K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUDÜM TAVAFI

Kudüm; gelmek, varmak, ulaşmak manalarına gelir "Tavaf" ise, bir şeyin etrafında dolaşmak, ziyaret etmek Kâbe'nin etrafımda yedi defa dolaşmak demektir (İbnü'l-Manzûr, Lisanü'l-Arab, Beyrut 1388/1968, IX, 225 vd; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, İstanbul 1986, s462)
Kâbe'nin güney tarafında bulunan Hacer-i Esved (siyah taş) tavaf için başlangıç işareti kabul edilerek, tavafa bu taşın bulunduğu köşeden başlanır Kâbe sol tarafa alınıp, Kâbenin kapısına doğru gidilerek, etrafı dolaşılır Hacer-i Esved'in hizasına her gelişte mümkünse öpülür, değilse selamlanır Bu dolaşmaların her birine "şavt" denir
Kudüm tavafı ise, beş çeşit tavaftan biri olup, Mekke-i Mükerremenin dışından hac etmek için gelen müslümanların, bu mübarek şehre vardıklarında yaptıkları tavaftır Bu tavaf, afâkî, yani "mikat" denilen ve hac niyetiyle ihrama girilen özel mahallerin bir çizgi ile birleştirilmesinden meydana gelen dairenin dışında kalan başka şehir ve ülkelerden Mekke-i Mükerreme'ye gelen hacı adayları için sünnettir Diğer adları "tavaf-ı lika veya tavaf-ı tahiyye (kavuşma veya selamlama tavafı)"dır (Es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut ts, s11, IV, 34; Bilmen, Ömer Nasuhî, Büyük İslâm İlmihali, s369)
Geç kaldıkları için Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkan hacı adaylarından kudüm tavafı düşer Bir hacı adayı Mekke'ye varmadan önce yıkanır ve duruma göre abdest alır Mekke'ye girince de hemen Mescid-i Haram'a koşar Kabe'yi görünce telbiye*, tekbir* ve tehlil* de bulunması, Hz Peygamber'e salat ve selam getirmesi, daha sonra dua etmesi kudüm tavafına başlamadan önce yapılacak tatbikat cümlesindendir Kâbe'ye varınca da, bu hacı adayı, Hacer-i Esved'e yönelerek tekbir alır, onu selâmlar, mümkün ise, kimseye eziyet veya sıkıntı vermeden onu öper veya eliyle mesheder (dokunur) Sonra da tavafına başlar Tavafının ilk üç şavtında "remel" yapar Yani adımlarını kısaltır, omuzlarını silkeleyerek çalımlıca yürür, heybetli görünmeye gayret eder (el-Mevsilî, el-ihtiyâr li Ta'lili'l Muhtar, İstanbul 1980, I, 146-7; Bilmen, age s383-384)
Mekke halkı için Kudüm tavafı söz konusu değildir (el-Mevsilî, age, I, 147) Abdestsiz kudüm tavafı yapan kişi, ceza olarak sadece sadaka vermesi yeterlidir Çünkü " ve Eski Beyti (Kabe'yi) tavaf etsinler" (el-Hacc, 22/29) ayet-i kerimesi mutlak olup, taharet şartı koymamaktadır Bunun için de kudüm tavafında abdest farz değildir Kudüm tavafında abdest almanın sünnet olduğu söylenmişse de, en sahih olan görüşe göre vacibtir (el-Merginânî, el-Hidaye, İstanbul ty, I, 167)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUDÛM TAVAFI NASIL YAPILIR:

İfrat haccı yapmak üzere yalnız hac için ihrama girmiş olanlar:
"Allahümme innî ürîdü tavâfe beytike'l-harâm Feyessirhû li ve tekabbelhu minnî seb'ate eşvâtın tavâfe'l-kudûmi lillâhi teâlâ azze ve celle"
"Allah'ım, rızan için "kudûm tavafını" yapmak istiyorum Onu bana kolaylaştır ve benden kabul eyle" diye niyet ederek tavafı şöyle yapar: Abdestli olarak Hacerü'l-esved'i selâmladıktan sonra Kâbe'yi sola alıp, Beytin kapısına doğru gitmek suretiyle altın oluk tarafında bulunan yarım daire şeklindeki Hatîm'in dışından olmak üzere yedi defa sünnet ve adabına uygun bir şekilde Kâbe'yi tavaf eder Bu tavafların herbirine "şavt" denir Tavaf esnasında tekbir ve tehlil getirerek eller kaldırılıp hacerü'l esved'e sürülür ve mümkün ise öpülür Bunlar mümkün olmazsa karşıdan el sürme işareti yapılır Buna "istilâm" (selâmlama) denir Bu şekilde yedi şavt bir tavaf sayılır Eğer bu tavaftan sonra vacib olan sa'yi yapmak isterse üç şavtta hızlı adımlarla çalımlı şekilde seğirtmek demek olan "remel" yapması müstehab olur Sa'yi ziyaret tavafından sonraya bırakacak olursa remel yapmaz Her tavaftan sonra iki rekât namaz kılmak vacibdir Bu namaz mümkünse Makâm-ı İbrahim'de kılınır
Hacc-ı ifrâtta, müfrîd (ifrâd haccı yapan) hacdan önce umre yapmaz, sadece kudûm tavafı yapar; bundan sonra "sa'y" yapsa bile tıraş olup ihramdan çıkmaz İhramlı olarak Mekke'de Zilhicce ayının sekızınci günü (terviye günü) güneş doğduktan sonra telbiye, tekbir ve tehlil yaparak Minâ'ya hacılarla hareket eder Terviye günü öğle namazından, arefe günü sabah namazına kadar ki beş vakit namazı Minâ'da (Hayf Mescidi'nde) kılmak ve orada gecelemek sünnettir
Zilhicce'nin dokuzuncu arefe günü sabah namazından sonra vakfe yapmak üzere Arafât'a çıkılır Vakfe, arefe günü zevâl vaktinden başlar, bayramın birinci günü fecir doğunca ya kadar devam eder Burada gerekli ibadet yerine getirilerek, güneş battıktan sonra Müzdelife'ye hareket edilir Arafat'ta vakfe yapmak haccın bir rüknü olup, farzdır Müzdelife'de geceyi geçirmek ise vacibdir Burada şeytan taşlamada kullanılmak üzere yetmiş adet taş toplanır Bayramın birinci günü sabah namazından sonra Minâ'ya gelindiğinde abdest alınır ve zevalden önce Akabe Cemresi'ne gidilir; tekbir getirilerek yedi taş atılır: "Bismillah, Allahü Ekber, rağmen li'ş-şeytân ve hizbihi" duası taş atılırken okunur İlk taşın atılmasıyla telbiyeye son verilir
İfrat haccı yapan kişi vacib olan kurbanı kesmez İsterse nafile olmak üzere kesebilir Çünkü kurban kesmek onun için vacib değildir
Akabe Cemresine taşları attıktan sonra tıraş olur Saçların en az dörtte birinin tıraş edilmesi veya uçlarından parmak ucu kadar kestirilmesi gerekir Tıraş olmak efdâldir Bu ise sünnete daha uygundur Kadınlar hakkında tıraş yok, saçlarının uçlarından kırpma vardır Tıraş olmak veya saçları kısaltmakla ihramdan çıkılmış olur Tıraştan sonra kadınlara yaklaşmanın dışında haram olan şeyler helâl olur Böylece vacib olan tıraş işi tamamlanmış demektir,
Bundan sonra farz olan Ziyaret tavafı yapılır Bu tavafı bayramın üç gününde yapmak vacibdir Tavafın kendisi ise farzdır Buna "tavaf-ı ifada" da denir İşte haccın iki rüknünden biri bu tavaftır ki, dört şavtı farzdır
Daha önce sa'y etmemiş olanlar ziyaret tavafından sonra haccın sa'yini yaparlar Önceden sa'yetmiş olanların ziyaret tavafından sonra sa'y etmeleri gerekmez Sa'yetmek vacib olup, Safâdan başlayıp Merve'ye dört ve Merve'den Safâ'ya üç defa gidip gelmektir Bu yedi geliş ve gidişe "sa'y" denir Erkekler sa'yin belirli bir yerin de safa ile merve arasında "hervele" yaparlar, yani hızlı adımlarla yürürler veya koşarlar Sonra yine normal yürüyüşlerine devam ederler
Bu görevler yerine getirildikten sonra Minâ'ya dönülür Şeytan taşlanan günlerde Minâ'da gecelemek sünnettir Başka yerde gecelemek ise mekruhtur Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde zeval vaktinden sonra sıra ile küçük, orta ve akabe cemrelerine yedişer taş atılır İsteyen üçüncü günü taşlar atıldıktan sonra, güneş batmadan önce Minâ'dan ayrılıp Mekke'ye dönüş yapabilir Buna "İlk Nefîr" denir Dileyen Bayramın dördüncü günü her üç cemreye sıra ile o günde yedişer taş atar Ancak dördüncü gün taşların zevaldan önce atılması da caizdir Bu taşlar atıldıktan sonra Minâ'da kalınmaz, Mekke'ye inilir Buna da "İkinci Nefîr" denir
Mekke dışından gelenler için Veda Tavafı veya Sader Tavafı yapmak vacibdir Ancak Remel yapılmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÜFRÜ GEREKTİREN BİR SÖZ SÖYLER VEYA BİR DAVRANIŞTA BULUNSA ÜZERİNE NE GİBİ ŞEYLER TERETTÜP EDER? Te'vili mümkün olmayıp (Allah'ı Resulüllah'ı seb etmek gibi) Küfrü gerektiren bir söz söyleyen veya davranışta bulunan kimse iman halkasını boynundan çıkarıp attığından mürted olur Hanefi mezhebine göre bütün salih amelleri tok olduğu gibi eşi de kendisinden baine olur İrtidada devam ettiği takdirde hiç bir müslümana varis olamıyacağı gibi hiç bir müslüman da kendisine vaaris olamıyacaktır Mal serveti ne varsa beytülmale intikal edecektir Ama tekrar kelime-i tevhidi getirip İslam'a dönerse hacca gitmiş ise yeniden hacca gitmesi lazım olduğu gibi kendisinden baine olan eşi muvafakat ederse nikahı tazelemesi de lazımdır Şafii mezhebine göre ise irtidada vesile olan mürtedin söz ve davranışından sonra zevceşinin iddeti esnasında İslam'a döndüğü takdirde nikahına bir halel gelmez ama iddet bittikten sonra İslam'a dönüş yapyrsa zevcesi kendisinden baine olur Ama te'vili mümkün olan bir söz söyleyen veya davranışta bulunan kimsenin küfrü kesin olmadığından eşi kendinden baine olmaz Fakat nedamet getirip tevbe etmesi ve Hanefi mezhebine göre de ihtiyaten nikahını tazelemesi lazımdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÜFRÜ GEREKTİREN BİR SÖZ SÖYLER VEYA BİR HAREKETTE BULUNURSA NİKAHINA BİR ZARAR GELİR Mİ? Bir kimse küfrü gerektiren bir söz söyler veya bir harekette bulunsa Hanefi mezhebine göre nikahı bozulur, zevceşiyle arasındaki bağ kopar, tevbe edip İslam'a döndüğü takdirde her iki taraf, isterse yeni bir nikah ile birbiriyle evlenebilir Yoksa birbirinden ayrılmak mecburiyetindedirler
Şafii mezhebine göre ise küfrü gerektiren söz veya hareket, henüz duhul (zevc ile zevcenin münasebeti) olmadan evvel olmuş ise Hanefi mezhebinde olduğu gibi nikah fesh ed,l,r Yoksa iddetin bitimine kadar beklenir, bu müddet içerisinde tekrar İslam'a dönerse nikah devam eder, yoksa nikah, riddet edildiği andan itibaren kalkmış olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÜFÜR Örtmek veya şükrünü yerine getirmeyerek erişilen nimeti örtmek, nankörlük etmek Bundan dolayı arapçada karanlığı ile her şeyi örttüğü için geceye kâfir (örten) denmiştir Terim olarak küfür, imanın zıddı yani imansızlıktır Başka bir deyişle Allah'ın varlığını ve birliğini, peygamberliği, Hz Muhammed'in Allah katından getirdiği kesin olarak belli olan şeyleri inkâr etmektir Islam dininde inanılması gereken şeylere inanmayan kimseye de gerçeği örttüğü için kâfir denir Küfür için iman edilecek şeylerin tümüne inanmamak şart değildir Bunlardan birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür
Küfür kalben olduğu gibi söz ve davranışla da olabilir Her hangi bir zorunluluk olmadığı halde diliyle insanı küfre götürecek bir söz söyleyen, inanılması gereken şeyleri küçümşeyen onlarla alay eden yahut imanla bağdaşmayan işleri yapanlar da kâfir olur Ancak ölüm tehdidi karşısında bulunan bir kimse gönlü imanla dolu olduğu halde canını kurtarmak için istemeyerek küfrü gerektiren bir söz söylerse dinden çıkmış olmaz (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Istanbul 1960, c1, s 207-208; Asım Efendi Kamus Tercümesi, c2, s 662)
Islâm'ı terketmeye zorlananlar için tanınan ruhsat hakkında Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Allah'a imandan sonra, kalbi iman ile sabit ve mutmain iken küfre zorlananlar müstesna olmak üzere, kim ki Allah'ı tanımaz ve fakat göğsünü küfre açarsa, mutlaka onların üstüne Allah'tan bir gazap vardır Onlar için çok büyük azap da vardır" (en-Nahl, 16/106) Bu âyetin iniş sebebi şudur: Mekke'de Kureyş müşrikleri, ashab-ı kiramdan Ammâr'ı, babası Yâsir'i ve annesi Sümeyye (ranhüm)'ü Islâm'dan vazgeçirmeye zorluyorlardı Onlar bunu kabul etmedikleri için, Sümeyye'yi iki deve arasına bağlayıp ayrı ayrı yönlere çekerek parçaladılar Yâsir (ra)'ı da çeşitli işkencelerle şehid ettiler Işte İslam'ın ilk şehidleri bunlardır Ammâr, müşrikler tarafından kuyuya atıldı Tam boğulacağı sırada onlara rıza göstermeye mecbur kaldı Ve hayatını kurtardı Birisi gelip, Hz Peygamber'e Ammâr'ın dinden döndüğünü söyleyince, Rasûlüllah (sas): "Hayır, Ammâr tepeden tırnağa imandır Iman onun etine ve kemiğine işlemiştir" diye buyurdu Bu arada Ammâr, ağlıya ağlıya çıkageldi Hz Peygamber onun gözyaşlarını silerek: "Üzülme, yine seni zorlarlarsa dilinle onlara uymuş görün" buyurdu (Ibn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ânı'l Azîm, Istanbul 1985, IV, 524 vd; Elmalılı Hamdi Yazır, age, Istanbul 1936, IV, 3130, 3131)
Insan yeryüzünde, yaratıcını tanımak, bilmek ve O'na kulluk etmek üzere yaratıldığı için, bu amaçtan uzaklaşarak, imandan mahrum olması ve küfür bataklığına düşmesi kendisi için bir şansızlıktır Ölüm sırasında, kabır ve âhiret hayatında kendisi bakımından acı gerçeklerle karşılaşınca ikinci defa yeryüzüne çıkarılıp sınava tabi tutulmayı isteyecekse de, kendisine dünya yaşamı bir defaya mahsus olmak üzere verildiği için, bu isteği reddedilecektir (Ayrıntı için bk "Iman", "Inkâr" ve "Kâfir" maddeleri)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUL HAKKI
Üzerinde kul hakkıolan kişi buna nasıl ödemelidir?
Bilinen ve ödenme imkânı olan haklar aynen ödenmeli, sahibinden de ayrıca helâllık alınmalıdır Ödenme imkânı olup, her nasılsa sahibine ödenemeyen maddi haklar, sahibi adına, yani sevabı ona olmak üzere muhtaçlara verilmeli, sahibi için de istigfar etmelidir Sahibine söyleme ve,ödeme imkânı olmayan, başkasına da ödenemeyen haklar için, hakkın sahibine ve kendine çokça mağfiret dilemeli, ona kendisindeki hakkını helâl ettirmesini Allah'tan israrla istemeli ve yakarmalıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUMAR
Nasıl sonuçlanacağı önceden belli olmayan ihtimalli bir şeye bağlı kalarak mal vermek veya almak Adı ne olursa olsun bu özelliği taşıyan para veya mal karşılığı oynanan her oyun ve ortak bahis kumardır Kolaylıkla mal çarpmak veya çarptırmak olduğu için Kur'an'da "meysir" denilen kumar, kolaylık anlamındaki "yûsr" kökünden gelmektedir
Kumar, insana yaratıcısını unutturan, namaz kılmaktan alıkoyan, tembelliğe sürükleyen, çalışma gücünü yokedip insanlar arasına kin ve düşmanlık saçan haksız bir kazanç yoludur Fert ve toplum hayatında unutulmaz yaralar açan kumarın her türlüsü islâm dininde haram kılınmıştır
Bu konuda Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurulur
"Aranızda mallarınızı haksız sebeplerle ve batıl yollarla yemeyin" (el-Bakara, 2/188; en-Nisâ, 4/29)
"Ey inananlar, içki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz Şüphesiz şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister (el-Mâide, 5/90, 91; Ibn Abidin Reddû'l Muhtar, Istanbul 1307, V, s 355; Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dini, Istanbul 1960, II, s 766)
Kumar ve zararları:
Yasak ve günâh olması bakımından içki ile kumar arasında hiç bir fark yoktur Allah Teâlâ her ikisini de, aynı âyet-i kerime ile harâm kılmıştır:
"Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden birer pisliktir Onun için siz bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz" (el-Maide, 5/90)
Oynayana kazanç veya zarar getiren her türlü şans oyunu kumardır Kumar, haksız yere başkasının malınıalmak, bile bile ortaklaşa hırsızlık yapmaktır Kumar, toplumsal bir felâkettir Dinin şiddetle yasakladığı bu yıkıcı kötülüğün pekçok âileyi sefil ve perişan ettiği her zaman görülmektedir Hırsın verdiği heyecan ile sabahlara kadar kumar masalarından ayrılmayanlar, orada, sağlıklarını, servetlerini, ahlâklarını ve vakitlerini bırakarak insanlıktan uzaklaşır; bir gün kazananlar başka bir gün kaybederler
Kumarda kaybedilen parada çoluk-çocuğun, fakirlerin hakkıvardır Kazanılan para da meşrû değildir
Kumar yaygınlaştıkça toplumsal zararlar artar Çalışmanın yerini tembellik alır Iş hayatında verim düşer Kumar beraberinde içki, yalancılık, hırs, kin, intikam, cinayet gibi kötülükleri de getirir
Kumar âile hayatında düzensızlıklere, anlaşmazlıklara, ihmallere sebep olur Kumar yüzünden, dinini, namusunu, vatanını satan, her türlü kutsal değeri ayaklar altına alan pekçok kişi vardır
Kumar, içki gibi çok kısa bir zamanda alışkanlık hâline gelir Bir daha ondan kurtulmak çok zor olur Bunun için içki ve kumar alışkanlığı çok tehlikeli alışkanlıklardandır
Sonunda para kazanılan veya kaybedilen, zar, oyun kâğıtları, piyango, spor-toto, loto, müşterek bahis gibi her türlü şans oyunu kumardır
Bütün şans oyunları başlangıçta eğlenmek ve vakit geçirmek için oynanır Insan, kazandıkça kazanma zevki ve hırsı için oynar Kaybettikçe, kayıplarını çıkarmak için yine oynar Sonunda kumarbaz oluverir Her şeyini kumarda kaybeden, nesi varsa satan ve kumara yatıran, bütün ömrü sefalet içinde geçen, karısını ve çocuklarını mahveden kumarbazların, başlangıçta kumara bir eğlence gözü ile baktıkları unutulmamalıdır
Sosyal bir âfet olan kumardan sakınmak kadar çevremizdeki insanları özellikle aile fertlerimizi de bundan korumak önemli bir görevdir Kur'an'ı Kerimde âile bireylerinin zararlı kötü işlerden sakındırılıp, Allah ve rasûlünün istediği bir yaşantı için eğitilmesi görevi aile reişlerine verilmektedir:
"Ey iman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun Ateşin başında sert ve şiddetli, Allah emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler vardır " (et-Tahrîm, 66/6)
Tavla, satranç, dama, iskambil, tenis ve bilârdo gibi oyunların hepsi kumar amacıyla oynandığı ve bunlarla kazanç elde etmek istendiği takdirde, kumar hükmünde olduklarında şüphe yoktur
Hz Peygamber'in tavlayı yasaklayan çeşitli hadisleri vardır: "Tavla oynayan, Allah'a ve Rasûlüne âsî olmuştur" (Ebû Dâvud, Edeb, 56; Ibn Mâce, Edeb, 43; Mâlik, Muvatta', 6; Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 394, 397, 400) "Tavla oynayıp, sonra kalkarak namaz kılanın durumu, irin ve domuz kanı ile abdest alıp, kalkarak namaz kılanın durumuna benzer" (Ahmed b Hanbel, V, 370)
Islâm hukukçularının çoğunluğu bu Hadislerdeki genel yasaklamaya bakarak, kumar amacı olsun veya olmasın tavlanın caiz olmadığını söylemişlerdir Ibn el-Müseyyeb ve bazı bilginler ise, kumar amacı dışında tavla oynamanın haram olmadığı kanaatindedir Iskambil ve domino oyunları da tavla ile aynı niteliktedir
Arapça aslı "satranç" olan ve türkçeye "satranç" olarak geçen oyun ise sahâbe devrinde ortaya çıktığından, bu konuda Hz Peygamber'den sağlam bir hadis intikal etmemiştir Sahâbe ve tabiî bilginleri ile daha sonrakiler satrançla ilgili üç görüş öne sürmüşlerdir:
Abdullah b Abbas, Ebû Hüreyre, Ibn Şirîn, Hişam b Urve, Saîd b el-Müseyyeb, Saîd b el-Cübeyr gibi sahâbe ve tabii bilginlerine göre satranç oynamak mübahtır
Imam Şâfiî'ye göre, satranç tenzihen mekruh, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Ahmed b Hanbel'e göre ise haramdır
Satrancın bir şans oyunundan çok, bir zekâ oyunu ve beyin sporu özelliği dikkate alınarak, bir de hakkında kesin bir yasaklama hükmünun bulunmadığına bakılarak bu sonuca ulaşılmıştır Ancak sahabenin bunu tavla'ya kıyas ettiği anlaşılmaktadır Nitekim, Abdullah b Ömer'den şöyle dediği nakledilir: "Satranç tavladan daha kötüdür" Hz Ali'nin onu, kumar türünden saydığı belirtilir (Ibn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ânı'l-Azım, Istanbul 1985, III, 170) Diğer yandan Yahyâ b Saîd'in, Imam Mâlik'ten şu sözleri işittiği nakledilir: "Satrançta hayır yoktur, satranç ve onun dışındaki diğer bâtıl kumar oyunlarını oynamak çirkindir (mekruh) Imam Mâlik bunları söylerken şu âyeti okuyordu: "Hakk'ın dışında sapıklıktan başka ne vardır"(Yûnus, 10/32; bk Mâlik, Muvatta, Rü'yâ, 7)
Dama da satranç benzeri bir oyundur Tenis ve bilârdo oyunlarında ise spor hâkimdir Meşrû olmayan başka unsurlar eklenmediği takdirde mübah olmaları gerekir
Sonuç olarak, kumar amacı olmaksızın sadece dinlenmek, eğlenmek ve zevk için oynanabilen oyunların da mübah olabilmesi için dört şart öngörülmüştür: Oyun;

a Namazın geçmesine veya gecikmesine yol açmamalı
b Hiçbir menfaat beklememeli
c Oyun sırasında dilini kötü ve boş sözlerden korumalı
d Normal dinlenme ve eğlenme ölçülerini aşarak vakit israfına yol açmamalıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUMAR, FAİZ VE MEYHANE İŞLETMECİLİĞİ GİBİ MEŞRU OLMAYAN VASITALARLA ELDE EDİLEN MALLARIN ZEKATLARI VERİLİR Mİ VE BU PARALARLA HAC FARİZASI YERİNE GETİRİLEBİLİR Mİ?
Kumar, faiz ve meyhane işletmekle elde edilen paradan başka helal bir yolla kazanılan bir paraya sahip olamayan kimseye ne zekat, ne de hac farz değildir Bu kimse fakir sayılmaktadır Sebebi de elinde gayri meşru yollarla elde ettiği paraların tamamını fakirlere dağıtmak zorundadır Ancak elindeki para veya malın tümü haram olmayıp arasında helal yoldan kazandıkları var ve bu mallar karışmış ise kendisine hem zekat ve hem de hac farzdır
Dolayısıyla meşru olmayan yollarla kazanç sağlayan kimselerin elde ettikleri bu kazancı fakirlere ve mesalih-i amme cihetine harcayarak bir daha bu yolla kazanç sağlamamak üzere tövbe etmeleri gerekmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÜPE İÇİN KULAĞI DELMEK
Kadınlar küpe takmak için kulaklarını deldiriyorlar Bu, Allah'ın (cc) yaratışını (fıtratı) bozmak değil midir?
Gerçekten de fıtrata müdâhale etmemek Islâmda önemli bir ölçüdür Fıtratı (Allah'ın yaratışını) bozmak, âdetâ O'nun yaratmasını beğenmemek olarak görülmüş, bundan ötürü de meselâ, estetik ameliyat gibi operasyonlar câiz görülmemiştir Tırnakları kesmek, vücudun bazı bölgelerindeki kılları temizlemek, bıyıkları kısaltmak ve sünnet olmak ise bizzat Allah Rasûlü tarafından fıtrattan sayılmışlardır( bk Ebû Dâvûd, tahâret 29; Miislim, tahâret 57) Yani bunları yapmak değil, terketmek fıtrata müdâhaledir Fitrata müdâhalenin mahzurlu olmasının esası şu mealdeki âyet-i kerimedir: "şeytan demiştir ki, andolsun ki, Allah'ın kullarını şaşırtıp saptıracağım, onları kuruntulara boğacağım ve onlara davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim, Allah'ın yaratışını bozup değiştirmelerini emredeceğim" (K Nisâ (4) 119)Bu âyet-i kerimeye göre davarların kulaklarını kesmek, ya da delmek, şeytanın emri ve aldatmasından kaynaklanır Ama bu, âyette zikredildiği gibi, sadece davarlarla ilgili bir hükümdür Insanın kulağının delinmesini buna kıyas etmek mümkün değildir Çünkü bu âyet-i kerime ile yasaklanan kulak delme olayı, müşriklerin şu uygulamasına dayanıyordu: Deve beş batın doğurduktan sonra, altıncıyı erkek doğurursa, artık bu anne devenin kulağını yararlar, binilmesini ve ondan herhangi bir surette yararlanılmasını haram kılarlardı Hiç bir sudan ya da otlaktan kovulamazdı Bu, yine Kur'an'ın "Bahîra" (K Mâide (5) 103)tabir ettiği devedir ve şeytanın işi olarak onlarca dini bir inanç ve ibâdet kabul ediliyordu İşte kulak kesilmesinin yasaklanması buna binaen gelmiştir ve sadece bununla ilgilidir, denmiştir( bk Ibn Kayyim Tuhfe 170-171)
Durum böyle olunca, fıkıh kitaplarımızda; "kadınların ve kız çocuklarının kulaklarını deldirmelerinde bir ‚beis yoktur, denilmektedir Delil olarak da şunlar ileri sürülmüştür:
Rasulüllah (sas) devrinde bu yapılıyordu ve buna karşı çıkılmadı( Nemenkânî, el-Fethurrahmânî, N/190 (Zâhiriyye, Hindiyye ve Kübra'dan)) Allah (cc) küçük büyük ayırımı yapmadan kadınların zînet kullanmalarına müsâade etmiştir (bk K Nûr (24) 31) Kulak da, bidâyet' ten beri zînet yerlerinden biri, olarak görülmüştür( bk Hindiyye V/289; Mebsût X/149) Binaenaleyh kulağın delinmesi, süslenme hakkını kullanabilmesi için kadının maslahatına olan birşeydir( Ibn Kayyim, Tuhfe 170) Rasûlüllah zamanında birbirlerine kocalarını vasfeden kadınlar olayı vardırOnlardan Ümmü Zer, kendi kocasının anlattığı cümlelerinden birinde de, "kulaklarımı şıngır şıngır takılarla doldurdu" demektedir Kocalarını onların böyle vasfetmelerini Âişe vâlidemiz Rasûlüllah'a aktarınca o; "Ümmü Zer'e göre Ebû Zer (onun kocası) nasılsa ben de sana göre öyleyim" buyurmuştur (Buhârî, nikâh 82; Müslim, fedâilü's-sahâbe 92) Bu, kadının kulaklarını küpeyle süslemenin cevabını anlatır O da elbette kulağın delinmesine muhtaçtır Kezâ Buhârî ve Müslim'deki bir rivâyete göre Rasûlüllah kadınları sadaka vermeye teşvik edince onlar, kulaklarındaki küpelere kadar vermişlerdir Bu da o zamanki sahâbe kadınlarının küpeli olduğunu göstermektedir(Ibn Kayyim, age170) Binaenaleyh, kadınların küpe takmak için kulaklarını deldirmelerinde bir beis görülmemiştir Hüküm budurOğlan çocuklarında böyle bir maslahat olmadığı için onların kulaklarını deldirmeyi kimse câiz görmemiştirAma birisi çıkıp şöyle derse onu da bütün bütün haksız görmemek gerekir: Bütün bu deliller, direkt olarak (ibaresi ile) küpe için kulağın delinebileceğini değil, zinet olarak küpenin kullanılabile ceğini gösterirler Kulak delinmeden de küpenin kulaga tutturulması mümkündür Fıtrata müdahale ise açıkça yasaklanmıştır Fıkıhtaki "Beis yoktur" ifadesinin, "olmasa daha iyi olur" anlamına geldiğini de düşünürsek, deldirmemek daha sâlim bir yoldur
Konu ile ilgili olarak Ibn Kayyim bir olay nakleder ki, eğer onun sahîh hadîsleri tedkik ve tespit konusundaki titizligi olmasa, insanın kalbi bunu "Israiliyât"tan bir rivâyet olarak görmek istiyor "Kadının sünnet edilmesinin hikmeti konusunda derler ki, Sâre, Hâceri Ibrahim'e hibe edipte Hâcer ondan hâmile kalınca Sâre bunu kıskandı ve Hâcer'in üç uzvunu kesmeye yemin etti Ibrahim de onun burnunu ve kulaklarını kesmesinden korktuğu için, yeminini yerine getirmek üzere kulaklarını delmesini ve onu sünnet etmesini emretti Böylece de bunlar kadınlarda onun sünneti olarak kaldı Bunu reddetmeye mahal yoktur, çünkü Safâ ve Merve tepeleri arasında koşmak da onun çocuğuna su aramak için koşmasından kalmıştır"(Ibn Kayyim, age155)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KUR'ÂN OKUMAK, KUR'ÂN'I "TEGANNÎ" İLE OKUMAK
Kur'ân'ı Kerim okurken "Teganni" yapmanın bazıları haram olduğunu söylerken bazılar da haram olmaması gerektiğini söylüyorlar Bunların hangisi doğrudur?
Bu meselenin hükmünü birbirine muarız iki ayrı şekilde gösterir gibi olan hadisler vardır Farklı izahlar da, herhalde bu hadislerin herkes tarafından çok iyi anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır Biz-Allah'ın izni ile iyi anladığına inandığımız alimlerimizin görüşleri ile mes'eleyi açıklığa kavuşturmaya, ya da daha doğru ifade ile varılan açıklığı anlamaya çalışacağız
Konu ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de önemli bir ayet-i kerime vardır: " Kur'ân'ı da açık açık, tane tane (tertîl ile) oku"(K Müzzemmil, (73) 4) "Tertil ile oku" bir ilahî emirdir, uyulması gerekir (vücup ifade eder) Peki "tertîl" nedir? "Tertîl"; "ratel" kökünden gelir "Ratel", bir şeyin tertibinin uyumlu ve güzel olması demektir Buradan alınan "tertîl" de: Sözün ifadesinin (telifinin) güzel olması, açık, anlaşılır ve acelesiz bulunması (Ibn Manzîu, "ra-te-le" md), harflerin özellikleriyle belirlenerek, harekelere hakkının verilip rahat ve sakin okunması (ZeMahşeri, IV/175) demektir Tane tane, dizi dizi ve mütenasip dişleri de çiçeğinin taç yapraklarına benzetilerek "es-segrul-murattel" denir (Ibn Manzûr ve ZeMahşeri, agk) Kısaca kelimemiz hep tenasübü, acelesizliği, sakinliği, tane taneliği ve intizamı anlatır Yani Rasulüllah'a Kur'ân'ı böyle okuması emredilmiştir Bu emir elbette onun şahsında bütün müminleredir ve O, bu emri yerine getirmiştir Aişe validemize onun nasıl Kur'ân okuduğu sorulmuş o da: "Eğer dinleyen saymak istese bütün harflerini sayardı" diye tarif etmiştir (ZeMahşerî, agk) Enes bin Malik, "Rasulüllah uzata uzata okurdu", Ümmü Seleme, "Onun okuyuşu harf harf idi" demişlerdir (Bunlar ve benzeri hadislerin kaynakları ve daha geniş izahları için bk M Tayyib Okiç, Kur ân-ı Kerim'in Üslûb ve Kıraati, Ank1963 s 22) Demek ki, Rasulüllah efendimiz bu emri bu şekilde uygulamışlardır Öyleyse tertil ile okuma budur ve muhalif mefhumu ile, bunun dışındaki okuyuşlar Allah'ın isteğine aykırıdır Meselenin birinci ve en önemli noktası burasıdır Bu nokta iyi kavrandıktan sonra geriye kalan kısmını anlamak kolay olur
Kur'ân'ı Kerim'in "teganni" (elhan, melodi, ahenk, ezgi) ile okunmasını ister, ya da iyi gösterir gibi değerlendirilen hadisi şerifler vardır:
1"Kur'ân ile teganni etmeyen (başkaları, Kur'ân'ı açıktan okumayan, ilavesini de verirler) bizden değildir" (Buharî, tevhîd, 44; Ebu Davûd, vitr, 20; Darimî, salat 171; Müsned, I/172 vd)
2"Allah Kur'ân'ı teganni eden bir peygambere verdiği kadar hiç bir şeye ihsanda bulunmamıştır" ( Buharî, fedâilül-Kurân,19; Müslim, salatü'1-mûsafirîn, 232; Darimi, vitr, 20 vd)
3"Kur'ân'ı seslerinizle süsleyin" (Buharî, tevhid 52; Ebu Davud, vitr 20; Nesâî, iftitah 83; Ibn Mâce ikâme,176 vd Hadisin kaynaklarının geniş bir tahrici için bk Hafız Ebu bekr el-Acurî, Ahlâku hameleti Kur'an, thk Fevvaz Ahmed Zemirli, Dâru'1-Kitabi'1-Arabî, Beyrut,1407 (1987) s108)
4 "Rasulüllah (sav) Fetih Senesi yürüyüşü sırasında "Feth" sûresini okuyordu ve okuyuşunda "tercî" yapıyordu" (Müslim, salatü'1-müsafirîn, 237; Buharî tefsir (48) 1; Ebu Davûd,vitr, 20) "Tercî" Kamusa göre, sesi boğazda titretmekten (terdid) ibarettir ki, Kur'ân okurken yahut beste söylerken nağme ve ahenge çalmaktır" (Ahmed Asım, Terceme-i Kâmus, (radde) md) Buharî "tercî"nin (â) sesini (â-ââ) diye çıkarmaktır, diye tarif edildiğini söylemiştir (Buharî, tevhid 50; Kurtubî, I/16)
5 Rasûlüllah (sav) bir gece Ebu Mûsa el-Eş'ari'nin Kur'ân okuyuşunu dinlemişti Karşılaştıklannda ona buyurdular ki, "Gerçekten sana Davud (as) ehlinin kavallarından bir kaval verilmiştir" O da: Eğer senin dinlemekte olduğunu bilseydim onu daha süslü bir sesle okurdum (tahbîr ederdim) karşılığını verdi (Buharî, Fedailül-Kur'an 31; Müslim, salâtül-müsafirin 235; Timizî, menâkib, 55 vd)
Nağmeli ve melodili (teganni ile) Kur'ân okuyuşun caiz olabileceğini söyleyenlerin tutundukları delillerin en önemlileri bunlardır Şimdi bunları teker teker ele alıp bu konuda delil olamayacaklarını anlatmaya çalışacağız
Verdiğimiz hadislerin sırasına göre:
1 "Tegannî" kelimesi birinci hadisimizin anahtar kelimesidir Kur'ân'ın nagme ve makamlarla okunmasının caiz olmadığında ittifak olduğu için bu kelime çok değişik şekillerde anlaşılmaya çalışılmıştır Bazıları "teganni"nin sesi güzelleştirip zinetlendirmek demek olduğunu söylerken bazıları da onunla yetinip başka şeye ihtiyaç duymamak (istigna) anlamına geldiğini söylemişlerdir(bk Davudoğlu, IV/347) Hatta Ebu Cafer et-Tahavî meseleyi uzun uzun inceledikten sonra diyor ki: "Anlaşılmış oldu ki bu konuda iki ihtimal düşünülebilir Tegannî ya nağmeli okuyuştur, ya da Kur'ân'la yetinme (istiğna)'dir Bunlardan birincisinin olamayacağı delilleriyle ortaya çıktıktan sonra ikincisinin olduğu kesinlik kazanmış olur ki o da Kur'ân'ın dışındaki şeylerden Kur'ân ile müstağni olmaktır"(Tahavî, Müşkilül-Âsâr, N/130) Bazılarına göre "tegannî" Kur'ân okumakla geçmiş milletlere ait haberlerden ve eski kitaplardan müstağni kalmaktır Diğer bazılarına göre meşgul olmak, yani Kur'ân'a ilgi duymak, bir diğerlerine göre faydalanmak, yani Kur'ân'ın emir ve nehiylerine uymakla ondan istifade elde etmek, bir kısmına göre de zengin ve tok (gani) olmak demektir (Davudoğlu, agk Kurtubî, I/10; Et-Tizkârfî-Efdalil-ezkâr, Darül-Kütübil-Ilmiyye,123 vd)
Elbette "ginâ" kökünden gelen "tegannî" de bu manaların her biri için bir ton, bir işaret ve bir koku vardır, ancak kanaatimizce bunların çoğu zorlama mahsûlü yorumlardır Çünkü "teganni"de asıl olan ve ilk akla gelen mana sesi bir takım tasarruflarla güzelleştirmektir (krs Kurtubî, I/14-17; Okiç, Kur'ân-ı Kerim'in Üslûp ve Kiraati, Ank196318) Bu matlub ve mergûb olan bir şeydir Daha sonra da açıklayacağımız gibi; Allah'ın kelâmı elbette, ses de dahil, her bakımdan en güzel şekilde okunmalıdır O halde hadisimizin manası şöyle olur: "Her bakımdan bizim gibi olmak isteyenler Kur'ân'ı, "tertil" emrine riayet etmek şartıyla, en güzel ses tonları ile okumalıdırlar" Yani "tegannî" sesle ilgili bir durumdur Ilk başta gördüğümüz gibi "tertîl" ile okumamız emredildiğine, onun da ne demek olduğunu Rasûlüllah'tan öğrendiğimize göre, "tegannî"ye öyle bir anlam vermelidir ki, Kur'ân okurken hem "tegannî" yapılmış, hem de "tertil"e riayet edilmiş olsun Bunun nasıl olabileceğini-insallah-müteakip hadislerin izahinda anlamaya çalışacağız
2 Ikinci hadisimiz, mana itibari ile birinciden farklı bir şey anlatmamaktadır
3 Üçüncü hadisimiz, bizce aynı zamanda "tegannî"nin ne demek olduğunu da anlatmaktadır Yani Kur'ân mademki Allah kelâmıdır, öyleyse yine Kur'ân'ın kendisiyle istenmiş ilk ve en önemli şart olan "tertil"e riayet edilmek üzere, ses dahil, mümkün olan en güzel kıvamda okunmalıdır "Kur'ân'ı seslerinizle güzelleştirin, çünkü güzel ses Kur'ân'ın güzelliğine güzellik katar"(Hesemi, Mecma'uz-Zevâid, VN/171 (Bezzâr dan Zayıf bir senetle) "Güzel ses Kur'ân'ın süsüdür" (Hafız Ebubekr el-Alcuri, Ahlâku-Hameleti'1-Kur ân,108) mealinde hadisler de vardır Öyleyse sesi güzel olmayanlar okumayacaklar mıdır? "Onlar da becerebildikleri kadar güzel sesle okuyacaklardır" Bu söz Ibn Ebi Müleyke'den nakledilmiştir (Tahavî, age, N/128-29; Acurî, agk; Kurtubî, I/12) Beşinci hadisimizde zikredilen Ebu Musa el-Eş'arî'nin sözü de böyle anlaşılır Yani: "Eğer senin dinlemekte olduğunu bilseydim, Kur'ân ile sesimi güzelleştirir, onu süsler ve tertil yapardım" demek olur Çünkü "Tahbîr" : güzelleştirme ve süsleme demektir (Kurtubî, agk) Bu izahtan anlaşılan bir şey daha vardır ki burada zikredilmeye değer: Hadiste geçen "Kur'ân" ifadesi ya "kalb" sanatı yapılıp yer değiştirilmiş olarak, ya da "kıraat" manasında mastar olarak anlaşılmıştır Birinci duruma göre Kur'ân sesle değil, ses Kur'ân'la güzelleşmektedir Ikinciye göre ise yine Kur'ân değil okuyuş, yani "kıraat" güzelleşmektedir Yoksa insanların sesleri elbette Kur'ân'a-haşa-güzellik katacak değildir (agk)
Durum bu olunca "teganni" kelimesinin ilk anlamı ortaya çıkmış oluyor1 Genel olarak makam ve titreşimlerle yapılan lahn, melodi, ezgi Bu, "tegannî"nin hakiki manasıdır 2 Bu genel içerisinde de bir cüz olarak sesi normal söyleyişin dışında bir eda ile güzelleştirme Bu da kelimemizin mecazî manasıdır Işte Kur'ân için caiz olan bu ikincisidir ve Rasulüllah bizden bunu istemektedir Birinci anlamda Kur'ân ile "teganni" yapmak caiz olamaz Çünkü bu herşeyden önce "tertîl" emrine muhalif olur
"Tegannî"yi hüzünlü okuma diye tarif edenlerin dedikleri de bu anlattığımızı destekler "Bu Kur'ân hüzün ve keder ile inmiştir Binaenaleyh onu okuduğunuzda ağlayın Ağlayamazsanız ağlar gibi yapın"(Hadisin kaynaklarının geniş tahrici için bk Fevvâz Ahmed Zemirli, Âdâbu Tilavetil-Kur'ân Tahkiki, s107; ayrıca Suyûtî, E1-Itkân,1/141) "Kur'ân'ı hüzünle okuyun, çünkü o hüzünle inmiştir" (agk) "Insanların kıraatça en güzeli, Kur'ân okuduğunda hüzünlü okuyanıdır" (agk)
Kısaca sesi l konuşma ve hitabet üslûbunun dışına çıkarıp hüzünlü ve ahenkli okuma ile 2 çeşitli makamlarla sesi titrettirme, tecvid ve tertilin gereğiolmayacak tarzda uzatma, kısaltma (tar'îd, tadrîb) ayrı ayrı şeylerdir "Teganni" kelimesi bunların her ikisini de içine alır Aralarındaki ortak özellik, normal konuşmanın dışında bir üslûb ve eda kullanılmasıdır Hadisler bize Kur'ân-ı "tegannî" ile okumamızı emretmektedir "Tegannî"yi bu iki anlamının ikincisiyle uygulamamız, Kur'ân'ın "tertil" emrine aykırı olduğu gibi, biraz sonra göreceğimiz üzere, bunu yasaklayan hadisi şerifler de vardır Öyleyse bizden istenen "tegannî" son izahımıza göre birinci anlamda "tegannî"dir Yani Kur'ân; düz konuşma ve hitap üslûbu ile değil, sadece ona has ahenkli ve hüzünlü bir eda ile okunmalı, şarkı-türkü makamları ile, bir sesi birçok ses yapacak biçimde titreşimli, tecvid kurallarına aykırı uzatma ve kısaltmalı okunmamalıdır Bu kendine has makamın "Arap ağzı" olduğunu biraz sonra görecegiz
4 Resulüllah'ın "tercî" ile okuyuşu bir defaya hastır ve o da Ibnül-Esir'in dediği gibi, isteyerek değil, deve üzerinde bulunduğu için devenin ahenkli sallayışından ötürü elinde olmayarak husule gelmiştir (Ibnü1-Esîr, En-Nihâye, N/202; Okiç, age, 22 (Lisanü'1-Arap'tan))
5 Ebu Musa el-Eş'arî'ye, Ehli Davud kavallarından bir kaval verilmiş olması, ya da Kur'ân-ı daha süslü okumak istemesi, yasaklanan anlamı ile "tegannî" ile sesin güzel olması, güzel okumaya çalışma ayrı ayrı şeylerdir Bu farka yukarıda işaret ettik
"Tegannî"yi böyle anlamaya bizi zorlayan sebeplerden biri, buraya kadar anlattığımız "tertîl" emri ise, bir diğeri de, yine işaret ettiğimiz üzere, Rasûlüllah'ın fiili uygulaması ve şu haberlerdir:
"Kur'ân'ı Arabın ona özel nağmesiyle (lahn) ve sesiyle okuyun, aşıkların fısk ehlinin ve Yahudilerle Hiristiyanların nağmeleriyle okumayın Benden sonra bir takım insanlar gelecek, Kur'ân'ı türkü gibi dalgalı ve ölü ağıtı gibi okuyacaklar Kur'ân onların gırtlaklarını öte geçmez Onların da, onların bu halini beğenenlerin de kalpleri saptırılmıştır"(Kurtubî, I/17; Et-Tizkâr Fî-Efdalil-ezkâr,130 Ibnü'1-Cevzî, hadisin sahih olmadığını söyler, E1-Ilelül-mütenâhiye, (Halil el-Meys tahkiki; I/118 Ancak hadisi birçok kaynak zikreder Kaynaklar için bk Ez-Zemirli agt109) Âbis el-Gifarî der ki:
"Rasûlüllah, kendisinden sonra ümmeti için korktugu bazı hasletler saydı Onlardan biri de: "Kur'ân'ı türkü gibi okuyup kazanç sağlamak isteyenlerdir"(Suyutî, el-Havi, I/252)
Saîd b Mûseyyib, Ömer b Abdilazîz'in imam olup insanlara namaz kıldırdığını ve okuyuşunda rastgele uzatma ve kısaltmalar (tatrîb) yaptığını duydu da ona: Allah iyiliğini versin, imamlar böyle okumazlar, dedi (Kurtubî Tizkâr,122)
Ibn Abbas'tan nakledildiğine göre, Rasulüllah'ın bir müezzini vardı Okuyuşunda gelişigüzel uzatma ve kısaltmalar yapardı da Rasulüllah ona: "Ezan düz ve pürüzsüzdür Ezanın düz ve pürüzsüz olacaksa oku, olmayacaksa okuma" buyurdular (Kurtubî I/16; Tizkâr,122) Rasulüllah (sav) bunu ezanda yasaklamış olursa Allah (cc)'in koruması altında olan Kur'ân'da yasaklanmış olması haydi haydidir (Kurtubî Tizkâr, agy) Rasûlüllah'ın ashabı Kur'ân okurken sesi yükseltmeyi kerih görürlerdi (Kurtubî I/10) Kaldı ki, Kur'ân okurken gelişi güzel uzatma ve kısaltmalarda (tatrîb) sesi dalgalandırmada (tercî), hemzesiz yere hemze getirme, çekilmeyecek olanı çekme vardır Böylece bir elif birkaç "elif ‚, bir "vav" birkaç "vav" olmuş olacaktır Bu da Kur'ân'da ilave yapmaya götürür ki o da haramdır (Kurtubî I/16; Tizkâr,129) Serahsî, "Ezanda lahn yapmak mekruhtur" başlığı altında şu hadisi nakleder: "Bir adam Ömer'e geldi ve ben seni Allah için seviyorum dedi Ömer'de ben de sana Allah için buğzediyorum, dedi Niçin? diye sorunca, Ömer: Duyduğuma göre sen ezan okurken tegannî yani lahn yapıyormuşsun", diye cevap verdi (Serahsi, I/138)
Kur'ân'ın manasına birazcık aşina olan birisi; Kur'ân'ı kendine has hüzünlü güzel eda ile, tane tane ve mananın akışına göre "tegannî" yapmadan şekillendirerek okumakla, gelişi güzel uzatmalar, bağırmalar, kıvırmalar ve "teganni" ile okuma arasındaki korkunç farkı rahatlıkla sezer Birincide mest olur, Kur'ân ruhuna işler, saatlerce dinlemekten usanmaz O Kur'ân'ın ruhu ve lafzı ile birlikte muhatabıdır Hatta Arapçayı bilmeyen dahi bundan sonsuz bir haz alır Etkiyi Kur'ân'ın kendine has ahenginde değil de kendi sesinde arayıp, bir sürü zorlama ve tasarrularla güzel okuyor görünmeye çalışanlar ise, en çok iyi okunmuş bir şarkı ya da türkü kadar etkili olabilirler Çünkü onlar etkinin Kur'ân'ın ruhundan değil kendi nağmelerinden olacağını sanırlar ve bir hoca arkadaşımızn ifadesi ile Kur'ân'ın ruhunu ve manasını tegannîye feda ederler Meselâ "Râbbena âtina" derken bazan seslerini öyle yükseltirler ki, manasını bilen bu üslûptan (haşa!) "Yâ Rab, ver, yoksa şöyle şöyle olur hâ!" gibi komik ve çirkin bir tehdit manası çıkarır Bunların çoğu ya artistik okuyuşlardır Yani sanatsallık Kur ân'ın ilahiliğinden üstün tutulmaktadır Ya da dinleyenleri mestedip ulûfeyi biraz daha artırmak içindir Bu eskiden beri hep böyle olagelmiştir (krs Kurtubî, Et-Tizkâr,122; Tefsir, I/11,16) Nevevi'nin ifadesi ile "Kur'ân'ı böyle haram tegannîlerle okumak bir takım cahil, aşağılık ve zalim kimselerin mübtela olduğu bir musibettir Onlar cenaze ve (mevlid gibi) törenlerin okuyucularıdırlar Işte bu açıkca haram bir bidattır ve -Kadılar Kadısı Mâverdî'nin de dediği gibi-böyle okuyuşu her kim dinlerse o da günahkâr olur" (Nevevî, et-Tıbyan, 78-79) Oysa Rasûlüllah Efendimiz de: "Ey nâs! Rahat ve normal sesle okuyun (bağırıp çağırmayın) Çünkü siz sağır ya da gaipteki birisini çağırmıyorsunuz" (Kurtubî, I/15) buyurmuşlardır
Sonuç olarak:
1 "Kur'ân-ı Kerim'i güzel sesle ve tecvid kaidelerine göre, yani Arap elhanı ile okumak, arzu edilen okuma tarzıdır Yoksa "profan" tegannî ile, şarkı söyler gibi Kur'ân'ı Kerim okumak caiz değildir (Okiç, age, 21)
2 Kur ân-i Kerim'i, düz yazı hitabet şarkı ve türkü makamlarından biriyle değil kendine has bir eda ile, olabildiğince güzel bir sesle ve Arap aksanı ile okumalıdır
3 Uzaklardakilere duyurma gibi bir maksat yoksa, Kur'ân'ı Kerim'i bağırıp çağırmadan ve sesi manaya ayarlayarak okumalıdır
4 Dinleyenlere sesinin nağmesi ve kıvırmaları ile değil, ihlâs ile, hüzünle ve Kur'ân'ın ruhunu aktarma gayretiyle tesirli olmaya çalışmalıdır Bunun da birinci şartı Kur'ân okuma karşılığında kesinlikle maddi menfaat beklememek, kendiliğinden gelse dahi kabul etmemektir Bunun çok çirkin bir haram olduğunu, özellikle Imam Birgivî ve Ibn Abidin'e dayanarak bir başka yazımızda etraflıca anlatmaya çalışmıştık
 
Üst Alt