Dilin ve Nezaketin İstanbul’u

harekat

Özel Üye
Onları tarif etmek için hâlâ “İstanbul hanımefendisi-beyefendisi” sözcüğü kullanılıyorsa, bunun bir sebebi olmalı.
Hanımefendiler öncelikle şiir gibi konuşur, kelimelerden âdeta beste yaparlardı.
Dilini düzeltmeyenler, nezaket kurallarına uymayanlar, yaşadıkları şehri özümseyemeyenler, özetle görgüsüzler ve bilgisizler eski İstanbul’da tutunamazdı.
Düzgün konuşmaya o kadar önem verilirdi. Şiveli konuşanlar seçkin meclislerde yer bulamazlardı.
Şimdi televizyon ekranlarını “aksan” götürüyor: Çocuklarımız da ister istemez “televizyonca” konuşuyor.
Eskilerin “adab-ı muaşeret” dediği görgü kuralları, çoktan sizlere ömür! “Argo” geçer akçe oldu. Özellikle gençlerin konuşma tarzı “Hay dilini eşek arısı soksun” dedirtecek cinsten!
Ayrıca da kelime haznemiz daraldıkça daraldı, sunucular bile 300 kelime ile konuşuyor.
Geçenlerde otomobilimde radyo dinliyordum. Programcı delikanlı bir güzelliği anlatmaya çalışıyor, ama aklına “güzel”den başka kelime gelmediği için sürekli tekrarlıyordu: “Güzel. Çok güzel. Valla-billa güzel!”
Buna mahkûmdu: Zira dağarcığında “güzel”i ifade için “güzel”den başka kelime yoktu. Oysa “muhteşem”, “mükemmel”, “muazzam”, “harika”, “harikulâde”, (daha eskilere gidersek) “âlâ, “âli’y-ül âlâ” v.s. diyebilirdi.
Suç onun değil, onu “Türkçe fukarası” haline getiren sistemde.
Eski okullarda “Lisan Dersleri”nin üzerinde hassasiyetle durulurdu. Ayrıca terbiye ve “adab-ı muaşeret” dersleri okutulur, dili zengin, terbiyeli ve görgülü insan yetiştirmeye özen gösterilirdi.
Hele Beylerbeyi halkı nezaket ve dil konusunda tüm İstanbul’a örnekti. Kadınlar ve erkekler nezaket göstermekte âdeta yarışırlardı.
Vasıtaya binerken, şimdiki gibi itişip kakışmaz, bir birlerine yol verirler, hatta bunu biraz da abartırlardı.
Bir gün Şirketi Hayriye Müdürü Hüseyin Haki Bey, Boğaziçi’nde işleyen bir vapur kaptanına sık sık gecikmesinin sebebini sordu.
Aldığı cevap şu mealdedir:
“Muhterem Müdür Beyefendi. Malûmaliniz Çengelköy’ün zerzevatı, Kuzguncuk’un haşeratı, Beylerbeyi’nin teşrifatı bir türlü bitmiyor ki, vaktinde gelebilelim. Vapur Beylerbeyi’ne uğrayınca daha iskelede herkes birbirine: ‘Efendim rica ederim zatıaliniz buyurun lütfen!’ demeye başlıyor.
“Estağfirullah efendim, ne demek, önden zatıaliniz buyurunuz!’
“Hakipayinize iltifat buyuruyorsunuz, ne haddime efendim, bendenize zatıâlinizden önce binmek yakışır mı?’
“İşte böyle böyle gecikiyoruz, muhterem beyefendi.”
Nezakette kadınlar erkeklerden önce gelirdi.
Kadında güzellikten önce nezaket, nezafet, letafet ve kabiliyet aranırdı.
Bir de doğru-düzgün konuşma.
Bu yüzden İstanbullu hanımlar son derece ölçülü ve yerli yerinde konuşmaya dikkat eder, şimdiki gibi bağırıp çığırmazlardı.
Öte yandan “İstanbul hanımefendisi” ya da “İstanbul beyefendisi”, imkânları nispetinde şık giyinirlerdi.
Başa fes giyilse, ya da başlar “türban”la örtülse bile, saçlar özenle taralı olurdu.
Bilgili ve görgülüydüler. Nezaket kurallarına, çok sevdikleri o kelime ile söylersek, “ihtimam” (özen) gösterirlerdi.
Karşılarında kim olursa olsun asla küçümsemez, her yaştan ve her sınıftan insana saygılı davranırlardı.
“Dayı”lı, “amca”lı, “baba”lı değil, “efendim”li konuşurlardı.
Böbürlenmeyi sevmez, bu yüzden de asla “Ben” diye söze başlamazlar, “bendeniz” demeyi tercih ederlerdi:
“Bendeniz”, “köleniz”, “cariyeniz”, “hâk-i payınız”.
Son derece mütevazi, kültürlü ve bir o kadar da görgülü insanlardı.
Eşlerinden saygıyla söz ederler, “Bizim hamfendi”, ya da “cariyeniz hanımefendi” şeklinde ifadeler kullanırlardı.
Anne-babalarından “Bizim moruk”, “ihtiyar”, hatta “Anne-baba” diye söz etmezlerdi.
“Hanımannem”, “Efendi babam”, “Bey babacığım”!
Bağırarak konuşmaz, asla ışlık çalmaz, seslerinin tonunu muhataplarının duyacağı şekilde ayarlarlardı.
Çayı-kahveyi höpürdeterek içmek çok ayıp sayılırdı. Gözler anında ona döner, tuhaf bir yaratığa bakar gibi bakarlardı.
Keskin şive ile konuşanlarla kelimeleri doğru telaffuz edemeyenler de aynı muameleye maruz kalırdı.
Kısacası eski İstanbul insanı dili, terbiyesi ve nezaketi ile ünlüydü. İnsanlar terbiye ve nezaketleri ile değer kazanırdı.
İstanbul’un meşhur külhanbeyleri ile tulumbacıları bile terbiye ve nezaketi elden bırakmazlardı.

(Yavuz Bahadıroğlu, Vakit)
 
Üst Alt