Eski Mısır Uygarlığı

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Gelişmiş Metalurji

Eski Mısır'da Gelişmiş Metalurji


139.jpg


140.jpg


[SUP](1,2)[/SUP][SUP] Altın, gümüş ve yarı değerli taşlardan yapılmış çok ince işlemeli kralın göğüs zırhları. [/SUP][SUP](3) [/SUP][SUP]İnce işlemeli sandalet [/SUP][SUP](4)[/SUP][SUP] Sert altından yapılma, uzun uçlu küçük ibrik, sağlamlığını ve parlaklığını halen korumaktadır.[/SUP][SUP](5) [/SUP][SUP]Tutankhamun mumyasının boynunda bulunan bu kolyenin üzerinde çok ince altın işçiliği vardır. Bunun yanı sıra firavunun mumyasında, 150 tane mücevher ve kolye daha bulunmaktaydı.[/SUP][SUP] (6) [/SUP][SUP]Kalın altın varakla kaplanmış ve gümüş varaklı bir kızağın üzerine yerleştirilmiş tahta muhafaza.[/SUP][SUP] (7)[/SUP][SUP] Tanis'te bulunan altın, lacivert taşı ve turkuazdan yapılmış göğüs zırhı.[/SUP]

Metalurji en genel anlamıyla, gerekli hammaddeler kullanılarak metal ve alıaşımlarının üretilmesi, saflaştırılması, şekillendirilmesi ve korunmasını içeren bilim ve teknoloji dalıdır. Eski Mısır medeniyeti incelendiğinde, bundan yaklaşık 3000 - 3500 yıl önce, Mısırlıların başta altın, bakır, demir olmak üzere çeşitli maden ve metallerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda uzman oldukları görülmektedir. Metalurjinin gelişmiş olması, Antik Mısırlıların, cevherlerin bulunması, çıkarılması, işlenmesi alanlarında ileri bir teknolojiye ve aynı zamanda gelişmiş bir kimya bilgisine sahip oldukları anlamına da gelmektedir.

Yapılan arkeolojik çalışmalar MÖ 3400 yıllarında Mısırlıların bakır cevherleri hakkında detaylı çalışmalar yaptıklarını ve metal alaşımları meydana getirdiklerini ortaya koymuştur. Dördüncü Hanedanlık döneminde (MÖ 2900 yılları), madenlerin araştırma ve işletmesinin en yüksek düzey yetkililer tarafından takip edildiği ve Firavunların oğulları tarafından denetlendiği bilinmektedir.

Mücevherlerdeki ince işçilik, profesyonel altın işleme malzemelerinin kullanıldığını göstermektedir. Gerekli araç gereç olmadan bu derece ince işlemecilik yapılamaz. Mısırlıların altın işçiliğinin kalitesinin ve inceliğinin, günümüz işlemeceliğinden hiçbir farkı yoktur.

Bakırın yanı sıra, eski Mısırlıların sıkça kullandıkları madenler ve metaller arasında demir de vardı. Bronzun üretimi için tin, camların renklendirilmesinde de kobalt kullanılıyordu. Mısır'da bulunmayan metaller ise başta İran olmak üzere diğer bölgelerden getirtiliyordu.

Antik Mısırlıların en çok kullandıkları ve değer verdikleri maden ise altındı. Mısır'da ve Antik Mısır'ın sınırları içinde olan bugünkü Sudan'ın belli bölgelerinde, eski Mısırlılara ait olduğu tahmin edilen yüzlerce altın maden yatağı bulunmuştur. Apollinopolis yakınlarındaki bir altın madeninin planının bulunduğu MÖ 14. yüzyıla ait bir papirüs, eski Mısırlıların altın madenleri konusundaki profesyonelliklerini ortaya koymuştur. Papirüste yer alan bilgilere göre, maden çevresinde sayısı 1300'den fazla evin yalnızca madende çalışanların konaklaması için inşa edildiği anlatılmaktadır. Antik Mısır'da altın işlemeciliği ve mücevher sanatının önemi, bu bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim arkeolojik kazılarda bulunan, yüzlerce altından yapılmış, kullanım ve süs eşyası da, eski Mısırlıların altın madenciliği ve işlemeciliği konusundaki uzmanlıklarının bir göstergesidir.

Tüm bu bilgiler eski Mısırlıların maden yataklarını tespit edebilecek, bu yataklardan madeni çıkarabilecek, çıkan madeni işleyebilecek, ayrıştırabilecek ve yeni metaller oluşturabilecek bilimsel bilgiye ve teknolojiye sahip olduklarını göstermektedir.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Ölüm ve Ölüm Gelenekleri

britis_museum_mummy.jpg


Eski Mısır'da Ölüm ve Ölüm Gelenekleri Eski Mısırlılar, hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler. İnsanın son nefesini verdiği anda, rûhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi. Eski Mısırlılara göre ölümden sonra ruh ağızdan bir kuş şeklinde çıkardı. Bunun için "Tanrı Anubis, elindeki aletle ölünün ağzını açar, bu sayede ölünün ruhu rahatça gidip gelirdi." Yine öteki dünyanın kapılarını da Tanrı Anubis açardı. Batıda olduğu düşünülen ölüler ülkesinin kapılarında Tanrı Amente bekler, "yeni gelenleri kapıda karşılardı." Öteki dünyayı batıda düşünen Mısırlı, bu yüzden ölülere "batının halkı" da derdi. "Mısır dinine göre, insanda, biri "Ba, biri Ka adını taşıyan iki ruh vardır. Bunlardan ikincisi, insan öldükten sonra varlığını onun heykelinde sürdürür. Bu nedenle, Mısır'da, Ka tapımı ile heykel tapımı arasında sıkı bir ilişki vardır. Mısır'da mumyacılığın, aradan geçen binlerce yıla karşın canlılığını korumasının nedeni de aynı inançtır."
Eski Mısır'da mumyalamanın amacı ise ölünün gövdesini sonsuza kadar yaşayacak hale getirmekti. "Ve kültün işlevi, cismani ruhla (Ba), ölümle gövdeden uçmuş olan cismani olmayan enerji öğesini (Ka), büyü yoluyla yeniden bir araya getirmekti. Bu yapıldığında ölümün ortadan kalkacağına inanılıyordu." Öbür dünyaya giden ruhun (Ba) bazı törenler sayesinde geri geleceği düşünüldüğünden ölünün uzuvları tekrar hareket kabiliyeti kazansınlar diye, mezara koymadan evvel rahip ölünün ağzını açardı.
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/1135707720.jpg
"Tasvir, gerçeğe eşdeğer olduğundan, ölünün sonradan yaşamasını sağlamak için mezarının, fakat öncelikle mumyasını içerenden başka bir mezarın içine heykeli dikiliyordu. Fakat ölünün sonradan yaşaması yetmez; öbür dünyada onun mutlu olması da gerekir. Tarih öncesi zamanlardan beri mezara yiyecekler, inci gerdanlık gibi ziynetler, fildişinden oyulma tuvalet eşyası da konur. Heykelcikler kabartma olarak yerleştirilirler: Bunlar, odalık görevi yapacak olan giyimli veya çıplak kadınlar; köleler, eğer sert bir tanrı ölüden ağır, güç işler isterse onun yerini tutacak olan uşebti'lerdir. ( "Ölümden sonra ne olacağı endişesi ve hayatta angarya yükümlülüğü, sıradan Mısırlının gündelik hayatını dolduran başlıca iki tasaydı. Orta krallık döneminde sıradan bir köylünün yılının 3 ayı, firavun için çalışarak geçerdi. Cevap vermek anlamına gelen usheb fiilinden türetilmiş ushabti adıyla anılan bebekler, heykeller, Mısır kültürünün, hem ölüm endişesini, hem angarya derdini birden ifade eden unsurlardan biriydi. Ushabti'ler ölüyle birlikte gömülür, yanlarına şöyle bir dua bırakılırdı. "Ey ushabti! Eğer ölüler ülkesinde yapılması gereken ve bana tevdi edilmiş bir iş için çağrılacak olursam, tarlaların ekimiyle ekilebilir topraklarım sulanmasıyla ya da doğu kıyısından batı kıyısına taş taşınmasıyla ilgili olarak herhangi biri başıma dert açacak olursa, deki ona-Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun ... açacak olursa, deki ona -Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun adına ben cevap vereceğim.) " Sonra, yine tasvirle gerçek arasında eşdeğerliliğe dayanılarak, sandukanın içine boya ile yapılmış frizlerde ölünün sağlığında kullandığı bütün eşya gösterilir.

Eski Mısır'da ölüye verilen bu önem onların özel yerlerde muhafaza edilmelerine yol açmıştır. "İnsan bedeninin düşmanlarınca sakatlanmaması gerekir. Neolitik çağdan başlayarak ölüler (torunlarını seyredebilsinler diye) yüzleri konutlara dönük olarak mezarlara yerleştirilmişlerdir, çoğu kez elleri ağızlarının yakınlarındadır, avuçlarında ve başlarının çevresinde buğday taneleri vardır."


Eski Mısır toplumunun bir tarım toplumu olduğunu ve bu yüzden buğdayın da doğal olarak kutsallaştırıldığını düşünürsek, ölüye sunulan bu kutsal nesnenin ölüye verilen değeri ortaya çıkardığını daha iyi anlarız.
Bizim de halen kullandığımız bir atasözümüz vardır: "Yiğit ölür adı kalır." Eski Mısırlılarda da adın büyük bir önemi vardır. "Adın tasvirden daha da büyük gücü vardır. Adını dayanıklı harflerle hakkederek ve rahiplerle yoldan gelip geçenlerden bu adı söylemeleri istenerek ölünün sonradan da yaşaması" sağlanmaya çalışılırdı.
Büyük tanrı Ra'nın yeryüzüyle bağlantısını, sahip olduğu bir merdivenle sağladığını düşünen " Mısırlıların cenaze törenlerine ilişkin metinlerinde, Ra'nın sahip olduğu merdivenin Yer ile Göğü birleştiren gerçek bir merdiven olduğunu işaret etmek üzere, asket pet (asketi: yürüyüş) terimini korumuşlardır. Ölüler Kitabı -Tanrıları göreyim diye, benim için merdiven konuldu demektedir. Gene Ölüler Kitabında -Tanrılar ona, ondan yararlanarak göğe çıksın diye bir merdiven yaptılar denilmektedir. Eski ve Orta çağ hanedanları dönemine ait birçok mezarda bir merdiven veya basamaklar yer almaktaydı."
Eski Mısır'da cenaze töreninin nasıl yapıldığını ise en güzel "Herodot Tarihi"nden öğreniyoruz. Bu konuda "Herodot Tarihi" şunları yazıyor: "Bir evde hatırı sayılır biri öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler; bütün akrabaları da onlarla beraber giderler; öbür yandan erkekler, onlar da sıvanmış olarak dövünürler. Bu törenden sonradır ki cenaze, tahnit edilmek üzere, ölücüye götürülür. Mumya yapmanın gizlisini bilen, bu işle görevli uzmanlar vardır. Kendisine bir ölü getirildiği zaman, müşteriye boyalı tahtadan gayet güzel taklit edilmiş modeller gösterir. Bunların en iyisi, diye anlatır müşteriye, adının anılmasını büyük bir günah saydığım kişiye benzeyenidir; arkasından ikinci bir model gesterir, birinci kadar iyi değildir ve daha ucuzdur, sonra bir üçüncü ve en ucuzu. Bu açıklamalardan sonra sorar, ölünün yakınlarına, hangisinden istiyorsunuz diye. Müşteri fiyatta anlaştıktan sonra gider, mumyacı, evden dışarı çıkmadan işe koyulur. En iyi mumyalama dediğimiz şudur: Önce demir bir kanca ile burun deliklerinden beyni çeker; ama hepsini alamaz, kalanını ilaçla eritir. Arkasından, keskin bir Ethiopia taşı ile ölünün böğrünü uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltır; içini böyle temizledikten sonra hurma şarabından geçirir ve kokular püskürtür; karnına dövülmüş saf mür ve çeşitli kokular doldurur; ve diker. Sonra tabii sodyum karbonat içine daldırıp yetmiş gün onun içinde bırakmak suretiyle tuzlar. Yetmiş günden sonra çıkarır, yıkar ve baştan aşağı Mısırlıların genellikle yapıştırıcı olarak kullandıkları zamka batırılmış gayet ince tül şeritlerle sarar. Ve ölünün yakınlarına teslim eder, onlar da tam bir insan gövdesine göre yapılmış olan bir tabut hazırlatırlar ve mumyayı içine kapatırlar; kapandıktan sonra ölü odasına götürülür, ayak üstü bir duvara yaslanır."

Campbell, yapılan kazıların sonucunda elde edilen bilgilere göre Eski Mısır mezarlarını şu şekilde tarif eder. "Esas gövde daima erkek-daima mezarın güney tarafında sağ tarafının üstüne yatar. Genellikle yatak üstündedir, ahşap bir yastığı vardır ve başı doğuya doğrudur, yüzü kuzeye (Mısır'a) bakar, bacakları dizlerinden hafif bükülmüştür. Sağ eli çenesinin altında ve sol eli, uykuda gibi sağ dirseğinin üstünde veya yanındadır. Yanında ve çevresinde her zamanki silahları ve kişisel eşyaları, bazı tuvalet malzemesi ve bronz aletler, devekuşu tüyünden yelpaze, bir çift ham deriden sandal vardır. Bütün gövde deriyle, genellikle öküz derisiyle örtülüdür; yatağın bacakları da boğa bacakları biçimindedir. Gövdeye keten elbise giydirilmiştir. Yanına ve duvarlar boyunca sayısız büyük kap kacak yerleştirilmiştir."

Eski Mısırlılar, ölenin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat süreceğine inanırlardı. Bunun sonucu olarak gerçek hayatta olduğu gibi beslenmesini sağlayacak yiyecekler mezara konduğu gibi, orada da ona hizmet edecek kişiler kurban edilirdi. "Özellikle kadın kurbanı, eşin kurban edilmesi ve bazı zengin mezarlarında hizmetkarlarla birlikte tüm haremin kurban edilmesi söz konusudur." "Mezarlarda ayrıca sayısız koç kalıntısı vardır. Ve esas gövdenin daima sükun içinde olmasına karşın ötekilerin yatırılış biçimlerinde kural yoktur. Çoğunluğu sağa dönük, başları doğu tarafındadır, fakat esas gövdenin hafif kıvrılmış duruşundan ikiye katlanmaya varana kadar nerdeyse olanaklı her biçim görülmektedir. Eller genellikle yüzün üstünde veya boğazdadır."
Sonuç olarak Mısırlılar derin bir ölmezlik umuduna sahiptiler. Bu umut Eski Mısır diniyle, ilişki kurmuş bulunan öteki dinlere de geçmiştir. Nitekim bu, Yahudilik yoluyla yeni yeni başlamakta olan Hıristiyanlığa da geçmiş ve bu dinlerin egemenlik kurduğu milletlerin kültürünü de etkilemiştir.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Sanat

Eski Mısır'da Sanat Mısırlıların hayatında sanat önemli bir yer tutuyordu. Mısır toplumu yaşamayı bir sanat gibi kabul edip kendini keyfe, eğlenceye, güzelliğe vermişti. Ölüm ve ölümsüzlük Mısırlıların en çok uğraştıkları konular gibi görünürse de hayata, zevke, güzelliğe dört elle sarılmış oldukları kuşkusuz bir gerçektir. Yaşama sevinci Mısırlı için, ecele karşı zaferdi. Mezarlar ve türbeler, ölümden sonra hayatın devam edeceğine inanıldığından ötürü, tabiat güzelliklerinin, bayram ve şenliklerin, ziyafet ve oyunların resimleriyle süslenirdi.

Geleceği umursamamak Mısırlı şairin salık verdiği bir tutumdur:
Yarınından ürkerek yatağa girme sakın.
Düşünme ertesi gün nasıl geçecek diye.
İnsan bilemez yarın neler getirecektir:
Tanrı'nın elindedir yarının gerçekleri.

Mısır, eğlenceli yaşamın tadını çıkarmışa benzer. “Günümüzü gün etmeye bakalım… Eğlenelim, coşalım… Sessizlik ülkesine gideceğimiz güne kadar…”

Mısır resimlerinin de en etkilileri arasında yine şölen ve eğlence sahneleri vardır.

Mısır, gerek hayat, gerek sanat bakımından gelmiş geçmiş kültürlerin en verimli, en olumlu ve en başarılı olanlarından biridir.
Antik Mısır'daki başlıca sanat alanları:
  1. Mimari
  2. Zanaat & Heykelcilik
  3. Çömlekçilik
  4. Heykel
  5. Dikilitaş
  6. Mücevherat
  7. Resim
  8. Edebiyat
  9. Müzik
  10. Amarna Dönemi Sanatı
Mimari Mimari Hanedanlık Öncesi Dönemde gelişti. (M.Ö. 4000)

Mısırlıların ölümsüz hayata olan inançları etkileyici bir mezar mimarisi oluşturmalarını sağladı. Firavunlar tahta çıktıklarında mezarlarının yapımına başlanıyordu ve hayatı boyunca devam ediyordu. Heybetli ve sağlam görünüşlü mimari taş duvarların dengesini sağlayabilmek ihtiyacından ötürü oluşmuştu. Firavun mezarları ile tanrılar için yapılan tapınaklar ve mezarlardaki lahitler Eski Mısır mimarisine egemendi. Duvarlar son derece kalındı ve dengenin sağlanabilmesi için eğimliydi. Geniş kirişler oluşturmak mümkün değildi, bu yüzden taş sütunlar birbirine yakın inşa edilirdi. Kirişler gerilme direnci küçük olan maddelerden yapılırdı ve yekpare olmak zorundaydı.

Eski Mısır'da kubbe yapımı bilinmiyordu bu yüzden tüm çatılar düzdü. Taş yapılarda geniş kapı ve pencereler yapılamıyordu. Tarihi olaylar duvarlara ve dikili taşlara hiyeroglif yazı ile yazılıyordu. Dinsel semboller her türlü mimari yapının vazgeçilmez öğeleriydi. Tapınaklar tek katlı olurdu.
Kullanılan malzemeler: Taş: Büyük yapılarda granit, kireç taşı ve kumtaşı kullanılırdı.
Tahta: Mısır'da odun kaynağı bulunmamasından ötürü nadiren kullanılırdı.
Tuğla: Küçük yapılarda kullanılırdı fakat dayanıksız olduğu için çok azı bugüne kalabilmiştir.
İnşaatta kullanılan basit ve ilkel araçlara rağmen, yüzyıllar boyunca yıkılmayan, hatta yıpranmayan bu mimari harikaları Mısırlıların planlama, mühendislik ve iş teşkilatı gücünü ispat etmiştir.
Piramitler Eski Mısırlılar firavunun öldükten sonra ölüler kralı Osiris olacağına inanırlardı. Yeni firavun da Horus (güneş-tanrının koruyucusu ve göklerin hakimi) olurdu. Bu döngü güneşin doğuşu ve batışıyla sembolize edilirdi. Yapılış amaçları krallar öldükten sonra mezar ve hazinelerinin korunmasıdır. İlk piramit Kral Zoser tarafından veziri İmhotep'e yaptırılmıştır. (M.Ö. 2630 civarı) En ünlüleri Giza Piramitleridir. Bunlardan Keops dünyanın yedi harikasından biri sayılmaktadır.

Piramitlerin bazı özellikleri:
Duvarları değerli taşlarla kaplıdır. Lahitler piramidin tam merkezindedir. İçerisinde bir çok kabartma, heykel ve hiyeroglif bulunur. İçlerinde öbür dünyaya yapılan güneş yolculuğu mitolojisinin yanı sıra güneşin geceleyin karşılaştığı düşman devleri yenip, geceden şafağa zaferle çıkışını anlatan papirüs üzerine yazılmış metinler ve taşlar üzerine kazınmış resimler vardır.
Zanaat & Heykelcilik Çömlekçilik ve Çömlekçilikte tekniğin gelişimi:
  1. Hanedanlık öncesi dönem: Nubia'da çömlekçi çarkı olmadan, el yapımı tabak çanak üretiliyordu.
  2. Erken Hanedanlık Dönemi: Kil düz bir aletle eziliyordu ve ince kenarlı kaplar üretiliyordu.
  3. Eski Krallık: Elle kullanılan çömlekçi çarkı icat edildi. Killeri pişirmek için kullanılan fırınlar geliştirildi. Bu gelişmeler sonucunda çömlekler daha simetrik ve tek renk oldular.
Heykel Heykel yapımında sanatçıların uymaları gereken bir dizi katı kural vardı. Sanatçılar bu kurallara uydukları oranda değer kazanırlardı. Böylelikle üç bin yıldan uzun bir süre Mısır sanatı çok az değişmiştir.

Ağır, sabit figürler, geniş kafalar ve yuvarlak dolgun yüzler hiçbir ifade ve duygu taşımıyordu. Gözler dümdüz ileri bakıyor ve kollar yanda yapışmış vaziyette duruyordu. Oturan heykeller ellerini dizlerinin üstüne koymalıydı. Erkek heykelleri kadın heykellerine göre daha koyu renkli maddeden yapılırdı. Simetri vurgulanırdı.
Çıplaklık sadece kölelerin ve çocukların heykellerinde kullanılırdı. Granit, bazalt ve kaymaktaşı gibi çeşitli taşlar kullanılırdı. Firavunlar ve tanrılar için yapılan lahitler, heykeller ve maskelerde altın da kullanılırdı. Heykelde başlıca konular firavun ve tanrı heykelleriydi.

Ayrıca kedi heykelcikleri Eski Mısır'da en çok rastlanan heykellerden biridir. Eski Mısır'da kedi öldürmek veya incitmek suç sayılırdı ve cezası ölümdü. Kedi eceliyle ölürse öteki dünyada birlikte olabilmek için hemen mumyalanırdı. Öykülere konu olan kediler tanrılık katına çıkarılırdı. Bunun nedeni kedilerin neşe, müzik ve kıvrak dansların temsilcisi olan Tanrıça Bastet ile özdeşleştirilmeleridir. İnanışa göre kedi miyavladıkça evin içi tanrıça Bastet'in hediyesi olan neşe ile dolarmış.
Kedi heykelcikleri genellikle çok kıymetli taşlardan yapılırdı. Öyle ki bronzdan kedi heykelciklerinin kulakları altın küpeler, gözleri ise kristal taşlarla süslenirdi
Dikilitaş Dikilitaş, dört köşeli bir kaide üzerinde yer alan ve yukarı doğru uzayıp ve sivri bir burunla son bulan yekpare bir taştır. Dikilitaşlar Güneş Tanrısı Ra'nın sembolüdür. Tapınaklarda çift halinde bulunmuşlardır.

Dikilitaşlar iki parçadan oluşur ve boyları 1 – 30 metre arasında değişirdi:



  1. Gövde: Kaide ve üzerindeki uzun bloktan.
  2. Dikilitaşın tepesinde yer alan ve küçük bir piramit şeklindeki parça. Güneş ışınlarını sembolize eder ve altından yapılır.
Bugün yalnızca 26 tane Eski Mısır Dikilitaşı kalmıştır. Bunlardan sekizi Mısır'da, geri kalanı ise başta Roma olmak üzere Avrupa ülkelerine taşınmıştır.
Mücevherat Eski Mısırlılar takı yapımında çok yenilikçiydiler. Takıları sadece süslenmek için değil, aynı zamanda manevi olarak korunmak için kullanıyorlardı. Muska, kabartma şekil ya da takı arasında ayrım yapmıyorlardı. Mısır tarihinde çoğu dönemde gümüş altından daha değerli görülmüştür, çünkü büyük bir manevi önemi vardı.
Eski Mısır'da mücevherat çeşitleri: Kutsal böcek Yeniden doğuşu ve doğan güneşin üretken gücünü simgeliyordu.
Ankh En güçlü kültürel ve dinsel sembollerden biriydi. Yaşamın sembolüydü, firavun ve tanrıları ankh ile gösteren bir çok sanat eseri mevcuttur.
Kabartma resimler Eski Mısır uygarlığının iyilik meleğiydi. Sadece firavunlar tarafından kullanılabilirlerdi.
Muskalar Mısırlılar muskaların her türlü zararlı şeyden korunma gücü verdiğine inanırdı.
Küpeler Yeni Krallık zamanında her sosyal tabakadan kadınlar ve erkekler arasında oldukça popülerdi.
Resim Mısır temsili resim sanatı Mısır kültüründen kaynaklanır. Perspektif kullanan sanatların tersine, biçimsel yasalara dayanmaz, ama tanınma kolaylığı açısından bir “en küçük bölen” gözetir.

Gösterilen bizim için tanıdık olduğunda resmi anlamakta güçlük çekmeyiz, gene de yanılmak kolaydır. Gösterilen nesne ya da sahne bizim için tanıdık değilse, bunun ne olduğunu bulmak olanaksız hale gelebilir.

Antik Mısır resmini anlayabilmek için çizim tekniklerini bilmek gerekir. Resimler çizilirken yararlanılan tekniklerden en temel olanları şunlardır:
Figürler sağa dönük olarak çizilir, sağ ile sol arasındaki ilişki de simgesel olarak önemlidir. Bir figür sola dönük olacaksa, elinde tuttuğu simgelerle ilgili “doğru” eller yine de korunurdu. Yüz profilden çizildiği halde gözün tamamı çizilirdi. Bacaklar yüzün baktığı yöne bakardı. Köleler ve hayvanlar daha doğal ve daha küçük ölçekli çizilir, bu onların önemli olmadıklarını gösterirdi.

Antik Mısır resminde üç temel konu mevcuttu:
1. Dinsel olaylar
2. Askeri olaylar
3. Günlük olaylar
Resimler ya papirüs üzerine, ya da mezar ve tapınak duvarlarına yapılırdı.
Edebiyat “İnsan ölüp gider, toprak olur eti kemiği,
Çökmek ve çürümek herkesin alınyazısı,
Ama okurlar var oldukça yazanlar yaşar sonsuz.”


Mezopotamya –özellikle Babil- edebiyatından sonra tarihin ikinci büyük edebiyatı Mısır'da doğup gelişmiştir. Türlerinin çeşitliliği, günümüze kadar gelen örnekleri, sanat kalitesi ve başka ülkelerin edebiyatına etkisi bakımından, aslında, Mısır Babil'den çok daha fazla önem taşımaktadır.

Mısır edebiyatının ilk örnekleri, din yazıtları, ilahiler, hükümdar övgüleri ve zafer kutlamalarıdır.

Mısırlılar, yazı ve şiirlerini genellikle duvara kazırlar, papirüs üstüne ya da defterlere geçirirlerdi.

Mısır edebiyatında pek çok tür bulunmakla beraber, bazı türler gelişmemiştir. Örneğin, yazılı dram ve komedi ile ilgili metinlere rastlanmamıştır. Tarih ve Coğrafya alanında bulunan metinler de son derece yetersizdir.

Dil ve güzel söz, Mısırlılar için günlük hayatta ve dinde büyük önem taşırdı. Mısırlılar, “Söz hünerlerin en zorudur.” kanısına varmışlardı. Katip ve memurlara önem vermeleri, hiyeroglifi güzelleştirmeleri ve edebiyatla ve özellikle şiirle uğraşmaları bu düşünceden ötürüdür.

Hiyeroglif resim yazısı da, Mısır kültürünün ilginç özelliklerinden biridir. Sağdan sola, soldan sağa, yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarıya yazılabilen bu yazı, büyük bir ihtimalle Mısırlıların kendi icadıdır. Sümerliler Mısırlılarda önce yazı kullanıyorlardı ama, Mezopotamya'daki çivi yazısıyla Mısır'ın Hiyeroglif yazısı arasında bir ilişki ve benzerlik yoktur.

Yazıtlar en eski ve en ilginç dinsel edebiyat metinleridir. Bunlar arasında ilahiler, dualar, yakarılar, zafer övgüleri, efsaneler vardır.

Atasözleri, ahlak kuralları ve öğütler bakımından Mısır kaynakları bir hayli dolgundur.

En eski ahlaki öğütler kitabı Ta-hotep tarafından yazılmıştır. Ta-hotep'in özdeyişleri arasında şunlar vardır:

Bilgiliyim diye kibirlenme. Okumuşlara danıştığın gibi, cahillerle de konuş

Halkı korkutma. Korkutursan Tanrı da seni cezalandırır.


Mısır edebiyatının ölümsüz eserlerinden biri Ölüler Kitabı'dır. M.Ö. 1600 yılında başlayan Yeni Krallık döneminde ve daha sonra mezarlara ve türbelere yerleştirilen çeşitli büyü metinlerinden meydana gelmiş bir derlemedir.

Mısır şiirlerinin en güzel örnekleri kuşkusuz sevgi şiirleridir. Çoğu kısa olan bu şiirlerde satırlar da genellikle kısa ve ritmiktir. Sevgi şiirleri, şölen ve eğlencelerde okunduğu gibi, mezar ve türbelere ölüleri keyiflendirmek amacıyla kazılır ve yazılırdı.

Eski Mısır'dan birkaç şiir:

Elinde keskiyle çalışan sanatçı
Tarlayı belleyen ırgattan fazla yorulur.
Akşam olunca yan gelip yatar mı? Ne gezer?
Kolları koparcasına çalışır
Ortalığı aydınlığa kavuşturmak için.

Ecel karşıma dikildi işte,
Burcu burcu öd ağacı kokusu gibi,
Sanki rüzgarlı bir gün, oturmuş yelkeni altında.
Ecel karşıma dikildi işte,
Lotüs çiçekleri kokuşlu
Esrik ırmağın kıyısında.

Ecel karşıma dikildi işte.

Sen geçir günlerini, bıkmadan, yorulmadan:
Ne malını mülkünü öbür dünyaya götürebilirsin,
Ne de geri gelirsin öteki tarafa gidince.

Müzik Harp, flüt, simbal, davul, trampet ve çeşitli borular gibi müzik aletleriyle yapılan Eski mısır müziği gelişmiş bir sanat koluydu.

Eski Mısır'da müzik tapınaklarda sıkça duyulurdu. Bunun dışında havanın kararmasıyla birlikte yapacak işleri olmayan insanlar beraber oturup şarkı söylerlerdi.

Müziğin ekonomik önemi de vardı: İşçiler çalışırken yapılan müzik, onların daha istekli çalışmalarını ve böylelikle daha verimli olmalarını sağlıyordu.
Amarna Dönemi Sanatı 18. Hanedanlıkta IV. Amentohep Mısır'ın ilk gerçek düşünce ve sanat devrimini yarattı. Güneş-tanrı Aton'a tek tanrı olarak tapılmasını devlet dini yapmaya çalıştı. Diğer tüm tanrıları reddetti. Bu uğurda devletin başkentini değiştirdi, kendi adını da Akhenaton'a (Güneş-tanrının hizmetinde) çevirdi.

Akhenaton sanatçıları gerçekçiliğe yöneltti. İnsanları oldukları gibi, doğal halleriyle göstermelerini istedi. Geleneklere bağlı kalan Mısır Sanatı yüksek estetik değerlerine rağmen gerçeklerden kopmuştu; resim ve heykel insanlardan çok soyut konularla ilgileniyordu ve insanları idealize ediyordu.

Akhenaton döneminde, hem gerçekçilik, hem hiciv ve mizah gelişti. Firavun kendisini güzelleştirmeden gösteren resim ve heykeller yapılmasına da izin verdi. Kız kardeşi Nefertiti ile evlenmişti. Nefertiti'nin ince ve güzel yüzünün resim ve heykelleri, Mısır plastik sanatının şaheserleri arasındadır.

Sanatın dinden ayrılmasını Akhenaton başlatmıştır.

Akhenaton'un ölümünden sonra, eski dinin rahipleri yeni dini yasakladılar. Devrimci firavunun sanatta yapmak istediği yenilikleri ortadan kaldırma çabasına giriştiler. Ama, sanatçıların büyük çoğunluğu gerçekçi üsluptan, yeni ifade özgürlüklerinden, hiciv ve mizahtan vazgeçmedi.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Tevhid İzleri

Eski Mısır'da Tevhid İzleri
ESKİ MISIR bir firavunlar medeniyetiydi. Aralarında kedilerin ve gübre böceklerinin de bulunduğu sayısız tanrısı olan bir inanç sistemleri vardı ve krallarına bile uluhiyet vermekteydiler. Halkın gözünde birer tanrı-insan olan firavunlar o kadar güçlüydüler ki, bugün o eski medeniyetin dimdik ayakta kalmış olan piramitleri ve tapınakları kadın-erkek tüm halkın canla başla çalışması ve çalıştırılması sonunda inşa edilmişlerdi. Yakın zamanlarda yapılan kazılar sonucu Giza piramitlerinde çalışan işçilerin mezarlarını bulan araştırmacılar, bunca insanı böyle ölümüne çalıştıran gücün etkisi karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Firavunlar güçlüydü ve Mısır'ın kedilerden, gübre böceklerinden pek çok tanrısı vardı.
Birgün Mısır'a bir kervan geldi. Yanlarında gözlerin o güne kadar gördüğü en güzel simalı bir çocuk vardı, adı Yusuf'tu ve kervan halkı onu bir kuyunun dibinde bulmuştu.
Yusuf, İbrahim Peygamber'in neslinden geliyordu ve dedesi İshak Peygamber gibi bir peygamber olan Hz. Yakub'un oğluydu. Kervandakiler bunu bilmiyorlardı. Yusuf'u satın alıp evlerine götürenler de bilmiyorlardı. Ona iftira atanlar da, onu zindana atanlar da…
Onun nesli, putlara karşı savaşmış ve kavimlerini bir olan Allah'a iman etmeye davet etmiş peygamber nesliydi. Böyle nurlu atalardan gelen Yusuf, kedilerden ve gübre böceklerinden tanrıları olan, krallarına uluhiyet veren bir medeniyetin kucağına düşmüş ve saraylarda büyütülmüştü.
Ancak Yusuf, bir edeb ve asalet timsaliydi. Yüzünün olağanüstü güzelliği kadar, ahlâkı da, herkesin dikkatini çekiyor ve takdirini topluyordu.
Kur'an'da en doğru şekliyle anlatıldığı gibi, sonunda zindana atılan Hz. Yusuf, burada arkadaşlarının rüyalarını yorumlamaya ve zindanı bir okula dönüştürerek etrafındakilere tevhid dersleri vermeye başladı.
“Ben atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu hem bize, hem bütün insanlara Allah'ın bir lütfudur; lâkin insanların çoğu şükretmiyor.
“Ey zindan arkadaşlarım, söyleyin: Birbirinden farklı birçok rab mi daha hayırlıdır, yoksa herşeyi kudretine boyun eğdiren tek bir Allah mı?
Allah'tan başka taptığınız şeyler ise, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden ibarettir ki, Allah bu konuda hiçbir delil indirmemiştir. Halbuki hüküm Allah'ındır; O ise kendisinden başka hiçbir şeye kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur; fakat insanların çoğu bilmiyor.” (Yusuf, 38-40)
Hz. Yusuf rüya yorumlama ilminde o kadar meşhur oldu ki, Allah'ın ona bahşettiği bu ilim sayesinde Mısır'ı, büyük bir kıtlık musibetine karşı önceden aldırttığı tedbirlerle korudu. Bu güzel hizmetinin karşılığında Mısır'a maliye bakanı oldu. İlk bakışta bir peygamber'in nasıl olup da, bir firavun'un emri altında çalıştığı akla takılabilir. Ancak, Hz. Yusuf, yaptığı icraatları sayesinde tüm halk tarafından çok sevilmiş, takdir edilmiş ve kendisine karşı sonsuz bir güven hissi duyulmuştur. O, bütün bunları, peygamberliğinin asıl vazifesi olan, kavmini bir olan Allah'a imana davet etme yolunda kullandı. Çünkü, Mısır'da, kedilerden, gübre böceklerinden tanrılar edinen ve krallarına uluhiyet veren bir kavim yaşamaktaydı…
Hz. Yusuf Mısır'da tevhid inancının tohumlarını ekmiş ve kendisine verilen peygamberlik vazifesini hakkıyla yerine getirmişti. O'nun Mısır medeniyetinde bıraktığı tevhid izleri asırlarca silinmedi. Zaman, insanların zihinlerinde ve kalplerinde tevhid akidesini yıpratmış ve Yusuf'un verdiği dersleri unutturmuşsa da, bugün Eski Mısır kalıntılarını inceleyen araştırmacılar öyle ilginç ayrınıtılar buldular ki, bunların Mısır'a, Yusuf'un güzelliğinden yansıyan parıltılar olduğunu söylememek mümkün değildir. İşte onlardan bazıları:
Eski Mısır'da yaşlı birisi yanlarına geldiği zaman, gençler ayağa kalkmak mecburiyetindeydi.
Erkekler sünnet olmak zorundaydı.


Tapınaklara girmeden önce eller ve ayaklar belli bir ritüele uyularak yıkanmalıydı.
Cinsel ilişkiden sonra muhakkak yıkanmak gerekliydi.
Tapınağa girecek olanlar kedi ve köpeğe dokunmamalıydılar. Dokundularsa, ellerini ayaklarını ve yüzlerini yıkamalıydılar.
Eski Mısır'da görülen ve İbrahimî dinlerle paralellik arz eden bu gibi hususlar tamamen Hz. Yusuf'un tebliğ vazifelerinin izleriydi. Bu vazife asırlar sonra Hz. Musa ile parlatılıp devam edecekti.
HER NE KADAR Hz. Yusuf'un tebliğ ettiği hakikatler, kavmi tarafından zamanla unutulmuş olsa da izleri hiç bir zaman silinmemişti.
Yusuf Peygamber'den yaklaşık 300 yıl sonra Mısır'ın tahtına oturacak olan Kral IV. Amenofis, tahta çıkışından beş yıl sonra kendisi 41 yaşındayken Mısır'ın çok tanrılı inanç sistemini temelinden yıkacak icraatlarda bulunmaya başladı.
Halkına, ilâh'ın tek ve bir olduğunu, isminin de ATON olduğunu ilân etti. Adını, Aton'un hizmetkârı anlamına gelen AKHENATON şeklinde değiştirdi.
Akhenaton'un kendisinin iman ettiği ve halkının da iman etmesini istediği ilâh, yalnızca Mısır halkının ilâhı değil, bütün insanlığın ilâhıydı. Bütün evrenin yaratıcısıydı güneşi ve ayı da O yaratmıştı.
Akhenaton'a ilk karşı çıkanlar Mısır'ın çok kudretli bir tabakası olan rahiplerdi. Ancak, Akhenaton onların ve o güne kadar firavunların yaşadığı TEB şehrinden ayrılarak kendisine AMORNA şehrini kurdu. Ölünceye kadar burada yaşadı.
Putperestlikle mücadelesinde çok kararlı olan Akhenaton, Karnak'taki Amon tapınağını kapattı. Yerine GEMATON (Aton'u bulduk) adında başka bir mabet inşa etti.
Halkın, krallara uluhiyet verme fikrini de yıkmak isteyen Akhenaton, dini törenlere tüm halkının gözü önünde eşi ve çocuklarıyla birlikte katıldı.
Sanatkârlara talimat vererek, eserlerinde gerçekçi bir yaklaşım izlemelerini emretti. Böylece abartılı resimler ve kabartmalar yapılamayacaktı. Her şey sade ve olduğu gibi resmedilecekti.

Akhenaton bir şiirinde Rabbine şöyle sesleniyordu:
“Aton… Gündüz gibi ışıklı Aton.
Gözlerimiz sana bakıyor. Seni görüyor sana karşı..
Sen benim kalbimdesin.
Fakat seni tanımak istemiyorlar.
Sadece ben, senin kulun Akhenaton, Seni tanıyorum.
Onlara araştırma gücü ver!
Senin gücün senin planın sonsuzdur.
Dünya Sana ait ve Senin.
Çünkü onu Sen yarattın.”
Bir başka şiirinde de şöyle söylemekte kral Akhenaton:
“Senin nurunla bütün yollar açılır.
Balığın suda zıplaması Sendendir.
Senin nurun, ruhların kalbine nüfuz eder…”

Akhenaton, kendisi ve ailesi için yaptırdığı mezarda yapılan bütün incelemeler herhangi bir mumyalama işleminin gerçekleşmediğini göstermektedir. Onun ölümünden sonra, güçlü ruhban sınıfı eski çok tanrılı dinlerini canlandırdılar ve kendilerinden alınan iktidar gücünü geri kazandılar. Çok geçmeden eski tanrıların yeni heykellerini yaptırarak tapınaklara yerleştirdiler. Başkent yeniden Teb'e nakledildi ve bu şekilde bir muvahhidin çabaları yok oldu gitti.
Ancak Mısır'da indirilen tevhid bayrağı, yaklaşık bir asır sonra gelecek güçlü bir el tarafından yeniden dalgalandırılacaktı. Bu, Hz. Musa'nın eliydi.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Toprak Mülkiyeti ve Kadastro Hizmeti

ÖZET İlk çapamı en ileri uygarlıklarından birisi olan eski Mısır'da; Kadastro hizmetine büyük önem verildiği, krallık senelerinin kadastro yassımı ile anıldığı ölçme katiplerinin heykellerinin yapıldığı, Toplumsal yapı ve toprak - insan ilişkilerine bağlı olarak, toprak mülkiyetinde çeşitli düzenlemelerin yapıldığı bu dönemde; ölçme bilgisi büyük ilerleme göstermiş, taşınmazların ölçümleri yapılarak, yüzölçümleri hesaplanmış ve planlan düzenlenerek kayıtlara geçirilmiştir.
I. Giriş Bilineceği üzere, dergimizin (58-59) sayısında; "Mezapotamya Uygarlıklarında Toprak Mülkiyeti ve Kadastro Hizmeti"ni betimleyerek, ilk çağların kadastro hizmetini tam anlayabilmek için bu çağın en ileri uygarlıklarından biri olan eski Mısır uygarlığının da bu yönüyle incelenmesi gerektiğini belirtmiştik. Bu yazımızda da; Gezici topluluklar halinde yaşayan kabilelerden bir kısmının, Nil nehrinin suladığı bu verimli topraklara yerleşmeleri ve bu bölgede kurulan 30 kral sülalesinin saltanat sürdüğü 3000 yıllık eski Mısır uygarlığı incelenmiştir.
Mısır tarihi ara dönemler hariç, Tinitli Krallar Devri (İ Ö 3000 -2575) Eski Krallık-. (L.Ö. 2275 - 2040), Orta Krallık (İ.Ö. 2040 - 1550) Yeni Krallık (L.Ö. 1550 - 333) dönemleri olarak tarihsel bir sıra içerisinde ele alınarak bu dönemlere ilişkin toprak mülkiyeti, toprak-insan ilişkileri ve kadastro hizmeti açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, Onbeşinci yüzyıldan bu yana, özellikle son yüzyılda yapılan araştırma ve kazılar sonucu ortaya çıkan ve yayınlanan belge ve bilgilerden temin edilebilen örnekler ait olduğu tarihsel bölümler arasına alınmıştır.
2. Yerleşik Topluma Geçiş Yazılı tarih öncesinde, gereksinmelerini karşılamak ereğiyle uzun yüzyıllar av peşinde koşan insanların, çevresel değişikliklerle birlikte yaşamaları da değişiyordu. Sürülerini otlatacak iyi bir otlak bulan topluluklar burada kalmakta ertesi yıl iyi otlak bulmak amacıyla yine buraya gelmektedirler. Sürülerini beslemek için verimli otlaklarda belirli bir süre konaklayan topluluklar bitkileri yaktıktan sonra tekrar filizlendiğini görmüşlerdir. Bunun üzerine bitki ve ağaç dikerek yetiştirmeye başlamışlardır. Zamanla arpa, buğday gibi ürünleri ekip biçmeye başlayan bu insanlar ellerindeki ilkel üretim araçlarına uygun az zahmetle çiftçilik yapabilecek topraklar aramaya başlamışlardır.
Tarıma ve hayvancılığa elverişli toprak ve iklim bulabilmek için oradan oraya yapılan bu göçler sırasında verimli topraklara zamanında ulaşan grupların buraya yerleştikleri ve ileri uygarlıklar kurdukları görülmektedir.
Bu gezici grupların ilk yerleştiği yerlerden birisi, ülkemizin Doğu Anadolu dağlarından çıkan Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan, arpa ve buğdayın tarıma gerek kalmadan yetiştiği "Merapotamya" denilen bölgedir.
Diğer bir bölge ise, Nil nehrinin hayat verdiği deltadır. Buraya yerleşen ve Mısır halkını oluşturan gruplar, toptan ve belirli bir zamanda bu vadiye gelmemişlerdir. Çeşitli zamanlarda birbirini takip ederek çeşitli yollardan gelmişlerdir. Bunlardan Orta Asya'dan çıkarak Arabistan'ın batısını takip ederek Somali ve Habeşistan'ı geçerek buraya yerleşenlerin olduğu gibi Arabistan'ın batısından geçerek Sina çölü yoluyla buraya gelenlerin olduğu yolunda görüşler bulunmaktadır.
Göçebe kabileler halinde gezen bu toplulukları Nil vadisine çeken neydi? Şimdi kısaca bundan söz edelim.
3. Mısır ve Nil İlkel üretim araçlarıyla arpa, buğday yetiştirmeye çalışan göçebe topluluklar halinde gezen kabileleri buraya çeken ve 3000 yıllık eski Mısır uygarlığını yaratan güç, Nil nehridir. 6500 Km. uzunluğundaki bu nehrin suladığı 25 Km. genişliğindeki bu vaha olmasaydı, Mısır denilen bölge kendisini saran kum çölünden başka bir şey olamazdı.
Nil Mısır için yaşamsal önem taşımaktadır. Buradaki yaşam ve üretimin candamarı Nil'dir. Heredot'un Mısır rahiplerine atfen naklettiği gibi "Mısır, Nil'in bir armağanıdır»" Diğer deyimle Mısır'ın toprağı, suyu Nü'den ibarettir. Nil nehri taşmadığı zaman derhal kıtlık başlar. Böyle zamanlarda insan yiyecek ot kökü bile bulamaz. Örneğin; İsa'dan önce 1181 tarihinde böyle bir kıtlığa tesadüf eden Bağdatlı tabip, Abdullatif şunları söylemektedir. "Küçük bir çocuğun kızartılmış olarak bir sepet içinde satıldığını, gözümle gördüm. İnsan eti yemeye öyle alışmıştı ki, bununla alalade beslenen, hatta zahire gibi bunu alıp saklayan adamlar Fardı. İnsan etinden türlü yemekler yapılıyordu ve Mısır'ın bundan kurtulan hiç bir parçası yoktur.'MD
Kıtlık senelerindeki bu acı olaylara karşılık Nil nehri genellikle, temmuz aylarında taşmakta ve kasım ayma kadar tüm vadiye dağılmaktadır. Kasım ayından itibaren nehir beraberinde getirdiği, kırmızı ve ince bereketli toprak örtüsünü bırakıp yatağına çekilmektedir. Nehrin mevsime göre taşması sayesinde delta verimli toprağını korumakta, yağmurun yokluğunu giderecek nemliliği sağlamaktadır. Ve dolayısıyla bu vadide arpa, buğday gibi ürünler tarıma gerek kalmadan yetiştirilmektedir.
İnsanlar burada alıkoymak için başta Nil nehri olmak üzere toprak, iklim ve coğrafi koşullar sanki el birliği halindeydi. İnsan unsuru da bu yapıdan yararlanmasını bilmiş ve bu topraklar üzerindeki Eski Mısır uygarlığını yaratmıştır. Şimdi de konumuz açısından bu uygarlığı inceleyelim.
4. Tinitli Krallar Devri (İ.Ö.3000 - 3575) Yontma Taş Devrinde Göçebe Avcı olan Mısır halkı, Nil vadisinin kıyılarındaki ormanlarda dağınık halde yapıyorlardı. Nehir suları çekildikçe göçebe halk suyu takip ederek daha aşağılara inmişlerdir. Ziraatla geçinen bu insanlar toprağa bağlanarak ilk köyleri kurmuşlardır. İlk idari teşekküllerin çekirdeğinin kurulduğu bu dönemde, ülke toprakları bölünmüş ve her klan belirli yerlere yerleşmiştir. Köyler zamanla bir araya gelerek eyaletleri (Nom) oluşturmuşlardır. Her nom bir merkez ve onun çevresindeki araziden oluşmakta ve büyüklükleri 30-40 km. geçmemekteydi.
Tinitler devrinden itibaren Mısır'da bir ziraat hayatı başlamış ve krallık yönetimi tarım ve toprak işlerini ilk zamanlardan itibaren ele almıştır. Krallık Mısır arazisinin büyük bir kısmına sahip olup bunları krallık adına işletir. Bunun yanında menfurlara aylık karşılığı verilen arazilerde bulunmaktadır. Kral tarafından verilen bu araziden şahıslara mülk olarak verilenler yanında babadan oğla intikal etmekle birlikte sadece kullanım hakkının tanındığı arazide bulunmaktadır. Ayrıca bu dönemde özel mülk olarak etrafı duvarlarla çevrilmiş bahçeler bulunmaktadır. Mısır'ın birinci ve ikinci sülale dönemini kapsayan bu devrenin

birinci sülale dönemine ait yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak; Daha sonra yazılan yazılarda, Mısır soyunu kuranın "Meaes" olduğu veya Mısır birliğinin kurulmasında bu kişinin önemli görevler yaptığına dair bilgiler bulunmaktadır.
Bu dönemde, Menes'ten itibaren bir vezirin varlığı kabul ediliyorsa da bunun daha sonraki vezirler mahiyetinde olmadığı sanılmaktadır. Kral'ın iki yardımcısı bulunmaktadır. Bunlardan birisi kuzeyin (kırmızı ev) diğeri ise güneyin (beyaz ev) temsilcisidir. Fakat, bazen bu iki unvan bir kişide toplanmaktadır. Merkezde krallığın bir arşivi bulunmaktadır. Bu varlığını 5. sülale zamanında yazılmış olan kayıtlar belirtmektedir, ayrıca krallar ilk devirlerden itibaren yıllık önemli olayları yazılı kayıtlara geçirmeyi adet haline getirmişlerdir.
Birinci sülale zamanındaki merkezi hükümet teşkilatı ikinci sülale zamanında daha da genişletilerek yeni memuriyetler ilave edilmiştir. Merkezi hükümet teşkilatı yanında krallık merkezine tabi olan eyaletlere de bazı görevler verilmiştir. Bunlar ise ziraat işlerinin verimli olabilmesi için su tanzimi ve kanalların yapım işleridir. Nom reislerine "Aemer" unvanı verilmiştir. Bunun anlamı "kanalların açılmasına memur" olan demektir. Bunların birinci derecede ki görevi topraktan yeterince yararlanmayı temin etmek dolayısıyla toplumun refahını sağlamak ve krallığın hazinesine daha fazla servet kazandırmaktır.[SUP][2][/SUP]
Mısır'da iki tacın birleştiği sulh ve sükunun sağlandığı ikinci sülale zamanında,memleketin tüm taşınmaz mallarının iki senede bir yazım ve yoklamasının yapılmasına başlanmıştır. Buna "tenut" (tanıt) deniyordu. Krallar buna, o kadar önem veriyorlardı ki krallık seneleri birinci, ikinci, üçüncü tenut şeklinde tayin ediliyordu.Bu yazımların mülkiyet tespiti ve vergiye esas tutulmuş olmasına şüphe yoktur.(S) Bu yazımların yapılmış olması bu dönemde merkezi hükümet teşkilatına bağlı olarak bir kadastro yazım teşkilatının bulunduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Kadastro yazımlarıyla birlikte bu dönemde, hayvan, altın gibi menkul mallarında sayımlarının yapılması özel mülkiyetin daha ilk devrelerinden itibaren var olduğunu göstermektedir. Fakat, kraliyet güç kazandıkça küçük toprak sahipleri zamanla ortadan kalkmıştır,
Kişilere ait özel mülkiyetin yanında kralın özel arazileri, tarlaları, bağları bulunmaktadır. Bunları kral adına "Nent Kherau" (kuvvetli bağıran) denilen memurlar idare ederdi. Bu görevli gerek memurlar gerekse vergi mükellefleri tarafından getirilen ürünün miktarını belirler ve ilan ederdi.[SUP][4[/SUP]] Tinitler dönemine ait yazılı belgelerin yetersizliği nedeniyle, bu devreye ilişkin gerek devlet teşkilatı gerekse arazi yazımı hakkında açıklayıcı bilgiler bulunmamaktadır. Ancak, bundan sonra kurulan medeniye ait idari teşkilatın temelleri bu devirde atılmıştır.
S. Eski Krallık (İÖ. 2575-2040) Bu dönemde, Mısır devletinin üçüncü ve dördüncü sülalelerinin hükümdarları mutlak bir idare sistemi kurmuşlardır. Kralın hükümet teşkilatını nasıl idare ettiğine ait açıklayıcı bilgiler bulunmamaktadır. Ancak, bununla beraber Tinitler devrine göre daha fazla bilgi bulunmaktadır.
Merkezi idarede, vezir bütün hükümetin başıdır. En önemli işler onun bürosundan geçmektedir. Vezire yardımcı olan ve onun emirlerini diğerlerine götürecek şefler bulunmaktadır. Bunlar aynı zamanda eyaletlerden gelen raporları vezire ulaştırmaktadırlar. Önemli kayıtların saklandığı Krallık arşivinin muhafazası ile görevli olan vezir, aynı zamanda hazine ve ziraat işlerini de yürütmektedir. Hazine ve Ziraat nazırlıkları büyük önem taşımaktadır. Çünkü, tüm memleketin yetiştirdiği zahire ve bahçe mahsûlünün bir kısmı vergi olarak ambarlarda toplanmakta, bu da devletin hazinesini teşkil etmektedir. Merkezin dışında ayrıca eyaletlerde de ambarlar bulunmaktadır.
Merkezi idarede, vezir bütün hükümetin başıdır. En önemli işler onun bürosundan geçmektedir. Vezire yardımcı olan ve onun emirlerini diğerlerine götürecek şefler bulunmaktadır. Bunlar aynı zamanda eyaletlerden gelen raporları vezire ulaşmaktadırlar. Önemli kayıtların saklandığı Krallık arşivinin muhafazası ile görevli olan vezir, aynı zamanda hazine ve ziraat işlerlnide yürütmektedir. Hazine ve Ziraat Nazırlıkları, büyük önem taşımaktadır.Çünkü, tüm memleketin yetiştirdiği zahire ve bahçe mahsûlünün bir kısmı vergi olarak ambarlarda toplanmakta bu da devletin hazinesini teşkil etmektedir. Merkezin dışında ayrıca eyaletlerde de ambarlar bulunmaktadır.
Bu dönemde memur sayısı çok fazlalaştı. İşin yönetiminden sorumlu şeflerin yanında çok sayıda katip bulunmaktadır. Hükümet işleri ise katiplerin gördükleri •■ işler önemli sayılmakta ve gördükleri işlere göre kendilerine unvanlar verilmektedir. Bu görevlerden bir bölümü babadan ogla geçmektedir. Kadastro hizmetinde çalışanlara bu dönemde, ne unvan verildiği bilinmemekle birlikte, kadastro katiplerinin heykellerinin yapıldığı ve bu hizmete önem verildiği yapılan kazılar sonucu elde edilen buluntulardan anlaşılmaktadır.
Bu dönemde ülke topraklarının büyük bir kısmı hayranları beslemek için mera olarak tarım dışı bırakılmıştır. Bu meralar ve harman yerleri ortak mülk olarak kullanılmıştır. Gerek özel mülk olarak gerekse kullanım hakkına sahip olunan topraklar miras yoluyla babadan oğla intikal etmektedir. Ancak; asıl mirasçı büyük oğuldur. Mirasın tamamı ya da büyük bir kısmını büyük oğul alırdı. Aile reisinin mallarını başka bir kimseye bırakma hakkı da bulunmaktadır.[SUP][6][/SUP]
Taşınmaz mülkiyetin Devlete ait olduğu, halkın ise vermiş olduğu vergi karşılığı kullanım hakkına sahip olduğu bir arazi sistemi içinde Krallar kendilerine büyük harcamalar yapıyorlardı. Ve gelirler ağır ağır yetmemeye başlamıştı. Firavunlar kendi adlarına yapılan Piramitler karşılığı şehirleri Kral'a verilecek vergilerden sonsuz bağışık tutuyor,yaptırdıkları mabetlerin giderlerini karşılamak için bir kısım arazi gelirlerini de buraya tahsis ediyordu. Bu biçimde Mısır arazisinin büyük bir kısmı Piramit ve mabetlere ayrılmıştı.
Mabetlere tahsis edilen arazi üzerinden Kral vergi alamıyordu. Bu uygulama nesilden nesle devam eti. Ve Krallık hazinesini boşaltan bu uygulamadan zaman zaman dönülmek istendi fakat başarılamadı. Böylece, mabetler ve kahinler büyük araziye sahip oldular. Krallar ise yapmakta oldukları harcamaları bu ayrıcalıklı kişilerin dışındaki halkın sırtından çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu ise, Eski Mısır'da iç karışıklıkların ve ihtilallerin çıkmasına ve Mısır'ın eski saltanatının yıkılmasına neden olmuştur.
L.Ö. 2413-2040 yılları arasında bir ara devir yaşayan Mısır'da, Teb şehrinin yöneticileri önderliği sağlayarak yeniden kurmayı başardılar.
6. Orta Krallık (M.Ö. 2040-1550) 11. sülale ile başlayan Orta Krallık döneminde Onikinci sülaleden sonra L.Ö. 1788 de Orta Asya'dan gelen bir kavim olan Hiksos'lar Mısır'ı istila etmişlerdir. 17. sülaleye kadar olan dönemi kapsayan bu devrede Eski Mısır Krallık yönetiminde bazı değişiklikler olmuştur. Gitgide kuvvetlenen eyalet valileri merkezi yönetimin zayıflığından da faydalanarak kendilerini küçük bir Kral gibi addederek ona göre saraylar yaptırmışlar,hizmetlerinde memur çalıştırmaya ve vergi salmaya başlamışlardır. Nomlardaki valilerin merkeze olan bağımlılığının ortadan kalkmasıyla devletin idare biçimi feodalite esnasına dayanmıştır.
Fakat; 12. sülalenin iktidara geçmesiyle tekrar merkezi bir yönetim sistemine geçilmiştir. Nom'lann hudutları belirlenerek bunlar merkezi yönetime tabi kılınmıştır. Bu dönemde eskiden olduğu gibi vezirin görevlerinin devam ettiği görülmektedir. Nom valilerinin görevine son verildiği ve Mısır'ın delta, orta ve güney olmak üzere üç eyalete bölündüğü sanılmaktadır. Bu dönemde yapılan kanallarla sunulabilen arazi miktarı çoğalmış daha çok alan tarıma açılmıştır. Nil nehrinin taşıma durumu kontrol edilerek nehrin durumuna göre gerekli önlemler alınmak yoluyla daha çok ürün sağlanmıştır. Ancak; Bu devirde tarımsal aletlerde önemli bir değişiklik olmamıştır.
Yine bu dönemde taşınmaz mal sayımı yapıldığı, miras işlerinin nasıl düzenlendiği ve bu kayıtların bir örneğinin bürolarda saklanması gerektiğine ait bilgiler bulunmaktadır. Devletin gelir ve giderleri günlük olarak kayıtlara geçirilmektedir. Giderlerin kaydedildiği bölümde uzunca memur listesinin bulunması bu dönemde çok sayıda memurun çalıştığını göstermektedir.
Kralların, Nom'larm etkinliklerini kırarak kendilerine bağlanmasından sonra bunların yararlandıkları arazide Krallık yönetimine geçmiştir. Krallık yönetimine geçen bu arazi aşar karşılığı çiftçilere tahsis edilmiştir.[SUP][7][/SUP]
Bu arazi üzerinden ne miktarda Öşür alındığı belirtilmemişse de Tevrat'ın faslında ki 47. sureye göre Teb krallığı (Onikinci sülale) döneminde araziden 1/5 oranında öşür alındığı anlaşılmaktadır.[SUP][8][/SUP]
Eski Mısır'daki arazi sisteminin temelde bu devrede de değişmediğini görmekteyiz. Taşınmaz malın yine mülkiyeti ve denetimi devlete ait olup küçük ayrıcalıklar dışında kullanım hakkı zilyede tanınırdı. Kişiler devletten kendilerine verilen bu kullanım hakkını eşlerine ve çocuklarına miras olarak bırakabileceği gibi komşularına veya ailelerinden başka birisine devredebiliyorlardı. Ancak; yapılan bu ferağ ve intikal karşılığında devlete bir miktar harç ve vergi ödenmekteydi.
7. Yeni Krallık (10.1550-333) 17. sülaleden otuzuncu sülaleye kadar devam eden ve 333 yılında Makedonya kralı Büyük İskender tarafından istila edilerek tarih sahnesinden silinen Eski Mısır'ın en uzun ve son dönemi olan Yeni Krallık devresinde, devlet yönetimi daha önceki dönemlere göre farklılık göstermektedir.Çünkü, bu donemde yabancı istilalardan kurtulma uğraşı verilerek Mısır'da prensler tarafından Eski Krallık yönetimi yeniden kurulmuştur.
Bu devreye ait arkeolojik belgeler daha fazla olmakla birlikte yeterli düzeyde sistemli bir arşiv olmadığından gerek idari gerekse kadastro hizmetine ilişkin zaman dizini içinde ayrıntılı bilgiler edinmemiz güçtür.
Yine bu dönemde Kral, Ülkenin tek ve mutlak hakimidir. Ancak; Yönetsel işlerin çoğalması arazinin genişlemesi nedeniyle Kral bu görevlerini yüksek rütbelerdeki memurlarına bırakmaya mecbur kalmıştır. Kral'dan sonra ki en yüksek rütbeli merkez örgütünün başı vezirdir. Vezirlerin en büyük görevi tarafsız davranması ve adaletli olmasıdır.
Vezirin daha önceki dönemlerde olduğu gibi merkez örgütünde hükümet işlerini ilgilendiren bütün belgeleri bir arada toplaması gerekiyordu. Bu nedenle devlet arşivinin sorumluluğunda kendisine verilmişti. Yönetim işlerini ilgilendiren bütün belgeleri toplamak, mühürlemek ve bir sisteme göre arşivlemek, korumakta vezirin görevleri arasındaydı. Eğer bir memur tarafından bir belge incelenmesi gerekirse doğrudan doğruya vezirden izin alınması gerekiyordu. Yerine iade edilen belgenin tekrar vezirin mühürü ile konması gerekiyordu. Gizli nitelikteki belgeleri ise memurlar dahi göremezdi.[SUP][9][/SUP]
Günlük işler hakkında Krala raporunu veren vezir sabah yönetsel işlerle ilgili büroların kapılarını açar ve resmi gün başlamış olurdu. Vezir ise memurlardan gelen raporları toplar ve gereken emirlerini verirdi. Vezirin emrine tabi olan eyaletlerde yönetsel örgüt önceki dönemlere göre daha farklıdır. Yeni Krallık döneminde merkeziyetçilik çok ileri gitmiştir. Bu devrede de Nom valileri vardır. Ancak; Etkinlikleri kalmamıştı. Eyalet bölümleri belirli bir arazideki köy ve şehirlerden ibarettir. Buralarda görev yapan memurlar doğrudan vezir tarafından atanır ve merkeze bağlıdır.
Yeni Krallık döneminde, Mısır'da, tarım bir devlet işi olarak ele alınmış ve yeni düzenlemeler getirilerek çiftçiye kolaylıklar sağlanmıştır. Mera olan arazi sürülerek tarla haline getirilmiş bu nedenle hayvancılık gerilerken çiftçiliğin geliştiği görülmektedir. Bunun sonucu olarak tarımsal aletlerde gelişmeler olmuştur. Bu devrede oraklar madenden yapılmaya başlanmış olup sabanlar toprağı daha iyi işlemeye uygun duruma getirilmiştir. Tarıma büyük önem verilmesi sonucu bol ürün alınması yanında, her evin etrafında güzel bahçeler, meyve ağaçlan ve bağlar oluşturulmuştur. Bu dönemde de arazi mülkiyetinde bir değişikliğin olmadığını, taşınmaz malların, mülkiyeti devlete ait intifanın zilyedine belirli bir vergi karşılığı tahsis edildiği görülmektedir. Ayrıca bu dönemdeki kayıtlardan, savaşta basan gösteren subay ve erlere de arazi tahsis edilmeye başlandığı görülmektedir. Kralın memurlarına da aylık karşılığı arazi verilmiştir. .
Yeni Krallık döneminde kadastro hizmetinin geliştiğini ve ilk defa Mısır'da bir haritanın yapıldığına tanık olmaktayız. Tarihi kesin olarak belirlenemeyen fakat, (İ.Ö. 1318-1299) yılları arasında yapıldığı varsayılan bu harita altın madenlerinin çıkarılıp yıkandığı yerleri göstermektedir. Papirüs üzerine yapılmış olan ve büyük bir haritanın parçası olması lazım gelen bu parça "Torino Müzesine" götürülmüştür.
Harita maden işçilerinin evlerinin olduğu yer (yerleşim merkezi), Amon mabedinin yeri, madenin çıkarıldığı ve yıkandığı yerler, gösterilmiştir. Dağlarda altın yıkanan yerler kırmızı işaretle işaretlenmiştir. Kralın çeşmeleri ve abidesi de harita üzerinde belirtilmiştir. Bu harita güneye doğru yönlendirilmiştir. Amenemope ismindeki bir Mısırlının oğluna çeşitli konularda verdiği öğütlerde;
- Kalemini başkalarına fenalık yapmak için sakın kullanma,
-Hiç bir smın değiştirme,
-Ne ölçülerde ve de tartmada hile yapma,
-Adil ol, zenginlerin menfaati için fakirlerim hakkını yeme ve onları iyi giyinmemiş olmalarından dolayı geri gönderme,
-Vergi atarken sert davranma,
biçiminde nasihatlarda bulunması, bu kişinin oğlunun bir devlet görevlisi olduğunu, sınır ölçümleri ve vergi alınmasında yetkili bulunduğunu göstermekteyiz. Özellikle "Hiç bir smın değiştirme" ibaresinden bir kadastro yazımının yapıldığı ve buna göre hazırlanan haritalara göre arazinin sınırlarının ölçüldüğü anlaşılmaktadır. Mısır'da sınır ölçümü büyük önem taşımaktadır. Çünkü, Nil nehrinin suyunun alçalması ve yükselmesiyle kişilere ait arazi üzerindeki sınırlar kaybolmakta ve bozulmaktaydı. Bunları yeniden teşbit etmek gerekiyordu. Bu ise Mısırlı ölçûcüler tarafından daha önceden yapılmış plan ve haritalara göre yapılmaktaydı.
Buraya kadar bir zaman dizini içinde toprak mülkiyeti, toprak-insan ilişkileri ve kadastro hizmetini betimlemeye çalıştık. Şimdi de biraz Eski Mısır'daki ölçme bilgisinden söz edelim...
8. Eski Mısır'da ölçme Tekniği Mısır'ın hayatının Nil'in alçalma ve yükselmesine tabi olması nedeniyle Nil nehrinin durumunu devamlı ölçmek ve kontrol etmek gerekiyordu4§te bu hesaplamalar ve arazi ölçümlerinden dolayı Mısır'da riyazi ve bendesi (matematik ve geometri) bilimleri büyük ilerleme göstermiştir. Bu dönemde arazinin alanlarının matematik hesaplamalarla bulunduğunu görmekteyiz.
Heredot geometrisinin Mısır'da başladığını ve arazi ölçüsü gereksiniminden doğmuş olduğunu söylüyor. Bunun gerçeğe uygun olduğunu yani, böyle bir kaynaktan başlayarak geometrinin Mısır'da bir bilim haline geldiğini kabul edebilirlz. Mısırlılar doğal olarak kare ve dikdörtgen alanlarını doğru bir biçimde hesaplayabilmekteydiler. Üçgen alanını bulmayı "üçgeni dörtgenleştirme" gibi. bir deyimle ifade ediyorlardı. Genellikle üçgen şeklindeki bir arsanın yüzölçümünü bulmak için, taban yüksekliğinin yarısı ile çarpılıyordu. Fakat, bu hesaplamalara ilişkin metinler açık değildir. Bazı metinler tabanın »yüksekliğin yansı ile değil yandaki kenarlarından birisinin yarısı ile çarpıldığı kanısını uyandırmaktadır. Bazı araştırmacılar böyle bir varsayımın ileri sürmüşlerse de diğer bilgiler ışığında geometri bilgilerinin Eski Mısır'da bu derece yetersiz olduğunu kabul etmek güçtür.[SUP][11][/SUP]

Misır'da Nil taşkınları dolayısıyla ölçmecilerin arazi ölçümleriyle oldukça sıkı uğraştıkları bilinmektedir. Bu arazi ölçümlerinde gerektiğinde "bölme skleme", "dik açılı yapma" adını verebileceğimiz metodlardan kabaca ve takribi bir şekilde faydalanmış oldukları düşünülmektedir. Örneğin, ikizkenar bir üçgenin dik açılı yapmak, bunun simetrik iki yarısını bir dikdörtgen meydana gelecek şekilde yan yana getirmek ve eklemekle mümkün olmaktadır. Belirli bir geometrik şekli bir takım kısımlara ayrılıp böldükten sonra bu kısımları yeni bir şekil meydana getirecek biçimde birleştirme anlamına gelen bölme ekleme yönetimi geometride önemli bir metoddur. Ve bu metod Mısır'da arazi ölçümlerinde kullanılmıştır.
Arazi ölçümlerinde çok zaman düzgün olmayan üçgenler ve dikdörtgenlerle karşılaşıldığı bilinmektedir. Bu gibi taşınmazların planı düzgün üçgen ve dikdörtgenlere ayrılarak alanları hesaplanabilmektedir. Yine bu dönemde, Pythagoras teoreminin yalnız 3, 4, 5 özel hali, yani kenarları 3, 4, 5 olan bir üçgenin dile üçgen olduğu biliniyor ve ölçümlerde uygulanıyordu.
Dikdörtgenin, yamuğun, bir üçgenin alam tam ve doğru olarak hesaplayabilen eski Mısırlılar bir dairenin yüzölçümünde iyi bir yakınsama ile, (pi) sayısı için (16/9) 2 değerini (3,1604) olmak suretiyle hesaplayabiliyorlardı. Bilindiğine göre Mısır'da ölçülebilir bir nicelik olarak açı kavramı henüz mevcut bulunmuyordu. Açıya ilişkin kavram doğru parçaları aracılığıyla dik açı yoluyla ifadesini buluyordu. Kenarlar, en ile boy, taban ve dikme, köşegen, çap ve çevre hem ölçülebilen hem de ölçüde aracı olan nitelikler olarak ele alınmaktaydı.
Toprak insan ilişkilerine bağlı olarak taşınmazların belirli dönemlerde sayım ve yazımının yapılması, Nil nehrinin taşması ve alçalması sonucu sık sık arazi sınırlarının tesbit edilmesi zorunluluğu ölçme tekniğinde-yeni gelişmelere neden olmuş ve bu teknikler günümüz ölçme tekniğinin temelini oluşturmuşlardır.
9. Sonuç İlk çağların en ileri uygarlıklarında birisi olan Eski Mısır'da; İçinde yaşanılan toplumsal koşullara uygun olarak zaman içinde toprak mülkiyetinde bazı değişiklikler olmuştur. Ancak, temelde bir değişiklik olmamıştır. Ülke topraklarının çok az bir kısmı özel mülkiyete konu olmaktadır. Bunlar ise, ev ve küçük bahçe ile bağlardan oluşmaktadır. Bunun dışındaki toprakların mülkiyeti Krallığa ait olup belirli bir mükellefiyet karşılığı kullanım hakkı kişilere verilmiştir.

Kralların büyük harcamalar yaptığı gerileme dönemlerinde hazineye gelir sağlamak amacıyla bir kısım toprakların tahsisi ve gelirlerinin toplanması Nom valilerine verilmiştir. Topladıkları vergileri merkezi yönetime vermeyen eyalet valileri merkezi otoriteye karşı çıkarak bağımsız bir kral gibi yaşamaya başlamışlardır. Bu ise iç karışıklıklar ve isyanların çıkmasına sebebiyet vermiştir. Orta Krallık döneminde yeni bir düzenleme ile bu uygulamaya son verilerek merkeziyetçi bir yönetim sistemi kurulmuş ve eyalet valilerinin elindeki topraklar geri alınmıştır.
Bazı istisnalar dışında arazi mülkiyetinin devlete ait olduğu intifa hakkının zilyede tanındığı eski mısır toprak sisteminde gerek mülkiyet gerekse kullanım haklarının ölüm halinde intikali mümkündür. Ancak, miras babadan oğla geçmektedir. Muris isterse vasiyet yoluyla mirasını istediğine bırakabilmekteydi. Tapu ile alım satım işleriyse sağ olanlar arasında yapılmaktaydı. Ülkedeki tüm taşınmazların zaman zaman yazım ve yoklamaları yapılmaktadır. İlk kadastro yazımı ile ilgili bilgilere eski krallık döneminde tanık olmaktayız. Bu dönemde her iki yılda bir kadastro yazımının uygulanmasına başlanmıştır. Kadastro yazımına Krallar tarafından büyük önem verilmiş olup. Kralların saltanat yılları (tenut) denilen bir yazımlarla anılmıştır.
Nil nehrinin alçalma ve yükselmesiyle su altında kalan arazilerin sınırlan kaybolmaktaydı. Bu taşınmazların yeniden sınırlarının belirlenme zorunluluğu ölçme bilgisinde yeni gelişmelere neden olmuştur. Eski Mısırlılar, arazilerin alanlarını gerçeğe yakın bir şekilde hesaplamayı biliyorlardı. Geliştirdikleri "dik açılı yapma", "bölme ve ekleme" gibi metodlar bugün için kullanılmasa da günümüz ölçme tekniğinin temelini oluşturmuşlardır.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Yemek

Eski Mısır'da Yemek Eski Mısır'da, yiyecek olarak ekmek ve bira, bolca tüketilirdi. Sebze ve su ürünleri ise, yine en çok tüketilen gıdalar arasında yer alıyordu.

Coğrafi iklim koşulları yüzünden meyve ve sebze bağlarının yetersizliği, Mısırlıları deniz ürünlerine yöneltmişti. Soğan ve sebzeler, kurutularak kışın da kullanılırdı.

En yaygın kullandıkları meşrubatların başında ise arpadan yaptıkları içecekler gelirdi. Güneşte kurtulmuş salamura bırakılan balık etleri de, yine tüketilen gıdalar arasındaydı. Evcil olarak yetiştirilen hayvanların eti oldukça pahalıydı. Bu yüzden avlanmak, yabâni meyve ve sebzelerden yararlanmak, Mısırlılar için daha câzip bir yöntemdi. Yine dinsel kaynaklı nedenlerden dolayı; tapınaklarda kurban edilen hayvanların etleri muhtaç, olanlara dağıtılırdı.

Asker ve memur gibi kamudaki görevlilerin belli bir beslenme standartları vardı. Üretilen yiyeceklerde, askerlerin belli bir hakkı olurdu. Öküz eti, balık ve sebzelerden askerlerin belli ölçeklerde almaya hakları vardı. Her askerin aylık olarak 20 ekmek, yiyeceği kadar sebze, iki keten; giysi alma hakkı vardı. Kralın habercilerinin mönüsüyse tamamen farklıydı. Bunların mönüsünde her gün; iyisinden ekmek, iyi sebzeler ve balık eti, öküz eti, şarap ve zeytinyağı; bal, incir olurdu.Zengin Mönüsü Üst tabakada yer alan Mısırlıların, et, kümes hayvanları, sebzeler, meyve suları ve şarap; kullandıkları en yaygın gıdalardı. Tabii ki ekmeği de unutmamak gerek. Yine bulunan bir Mısır resminde de, Mısırlıların oldukça zengin bir mönüden akşam yemeği yedikleri görülmekte.

Virginia Üniversitesi'nden Stephen Mackos tarafından yapılan bir çalışmada, orta çağ dönemine ait Mısır, Çin ve Avrupa insanlarının saçları üzerinde testler yapılmış, bu karşılaştırmalı testlerde, sıradan Mısırların Avrupa ve Çinlilere göre daha iyi beslendikleri ortaya çıkmıştır.
 
Üst Alt