Türklerde Ordu ve Turan Taktiği

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Turan taktiği
Turan taktiği

Bozkır Türk devletlerinde hemen her Türk savaşçı durumunda olduğundan ve askerliğe hususi meslek gözü ile bakılmadığından, Türk ordusunun, diğer bütün yerleşik ve orman kavimlerdekinden en büyük farkı “ücretli” olmayışı ve daimiliği idi.

Unvan ve rütbelerin sahipleri aynı zamanda, emirlerindeki askeri güçlerin başında, her zaman savaşa hazır kumandanlardı. Merkez orduları, barış devrelerinde, salahiyetli bir başbuğun sorumluluğu altında ( mesela, Batı Hunlarında Onegesius = On-ügez; Gök-Türklerde, Tonyukuk, sonra Kül-Tegin) idi.

En büyük askeri birlik 10 bin kişilik kuvvet idi. Bu birliğe Tabgaçlar, Gök-Türkler ve Uygurlarda “tümen” adı veriliyordu. Tümenler 1000’lere 100’lere, 10’lara ayrılmış ve başlarına ayrı-ayrı kumandanlar tayin edilmişti. Türk tesirindeki yabancı ordularda da görülen bu 10’lu teşkilat ilk olarak Asya Hun imparatoru Mete Han devrinde tespit edilmektedir.

Asya Hunları, Avrupa Hunları, Gök-Türkler devirlerinde, sağ ve sol (veya doğu ve batı) başbuğlarının yüksek idaresi altında eğitilen ve onların emirlerinde savaşlara katılan ordunun bu 10’lu sistem içinde, onbaşılardan tümen başlarına doğru belirli bir kumanda zincirinde birbirine bağlanması, esas karakteri şüphesiz “askeri” olan eski Türk devletini kabilevi ( tribal ) kalıptan kurtarıyor ve hiç olmazsa devletin sahibi bulunan unsuru, disiplin içinde, ortak gayeler etrafında birleştiriyordu. Bu sayede kurulan büyük Türk imparatorlukları aynı zamanda disiplinli ve o çağların en kudretli askeri gücünü meydana getiren ordulara sahip idiler.

Sayıları hakkında, yabancı kaynaklarda mübalağalı rakamlar verilmekle beraber, yine de kalabalık olduğu muhakkaktı. Mamafih Türkler zamanın müşkil şartları içinde dahi yiyecek ve malzeme ikmallerini kolayca yapmak çarelerini bulmuşlardı. Başka orduların gerisinden binlerce baş sığır sürüleri sevketmek zorunda kalınırken, Türkler yiyecek ihtiyaçlarını et konservesi diyebileceğimiz hazır kumanya ile karşılıyorlardı. Konserve et, Çin’de ve Avrupa’da ortaya çıkmasından en aşağı 500-1000 sene önce Türklerce biliniyor ve bazı Latin yazarlarının Hunların çiğ et yediklerinden bahsetmeleri, eğerlere bağlı çantalarda taşınan bu kurutulmuş et konservesini (bugünkü pastırma) tanımamalarından ileri geliyordu.

Her çağın, tekniğine göre, en tesirli silahlar ile donatılan Türk ordularında (Mesela, Sabarlar’da “görülmemiş savaş aletleri”, Kumanlar’da, neft atan yangın mermili mancınıklar) başlıca silah ok ve yay idi. Türkler at sayesinde süratli ve seri manevra kabiliyetine sahip oldukları için uzaktan savaşı tercih ederlerdi. Çeşitli yayları vardı. Bunlardan gerilmesi en güç, fakat vuruculuğu en fazla olanı çift kavisli ve refleksif yaylardı. Oklar da çeşitli idi. Bunlar arasında da, Hunlar’ın yaptığı ve ilk defa Mete zamanında kullanıldığı bilinen ıslıklı (veya vızıldayan) oklar en korkunç olanı idi. Türkler dörtnala giden at üzerinde dört istikamette ok atmakta mahir idiler.

Düz, yivli veya çengelli temrenler (ok-uçları) kullanan Türkler iyi kement atmasını da bilirlerdi. Yakın muharebede kargı, mızrak, süngü, kalkan ve kılıç kullanan Türkler, birliklerine göre değişen renklerde bayraklar taşırlardı. En yaygın Türk bayrağı tuğ (başında bir demet yaban sığırı kuyruğunun dalgalandığı ve ipek kumaş parçasının asılı bulunduğu sırık bayrak) idi. Ayrıca çeşitli bayraklar vardı.

Savaş meydanlarında süvariler, atların renklerine göre, belirli kanatlarda mevki alıyorlardı. (M.Ö. 201’de Çin imparatoru Kao-ti’yi kuşatan Mete’nin savaş nizamı böyle idi). Bunun dört kozmik cihetle ilgili olduğu ileri sürülmüştür.

Okçu süvarilerden kurulu Türk savaş birlikleri at sayesinde sağladıkları sürat sayesinde, ( Türk ordularının “fırtına sürati” M.Ö. Çin yıllığı Shi-ki’de, Latin yazarı IV. asır 2. YarısıA. Marcellinus, Bizans tarihçisi Priskos ve Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos’da belirtilmiştir ), sıkı saflar teşkil eden, ağır hareketli ve kütle savaşı yapan yabancı ordular karşısında daima üstünlük sağlamakta idiler.

Türk birlikleri savaşın ve muharebe sahasının icaplarına göre, aldıkları emri icrada kendi insiyatiflerini kullanmakta tam serbestlik içinde mütemadiyen dağılırlar, birleşirlerdi. Bozkır savaş şeklini bilmeyenlere “nizamsız ve telaşlı” gibi görünen bu akıcılık Türk ordularının en büyük avantajı idi. İşte bu esas üzerine kurulu Bozkır muharebe usulünün iki mühim hususiyeti vardı: Sahte ric’at ve pusu. Yani kaçıyor gibi geri çekilerek düşmanı çembere almak üzere, pusu kurulan mahalle kadar çekmek. Bu savaş usulüne, Türk yurdunun kadim adından dolayı “Turan taktiği” denilmektedir. Türkler kazandıkları büyük savaşların çoğunda bu taktiği tatbik etmişlerdi (Hatta daha sonraki çağlarda bile: 1040 Dandanakan, 1071 Malazgirt, 1396 Niğbolu, 1526 Mohaç vb bu taktik kullanılmıştır.)

Fertleri bir askerlik havası içinde yetiştiren bozkır Türk halkına bu sürekli başarıları sağlayan başlıca hususlardan biri, aynı zamanda savaş hazırlığı vasfında olan, daimi spor hareketleri idi. Ata binmek, ok atmak herkesin tabii meşgalelerinden idi. At yarışları, cirit, gülle atma, güreş, doğancılık (yırtıcı kuşlarla avlanma) vb. mücadele azmini keskinleştirirdi.

Kadınların da iştirak ettikleri çeşitli top oyunları (futbol, golf ve polo’ya benzer nevileri) Hunlar’dan beri Türkler arasında oynanmakta olup Gök-Türkler çağında Çin’e de yayılmıştı. Fakat Türklerin en mühim sporu avcılıktı. Bilhassa vahşi ve zararlı hayvanın avı ile sonuçlanan sürek avları gerçek bir savaş manevrası mahiyetini taşıyordu.

Çin kaynaklarına göre M.Ö. 62 yılında Hun hükümdarının idaresinde tertiplenen böyle bir sürek avına 100 bin süvari katılmıştı. Diğer bir sürek avında 700 li’lik (aş. yk. 350 kilometre) bir çevre kuşatılmıştı. Altaylar’da çok eskiden beri bilinen kayakçılık, bazı araştırıcılara göre, oralardan her tarata yayılmıştır.

Bu suretle sağlamlığını ve kudretini koruyan Türk orduları yabancılar tarafından ilk taklit edilen Bozkır müessesesi olmuştur. Türk akınlarına karşı imparator Şi-huang-ti’nin inşa ve ikmal ettirdiği (M.Ö. 214) meşhur Çin şeddi maksada kafi gelmeyince, orduda ıslahat hızlandırıldı. Önce, 20 sene uğraşılarak, Hun usulünde 163 bin kişilik bir ordu hazırlandı. Daha sonra da 300 bin kişiyi Hun usulünde yetiştirdiler.

Atlı birlikler teşkili yolu ile Türk silahları, bozkır Türk süvari elbisesi olan ceket, pantalon ve Hun başlığı ile çizme Çin’e girdi. Sürek avları da orada görülmeye başladı ve bu ıslahat ve taklitler Gök-Türkler çağında da devam etti.

Romalılar da 5. yüzyıl boyunca ordularını Türklerinkine uydurmaya çalıştılar. O zamanlardan itibaren yay Roma askerlerinin baş silahı oldu (İngiltere’nin Wales bölgesinde bulunan Romalıların Hun tarzında yay imalathanesi). Bu suretle ceket, pantolon da ilk defa Batıda göründü ve sonra yayıldı.

Romalılar gömlek giymesini de o sırada Türklerden öğrenmişlerdi. Türk süvariliği ve teçhizatı en çok tesirini Bizans’ta gösterdi. Orada yalnız taklit ile kalınmamış, bizzat imparatorlar tarafından bu hususta eserler de yazılmıştı.

Ordusunda Türk usulüne göre geniş islahat yapan imparator Herakleios (ölm. 641)’un “Tactica” adlı eserinde, 700 yılına doğru Mauriacus tarafından yazılan “Strategikon” adlı eserde, diğer imparator Leon Phyiosophos (ölm. 912)’un yine “Tactica” adını taşıyan kitabında Gök-Türk, Avar, Bulgar, Peçenek, Türk (Macar)’lerin silahları, teçhizatı, savaş usulleri tanıtılmakta ve Bizans ordusunda islahat lüzumu belirtilmektedir.
Üzengi de Avrupa da ilk defa Avarlar’da görülmüştür.

Ruslar daha Kiyef knezliği devrinden itibaren Hazar, Peçenek ve Kuman tesirinde, Balkan Slavları, Tuna Bulgarları aracılığı ile hem eğitim, hem teçhizat yönlerinden Türk tarzında askeri güçlerini meydana getirmişlerdi. Cengiz Han da, 1206’da “han” ilanını müteakip devletini teşkilatlandırırken, önce ordusunu Türk usulünde düzenlemiş, yani rütbe hiyerarşisi yerine kabile ünitesi ve hizmetin çeşidine göre kuvvet mevcudu değişen eski Moğol adetini terk ederek, onbaşısından tümen beğine kadar kendi kabilesi (Manghol = Moğol) Noyan’larından ve nö-kör’lerinden tayin ettiği 10’lu sistem üzere büyük ve disiplinli ordusunu kurmuştur.

Buraya kadar ana çizgileri ile görüldü ki: Özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık; hükümranlık karizma’ya dayanmakla birlikte töre hükümlerinde ifadesini bulan zımni anlaşma (kanuni meşruiyet), askeri karakter, hayvancılık ve imperium Bozkır devletinin özellikleridir. Bu devlette en mühim mesele, İl’in bütünlüğünü korumak için zaruri kanun mevzuatının, gelişmiş hürriyet eğilimi ile bir ahenk içinde tutulmasını sağlamaktı. Bu son derecede güç bir işti.

Töre sınırlamaları ile şahıs hak ve topluluk menfaatlerinin çatışmasını önleyerek sosyal düzeni yürütebilmek yüksek idare kabiliyeti isteyen bir husustu. Devlet başkanının, cesareti ve askeri bakımdan kifayeti yanında tedbirli, ihtiyatlı ve ileri görüşü, yani eski deyimle “hakim” olması da gerekiyordu. Tatbikatta bu, gördüğümüz gibi, Türk ülkelerinde umumiyetle daima yeni şartlara göre düzenlenen törenin tam olarak yürürlükte tutulması, imparatorluk durumunda ise toplumda halkı tedirgin etmeyen sosyal ve kültürel alışkanlıkların muhafaza edilerek, ancak huzur bozucu uygulamaların ortadan kaldırılması şeklinde tecelli ediyordu. Töre’nin hakim bulunmadığı yerde Türk İl’i dağılıyor, diğer taraftan İl-hakanlıkların çöküş anlarında, kendi geleneklerine dokunulmayan, yabancı kütleler birer toplum bütünü halinde tekrar ortaya çıkıyorlardı.

“Hakim” tabiri eski Türkçenin köklü kelimelerinden olan “bilge” sözü ile karşılanmıştır. Türk İl’inde başarıya ulaşan Türk hükümdarlarına devlet adamı ve hatta hatunlara “bilge” sıfatının verilmesi, bilgeliğin Türk idarecilerinden istenen başlıca şart olduğunu gösterir.

Türkler uzun bir tarihi hayatın tecrübeleri ile kazandıkları bu siyasi terbiye sayesinde, yabancı ülkelerde de karşılaştıkları sosyal ve iktisadi güçlükleri yenerek, kütleleri memnun edici siyasi teşkilatlar kurmaya muvaffak olmuşlardır. Başarının sırrı, Türk bozkır siyaset anlayışındaki, halk ile işbirliği halinde topluluk menfaatlerini koruma prensibinden ibaret bu “bilgelik” kavramında aranmalıdır. İşaret edilen prensip, aynı zamanda, “Türklerde devlet toprakları hükümdar ailesinin ortak malıdır” şeklindeki kanaatin yanlışlığını ortaya koyar. Bu tarz, tipik Moğol devlet anlayışıdır ki, Türk ile Moğol’ birbirinden ayırmayan bazı araştırıcılar tarafından Türklere yakıştırılmış ve yaygınlaşmıştır. Türk Devletinde ki, açıklamaya çalıştığımız ülke kavramı ve meşrutiyet telakkisi (kut) karşısında, hanedan mensuplarının çeşitli bölgelere tayinleri, yurt’u şahsi mülk sayarak bölüşme değil, idari sorumluğu ortaklaşa yüklenme olarak kabul edilmek gerekir.

Tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren Türkler, bilhassa orduya ve eğitime önem vermişler, bu ordular sayesinde tarihte devletler, imparatorluklar ve hatta cihan imparatorlukları kurmuşlar, hak ve adaletin savunucusu olmuşlardır. Bu orduların en önemlisi Kara Kuvvetleri dediğimiz kara ordusudur.

Kara Kuvvetlerinin vazifesi, düşmanı saldırıdan caydırmak, saldırıları tesirsiz hale getirmek, mümkünse yok etmek ve milli menfaatin gözetilip sağlanmasında gereken harekatı yapmaktır. Türk Kara Kuvvetlerinin teşkilatlı bir şekilde kuruluşu, Büyük Hun İmparatorluğunda, Mete zamanında M.Ö.209 senesinde olmuştur. Bu tarih, Türk Kara Kuvvetlerinin ilk kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir. Türkler kendi yaptıkları sapan, ok, yay, kargı ve topuzu savaşlarda kullanırlardı. Genel olarak Türk kuvvetlerinde itaat, disiplin, savaşma azmi çok yüksek olup çocuklar küçük yaştan itibaren asker olarak yetiştirilirlerdi. Ata binmek, ok atmak herkesin en tabii haklarındandı. En önemli sporları ise avcılıktı, bilhassa sürek avları hakiki bir savaş manevrası özelliğini taşırdı.

Hükümdar aynı zamanda ordunun başkomutanıydı. Bu durum, Osmanlılar dahil bütün Türk devletlerinde hiç değişmemiştir. Eski Türk devletlerinde en büyük rütbe Kağnlık olup, sonra Yabguluk rütbesi gelirdi. Komutanlara tuğ verilir, savaştaki başarısına göre rütbesi ve tuğu arttırılırdı. Türk ordusu onluk sisteme göre teşkil edilirdi. Birlikler on, yüz, bin ve tumane (toman, tümen) denilen on binlik de binliklere bölünürdü. Bunların komutanlarına Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı, Tumanbaşı, Tomanbey veya Tümenbeyi denilmektedir.

İslamiyetten sonra Orta Asya Türk devletleri ve Anadolu Selçuklu Devleti ile Beyliklerin askeri teşkilatı Mete devrinden beri süregelen askeri teşkilatın aynıdır.

Selçuklular bu askeri teşkilatı aynen kendi bünyelerinde tatbik edip geliştirmişler ve 800 yıla yakın bir zaman İslam dünyasında askeri ve mülki idarelerin tanziminde örnek olmuşlardır.

Selçuklu orduları, özel bir eğitime tabi tutulup doğrudan doğruya sultana bağlı “Gulaman-ı Saray” ile her an savaşa hazır “Hassa ordusu”, meliklerin, sahnelerin askerleri ve nihayet tabi hükumetlerin kuvvetlerinden oluşmaktaydı. Ayrıca gerektiğinde halktan ücretli asker toplanırdı.
Karahanlı, Türkmen beylikleri ve başlangıçta Anadolu Selçuklu orduları Türklerden kuruluydu. Gazneli ordusunda ise yerli unsur büyük çoğunluk teşkil ediyordu. Selçuklular savaşta ordunun moralini yükseltmek için nevbet ve cenk takımları kurmuşlar, bilâhare bu takım Osmanlılarda mehter takımlarına dönüştürülmüştür.

Selçuklularda bir tuğ Onbaşı (Ortakbaşı-Vişak başı); iki tuğ Çavuş (Serheng-Ellibaşı); üç tuğ Yüzbaşı (Haylı); dört tuğ Binbaşı (Hacip veya Hadim); beş tuğ Emir (General); altı tuğ Sipehsalar veya Beylerbeyi; yedi tuğ Hükümdar (Başkomutan) rütbe işaretleridir. Bütün askeri işler merkezdeki Dîvan-ı Arz denilen divanda görüşülürdü.

Osmanlı Devlet teşkilatında ordu; Orhan Gazi (1326-1359) devrinde aşiret kuvvetlerinden daimi orduya geçildi. Ordu; Kapıkulu Ocakları, Eyalet askerleri ve geri hizmet kıtalarını meydana getiren Yayalar-Yörükler, Müsellemler, Conbarlardan meydana gelirdi (Bkz. Kapıkulu Ocakları). Eyalet Askerleri, Timarlı Süvari, Azaplar ve Akıncılardan teşkil edilirdi. Birinci Sultan Murad Han 1363’te Yeniçeri Ocağını kurdu.

Osmanlı ordusunda Sultan Üçüncü Selim Han (1789-1807) devrinde askeri ıslahatlar yapıldı. Yeniçeriler yeni silah kullanmayıp, değişik elbiseleri kabul etmediğinden devrin usulünde Nizam-ı Cedid ordusu kuruldu. Fakat yeniçeriler isyan edince kaldırıldı. Yeniçerilerin, 18 ve 19. yüzyıllarda disiplinsizlikleri iyice artınca Sultan İkinci Mahmud Han (1808-1839), 17 Haziran 1826’da bu ocağı kaldırıp, 20 Haziran 1826’da Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunu kurdu. Yeni ordunun mevcudu Sultan İkinci Mahmud Han devrinde 188.000’e çıkarıldı. Sultan Abdülmecîd Han (1839-1861) devrinde 1843’de altı ordu kurulup, askerlik müddeti beş yıla yükseltildi. Sultan İkinci Abdülhamid Han (1876-1909) devrinde Kara Kuvvetlerinin ihtiyacı olan subayları yetiştirmek üzere askeri ortaokul ve liselerin yanında İstanbuldakine ilaveten Harp Okulu sayısı yediye çıkarıldı. 1887’de Topçu teşkilatı genişletildi. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanı ile Kara Kuvvetlerinde değişiklikler yapılmak istenmişse de Trablusgarp ve Balkan Harpleri neticesinde muvaffak olunamadı. Birinci Dünya Harbinde yedi cephede kahramanca mücadele eden Kara Kuvvetlerinin mevcudu Mondros Mütarekesi sonunda 1919’da 50.000’e indirildi. Türk İstiklal Harbinde Kara Kuvvetleri sekiz kolordu, yirmi piyade tümeni haline getirildi.

Osmanlı ordusunda kullanılan rütbeler ve kabul tarihleri:

Erbaş ve erler: Er, Onbaşı, Çavuş.
Küçük zabitler (Astsubay): Bölük Emini (1828), Çavuş, Başçavuş (1828).
Subaylar: Mülazim-i Sani (Teğmen, 1793), Mülazim-i Evvel (Üsteğmen, 1828). Yüzbaşı, Tabur Kâtibi, Sol Kol Ağası (Kıdemli Yüzbaşı, 1828), Sağ Kol Ağası (Ön.Yüzbaşı, 1828) Alay Emiri (Yüzbaşı. rütbesinde).
Üst subaylar: Binbaşı, Baş Binbaşı. (1793), Kaymakam (Yüzbaşı, 1831), Miralay (Albay, 1828) Paşalar (Generaller): Mirliva (Tuğgeneral 1831), Ferik (Tümgeneral. 1831), 2’nci Ferik (Korgeneral, 1908), 1’inci Ferik (Orgeneral. 1904) Müşir (Mareşal, 1832).
 

romeo

Yeni Üyemiz
http://www.bilgiustam.com/resimler/2011/09/622-turan.jpg

Türkler zorlu doğa koşullarında yaşamaktaydı. Bu yüzden bu doğa koşulları Türk insanını güçlü yapmıştı. Türkler tarih boyunca bir çok savaş yapmıştır. Bu savaşların birçoğunda uyguladığı taktikler sayesinde düşmanlarını bozguna uğratmıştır. Uyguladıkları bu taktiklerden bazılarına “Kurt Kapanı” veya “Turan Taktiği” denilmektedir.Kurt Kapanı ya da Turan Taktiğinin nereden geldiğini inceleyecek olursak;

Bilindiği gibi kış aylarında özellikle dağlarda yaşayan hayvanlar yiyecek sıkıntısı çekmektedir. Dolayısıyla uzun bir süre aç kalmaktadırlar. Kurtlarda aç kalan hayvanlardan biridir.Ancak kurtların çok kurnaz bir taktiği vardı. Kurt sürüsü kendi aralarında 2 gruba ayrılmaktaydı. İlk grup kendini biraz riske atan fedai gruptu.İkinci grup ise pusuda bekleyen gruptu.1. grup az bir sayıyla köpeklerin yerleşim yerlerine saldırır ve köpekleri kışkırtırdı. Az bir süre dalaştıktan sonra yeniliyor gibi yapıp kaçmaya başlardı. Fedai kurt grubunun kaçtığını gören köpekler hemen arkasından saldırırdı. Ancak yerleşim yerlerinin dışında onları büyük bir sürpriz beklemekteydi.Hilal şeklinde dizilmiş olan pusuda bekleyen ve sayıları çok olan 2. grup köpekler hilalin içine tamamen girince pusu grubu hilalin uçlarını kapatur ve çember içindeki köpeklere saldırır. Ve köpekleri parçalayarak karınlarını doyururlar. Bu taktiğe eski türkler Kurt kapanı, Turan Taktiği, Kıskaç Muhaberesi, ya da Hilal Taktitği demektedir

Kurt oyununun savaşlarda uygulanabilmesi için ordunun hızlı manevraya ve yetenekli okçulara sahip olması gerekmektedir. Roma İmparatoru Sezar bunu denemiş ama ordusuna başarıyla uygulatamamıştır. Türkler yaptığı çoğu savaşta düşmandan az sayıda olmuştur. Savaşı kazandıran yaptıkları taktikler olmuştur.

Türklerin Turan (Kurt Kapanı ) Taktiği Uyguladığı Bazı Savaşlar:

1-Malazgirt Meydan Savaşı
2-Mohaç Meydan Savaşı
3-Kurtuluş Savaşının Bazı cephelerinde

Sakarya Savaşındaki Taktik

Mustafa Kemal ‘in uyguladığı bir taktiktir. Savunma taktiği olarak dünya literatüründe yerini almıştır. Atatürk ” Hattı müdafaa yoktur,sathı müdafaa vardır” sözleriyle başlayan bu taktikte yanındaki birliğin çekildiğini görsen bile ona tabi olmayıp bulunulan yerde mevzi sonuna kadar savunulmaktadır. EY TÜRK YAŞAMAK İÇİN SAVAŞ...

''Yeryüzünde savaşta sorumluluk lâ’netine uğramayan tek kavim Türklerdir. Yurtseverlik, her kavmin takdir ettiği, bütün insanlığa şamil bir meziyettir.

Bilhassa bu duygu Türk’lerde çok kuvvetlidir.''

Basralı Câhiz : Risale(IX.yy)

Türkler sert doğa koşullarının verdiği gücün yanı sıra, giriştikleri mücadelelerde uyguladıkları Kurt Kapanı veya Turan Taktiği ile galip gelmişlerdir. Düşmanları bunu bildiği halde, her seferinde aynı tuzağa düşmekten kurtulamamışlardır

Kurt Kapanı, Turan Taktiği veya Kıskaç Muharebesi’nin özellikleri şöyledir:

Kurtların aç kaldıklarında, özellikle Kış aylarında uyguladıkları bir avlanma taktikleri vardır. Buna göre kurt sürüsü iki kümeye ayrılır. Birinci küme fedai kümesidir; ikinci küme ise pusu kümesi. Fedai kümesi köpeklerin bulunduğu yerleşim yerine girer ve köpeklere saldırır. Biraz mücadele verdikten sonra fedai kümesi, yenilmiş gibi davranıp kaçmağa başlar; köpekler de kurtların ardından onları kovalamağa başlarlar. Ama köpekleri bir sürpriz beklemektedir. Çünkü asıl ve kalabalık topluluk olan pusu kümesi, onları yerleşim yerinin dışında beklemektedir. Pusu kümesi hilal biçiminde dizilmiş ve iyice gizlenmiştir. Fedai kurtlar, köpekleri kurnazca bu hilalin ortasına çekerler. Köpekler hilalin içine tümüyle girince, pusu kümesi, hilali uçlarından kapatır ve köpekler bir çember içine alınmış olur. Artık köpeklerin kurtuluş umudu yoktur; zafer kurtlarındır ve karınlarını doyurmak için avlarını parçalarlar.

Eski Türkler, kurtlarda gördükleri bu oyunu bir savaş manevrası durumuna getirmişler ve yaptıkları birçok savaşta kullanmışlardır. Bu savaş manevrasına ''Kurt Kapanı'', ''Hilal Taktiği'', ''Turan Taktiği'', “Kıskaç Muharebesi” gibi adlar verilir.

Tarihi kayıtlar incelendiğinde, Roma imparatoru Sezar'ın, sahte geri çekilme ve pusuya dayalı Kurt Oyunu'nu Asya'lı göçebe savaşçılardan öğrenip uygulamağa çalıştığı anlaşılmaktadır. Fakat Roma ordusunun, Türk ordusu gibi süvariliğe dayanmayıp piyade ağırlıklı olmasından ve Roma ordusunda okçuluğa verilen önemin az olmasından ötürü, Roma ordusu Kurt Oyunu'nu uygulamakta yetersiz kalmıştır. Çünkü Kurt Oyunu hızlı bir manevra yeteneği ve yüksek okçuluk kabiliyeti gerektirir ki, bu da o zamanlar ancak atlı birliklerle sağlanabilirdi.

Türkler, zamanımıza kadar birçok savaşta (Malazgirt Meydan Savaşı, Mohaç Meydan Savaşı, Kurtuluş Savaşı'ndaki bazı çarpışmalar; Hun, Kök-Türk, Avar ordularının yaptıkları savaşlar...vb) bu taktiği maharetle uygulamışlardır. Zaten Türkler, yaptıkları savaşların hemen hemen tümünde düşmandan sayıca az bulunmuşlardır. İşte sayıca az Türk ordusunun kalabalık düşman ordularını alt etmesinin arkasında yatan sırlardan biri kurtlardan alıp uyguladıkları bu savaş taktiğidir

Çağlar boyunca bu taktikle, Dünya Savaş Tarihine geçen zaferler kazanan Türkler, l683 II.Viyana Kuşatması’ndan sonra başlayan gerilemeye paralel olarak Kanije, Plevne, Çanakkale ve Sakarya’daki Savunma Savaşlarında da, Câhiz’in yukarıdaki görüşüne uygun olarak, destanlar yaratmışlardır. Sakarya’da Mustafa Kemal’in uyguladığı son savunma taktiği de Dünya Savaş Literatürüne girmiş, farklı bir yöntemdir.

''Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.”

Yedekleriyle beraber bu buyruğu yerine getiren Türk Ordusu, sonuçta düşmanı geri püskürterek Sakarya Zaferini kazanmıştır.

Sakarya Zaferinin ardından, yurdu tamamen düşmanlardan temizlemek için, SAD PLÂNI doğrultusunda bir yıl süren hazırlıklardan sonra, Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922’de başlatılarak, 9 Eylül’de düşmanın denize dökülmesiyle sonuçlanmıştır.

SAD PLÂNI

Osmanlıca’daki SAD harfinin şeklinden yararlanılarak hazırlanmıştır. ? Sad harfinin kuyruk kısmına süvariler(düşmanın kaçış yolunu kapatmak için), güneyine I.Ordu, doğusuna II.Ordu yerleştirilerek, düşmanın sarılarak yok edilmesi kararlaştırıldı. Savaş saldırı ve sarma harekâtı olarak düşünülmüş, hazırlanan plan başarıyla uygulanmıştır.

Yunanlılar Ağustos 1921'de Sakarya muharebesinde mağlup olarak Menderes Vadisi-Afyon-Eskişehir-Bursa hattına çekilmişlerdi. Yunan ordusu yaklaşık 700 km.'lik bu cephe üzerinde bir yıl boyunca savunma hazırlıklarını ikmal etmişti. Yunan Genelkurmayı savunma planını, Türk ordusunun Afyon'un kuzeyinden sıklet merkeziyle taarruz edeceği tahminine göre yapmıştı. Bu sebeple kuvvetlerinin büyük bir bölümü Afyon, Döğer hattında tertiplenmişti. Türk ordusunun Afyon'un güneyinden taarruz edeceği hiç hesaba katılmamıştı.

Plâna neden SAD harfinin konduğunu herkese sordum, ama doyurucu cevap alamadım. Büyük Taarruz’un plânını tahtaya çizerken, karşıma SAD harfi çıkınca, Atatürk ve silah arkadaşlarının büyüklüğünü bir kez daha anladım. Bilinen taktiklerden farklı bir yol izlenmiş, SAD harfinin hem şekli, hem de simgelediği saldırı-sarma sözcüklerine göre savaş plânı hazırlanıp, başarıyla uygulanmıştır.

Şimdi “Cüneyt Hoca bu konu nerden çıktı,neden yazdın bu yazıyı diye soracaksınız değilmi?”

Ortaokullarda,Liselerde okuduğunuz kitaplarda bile yazar mutlaka okumuşsunuzdur,Büyük TÜRK Milleti hiçbir zaman savaşmadan huzur bulmamışlar ve vatanlarını koruyamamışlardır,ama gerçekten savaştıkları zaman da, sadece vatanlarında değil bulundukları coğrafyada,hatta dünyada,huzuru,adaleti ve saadeti hakim kılmışlardır,TÜRK savaştığında dünya huzur bulmuştur,O sebeple TÜRK Devlet yöneticilerine düşmanları bile,”Tanrı’nın Kılıcı,Allah’ın Ordusu,İslam’ın Sancaktarları,BOZKURT” gibi sıfatlar verilmiştir

Savaşarak sırtını yere getirdiği ve bozguna uğrattığı düşmanlarının yenilmelerine rağmen övgü ve saygı ile bahsettiği bir başka millet varmı sorarım size…

EY TÜRK

Görüyorsun artık,Dünya ve Vatan olarak üzerinde durduğun coğrafya ve çevresinde,oluk oluk kan,gözyaşı ve acı var,SAVAŞMA vaktin geldi Ey TÜRK,SAVAŞACAKSIN,YAŞAMAK ve YAŞATMAK İÇİN SAVAŞACAKSIN,Yüce YARATAN seni Dünyaya adaleti,huzuru ve saadeti sağlamak üzere gönderdi,en son 80 yıl önce kınına koyup,evinin duvarına astığın kılıçlarını yerinden çıkarma vaktin geldi.

Ey TÜRK,bilesin ki;

“Gecenin en karanlık vakti,tan atımının en yakın olduğu andır,

Ve Bir gece…

Tan atarken yüce Tanrı Dağından

KÜRŞAD’ın gür sesi duyulacak

Atlar VEY ırmağında sulansın

Güneş doğduğu yerde karşılansın

Emri tekrar edecek,Gök,Toprak,Deniz

BOZKURTLAR uluyacak bütün ANADOLU’dan

BİZDE SİZDENİZ,BİZDE SİZDENİZ…”

Ey Dünyaya kin,nefret,adaletsizlik,kan ve zulüm tohumları ekenler,kim olursanız olun,nasıl ve ne çeşit kuvvetlere sahip olursanız olun,isterseniz Dünyanın tamamı sizin olsun herşeyiyle

Şunu biliniz ki

“Üstte mavi gök göçmedikçe altta yağız yer göçmedikçe, TÜRK Milletini asla ve asla yok edemeyeceksiniz”

Şark Meselesi adı verdiğiniz tek mesele aslında biziz, TÜRK MİLLETİ

Çinli oldunuz denediniz Ergenekondan çıkarak,KÜRŞAD olarak cevap verdik

Haçlı ordusu oldunuz,denediniz 9 sefer yaptınız,ellerinizdekileride kaybettiniz,size göre konstantiniye olan en kutsal yerinizi aldık “İSTANBUL” yaptık hala içinizde bir uhdedir değilmi?

Ayanlar ile,Kapitülasyonlar ile,Tanzimat Fermanları ile zayıflattığınızı sandığınız bu necip millete “ Sevr Antlaşmasını” dayattınız,ne oldu?

Dumlupınar’da,Çanakkale’de,Kocatepe’de gününüzü gördünüz,Hala unutamadınız değilmi,Seyit Onbaşı’nın “Queen Elisabet Kruvazörü’nü”bir tek top mermisi ile nasıl denizin dibine gömdüğünü,Başkomutanlıkta,Kocatepe de,Generalleriniz canlarını çok çok zor kurtardı,binlerce askeriniz,toplarınız,tüfekleriniz,mitralyözleriniz hala bizim elimizde bizim topraklarımızda,hatta biz onları artık bizim bağrımızda yattıkları için evladımız yaptık,söyleyin bakalım siz bunu yapabilirmisiniz hala,göğüs göğüse çarpışıp hayatına son verdiğiniz hangi düşman askerlerinin ailelerine “onlar artık bizim evlatlarımızdır,bize emanettirler” diyebildiniz,cephede yaralanan düşman askerini hanginiz yaşasın diye sırtınızda mavzer olduğu halde,yaralı olduğunuza bakmadan kucağınızda taşıdınız?

Hanginizin Lideri ve Kurtarıcısı,Vatanından kovduğu ülkenin bayrağı yerde dururken,”Bayrak bir milletin onurudur,düşman ülkenin bayrağı bile olsa,biz yalnız vatanımız için savaştık,hiçbir milletin onuruyla oynanmaz,kaldırın bu bayrağı” dediniz?

ŞUNU İYİ BİLİN EY ZAMANIN ÜZERİNE,KAN,GÖZYAŞI,KİN VE ATEŞ DÖKEN EFENDİLER,HANIMEFENDİLER...

“GELECEK BİN YILDA BU COĞRAFYADAYIZ”

HİLAL TAKTİĞİ (TURAN TAKTİĞİ,KURT KAPANI)’NİN ARKA PLANINDAKİ RUH BUDUR

VE HEP BU RUH YÜZÜNDEN SİZ BU TAKTİKLE GİRDİĞİMİZ HER SAVAŞTA (EN SONU BÜYÜK TAARUZ’DUR) SİZİ ENSENİZDEN TUTUP YERE VURUYORUZ…

VE YİNE VURMAYA BAŞLAYACAĞIZ,HATTA BELKİDE BAŞLADIK BİLE…

KAÇIN BİZ GELİYORUZ…
turan-taktigi_307105.png



 
Üst Alt