G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
GELİNLİK GİYMEK GÜNAH MIDIR? İSRAF OLMASI, ÖDÜNÇ ALINMASININ MAHZURU SÖZKONUSU OLABİLİR Mİ? :
Soruyu cevaplamadan önce su bilgileri yeniden hatırlamamız faydalı olur: Rasûlüllah Efendimiz, "Kim hangi millete benzemeye uğraşırsa o da onlardandır"(Ebû Dâvud, libâs 5127) buyurmuştur Buradan hareketle, fukahamız, başka milletlere, onların dinlerine has şiarlarda (alâmetlerde) isteyerek ve benzemeye çalışarak benzeyenin küfrüne hükmedilir, demişlerdir Zimmîlere has zünnâr denilen kemer bağlamayı, başa papazlara has başlık giymeyi, putun önünde eğilmeyi (rukû ya da secde yapmayı) buna örnek olarak gösterirler Dinlere has bu tür özellikler dışında, bütün insanların zamana; zemine, tecrübe ve ilmî îcad ve inkisâflara bağlı olarak, pratik yararlarına binaen ortaklaşa yapmakta oldukları şeyler, kullandıkları araç gereç ve eşyalar, herhangi bir dinin alâmeti değillerse ve başka mahzurlar ihtiva etmiyorlarsa, ortanın malı demektirler ve onları kullanmakta da bir mahzur olmazGelinliğe gelince: Bilindiği gibi bu, gelin olan kızların süslenmesinde kullanılan en önemli unsurdur Gelini süslemek ise meşru olmayan bir keyfiyet değildir Hattâ bir anlamda sünnet olduğu(gelinliğin değil, gelini süslemenin ) dahî söyleyebiliriz Çünkü Âişe vâlidemizi, gelin olacağı zaman, bu işi beceren kadınlar süslemiş ve taramışlardır(bk Müslim, nikâh 69; Müsned VI/438, 458; Muhammed el-Ahmedî Ebu'nnûr, Menhecü s-Sünne fiz-zevâc 146) Sahâbeden de bu işle meşgul olan kadınlar vardır Rasûlüllah Efendimiz de (sas) Câbir'e bir düğün münasebetiyle: "Enmât edindiniz mi?"(bk Buhârî, nikâh 62 Ayrıca bk Aynî XVI/344; Ibn Hacer, Fethu'1- Bârî IX/225) buyurmuşlardı "Enmât" Nevevî'ye göre hevdec'in (gelin mahfe'sinin) üzerine cibinlik gibi örtülen örtüdür( Aynî, XVI/344) Duvak da onun bir benzeridir(Ibn Hacer'in ifâdesinden bu anlaşıliyor bk age IX/225 Hattâ o bizzat "tekellül" (taç takma) tabirini kullanıyor) Bu yüzden bizim eski âdetlerimizde "duvak" meşhurdur Dolayısıyla duvağın dini kökeni (menşei) sünnetteki bu uygulama olmalıdır Çünkü nikâh bütün milletlerde dini bir özellik taşır ve nikâhla ilgili merasimlerde çoğunlukla mensup olunan dinin boyası ve sembolleri vardır Bu açıdan bakıldığında bugün kullanılan gelinliklerin batı ve Hristiyan kökenli olduğunu söyleyenlerin biraz hakkı olduğu anlaşılır Ortaçag Avrupasını konu edinen filmlerde kadınların giydikleri kat kat kabarık elbiselerde bunu görmek mümkündür Ne var ki bugünkü şekliyle gelinlik, herhangi bir dinin sembolü olmaktan çıkmıştır Bu yüzden bir bakıma mahzuru ortadan kalkmış, ama bir bakıma da başka bir mahzuru doğmuştur O da, bugün dünyaya hakim olan kendini hiç bir dinle bağımlı görmeyen orta malı (seküler) bir anlayışın malı olmasıdır Ama bu onu elbette haram kılmaz; fakat fazîletten ve dini boyadan da soyutlar Oysa dinî bir merasim olan nikâh, mensup olunan dinin boyasını taşımalı ve ibâdet kılınabilen evlenme gibi bir müessesenin temelinde, dinî semboller de ihmal edilmemelidir Gelin süslenmeli, süslü bir elbisesi olmalıdır Bu fıtratın da bir gereğidir O ani özlemeyen genç kız yok gibidir Ama bu mümkünse inananlara has ve onların inancını yansıtan ve öyle heyecanlı bir günlerinde dahî kulluklarını sembolize eden bir modelle olmalıdır Meselâ duvak yeniden gündeme gelmeli ve onunla bütünleşen bir model geliştirilmelidir Çünkü değindiğimiz gibi, duvağın bizim geleneğimizde aslı vardır ve Anadolu müslümanı da bunu yüzyıllarca kullanmış ve ona türküler ve ağıtlar yakılmıştır Duvak gelinin başıyla beraber yüzünü ve omuzlarını da örter ve bu yönüyle aynı zamanda bir cilbab özelliği de kazanır Allah, gelin olan ve olmayan diye ayırmadan kadınların "cilbâb" kuşanmalarını emretmiştir(KAhzab (33) 59) ve cilbâbın asgarisi; başla beraber göğüslere (bele) kadar örten üstlüktür(Cilbab ve özellikleri hakkında geniş bir araştırma için bk F Beşer, Fıkhı risaleler adlı eserin birinci bölümü) Duvak da başı örterdi ve genellikle bekâret sembolü olarak kullanılırdı Nikâh yapılıncaya kadar duvak açılmazdı, Nikâhtan sonra damat tarafından açılırdı Köylerde daha çok yeşil duvak kullanılırdı(bk TA XIV/153) Bugünkü uygulanışıyla gelinliği mahzurlu kılan bir yönü de, sizin de değindiğiniz israf meselesidir Milyonlar verilerek alınan gelinlikler, bir gün giyildikten sonra ise yaramaz biçimde atılmakta ya da saklanmaktadır Bunu akıl dahî onaylamaz Bir yönden de bu, fakir olan, ama mutlaka gelinlik alması istenen eş adayını maddî sıkıntıya sokar, ezer ve evlenmeyi zorlaştıran unsurlara katılarak başka kötülüklere az da olsa sebep olur Bunun yerine gelinlik, başka münasebetlerle de giyilebilen bir tarzda yapılsa, hiç olmazsa israf önlenmiş, gelinlik de çok daha ucuza mal edilmiş olur Gerçi gelini süsleyecek giysiler ödünç alınabilir Bunun da sünnette aslı vardır Yine bu maksatla Âişe vâlidemiz Esmâ'dan(Bu Esmâ, Hz Âişe'nin kardeşi Esmâ da olabilir Ama muhtemelen kendisini süsleyen Esmâ bnt Yezîd'dir Şerhlerde bu konuda bir açıklık yoktur)bir gerdanlık almıştı, sonra da kaybetmişti( bk Buhârî, nikâh 65) Bunu değerlendiren âlimler bunun elbiseye de şâmil olduğunu ve gelini süslemek için bu tür eşyanın iâre edilebileceğini söylemişlerdir( bk Aynî XVI/347; Ibn Hacer, Fethu'1-Barî IX/228)
Hulâsa edersek:

1- Gelinlik giymeyi bizzat haram kılan bir sebep yoktur, ancak onun yerine kendi dînî boyamızı taşıyan duvaklı gelinlik modelleri geliştirip, kızlarımıza onları giydirmemiz daha güzel olur
2- Herşeye rağmen bugünkü gelinlik uygulaması bize ait olmamakla, haram olmasa dahî kerahatten de hâlî değildir
3- Buna rağmen giyilirse; haram olmaması için:
a- Erkeklerin gördüğü yerde üzerine duvak vBulletin atılmak sûretiyle süsü kapatılmalı ve tam örtünmeyi sağlamalıdır
b-Erkeklerin görecegi yerlerde dar ve şeffaf olmamalı,
c-Yine erkeklerin duyacağı mahallerde koku ihtiva etmemelidir
4- Bir seferliğine giyilip atılacak tarzdaki gelinlikler israf tır, israf ise haramdır ve Allah'ın sevmediği bir şeydir
5- Gelinlik ve gelini süsleyen diğer aksesuar ödünç alınabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GENELEVLERİN LUZUMLU OLUP OLMAMASI
Deniliyor ki, günümüzde umumhanelerin açılması lüzumludur ve daha iyidir Aksi takdirde halihazırdaki şartlardan ötürü fuhuş, sokak aralarında daha çirkef düzeyde yapılacak, daha yaygınlaşacak kontrolsüz olacağı için de sağlık açısından daha kötü sonuçlar doğuracaktır
Çok yönlü olan bu sorunuzun cevabını da çok yönlü düşünmek gerekir Önce Islâm, başka sistemlerin yanında müsavir olarak çalışan bir müessese, bir stepne, bir emniyet simidi değildir ki, onlara temizleyemedikleri pisliklerini temizleme çârelerini üretsin ve önersin İslam'ın kendi sistemi içinde bunun çaresi vardır ve böyle bir pisliğin bir Islam ülkesinde yükselmesi mümkün değildir Bu çarelerin neler olduğu başka bir konudur Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Islâmda zina çok ağır maddi ve manevî müeyyidelerle yasaklanmıştır Cinsel tatmin tabiî bir ihtiyaç olarak görülmüş ve giderilmesi için meşru yollar gösterilmiştir Tıpkı def-i hacet yapmak gibi Bu herkesin ihtiyacıdır ama her yerde, gelişi güzel yapılmaz Zina yasak olduğu gibi zinayı teşvik, "zinaya yaklaşma" dahi yasaktır Kadınlar süslenmiş ve müşterilere arzedilmiş vitrin malı gibi "müteberric" sokaga dökülmemişlerdir Televizyonunda popo müzigi haline gelen pop müzigi ve bunu teşvik eden kukla ve hain TV idarecileri yoktur Kısaca, nice milletleri tarihe karıştıran zinaya giden bütün yollar kapalıdır Öyle ise genelevler Müslümanların bir meselesi değildir Ama denebilir ki, Türkiye'nin bir Islâm ülkesi olduğu yönetenlerce kabul edilmemekle beraber, halkının çoğunluğu Müslümandır ve şu andâ bu, Müslümanların da problemleridir Buna göre bu konuda Müslümanların şu andaki tavırları ve konumları da belirlenmelidir: ‚
Bu noktaya, yurdumuzdaki bir sürü "kârhaneyi" zavallı feministlerimize ithaf ederek geçelim Kadın erkek arasında tam eşitliği savunan (Biz mutlak eşitliği değil, insanı eşitliği ve adaleti savunuyoruz ve bunun izahı da başlı başına ayrı bir konudur) bu zavallılar, aslında sırf belli evrensel güç merkezlerinin papağanlığını yaptıklarından,"kadınların dövülmesine karşıyız" gibi sathî sloganlarla meşgul olurken (sanki kadınlar bir sistem öyle istediği,için dövülüyormuş, ya da feministleri hedefledikleri bütün haklar elde edildiğinde dövülmeyeceklermiş gibi) bilmem hangi kadın dernekleri, bağbaşlarındaki memolara kadar prezervatif dağıtıp onları şöyle ederseniz çocuğunuz olmaz, diye egitmeye (!) çalışırken, yüzbinlerce kadının (711988 tarihli Cumhuriyet gazetesi, yurdumuzda beşyüzbin (500000) ruhsatlı fahişenin bulunduğunu emniyet raporlarına dayanarak anlatıyor) Vücutlarını parayla satmasına göz yumuyor ve daha enteresanı, aynı mutlak eşitliği savunan düzen de bu satışı legal esaslara bağlıyor, bunun için özel pazarlar ve vitrinler tanzim ediyor Evet, kadına değer verdiklerini idia edenler, onu bir mâl olarak pazarlıyorlar Madem mutlak eşitlikten yanalar, öyleyse erkek genelevleri de açsalar, ya da öbürünü de kapatsalar ya! Işin bir yönü de budur
Bütün bu manzaralar karşısında dahî Islâm, genelevlerin açılmasm tasvip etmez ve buna cevaz vermez, çünkü:
1 Insan Allah'ın yarattığı en şerefli varlıktır Mü'min olsun olmasın, meta' sayılıp kazânca konu yapılamaz
2 Zinâ İslamın kesinlikle yasakladığı fîillerden olduğu gibi, "ırzın muhafazası" da Islâmda korunması hedeflenen beş temel haktan biridir (zaruriyyet) Hastalıkların sirayetine engel olmak gibi ikinci derecede bir ihtiyaç (hacıyyat) buna gerekçe gösterilemez
3 Genelevlerin kapatılması halinde fuhşun daha yaygınlaşacağı doğru değildir Istanbul'da gurbet hayatı olarak çalışan Anadolulu isçiler, her gün giriş yapan binlerce şoför ve oranın müşterisi olan fakir halk kesimi (çünkü zengin fuhuş severler bu işi başka yollarla yapıyorlar) bu insan pazarları olmasa, bu gayr-i meşru arzularına ulaşamayacaklar, ayrıca paralarını ve sıhhatlerini de korumuş olacaklardır Istanbul'a yakın olup genelevi bulamayan illerden sırf bu iş için Istanbul'a gelenlerin bulunduğu hesaba katılırsa, her türlü teşvik ortamına rağmen, bu çirkin fîili, bölgelerinde icra edemedikleri anlaşılır Bunda küçük şehirlerde herkesin herkes tarafından tanınıyor olması da etkilidir Eğer yakın bir ilde böyle bir pazar bulamasalardı, yüzde doksan sekiz bu çirkin fiili yapmayacaklardı
4 Genelevlerin bulunmasını isteyen bir düzende böyle bir soru sormak zaten yersizdir Çünkü liberal kapitalist sistemlerin yaşayabilmesi, zihinsel ve bedensel enerji fazlasını, bu ve benzeri yollarla nötürleşmesini sağlamaya bağlıdır Evrensel bir din haline getirilen futbol da bu yollardan biridir Nitekim bir zamanların Ispanya başkanının "futbol sayesinde ülkeyi onbeş yıl idare ettim" dediği meşhurdur
5 Ülkemiz insanın çoğunda hâlâ Osmanlı'dan kalma bir kabulleniş olan "devlet baba" düşüncesi hakimdir (Şimdilerde ise devletin malı deniz felsefesi yaygınlaştı) Bu düşüncede olan insanlar "meşru" ile "legal"i birbirlerinden ayıramadıklarından, "devlet yaptırıyorsa câizdir" gibi çürük bir saplantıya girerler ve fuhşu meşru görürler Aksi halde bu insanların çoğu fuhus yapmayacaktır
6 Bir kısım insanlar da ücretle icra edilen bu legal fuhşu, Iran'da olduğu gibi "müt'a" nikâhı kabul ederek, yine meşru çerçevede görür ve kendine fetva uydurur Nitekim, Ortadoğu ülkelerinden gelen bir çok insandan bu kabil sözleri duyuyoruz
7 Cinsel özgürlüğün acısını tatmaya başlayan Batılı insan, bu yolla yayılan bir sürü habis hastalığı, bu arada AlDS'i genelevlerde daha kolay yurdumuza getirmektedir Bu yerlerin olmaması halinde yabancıların yapabilecekleri fuhus oranı bununla kıyaslanamayacak kadar az olacaktır
8 Büyük şehirlerimizde her arandığında bulunabilecek bu günah evleri olmasa, gurbette bulunmak zorunda olan Anadolu insanı, evini ve köyünde bıraktığı hanımını bu kadar uzun süreterkedemeyecek ve bundan doğacak tatsızlıklar, arkada bırakılan kadının gayr-i meşru cinsel davranışları, yuva yıkılmaları asgari"ye inmiş olacaktır
9 Bütün bu ve benzeri sebeplerden ötürü İslam'ın bugünkü şartlarda dahi böyle bir müesseseye câiz demesi mümkün değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GERÇEK PİSLİKLER DE KABA VE HAFİF OLMAK ÜZERE İKİYE AYRILIR
Kaba pislikler:
Kan, çocuk da olsa insanın dışkısı ve idrarı, eti yenmeyen hayvanların dışkısı, idrarı ve salyası, insan bedeninden çıkmakla, abdesti bozan irin ve benzerleri, şarap, kaz, ördek ve tavuk dışkısı, eşek, katır ve fare idrarı, kendiliğinden ölen (murdar) hayvanın leşi ve derisi gibi şeylerdir
Hafif pislikler ise:
Atın ve eti yenen hayvanların idrarı ve eti yenmeyen kuşların dışkısıdır
Kaba ve hafif pislik arasındaki fark, namaza engel olmaları söz konusu olduğunda anlaşılır Yerinde de görüleceği üzere, namazın şartlarından biri de, namaz kılanın üstbaşının temiz olmasıdır Ancak pisliklerden en ince zerresine kadar sakınmak güç olduğundan çok az miktarları bağışlanmış ve namaza engel sayılmamıştır Işte bu ölçü, kaba pisliklerde daha az, hafif pisliklerde daha fazladır Meselâ bir dirhem (yaklaşık 3 gram) ya da bir el ayasını ıslatacak kadardan az kaba pislik, her nasılsa insan üzerinde bulunmuşsa, bu onun namazına engel olmaz Hafif pislikte ise bu ölçü, elbiseden her organa düşen kısmın dörtte biri kadardır Yani hafif pislik dediklerimizden meselâ kolumuzdaki elbisenize bulaşsa, elbisenin kolunun dörtte birinden fazlasına bulaşmadıkça namaza engel olmaz
Pislikler ayrıca görülen ve görülmeyen diye de ikiye ayrılır
Kan ya da dışkılar gibi görülen pislikler, pisliğin kendisinin giderilmesiyle, idrar gibi görülmeyen pislikler ise bulaştığı yerin su ile üç defa yıkanıp her seferinde iyice sıkılmasıyla, sıkılan cinsten değilse, her seferinde kuruyana kadar bekletilmesiyle yok edilmiş olur
Dört şey, pis sanıldığı halde temizdir Balık kanı, eti yenen kuşların dışkışı, eşek ve katır tükrüğü, eti yenen hayvanların ölmüşlerinin sütü ve peynir mayalıkları

Yaş ve pis bir elbisenin üzerine, temiz ve kuru bir elbise konsa, ya da aksi yapılsa, kuru olana, sıkılınca damlayacak kadar yaşlık geçmişse, temiz olan da pislenmiş olur Az bir nemlik geçmişse birşey gerekmez
Pisliğin yıkanılmasıda ince araştırmaya gerek yoktur Meselâ kilotuna bir kaç damla idrar düşen ve kuruyan kimse, düştüğü yeri bilmese bile, kuvvetle zannettiği bir yerini yıkamasıyla temiz olur
Pislikleri, ya da pislenen şeyleri temizleme yolları bazı fıkıh kitaplarında yirmibire kadar çıkartılır Bunların en önemlisi su ile yıkamaktır Gül suyu ve sirke de bu konuda su gibidir Ancak et suyu, zeytinyağı ve süt gibi sıvılar temizleyici değildir Su ile yapılan temizlemeye, yıkamakla temizleme adı verilir
Su ile yıkamakla temizleme dışındaki temizleme yolları şunlardır: Silmekle temizleme; ayna, cam, porselen vBulletin gibi pürüzsüz, parlak ve pislik çekmez yüzeyler için kulanılır ve pis olan bu tür yüzeyler iyice silinirlerse temiz olmuş olurlar Kurumakla temiz olma; yeryüzü ve ona bitişik şeyler için bir temizleme; ya da temizlenme yoludur Tahta gibilerden yontmakla temizleme; başkalaşım ile temiz olma, tuzlaya düşen leşin tuzlaşması gibi Toprak gibileri kazmakla temizleme, deriyi tabaklamakla temizleme, şarap için, sirkeleşme ile temiz olma, derisi tabaklanabilen hayvanların derisini, o hayvanları şer'î usule göre boğazlamakla temizleme, yine şarap için sirkeleştirme ile temizleme, elbisede kurumuş menî için ovalayarak temizleme, ayakkabı ve mest gibi şeyleri yere sürtmekle temizleme, içinde pis su bulunan küçük bir havuza suyun bir taraftan girmesi ve öbür yandan çıkmasıyla temiz olma, pis kuyunun suyunun çekilmesiyle temiz olması Neresi pis olduğu bilinmeyen bir şeyi kısmen tasarrufla temizleme, yarısından azı pis olan pamuğun hepsini aletle atmakla temizleme, kuyunun suyunu boşaltmakla temizleme, yakmakla temizleme, içerisine pislik damlayan pekmez, süt ve bal gibi şeyleri su ilâve edip kendi ölçüsüne ininceye kadar üç defa kaynatmakla temizleme, yağ yumağı gibi katı ve yumuşak şeylere bulaşan pisliği oyarak temizleme
Bir şeyin temiz olması demek ille de o şeyin yenebilir ya da içilebilir olması demek değildir Aksine temiz olan bir şey yenen ve içilen bir madde ise, yenilebilir ve içilebilir, böyle bir madde değilse, yani toprak ve gazyağı gibi yenilip içilemeyen bir madde ise, elbiseye bulaşırsa namaza mani olmaz, yenecek maddelere bulaşırsa onu pisletmez, yenmesini engellemez demektir
Pisliğin izini gidermede; sabun, deterjan ve benzeri temizleyicilere ihtiyaç duyuracak kadar azı bağışlanmıştır, böyle bir temizleyici bulamadığı takdirde su ile çıkan kadarını temizlemesi yeterlidir
Pis olan bir madde ile üç özelliğinden; yani renginden, kokusundan ve tadından biri değişen akarsu ve akar olmayan çok su, kaplarda ve depolarda bulunan ve üç özelliğinden birini değiştirmese bile, içine pislik düşen az su, hem pis olur hem de temizlemede kullanılmaz Meselâ şehirlerde evlerdeki musluklardan akan su, rengi ve tadı değişmemekle beraber lağım koksa, ya da kokusu ve tadı değişmemekle beraber kan rengine bulansa, o su pis olur Onunla abdest alınıp yıkanılmayacağı gibi, onunla yıkanan elbise ile de namaz kılınamaz Onunla pişirilen yemek yenmez Büyükçe havuzların ve göllerin sularıyla, akan nehirlerin ve çayların suları da böyledir
Suyun üç özelliğinden biri temiz bir maddeyle değişse, meselâ suya toprak karısıp suyu bulandırsa su pis olmaz Temizlemede ve içmede kullanılabilir
Pis olmadığı halde temizlikte kullanılamayan sular da vardır Bunlar abdest ve gusulde kullanılan sulardır Yani insanın organları ve bedeni ne kadar temiz olursa olsun, gusulde ve abdestte kullandığı su, meselâ biriktirilse, onunla artık ne abdest alınabilir ne de içmede kullanılabilir Ancak, yıkadığı organlarda başka pislikler yok idiyse, o su pis olmayacağı için meselâ, insanın elbisesine sıçrasa namaza, yiyeceklere sıçrasa yemeye engel olmaz Böyle sulara "temiz olan fakat temizlemeyen sular" denir
Şer'an pis sayılan bir şey bulaştığı için yenmesi haram olan yiyecek ya da içecekler hayvanlara da yedirilip içirilemez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GERDEK GECESİ
Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya geldikleri gece Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi mümkün olmayan maddî ve manevî mahremiyetin ortadan kalkmasıdır Çünkü o geceden önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak aynı hayatı paylaşma durumuna gelmişlerdir Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışladır
Gerdek gecesini, sadece cinsî yönden iki farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemek gerekir Bu beraberlik aynı zamanda, manevî ve hissî bir bütünleşmenin de başlangıcı olmaktadır Olgunluk seviyesine gelen iki gencin, ondan sonraki hayatları belirli bir ölçü ve plan dâhilinde sürecektir Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddî ve ağır sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıçanıdır Tek kelime ile bir planlama kararının verileceği zamandır Iki çift, paylaşacakları hayatta birbirleri için düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği tavır ve davranışları konuşacaklardır
Gerdek, Islâmî bir olaydır
Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşrû ölçüler içerisinde biraraya gelmesi ve evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir
Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan tanıyan iki çiftin yakın bir temas ile ve ciddî bir ortamda karşısındakıni ölçülü bir şekilde değerlendirmesi sözkonusudur Çünkü evlilik ile yeni bir hayata başlangıçta, karşıdaki insan, bütün özellikleri ile tanınmak durumundadır Islâmî mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve gayrî ciddî bir biçimde biraraya gelmesi hâli, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne de geleceğe dönük ciddî bir hesap bulunmaktadır Taraflar; ya kendilerini bekleyecek akıbetlerden habersizdirler veya biraraya gelişlerinde sadece "cinsel tatmin" ağır basmaktadır
Dolayısıyle bazan bu tür gayrî meşrû ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseşeye bile ihtiyaç duymayan insanlar görülmektedir Tabii ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felâketlerle bitmektedir
Islâm'daki evlilik, cinsî duyguların dinî bir program çerçevesinde ve beşerî aşkın en temiz özellikleri ile biçim kazanmasıdır Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, gerdek gecesi gibi başkalarının malûmu olmayan ruhî ve bedenî birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GİYABİ CENAZE NAMAZI KILMAK CAİZ MİDİR?
Uzak veya yakın bir memlekette vefat eden kimse için gıyabi cenaze namazı kılmak hususunda ihtilaf vardır Hanefi ve Malıki mezhebine göre caiz değildir Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre caizdir Çünkü İslamiyetle müşerref olan Habeşistan Kralı Necaşi vefat ettiğinde Peygamber (sav) O'nun üzerine gıyabi cenaze namazını büyük bir cemaatle kıldırdı Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir: Necaşi'nin vefat ettiği günde Peygamber (sav) ölüm haberini verdi ve cemaati müsallaya çıkartıp onları saflar haline getirdi ve dört tekbir aldı (Buhari-Müslim)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GIYBET

Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek; meydanda olmama, kaybolma hâli
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır
Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği dedikodu konusu olabilir Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu kişinin kalbini kırar
Kur'an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır: "Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?" (el-Hucurat, 49/12); "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b Hanbel, II, 384, 386)
Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifade eden her hareket de gıybettendir Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir Gıybeti tasdik etmek de gıybettir Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362, 363) Allah Resulu şöyle buyurur: "Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni)
- "Her kim gıyabıda kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder" (İbn Ebi'd-Dünya)
- "Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun kusurlarını araştırır Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya)
İslam dininde kardeşlik olgusunun, "Müminler ancak kardeştir İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin arasını düzeltin; ve sakının ki, merhamet olunasınız" (el-Hucurat, 49/10) ilâhi buyruğu ile kurulmuş olması, İslâm toplumunu bu iman kardeşliği üzerinde yükselen güçlü bir toplum yapmaktadır Böyle bir toplumda gıybet yoktur Çünkü, Hz Peygamber (sas)'in buyurduğu gibi, "Mümin müminin aynasıdır Mümin iki el gibidir, birisi diğerini temizler" Bu ölçüler, toplumu fitne ve bozgunculuktan uzak tutar
Gıybetin sebepleri:
1 İntikam duygusunu tatmin, 2 Arkadaşlara muvafakat, 3 Gösteriş ve büyüklük; başkalarını küçültme, kendini büyütme, 4 Kıskançlık, 5 Hoşça vakit geçirmek, güldürmek için başkalarının ayıp ve kusurlarının ortaya serilmesi, 6 Küçük düşürmek için alay (Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, Trc: Ali Arslan, İstanbul 19'72; VI, 522 vd)
Gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir Şuralarda gıybet câizdir:
1) Haksızlık karşısında: "Hak sahibinin söz hakkı vardır" (Buhârî, Müslim)
2) Fetva istemede: Utbe kızı Hind, Resulullah'a gelerek kocası Ebû Süfyan'ı cimriliğiyle, çok az nafaka bırakmasıyla çekiştirmiş ve kocasının malından haberi olmadan alıp alamayacağını sormuştu Allah Resulu de "Sana ve çocuğuna yetecek miktarda, iyilikle al" buyurdu
3) Bir kimseyi kötülükten menetmek:
4) Kişiyi meşhur olan lakabıyla anmak
5) Kişinin fısk-u fücûrunu alenen yapması, yaptıklarından dolayı gurur duyması, yaptıklarının söylenmesinden dolayı üzüntü duymamasıdır Yaptıklarıyla övünmesi yüzünden onları anmak gıybet sayılmaz
Gıybetçinin günâhtan kurtulması için pişmanlık duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse ile helâlleşmesi gerekir Gıybeti yapılan da merhametli davranır, affeder Düstur: "affa yapış(mak), iyiyi emret(mek), cahillerden uzak ol(maktır) (el-A'râf, 7/ 199)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GÖRÜLEN VE GÖRÜLMEYEN PİSLİKLER:

Görülen; dışkı ve kan gibi gözle görülen ve aynî varlığı olan pisliklerdir Bir defa da olsa kendisinin yok edilmesi ile temizlenmiş olur
Görülmeyen pislik ise sidik gibi kuruduktan sonra varlığı gözle görülemeyen pisliktir Temizlenmesi yıkayanın temizlendiğine kanaat getirinceye kadar yıkaması ile olur Vesveseli kimse için yıkama sayısı üçtür Zahiru'r-rivayeye göre her defasında sıkmak da gerekir Çünkü pisliği çıkaracak olan sıkmadır
Temizleme Şekil ve Yolları: Temiz olmayan şeyler: temizlemek için özelliklerine göre çeşitli yollar vardır
1 Su ile yıkamak: Su, hem pisliği temizleme ve hem de abdest ve gusülde kullanılma bakımından asıl temizleyicidir Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Sizi temizlemek için Allah gökten su indiriyor" (el-A'râf; 7/11); "Biz gökten temizleyici su indirdik" (el-Furkân, 25/48) Temizlik için kullanılacak su, yağmur, kar, nehir, göl, deniz, kuyu, pınar ve sel sularının toplandığı gölet suları olabilir Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Su, temizdir Onu tadı, rengi veya kokusu değişmedikçe dışarıdan bir şey kirletmez" (Buhârî, Vüdû', 67) Yine Allah elçisi, Esmâ binti Ebî Bekir'e elbisesini hayızdan nasıl temizleyeceği konusunda; "Ovalar sonra da su ile çitiler" buyurmuştur (Buhârî, Vüdû', 63; Müslim, Tahâre, 110; Ahmed b Hanbel, VI, 134, 346)
Hanefilerde tercih edilen görüşe göre hakikî pislikler gül suyu, sirke, meyve ve bitki suyu gibi normal su dışındaki sıvılarla da temizlenebilir Hanefîler su dışındaki temizleyici sayısını yirmibire kadar çıkarmışlardır Diğer mezhepler bunların bazılarında Hanefilerden farklı görüşe sahiptirler Ancak su dışındaki sıvılarla abdest alınmaz, gusül yapılmaz Bu konuda görüş birliği vardır (el-Kâsânî, age, I, 83-87; İbnül-Hümâm, age, I, 133-138; İbn Âbidin, age, I, 284 vd; ez-Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 60 vd; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 24 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GÜBRE İÇİN YAPILAN MASRAF DÜŞÜRÜLMEDEN Mİ YOKSA DÜŞÜRÜLEREK Mİ TOPRAK MAHSULLERİNİN ZEKATI VERİLİR?
İslam dini fakir ve müstehakları koruduğu gibi emek ve mal sahibini de korur Bunun için arazi, ağır masraf yapılmamasından yağmur, çay, nehir gibi sularla sulanırsa mahsulün onda biri öşür -zekat- olarak verilir Dolap ve motor gibi şeylerle sulanırsa masrafı ağır olduğundan zekatı yirmide bir olarak verilir Bütün fıkıh kitapları bu meseleyi açıkladıkları için malümdür Ancak gübre meselesinin durumu açık değildir Zaman zaman gübre meselesi bana sorulurdu Elde delil olmadığı ve eski fıkıh kitaplarında açıkça ona yer verilmediği için öşrün durumu değişmez Yani zekatı onda birdir, diye cevap verirdim Gerçekten de Hanefi mezhebine göre böyledir Çünkü bu mezhebe göre tohum, amele ücreti ve sair masraflar düşürülmeden toprak mahsullerinin zekatı verileceği gibi gübrenin su mesabesinde olduğunu ifade eden hiç bir ibareye rastlanmamıştır Fakat Şafii mezhebine göre gübre meselesi Remli'nin ifadesinden de anlaşıldığı gibi değişik bir durum arzetmektedir Çünkü gübre araziye değil, ekine fayda verip neşvünemaya yardımcı olduğundan su mesabesinde görünüyor Remli, özet olarak şöyle diyor: Tarla için açılan kanallara yapılan masraf nazarı itibara alınmaz Yani mahsulün onda biri zekat olarak verilecektir Çünkü kanallar ekin için değil, tarla içindir Kanallar hazırlandıktan sonra su kendiliğinden tarlaya varabilir Fakat deve ile su taşıyıp sulamak böyle değildir Burada yapılan masraf ekin içindir
Yukarda serdedilen bu ibareden anlaşılıyor ki, tarla için değil, ekin için yapılan masraf zekatın durumunu değiştirir Dolap ve motor ile sulanan araziden elde edilen mahsulün yirmide biri, ekinin yetişme müddetinde yarısı motor veya dolap, yarısı da yağmurla olursa onbeşte biri, zekat olarak çıkarılacağı gibi yağmur suyuyla sulanan arazi gübrelendiği takdirde en az yüzde yüz farkettiği için zekatın onbeşte biri nisbetinde verilmesi gerekir Çünkü neşvünema bu her iki unsurdan kaynaklanıyor
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GÜMÜŞ VEYA ALTINDAN EV EŞYASININ TİCARETİ VE İMALİ HAKKINDA İSLAM'IN HÜKMÜ NEDİR?
Gümüş veya altından ev eşyasının ticareti ve imalı hakkında ihtilaf vardır Hanefi mezhebine göre kullanmamak Şartıyla altın ve gümüşten kab, kaşık, bıçak ve benzeri şeyleri alıp evde bulundurmakta beis olmadığı gibi ticaretini yapmakta da beis yoktur (İbn Abidin)
Şafii mezhebine göre kullanmadan altın ve gümüşten imal edilmiş olan kab, kaşık ve benzeri ev eşyasını evde bulundurmak ile ticaretini yapmak hakkında iki görüş vardır Bir görüşe göre kullanılması caiz olmadığı gibi onu imal edip ticaretini yapmak ve evde bulundurmak da caiz değildir Diğer görüşe göre imal ve ticaretini yapıp evde bulundurmakda bir sakınca yoktur (el-Mühezzeb)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GÜMÜŞ YÜZÜK
Erkeklerin gümüş yüzük takınması icmâ ile caizdir Abdullah Ibn Ömer der ki: Resulullah (sas) gümüşten bir yüzük edindi Bu yüzük onun elinde idi Sonra Ebû Bekir'in, ondan sonra Ömer'in ve ondan sonra Osman'ın elinde bulundu Nihayet Hz Osman zamanında Eriş kuyusuna düştü Üzerinde Muhammedûrresulullah yazılı idi (Müslim, Libâs, 54)
Yine Ibn Ömer (ra) şöyle der: Peygamber (sas) attın bir yüzük edindi Sonra onu bıraktı Bilahere gümüşten bir yüzük edindi ve onun üzerine "Muhammedûrresulullah" nakşettirdi ve "Benim bu yüzüğümün nakşı üzerine kimse nakış yapmasın" buyurdular Onu taktığı vakit, taşını avucunun içine çevirirdi Muaykib (ra)'den rivayet edilen hadise göre Eriş kuyusuna düşen yüzük odur (Müslim, Libâs, 55)
Peygamber efendimiz, gümüş yüzüğü aynı zamanda mühür olarak kullanmıştır Enes b Mâlik şöyle der: Hz Peygamber (sas), Kisra (Fars Imparatoru), Kayser (Rum Imparatoru) ve Necâşî (Habeşistan Kralı)'na, onları imana davet için mektup yazmak istedi Kendisine, "Onlar mühürsüz mektup kabul etmezler" denilince gümüşten halka bir yüzük yaptırdı ve üzerine "Muhammedûrresulullah" cümlesini nakşettirdi (Müslim, Libâs, 58)
Ulemâ, Resulullah (sas)'in yüzük taşının akik veya göz boncuğundan olduğunu söylemişlerdir (Bunların ikisi de Habeşistan ve Yemen'den çıkarılır) Bazen de kara taşlı bir yüzük taşımıştır Ayrıca Peygamber Efendimiz yüzüğünü bazen sağl bazan da sol elının küçük parmağına takıyor ve taşını avuç tarafına çeviriyordu Enes b Mâlik (ra) şöyle der: Resulullah (sas) sağl eline gümüş yüzük taktı Yüzükte Habeşistan'dan gelmiş bir taş vardı Yüzüğün taşını avuç içine çevirirdi (Müslim, Libas, 62) Başka bir riveyette de sol elının küçük parmağına işaret ederek "Peygamber (sas'in yüzüğü şunda idi" diyor (Müslim, Libâs, 63)
Hz Peygamber, yüzüğün orta parmakla ondan sonra gelen parmağa takılmasını yasak etmiştir Hz Ali (ra), orta parmağıyla ondan sonra gelen parmağa işaret ederek "Resulullah (sas) beni şu veya bu parmağıma yüzük takmaktan alıkoydu"
Hattabî, gümüş yüzük takmanın erkeklere ait bir prensip olduğunu dolayısıyla bana takmanın kadınlar için mekruh olduğunu söylemişse de, Nevevî bunu kabul etmemiş ve "Hattâbî'nin söylediği zayıf veya bâtıldır, aslı yoktur, doğrusu kadının gümüş yüzük takmasında kerâhet olmamasıdır" demiştir (Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 457)
Bu konuda fıkıh kitaplarındaki açıklama genellikle şöyledir: Kadın ve erkeklerin gümüş yüzük takmaları caizdir Kadı, Sultan ve benzeri, yüzük kullanmaya ihtiyacı olanlar için sünnettir (Eskiden yüzüğü mühür olarak kullanıyorlardı) Ihtiyacı olmayanların takmaması daha faziletlıdır Sünnet olan, yüzüğün ağırlığının bir miskal veya daha az olması ve erkek için taşını avucun içine çevirmesidir Kadınlar ise böyle yapmazlar Çünkü yüzük onlar için zinet (süs)tür; erkekler içinse süs değildir Yüzüğün taşını akik ve yakut gibi kıymetli taşlardan yapmak ve üzerine kendi ismini veya Allah'ın ismini yazmak caizdir Ancak Allah'ın ismi yazıldığı takdirde helaya giderken yüzüğün ya çıkarılması veya sağl ele takılması gerekir (bk Abdullah b Mahmud, el-Ihtiyâr, IV,159; bk Davudoğlu, age, IX, 457, Aynî'den naklen)
Hulefâ-i Râşidînin de gümüş yüzükleri vardı ve üzerindeki yazılar şöyle idi: Hz Ebu Bekir: Allah ne iyi kudret sahibidir; Hz: Ömer: Vaiz (nasihatçı) olarak ölüm yeter; Hz Osman: Ya belâ ve musîbete sabredeceksin veya pişman olacaksın; Hz Ali:
Mülk Allah'a aittir
Imam Ebû Hanife'nin yüzüğünde ise: Ya hayrı (iyiyi) konuş veya sus; Imam Ebû Yusuf'unkinde: Kendi hissiyle hareket eden pişmanlık duyar; Imam Muhammed'inkinde: Sabreden başarıya ulaşır; Sabreden derviş muradına ermiş ibareleri yazılıydı (bk Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV,288)
 
Üst Alt