M.N > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik) >

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESCİDLERİ SÜSLEME
Cami yapıyoruz diye halktan toplanılan paralar1a camilere çok pahalı tezyinat yapılıyor Bunun bir mahzuru yok mudur?
Bir şeyin yapılıyor olması onun mahzuru olmadığını göstermez Önce bunu söylemiş olalım Ondan sonra: Ne hikmetse Islâm'da genellikle binaya ihtiyacı aşan tarzda ehemmiyet vermek, fazla yüksek binalar yapmak, elbisede olduğu gibi binada da gösteriş unsuruna kaçmak pek hoş karşılanmamış ve bunda hep fanilik inancına zıt bir görünüm aranmıştır Bu hususta pek çok hadis-i şerif yanında bazı ayet-i kerimeler de vardır Meselâ Şu'ara Suresi 128 ve 129 ayetlerinde, Peygamberleri yalanlayan geçmiş milletlere hitaben: "Her yüksek yerde bir alamet bina edip eğlenir misiniz? Ebedi kalacakmışsınız gibi muhkem köşkler, kaleler, mi edinirsiniz?" buyurulur ve onların bu tutumları kınanır Mevdudî bu ayetleri açıklarken der ki: " Bu bağlamda, mimaride israfın bir halk içinde rastgele ortaya çıkmayıp maddî amaçlar ve bencil kazançlar ugrunda servet yığma ve çılgınlığın sonucu olduğu belirtilmelidir Bir millet bu noktaya geldiği zaman tüm sosyal sistemleri bozulur ve çöküntüye uğrar"(Mevdudî, Tefhim, IV/43) Nitekim en yakınımızdaki Osmanlı buna örnek teşkil edebilir Diğer yönden Rasulüllah (sav)'in mescidi sade olduğu gibi, ta Selçukluların sonuna kadar tüm Islâm dünyasındaki mescidler de genellikle sade idiler Selçuklunun "Ulu Cami" tipi bunun şahididir Ama daha sonraları san'at Batıda başdöndürücü bir propoganda aracı haline gelince, resim ve heykel yasağıyla karşılaşan müslümanlar, hem estetik zevk, hem de san'atla üstünlük kurmaya çalışan Batı düşüncesine, aynı silâhla karşılık verme aracı olarak mimariye ve özellikle de cami mimarisine yöneldiler Doğrusu bu yolla gereken cevabı da en güzeliyle verdiler Mamafih bu da tartışılabilir ve İslam'ın üstünlüğünü ortaya koyacak gerçek dinamikler yitirildigi için mimariye muhtaç olundu, denebilir Ama yine denilebilir ki, "kâsaneler bina etmek" lizatihi değil, sebep olacakları ahlâki bozulmadan ötürü (ligayrihi) yerilen bir şey olabilir Dolayısı ile müslümanların kafa yapılarında hakimiyet kurmak isteyen kültürlere cevap teşkil etmesi halinde "ligayrihi kabîh" değil, "ligayrihi hasen" bir şekle dönüşür ve güzel sayılır Sonra dikkat edilirse mimarisinin israf olup olmadığı tartışılabilecek camilerimizin daha çok görkemli olan tarafları, iç kısımları değil, genellikle dış görünüşleridir Zaten camilerin süslenmesinin hoş karşılanmayışının fanilik duygusuna ve tevazua zıt oluşundan başka bir esas sebebi daha zikredilir ki, o da süslemelerin, namaz kılanların dikkatini çekmesi ve namazın huşuunu bozmasıdır Fıkıh kitaplarımızda mes'eleye daha çok bu açıdan bakılmıştır Kur'ân-ı Kerim'de mescidlerin sadece "imarından"(K Tevbe 9/18) ve "tesisinden"(K Tevbe 9/108) bahsedilir Hadis-i şerifler süsleme konusunda daha detaylı bilgi verirler "Benim tezyin edilmiş bir eve girmem olmaz"(Ebu Dâvûd, Et'ime 8; Ibn Mace, Et'ime 56; Müsned, V/221, 222) "Ben muhteşem mescidler yapmakla emrolunmadım"(Ebu Davud, Salât 12) Bu hadisi şerhederken Münavî der ki: Ibadethaneleri süslemek ehli kitabın işidir Yahudiler ve Hiristiyanlar kitaplarını tahrif ettikten sonra mabetlerini süsleyip tezyin ettiler Müslümanların bu konudaki hususu da itidal olmalıdır Hz Ömer onca maddî devlet gücüne rağmen mescidi değiştirmemiştir Islâm'da mescidleri ilk tezyin eden Velid b Abdülmelik'tir Selefimizden çoğu insanlar fitne korkusundan ona bir şey diyememişlerdir" (Münavi, Feyzul-kaîr, V/426) Bu hadisle ilgili olarak Ebu Davûd'un nakline göre Ibn Abbâs: "Ama siz yine de Yahudi ve Hiristiyanlar gibi mescidleri süsleyeceksiniz" Yani ihlası terkedecek, onlara uyacak ve mescidleri övünme vesilesi yapacaksınız (Ebu Davûd, Salat 12) demiştir Hatta Ebu Davud'un müteakip hadisi de bunu destekler: "Insanlar mescidler konusunda birbirleriyle övünmedikçe Kıyamet kopmaz"(agk) Mescidleri süslemenin, dinin gereklerini yaşamadaki zayıflıktan kaynaklandığını gösteren bir hadis-i şerif de şudur: "Hangi milletin işi kötüleştiyse, onlar mescidlerini süslediler"(Ibn Mâce, Mesâcid 2)Fıkıhçılar elbette bir konuda hüküm vermek için mes'eleye naslar açısından da pozisyon açısından da çok yönlü bakarlar Ibn Abidin: "Mescidi -mihrap duvarı hariç nakışlamakta beis yoktur (Yani yapılmasa daha iyi olur) Mihrap duvarını süslemek (tahrimen) mekruhtur, çünkü namaz kılanların dikkatini dağıtır Süslenen yerlerinde de detaylı ve girift nakışlar yapmak yine (tahrimen) mekruhtur"(Ibn Abidin, I/442 (Amire)) Süslenebilecek kısımların badana ya da altın suyu ile bezenmesi mekruh değilse de bu camiye vakfedilen (cami yapılması için verilen) paralardan yapılamaz Kişiler bunu ancak kendi hesaplarına yaptırabilirler (Hindiye, I/09) derBöyle kişilere ses çıkarılmamasının sebebi de şudur: Mescid süslemek (temizleme ve güzelleştirmeyi buna karıştırmamak gerekir) için para ve zaman israfında bulunan insanlar zaten dindarlığı zayıf ve bu konuda bilgisi az insanlardır Onları bundan da menetmek kendilerini mescidlerden bütün bütün koparacaktır Binaenaleyh hiç olmazsa paralarını buralara harcasınlar, diye düşünülür (Milnavî yukarıya aldığımız son hadis-i şerifi bu doğrultuda açıklar bk Feyzu'1-Kadîr, V/449; Konu hakkında ayrıca bk M C el-Kâsimî, Islâhu'1-Mesacıd, (Cezair 1989) s 96) Özetlersek:
l Mescidlerin cemaatine, cemaati yetiştirmeye değil de mescidleri süslemeye özen göstermek dini gevşekligin belirtisidir
2 Mescidde namaza duranların görebileceği yerleri süslemek, yaldızlamak ve çeşitli tablolar asmak mekruhtur
3 Diğer kısımların süslenmemesi, ama temiz ve güzel tutulması süslenmesinden daha iyidir
4 "Cami yapmak üzere" diye alınan paralar süslemelere harcanamaz Mahzuru olmayacak süslemeleri kişiler ancak kendi ceplerinden yatırırlar, ya da parayı verene süslemede kullanılacağı söylenilerek alınır
5 Cami için toplanan paraların, tezyinat yerine cemaata ve çocuklarına hakikatleri öğretmede kullanılması daha iyidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESH

Silme, eli bir şey üzerine sürme; belirli süre içinde özel bir mest'in üzerine ıslak eli sürmek anlamında bir fıkıh terimi Topuklarla birlikte ayakları örten, giyilen ayakkabıya "mest (huff)" denir Abdestte mest üzerine meshetmek, ayakları yıkama yerine geçer Deriden yapılan ve topukları örten özel yapılı mest; potin, çizme, aba, terlik ve kalın çorabı da kapsamına alır Yani bunlarda mest hükmündedirler
Mest üzerine meshin cevazı sünnetle sabittir Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: Mukîm, mestleri üzerine bir gün bir gece; yolcu ise üç gün üç gece mesheder" (Nesaî, Tahâre, 98; İbn Mâce, Tahâre, 86; Ahmed b Hanbel, Müsned, V, 213) Bu, meşhur bir hadis olup, içlerinde Hz Ömer, Afi, Huzeyme b Sâbit, Ebû Saîd el-Hudrî, Saffân b Assâl, Avf b Malik, İbn Abbas ve Hz Âişe gibi ünlü sahabelerin bulunduğu kalabalık bir sahabe topluluğu tarafından nakledilmiştir Hatta İmam Ebû Yusuf, mestlerin üzerine mesih haberinin, benzeriyle Kur'ân ayetini neshetmenin mümkün olacağı kuvvette bir hadis olduğunu belirtmiştir Ashab-ı Kiram söz ve fiil olarak meshin caiz olduğunda ittifak etmiştir İmam Malik meshi yalnız yolcu için caiz görmüştür Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Bedir gazvesine katılmış yetmiş sahabeye yetiştim, hepsi de mest üzerine meshi caiz görüyordu" (el-Kasânî, Bedâyiu's-Sanâyi, Beyrut 1402/1982, I, 7; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, I, 260, 261)
Ayaklara meshin farz miktarı, her ayağın ön tarafına rastlayan mestin üzerindeki, elin küçük parmağı ile üç parmaklık yerdir Bu kadar bir yere meshetmekle, farz yerine gelmiş olur
Şafiîlere göre, mestlerin üzerine bir parmak bile olsa mesh yeterlidir Hanbelîler mestlerin üstünün yarıdan fazlasına, Malikîler ise, mestlerin üstünün tamamına meshi gerekli görürler
Mestlerin altına mesh edilmez Yapılan mesihte parmakların açıkça bulunması, meshin ayak parmaklarının ucundan yukarıya doğru yapılması sünnete uygun bir meshdir Ancak sünnete uygun düşmemekle birlikte, mestin üzerine su dökmek, mesti sünger gibi bir şeyle ıslatmak, mestin üzerine enine olarak mesh etmek veya meshe mestin koncundan başlamak da yeterli olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESHİ BOZAN ŞEYLER:

1) Mesh süresinin dolması Mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün, üç gece geçtiği zaman kişi abdestsiz ise, abdest alır ve namazını kılar Eğer süre dolduğu zaman, abdestli durumda ise, yalnız iki ayağını yıkaması yeterlidir
2) Ayağından mestleri çıkarmak Bu sırada, abdestli ise ayaklarını yıkaması yeterlidir Mesih süresi başlamadan abdestli iken çıkarılan mesh ise abdesti etkilemez Ayakkabıyı çıkarıp giymek gibi olur Eğer mesh süresi içinde, abdestsiz bulunduğu sırada mestlerini çıkarırsa, tam abdest alması gerekir Tek mestin veya ayağın çoğunun çıkması da abdesti bozar (el- Kâsânî, age, I, 12; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, II, 34 vd)
3) Mestlerdeki yırtık veya sökük, ayak parmaklarından en küçük üç parmak sığacak büyüklükte ise, mesh bozulur Bu konuda iki mest ayrı ayrı değerlendirilir
4) Gusül abdesti gerektiren durumlarda da mesh bozulur Boy abdesti alındıktan sonra, mestler giyilir ve abdest bozulduğu andan itibaren yeni mesh süresi başlar
Malikîlere göre, mesh için bir süre yoktur Guslü gerektiren bir şey bulunmadıkça mest üzerine devamlı olarak mesh etmek mümkündür Ancak cuma namazı kılacak kimseler için, her cuma günü mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkaması menduptur (el-Kâsânî, age, I, 8,9)
Sonuç olarak, mest üzerine mesh, İslâm'ın müslümanlara getirdiği bir kolaylıktır, bir ruhsattır Meshin caiz olduğunu kabul etmekle birlikte, abdestle ayaklarını yıkamayı tercih etmek azimet niteliğindedir ve daha fazla sevaba vesile olur Mest özelliği bulanan çorap üzerine mesh de başka bir kolaylıktır Özellikle soğuk iklimlerde yaşayan müslümanların giyecekleri kalın, keçeleşmiş, altını göstermeyen ve altına suyu da geçirmeyen çoraplar mest yerine kullanılabilir , çorapla ilgili hadislerin kritiği için bk eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır, ty, I, 213, 214)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESHİN CEVAZINDAKI ŞARTLAR ŞUNLARDIR:

1) Mestler, ayağa abdest için ayaklar yıkandıktan sonra giyilmiş olmalıdır Bir özürden dolayı çıplak ayak veya sargı üzerine meshedilmiş bulunması yıkama hükmünde olup, bundan sonra giyilmiş mestler üzerine de meshedilebilir
2) Mestler, ayakları topuklarıyla birlikte her taraftan örtmüş bir halde bulunmalıdır Topuklardan kısa mestler, potin, terlik ve benzerleri üzerine mesih yapılmaz
3) Ayağa giyilmiş mestler ile, en az üç mil kadar (5 km kadar) bir yol yürümek mümkün olmalıdır
4) Mestlerin topuktan aşağı kısmında, ayağın küçük parmakları ile üç parmak miktarı kadar yırtık veya sökük bulunmamalıdır Yırtık veya sökük konusunda her iki mest ayrı kabul edilir
5) Mestler, bağsız olarak ayakta durabilecek derecede kalın olmalıdır
6) Mestler dışarıdan aldığı suyu hemen içine çekerek ayağa ulaştıracak bir halden uzak bulunmalıdır
7) Her ayağın ön tarafından en az küçük el parmağı kadar kısım mevcut olmalıdır Bu yüzden bir veya iki ayağının ön tarafı bulunmayan kimse, mestlerine mesh edemez Ancak bir ayağı tamamen bulunmayan kimse, diğer ayağına giydiği mestine mesh edebilir (el-Kâsânî, age, I, 7 vd; İbn Âbidin, age, I, 261 vd; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 32-34; Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, İstanbul, ty; s 76; Ö Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s 82 vd)
Meshin Süresi:
Bir meshin süresi, mükim olan kimse için bir gün bir gece, yani yirmi dört saat; en az o sekiz saatlik yola giden yolcu için üç gün üç gecedir Bu da yetmiş iki saat eder Bu süreler Hadislerde belirlenmiştir (Nesai, Tahâre, 98; İbn Mâce, Tahâre, 86) Bir meshin süresi, mestin ayağa giyildiği andan itibaren değil, abdestinin bozulduğu andan itibaren başlar Meselâ; sabah abdest alıp mestlerini giyen kimsenin abdesti, öğle vakti saat on ikide bozulsa, mesh süresi saat on ikide başlamış olur
Mukim iken yolcu olan kimse, yolculuk süresine tabi olur ve bu süreyi doldurur Bunun aksine yolcu olan kimse bir gün bir gece meshettikten sonra mukim olsa, süresi bitmiş olur Artık abdest alırken ayaklarını yıkaması gerekir Yolculuğun helâl veya haram bir amaç için yapılmış olup olmaması meshi etkilemez İmam Şafiî ve Ahmed b Hanbel'e göre, mübah olmayan bir amaç için yapılan yolculukta mesh süresi yirmi dört saattır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESKEN
Fert veya ailenin yerleşip oturduğu, uzun süre kılmaya elverişli yer Her canlı kendisini arındıracak, hayatını geçirebilecek bir yuva yapmak ihtiyacını duyar Insanoğlunun kendisini ve neslini muhafaza edebilmesi ve hayatını sürdürebilmesi için yaptığı yuvaya da Arapçada "mesken", Türkçede buna "ev" denir
Kur'ân-ı Kerim'de gerek geçmiş ümmetlerin barındıkları yerlerden ve gerekse ahirette müminlerin kalacakları yerden söz edilirken hep "mesken" ifadesi kullanılmıştır (et-Tevbe, 9/24, 72; Ibrahim,14/37; en-Nahl,16/80; Tâha, 20/128; el-Kasas, 28/58; es-Secde, 32/26; es-Sebe; 34/15; el-Ahkâf, 46/25) Yine Süleyman (as)'in kıssasında sözü edilen karıncaların yuvası için de "mesken" tabiri kullanılmıştır (en-Neml 27/18)
Islâm'da kişilerin mesken sahibi olmasına büyük önem verilmiştir Bu sebeple Hz Peygamber: "Üç şey insanın saadetinden, üç şey de mutsuzluğundandır Insana mutluluk veren üç şey: Iyi bir eş, geniş bir ev ve iyi bir binektir Insanın mutsuzluğuna sebep olan üç şey ise: Kötü eş, kötü ev ve kötü binektir" buyurmuştur (Ahmed b Hanbel, Müsned, I,168; III, 407) Meskenin kötülüğünden maksat ise, "darlığı ve istifade edilen bölümlerinin azlığıdır" buyurulmuştur (Hâkim, el-Müstedrek, II, 162) Ayrıca bir evin kötü oluşu ve saadet yuvası olamayışının sebepleri arasında; komşuların kötülüğü, ezan duyulamayacak veya cemaatle namaza iştirak edilemeyecek kadar mescide uzak oluşu ve havasının kötü olması, güneş alamaması gibi hususlar da sayılmıştır (Ali Şafak, Islâm Hukuku Açısından Şehircilik ve Aile Meskeni Problemi, Ilâhiyat Fak Dergisi, Erzurum 1982, s 14) Yine Hz Peygamber: "Eğer uğursuzluk denen bir şeyden söz edilecekse bu, şu üç Şeydedir: Ev, eş ve binek vasıtası" buyurmuştur (Buhâri, Cihad, 47; Müslim, Selâm,1 I8, 119; Tirmizi, Edeb, 58; Ibn Mâce, Nikâh, 55)
Işte bu önemine binaendir ki, Islâm'da ev yapımı teşvik edilmiş ve Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Her kim bize memur (vergi memuru) olursa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun ve evi yoksa ev edinsin" (Ebu Dâvud, Imâre, 10; Ibn Mâce, Ruhn, 24; Ahmed 6 Hanbel, Müsned, III, 467) Öte yandan ihtiyaç yokken ev veya arsa satımı da hoş karşılanmamıştır Huzeyfe Ibnül- Yemâm, Resulullah (sas)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Her kim bir ev satarda kıymeti ile bir benzerini satın almazsa o parada bir bereket yoktur" (Ibn Mâce, Rühûn, 24) Aynı şekilde ihtiyaç yokken yapılan her bina, insan için bir vebal sayılmış (Ebu Dâvud, Edeb, 160), bina yapımına aşırı düşkünlük ise, kıyamet alâmetlerinden sayılmıştır (Buhâri, Isti'zân, 53)
Islâm hukukunda kişiye tanınan temel hak ve hürriyetlerden biri de mesken hürriyetidir Çünkü bir insanın hayatı, malı, namusu, şeref ve haysiyeti mesken ile muhafaza olunur Öyleyse bunlar gibi, meskenler de taarruz ve tecavüzden masumdur Meskenlere tecavüz, aynı zamanda hem hayata, hem namusa, hem hürriyete ve hem de mala tecavüzdür Bunun içindir ki; bir kimsenin meskenine tecavüz etmek, yahut iznini almadan bulunduğu eve, oturduğu odaya girmek, yahut mesken içinde bulunan şeyleri öğrenmeye çalışmak, Islâm nazarında kötü bir hareket sayılıp şiddetle yasaklanmıştır
Islâm dininde meskenlere giriş çıkışların belli esaslar dahilinde yapılması istenmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz" (en-Nûr, 24/27-29) Görüldüğü gibi eve girerken izin isteme ve ev sahibine selâm verme, Kur'ân'ın emrettiği bir görgü kuralıdır Hatta evden çıkarken bile izin istemek, inanmış olmanın gerektirdiği ince bir davranıştır (en-Nûr, 24/62) Özellikle şu üç vakitte -ev halkından olanların bile- mutlaka izin isteyerek evlere girmeleri gerektiği şöyle belirtilmiştir: "Ey inananlar! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar (çocuklar), üç vakitte odalarınıza girebilmek için izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkarıp yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir Bunların dışında hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı size ve onlara bir günah yoktur" (en-Nur, 24/58) Bu üç vakitte, özel durumlarından dolayı, anne-babanın odasına köle ve çocukların izinsiz girmesi yasaklanmıştır Bulûğ çağına ermiş çocuklar ise, her zaman izin isteyeceklerdir (en-Nr, 24/59) Eve girerken de mutlaka selam verilmesi istenmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Evlere girdığınız vakit Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (kendinizden olan ev halkına) selâm verin" (en-Nûr, 24/61) Hz Peygamber de, Enes b Malık'e şu tavsiyede bulunmuştur: "Yavrucuğum, ailenin yanına girdiğin zaman selâm ver Bu, kendin ve ev halkı için berekettir" (Tirmizî, Isti'zân, IO)
Evlere izinsiz girilmesinin yasaklanması, özel hayatın korunması amacına yöneliktir Binaenaleyh, evlere izinsiz ve habersiz girilmesi ile özel hayatın gizliliği ihlâl edilmiş olur Uyulması istenen kurallardan birisi de, evlere kapılarından girilmesidir Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de: "Evlere arkalarından girmeniz iyi değildir evlere kapılarından girin" (el Bakara, 2/189) buyurulmuştur Böylece cahiliyye devri âdetlerinden olan, eve arkadan veya pencereden girme alışkanlığı da kaldırılmıştır (Fahruddin er-Râzi, Mefâtîhu'l-Gayb, II, 144)
Verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi, başkasına ait olup hiç bir suretle giriş hakkı bulunmayan evlere girmek için mutlaka izin almak gerekir Yoksa yapılan hareket meskene tecavüz sayılır Hane halkının o kimseye karşı her türlü savunma hakkı doğar Bu arada korku veya yanlışlıkla bir yakının yaralanması veya öldürülmesi muhtemeldir Bu yüzden, girme hakkı bulunan evlere veya odalara bile girerken izin istemek veya kapıyı ya da zili çalmak hem edebe uygun, hem de bir tedbirdir Izin isteme işi de üç defa yapılmalı, üçüncüde de izin verilmezse geri dönülmelidir (Buhâri, Isti'zân, 13) Izin isterken de önce selâm, sonra izin esasına riayet edilmelidir Hz Peygamber de, yanına gelen birine böyle yapmasını tavsiye etmiştir (Tirmizi, Isti'zân, 18) Aynı şekilde, kapıyı çalan kimseye "kim o" denildiği zaman, kimliğini açık bir şekilde belirtmelidir Aksi halde ev sahibi zor durumda bırakılmış olabilir Bir defasında Câbir (ra), Resulullah'ın kapısını çalmış, "kim o"diye sorduğunda Câbir (ra), "ben, ben" diye cevap vermiştir Resulullah (sas), onun bu şekilde cevap vermesinden hoşlanmamış ve kimliğini açık bir şekilde belirtmesi gerektiğine işaret etmiştir (Buhârî, Isti'zân, 17; Tirmizî, Isti'zân, 18)
Izin isterken uyulması gereken ahlâkî esaslardan biri de, evin içine bakılmamasıdır Bunun sebebi, Islâm'da aile mahremiyetine son derece önem verilmiş olması ve gözün de haramdan korunmak istenmesidir Izin istemedeki asıl amaç da budur Ebû Zer (ra), Resulullah (sas)'ın konu ile ilgili olarak şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kim kendisine izin verilmeden bir perdeyi (kapıyı) aralar, evin içine bakar ve ev halkının mahrem yerlerini görürse, yapılması kendisine helâl olmayan bir şeyi yapmış olur Şayet o, evin içerisine bakarken, evin erkeği karşılasa da onun gözlerini çıkarmış olsaydı ona karşı tavır almazdım Şayet bir kimsenin gözü, perdesi örtülmemiş (veya kapısı kapatılmamış) bir eve takılır da evin içine bakarsa burada bakanın hatası yoktur, hata, kapısını kapatmadığı için ev sahibinindir" (Tirmizî, Zühd,16) Bu hadis, Resulullah (sas)'ın konuya ne kadar önem verdiği göstermektedir Ayrıca, böyle yapan kimselere karşı Allah Resulu'nun hiddetlendiği de bilinmektedir (Tirmizi, Isti'zân, 17)
Bilindiği gibi mesken - doğumundan ölümüne kadar- insan ömrünün önemli bir kısmının geçirildiği yerdir Bir bakıma insanın huzur ve mutluluk yuvasıdır Bunun içindir ki, meskenlerin Islâmî ölçülere uygun olarak yapılması tavsiye edilmiştir Bundan maksat ise, tuvaletlerin kıbleye doğru olmaması, banyo ve mutfakların muhafazalı yerlere yapılması; evin; komşunun evini gölgeleyecek, ışık almasını engelleyecek şekilde yüksek yapılmaması, komşunun mahremini görecek şekilde pencereler konulmaması ve gösterişten uzak durup sadeliğe riayet edilmesi ve benzeri şeylerdir (Ebû Dâvud, Tahâret, 4; Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, Kahire 1379, s162)
Yine gece yatarken ocakta veya sobada ateş bırakılmaması, ışıkların söndürülmesi, evin kapılarının kapatılması, içinde yiyecek ve içecek gibi şeyler bulunan kapların üstünün örtülmesi de, tedbir niteliğindeki tavsiyeler arasındadır (bk Buhârî, Isti'zân, 49, 50)
Verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi, her müslümanın, İslam'ın emirlerini yerine getirdikten sonra yapacağı en önemli işlerden birisi de iyi bir mesken, yani oturacak yer temin etmesidir Kurtuluşun nasıl mümkün olacağını soran Ukbe b Âmir'e, Hz Peygamber: "Diline hâkim ol, evini genişlet ve hatalarına da ağla (tevbe et)" cevabını vermiştir (Tirmizî, Zühd, 60)
Buna göre Islâm hukuku, kişi ve toplumu yakından ilgilendiren mesken problemine dair önemli hükümler getirmiştir Kişi ve toplumun mülkiyet hakkını kabul eden Islâm hukuku, bu iki hak arasında denge kurmaya çalışmış; iki hakkın karşı karşıya gelmesi halinde, toplumun hak ve menfaati ön plânda tutulmuştur Aynı şekilde, mesken sahibi olmak ve bu meskende İslam'ın öngördüğü bir biçimde aile hayatı sürdürmek dînî hükümler gereğidir Meskenin mutluluk yuvası olması da, ancak ideal ölçülere uygun bir biçimde yapılmasıyla mümkündür Mesken yapımında iç ve dış mimaride- Islâmî emir ve yasaklara uyulmalıdır Israfa kaçılmamalı ve sağlığa uygun bir tarzda yapılmalıdır Komşu hukukuna riayet edici, çevre sağlığına zarar vermeyen bir yükseklik ve biçimde binalar yapılmalıdır (Ali Şafak, Islâm Hukuku Açısından Şehircilik ve Aile Meskeni Problemi, A Ü Ilâhiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum, 1982, s14-17)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESNÛN
Sünnet olan, sünnet olmuş bulunan, âdet edilen şey; bilenmiş bıçak; üzerinden ömürler geçmiş olan, çirkin kokulu Mesnûn, bir fıkıh terimi olarak farz ve vacip olmaksızın Resulullah (sas) tarafından ibadet olmak üzere yapılan herhangi bir fiildir Meselâ; kuşluk namazı, farzlara tabi olan ve "revâtip" denilen vakit sünnetleri, küsûf ve husûf (ay ve güneş tutulması) namazları, yağmur duası namazı, umre, muharrem orucu gibi ibadetler "mesnûn ibadet" niteliğindedir Hz Peygamber bunları yapmış, ancak farz olmadıklarını göstermek için bazen da terketmiştir (Mansûr Ali Nâsıf, et-Tâc, I, 330)
Mesnûn, Kur'ânî bir terim olarak üç ayette "çirkin kokulu, kokuşmuş, işlenebilir anlamında ve "min hamein mesnun" terkibi şeklinde "işlenebilir siyah kokmuş çamur" anlamında kullanılır (el-Hicr, 15/26, 28, 33)
"Mesnûn" bu haliyle insanoğlunun yaratılışında ilk merhaleyi ifade eden terimlerden birisidir Müfessirler bu kelimeye, insanın yaratılışını ifade edişinden kavram olarak değişik, fakat nitelik bakımından birbiriyle ilgili anlamlar vermişlerdir "Gerçekten biz insanı, kuru pişmemiş çamurdan; kokuşmuş bir balçık (mesnûn)tan yarattık" (el-Hicr, 15/26) Ayette, kuru pişmemiş çamur karşılığında "salsâl" kelimesi vardır ki bu, Rahman sûresi 14-15 ayetlerindeki "el-fahhâr"a uygun olarak, kurumuş, vurulduğu zaman ses veren, kuru pişmemiş çamur demektir Işte "mesnûn" kelimesi, "hame" kelimesiyle birlikte bu kelimeden bedeldir Imam Fahruddin er-Râzî, kelimenin şu anlamlara geldiğini ileri sürmektedir:

1- Ibnü's-Sikkit'i Ebû Amr'den rivayetine göre: "mesnûn, değişken demektir" diyordu Bunun açıklamasında Ebû'l-Heysem de; ARAPÇA denilir ki, şu değişti, o değişmiştir, demektir Buna delil de ARAPÇA (el-Bakara, 2/259) ifadesidir ki "değişmedi" demektir"
Zeccâc ise; "Bu terim "Senen-i tarik" a, yani yol güzergâhına konulmuş şey demektir ki böyle olan bir şey değişir" der
2- Mesnûn, hakk edilmiş, yani sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş demektir Buna bağlı olarak bileğiye "misenn" ve sürtülürken ikisinin arasında çıkan kazıntıya "senen" denilir
3- Ebû Ubeyde'ye göre "mesnûn" masbûb, yani dökülmüş demektir
4- Sibeveyh "mesnûn"un bir şekil ve örneğe göre şekil verilmiş anlamına geldiğini söyler Bu (ARAPÇA) deyiminden alınmıştır ki "yüzün özel bir şekli" demektir Kâmus'ta bu mana ile ilgili olarak "beyzi yüzlü" manasına "mesnûnü'l-vech" denilir
5- Ibni Abbas "mesnûn"un yaş çamura dendığını söyler (Fahruddin er-Râzî, Mefâtihırl-Gayb, XIX,180: Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, V 3056-3057)
6- "Mesnûn", mensûb anlamındadır ki; kendinden sonra gelenler kendisine nisbet edilir Zürriyetinin Hz Âdem'e nisbet edilip Âdemoğlu denmesi bu anlamı ile ilgilidir (Şihâbüddin Mahmûd el-Âlûsi, Rühu'l-Meâni, XIV, 34)
Gerek bu anlamlar gerek Kur'anın, ilk insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerde geçen "topraktan" (Âl-i Imrân 3/59); "ateşle pişmiş gibi kuru çamurdan" (es-Saffât, 37/I1); "hakir bir suyun özünden" (es-Secde, 32/8); "karışık bir nutfeden" (el-Insan, 76/2) şeklindeki ifadeler birbirine zıt kavramları değil, Hz Âdem'in yaratılışıyla ilgili çeşitli evreleri değişik kelimelerle ifade etmekten ibarettir Zaten Cenab-ı Hak bunu, "Doğrusu biz insanı, halden hale geçirdiğimiz karışık bir nutfeden yarattık" (el-Insan, 76/2) şeklinde bildirmektedir Kısaca Cenab-ı Hak, Hz Âdem'i topraktan yaratmıştır Önce bu toprağı çamur haline getirmiş, sonra da kiremit gibi kurutmuştur Cenab-ı Hak, Hz Âdem'i çamurdan insan şeklinde yarattı Bu şekil kurudu Ona bir rüzgâr esintisi dokundukça ondan ses (salsale) işitiliyordu Bu sebeple Cenabı Hak âyet-i kerimede onun maddesinden bahsederken "salsâl" buyurmaktadır" (Mefâtîhul-Gayb, XIX, 179)
İlk insanın yaratılış devreleri dörde ayrılmaktadır:
1- Toprak devresi:Bu, yaratılışın (tekvin) temel devresidir Çünkü Hz Âdem'in yaratılışının ana maddesi topraktır Cenabı Hakk'ın ilâhi iradesiyle Hz Âdem'i yaratmayı istediğinde, yer yüzündeki her çeşit topraktan bir miktarı almalarını meleklere emretti Işte bu alınan toprak çeşitleri Adem (as)'in yaratılışının temelini teşkil etti Cenabı Hak buna şöyle işaret etmektedir: "O'nun âyetlerinden biri de, sizi topraktan yaratmasıdır Sonra siz, (yer yüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz" (er-Rûm, 30/20) Hadis-i şerifte de bu devre şöyle anlatılmaktadır: "Cenabı Hak Adem'i, yer yüzünün her tarafından aldığı bir avuç topraktan yarattı Bunun için Ademoğulları, yeryüzü(nün renkleri ve tabiatları) kadar değişik şekillerde geldiler Onlardan kimisi kırmızı derili, kimisi beyaz, kimisi siyah, kimisi bunların arasında bir renkte; kimisi yumuşak, kimisi sert tabiatlı; kimisi kötü, kimisi de iyi huylu geldi" (Tirmizî, Tefsîru Süretil-Bakara,1; Sünne, 16; Ahmed b Hanbel, IV, 400)
2- Çamur devresi: Cenabı Hak meleklere bu toprağı suyla yoğurmalarını emredince, ortaya yapışkan bir çamur çıktı Kur'an-ı Kerim'de bu safha şöyle belirtilir: Biz insanları (Âdemoğullarını) yapışkan bir çamurdan yarattık" (es-Saffât, 37/11) Hz Âdem (as) uzun süre bu şekilde çamur halinde durdu ve kurudu Işte bu Hicr sûresi, 26 ayetinde, "Gerçekten biz insanı, kuru pişmemiş çamurdan; kokuşmuş bir balçıktan (mesnûn) yarattık" buyurulduğu gibi, esmer kuru, şekil ve koku itibariyle değişken bir çamurdan yaratılışı ifade eder
Aynı zamanda bunun kuruluğu; "Insanı ateşte pişmiş gibi kuru çamurdan yarattı"(er-Rahman, 55/14) âyetinde ifade edildiği gibi dokunulsa ses verecek bir kurulukta idi
3- Oluş (tekvin) devresi: Ruhsuz insan şeklının verilmesi devresidir Müfessirlerin ifadesine göre kırk yıl böyle şekil verilmiş olduğu halde, ruhsuz olarak bekledi Cenabı Hak buna şu şekilde işaret etmektedir: "Insanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?" (Insan, 76/1)
Hz Âdem yaratılışında çok uzun boylu idi Soyundan gelenler devamlı kısaldı Resulullah (sas) bunu şöyle bildirmektedir: Allah Âdemi kendi suretinde yarattı Onun uzunluğu altmış arşındı Cennete giren her kişi Âdem'in suretinde ve altmış arşın uzunluğunda olacaktır Ama Âdem'den sonra soyundan gelenler şimdiye kadar boyları kısalmakta devam ederek gelmişlerdir" (Buhârî, Isti'zân,1; Müslim, Cennet, 28)
4- Ruh üfürülmesi (ruh verilmesi) devresi: Ilâhi irade çamurdan yaratılmış bu varlığı düzgün bir beşer şekline (Meryem,19/17) getirmek işiten, konuşan, gören bir insan yapmak istedi ve ona ilâhi rahmetinden ruh verdi Bu şekilde o üstün bir yaratılışa, en güzel bir şekle, en kamil bir kılığa büründü Bu insanın son devresidir Kur'an-ı Kerim'de bu, şöyle bildirilir: "Onu düzenleyip (Insan şekline koyduğum) ve ona ruhumdan üflediğim zaman (ey melekler) hemen ona secdeye kapanın" (el-Hicr, 15/29)
Ancak bu secde ubudiyet secdesi değil, selâmlama ve saygı gösterme ifadesiydi Meleklerin hepsi bu emre uyup secde ettiler, Hz Âdeme saygılarını sundular Iblis ise buna yanaşmadı, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı (el-Hicr 15/30-31)
Hz Âdemin olgun bir insan haline gelişi bir takım devrelerden geçerek olmuştu Soyundan gelenler de yine bir takım devrelerden geçerler (Hak Dini Kur'an Dili, V, 3057)
Resulullah (sas) buna şöyle işaret buyurur: "Sizin her birinizin yaratılması şöyledir: Anne ve babanın maddeleri, kırk gün annenin karnında toplanır Sonra o maddeler, o kadar zaman içinde (yani kırk gün) katıbir kan pıhtısı halini alır Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem et olur Sonra (dördüncü devrede) Allah bir melek gönderir de, tekâmül eden o bir çiğnem ete, şu dört kelimeyi yazması emrolunur: "Onun işini, rızkını, ecelini, şaki (kötü) yahut said (iyi) olduğunu yaz!" denilir Sonra ona ruh üflenir" (Buhârî, Bed'ül-Halk, 6; Müslim, Kader, 1; Ebû Davûd, Sünne, 16)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEŞRÛ
Şeriata uygun, şeriatca yasaklanmayan davranış Islam hukukunda farz, vacib, sünnet, müstahab ve mübah olarak tanımlanan davranışları belirtir Şerî, helal, caiz kelimeleri de meşru ile aynı anlamı karşılar Gayrı meşru deyimi ise meşru olmayanı, Islam şeriatında haram ve mekruh olan davranışları dile getirir
Toplum halinde yaşayan insanlar, belli kurallara uymak zorundadırlar Bu kurallardan bazıları emredici bazıları da yasaklayıcı niteliktedir Toplum düzeninin sağlanması,haksızlıkların önüne geçilmesi için uyulması zaruri olan bu kurallara hukuk kuralları denir Bu kurallara uymayanlara müeyyide (yaptırım) uygulanarak, uymaları sağlanır Işte kanunlarla yasaklanmamış olan, başka bir ifadeyle, kurallara uygun olan davranış ve fiillere kanuna uygun anlamında meşru fiiller denir
Hukuk sistemleri, ilâhi hukuk sistemi ve beşeri hukuk sistemi olmak üzere ikiye ayrılır Islâm şeriatı, ilâhi bir hukuk sistemidir Bu sisteme göre Meşruluğun kaynağı (şari) Allah ve Resulu'dur Başka bir deyişle şeriat koyma, insan ve toplum hayatını düzenleyecek kanun ve kurallar getirme yetkisine yalnızca Allah ve Resulu sahiptir Bu nedenle meşruiyetin sınırları Islâm şeriatınca belirlenir Şeriatca yapılması istenilen, teşvik edilen ya da yasaklanmayan davranış ve fiiller meşrudur Şeriatın yasakladığı ya da yapılmasını hoş görmediği davranışlar da gayrı meşrudur Bir Müslüman, bu konuda seçim hakkına da sahip değildir
Beşeri hukuk sistemleri de insan ve toplum hayatını düzenleyen, yasaklar getiren kanun ve kurallar koyarak insanların bunlara göre davranmalarını ister Fakat bu sistemler kanun koyucu olarak Allah'ı değil, belli bir insan ya da kurumu tanırlar Böyle bir hukuk sisteminin yürürlükte olduğu toplumlarda Islâmi anlamda bir meşruiyetten söz edilemez Çünkü Islâm açısından, her şeyden önce, sistemin kendisi özü bakımından, gayrı meşrudur Bu nedenle böyle bir sistemde meşru sayılan bir davranış, gerçekte gayrı meşru olabilir Sözgelimi beşeri hukuk sistemlerinde zina yapmak, içki içmek, faiz alıp vermek meşru (yasal) davranışlardır Oysa bunlar Islâm şeriatınca kesin biçimde yasaklanmıştır ve bu nedenle de gayrı meşrudur
Islâm'a göre bir fiilin meşru olup olmadığı Islâm Hukukunun kaynakları (Edille-i Şer'iyye) dediğimiz Kitap, Sünnet, Icma' ve Kıyasla bilinir Meşru olup olmadığı hakkında bu kaynaklarda açık bir hüküm yoksa, fayda-zarar (maslahat) ve zaruret gibi hususlar gözönünde tutularak içtihad yapılır
Islâmda haram olduğu kesin olarak bildirilmiş şeyler vardır Bunların dışındakiler genellikle mübah (meşru) kapsamına girer Meşru olup olmadığı açık olarak bilinemeyen (şüpheli) şeylerin terkedilmesi, takva açısından tavsiye edilmiştir (bk Riyâzus-Sâlihin, s 419) Ayrıca Hadislerde bir şeyin meşru olup olmadığını ayırmak için bazı ölçüler verilmiştir Buna göre kalbi rahatsız eden ve insanların bilmesi istenmeyen şey, kalbin şüpheye düştüğü şey gayrı-meşru (ism:günüh); kalbin huzur duyduğu, şüpheye düşmediği şey meşru'dur (birr : iyilik) (et-Terğib ve't-Terhib, 3/215-216)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEŞRU BİR TİCARETTE ŞU ÖZELLİKLER BULUNMALIDIR:

1) Alan ve satanın rızası,
2) Karşılıklı iyi niyet ve dürüstlük,
3) Ticaretin, taraflardan birine veya başkalarına zarar vermemesi
Ticarette bulunması gereken bu vasıfları Kur'an şöyle zikreder; "Ey îman edenler! birbirinizin mallarını haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yeyin, (haram ile) nefsinizi mahvetmeyin Allah şüphesiz size merhamet eder Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız Bu, Allah'a kolaydır " (en-Nisâ, 4/29-30)
Alış-verişin rüknü:
Diğer akitlerde olduğu gibi icab ve kabuldür Icab ve kabul, sözle yazı ile ve işaretle olur Icab ve kabulde kullanılan ifadelerin kesinlik taşıması gerekir; satıcının bu malı sana sattım, verdim; alıcının da aldım, kabul ettim demesi gibi Satıcının bu sözlerine îcab, alıcının sözüne de kabul denir
Alış-verişlerde satış akdinin yazı ile tesbiti iyidir Anlaşmazlık anında elde vesika olur Icab ve kabul olunca alış-veriş kesinleşir tek taraflı cayma hakkı yoktur Ancak alıcı veya satıcı pazarlık devam ederken alış-verişten cayabilirler Alış-veriş, kabz yani malı teslim alma ile tamam olur Böylece alıcı, mala; satıcı da paraya sahip olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEŞRU OLMAYAN BİR SERVET ELDE EDEREK BİRŞEY SATIN ALIRSA SATIN ALDIĞI ŞEY MÜBAH SAYILIR MI?
Bir kimse meşru olmayan bir servet elde ederek birşey satın alırsa yapılan bu muamelede 5 ihtimal vardır

1) Müşteri önce helal olmayan elindeki parayı satıcıya teslim ediyor, bilahare onunla o nesneyi satın aıyor
2) Müşteri elindeki helal olmayan para mukabılinde bir nesne satın alıyor, bilahare aynı parayı teslim ediyor
3) Müşteri elindeki helal olmayan para mukabilinde bir şey satın alıyor bilahare başka bir para teslim ediyor
4) Müşteri parayı tayin etmeden birşey satın alıyor bialahare helal olmayan para teslim ediyor
5) Müşteri helal bir para mukabılinde birşey satın alıyor fakat helal olmayan bir para teslim ediyor

Ebu Nasr ile Ebu el-Leys diyor ki birinci ihtimal müstesna hepsinde satın alınan şey mübahtır Yemesinde bir sakınca yoktur Birinci ihtimalde ise satın aldığı şeyi tasadduk etmesi gerekir Kerhi ise birinci ve ikinci ihtimallerde helal değildir, onu tasadduk etmesi gerekir Kalan ihtimallerde ise helaldır Ebubekir de bütün ihtimallerde haramdır, onu tasadduk etmesi gerekir diyor Ama bunun sözü zayıf kabul ediliyor
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MESRÛK (ÇALINTI MAL)

Az veya çok olsun başkasının malını gizlice çalmak anlamına gelen "sirkat" kökünden ism-i mef'ul Çalınan veya çalınmış mal
İslâm'da belirli miktarda malı, belirli yerden gizlice çalan kimseye had cezası öngörülmüştür (bk el-Maide 5/38, "Hırsızlık" maddesi) Çalınan malda bazı özelliklerin bulunması gerekir Bu özelliklerden ilki çalınan malın "mutlak mal olması", yani toplumda mal kabul edilen cinsten bir şey olması gerekir Altın, gümüş, cevherler, bakır, demir gibi madenlerden yapılmış eşyalar mal kabul edilir
Çalınan malın "mütekavvim mal" olması da şarttır Aksi takdirde çalınan maldan dolayı had gerekmez Buradan hareketle, şarap, çocuk vBulletin şeyleri çalan kişiye had lâzım gelmeyeceği belirtilmiştir Çünkü şarab, müslümanlarca mütekavvim mal kabul edilmemiştir Hür bir çocuk ise zaten mal kabul edilemez
Had cezasını gerektiren çalıntı malın en az bir dinar (4 grlık altın para) veya on dirhem (28 gr gümüş para) değerinde veya bu miktara denk değerde olması gerekir Daha az miktardaki mal için hırsızlık cezası uygulanamaz
Aynı şekilde çalınan mal, bir bekçi ile veya ev, dükkan, depo gibi bir yerde muhafaza edilmiş olmalıdır Korumasız ve açıktan çalınan mal için (meselâ sokaktaki veya bekçisiz bir tarladaki malın çalınması halinde) had uygulanmaz Bu itibarla bir hizmetçi hizmet ettiği ev veya dükkândan, bir şahıs misafir olduğu yerden mal çalsa yine had gerekmez Fakat bir hizmetçinin, sahibi tarafından kilitlenen ve açmakla izinli olmadığı bir yerden mal çalması halinde had cezası uygulanır Bunun gibi meradan çobansız hayvanları çalmak da haddi gerektirmez Diğer yandan gündüz, kapısı açık bulunan bir eve girecek hırsızlık yapan kişiye de had gerekmez Fakat geceleyin herkes evine çekildikten sonra, kapısı kapalı, ama kilitlenmemiş olan bir evden yapılacak olan hırsızlık da cezayı gerektirir
Bir kimse kiraya verdiği evinden veya dükkanından, kiracısının malını çalacak olursa, o kişi hakkında da had uygulanır Çünkü o ev veya dükkan kiracının elinde bulunduğu sürece koruma altında sayıldığı için, mal sahibinin izinsiz oraya girmeye hakkı yoktur
Evlerin sathı da, korunmuş yer hükmünde olacağından, dam veya balkon gibi yerlerden bir malın gizlice çalınması halinde had gerekir
Alınmaları veya çalınmaları halinde İslâm ülkesindeki halk tarafından hoşgörü ile karşılanan az miktardaki odun, ot, saman, av hayvanı, balık, kuş, tavuk, tuz, kamış, kömür gibi çok kısmetli olmayan şeyleri çalmak da cezayı gerektirmez Bu gibi şeyler fıkıh kaynaklarında "tâfih" denir (el-Mevsılî, el-İhtiyâr li Ta'lîli'l-Muhtâr, İstanbul 1980, IV 107; İbn Âbidîn, age, IV 91) Bu hükümden anlaşılan, insanların değer vermediği veya fazla rağbet etmediği şeylerin çalınması halinde söz konusu cezanın uygulanamamasıdır
Ancak İslâm hukukçuları önemsiz sayılan eşyayı belirlerken kendi devirlerinde bulunan eşyayı örnek vermişlerdir İnsanların mala verdikleri değer ve önem devirden devire değişebilir Kısaca, "tâfih" (değersiz) mal" kavramını örfe ve devirlere göre değerlendirmek gerekir
Had cezasını gerektiren (çalıntı malda aranacak diğer bir şart da, söz konusu malın çabuk bozulan cinsten bir şey olmamasıdır Bu yüzden taze meyvalar, hurmalar, süt, et, henüz başağında bulunan arpa veya buğday tam olgunlaşmadıkları ve çabuk bozulma özelliği gösterdikleri için tam bir mal sayılmazlar Dolayısıyla de çalınmaları halinde, had gerekmez (el-Mevsılî, age, IV 107; İbn Abidîn, age, IV 91) Buna karşılık kuru meyvalar, her türlü hut, yağlar, kokular, bir yıl bozulmadan dayanabilme özelliğinde olan sirke ve pekmez gibi mallar, çabuk bozulmadıkları için bu hükme girmezler Bu yüzden böyle bir malı çalan kimseye had lâzım gelir
Bir hırsıza had uygulanabilmesi için, çalınan malda o hırsızın "mülkiyet hakkı veya mülkiyet şüphesi" bulunmaması gerekir Meselâ; bir kimse, kendi çocuklarının malını çalsa; alacaklı borçlusunun malından, alacağının karşılığı olarak aynı cinsten mal alsa had cezası lâzım gelmez Fakat bu kişi, borçlusunun başka cinsten malını çalsa, ona had uygulanır (el-Mevsılî, age, IV 109)
İslam'da diğer had cezalarında olduğu gibi, hırsızlık haddinde de en küçük şüphede had düşmektedir Ancak bir hırsızdan haddin düşmesi, onu diğer ceza uygulamalarından kurtarmaz Her şeyden önce çalınan malın iadesi veya tazmini gerekir Had cezası düşse bile çalınan mal, mal sahibine iade edilir Hırsız, malı telef etmişse onu tazmin etmesi gerekir Kendisi de hapis veya tazir cezasıyla cezalandırılır Fakat mal hırsızın elinde telef olmuş, had de uygulanmış ise, artık bu mal hırsıza tazmin ettirilmez
 
Üst Alt