazı kullanıyorlardı ama, Mezopotamya'daki çivi yazısıyla Mısır'ın resim-hiyeroglif yazısı arasında bir ilişki ya da benzerlik yoktur.)

İşte size hiyeroglif harfleriyle yazılmış olan “Ölüm” isimli şiir

Ölüme yazılmış bu tür şiirler sizi yanıltmasın, daha önceki bölümde uzun uzun anlattığım yaşama sevinci, Mısırlı için ecele karşı bir zaferdi. Mezarlar ve tapınaklar, ölümden sonra hayatın devam edeceğine inanıldığından ötürü, doğa güzelliklerinin, bayram ve şenliklerin, ziyafet ve oyunların resimleriyle süslenirdi.

“Yarınından ürkerek yatağa girme sakın
Düşünme ertesi gün nasıl geçecek diye
İnsan bilmez yarın neler getirecektir,
Tanrının elindedir yarının gerçekleri.”


Mısırlı her zaman eğlenceli yaşamın tadını çıkarmıştı. Yoksa tapınağının duvarına ya da kentine diktiği anıtın üzerine; “Günümüzü gün etmeye bakalım / Eğlenelim, coşalım / Sessizlik ülkesine gideceğimiz güne kadar...” diye yazar mıydı? (Biz bu anlayışa yıllar sonra “Carpe Diem” (Günün tadını çıkar) diyeceğiz.)

Bu bölümü nefis bir şiirle kapatmadan, dağılan zihinleri toplayalım. Mısırlı, insan aklını dünyayı yöneten ve hayatın önemli unsurlarını yaratan bir kudret olarak görmesiyle, uygarlık tarihinin başlıca entelektüel başarılarından birini gerçekleştirmiştir. Mısırlının aşağıdaki şiirde sanatçıya verdiği olağanüstü değere şapka çıkarmamak mümkün mü?
SANATÇININ AYDINLIĞI ŞİİRİ “Elinde keskiyle çalışan sanatçı
Tarlayı belleyen ırgattan fazla yorulur
Akşam olunca yan gelip yatar mı?
Ne gezer?
Kolları koparcasına çalışır
ortalığı aydınlığa kavuşturmak için.”

4. BÖLÜM : ESKİ MISIR EDEBİYATI VE AŞK ŞİİRLERİNE DAİR Mısır edebiyatının ilk örnekleri, din yazıtları, ilahiler, firavunlara övgüler ve zafer kutlamalarıdır. Mısırlılar yazı ve şiirlerini genellikle duvarlara kazırlar, papirüs üstüne ya da defterlere geçirirlerdi. Yazı için en çok kamış kalem kullanılırdı. Papirüs pek dayanıklı olmadığı için, çok sayıda metin zaman içinde kaybolup gitmiştir. Papirüsten daha dayanıklı yazı malzemesi kullanılmış olsaydı bugün evimizde belki de yüzlerce, hatta binlerce edebiyat örneği ve tarih belgesi bulunacaktı.

Mısırlılar, dile gerek edebiyat ürünlerinde ve gerekse günlük yaşayışlarında çok önem vermişlerdi.
DİLİN GÜCÜ “Güçlü olmak istersen söz ustası ol.
Dil, yiğit elindeki kırbaç gibidir.
İyi konuşan daha merttir iyi dövüşenden.
Dize getiremezler yüreği aşkla dolu olanı.
İyilikle, adaletle hüküm sürer
atalarının dilini güzel konuşan.”


Ne güzel söylemişler... Ne güzel, ne sade... Mısırlıların, “söz hünerlerin en zorudur” düşüncesine özel bir önem vermesinin altında; katip ve memurların Mısır devlet siyasasındaki konumlarına verdikleri değer, hiyeroglifleri güzelleştirmeleri ve edebiyatta (özellikle) şiirle çok uğraşmalarının izlerini aramalıyız. Bu görüşü destekleyen iyi bir şiir örneği var elimizde.
YAZARLIĞA ÖVGÜ “İnsan ölüp gider,
Toprak olur eti kemiği.
Çökmek ve çürümek herkesin alın yazısı
Ama okurlar var oldukça,
yazanlar sonsuz yaşar.”


Mısır edebiyatının en önemli iki türü din merkezli şiirler ve aşk şiirleridir. Din merkezli şiirleri daha önce incelemiştik. Şimdi isterseniz buyurun aşka gidelim.
En eski erdemli öğütler kitabının yazarı Ta-hotep, yazıtında; “Vaktini iyi kullanmayanlardan hayır gelmez. Onlar zamanın katilleridir. Çalışarak varlığını arttıran insan, servetini de arttırır. Ölümden sonra bile serveti sonsuz olur” derken, şairlere birer altın bilezik armağan ettiğini biliyor muydu acaba? Bugün bile altın kıymetinde olan bu öğüt, sanatla uğraşanların desturu olmalıdır bence.

Eski Mısır'da sanat asla sanat için olmamıştı. Sanatın ya da edebiyatın belirli toplumsal ve dinsel amaçlara hizmet etmesi istenirdi. Örneğin tarihin en değerli buluntularından biri kabul edilen “Kadeş Anlaşması” (M.Ö. 1269) tableti ve bazı tapınak duvarlarındaki Kadeş Savaşı yazıtları, Hititlilerle savaşan Mısır firavunu 2. Ramses'in kahramanlıklarını manzum bir destan olarak işler. Yani tarihin ilk nehir-şiir örneklerinden biri olarak karşımızdadır hala...

Mısır edebiyatının bir diğer ölümsüz eseri de, “Ölüler Kitabı”dır. M.Ö. 1600 yılında başlayan Yeni Krallık döneminde, mezarlara ve tapınaklara yerleştirilen çeşitli büyü metinlerinden oluşmuş bir derleme olan Ölüler Kitabı, ölülerin ölümsüz olmasına ve kutlu varlığına sonsuza kadar yardım amacıyla yazılmıştır. Birçok şiir gibi, bu derlemenin de kimler tarafından yazıldığı (çoğunlukla) bilinmemektedir. Minicik bir örnekle Ölüler Kitabı'nın içini anlamayı deneyelim.

“Ben dünüm, bugünüm, yarınım.
Varlığımla dolmayan gün yoktur.
Benim açtığım yoldur şimdiki çağ.”


Bana çok ilginç gelen bir ayrıntıyı paylaşmadan geçemeyeceğim. Hemen her firavunun sarayında, bir şairin görevli olduğunu saptadı araştırmacılar... Düşünsenize, bir şair sarayda ne görev için tutulur?.. Bu resmi şairlerin işi, olsa olsa firavuna kaside düzmek, önemli günler için şiirler hazırlamak ya da din törenleri için ilahiler yazmak olabilir, değil mi? Bir şair sarayda başka ne yapabilir ki? Yani sevgili okuyucu, bu muhteşem bir yapılanma değil mi sence de? Edebiyata hakim olmak, asil olmanın, tanrıyla eş tutulan firavunun yanında olmanın birinci koşulu olarak düşünülmüş. Yani edebiyatı, tanrısal bir ayrıcalık ve üstünlükle taltif etmiş Mısırlı... (Günümüzde ayaklar altında ezilen, öz gururunu magazine peşkeş çeken işbirlikçi sanat tüccarlarının elinde, her gün uğradığı tecavüzün aşağılanmasını yaşayan şiirimiz, üç bin yıl önceki saygınlığın yanında zehirli bir tütsü gibi ciğerimizi yakıyor)

Şimdi o güzel aşk şiirlerinden birine yaklaşalım da, yüreğimiz gönensin.
ŞEN TÜRKÜ “Ben seninim sevgilim,
Bütün güzelliğimle senin.
Çiçeklerle, kokulu otlarla
Süslediğim bahçem gibi senin...
...
Kol kolayız,, eleleyiz...
Tepeden tırnağa huzur içindeyiz.
...
Sesin şarap gibi iç okşayıcı,
Seni duydukça güzeldir yaşamak.
(Seninle olmak, devirmektir tanrının doldurduğu aşk bardaklarını)
En güzel yemeklere,
en keskin içkilere değişmem
yüzümde gezinen bakışlarını...”

Mısır şiirinde uyak hiç yok dense yeridir. Zaten şiirlerin çevirilerinde de, incelemesinden çokça yararlandığım sayın Talat S. Halman hocamız da; “çeviriler, orijinal şiirlere sadık, ama Türkçe'nin özelliklerine uygun olmaları düşünülerek okuyucuya sunuldu” demektedir. Eski Mısır şiirinde vezin ve uyak bakımından kesin bir yargıya varılamamasının nedeni olarak, uzmanlar, Mısır yazısında sesli harflerin belirtilmemiş olmasını gösterirler. Ancak kendi içinde bir ritm düzeni olduğu da bellidir. Ortak kanı, şiirlerin şarkı ya da türkü formunda ve saz eşliğinde söyleniyor olduğudur.

Hiciv ve mizah da, Mısır edebiyatında önemli bir yer tutmaktaydı. Bu özel şiir yapısında dizeler kısa ve ritm vurgusu armonikti. “Seni Seve Seve” şiirinde olduğu gibi.
SENİ SEVE SEVE “Senin o tatlı soluğunu sindiriyorum içime
Eşsiz güzelliğini seyrediyorum her gün.
...
Seni seve seve gençleşsin diyorum bedenim.
Ruhumu okşayan ellerini ver bana
Ellerini tutarak yaşasam diyorum
Adım düşmesin dilinden ... sonsuzluğa kadar.
...”


Yazımı bitirmeden önce birkaç aşk şiirinden yaptığım bir düzenlemeyle baş başa bırakayım sizi.

SEVGİ EZGİLERİ “...
Dedim ki: Sevgilim yaşatır beni
adını duysam dirilirim
Canıma can katar yolladığı haberler
Sevgilim, ilaçların en güçlüsüdür,
üstündür bütün ilaçlardan.
Sağlığım onun gelmesine bağlı,
onu bir görsem bir şeyciğim kalmayacak.

Sevgilimi görme (saati) yaklaşırken,
Güzelliğin böylesini...
Gönlümde sonsuz bir sevinç.
Sonsuz zaman geri alamaz,
bana sevgilimin getirdiğini.
...
Ey sevgilim,
Sonsuzluğa kadar sürecek varlığın,
Sen var oldukça sürecek sonsuzluk.


Son bölümde, ölümsüzlüğü yakalamayı başarmış, komplekssiz, duygularından emin, Mısır'ın kadın şairlerinden (belki de aynı kişinin) erotizm kokan iki şiiri üst üste sunmak istiyorum.
HOŞ TÜRKÜ “Mekmek çiçekleri, barış getirin bize!
Yüreğimin sözünü dinleyeceğim artık.
Sen beni kucaklayınca,
Saçtığın ışık öyle parlak ki,
gözlerime merhem sürmem gerekiyor.
...
Bütün erkekler içinde sensin benim erkeğim
...
Yeryüzü aydınlığa gömülmüş :
Ne olur, birlikte uyusak böyle.
(Zaman dursa)
Sonsuzluğun sonuna kadar

...
EROTİK SEVGİ ŞİİRLERİ “Yemek vakti gitmek istiyorsun demek?
(Demek) senin asıl sevgilin yemek
Bu telaş niye?
Giysi satın almak da niye bu saatte?
Üzme tatlı canını sevgilim
Yatağımın örtülerinden (daha iyi bir giysi) yok bizim için
Susadın mı?
Al memelerimi
Bak, dolmuş taşıyorlar.
Güzellikleri lotüs çiçeği gibi
Memelerim, dünyanın en güzel yemişleri
...
Memfis'e gidiyorum ırmak boyunca
Koca tanrı Ta'ya diyeceğim ki:
“Gerçekler tanrısı Ta,
bu gece sevgilimle yatır beni.”
Ahh, bunu düşünmek bile şaraba çeviriyor ırmağı,
(titretiyor bedenimi)
..
Seninle olmak sevgilim,
Güneş kentinde olmak gibidir
Ağaçlarla dolu bahçeye dönüyorum,
kucak kucak çiçekle…
...
Görüyorum,
Ayaklarının ucuna basa basa yaklaşıyorsun,
beni arkadan (kucaklayıp) öpmek için
Ağır ve hoş kokular saçan saçlarımı öpmek için...
Sen kollarını dolayınca boynuma
Firavun olmuş gibi seviniyorum.”


Üç bin senelik yolculuğumuzu, üç bin senedir eskimemiş ve daha (görürse eğer) üç bin sene daha eskimeyecek bir şiirle bitirelim.
YÜREĞİN ŞEN Mİ? “Tanrının elinde yoksul musun?
Eksik olsun ambarlarda servet.
Yüreğin şen mi, için ferah mı?
Olmaz olsun,
üzüntü kumkuması zenginlik.”
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır Tanrıları


Eski Mısır Tanrıları
049a.jpg

05500.jpg
isis.jpg

amun.jpg
Eski Mısır Tanrıları Aker: “IGICI”. Güneşi ayarlamak ve yükseltmekten sorumludur. Amon: “Gizli biri”. Tanrıların Theban Kralıdır.
Ammut: “Ölü Yutucu”. Ölümsüz yaşama layık olmayanın kalbini yiyen canavar.
Anqet: “Kucaklama”. Elephantine'nin su Tanrıçası.
Anubis: “Kral çocuk”. Mumyalamanın çakal başlı Tanrıçası.
Apep: Güneşi yok etmek için günlük deneme yapan yılan.
Aten: Güneş Diski.
Atum: Re'nin bir formu. Güneşi ayarlayan bir Tanrı.
Bastet : Ev ve Güneş ışığının kedi Tanrıçası.
Bes: Müzik, dans ve savaşın cüce Tanrıçası.
Buto: Aşağı Mısır'ın kobra Tanrıçası.
Duamutef: Horus'un oğullarından biri. Ölünün midesinde korunmuştur.
Geb: Gökyüzünün eşi ve dünyanın Tanrısıdır.
Hapi: Nil'in Tanrısıdır.
Hapy: Horus'un oğullarından biri. Ölünün akciğerlerinde korunmaktadır.
Hathor: Aşk, müzik ve kadının inek Tanrıçası.
Horus: Firavunların ve Güneşin şahin Tanrısı.
Imhotep: Djoser'in veziri, sonra Ptah'ın oğlu gibi ibadet edilmiştir.
Imsety: Horus'un oğullarından biri. Ölünün karaciğerinde korunmuştur.
Isis: Osiris'in dulluğunun ve şiirin Tanrıçası.
Khonsu: Ay'ın Theban Tanrısı.
Khepare: Yükselen Güneşin böcek Tanrısı.
Khnemu: Su baskını ve Nil'in iri Tanrısı.
Ma'at: Gerçek ve hukukun Tanriçesi.
Mefetseger: Krallar Vadisi'nin Tanrıçası.
Min: Erkek bereket Tanrısı.
Montu: Mısırlı savaş Tanrısı.
Mut: Amon'un eşi ve Theban'ın ana Tanrıçası.
Nefertem: Nilüfer çiçeğinin Memphis Tanrıçası.
Neith: Savaş ve dokuma Tanrıçası.
Nekhebet: Yukarı Mısır'daki Akbaba Tanrıçası.
Nephthys: Seth'in eşi ve Isis'in kız kardesi.
Nut: Osiris ve Isis'in annesi ve gökyüzü Tanrıçası.
Nun: İlk suların Tanrısı.
Onuris: Savaşçı ve Abidos'un gökyüzü Tanrısı.
Osiris: Seth tarafından öldürüldü, yaşamdan sonrası ve tarım Tanrısı.
Ptah: Memphis'in mumya yaratma Tanrısı.
Qebehsenuef: Horus'un oğullarından biri. Ölünün bağırsaklarında korunur.
Qetesh: Semetik doğa Tanrıçası.
Ra: Güneş Tanrısı.
Satet: Nil suyu ve bereket Tanrıçası.
Sekhmet: Yıkım ve savaşın dişi aslan Tanrıçası.
Selket: Büyünün akrep Tanrıçası.
Serapis: Ahiret ve Güneş'in Helenistik Tanrısı.
Seshat: Ölçüm ve yazma Tanrıçası.
Seth: Osiris'in erkek kardeşi tarafından öldürüldü. Fırtına, gök ve gürültü Tanrısı.
Shu: Mut ve Geb'in babası. Hava Tanrısı.
Sobek: Timsahlar Tanrısı.
Tauret: Kadın doğumunun hipopotam Tanrıçası.
Tefnut: Nut ve Geb'in annesi. Yağmur ve nem Tanrıçası.
Thoth: Yazma akıl ve ay Tanrısı
images


Amen (Amon, Amun, Ammon, Amoun)
: Amen'in adı “saklı olan” demektir. Amen ilk zamanlardan itibaren Teb şehrinin baş tanrısıdır ve Hermopolis rahiplerine göre yaşayan yaratıcı tanrı olarak görülmüştür.Kutsal hayvanları kaz ve koçtur. Orta krallığa kadar Teb'de yerel bir tanrıydı fakat Tebliler Mısır'da hükümdarlıklarını kurduklarında Amen kalıcı bir tanrı oldu ve 18. Sülale tarafından Tanrıların kralı olarak adlandırıldı. Ünlü tapınağı Karnak, insan tarafından yapılmış en büyük dini yapıdır. Bugde'ye göre, 19. Ve 20. Hanedanlar Amen'in “görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve yer altı dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürler ve kendisini Ra'nın formunda gösterir. Artı, Amen ihtiyacı olan her adanmış dindarın koruyucusu olarak karşımıza çıkmıştır. Sonraki inanışa göre Amen kendi kendini yaratmıştır. Önceki Teb'li inanışa göre Amen Thoth tarafından başlangıçta varolan sekiz tanrıdan biri olarak yaratmıştır. (Amen, Amenet, Heq, Heqet, Nun, Naunet, Kau, Kauket) Yeni karllık boyunca Amen'in eşi Mut, “Anne” idi ve bunun Mısır'lı eşiti “Büyük (ulu) anne” olarak görülmektedir. Bu ikili (Mut ve Amen) Tanrı ve Tanrıça Çiftini oluşturur, bu diğer inanışlarda da görülür. Oğulları ay tanrısı Khons'tur.
Amen-Ra: Amen'in rahipleri tarafından sunulan birleşik tanrıdır. Amaçları Amen'in takipçisi olan Yeni krallıkta (18-21 Hanedan) daha önceki güneş kültünün tanrısı olan Ra ile bir bağ kurmaktı. Bu tip birleşmelerde tanrılar içiçe girerler böylece Ra'nın içinde Amen'in temsil ettiği gücü görüyoruz (ya da tam tersi). Bu tip ilişkiler Mısır tanrılarında, özellikle kozmik ve ulusal tanrılar arasında sık görülür. Bu Mısır tanrılarının nasıl görüldüğünün bir örneğidir. Morenz'in dediği gibi “kişilikleri vardır ama bireysellikleri yoktur.”
images

Amset (İmsety, Mestha; Golden Dawn, Amseth): Horus'un dört oğlundan biridir. Ölülerin karaciğerinin koruyucusudur ve Tanrıça İsis tarafında korunur.
Anubis (Anpu; Golden Dawn, Ano-Oobist): Nepthys'in oğlu; bazı inanışa göre babası Sethi, bazısına göreyse Osiris'ti (hatta bazı inanışa göre ise annesi İsis'ti). Anubis çakal olarak resmedilmiştir veya çakal başlı tanrı denmiştir. Çakal Tanrı. Çakal'ın lahitleri kolaçan etme eğilimi nedeniyle, ölülerle ilişkili olmuştur ve eski mumyalamanın kaşifi olarak bilinir be tapılır. Onun görevi ölüleri korumak ve yüceltmektir. Anubis aynı zamanda Upuaut (opener of the ways- yolların açıcısı) olarak bilinirdi ve tavşan başıyla gösterilirdi. Kıyamet günü için ölülere rehberlik ederdi ve ölüleri yeraltındaki ikinci ölümden korumak için gerçeğin derecelerini (Scales of Truth) gözlerdi (izlerdi).
images

Anuket: Yukarı Mısır'da, Elefantin'in çevresinde, Anuket, Khunum ve Sati'nin (kızları olarak) tapılmıştır. Kutsal hayvanı gazeldi. Soğuk su dağıtıcısı olduğuna inanılır ve kendi insan kafasına tüylü bir taç giyerdi.
Apis: Muhtemelen sadece hayvan olarak betimlenmiş ve hiçbir zaman hayvan başlı bir insan olarak gösterilmemiş eski bir Mısır Tanrısıdır. Apis çoğunlukla Ptah'la bağlantılı olmuştur ve kültünün merkezi Memphis'tir. Aslında Apis verimlilik tanrısıdır. Güneş diski ve uraeusserpent'ten oluşan boğa tacıyla betimlenmiştir. Kutsal Apis boğası Memphis'te bulunurdu ve Serapum'da büyük bir kitle halinde Apis boğalarının mezarı bulunuyor.
Bastet: Kedi tanrıça. Bubastis'in Delta şehrinde tapılmıştır, kedilerin ve onlara önem verenlerin koruyucusudur. Sonuçta evde önemli bir tanrıça (kediler değer kazandığıdan beri) ve ayrıca ikonografide önemlidir. (Papirüste güneş tanrısına saldıran yılanın kediler tarafından öldürüldüğü resmedilmiştir.Dişi aslanın tanrıçası Sekhmet'in yardımsever tarafı olarak görülmüştür.
Bes: Tanrıların cüce soytarısı.. Afrikalı veya sematik kökenli tanrı, Mısır'a 12. Silale döneminde gelmiştir. Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir (Mısır'ın sanatsal geleneklerinden farklı). Müzik, iyi yemek ve rahatlamak gibi aile zevklerinin tanrısı olarak sayılır. Ayrıca çocukların eğlendiğicisi ve koruyucusudur.
images

Duamutef (Tuamutef; Golden Dawn, Thmoomathpf): Horus'un 4 oğlundan biri. Duamutef çakal başlı mumyalanmış bir adam olarak gösterilmiş. Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neith tarafından korunur.
images

Edjo: Delta'nın yılan tanrıçası, Aşağı Mısır'ın sembolü ve koruyucusu, Yukarı Mısır'ın tanrıçası Nekhbet'in tamamlayıcısıdır. Kralın tacının bir parcası olarak giyilirdi.
images

Geb (Seb): Yeryüzünün tanrısı, Shu ve Tefnut'un oğlu. Nut'un kardeşi ve kocası, Osiris, Set, İsis ve Nephthys'in babasıdır. Kutsal hayvanı ve sembolü kazlardı. Genelde yeşil ve siyah tenli olarak gösterilmiştir. Yeşil yaşayan canlıların rengi ve siyah ise Nil'in bereketli çamururun rengidir. Geb kötülerin ruhlarını tutuklu tutacak ve onları cennede çıkarmayacaktı. Diğer geleneklerde yeryüzünün dişi olmasıyla çelişerek Geb'in erkeğe özgü (erkeksi) olmasıyla göze çarpar.
images

Hapi: Horus'un dört oğlundan biridir. Babun kafalı mumyalanmış adam olarak görülüyor. Ölülerin ciğerlerinin koruyucusudur ve Tanrıça Nephthys tarafından korunurdu.Hapi ismi farklı hiyerogliflerle ifade edilmişti; çoğunlukla ama herzaman olmamak kaidesiyle Nil Nehrinin tanrısının ismiydi. Hapi, tacı zambaklardan (yukarı Nil) veya papirus bitkilerinden (Aşağı Nil) yapılmış şişman bir adama benzetilmiştir.
Harpocrates (Hor-pa-kraat: Golden Dawn, Hoor-par-kraat):“Çocuk Horus”, İsis ve Osiris'in oğlu, emzirilen küçük bir çocuk, Yukarı Mısır'ın büyük tanrısı yetişkin Horus'tan ayrılmıştır. Parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir. Golden Dawn sessizliği ona ithaf etmiştir, çünkü tahminen parmağını emme hareketi genelde bilinen “shhh” ifadesini akla getiriyor.
Hator (Het-Heru, Het-Hert): Mısır'ın çok eski bir tanrıçasıdır, inek tanrı. Hator ismi yunan uyarlamasıdır. Het-Hert (the house above) ve Het-Heru (Horus'un evi)'nun değişik biçimlerinden yozlaştırılmasıdır. İki terim de onun gökyüzü tanrıçası olduğuna işaret ediyor. Sık sık İsis'le eşdeğer tutulmuştur. Hator Edfu'da Horus'un partneri olarak tapılmıştır. Teb'de ölümün tanrıçası olarak düşünülmüştü. Ayrıca o aşkın dansın alkolün ve yabancı toprakların koruyucusuydu.
images

Heqet: Kurbağa başlı başlangıçta var olan tanrıçalardan, Hermopolis'teki 8 tanrıdan biri olarak inanılır ve Antinoe'deki Khunum'un partneri olarak görülür.
images

Heru-ra-ha: Crowley'in Mısır benzeri mitolojisinin karma bir tanrısı; Ra-Hoor-Khuit ve Hoor-par-kraat'ın bir karması İsmi Mısır diline çevrildi, tahminen “Horus ve Ra'ya şükredin” anlamına geliyor. Tabi, bu da başka bir yozlaştırma.
images

Horus: Osiris´le İsis´in oğlu, Mısır tahtını miras almıştır... Hatta taht için Seti ile olan savaşları Mısır mitolojisinde onemli yer tutar. Cennetin hükümdarı aynı zamandada Mısır´ın kralı Horus´un cennetin kralı, yeryüzünün kralı, ve kutsal şahin olmak uzere Teslis (uçlü )kavramı Mısır dininin yerleşik yönü oldu. Horus´un evrensel olduğu ve ezelden beri var olduğu fikri, 1. hanedanlığa kadar uzanır ki, bu da Piramit yazılarında belirtilmiştir.
images

Horus of Behedet (Hadit): Behedet şehrinde tapılan Horus'un formlarındandır. Büyük kanatları güneş diskinin bir formu olarak gösterilir, genelde önemli manzaraların üstünde uçtuğu görülür (Mısır'ın dinsel sanatında). Hadit, Horus'un her zaman her yerde hazır oluşuyula resmedilmiştir. Crowley'in de Magic in Theory and Practice kitabında dediği gibi, “son derece küçük ve atomik haldeki her yerde ve her zaman hazır olan parçaya Hadit” denir.
images

Horus'un dört oğlu: Osiris'in vücudunun parcalarının koruyucularıdır ve bundan sonra ölülerin vücutlarının koruyucuları olmuşlardır. Amset, Hapi, Duamutef ve Qebsenuef. Sırasıyla tanrıçalar İsis. Nephthys, Neith ve Selket tarafından korunurlardı.
Imhotep (Imouthis): Imhotep mimar, katip ve 3. Firavun Zoser döneminin büyük(baş) veziriydi. Sakkara ‘daki basamaklı piramidi tasarlayıp inşa eden Imhotep'ti. Imhotep Ptah'ın oğlu ve hekimlik tanrısıydı, aynı zamanda katiplerin başıydı (Thoth ile beraber). Yunanlılar onun Asklepios olduğunu düşünürler.
images


İsis: Sanat Tanrıçası... Osiris´in karısı ve kız kardeşi... Horus´un annesi, aşk tanrıcası ve İştar, Aşera, Asherah, AsTarte , Sibel, Afrodit ve Venüs´ün karşıtı idi. Büyük bir anne ve eş olarak, bütün dişi ilahların en popüleri oldu..

Khepri (Keper): Eski Heliopolitan büyük şehir bilimine göre yaratıcı tanrı ve Atum ve Ra ile karışmıştır. Mısırca kökeninde “Kheper” birkaç anlama gelir, bazısına göre en çok dikkat çeken “yaratmak” veya “dönüştürmek” fiilidir, ayrıca “bok böceği” sözcüğüne denk gelir. bok böceği, güneşin sembolü sayılırdı. Dışkısının çevresine yumurtalarını bırakırdı ve bok böceği güneş tanrısı sembılü sayılırdı. bok böceği güneşi gökyüzüne doğru iterdi.
Khnum: Koç başlı insan olarak görünürdü. Antinoe ve Elefantin'de tapılıyordu. Çömlekçi çarkında insanlara şekil veren, yaratıcı tanrılardan biriydi. Onun arkadaşları(partnerleri) Heqet, Neith ve Sati'ydi.

Khons(Chons): Teb'in büyük (triad)larının 3. Üyesi (ailesi Amen ve Mut'la). Khons ayın tanrısıydı. Onun hakkında en çok bilinen hikaye Thoth'la senet (passage) denen eski bir oyun oynarken ışığının bir kısmına bahse girmiş. Thoth kazanmış, ışığının bir kısmını kaybettiği için Khons bir ay boyunca tüm ihtişamını gösterememiş ve batıp tekrar büyümek için beklemesi gerekmiş. Karnak'taki çevrili olan tapınak ona adanmıştır.
Maat: Çeşitli geleneklere göre Thoth'un karısı Ra'nın kızı olduğu düşünülmüştür. Maat'ın adı “gerçek” ve “adalet” hatta “kozmik sıralamayı” ifade eder İngilizce'de net bir söylenişi yoktur. Maat'ın konseptiyle bir kişileştirme ve biraz da mitoloji vardır. Maat saçında devekuşu tüyü olan uzun boylu bir kadın olarak belirtilmiştir. O ölümün kararı için vardı ve tüyü ölünün saf ve dürüst bir hayat yaşamış olup olmadığına karar vermek için ölünün kalbini dengelerdi.
Min (Menu, Amsu): Elinde yıldırım taşıyan Amen'ın bir formu olarak resmedilmiştir (Mısır sanatında yıldırım olarak belirtilmeye çalışılmış) ve ereksiyon halindeki penisiyle resmedilmiştir. Tam adı Menu-kamuf-f (Min, Annesinin Boğası). Erkekliğin (güç ve iktidar) tanrısı olarak tapıldı, Ona marul (lahana) hediye edilmiştir(sunulmuştur) ve sonra erkekliği elde etme umuduyla bunlar yenmiştir. Kadınlığın (feminenliğin) ve aşkın tanrıçası Qetesh'in kocasıdır.
Month (Mentu, Men Thu): Amen kültünün doğmasından önce Teb'in baş tanrısıydı. Şahin başlı adam olarak gösterilir ve Horus'la birleşmiştir. Aslında savaş tanrısıdır.
Mut (Golden Dawn, Auramooth):Teb geleneklerinde Amen'in karısı, Mısır dilinde mut “anne” ve ay tanrısı Khons'un annesidir.
Nefertum: Ptah ve Sekhmet'in genç oğlu, doğan güneşle bağlantılı olarak zambak çiçekleriyle taçlandırılmıştır veya zambak çiçeğinin üstünde oturtulmuştur olarak resmedilmiştir.
images

Neith (Net; Golden Dawn, Thoum-aesh-neith): Eski bir savaş tanrıçası, Delta'da tapıldı. Bilgelik tanrıçası olarak saygı gösterildi, Yunan mitine göre Athena olarak gösterilmiş daha sonraki inanışlara göre İsis, Nephthys, Selket'in kız kardeşiydi ve ölülerin midesinin tanrısı Duamutef'in koruyucusuydu. Timsah tanrı Sobek'in annesiydi.
images
images

Nekhbet: Yukarı Mısır'ın büyük tanrıçasıdır, ikonu akbaba ve firavunun tacının bir parçasıdır. Aşağı Mısır'ın tanrıçası olan Edjo'nun tamamlayıcısıdır.
Nephthys (Nebt-het): Geb ve Nut'un en genç çocuğu, Set'in kardeşi ve karısıdır ve İsis ve Osiris'in kardeşidir. Anubis'in annesidir (Set veya Osiris'in oğlu). Set Osiris'i öldürdüğünde onu terketmişti ve İsis'e Horus'un bakımında ve Osiris'in dirilişinde yardımcı olmuştu. Kardeşiyle birlik olmuş ve ölülerin özel koruyucu tanrıçası olarak düşünülmüş ve ciğerlerin koruyucusu olan Hapi'nin gardiyanı olmuştur.
images
images

Nut (Nuit): Gökyüzü tanrıçası, Shu ve Tefnut'un kızı, Geb'in kızkardeşi ve karısı, Osiri, Set, İsis ve Nephthys'in annesidir. Crowley Magic in Theory and Practice kitabında “sınırsız uzaya tanrıça NUİT denirdi” demiş. Nut genelde mavi tenle ve vücudu yıldızlarla kaplı, 4 ayak üzerinde ve kocasının üzerine eğilerek resmedilmiştir. Gökyüzü olarak dünyanın üzerinde kemer gibi uzanmıştır. Nut'un Hadit'le olan ilişkisi Crowley'in bir buluşudur. Bu Ejiptolojide bir temele bağlı değildir. Hadit genelde Nut'un altında resmedilmiş- birisi Nut'un bir resim üst karesinin oluşturduğunu buluyor ve kanatlı disk Hadit sessizce aşağıdan uçuyor. Bu sanatsal bir gelenek ve iki Mısır mitinin arasında evlilik yoktu.
Osiris: Ölülerin tanrısı, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kuralkoyucu, koruyucu, ölülerin yargıcı ve ölünün prototipi olmuştur (Ölü tarihte “Osiris” olarak görülürdü). Lahidinin bulunduğu yer, Abidos'ta kültünün oluştuğu yerdir. Osiris Nut ve Geb'in ilk çocuğuydu, Set, Nephthys ve İsis'in kardeşiydi, aynı zamanda İsis'in kocasıydı. Horus, İsis'ten oğluydu. Bir hikayeye göre Nephthys İsis gibi davranmış ve Osiris'i baştan çıkararak Anubis'i doğurmuş. Osiris başka erkeklerin dünyasının kuralkoyucusu olmuş ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı bıraktığında kardeşi Set Osiris'i öldürdü. İsis'in sihiri sayesinde tekrar yaşama döndü. İlk ölen yaşayan canlı olduğu için sonraları ölülerin lordu oldu. Oğlu Horus onun ölümünün öcünü aldı. Set'i yenmişti ve onu Batı Mısır'ın çölüne (Sahra) gönderildi. Tüm Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler Osiris'e yöneltilmişti, onu kutsama ve kendisinin kural koyduğu öbür dünyaya girmesi umulmuştu, ama orta krallık süresinde popularitesi arttı. 18.Sülale döneminde Mısır'da en çok tapılan tanrı olmuştu. Osiris'in popularitesi Mısır tarihinin en son evrelerine kadar dayanmaktadır (sürmüştür). Mısır'ı fetheden Roma imparatorlarında bile hala onun etkisi görülüyormuş. Firavun kıyafetlerini giyerek ona tapınaklarda adak adıyorlarmış.
images

Pharoah: En eski zamanlardan beri Mısır'da firavunlar tanrılar gibi tapılmışlardır: Ra'nın oğlu, Horus'un oğlu, Amen'in oğlu... Bu dönemde ve şehre bağlı olarak isimlendirilmiştir. Firavunlara dualar ve adaklar adanması çok nadirdi. Firavunun gerçek kültünü destekleyecek kanıt çok az veya yoktur. Firavunlar tanrı babaları tarafından seçilmiş ve onlara benzetilmişlerdir.
images

Ptah: Memphis'te tapılıyordu (M.Ö.3100). Ptah evrenin yaratıcısı olarak görülmüş. Öbür dünyada erkeklerin ruhlarının yerleşeceği vücutları şekillendirir. Başka mitlere göre Thoth'un emrine çalışıyordu ve Thoth'un açıklamalarına uygun olarak cennetleri ve dünyayı yaratmaktı. Ptah sakallı takke giymiş, mumya gibi sarmalanmış, elleri ambalajdan çıkmış, elinde asa, Ankh ve Djed (denge, istikrar, sağlamlık işareti) tutuyor. Çoğunlukla Seker ve Osiris'le birlikte tapılırdı, Ptah-seker-ausar adı altında tapılırdı.Sekhmet'in kocası ve Nefertum'un babası (sonra da Imhıtep'in babası) olduğu söylenir.
images

Qebsenuef (Kabexnuf, Qebseneuef): Horus'un dört oğlundan biri, Qebsenuef mumyalanmış şahin başlı bir adam olarak betimlenmiş. Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve tanrıça Selket tarafından korunurdu.
images
images
images
images

Qetesh: Suriyeli bir tanrı olduğuna inanılıyor, Qetesh aşkın ve güzelliğin tanrıçasıdır. Qetesh güzel çıplak bir kadın olarak, bir aslanın üstünde ayakta durur veya onu sürer durumda, elinde çiçek, ayna veya yılanlarla resmedilmiştir. Genelde yuvarlak yüzle gösterilmiştir (Mısır sanat ve geleneklerinde alışılmamış bir durum). Aynı zamanda erkekliğin tanrısı Min'in partneri olarak düşünülüyor.
images

Ra: Tabiatın bütün tezahürleri arasında, tapılan en belirgin şey güneştir. Mısır ideolojisinin büyük bir kısmı güneş ve nehir uzerinedir. Güneş tanrıları arasında başlıcası Ra (Heliapolis tanrısı)´dır. Güneşin diski olarak Ra, atmaca kafalı bir insan olarak temsil edildi. Bu durumda da Ra yaradılışın hükümdarı olarak ele alındı.
Ra-Horathky (Ra-Hoor-Khuit): Horizonların Horus'u olan Ra'dır. Ra'nın başka bir tanımlaması da onu Horus'la bir tutmaktır. Bu ikisi solar gücün göstergesi olarak gösterilmiştir. “Ra-Hoor-Khuit”in yazılışı Aleister Crowley tarafından önce Book of Law kitabında popüler edilmiştir.
Sati: Elefantin'in tanrıçası, Khunum'un eşi, Soğuk su dağıtıcısı Anuket ile beraber eş olmuşlardır. İnsan başı, Yukarı Mısır'ın tacıyla ve gazellerin boynuzlarıyla betimlenmiştir.
images

Seker: Işığın tanrıçası yeraltından başlayan öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur. Seker Ptah'ın bir formu veya Ptah-seker veya Ptah-seker-ausar'ın bileşik tanrılarının bir parçası olarak Memphis'te tapılırdı. Seker genelde şahin kafasıyla ve Ptah'ınkine benzer bir şekilde mumyalanmış olarak resmedilmiştir.
images
images

Sekhmet: Dişi aslan tanrıçası, Ptah'ın tanrısı olarak takip edilmiş. Ra'nın gözündeki ateşten insanları günahlarından dolayı cezalandıracak olan bir intikam yaratığı olarak yaratılmıştır. Sonra da doğrunun barışçıl bir koruyucusu olmuştur. Yardımsever Bast ile yakından ilgilidir (bağlantılıdır).
Selket (Serqet, Serket): Akrep tanrıça, kafasının üstünde hareketsiz duran akrebiyle güzel bir kadın olarak gösterilmiştir. Onun yaratığı kötü ruhlu insanlara ölüm veriyordu ve akrepler tarafından sokulan insanlara da hayat veriyordu. O ayrıca kadınların çocuk doğurmalarına da yardımcı oluyordu. O Ra'yı tehdit eden şeytani ruhları etkisiz hale getiren kişi olarak resmedilmiş ve İsis'i Set'ten korumak için yedi akrebini göndermiş. Selket, Horus'un oğlu, ölülerin bağırsaklarının koruyucusu olan Qebsenuef'in koruyucusudur. Amerika'yı 1970'de turlayan kolleksiyonun bir parçası olan Tuthankamon'un lahdindeki heykeli sayesinde tanındı.
images

Serapis: Ptolemi dönemini tanrısı, Yunanlılar tarafndan Osiris ve Apis'ten düzenlenmiş (tasarlanmış). Tahminen İsis'in arkadaşı (partneri), öbürdünya (ölümdensonraki yaşam) ve verimliliğin tanrısıydı. Ayrıca fizikçiydi ve endişeli, üzüntülü inananların yardımcısıydı. Hiçbir zaman çok fazla önem vermedi. Onun kültünün merkezi Alexandria'dır (İskenderiye).
Set: En eski dönemlerde Set, Aşağı Mısır'ın koruyucu tanrısıydı ve çölün şiddetli fırtınalarını sembolize eder. Bu fırtınaları Aşağı Mısır'lılar yatıştırmak için yöntemler aramışlardır. Yukarı Mısır Aşağı Mısır'ı yendiğinde ve ilk hanedana giriliğinde, Set Yukarı Mısır'ın Hanedanlık tanrısı Horus'un şeytani düşmanı olarak bilinmeye başlandı. Set, Osiris, İsis ve Nephthys'in kardeşi ve aynı zamanda Nephthys'in kocasıydı. Bazı mitlere göreyse Aubis'in babasıydı.Set'in kardeşini öldürmesi ve yeğeni Horus'u öldürmeye teşebbüs etmesiyle bilinir. Ama Horus kurtulmayı ve babasının öcünü almayı başarır. Bunu Mısır'ın heryerinde kurallarını koyarak yapmıştır. Set'i hadım etmiş ve Sonsuza kadar onu çöle sürmüştür. 19.Hanedanda Set'e olan saygı yeniden dirilmeye başlamıştır ve birzamanların büyük tanrısı olarak görülmüştür. Mısır'ı yabancılardan koruyan ve çöldeki kuvvetleri yardımseverce zapteden tanrı olmuştur.

Shu: Kuru rüzgarların ve atmosferin tanrısı, Ra'nın oğlu, Tefnut'un kardeşi ve kocası, Geb ve Nut'un babasıdır. Hiyerogliflerde kafasına devekuşu tüyü giymiş olarak gösterilmiştir (Maat'ınkine benzeyen). Genelde boylu boyunca uzanmış olan Geb'le kızı Nut'u ayrılarak ayakta durmuş olarak gösterilmiştir. “Shu” ismi genelde “kuru, boş” anlamına gelen shu kökünden geliyor. Shu aynı zamanda güneş ışığının kişileştirmelerinden biridir. Shu ve Tefnut'un bir ruhun iki yarısı olduğu söylenir. Belki de eşruhların en eski (ilk) kaydedilen örneğidir.
images
images

Sobek: Fayum´un merkezi Crocodillopolis´in tanrısı idi. Orada canlı sürüngenler ve timsahlar havuzlarda muhafaza edilirlerdi. Su tanrısı olarak, aynı zamanda Nil´in yıllık tasmasını ve vadisinin gübrelenmesini sembolise etti.
images

Sothis: Yıldız Sirius için feminen bir Mısırlı ismi, İsis'le birbirine geçmiştir. (Orion olan Sahu-Osiris'in partneriydi). Hator'la da ilişkilidir.
images

Tavaret: Hamile kadınlara göz kulak olan olan suaygırı tanrısı..
images
images
images

Tefnut: Nem ve bulutların tanrıçasıdır. Ra'nın kızı, Shu'nun kardeşi ve karısıdır. Geb ve Nut'un annesidir. Kutsal hayvanı olan dişi aslanın başıyla resmedilmiştir. “Tefnut” adı teftef kökünden gelmektedir. Anlamı “serpiştirmek, nemlendirmek” ve nu kökü “sular, gökyüzü” anlamına gelmektedir.
Thoth (Tahuti) ToT: Bilgeliğin tanrısı, Maat'la beraber zamanın başında kendi kendine yaratılmıştı veya Ra tarafından yaratılmıştı. Hermopolis'te Thoth'dan sekiz tane çocuk oluşturmuştu, en önemlisi “gizli olan Amen'di. Amen Teb'de Evrenin Lordu olarak takip edilirdi. Thoth isminin Mısır dilinde orijinali Thuti'dir ve Yunanca versiyonu Thoth'dur. Thoth ibis kuşu başıyla resmedilmiştir ve elinde bir dolmakalem ve herşeyi kaydettiği parşomenler vardır. Tanrıları içeren neydeyse tüm temel görüntülerde Thoth görevli olarak görünürdü, ama özellikle ölülerin hükmünde görülüyor. Tanrılar'ın habercisi (ulağı) olmuş ve Yunanlılar'ın Hermes'iyle eş tutulmuştur.Osirian mitlerine göre Thoth Osiris'in veziri olmuştur (Şef tavsiyecisi ve papazı). O sa Khons gibi ay tanrısıdır ve zamanın, büyünün ve yazının tanrısıdır. Hiyeroglifleri icat edenin Thoth olduğu düşünülür
 
Üst Alt