M.N > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik) >

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUHÂZÂT(ARADA ENGEL OLMAKSIZIN,NAMAZDA KADININ ERKEĞİN HİZASINA VEYA ÖNÜNE GEÇME DURUMU)

Bir kimsenin karşısına geçme, ona karşı durma; cemaatle namaz kılarken bir kadının veya yetişkin bir kız çocuğunun bir erkeğin önünde veya hizasında arada engel olmaksızın durarak namaz kılması anlamında bir fıkıh terimi Böyle bir durumda önünde veya hizasında kadın bulunan erkeğin namazı bozulur Fakat kadının namazı sahihtir
Namaz kılacak cemaat değişik gruplardan oluştuğu zaman saflar; en önde erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar daha sonra da kız çocuklar bulunmak üzere düzenlenir Bu düzenlemeye erkeklerle erkek çocukların uymaması namaza bir zarar vermez Ama erkeklerle kadınların uymaması durumunda kadınla aynı hizada bulunan erkeğin namazı bozulur Muhazatta erkeğin namazının geçersiz olması bazı şartlara bağlıdır:
1- Cemaate namaz kıldıran imam kadınların da imamı olmaya niyet etmiş olmalıdır
2- Erkekten ileri veya onun hizasında namaz kılan kadın erginlik çağına gelmiş veya yetişkin bir kız olmalıdır Bu kadının akraba, hanım veya yabancı bir kadın olması neticeyi değiştirmez
3- Muhazat bir rükün süresince devam etmelidir
4- Muhazat secdeli ve rükûlu bir namazda olmalıdır Cenaze namazında muhazat namaz için bir engel teşkil etmez
5- Erkek ve onun hizasında bulunan kadın aynı namazı birlikte cemaat olarak eda etmiş olmalıdır Şayet aynı namazı erkekle kadın yan yana durarak tek başına kılsalar veya biri tek başına, diğeri cemaatle kılsa eda yönünden ortaklı olmadığı için namazı sahihtir
6- Erkekle kadın aynı yerde olmalıdır Biri caminin alt, diğeri üst katında aynı hizada namaz kılsalar namazları sahih olur
7- Erkek ile kadın arasında bir engel olmamalıdır Arada direk veya bir kişilik bir boşluk olursa muhazat namaza zarar vermez
Bu şartlar bulunur ve erkeklerin safı önünde kadınlar bir saf tutup namaz kılsalar erkeklerin hepsinin namazı bozulur Erkekler arasında üç kadın bulunsa bunların sağ ve solundan birer erkek ile arkalarındaki her saftan üç erkeğin namazı bozulur Ama iki veya bir kadın olursa sadece sağ ve soldan birer erkekle, arkadan iki veya bir erkeğin namazı bozulur
Namazı bozulan erkekler birer engel durumunda olduklarından diğerlerinin namazı bozulmaz (Hâşiyetü't Tahâvî, s 267-268; Halebi Sağîr s 304-305 Kamus Tercümesi IV, s 916 Ö N Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 151-152)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUHRİM(İHRAMA BÜRÜNEN)

İhrama bürünmüş, ihramlı kişi; hacc ve umre niyeti ile telbiye getirerek ihram'a giren kimse anlamında bir fıkıh terimi Hacc veya umre'ye giden kimseler mikat denilen yerlerde ihrama girerler Burada ihrama girmek vacip olup, buradan ihram'a girmeden geçmek caiz değildir Mekke'nin dışından gelenler için beş ayn mikat* yeri vardır
Hacca ve umreye gidecek kişi hangi yoldan gidecekse o yolun mikatında ihrama girmek zorundadır
Mikat sınırından içeride oturanlarla Mekke'de oturanlar Hill ve Harem bölgesinde ihrama girerler
Muhrim'in, ihrama girdikten sonra ihramlı bulunduğu sürede, ihramdan çıkıncaya kadar diğer zamanlarda helâl olan bazı fiil ve davranışları yapması yasaktır
Bu yasaklara "İhram yasakları" denir Bunlardan birisini yaptığı zaman yasağına göre cezaya çarptırılır (bk Hacc mad)
Muhrim'e yasak olan fiil ve davranışları iki ana başlık altında toplamak mümkündür: İhramlının vücudu ile ve giyimi ile ilgili yasaklar
A- İhramlının vücudu ile ilgili yasaklar
Saç veya sakal tıraşı olmak, bıyıkları kesmek, kasık ve koltuk altı kıllarını yolmak veya traş etmek, vücudun diğer yerlerindeki kıllarını yolmak veya traş etmek, tırnak kesmek, süslenmek maksadıyla saç, sakal ve bıyıkları yağlamak veya kınalamak, kadınlara ruj kullanmak (Kokusuz sürme çekmek caizdir)
Vücuda veya ihrama (Kadınlar elbiselerine) güzel koku sürmek; kokulu sabun kullanmak
Cinsi münasebet veya öpüşmek, oynaşmak vb gibi cinsi münasebete götüren davranışlarda bulunmak
Avlanmak, avcıya avını göstermek veya avcıya yardımcı olmak ve av hayvanlarına zarar vermek (Ayağını veya kanadını kırmak, yuvasını yıkmak gibi) Bu yasak kara av hayvanlarına mahsustur Evcil hayvanların kesilmesi ve deniz avı, ihramlıya yasak değildir
Harem bölgesindeki bitkilerin kesilmesi veya koparılması da ihramlıya yasaktır
İslâm'ın yasak kıldığı hareketleri yapmak (fusuk) başkaları ile tartışmak, kavga etmek, sövmek, kötü söz ve davranışlarda bulunmak (cidal) ihramlıya yasaktır
Bu hususta ihramlının nasıl davranacağını Kur'ân-ı Kerim şöyle izah eder: "Hacc bilinen aylardadır Kim hacca başlayarak ,ihrama girerek) onu kendisine farz kılarsa, artık haccda cinsi temas, sövme, kavga etme yoktur Ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir Azığınızı alın; azıkların en hayırlısı Allah'tan korkmaktır O halde ey akıl sahipleri benden korkun" (el-Bakara, 2/197)
B- Giyim ve Giyim eşyası ile ilgili yasaklar
Dikilmiş elbise giymek Bundan maksat dikilmiş veya örülmüş şeylerdir (Beline para kemeri bağlayabilir İzar ve ridasını iğne ile tutturabilir) başını örtmek, takke, sarık ve bere giymek (Gölgelenmek için şemsiye kullanmakta bir sakınca yoktur) Üstü ve topukları kapalı ayakkabı ve çorap giyinmek (Topukları ve parmakları örtmeyecek takunya giyebilir) Eldiven giymek
Giyimle ilgili bu yasaklar sadece erkeklere aittir Kadınlar bunlara dahil değildir Kadınlar İslâmî olan kıyafetlerini hacc ve umrede de giyerler (geniş bilgi için bk Hacc mad)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUHSAN(EVLİ ERKEK)

Evli erkek; "muhsana" ise, iffetli kadın: Evli kadın için de muhsana denir Çünkü evliliği onun iffetini korur Bunun kökü olan husn, hısn ve hasânet kadının iffeti anlamına gelir İşte bu kökten gelen "Muhsan" ve "Muhsana" ihsân mastarından gelen ism-i mef'uldür
İhsan, sözlükte; menetmek demektir Bu yüzden kaleye "hısn" denilir (İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, H S-N maddesi)
Kur'an-ı Kerim ve Sünnette ihsân ve bundan türetilen "muhsana" dört ayrı anlamda kullanılmıştır:
1) İffet: "Mü'minlerden hür ve iffetli kadınlarla kendilerine sizden önce kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerini ver(ip nikâh ed)ince size helaldır" (el-Mâide, 5/5) Bu âyette geçen "muhsanât"; iffetli kadınlar demektir
2) Hürriyet: "Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikâp ettiler mi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir)" (en-Nisâ, 4/25)
3) Evlenmek: "(Harp esiri olarak) sağ ellerinizin mâlik olduğu kadınlar müstesna olmak üzere, diğer bütün evli kadınlarla evlenmeniz de size haram edildi)" (en-Nisâ, 4/24) Bu âyet-i kerimede geçen "muhsanât" ise, evli kadınlar anlamındadır
4) İslâm: Hz Peygamber (sas), şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ortak koşarsa, muhsan değildir" (Buhârî ve Müslim rivayet ederler) Hadis-i şerifte geçen muhsan, müslüman demektir
Allah Tealâ muhsanâttan (iffetli) olan kadınlara iftira edenler hakkında şöyle buyurur: "Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadiyle) iftira atan, sonra (bu hususta) dört şahid getiremeyen kimseler(in her birine) seksen değnek vurun Onların ebediyyen şahitliklerini kabul etmeyin Onlar fâsıkların ta kendileridir" (en-Nûr, 24/4) Ancak iftira eden şahsın bu cezaya çarpması için akıllı olmalı, bulûğ çağına ulaşmış olmalı ve bu işi zorlanmadan yapmış bulunmalıdır (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ravâ'iu'l-Beyân Tefsiri, Âyati'l- Ahkâm; Dımaşk 1401/1982, II, 60-61) Hz Peygamber (sas), Muhsenâta (iffetli kadınlara) zina isnadında bulunmayı, helâk edici yedi şeyden biri olarak addetmiş ve bunlardan sakınmayı emretmiştir (es-Sâbûnî, age, II, 76)

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUHSAR(HACCIN FARZLARINI YERİNE GETİREMEYEN KİMSE)

Hac veya umre için ihrama girdikten sonra ya düşman ya da zalim bir hükümdar tarafından haccın farzlarını yerine getirmekten alıkonulan veya hastalık, hapis, sâkatlık gibi bir sebepten bulunduğu yerde kalıp farzları yerine getirmeyen kimse
Muhsır ise; bir kimsenin arzu ve isteğine erişmesine engel olan hac veya umre yapmak üzere ihrama girmiş olan kimseyi Kâbe'yi tavaf ve Arafat'ta vakfe yapmaktan herhangi bir sebeple alıkoyan kimsedir
Hanefi mezhebine göre, düşman, hastalık, eldeki mevcut paranın kaybolması veya tüKerimesi, kadının yanındaki mahreminin (kocasının) ölmesi gibi hac yolculuğunu veya tavaf ve vakfeyi önleyen bütün engeller muhsır olarak nitelendirilirler
Şafiî mezhebine göre ise, muhsır ancak düşman olarak kabul edilmekte olup, diğer engeller dikkat nazarına alınmamaktadır Vakfe veya tavâftan birini yapabilme imkanı doğarsa ihsar gerçekleşmiş sayılmaz
Hac veya umre yapmak niyetiyle ihrama giren kişinin, elinde olmayan nedenlerden dolayı ibâdet görevini yapamaması, bir çeşit iradesi dışında cereyan etmiş cinayet sayılır Bundan dolayı kurban kesilmesi ve o suretle ihramdan çıkılması gerekir Bu kurbana "İhsar demi" denilir Meselâ; bir ihramlı, hastalıktan, düşmandan veya parasının tüKerimesinden dolayı hac görevini gerine getirmeyi başaramazsa, Mekke'nin hareminde kesilmek üzere oraya bir koyun veya parasını gönderir Bunun kesileceği kararlaştırılan saati müteakip, ihramdan çıkılır ve artık ihramla ilgili yasaklar sona ermiş olur
İhsardan dolayı ihrama son vermek için, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre, yalnız kurban kesilmesi yeterlidir; ayrıca traş olmak veya saç kesmek gerekmez İmam Ebu Yusuf ile İmam Şafiî'ye göre ise traş olmak veya saç kesmek de gereklidir Çünkü bunlar haccın menâsikindendir Bir görüşe göre de Harem dahilinde meydana gelen bir ihsardan dolayı ihramdan çıkmak için, traş olmak veya saç kesmek gerekir Nitekim Hz Peygamber (sas), Hudeybiye'de böyle yapmıştır Hz Peygamber (sas)'in Hudeybiye ihsarında hedyini (kurbanını) bulunduğu yerde kesmiştir Hudeybiye mevkii ise Harem'den hariç Hıll kısmındadır Fakat Hudeybiye'nin bir tarafı Hıll, bir tarafı Harem'dir Rasûlullah'ın konak yeri Hıll'de; musallâsı da (namaz kıldığı yer) Harem tarafında idi; yani ihsar mevkii, Hudeybiye'nin Mekke altına doğru olan tarafı idi; ki, burası Harem cümlesindendir Hz Peygamber (sas)'in hedyini Harem'de boğazlamış olduğu da Zührî'den açık olarak nakledilmiştir Zira hedyin mahalli Harem dahilidir Abdullah b Mes'ûd, İbn Abbas, Atâ, Tavus, Mücahid, Hasan, İbn Sîrîn bu görüştedirler Hanefilerin ve Süfyanı Sevrî'nin görüşleri de bu merkezdedir Lâkin İmam Malik ve Şafiî muhsar için hedyin yerinin ihsara maruz kalınan yer olduğu ve mahalline ulaşmasının da o mevkide kurban kesmekten ibaret bulunduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir Kur'an'ın zahiri hükmüne aykırı olan bu manayı kabullenmelerinin sebebi de, daha önce geçtiği üzere Hz Peygamber (sas)'in konu ile ilgili olan uygulamasıdır
Kur'an'da bu hususa şöyle işaret edilmektedir: "Haccı, umreyi de Allah için tamam yapın; eğer ihsara tutulmuşsanız o vakit hedyin (kurbanın) kolayınıza geleni Bununla beraber bu hediy mahalline varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin, içinizden hasta olana veya başından bir eziyeti bulunana traş için oruç veya sadaka veya kurbandan ibaret bir fidye var İhsardan emân bulduğunuz vakit de her kim hacca kadar umre ile sevap kazanmak isterse ona da hedyin kolay geleni, bunu bulamayana ise oruç, üç gün hacda yedi gün de geri döndüğünüzde, ki tam on gündür Bu hüküm, Mescid'i-Haram mukimlerinden olmayanlar içindir Hasılı Allah'dan korkun ve bilin ki Allah'ın ikabı (cezalandırması) cidden çok şiddetlidir" (el-Bakara, 2/196) İmam Malik ve Şafiî'nin hedyin mahalli ile ilgili görüşlerinin bu âyetin zahirî hükmüne aykırı düştüğü kabul edilmiştir
Muhsara ait kurbanın Kurban bayramı günlerinden birinde kesilmesi, İmam Azam'a göre şart değildir; daha önce ve sonra da kesilebilir
Bir muhsar, fakir olsa da, kurban kesmedikçe ihramdan çıkmış olamaz
Muhsar, getirdiği hedyi boğazlatıp ihramdan çıkınca, Hacc-ı ifrada niyet edenlerden ise, gelecek yıl içinde bir hac, bir de umre yapması gerekir Yalnız umreye niyet etmişse, onun yerine sadece bir umre yapması gerekir Hacc-ı kırana niyet edenlerden ise, iki kan akıtıp öylece ihramdan çıkar ve kendisine iki umre bir hac yapmak gerekir
Hacc-ı ifrada niyet ettiği halde beraberinde iki koyun getirmişse, o taktirde onların birinin boğazlanmasıyla ihramdan çıkabılir Hacc-ı kırana niyet etmişse, her iki koyun boğazlandıktan sonra ihramdan çıkabılir Birinin hac, diğerinin umre için olduğunu belirlemesi şart değildir
Hacc-ı kırana niyet edip, ihramlı bir vaziyette Mekke'ye giren kişi, umre ve hac için tavafta bulunur ve henüz Arafat'ta vakfe yapmadan muhsar durumuna düşerse, bir kan akıtır ve ihramdan çıkar Kendisine bir hac bir de umre kazası gerekir Tavafını yaptığı umre yerine artık ayrıca bir umre kaza etmesi icap etmez
Hacc-ı ifrada niyet edip, ihrama girdikten sonra bir özürden dolayı muhsar olan ve çok geçmeden özürü kalkan kişi aynı devre içinde haccını yapabilirse, artık kaza niyeti etmesine lüzum yoktur Ayrıca bir umre yapması da vacib değildir
Arafat'ta vakfe yaptıktan sonra muhsar olursa; o taktirde teşrik günleri geçinceye kadar durumu devam ederse, ceza olarak dört hayvan boğazlaması gerekir: Biri Müzdelife'de vakfe yapamadığı, biri Cemrelerde taş atamadığı, biri ziyaret tavafını bayramın ilk üç günü içinde yerine getiremediği, biri de tıraşı geciktirdiği için Bu, İmam Ebu Hanîfe'ye göredir İmameyn'e göre, traş ve ziyaret tavafını geciktirdiği için kan akıtması gerekmez
İhsar ile ilgili kurbanın ancak Harem dahilinde kesilmesi caizdir Bunun için diğer kurbanda olduğu gibi mutlaka bayramın ilk üç gününde boğazlanması şart değildir; önce olabileceği gibi sonra da olabilir Bu, İmam Azam'ın görüşüdür İmameyn'e göre, bayramın ilk üç gününde kesilmesi gerekir Ancak umre ile ilgili ihsardan dolayı gereken kurban için belli bir zaman yoktur Harem'de olduktan sonra ne zaman kesilirse caizdir
Hediy: Deve, sığır ve davar cinsinden Beytullah'a ihda olunan (sevkedilen) kurbanlıkların adıdır; ki, en azı bir koyun veya keçidir
Temettu veya Kıran haccı yapanların kesmeleri vacib olan şükür hediyleri ile tatavvu hediylerinin etlerinden zengin, fakir herkes yiyebilir Bunların etlerinden kurban sahiplerinin yemesi menduptur
Ceza hediyleri ile İhsar hediylerininin etlerinden bunların sahibleri ile bakmakla yükümlü oldukları kişiler ve zenginler yiyemezler Bunlar etleri bakımından nezir (adak) kurbanı hükmünde olup, fakirin hakkıdır Eğer yerlerse, değerinin fakirlere sadaka olarak verilmesi gerekir Ancak etlerini yiyebilme hususunda, Harem bölgeşinin fakirleri ile diğer ülkelerin fakirleri arasında hiç bir fark yoktur (Ayrıca bk İhsâr) (Merğınanî, Hidâye; I,180, Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur'an Dili, II, 703 vd; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s: 400 vd; Celâl Yıldırım, Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, II, s, 390 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUHYİDDİN ARABİ'NİN KİTABINI OKUMAK CAİZ MİDİR? MUHYİDDİN ARABİ, BAZI KİTABLARINDA KAYDEDİLDİĞİ GİBİ, GERÇEKTEN 36 DEFA URUC ETMİŞ MİDİR? Muhyiddin Arabi hakında çok söz söylenmiş, ileri geri konuşulmuştur Kimi çok büyük veli ve mütefekkir bir insan, kimi de aksini söylüyor Ancak alimlerin çoğu , büyük bir veli olduğuna kanaat ediyor Kitablarında İslam'a ters düşmüş olan meseleler çoktur Onlar ya düşmanlar tarafından ilave edilmiş veya müevveldir diyorlar Bunun için , kitablarını okumak hiç de doğru değildir Her zamanda, topluma yabancı sayılan terimler ve ilaveler , tesvise ve dalalete düşmeğe vesile oluyor
Özellikle,”Fususu'l-Hikem” isimli kitabı yaymak haramdır Çünkü küfrü gerektiren bir çok şey ihtiva etmektedir Ve İslam'ın nurunu söndürmek için çalışan yahudiler tarafından ona ilaveler yapılmıştır Bunun için bazı Osmanlı sultanları okunmasını yasaklamışdır (İbn Abidin )
Miraç meselesi ise, o bir safsatadır Çünkü urüc Peygambere has bir mü'cizedir Peygamberimiz müstesna hiç bir Peygambere kısmet olmadığı gibi hiç bir veliye de nasib olmamıştır ve olmayacaktır Kitaplarında kayd edilen mi'rac meselesi ise, ya yapılan ilavelerden biridir veya müevveldir Yani uructan maksadı, bildiğimiz uruc değil de, başka bir şey kast etmiştir Bir cihetten her müslüman beş vakit namaz kıldığından, günde beş defa uruc ediyor Zira namaz mü'minin mi'racıdır Ayrıca, her söylenen söze inanmak doğru değildir Nice büyük alimlere bir takım şeyler isnad ediliyor Fakat alimlerimiz elindeki Kur'an ve sünnet terazisinde tarttıktan sonra red etmişlerdir İmam-ı Şafii (rh), "Sözüm hadise ters düşdüğünde, duvara çarpınız” buyurmuştur
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUÎR(GERİ ALMAK ÜZERE BİR MALIN MENFAATINI BAŞKASINA TEMLİK ETME)

Bir malın menfaatini birisine, geri almak üzere, karşılıksız temlik etmek manâsına gelen "ariyet" kelimesinden "âriyet veren", yani bir malın menfaatini başkasına karşılıksız temlik eden kişi Türkçe'de "ariyet'e", emanet vermek; "muîr'e"de emanet veren kişi denilebilir Fakat, tanımdan da anlaşıldığı gibi, muîr, mudî (malını vedia olarak veren kişi) ve diğer emanet çeşitlerinden meselâ, icare veya lukata'dan ayrılır
Ariyet, muîr'in şu sözleri ile gerçekleşir: Şu malı sana ariyet olarak veriyorum; şu araziyi sana, ekip biçerek, çıkan ürünü yemen veya bu ürünle geçinmen için sana veriyorum; arabamı kullanman için veriyorum Fakat bu sözlerle muîr sözünü ettiği malın menfaatini karşısındakine ücretsiz olarak vermeyi kasdetmiş olmalıdır Bu, kasıt da ya bizzat sözlerin açıklığından, ya da diğer bir karine ile sabit olur Zira ariyet, muîr'in kendi malının sadece menfaatini, meselâ gelirini, kullanımını vs bir başkasına, malının mülkiyeti kendisinde kalmak şartıyle bağışlamasıdır (el-Mevsılî, el-İhtiyâr li Ta'lili'l-Muhtâr, İstanbul 1984, III, 56) Sözgelimi bir müslümanın kendi evini bir başkasına geçici bir süre için, ücretsiz oturmak üzere vermesi bir ariyet olduğu gibi, ev sahibi de muîrdir
Muîr ariyet olarak verdiği şeyin nasıl kullanılacağını, ne kadar kullanılacağını, hangi şartlarda kullanılacağını baştan şart koşabilir Bunun için, meselâ bir arabayı belirli bir süre için başkasına ariyet veren muîr, arabada ne taşınacağını baştan söz konusu etmediği müddetçe, ariyet alan kişiye, daha sonra "Arabamda neden şu şeyi taşıdın?" diye itiraz hakkına sahip değildir Buna karşılık muîr belirtilen süre içinde ariyet verdiği malını geri alamazsa, ariyet alan kişiden (müsteîr'den) kullandığı her fazla gün karşılık almaya hak kazanır Öbür taraftan, muîr ile müsteîr arasında sonradan vakit, yer ve taşınacak şey hakkında anlaşmazlık çıkarsa; muîr'in sözüne itibar edilir Ayrıca bu kişiye yemin de ettirilir Çünkü malı için müsteîr'e izin veren muîrdir
Muîr bir arazisini ağaç dikip yetiştirmek üzere bir başkasına verdiğinde, söz konusu arazisini istediği zaman geri almaya ve üzerindeki ağaçları veya binaları yıktırmaya hakkıvardır Zira bahsi geçen arazının asıl sahibi o kişidir Böyle bir durumda vakit tayini söz konusu edildiği halde, muîr bu araziyi vaktinden önce geri isterse, bu hareketi mekruhtur Ayrıca ağaçların veya binanın bedelini de ödeyerek, bunlara sahib olabilir Buna karşılık, araziye fazla zarar vermemek, şartı ile müsteîr'in de ağaçları söküp götürmeye hakkı vardır Araziye fazla zarar verirse ağaçlarını sökemez Şayet sökmüş bulunursa, araziye verdiği zarar tazmin ettirilemez (Ayrıca bk Muğarese)
Muîr arazisini ziraat için ariyet olarak verir, fakat zaman tayini de yapmazsa; hasattan önce bu arazisini geri alamaz Arazisi üzerindeki ekin veya sebzeler hasat mevsimine kadar ücret karşılığında kalır Böyle bir hükümde her iki tarafın da menfaati vardır; böylece müsteîr'in zarara girmesi önlenir, muîr'in de hakkı gözetilir Çünkü ziraat mahsullerinin arazi üzerinde kalma müddetleri, ağaçların veya binaların kalma müddetlerine nazaran kısadır Zira ağaç ve binaların yerlerinde kalma sürelerinin bir sınırı da yoktur (el-Mevsılî, age, III, 57-58; İbn Abidin, age, V, 681, 682,
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUKÎM Ikâmet eden, ayakta duran, okuyan, bir ülkede devamlı duran Vatanında veya vatanı sayılan bir yerde on beş günden fazla kalan kimse anlamında bir fıkıh terimi Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan kimseye "mukîm", buradan çıkıp en az on sekizsaatlik bir uzaklığa gitmeye başlamış olan kimseye ise şer'an "misafir (yolcu)" denir
Diğer yandan mukîm, bir Kelâm terimi olarak Cenab-ı Hakkın isimlerinden olup; her şeyi ayakta tutan, sürdüren ve kayyûmluk (kendi zatıyla var olmak) sırrı ile bir an bile hiç bir şeyden ilgisiz olmayan anlamındadır Mukîmu's-sünnet terkibi ise; Hz Muhammed (sas)'in Tevrat ve Zebur'daki ismi, sünneti yerine getiren demektir
Mukîm daha çok bir fıkıh terimi olarak müsafir'in zıddı anlamında kullanılır Yani yolcu olmayan kimse demektir Yolculukta genellikle meşakkat bulunduğu için Islâm dini yolculara şu konularda kolaylıklar getirmiştir:1) Dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılmak; 2) Ramazan orucunu geri bırakmanın mübah oluşu; 3) Mestlere mesh süresinin üç gün üç gece olması, 4) Cuma namazının farz olmaması; onun yerine öğle namazını yolcu olarak kılması; 5) Iki bayram namazlarının ve kurban kesme yükümlüğünün düşmesi; 6) Kadının seferi sayılacak kadar uzak olan mesafeye yani ikâmet ettiği yerden doksan kmden daha uzak yere yanında mahremi olmaksızın gidemeyişi bunlardandır (el-Fetâvâ'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 138)
Bir kimsenin doğup büyüdüğü veya evlenip yerleşmek istediği yahut içinde barınmayı kasd edip, başka yere vatan edinmek amacıyla gitmek istemediği yer, kendisinin "vatan-ı aslî"sidir Bu şekilde doğduğu, evlendiği ve vatan edinmeyi düşündüğü bir yer olmayıp en az onbeş gün kalmak istediği yer de, kendisi için "vatan-ı ikamet"idir Misafirin on beş günden az oturmak istediği yer, kendisinin "vatan-ı suknâ"sı olup, buna bir hüküm gerekmez
Vatan-ı aslî kendi misli ile bozulur Meselâ; bir kimse, doğup büyüdüğü veya evlendiği yeri terk edip, başka bir yeri vatan edinse, artık o önceki vatanı ikamet hususunda vatanı olmaktan çıkar Daha sonra oraya gidecek olsa en az on beş gün ikamete niyet etmedikçe yolcu sayılır ve seferilik hükümlerinden yararlanır
Iki beldede birer eşi bulunan kimse, bunlardan hangisinin yanına gitse mukîm sayılır Bu eşlerden birisi vefat edip, kocasına ev, bağ, bahçe gibi ikamete elverişli şeyler kalsa, artık oraya gidince mukîm sayılıp sayılmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır
Sonuç olarak aslî vatanında veya bu vatanından doksan kmden daha az mesafedeki yerlere yapılan yolculuklarda müslüman mukîm sayılır Bir de aslî vatanı dışında başka bir yere askerlik, işçilik, memurluk gibi geçici sebeplerle giden ve on beş günden fazla kalmak niyeti bulunan kimse de mukîm hükmündedir Mukîm, yolculuk ruhsatlarından yararlanamaz

1) Dört rekatlı namazları tam kılar, 2) Farz orucu gününde tutar, 3) Mesh süresi yirmi dört saattır, 4) Cuma namazı farz, bayram namazları ve şartları varsa kurban vacipolur, 5) Kadın doksan kmye kadar yolculuğu yanında mahrem bir erkek hısımı olmadan da çıkabılir (Ayrıntı için bk Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1389/1970, II, 27 vd; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1402/1982, I, 93 vd; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I,138 vd; Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Istanbul 1984 (tıpkı basım), II,131 vd; Mehmed Zihni Efendi, Ni'met-i Islâm, Istanbul, ty, s 359 vd; Ö Nasuhi Bilmen, Büyük Islâm Ilmihali, Istanbul 1985, s 173 vd),

Mukîm ve yolculukla ilgili bu hükümler âyet, hadis veya sahabe uygulamalarına dayanır
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur" (en-Nisâ, 4/101) Bu, âyetin uygulanmasıyla ilgili, çeşitli hadisler vardır Rasûlullah şöyle buyurur: "Şüphesiz Allah, namazı Nebinizin lisanı üzere; mukîm için dört, müsafir için ise iki reksat olarak farz kılmıştır" (Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 237) Mestlerin mesih süresinin mukîm için bir gün bir gece; yolcu için üç gün üç gece oluşu ile ilgili çeşitli hadisler vardır (Nesai, Tahâre, 98; Ibn Mâce, Tahâre, 86)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MUKTEDİ(TABİ OLAN)

Birine uyan, tabi olan kimse Namazda imama uyan, arkasında namaz kılan kişi anlamında bir fıkıh terimi Bu kimse hareketlerini imama tabi kıldığı için bu ismi almıştır Muktedi iktidâ fiilinin ismi failidir
İktidâ birine uymak ona tabi olmak manâsınadır "Onların yoluna uy" (el-En'âm, 6/90) ve "Biz babalarınızı bir yol üzerinde bulduk, biz de izlerine uyarız" (ez-Zuhruf, 43/23) âyet-i kerimelerinde bu manaya kullanılmıştır
1- Müdrik: Namazın başından sonuna kadar aralıksız imama uyan, bütün rekâtları imamla beraber kılan kimsedir Hanefilere göre ilk rekâtın rukûunda imama yetişen kimse, o rekâta yetişmiş ve müdrik adını almış olur
Müdrik cemaatle namaz kılanların en efdalidir
2- Lâhık* : Namaza imam ile başladığı halde uyku, gaflet veya cemaatin çokluğundan dolayı bir sıkıntı veya bir abdest sıkışması ile karşılaşan ve namazın tamamını veya bir kısmını imam ile kılamayan kimsedir
Lâhık, müdrik gibidir; imamın arkasında Kur'an okuyamayacağı gibi, kaçırmış olduğu rekâtları kılarken de kıraatte bulunmaz Kendi başına kıldığı rekâtlarda yapacağı sehivden dolayı da secde etmez
Lâhık, imama yetişeceğine kanaat getirirse kaçırdığı amelleri yapar, ondan sonra tekrar imama uymakta devam eder Meselâ, uyukladığı için rekâtın rükûunu kaçıran kimse, hemen rükûunu tamamlar ve secdedeki imama yetişir Yetişemeyeceğine kanaati olan ise, hemen imamla devam eder, imam selâm verdikten sonra kalkıp eksik kalan amellerini veya rekâtları, aynen imamla kılıyormuş gibi, Kur'an okumadan namazını kendi başına bitirir
3- Mesbûk* : Namazın arasında veya sonunda imama uyan kimsedir Mesbuk, imamla birlikte son kadeye oturduğunda, imamla birlikte selâm vermez İmam selâmı verince ayağa kalkar ve imamla birlikte kılamadığı rekâtları aynen, yalnız başına kıldığı gibi kılar Fatiha ve zammı sûresini okur Bu konuda mesbûk, münferid gibidir Ancak geçirdiği rekâtları kılarken o başkasına, başkası da ona iktida edemez Bu yönüyle de mesbûk, münferid sayılmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MÜELLEFETÜ'L-KULÛB Kalbleri İslam'a ısındırmak için kendilerine zekattan bir pay ayrılan kimseler
Kur'an'da sadece bir yerde geçen "Müellefetü'1-Kulub" tabiri, bir isim tamlaması olup, "müellefe" ve "el-Kulub" kelimelerinden oluşur "Müellefe", ülfetlendirilen, ısındırılan, alıştırılan gibi anlamlara gelir "el-Kulub" ise kalpler demektir Ikisi beraber, "kalpleri ısındırılan" gibi bir anlam ifade eder Kur'an-ı Kerim; Tevbe suresi (9) 60 ayeti zekatın kimlere verileceğini sayarken "müellefetü'1-kulüb"ü de zikreder Bu ayetin gereği olarak Resulullah Efendimiz (sa) zamanında zekat mallarının bir bölümünü bu tür insanlara vermiştirBunlar, terimden de anlaşılacağı gibi, kalbleri islam'a ısınmamış kimselerdir Bunda, müslümanlığı her nasılsa kabul ettiği halde ısınmama, yada hiç kabul etmeme durumları söz konusu olabilir Bu açıdan Resulullah (as)'in kendilerine bu fondan zekat verdiği kimselere baktığımızda değişik kategorilerde olduklarını görürüz:

1 Zekat verilmekle kendinin ya da aşiretinin müslüman olması umulan kimseler Safvan b Ümeyye bunlardandır "Resulullah bana bu kadar mal vermeden önce en çok buğz ettğim insandı Sürekli verdi ve benim için insanların en sevimlisi haline geldi" demiştir 2 İslam adına şerrinden endişe edilip, kendinin ve yandaşlarının kötülüğünden korunmak istenen kimseler 3 İslama yeni girip henüz ısınmamış olanlar Hatta Zühri'ye "müellefetü'1-kulüb"ün kim olduğu sorulmus da: Yahudi ve Hiristiyanların, zengin olsalar bile müslüman olanlarıdır, demiştir 4 Sağlam müslüman olmakla beraber kafir liderlerden dost ve yakınları bulunanlar Adıy b Hatim ve Zibirkan b Bedr bunlardandır 5 Lider kadrosundan olup, müslüman olanlar, ancak imanları zayıf bulunanlar 6 Sınır boyu bölgelerde bulunan ve hududu korumaları arzulanan müslümanlar 7 Zekat memuru gönderilmeyecek kritik ve uzak bölgelerin zekatını gönüllü toplayıp getirenler Bu gruplardan olmak üzere Resulullah (as)'in kendilerine zekattan bir pay verdiği kimseler ve her birine ne kadar verildiğinin listesi, çeşitli kaynaklarla beraber Kadı Ibnü'I-Arabî'nin Ahkâm tefsirinde de zikredilir Bütün bunlar Resulullah döneminde "müellefetü'1-kulub" kapsamında mütalaa edilmiş ve kendilerine zekattan bir fon ayrılmıştır Görüleceği gibi, bu kategorilerin hepsinde ortak özellik, islam'a güç kazandırmak ve yapılması muhtemel her türlü saldırıyı bertaraf etmektir Bunların içerisinde Abbas b Mirdas gibi şair olanlar da vardır Bu fondan kendisine az şey isabet ettiği için şiirleriyle hicivlerde bulunmuş, Resulullah Efendimiz de: "Gidin şunun dilini bizden kesin" buyurmuşlardır Görevliler de gidip, onu memnun edinceye kadar vermişlerdi Bunlardan anlaşıldığına göre "müellefetü'1-kulûb" için ayetle sabit olan fon, muhtemel her türlü sözlü, yazılı ve fiili saldırilara karşı islamı korumayı hedefleyen bir milli güvenlik, dini güvenlik ve islam düzenini tanıtım ve propaganda fonudur Bugünkü basın yayın ve iletişim araçlarının her türlüsü bu çerçeveye dahil edilebilirAncak Hz Ömer döneminde Islam'ın güçlendiği, propagandaya ve müşriklerin kalbini para ile ısındırmaya ihtiyacı olmadığı gerekçesiyle, bu türlü insanlara artık zekat malından verilmez olmuştur Sahabe de bu uygulamayı görmüş ve karşı çıkmamıştır Bu noktadan hareket eden Hanefilerin çoğunluğu, zekattan "müellefetü'1-kulûb" için ayrılacak payın neshedildiğini ve artık bu grubun kalmadığını, böylece zekat verilecek sınıfların sekizdeğil, yedi olacağını söylerler Bu konuda da İmam Malik de Hanefiler gibi düşünür ve artık "müllefetü'1-kulûb"un kalmadığını söylerler Taberi ve Sa'bî de aynı görüştedir Imam Şafii de "müellefetü'l-kulûb"a zekat malından verilmeyeceğini, gerek duyulduğunda onlara başka bir fondan, fey'den ve kamu yararı için kullanılan diğer gelirlerden verilebileceğini söylerAma Maliki'lerden Halil, Kurtubî, Kâdi Abdulvehhab, Kadı Ibnül Arabî ve bazı Hanefilerin de içinde bulunduğu fıkıhçı çoğunluğu, bu ayetin neshedilmesinin mümkün olmadığı kanaatindedirler İslam ülkesinin içe ve dışa karşı güçlü zamanlarda Hz Ömer'in uygulaması alınıp, "Müellefetü'1-kulûb"a zekattan fon ayrılmaması "ulu'l-emr"in yetkisinde olan bir şeydir Ama durumun böyle olmadığı zamanlarda gerek fertler, gerek milli organizasyonlar, gerekse islami idare bu fonu kullanır ve bununla iletişim mekanizmaların da, emniyet ve istihbarat örgütlerinde, kısaca yurt içi ve yurt dışı güç odaklarında destek arar düşmanlıklara engel olur, içe ve dışa yönelik tanıtım reklam harcamalarında kullanır derler Yok kabul edilecekleri zamanlarda ise onlara verilecek pay, zekatın verileceği diğer yerlerin tamamına ya da idarenin uygun göreceğine verilir Mescid yapanlara verilir diyenler olmuştur ama, delili olmadığından buna itibar edilmemiştir

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MÜLK ARAZİ Kişilerin malik bulunduğu ve her türlü hukukî tasarrufta bulunabildiği arazı türü
Toprak genel olarak, biri fertlerin diğeri de cemaatın (devlet, beytülmal, hazıne vs) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır Bunlardan ilkine mülk arazı, ikincisine de arazı-i emiriye, arazı-i memleket, kısaca mirî arazı gibi isimler verilmektedir
Mülk arazı, kişinin tam anlamıyla sahip olduğu, istediğinde satabildiği, istediğinde hibe veya vakf edebildiği, öldüğünde çocuklarına miras bırakabıldiği topraktır Başka bir ifade ile sahibinin, üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahib olduğu toprağa (araziye) mülk arazi denir Bazan buna arazi-i memlûke de denmektedir (Atıf) Bey, Arazı Kanunnâme-i Hümayunu Şerhi, Istanbul 1330, s 13)
Islâm toprak hukuku ile uğraşanlar, onu dört ana devreye ayırırlar Bunlar:

a Islâmiyetin başlangıcından Mü'minlerin emiri Hz Ömer'e kadar olan devre
b Hz Ömer devri
c Abbasî ve Selçuklu devri
d Osmanlı devri (Ali Şafak, Islâm Arazı Hukuku ve Tatbikatı, Istanbul 1977, s 52) Bu dört dönemde de mülk arazının bulunduğunu ve umumiyetle bu arazının, sahiplerinin dinine göre, bazan öşrî bazan da haracî olarak isimlendirildığını söylememiz gerekiyor Imam Ebû Yusuf'un (113-182/731-789)'da belirttiği gibi: Bu taksimde arazı sahibinin dini büyük bir rol oynamaktadır (Ebû Yusuf, Kitabu'l-Haraç, trc Ali Özek, Istanbul 1970, s 121)

Islâm medeniyeti içerisinde başlı başına bir devreye konu olabilecek olan Osmanlı toprak uygulaması, toprak hukuku bakımından da büyük bir önem taşımaktadır Filhakika Osmanlılar, birçok müessesede olduğu gibi, toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin tatbikatından istifade etmişlerdi Zaten Osmanlıların onlardan uzak durmaları düşünülemezdi Bu sebepledir ki, devlet, henüz bir beylik durumunda olduğu zaman bile, Islâmî bir sistemin yerleşmesi için çalışıyordu Bu konuda uygulanan arazı sistemi ve taksimi bu ifadelerimizin bir delili olarak ortada bulunmaktadır Bu durum, sadece arazı ile değil, ondan alınan vergilerle de ortaya çıkmaktadır Nitekim daha sonra neşredilecek olan 1274 (m 1858) tarihli Arazı Kanunnâmesi'ne göre Osmanlı devletinde bulunan bütün arazıler beş grupta toplanmıştır Bunlar;
Mülk, mîrî, vakıf, metrûk ve mevat arazılerdir Osmanlılarda hâs, timar ve zeâmet uygulaması mirî arazılerin tasarruf şekillerinden ibarettir
Mülk arazıler, mirasta ferâiz hükümlerine göre intikal eden ve mâlikinin satış, hibe, vasiyet, rehin vb tüm hukuki tasarruflarda bulunabildiği arazılerdir Şu çeşit arazıler mülk arazı sayılmıştır:

1) Köy ve kasaba içlerinde bulunan arsalarla, köy ve kasabaların kenarlarında bulunup da meskenlerin mütemmimi sayılan en çok yarım dönüm miktarı yerler Ancak bu çeşit arsaların köy ve kasabalar içinde bulunması mülk olması için yeterli değildir Bunların öşür veya harac arazısinden yahut ihya edilmiş mevât (ölü arazı)den yahut da usulüne uygun şekilde devletten temellük edilmiş yerlerden olması gerekir Bu yüzden muhacırlere verilen yerler mülk değildir (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i Islâmiyye ve Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, Istanbul, 1967, V, 389)
2) Mîrî arazıden ifraz edilerek, şer'î müsadeye dayanılarak ve mülk olarak tasarruf olunmak üzere temlik edilen arazıler
3) Öşür arazısi Islâm orduları tarafından savaşla fethedilen topraklar ganimet sayılarak, beşte biri beytü'l-mâle ayrıldıktan sonra, geri kalan beşte dördünü devlet başkanı, savaşa katılanlara taksim ve temlik eder Böylece öşür arazısi meydana gelmiş olur Ancak zorla fethedilen düşman arazılerine Islâm devlet başkanının şu statülerden birisini uygulaması mümkün ve caizdir:

a) Beşte birini beytü'l-mâle ayırıp geri kalanını gazıler arasında dağıtabilir Bu takdirde arazı mâlikleri öşre tabi olur
b) Gayr-i müslim olan sahiplerinin elinde bırakabılir Bu takdirde onlar harac vergisine tabi olur
c) Bu arazıleri hiç kimseye temlik etmeyip, rakabesi, yani kuru mülkiyeti beytü'l-mâlde kalmak üzere alıkoyabilir

Yeni fethedilen arazılere uygulanabilen bu çeşitli alternatıflerin dayandığı deliller şunlardır:
Hz Peygamber, fetihten sonra Mekke arazılerini eski sahiplerinin ellerinde bırakmıştır Mekkelilerin müslüman olmalarından sonra bu topraklar öşür arazısi oldu Yine savaşarak ele geçirilen Hayber toprakları ise, eski sahiplerinin ellerinde bırakılmadı Bunlar ganimet sayılarak beşte bir beytü'l-mâle ayrılmış, beşte dördü bu fethe katılan gâzilere dağıtılmıştır Böylece bu topraklar yeni sahiplerinin mülkü ve öşür arazısi olmuştur (el-Enfâl, 8/1, 41) Hz Ömer'in ilk olarak Irak ve Sûriye toprakları konusunda tuttuğu yol, daha sonra fethedilen ülkelerin toprakları hakkında uygulanan genel kural olmuştur Irak, Suriye ve Mısır toprakları fethedilince Hz Ömer bunları, müslüman gazıler arasında taksim etmemiş, konu, uzun istişare ve müzakerelerden sonra, Hz Ömer'in görüşü yönünde çözüme kavuşturulmuştur Buna göre, bu bölgelerin arazıleri, gayrı müslim olan eski mâliklerinin elinde bırakıldı Kendilerine arazıleri için "harac" şahısları için de "cizye" bağlandı Böylece, bu topraklar harac arazısi statüsüne girmiş oldu (Ebû Ubeyd, Kitabü'l-Emvâl, Kahire 1388/1968, s 83-85, 210, 397, 503; Ebû Yusuf, Kitabu'l-Harâc, Mısır 1352, s 75; Muhammed el-Hudari, Târihu't-Teşrîi'l-Islâmî, (6 Baskı) Mısır 1964, s 124-126; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s 570 vd)
 
Üst Alt