On dördüncü şua

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
0: Cemiyet mensubîninden Ali Savran tarafından gönderildiği.
Makam-ı iddianın o Ali Savran'ı tahliye etmesi ve sonra da bu mahkemede yine tevkif etmeyip memleketine gitmesine izin vermesi, cemiyetçilik olmadığını makam-ı iddia kendi kalemiyle ispat etmiştir.
31: Yine gizlice bazı vatandaşların mensup oldukları gizli cemiyete.
Böyle asılsız bir hatâyı tekrar etmek de büyük bir hatâ olduğu malûmdur.
32: Herkese okunmasının dahi sevap olduğunu söyleyerek iğfale çalıştıkları.
Otuz üç âyât-ı Kur'âniyenin işârâtına mazhar ve şimdiye kadar yüz binler adama İmân cihetinde tesirli hizmet eden ve pekçok gençleri ıslah eden Risale-i Nur'la iğfal edilmiş diyen, elbette nefs-i emmârenin iğfaline kapılmış ki, böyle hatâ ediyor.
33: Bundan başka gizli maksat görünmüyorsa bu gizliliğe mahal görünmezdi.
Kırk seneden beri bana suikasta çalışan gizli düşmanlarımın desiseleriyle şahsıma karşı eşedd-i zulmü yapanlardan çekinmek için gizlenmiştir.
34-35: Dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini bozmaya halkı teşvik eden hareketlerinin.
Hiç aslı olmayan uzak bir imkânı vukuat yerinde sarf ederek bu kadar tekrar etmek, yalnız garazkârâne bir iftiradır.
36: Kanunî ve zarurî olarak takip edilmesine, münafıklık, zındıklık, dinsizlik ve zulüm olarak tavsif eden.
Bizi kanunsuz hapislere sokmak ve gizli düşmanlarımızın desiseleriyle bizi perişan etmek sırasında o gizli düşmanlarımıza münafıklık, zındıklık, dinsizlik söylediğimizi, iğfallerine kapılmış memurlara atfetmesi hatadır.
37-38: Kimseyle görüşmediğini ileri sürdüğü halde, gizli olarak vilâyet ve kaza ve köylerden gelenleri kabul edip görüşmüş.
Bu yazıda bir doğru varsa, yirmisi yanlış. Çünkü, yirmi ve otuz ziyaretçiden ancak bir tanesini kabul ettiğimi mahallî zabıtası ve ahali bildiği halde böyle küllî ve daimî bir surette isnat etmek iftiradır.
39: Sûreten bu inziva hali, yakınları olan talebeleri tarafından birçok kerametlerin mevcu-diyetinin kabulüne ve bütün Nurculara inandırılmasına yol açmış.
Bu inziva, böyle kanunsuz belâlara düşmemek ve tasannu ve hodfuruşluktan kurtulmak için olduğu ve Nur şakirtlerinin bu inzivayı beğenmedikleri halde, bundan kendimi keramet sahibi göstermek ve dostları da onunla onu kerametli bilmek mânâsız bir iftiradır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
40: Kerametleri ve velîliği hakkındaki söylenenleri ve yazıları red ve cerh etmiyor.
Bu pek zâhir bir hatâdır. Yüz yerde kardeşlerime yazmışım ki, "Şahsımda hiç bir ehemmiyet yok. Bana karşı hüsn-ü zannınız yanlıştır. Sizin ihlâsınız var. Ben belki ihlâsa muvaffak olamıyorum. Hizmette de size yetişemiyorum" dediğim ve hiç bir defa nefsimi methetmediğim halde bu isnat büyük bir iftiradır.
41: Ve bu yolda öğünmesine bir sebep olmuştur.
İddianameyi yazan, sathîlik ve garazla baktığı için, Risale-i Nur'un senâsını benim şahsımın senâsı zannetmiş, bu hatâya düşmüş. Ve çok yerlerde böyle hatâya düşüyor.
42: Said tefahura düşkündür.
Bu otuz senelik yeni hayatım ve bütün beni tanıyanlar onun bu iftirasını tekzip eder.
43: Bunu eserlerinin muhtelif yerlerinde görmek mümkündür.
İddiacının bu dediği tefahur benim şahsıma değil; bütün o tefahuru hatırına getiren senâlar, Risale-i Nur'a aittir. Risale-i Nur da Kur'ân'ın tefsiridir.
44: Siracü'n-Nur kitabında, eserin dört buçuk saat zarfında yazıldığı kaydedilmiştir.
Bu yazısında iki hatâsı var. Birisi: Siracü'n-Nur dört buçuk saatte telif edilmiş değil; onun içinde on beş yirmi sayfadan ibaret Hastalık Risalesine aittir. Orada imzaları bulunan iki kâtibin arzularıyla bir tahdis-i nimet olarak yazılmıştır. Bunda hiçbir kimsenin hatırına tefahur gelmez; ancak bir şükürdür.
45: İlminin vüs'atini ve karihasının genişliğini ve zekâsının feyzini ve yüksekliğini anlatmak istemiştir.
Elli altmış senelik hayat-ı ilmiyesi böyle temeddühlere ihtiyaç bırakmadığı gibi, âhir ömründe şahsını temeddühten bütün bütün çekindiği, yalnız hakaik-ı imaniyenin beyanında yanlış etmediği ve sırf Kur'ân'ın feyzinden iktibas ettiğine dair beyanatı böyle hodfuruşâne bir surete çevirmek büyük bir iftiradır. Hattâ o yanlış doğru da olsa meşhur Abdülvehhab-ı Şirânî ve Muhyiddin-i Arabî gibi pek çok ehl-i hakikat ulema, tahdis-i nimet nev'inde bu tarz-ı ihsanat-ı İlâhiyeyi çok defa kitaplarında zikretmişler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
46-47: Kendi kerametine o kadar inanmıştır ki, İlâhî ve tabiî olan birçok hâdiseleri kendisinin ve Risale-i Nur'un kerametidir der.
Bu hatâsında birkaç vecihle yanlışı var. İlâhî ve tabiî olarak iki kısma ayırmak ve tabiata da bir hisse-i icad vermek dinde bir yanlış olduğu gibi, Risale-i Nur'a ve şakirtlerine gelen zulmün aynı zamanında zelzele gibi müteaddit hadiselerin tevafukları Risale-i Nur'un makbuliyetine ve bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiğine bir işaret-i gaybiyedir demesini tefahur zannetmek iftira olduğunu herkes bilir.
48: Risale-i Nur'un tokadı olarak vasıflandırmaktadır.
Bunu müdafaatımda pek zâhir bir hatâ olduğunu ispat ettiğimiz gibi; Risale-i Nur'un tokadıdır denilmemiş; belki "Risale-i Nur sadaka-i makbule gibi belâların def'ine vesile olmasından, o gizlendiği ve müsadere edildiği zamanda bazı belâlar fırsat bulup başımıza gelir" denilmiş. Bu ise adalet-i İlâhiyenin bir tokadıdır.
49: Muhtelif yerlerde olan zelzeleler ve seylâplar, Risale-i Nur'un şiddetli birer tokadı olarak vuku bulmuştur.
Cevabı mükerrer verilmiş bir hatâyı tekrar etmek garazkârâne bir yanlıştır.
50-51: Bu seylâp ve zelzelelerden Risale-i Nur'un ve binnetice kendisinin kerametiyle kurtulmuşlardır. Ve mâsumlar ve çocuklar o belâlardan zarar görmüşler. Said bunu izah etmemiş ve edememiştir.
Risale-i Nur'un mükerrer yerlerinde yazılmış ki, zâlimlere gelen musibetlerde mâsumların telef olan malları sadaka ve vefat edenler de şehid hükmünde olduğunu beyan, bu yanlışını ve sathîliğini gösterir.
52: Hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu inkâr yoluna sapmak gibi bir tezada düşmüştür.
Risale-i Nur'dan Kader Risalesi olan Yirmi Altıncı Sözün sırr-ı kaderi emsalsiz bir surette beyanı ve imanın erkânlarını Risale-i Nur'un harika bir tarzda ispatı meydanda iken, böyle bir iftira garazkârlıktan başka birşey değildir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
53: Nur şakirtlerinin bazıları ona bir mehdîlik de tevcih etmişlerdir.
İtiraznamemde kat'î hüccetlerle onun bu hatâsı reddedilmiş. Hem hiçbir vakit, değil böyle büyük makamları, belki küçük medih ve hüsn-ü zan ile nefs-i emmâresine bir benlik vermemek için reddettiği mahkemelerde de görülmüştür.
54: Müceddidlik ve büyük makamlar veren şakirtlerinin hitabelerine, enâniyet ve tefahura olan meyli icabı itiraz etmeyerek bu teveccühleri kabul ettiği göz önündedir.
Bu hatâsında kaç vecihle iftira var olduğu itiraznamemde ve bu cetvelde kaç yerde ispat edilmiştir.
55: "Hazret-i Ali'nin (r.a.) ilm-i hakikat itibariyle şakirdi olduğumdan, mânevî evlâdı olabilirim" demesiyle kendine atfedilen makamlara liyakatini kabul etmiş görülmektedir.
Bedî' mânâsında olan Celcelûtiye kasidesinde İmam-ı Ali'nin (r.a.) çok cihetlerle Risale-i Nur'a sarahat derecesine yakın işarâtı içinde, Bediüzzaman ismini Risale-i Nur'a vermesinden, bana emaneten verilen o ismi Risale-i Nur'a iade ettiğimi yazmışım. Bununla beraber, "Ben de mânevî âl-i Beytten sayılabilirim" demekten maksadım, bir kısım müçtehidlerin,
b1184.gif
-2- duasında, "Seyyid olmayan, fakat ehl-i takvâ bulunanlar o duada dahildirler" dediklerinden, o umumî duada benim de bir hissem bulunması için ricakârâne bir tevildir. Yoksa, o hatâkârane mânâ hiç hatırıma gelmemiş.
56: Ahmed Feyzi'nin risaleciğinin başında Said'in iki buçuk sayfalık yazısıyla
b1185.gif
-1- âyet-i kerîmesinden ebced hesabıyla "Kürdî" kelimesi çıkarılmış.
Burada benim iki sayfacık yazıma, Ahmed Feyzi'nin hakkımda mübalâğakârane medihlerini kabul ettiğim mânâsı verilmiş, hatâ etmiş. Çünkü benim o mektubum Ahmed Feyzi'nin dikkatini ve ilmini takdirle beraber, hakkımdaki haddimden ziyade hüsn-ü zanlarını cerh ve tâdil için yazılmıştır. Hem âyetin mânâyı işârî tabakasından riyazî ve ebcedî bir tevafukla üstadına karşı bir mânâ çıkarıp, hürmetine bir makbuliyet alâmeti olarak yazmış. Böyle şeylere yanlış denilmez ki, medâr-ı mes'uliyet olsun. Olsa olsa ilmî bir hatâdır; siyasete teması yoktur.
Yine Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur'un müsellem faziletinin bir parçasını kendi üstadına isnad etmesi ve bu zamanın bir hidayet vasıtası olduğunu demesini, medâr-ı mes'uliyet görüyor. Halbuki, herkes sevdiği bir adam hakkında mübalâğakârane ve ifratkârâne medih ve senâ etmekte, örfen, âdeten, ilmen dahi hatâ olmadığı halde, hiç münasebeti olmayan bir sözdür.
1 Ey elbisesine bürünen! (Müzzemmil Sûresi: 1)
2 Onun âilesine ve ashabına selâm olsun.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
57: Böyle acip dâvâlarla belki bir zaman peygamberliğini dâvâ ile hezeyan hali başlamış oluyor.
Bunun bu iftira ve isnat ve hatâsından el'iyazü billâh derim. Böyle hiç kimsenin hatırına gelmeyen ve bizi bilen hiç kimseyi kandırmayan isnatları, elbette kanun, siyaset ve idarenin haricinde bunda dehşetli bir mânâ hükmediyor ki, şeytanın da kimseyi inandıramadığı iftirayı ediyor.
58: İhtiyar Risalesinde "Yedinci Rica" gibi bazı risaleleri halkı devletin aleyhine teşvik edecek harekette ve mâhiyette görülüp, Eskişehir Mahkemesinde mahkûmiyetine karar verilmiş.
Bu da zâhir bir hatâdır. Yedinci Rica ve İhtiyarlar Risalesi, değil sebeb-i mahkûmiyet ve emniyeti ihlâl etmek, belki çok cihetlerle beni zulümden kurtardığı gibi, Eskişehir'deki kanaat-i vicdaniye ile verilen hafif ceza da Tesettür Risalesinin bir meselesi içindir. Makam-ı iddianın dikkatsizliği ve sathîliği ile böyle yanlışlar oluyor.
59: Hüsrev Altınbaş, Türk Harfleri Kanununa aykırı olarak Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar gibi mecmuaları Arap harfleriyle yazmış.
Şimdiye kadar Kur'ân harfleri ve hattı, Türk milletinin hatt-ı kadîmi olduğu halde, Lâtin harflerini Türk harfleri deyip Kur'ân harfleriyle Asâ-yı Mûsâ'yı yazan Hüsrev'i mes'ul etmek birkaç vecihle yanlış olduğunu ehl-i insaf anlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
60, 61, 62, 63: İstinad ettiği hadisler zayıf ve hattâ mevzu olmakla beraber, tevilleri yanlış ve aslı yoktur.
Bütün ümmet bin seneden beri telâkki-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ulemanın başka tevillerle bir derece zaafiyetine hükmettiklerine mukabil, cumhur-u muhaddisîn ve ümmet-i Muhammediye (a.s.m.) kabul ettiği, âhir zamanda gelen bazı hadiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri tevil, yani mümkün bir ihtimal mânâsıyla bu zamanda vukua gelen ve gözle görülen hâdislere tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Faraza o hadîslerden birisi mevzu da olsa, mevzuun mânâsı, "hadîs değil" demektir. Yoksa mânâsı yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inde ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevi tevilâta yanlış diyenler, kaç cihette yanlış olduğu gibi, ümmetin telâkkisine ihanet ve hadîsleri inkârdır. Ve "Süfyana dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur" diyen müddeî hiç hadîs kitaplarını okumadığı, belki Kur'ân'ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel ve İmam-ı Buhârî gibi müçtehidle-rin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir surette ve umumî bir tarzda "Süfyan hakkında hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur" demesiyle haddinden binler defa tecavüz edip büyük bir hatâyı irtikâp etmiş. Farz-ı muhal olarak hadîs de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimaiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş vâki ve hak bir hadise-i istikbaliyedir.
64: İrsiyette kadın ve erkeğin müsâvâtı aleyhinde olduğu gibi, medenî kanunları kabul etmediğinden, inkılâp aleyhinedir.
Otuz sene evvel medenî kanunlara istinad edip Kur'ân'ın bir iki âyetini tenkit eden ve Doktor Duzi'nin kitabını ifsad için neşreden bir iki münafığa karşı bazı âyetlerin cerh edilmez bir tarzda tefsirini şimdi yazılmış gibi telâkki edip medar-ı mes'uliyet etmek, Kur'ân'ın o âyetlerini inkâr etmek hükmünde bir hatadır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
65: Süfyan ve bir İslâm deccalı, Mustafa Kemâl olduğu Beşinci Şuada anlaşılıyor.
Beşinci Şua, küllî bir surette, çok zaman evvel müteşabih bir hadîsin bir tevilini beyan etmesi ve itiraznamemde kat'î cevabı verilmesi, bu zâhir yanlışı ve medâr-ı mesuliyet olması büyük hatâ olduğunu gösteriyor. Eğer mesuliyet varsa, bu ince, küllî mânâyı böyle cüz'î bir şahsa tatbik edip mahkemede teşhir eden kimse mes'ul ve suçlu olur.
66: Şapka fes gibidir. İman ile hiç alâkası yoktur. İman ise tamamen vicdanî ve kalbî olduğunu Said bilmekten âcizdir.
İslâm uleması ve müçtehidleri ve Şeyhülislâmlar, hususan İmam-ı âzam, imanı zedeleyen çok alâmetleri ve harekâtları kaydettikleri halde (hususan şapka ve zünnarın) kütüb-ü kelâmiyede dahi ulemanın, imanın muktezasına münâfi olduğunun ittifaklarına karşı böyle sözleri yazan ne kadar hatâ ve yanlış olduğunu divaneler de anlar. Şapka hakkında itiraznamemdeki beyanat ve Risale-i Nur'daki iman-ı tahkikînin harika hüccetleri, Said'in idrâkinde âcizdir demesini yüzüne çarpar.
67-68: Şapkanın küfür alâmeti ve devam-ı ısrarı da dinsizlik olması üzerinde çok durmaktadır. Şapkanın giyilmemesi için propagandaya ve kendi tabirlerince mücadele ve mücahedeye giriştikleri görülmektedir.
İtiraznamemde dört beş yerinde gayet kat'î bir surette bu yanlışın ne kadar mânâsız olduğunu gösterir.
69: Nur talebelerinin şapka giymeyerek bere giydikleri müşahede edilmiştir.
Nur talebelerinin umumu değil, ehl-i takvâ olanlar, hususan hayat-ı içtimaiye ile alâkası az olanlar lüzumsuz, mânâsız, secdeye mâni olan şapkayı giymediklerini medâr-ı mesuliyet zanneden, kendisi hakikat ve adalet ve maslahat-ı millet nazarında mes'uldür.
70: Şapkanın küfür alâmeti olması ve sayılması bir İmân haline geldiği gibi.
Kırk sene evvel İstanbul ulemasına verdiğim cevabı, mahkemede beyan ettiğim gibi, bütün ulema-i İslâmın istimal ettiği bir tabiri yalnız bana isnat etmek ve bunu da "bir İmân haline geldiği" ile tabir etmek, hem İslâmiyete, hem
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ehl-i ilme, hem bana karşı bir itham değil, divanecesine bir ihanettir. Ona iade ediyorum.
71: Medreselerin ve tekkelerin kapanmasından, ezan ve kamette Allahu ekber denilmemesinden, bunlar âhirzaman alâmetlerinden sayıldığından, inkılâp hareketlerine karşı bir kışkırtmak istediği anlaşılmıştır.
Kırk sene evvel bir iki hadîsin tevilini beyan ettiğimi ve Diyanet Riyasetinin ulemasının yeni icadlarının fetvasına karşı on beş sene evvel yazdığım bir risaleyi reddetmeyip bana ilişmedikleri halde, bu meseleyi şimdi medâr-ı bahsetmek adliye kanunuyla hiç bir münasebeti yok. Makam-ı iddia eski nakaratı tekrar edip, bin dereden su toplamak nev'inde isnad etmesi hem yanlış, hem hatâ, hem de idareye bir zararı muhtemeldir.
72: "Beşinci Şuanın meselelerini herkese göstermek caiz değildir, mahremdir" ihtarını yapmayı unutmamıştır.
Her bahaneyle bizi perişan etmek isteyen gizli düşmanlarımızın şerlerinden tahaffuz ve müddeî gibi sathîce mânâlar verilmemek için, "Bu mahremdir, herkese gösterilmesin" denilmesini bir suç sayıp ve suçunu ikrar ediyor mânâsına çevirmek zâhir bir yanlıştır.
73: Ahmed Feyzi "Bediüzzamanü'l-Kürdî" kelimesini bulmak için iki kere Muhammed (a.s.m.) kelimesinin tevafukunu göstermiş. Acaba Said el-Kürdî, Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya (a.s.m.) benzetilmek mi istenilmiştir?
Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur, Kur'-ân'ın bir tefsiri olmasından ve her vakit Nübüvvetin şeriatını tatbik eden ve veraset-i Nübüvvet ve
b1186.gif
-1- hadîsine istinaden, bîçare Said'i o irsiyette, o Kur'ân hizmetinde, değil bir benzemek, belki sünnete ittibâ etmek mânâsındaki ilmî ve ebcedî istihracını medâr-ı mes'uliyet gören, hem
b1187.gif
-2- mânâsını anlamayan elbette üç cihette yanlış etmiş. Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) güneşinden tereşşuh eden bir zerrecik nuruna mazhariyetini büyük bir saadet telâkki eden Said'in elbette yüz bin derece kendi haddinden tecavüz edip ona kendini benzetmeye çalıştığını söyleyen
1 Alimler peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Buhari, İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî, Mukaddime: 32; Müsned: 5:196.
2 Resûlüllah'ın ahlâkıyla ahlâklanınız.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
divanedir. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâı ve sünnetine iktida mânâsını anlamamış.
74: İslâm tarihinde hiç bir din âliminin Kur'ân-ı Kerîmi ve hadîsleri böyle şahsî fikirlere ve maksatlara âlet ettiği görülmemiş ve işitilmemiştir.
Bunun, bu yanlışında beş vecihle hatâ var. Hem kitapları, ulemayı, tefsirleri görmediğine ve mânâ-yı sarîhî ile, mânâ-yı işârî ve mânâ-yı küllî ile hususî ferdlerin farkını anlamayan bir cehalettir. Necmeddin-i Kübrâ ile Muhyiddin-i Arabî gibi binler ulemaların, küllî hadiselerine, hattâ nefsin cüz'î ahvâline dair âyâtın mânâ-yı sarîhi değil, işârî mânâlarını beyan sadedinde çok yazıları var olduğu mâlumdur. Hem âyâtın mânâ-yı işârî-i küllîsinde her asırda efradı bulunduğu gibi, bir ferdi bu zamanda ve bu asırda Risale-i Nur ve bazı şakirtleri de bulunduğuna eskiden beri ulema mâbeyninde makbul bir riyazî düsturu olan ebced ve cifir hesabıyla bir tevafuk göstermek, elbette hiçbir cihetle âyâtı şahsî fikirlere âlet ediyor denilmez. Ve böyle diyen büyük bir hatâ eder. Ve dekaik-i ilmiyeye ihanet eder.
75: Ehl-i Sünnete göre, İmam-ı Mahfî ve İmam-ı Muntazır akîdesi bâtıldır.
Mehdî hakkında Şiîlerin "On iki imamdan birisi hayatta iken gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak" demelerine mukabil, Ehl-i Sünnetin bir kısmı "İmam-ı Muntazır akîdesi bâtıldır" demişler. Az bir kısım Hanefî uleması da
b1188.gif
demişler. Bunda hem Denizli'deki ehl-i vukufun bir kısmı, hem makam-ı iddia yanlış mânâ vermişler. Her asırda mehdî mânâsına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte, rivayetlerin delâletiyle birkaç mehdi, belki her asırda bir nevi mehdî sâdât-ı Ehl-i Beytten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. Buna hatâ diyen bir kaç cihette yanlış eder.

İsa'dan (a.s.) başka mehdi yoktur. el-Berzenci, el-İşâa' fi Eşrâti's-Sâa': s.112.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
76: Bir kitapta Mehdîye dair hadîslerin kâffesi zayıftır denilmiş.
Hangi mesele var ki, bazı kitaplarda ona ilişilmesin? Hattâ İbn-i Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehâdîsi mevzu dediğini, ulemalar taaccüple nakletmişler. Hem her zayıf veya mevzu hadîsin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve hakikat olabilir.
77: Bunların zayıf ve muztarip olduğunda ittifak vardır. İmam-ı Şâfiî değil mevzuu, mürseli de kabul etmediği halde, Said Şâfiî iken bunları kavl etmesinin hikmeti anlaşılamamıştır.
İttifak olmadığına bin seneden beri ehl-i hadîs ve ümmetçe bu hakikatın devamı kat'î bir delildir. Bu da hatâ içinde bir hatâdır. Hem İmam-ı Şâfiî mürsel ve zayıf hadîsleri ahkâm-ı şer'iyede hüküm çıkarmak için hüccet tutmuyor. Yoksa - hâşâ - ümmetçe kabul edilen hakikatli hadîsleri ahkâmda değil, fezâil-i a'mâlde ve hâdisât-ı İslâmiyede hüccetlerini ve delâletlerini kabul etmiştir.
78: İlm-i gayb Allah'a mahsustur. Hiçbir velî tasarrufat yapamaz ve gaybı bilemez. Hattâ Peygamber de bilmez. Halbuki, bir risalede işârât-ı hadîsiye ile hilâfetin mebde ve müntehâsını göstermiş.
Evet, herkes bizzat gaybı bilmez. Fakat i'lâm ve ilham-ı İlâhî ile bilinebilir ki, bütün mu'cizât ve keramat ona dayanır. Hazret-i İmam-ı Ali'nin işârât-ı gaybiyesinin Risale-i Nur'a işârâtına dair bir risalenin âhirinde
b1189.gif
hadîs-i şerifinin işârâtında birkaç lem'a-yı i'câziyeyi tam vâkıa mutabık güzel bir tarzda ve görenlerin takdirine mazhar olmuş bir beyanı çürük görmek ve itiraz etmek bir cehalet, bir hatâ eseridir.
79-80: Gizli cemiyet kurduğu ve din perdesi altında emniyeti bozmak maksadıyla kitap ve mektupların vasıtalarla gönderilmiş olması.
Üç mahkeme gizli cemiyet noktasında beraat vermesi ve beş on vilâyetin zabıtaları hiç ilişmemesi ve itiraznamemde reddine dair yüz hüccet gösterilmesiyle beraber, böyle on beş sayfada on beş defa tekrarı on vecihte hatâdır.
81: Beşinci Şuanın tevilleri yanlıştır.
Bunun ve sair bütün tenkit ve itirazlarının cevapları, itiraznamemin âhirinde kat'î bir surette zikredilmesinden, kısa kesiyoruz.
Benden sonra hilâfet otuz sene devam edecektir. Müsned, 5:220, 221, 273; Ebû Davud, Sünnet: 8; Tirmizi, Fiten: 48.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt