Alkarısı İnanmaları ve Bilim

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Al karısı
Al karısı
ALKARISI İNANMALARI

“Anadolu İnançlarının Halk Hekimliğine Etkileri”

Halk inanmaları bilimin ve teknolo*jinin sunduğu tüm akla uygun açımlamalara ve çözümlere rağmen geçerliliği*ni, inanma durumunu korumaktadır. Kuşaktan kuşağa aktarılan inanmalardan biri de Alkarısı inanmasıdır. Ülkemizin değişik bölgelerinde, yörelerinde bu inanmayla karşılaşmaktayız. Dünyanın doğusunda ve batısında da benzer veya inanmayı çağrıştıran anlatılarla karşılaşıyoruz. Çalışmamızın amacı, ül*kemizdeki bu inanmanın, izini yeniden sürmek, inanmanın bilimsel gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü araştırmaktır. Türk halkı inanmalarını derleme düzeyinden çıkarmak, inanmaların gerçekçi bilimsel çözümlemelerini, tıbbın ve psikolojinin verileriyle sağlayarak bir örnek denemesi yapmak, Türk halk bilimcilerinin dikkatine sunmaktır.

ALKARISI İNANMALARI

Anadolu’nun kimi bölgelerinde, yeni doğum yapmış loğusa kadınlara görünen, onların korkmasına, hasta olmasına, hatta ölmelerine neden olan kötü bir cin vardır. Bu cin yeni doğmuş bebeklere de zarar verir. Bu cinin değişik adları olmasına rağmen alkarısı ve albasması adı en yaygın olanlarıdır.

Erzurum’da, Alkarısı, Malatya’da, Hıbilik, Bingöl’de Kapoz, Elazığ’da Hafdar, Gaziantep’de Tepegöz adıyla da bilinmektedir. (Karabaş 1999 :402) Ağrı’da kırklı kadınların birbirleriyle görüştürülmemesiyle ilgili inanç vardır. Yeni do*ğum yapan kadın ile kırk gün içinde doğum yapmış kadın görüştürülmez. Doğum yapmış kadının kırkı sonra doğum yapan kadının üzerine geçer. Bu durum çocuğu ve anneyi etkiler, anne sütten kesilir. Görüşme gerçekleşmiş ise sütü k*silen anneye; beyaz şarap, buğday ve tuz ateşe atılır, hasta kadın ateşin dumanı ile tütsülenir. (Emine Polat: Ağrı merkez, 68 yaşında, okumamış)

Siirt, Batmam, Bingöl, Diyarbakır gibi yerlerde benzer anlatımlar; Pirevok, pirabok, piraboçik, pirhevok adıyla bilinen dişi bir cadı-cin etrafında toplanıyor. Pirhevok, zarar vermek istediği kişi tarafından göğsüne veya ensesine iğne gibi sivri bir cisim batırılarak esir edilebilir. Zararlı gücünü yitiren bu yaratık, eli bereketli, hamarat bir hizmetçi olur. Eski haline dönebilmesi için evin küçük çocuğunu veya yeni gelinini kandırır ve vücudundaki iğneyi, çuvaldızı çıkarttı*rır, eski gücüne kavuşur. Öcünü almak için evin yeni doğmuş çocuğunu öldürür, bazen de beddua eder, evin bereketi kaçar. (Çeçen 1997: 20.)

Erzurum’un Tekman ilçesi köylerinde de benzer inanmalar görülmektedir. Kabos denilen saçları uzun, karmakarışık, tırnakları uzun, şişman çirkin bir kadın; yeni doğum yapmış kadınlara musallat olur, ciğerlerini söküp alarak kadının ölümüne neden olur. Kadınlar bu yaratıktan korunmak için baş örtülerinin, kıyafetlerinin bir yerine iğne veya çengelli iğne tuttururlar. Yeni doğum yapmış kadının yatağının etrafına yünden örülen iplikler gerilir. Eğer kabos kimseye zarar vermeden yakalanırsa kıyafetine iğne batırılmalıdır. Yakalanan kabos evin hizmetçisi edilir ancak üzerindeki iğneden kurtulursa kaçıp gider, yeniden doğum yapmış kadınlara zarar vermeye devam eder. Doğum yapmış kadın yalnız bırakılmamalıdır, geceleri ışığı söndürülmemeli, çocuğun beşiğinin yanına ise ekmek ve Kuran bırakılmalı*dır. (Fatma Çevirme, Erzurum, Tekman ilçesi, Çevirme köyü, 80 yaşında, okumamış)

Alkarısını yakalayanların evi albasması ocağı adını alır, doğum yapan kadınlar bu evi ziyaret ederler. Kendilerine de albasmaması için evin ocağından kül alırlar. (Alptekin 1993:126-133)

Seyfi Karabaş’a göre alkarısı; erkeklerle uyum içine giren kadınlarla ve meyvelerine (çocuklarına) düşman kötü bir ruhtur. Bir başka deyimle, erkeklerin üstünlüğü demek olan babaerkil düzen içinde erkeklere karşı olumlu tutuma gi*ren kadınlara ve o düzeni sürmesini sağlayacak çocuklara karşı “yeraltı” savaşını sürdürüyor sanki alkarısı (Karabaş 1999:402). Eski Türk inançlarında, Budist ve Şamanistlerde ruhların en çok ilgilendikleri olaylar loğusalar ve yeni doğmuş çocuklar, yeni evlenenler gibi oluşum ve dönüşüm ritüelleridir. Eski Türklerde nur ve ziya aleminin büyük tanrısı Han Ülgen, karanlık aleminin tanrısı ise Erlik Han’dır. Evlenen genç atını kurban verir. Kara iye yani kötü ruhun zarar vermesini önlemek gerekir, Şamanizm’de yardımcı iyi ruhlar da var*dır, bunlar gök, yer ve ev iyeleri; yayık, suyla, karlık ve utkucudur. Umay, ak ana, ak enedir. Erlik ve Albastı ise kötü ruhlardır (Ögel 1971:59-71). Alkarısı’nı kötü ruhların Anadolu’daki devamı olarak kabul edebiliriz.
Inan’a göre ise; al ruhu bugünkü Türk inanmaları onun “Şerir” bir ruh olduğunu gösterdiği halde bazı emareler onun bir zaman “hami” ruh olduğunu bil*dirmektedir. Al kelimesinin ateş kültürüyle bağlı bulunduğunu gösteren bir emare’de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan “Alaslama” merasimidir. Alaslama orta ve doğu Türklerde ateşle temiz*lenme ve takdis merasimidir. (İnan 1933: 160-167)

Cin, peri, iyi ruh, kötü ruh gibi doğaüstü gizemsel güçlere Anadolu dışındaki coğrafyalarda da rastlanmakta ve benzer yada farklı bir çok kültürde bazı olayların, örneğin hastalıkların bu güçlerle ilişkili olduğuna, kadın ve çocukların bu güçler tarafından korunduğuna veya zarar gördüğüne inanılmaktadır. (Demçinova 2000; 56, Santur vd. 2000; 68)

Alman folklorunda; bir insana hizmet eden peri ya da ev cini, İngilizlerin brownie dedikleri iyi huylu peri vardır. Kırda yaşayanına ise bogart denmektedir, kobald ise arkadaşça davranabilir ancak yardımsever değildir, kobald’ın öfkesini ise büyük bir kap dolusu süt ve yiyecek dindirir. fanngen’in ise dev yada cüce gibi ıssız yerlerde yaşadığına inanılır. Şeytanla da arkadaşlık eden bu dişi yardım sever olduğu gibi korkuda verir, yollarını kaybeden çocuklara yardım eder insanlar için çalışır. (Max 1996: 131)

Yunan mitolojisinde yeni doğan çocukları öldüren kadın Hera Lamiya’yı kıskanır. Efsaneye göre Zeus Lamiya’yı sevmektedir. Zeus ve Lamiya’nın doğan her çocuğunu öldüren Hera’dan korumak için bir mağarada saklanmış Lamiya, ancak zamanla çocukları yaşayan bütün analara düşman kesilmiş. (Erhat 1996:191) Nympha, ise başı örtülü, yani gelin anlamına gelir, kırlarda, sularda ve ormanda yaşayan doğal ve tanısal varlıkların dişi olanlarına verilen addır. Doğa ve insanlar üzerinde etkili güçleri vardır, genelde erkeklerden kaçarlar, erkek düşmanı olanları da vardır. (Erhat 1996: 219) Görüldüğü gibi alkarısı ile benzerlik gösteren farklı halkların ina*nışları da var. Kadınlarla ilgili arketipsel yaklaşımlarda kadın; hayat, ölüm ve dönüşümü simgeliyor. İyi ana; yani toprak ananın olumlu yönü; doğum, sıcaklık, koruma, verim, , büyüme, bereket; De*meter, Eres, Kibele gibi tanrıçalarla ifade edilirken, kötü ana; büyücü, cadı, cin, baştan çıkaran kadın, cinsi tatminlik, korku, tehlike, dışlanma, ölüm gibi du*rumları simgeliyor. (Sever 1997; 85). Alkarısı’nı yine korkunç, kötü ananın topraklarımızdaki uzantısı olarak görmek gerekiyor. Kötülük ve iyiliğin mitolojik kaynağı olan kadının yine kadına kötü*lük yapmasını doğal karşılamak gereki*yor.

Kadın ve loğusalık dönemine ilişkin geleneksel yaklaşımların tıbbi yönü nedir? Elbette ki tıp bilimi sağlığın, sosyal ve kültürel boyutunu yadsımaz. Dünya Sağlık Örgütü “sağlığı; yalnızca hastalık ve sakatlığın yokluğu değil ruhen, bedenen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir.” diye tanımlamıştır. O halde “kültür ve sosyal durum ile sağlık birbirlerini et*kileyen unsurlardır” denilebilir. (Erefe 1998:1) Ancak kültürel ve geleneksel tutum ve inanmalar sağlık sorunlarının çözümünde ailesel ve sosyal dinamikler açısından bireyin iyilik halinin devamı için destekleyici olmakla birlikte tek başına bir alternatif olmamalıdır. Çözü*mün modern tıp bilimi ve koruyucu sağ*lık uygulamalarıyla mutlaka desteklen*mesi ve geleneksel yaklaşımların mo*dern tıp yaklaşımlarının önüne geçme*mesi önemlidir.

Alkarısı inanmalarına Bilimsel Bakış
Doğum yapan kadınların birtakım ruh durumu değişiklikleri yaşamaları, hastalanmaları ve bazen bu hastalıkların kadını ölüme, intihara kadar sürük*lemesinin gerçek nedeni elbette ki bir cin, kötü ruh, büyü veya sihir değildir.

Loğusalık dönemi tıpkı gebelik gibi kadının yeni bir yaşama uyum sağlama çabasını gerektirir. Doğum eyleminin travmatik oluşu, aileye yeni, küçük, savunmasız ve tam anlamı ile anneye bağımlı bir canlının katılması ve kadının tüm bunlara göğüs gerecek yeni roller öğrenmesi sorunun başlamasında etkili ve önemli bir faktördür. Kadının yaşadı*ğı bu deneyimler onda, uykusuzluk, panik, huzursuzluk, korku, bebeği hakkında gereksiz endişe, sık ağlama nöbetleri gibi bazı psikopatalojik davranışların gö*rülmesine yol açar. Yeni anne olan veya loğusalık döneminde olan kadınların %50-80’i özellikle doğumdan 5-6 gün sonra bu tür belirtiler ortaya çıkabilir. Belirtiler bu haliyle lohusalık hüznü diye tanımlanır ve kadın tarafından bir hekim ve sağlık profesyonelinin müdahalesine gerek duymaksızın atlatılabilir. (Knop vd. 2001:5018)

Ancak loğusa kadınların % 10-15’inde bu durum derin bir hüzün, umutsuzluk, işe yaramama, değersizlik ve suçlama gibi duygularla değişme gösterir. Anne bir taraftan sağlığı ile ilgili endişe ve takıntılar geliştirirken diğer taraftan da bebeğine yabancılaştığını, bakım vermek, kucağına almak isteme*diğini hissetmeye başlar. Bu paradoks suçluluk duygularını daha da derinleştirir, anne ölümü ve hatta intiharı bile düşünebilir. Belirtiler bu haliyle doğum, sonrası depresyon tanısı alır. Doğum sonrası depresyon vakalarının ancak dörtte birinin tedaviye geldiği belirtil*mektedir. Bunların bir kısmı depresyo*nun farkında değildir, bir kısmı da far*kında olmasına karşın utanmakta. Bir kısmının da tedaviye gelmesi engellenmektedir. (Orhon 2002:1-3).

Doğum sonrası bakım, psikopatolojik davranışların teşhis ve tedavisinde önemli rolü olan bir halk sağlığı uygulamasıdır. Hekim dışı sağlık profesyonellerinin (halk sağlığı hemşiresi, ebe vb) ev ziyaretleri sırasında annedeki psikopatolojik durum değişikliğini saptaması ve tedaviye yönlendirmeleri prognoz (hastalığın seyri) açısında önemlidir. (Karataş 1998:101, Orhon 2000; 2) Çünkü tedavi edilmediği takdirde hastalık yaklaşık 1 yıl kadar sürebilir.

Doğum sonu depresyonu veya halk deyimiyle alkarısı diye bilinen durumun ortaya çıkışından şu faktörler sorumlu tutulmuştur (Henshaw 2001; 1-5, Ziotnick vd. 2001; 639)

GEÇMİŞTE VAR OLAN DEPRESYON HİKAYESİ

Psikososyal faktörler (evlilik içi ilişkilerde zayıflık, sosyal desteğin az ol*ması, stresli hayat şartları vb.)

Düşük sosyal statü (örn: düşük aile geliri, düşük mesleksel statü)

Yeni doğum yapmış kadını muzdarip eden bu durumla mücadele etmenin kültürel yolları yazı öncesi tarihten günümüze kadar süregelmiştir. Kadının hastalığından cinler, periler, vb doğaüstü güçler ve insan dışı varlıklar sorumlu tutulduğu için ruhlara yalvarma, dua, rüşvet, korkutma, itiraf gibi davranışlar veya cin kovma, büyüsel ayin davranış ve uygulamalar sergilenmiştir. (Eren vd. 1993:7-10)

Loğusalık dönemi ile ilgili geleneksel uygulamaları araştırmak amacıyla sekiz ayrı ilde gerçekleştirilen bir çalışmada loğusa kadın hastalandığında “albastı için hocaya okutmak” en fazla ser*gilenen uygulama olup bu uygulamaya daha çok Diyarbakır İli’nde rastlandığı belirtilmiştir. Bunun dışında loğusa ve bebeği 40 gün yalnız bırakmamak, loğusa ve bebeğin yanında Kuran-ı Kerim, bıçak vs bulundurmak, loğusaya kırmızı tülbent veya kurdele bağlamak gibi fiziksel zararı ve yararı olmayan loğusalık hastalığı veya hüznü ile başa çıkmada birçok farklı geleneksel uygulamalara rastlanmaktadır. (Şenses vd. 2002:44-48)

Japonya da yapılan bir çalışmada loğusalık dönemindeki Japon kadınlarda doğum sonrası görülen depresyon, hüzün ve bunalım gibi duygu durum semptomlarının dünya genelindeki literatürlere göre çok düşük oranlarda olduğu ve bunun geleneksel bir toplum olma, güçlü sosyal ve ailevi destek unsurlarına sahip olma ile ilişkili olduğu açıklanmıştır. (Yoşhida vd. 2001:189-193)

Huang. (Huang vd. 2001:279-87) Postnatal depresyonu’nun (doğum sonrası depresyon) her kültürde yaşanmakta ve bilinmekte olduğunu ve sosyal destek unsurları, doğum öncesi ve sonrası bakım sistemlerinin etkili olduğunu söylemiştir.

Gebelik ve loğusalık sürecine kadın ve ailesini etkileyen bir kriz dönemi olarak bakılmalıdır. Bu sürecin kültürel, sosyal ve psikolojik olarak her yönüyle değerlendirilmesi ve psikososyal desteğin sağlanması kriz döneminin kolay at*latılmasını sağlayacaktır. (Knob vd. 2001: 5018)
Doğum yapan kadın fizyolojik açıdan da yardıma muhtaçtır. Çünkü yaşa*nılan olay her canlıda görülen olağan ve mutluluk verici bir durum da olsa bera*berinde yorgunluk ve uykusuzluk getirecektir. Bir başka canlıdan da tamamen sorumlu olma fiziksel güç ve sabır isteyen bir olaydır. Bu bağlamda özellikle doğum yapan kadının eşinin yardımı, sorumlulukların paylaşımı da çok önemlidir.

Alkarısı inanmalarının kökeni görülüyor ki gerçek yaşantılara dayanıyor. Bilimin henüz açıklama getiremediği dönemlerde insanlar karşılaştıkları problemleri, nedenlerini oluşumlarını ve ilgili çözümlerini doğa üstü güçlerle açıklamaya çalışmışlardır. Anadolu’nun birçok yerinde var olagelmiş alkarısı’na benzer inanmaların izlerini farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde de görüyoruz.

Elbette ki her toplumun sahip olduğu belli inanç ve değerleri vardır. Her toplum kültürel zenginlikleri ile, örf ve ananeleri ile yaşamlarına renk katma hakkına sahiptir. Ancak sağlık ve bilim söz konusu olduğunda modern tıp uygulamalarına öncelik verilmelidir.

Alkarısı inanmalarının tıptaki karşılığı; doğum sonrası depresyonudur. İnanmalara genellikle “saçma sapan, akıl dışı, hurafe, ilkel insan düşüncesi” demenin de halk yaşamındaki ilgili inanmalara ve uygulamalarına bir çözüm getirmeyeceği de bir gerçektir. Bu tür kültürel uygulamaların bilimsel bir değeri olmasa bile anne ve çocuğu koru*mayı amaç edinen bir yaklaşım olarak görülmüştür. İnsanlığın var oluşundan bugüne kadar bir çok toplumda hastalıkların bu şekilde yani kişinin bedeninin ve ruhunun kötü ruhlardan arındırılması şeklinde tedavi edilmeye çalışıldığı bu ve benzeri inanış ve uygulamalarda kişiyi bedensel ve ruhsal yönden bir bütün olarak ele alan çağdaş psikoterapinin bazı ipuçlarının görüldüğü belirtilmiştir.

Bize düşen halk inanmalarını derlemek, aynı zamanda bilimsel çözümleme*lerini yaparak halka ve halk bilimcilerine sunmaktır.

Yard. Doç. Dr. Hülya ÇEVİRME
İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü

Yard. Doç. Dr. Ayşe SAYAN
Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
 
Üst Alt