Eski Mısır Uygarlığı

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır Tapınakları

Eski Mısır Tapınakları
philae-portico.jpg


samarkand.jpg


Eski Mısır Tapınakları

Bir Mısır tapınağı, genel bir ibadet yeri değildir. Eski Mısır Tapınağı; doğal, metafizikseldi. Burada evren, toprak ve insanın yararı incelendi. Akademisyen ve turistlerin incelediği bir sanat galerisi olarak planlanmadı. Yıllık festivalde, Eski Mısır halkına sadece bir kısmı açıldı. Bu yüzden her Eski Mısır tapınağı, güzel bir yerdir. Diğerlerinden daha ilginçtir ve onlardan daha önemli tapınak yoktur. Hepsi de eşit önemdedirler.
Tapınakların duvarlarındaki yazıtların amacını ve anlamlarını bilmiyoruz. Bu gibi tapınaklar, yıllar sonra halka açıldı. Ptolemic tapınaklar, genellikle orijinal Mısır stilinden farklı bir stile sahiptirler. Ptolemic tapınakların bazı özellikleri şunlardır:

  1. Bu tip tapınaklarda, güzel yontulmuş heykeller vardır; fakat fazla ilham vermez.
  2. Kadın, çok güzel görünümlü; ama kaba bir yolda zarif Mısır kadın stilinden farklıdır.
mastabashepseskaf.jpg

Tapınağın Planı

Bir tapınağın alışılmamış dizaynı ve yerinin seçimi, ekonomik durumunun öncelerin üzerine dayanmamıştır. Tapınaklar, ard arda gelen krallar tarafından uzun yıllarda inşa edilirler.
Genelde Mısır Tapınağı; çamur taşlı, ağır bir duvarla çevrilmiştir. Tapınaktaki bu duvarın etrafı, sembolik olarak kaosun şahinlerinin kurduğu şekilde izole edildi. Tuğla duvar, kendisini akan dalgalara set yaptı. Sembolik olarak ilkel sular, yaratmanın ilk aşaması temsil edilir. Tapınağın duvarları dışında papazların konutları, atölyeler, sandık odaları ve diğer yardımcı yapılar vardır.
170.jpg

Duvarlardaki Sembollerin İfadeleri:

Hayatımızda herşeyi sembollerle ifade ederiz. Duvarlardaki yazı ve işaretler, 3000 yıl önce yaşayan insanların anlayacağı halde sembolize edilmiştir. Bazı duvarlardaki sembolizmler şunlardır:
Tapınağın dış duvar ve avlusundaki sahne, ışığın şahinlerle savaşını gösterir. Kral, ışık tarafından temsil edilir. Karanlık şahin, yabancı düşmanları temsil eder.
Önemli Bazı Tapınaklar:

karnak.jpg

KARNAK Tapınağı
komombo.jpg

KOMOMBO Tapınağı
luxor_temple.jpg

LUXOR Tapınağı
philae.jpg

PHILAE Tapınağı
dendera.jpg

DENDERA Tapınağı
ramses-iii.jpg

RAMSES III Tapınağı
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır ve Heliopolis Ennead (Heliopolis Dokuzlusu)

Eski Mısır ve Heliopolis Ennead (Heliopolis Dokuzlusu)
"Ennead", eski Mısır dilinde "dokuz" (9) demektir ve Antik Mısır'da tanrıları sınıflandırmak için kullanılan terimlerden biridir. "Heliopolis Dokuzlusu" (Ennead of Heliopolis) diye geçen bu grupta, Antik Mısır dininin en önemli figürlerini görmek mümkündür: baştanrı; yaratıcı Atum, çocukları Şu ve Tefnut, torunları Geb, Nut ve onların çocukları Osiris, İsis, Seth ve Neftis. Buna benzer diğer kavramlar, "ogdoad" (sekizli); yani Elefantin, Teb ve Memphis üçlemeleridir. Plotinus’un felsefi çalışmalarını içeren 9 kitaplık koleksiyon için de "Enneadlar" ismi kullanılır.

iennead.jpg


Eski Mısır dininde Heliopolis teologlarının temel tanrıları belirlediği grup,“Büyük Ennead” olarak bilinir. Büyük Ennead'da şu tanrısal varlıklar yer alır: Atum, Şu, Tefnut, Geb, Nut, Osiris, İsis, Seth ve Neftis. Ayrıca bir de“Küçük Ennead” vardır. Bu ise Horus, Anubis, Thoth ve Maat'ı içerir. Atum, Büyük Ennead'ın başı olarak kabul edilirdi; ancak sonradan onun yerine ya Râ geçmiş ya da Atum-Râ şeklinde bir kombinasyon oluşmuştur.

Heliopolis, Kahire yakınlarındadır ve Tanrı Helios tarafından kurulmuştur. Bu kentin bir özelliği de zeytin ağaçlarıyla dolu olup, antik cağlardan beri zeytinyağı üretilmesi, Hz. İbrahim'in da bu şehirde yaşamış olması ve Hz. Musa'nın bu şehirde eğitim görmüş olmasıdır. Yaradılış efsanelerinde tek Tanrı olan Râ'nın dünyayı ve tanrıları yaratması anlatılır. Heliopolis, ayrıca önemli bir dinî merkezdir ve antik Mısır'daki en önemli mitlerin kökeninin geldiği yerlerden biridir.[SUP][1][/SUP]

Heliopolis Ennead'ında yaratıcı, baştanrı olan güneş tanrısıdır. Güneş Tanrısı mitine göre, yolculuğuna Kayığı'nda her sabah Khepri (skarabe) olarak başlamakta, öğle vakti güneş diski Râ olarak görünmekte ve batmak üzereyken yaşlı Atum olarak karşınıza çıkmaktadır. Yeraltına indiğinde kayığını değiştirmekte, çeşitli tehlikelerle karşılaşmakta ve her gün doğudan yeniden doğmaktadır. Bu tehlikelerden biri, kayığı devirmek isteyen yılan Apofis'tir.

001c-ww.png


Heliopolis Ennead'ının oluşumu piramit metinleri ve "Ölüler Kitabı"nda anlatılmaktadır. Öteki dünyada ölünün karşılaşacağı tehlikelere karşı büyüler içeren metinler corpusu olan Ölüler Kitabı'nın 39. bölümünde Apofis yılanını püskürtmek için büyü içerisinde şöyle geçmektedir:

Başlangıçta ilk okyanus Nun vardır. Râ-Atum-Khepri, bu sularda beliren ilk tepenin üstünde yükselir. Kendinden, mastürbasyonla ya da tükürerek diğer tanrıları yaratır:

Ben, kaosun sularından yükselen eski tepecikte tek başına görünen Atum'um. Ben göründüğüm zaman ne gökyüzü ne yeryüzü, ve ne de yeryüzünün yaratıkları vardı. Ben, su içinden yükseldim ve üstünde duracağım bir yer yaptım. Sonra her biçimi, ağzımdan çıkanlarla yaptım. Önce, Şu ve Tefnut'u kusarak çıkardım. Onlar benimle birlikte Tanrı oldular... Ben ağ1adım ve benim gözyaşlarımdan insanlar yaratıldı. Bitkiler arasında yükseldim ve sürüngenleri ve sürünen bütün şeyleri yaptım. Şu ve Tefnut, Geb ve Nut'u; Geb ve Nut da Osiris, Horus, İsis, Seth ve Neftis'i doğurdu. Onlardan da, dünyadaki insanları çoğaltmak için pek çok çocuk doğdu.

Bu tanrılar, benim baş düşmanım Apofis'i ortadan kaldırmaları için gönderildi. Apofis, artık yok. Ben, onu ve bütün çocuklarını büyüleyerek lânetledim. Râ'nın düşmanı ortadan kaldırıldı. Râ, artık gökyüzünde barış içinde dolaşacak...”

ennead.jpg


Bu mitosta geçen Heliopolis'in 9 tanrısı şunlardır:

Nun: İlk okyanus.[2] Eski bir Mısır yaradılış mitosuna göre Nun (ya da Nu) yaradılış öncesinde var olan ve bütün yaşamın kendisinden ortaya çıktığı başlangıçtaki okyanustur. Bu ifadelerde bilimsel bir tını yok değildir ve uzak geçmişte bir yerlerde birilerinin,her şeyin nasıl başladığı konusunda bilgi sahibi olduğunu gösterir. Aynı zamanda da dişil prensibin bütün yaşamın ilk kaynağı olduğunu düşünen, tanrıça yönelimli inananlar için de önemli bir dayanak oluşturur.[SUP][3][/SUP]

Râ-Atum-Khepri: Yaratıcı tanrı.[2] Adının anlamı Eski Mısır dilinde "bitirmek", "tamamlamak" olan Atum, Heliopolis Enneadı sistemine göre dünyanın yaratıcısı, tamamlayıcısı, oluşturucusudur. Aynı zamanda kendisinden önceki kaosu bitirici olarak da ifade edilebilir elbette. Sadece bununla da kalmaz, aynı zamanda tanrılar da kendisinden ortaya çıkmıştırlar. Eski Mısır’ın en önemli dinî metinlerinden biri olan Piramit Metinleri’nde Firavun’un hem yaratıcısı, hem de babası olarak kabul edilir. Başında Mısır’ın kırmızı ve beyaz çifte tacıyla ya da yanda görüldüğü gibi bir kraliyet peruğu/örtüsüyle birlikte resmedilir. Firavun faresi, kertenkele, aslan, boğa ve maymun şeklinde de tasvir edilir. Sembolüyse skarabe denen özel ve Akdeniz havzasına özgü bok böceğidir.[SUP][4][/SUP]

Erken Mısır tanrılarının en iyi tanınanlardan biri de Râ ya da Re'dir. Genelde doğmakta olan Güneş'i simgelediği görülür. Karanlık ya da saklı Güneş ise doğmadan önceki ya da battıktan sonraki durumunda- Atum adını alır.

Râ'nın esas tapınağı Heliopolis'teydi. Efsaneye göre ilk kez bu yerde bir taş obelisk biçiminde gerçekleşmiştir, bu obeliske 'ben*ben" denilir ve "Het Benben" adlı tapınakta yıllarca korunduğu anlatılır. Het Benben, "Obeliskin Sarayı" demektir.

Öyküye göre Râ, başlangıçta Nun/un kucağında eğleşiyormuş, sonra irâdî bir gayretle bu karanlıktan çıkmış ve bugün gördüğümüz güneş biçiminde ışıl ışıl kendini göstermiş. Bu anlatılanlar, bugünkü bilimin, güneş sistemimizin doğuşu ve sarı yıldızların erken dönemi hakkında bildikleri ışığında çok mantıklı gözükmektedir.

Râ, Şu ve Tefnut'un, ikiz aslan tanrıların babasıdır ve bu çocuklar annesiz doğmuşlardır. Onlar da Geb ve Nut'a yaşam verirler. İsis ve Osiris ailesi bu zinciri takip eder. Bu ifadelerdeki fizikötesi kavramsallık açıktır; burada androjen yapının eril ve dişile bölünmesi vardır. Buna "Yang" ve "Yin" de diyebiliriz. Genetik dünyasındaki hücre bölünmesi de aynı şeye karşılıktır. Râ-Atum'un kendisiyle birlikte Şu, Tefnut, Geb, Nut (Neith), İsis, Osiris, Set ve Neftis Heliopolis Ennead'ının (dokuzlusunun) büyük tanrılarıdır.

Ayrıca Râ'nın bir eşi ya da dişil cephesi de vardır ve Rat olarak bilinir. Kimi otoriteler Rat'ın en eski metinlerde bulunmadığını yazarlar. Râ'nın bugünkü dünyadan farklı olan "ilk evreni" yarattığı düşünülür. Efsaneye göre genç olduğu dönemde tanrıları ve insanları barışsever biçimde yönetmiştir. Fakat yaşı ilerleyince, halk zayıfladığını hissedip kendisine başkaldırır. Bu "halk" hakkında başkaca bilgi verilmez; ancak bu "ilk evrenin" bir parçası oldukları anlaşılır.

Fakat Râ, tanrısal olduğu için kısa sürede olan bitenin farkına varır ve diğer tanrılarla görüştükten sonra tanrısal gözünü tanrıça Hathor/Sekhmet biçiminde isyankarlara yöneltmeye karar verir. Bu da başlı başına bir öyküdür. Bu "Göz" hikayesi, burada ya da başka bir güneş sisteminde meydana gelmiş kozmik kimi felaketlerin sosyal hafızadaki yansımaları da olabilir.

Yarattığı varlıkların şükran yoksunluğu, yaşlı tanrıda "ilk evren"den soğuma hissi yaratmış olmalıdır. Bu yüzden de bu evrenin sınırlarının çok ötesine çekilir. Nun'un emriyle tanrıça Nut ya da Neith kendini bir ineğe dönüştürür, Râ’yı sırtına alır ve onu gök kubbenin yukarılarına çıkarır; bugünkü dünyamız da bu sıralarda yaratılmıştır. Buradaki öykü, şu an bulunduğumuz sisteme öncüllük eden başka bir yıldız ya da yıldızlar hakkındaki kozmolojik dramanın bir benzetmesi gibidir.

Efsane şöyle devam eder: Böylece Râ'nın (ya da temsilcisinin) yaşamı çok düzenli hale gelir. Aydınlık saatlerde güneş gemisini doğudan Batı'ya doğru ötürür ve bu sırada eski düşman Yılan Apep'ten (cehalet karanlığı) sakınmaya özen gösterir. Apep daha sonraları kızı kedi tanrıça Bast ya da Animusu Mau tarafından mağlup edilir.[SUP][3][/SUP]

Şu: Nefes, soluk, hava ve atmosferin kişileştirilmiş hali.[2] Hava tanrısı Şu, çocukları olan, yeri (Geb) ve göğü (Nut) birbirinden ayırmaktadır. Şu’nun kız kardeşi ve karısı, nem tanrıçası Tefnut’tur ve bunların hepsi, kökeni, Heliopolis’ten gelen yaratılış miti olan, Heliopolis Ennead’ının parçasıdır.[SUP][5][/SUP]

Tefnut: Nem ve sıcaklığın kişileştirilmiş hali.[2] Heliopolis Enneadı'nın parçası olan Tefnut, kimi zaman insan formuyla gösterilmekle birlikte, genellikle bir dişi aslan olarak tasvir edilir. Kardeşi ve kocası Şu'yla birlikte, Heliopolis'te ve Nil Deltası'nda bulunan Leontopolis ana kült merkezleriydi.[SUP][6][/SUP]

Geb: Yeryüzünün kişileştirilmiş hali. Şu, Geb'i yerde bırakmış, kızı Nut'u göğe yükseltmiştir.

Nut: Gökyüzünün kişileştirilmiş hali. Üzeri yıldızlarla kaplı kadın bedeni şeklinde betimlenir. Üzerindeki 3 güneş diski, güneş tanrısının 3 formudur.[2] Büyük gök tanrıçası Nut, Heliopolis Ennead'ının (ilk 9 tanrı) parçasıydı. Nut; hava tanrısı, Şu’nun kızı ve yer tanrısı Geb’in kız kardeşi ve karısıydı. Büyük gök tanrıçası olarak, Nut, bedeni, dünyanın üstünden karşı tarafına geçerek, doğu ve batı ufuklarına, elleriyle ve ayaklarıyla dokunan, bir kadın olarak temsil ediliyordu.

Nut’un tabloları, onu, ayak bileklerine dokunurken göstermesine rağmen, kendisinin, 4 ana yöne – kuzeye, güneye, doğuya ve batıya- dokunduğu ve böylece, tüm gökyüzünü koruduğu anlatılmak istenmiş görünmektedir.

Nut’un, pek çok önemli ilişkilendirilmesi bulunmaktaydı. En eski metinlerde, tanrıların üstünde bir güce sahip biçimde gösterilmiştir. Kimi örneklerde, göğün inek tanrıçası olarak tasvir edilmektedir, ancak kendisi, en çok, bir kadın olarak gösterilmektedir.[5]

Osiris ve İsis Seth ve Neftis Haraeris: Geb ve Nut'un oğlu, "Büyük Horus", Seth ile savaşmış ve gözünü kaybetmiştir, bu savaşta Seth ise testislerini kaybetmiştir. Seth, daha sonra Büyük Horus'u öldürmüştür. Piramit metinlerine göre Horus, Osiris ya da "Osiris içindeki Horus" olmuştur. Daha sonra Osiris ve İsis'ten yeni bir Horus doğmuştur. Bu Horus, daha sonra Seth tarafından öldürülen babası Osiris'in tahtını talep etmek üzere Seth ile kavgaya tutuşmuştur.[SUP][2][/SUP]

Eski Mısırlılar için Horus, Firavunun yaşarken aldığı biçimdir. Öldüğündeyse Horus olan Firavun Osiris’e dönüşecektir. Fakat Horus Heliopolis Enneadı’nın tanrılarının soyundan geliyor olmasına rağmen, Ennead'ın bir parçası değildir; çünkü Heliopolis Enneadı dördüncü nesil tanrılarla – yani İsis, Osiris, Set ve Neftis’le birlikte sona erer. Osiris’le İsis’in oğlu olan Horus, bir sonraki neslin bir üyesidir.[SUP][7][/SUP]

Rivayetlere göre Osiris, Mısır'ı yönetirken gösterdiği güç ve adaletle ünlü olmuş, efsanevî bir kraldı. Erkek kardeşi Seth ona tuzak kurup öldürmeyi başardı. Osiris'in eşi, "büyük büyücü" İsis, ölü Osiris'ten hamile kalmayı başardı. İsis, cesedi gömdükten sonra Nil deltasına sığındı; orada sık papirüs kümeleri arasına gizlenip oğlu Horus'u dünyaya getirdi. Horus büyüyünce Ennead'ın tanrılarına haklarını kabul ettirdi ve amcasına saldırdı.[SUP][9][/SUP]

Horus, Osiris ve İsis'in oğlu olan Horus ise Mısır uygarlığının başlangıcından itibaren firavunların isimlerinden biri olmuştur. Horus, "Büyük Tanrı, Göğün Efendisi"dir. Firavun ise Horus'un bedenlenmiş halidir.[SUP][2][/SUP]

Heliopolis Enneadı'nın üyesi olan İsis, Osiris'in kız kardeşi ve karısı, Set ve Neftis'in kardeşi, Horus'un annesi, Nut'un ve Geb'in kızı ve Şu ve Tefnut'un torunudur. Analık ve Bereket Tanrıçası olmasının yanında, büyü de İsis’in, tabiri caizse görev alanına girer. Fakat Eski Mısırca adı Aset olan İsis, bundan daha fazlasıdır.

İsis, tüm İlkçağ’ın gelmiş geçmiş belki de en önemli Tanrıçasıdır, eğer Tanrısı da değilse tabii. Abydos ve Mısır’ın güneyindeki Philae adasındaki tapınak başta olmak üzere, Helen ve Roma dünyasının pek çok yerinde tapınakları bulunmaktaydı. Roma’da, Pompei’de, hatta Britanya’da bile. Deltadaki Sebennitos kenti İsis’in en eski kült merkeziydi, ancak milattan önce 3100'lü yıllarda ortaya çıkan bu kült, zaman içinde tüm Akdeniz havzasına yayıldı.[SUP][8][/SUP]

Eski Mısır dilindeki adı Nebet-Het olan Heliopolis Enneadı'nın üyesi Neftis İsis, Osiris ve Set'in kız kardeşi (Set'in aynı zamanda karısıdır), Nut'la Geb'in kızı, Şu'yla Tefnut'un torunu ve Mumyalama Tanrısı Anubis'in annesidir. İsis'le beraber Osiris'in mumyasını korumakla görevli oldukları için, İsis'le birlikte çok sık betimlenmiştir.

Neftis, görüldüğünün ve sanıldığının aksine, önem açsından Eski Mısır dininde İsis'ten aşağı kalır yanı yoktur. Horus'un sütannesi olması nedeniyle, o sırada tahtta bulunan Firavun'un da bakımını ve korunmasını üstlenmiş olarak kabul edilmiştir.

Neftis, koruyucu bir tanrıça olması, uhrevi hayatla ilişkisi ve İsis’le yakın bir bağı bulunması nedeniyle, ölüler diyarı ve Osiris’in krallığı olan Duat ve cennet Aaru’daki yolculukları sırasında ruhlara eşlik etmekteydi. İsis gibi güçlü bir büyücüydü ve bu uzun yolculuk sırasında orada bulunan canavarlara karşı ölüleri İsis’le birlikte korumaktaydı. Râ'nın her gece tekrar tekrar yaptığı yolculuk sırasında da ona eşlik etmekteydi.

Neftis, aynı zamanda Set’in karısıydı. Fakat Set’in Râ'nın koruyucusu olduğu konseptiyle bir birlikteliği bulunmaktaydı. Set’in Osiris’e oynadığı oyun sonucu öldürmesi ve oğlu Horus’la kapışmasıyla özdeşleştirilen kötülüklerle dolu yönü Neftis’le özdeşleştirilmez. Hatta Neftis, Osiris’in Abydos’taki tapınak külliyesinde, onun başında ağıt yakan İsis’in bu ağıtına katılır.[SUP][10][/SUP]

Heliopolis mitolojisinde insan türünün yok edilmesiyle ilgili bir mit vardır. Râ, kendisine saygısızlık eden, aldatan insanları cezalandırmak ister ve tanrıları gizlice bir araya toplar. İlk okyanus Nun, Râ'ya günahkârları parlak alevleriyle cezalandırmasını öğütler. Râ, bunu yaptığında kurbanları gazabından saklanmak için dağlara kaçarlar. Râ, tekrar tanrıları bir araya toplar ve yine Nun'un tavsiyesiyle Râ, gözünü kan dökücü "Hathor" biçiminde dünyaya yollar. Râ, tüm insanlığın yok olmasını istemez ve Hathor'un kana açlığını bastırmak için büyük olasılıkla kırmızı bir boya olan "didi" ile birayı Elefantin adasındakilere karıştırtır ve yere döktürür. Hathor, insan kanı sandığı bu karışımı içer, sarhoş olur ve asıl amacını unutur. Böylelikle tüm insanlık yok olmaktan kurtulur.[SUP][2][/SUP]

Kaynaklar

[1] akhepedia.com/forum/eski-misir/heliopolis-(gunes-kenti-annu)/
[2] Arş. Gör. Hakan Peker, "Eski Mısır Mitolojisinden Örnekler", Navisalvia Mythos, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006, ISBN: 978-605-396-049-2, s.23-25.
[3] facebook.com/permalink.php?story_fbid=430537076962319&id=190867841030984
[4] historistanbul.blogspot.com/2011/08/atum.html
[5] Pat Remler, "Egyptian Mytology A to Z", Third Edition, Chelsea House Publishers, 2010.
[6] historistanbul.blogspot.com/2011/08/tefnut.html
[7] lundistanbul.blogspot.com/2011/02/horus.html
[8] historistanbul.blogspot.com/2011/08/isis.html
[9] Mircea Eliade, "Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi", Kabalcı Yayınları, Cilt: 1, s.19.
[10] historistanbul.blogspot.com/2011_08_01_archive.html
 

MURATS44

Özel Üye
musicians.jpg


Eski Mısır'da Kullanılan Müzik Aletleri Eski Mısır'da müzik, tapınaklarda sıkça duyulurdu. Bunun dışında havanın kararmasıyla birlikte yapacak işleri olmayan insanlar beraber oturup şarkı söylerlerdi. Müziğin ekonomik önemi de vardı: İşçiler çalışırken yapılan müzikler, onların daha istekli çalışmalarını ve böylelikle daha verimli olmalarını sağlıyordu.

Osiris'in ölümünü ve yeniden doğuşunu kutlayan törenlerde rahiplerle halkın bir arada dans ettiği, bu dansların şarkı, çalgı eşliğinde ve dramatik olarak yorumlandığı biliniyor. Özellikle üçüncü hanedan döneminde büyük bir zenginliğin doruğuna ulaşan Mısır'da müzik, daha karmaşık ve canlı bir kimlik kazanır. Çalgı çalmak kahraman erkeklere değil, nazlı kadınlara yaraşır inancıyla büyük şölenlerde, kadınlardan oluşan müzik topluluklarına rastlanır.

Eski Mısır'da müzik, hastalara güç vermede kullanılırdı. Her gün mabetlerde dualarla tanrı heykellerinin önünde yapılır ve bunları ya bizzat kral ya da rahipler idare eder. Tapınağın içinde güzel kokulu otlar yakılır ve rahibelerce müzik eşliğinde dans edilirdi.

Harp, flüt, simbal, davul, trampet ve çeşitli borular gibi müzik aletleriyle yapılan Eski mısır müziği gelişmiş bir sanat koluydu.

Mısırlılar'da müzik, gizemli çağrışımlar yaptığı kadar gündelik yaşamın da bir parçası ve eğlence aracıdır. Başta flüt ve arp olmak üzere; davul, def, darbuka, sistron gibi vurma çalgılar; çifte flüt, trompet gibi üflemeliler ve üçgen arp, çitara gibi telli çalgılarla, su basılarak işleyen org, eski Mısır'ın önemli çalgılarıdır. Bu arada, Mısır flütünün özelliklerine bakarak, eski Mısır müziğinin geniş ses aralıklarına dayandığı da ileri sürülmektedir. Bunun yanı sıra, bugün kullandığımız ud'un geçmişi, Eski Mısır'da 19. ve 20. hanedanlar dönemine kadar uzanmaktadır.
Aynı şekilde görüyoruz ki, eski müziği araştıran âlimlerin ekserisi, arpın ilk vatanı olarak Eski Mısır'ı sayıyorlar. Vaktiyle burada geniş bir şekilde yayılan arp bazı
hiyeroglif yazılarda "güzellik" anlamını taşıyordu. Mısır ressamları, ışık (ateş) tanrısını kendi resimlerinde arp çalarken tasvir ediyorlardı. Mısır ehramlarında tasvir edilen arpa benzer alet şekilleri milattan evvel altı binli yıllara aittir. Ehramlarda bulunan hiyeroglif (Mısır yazıları) arasında "arpçı", "muganni", "rakkas" işaretleri de vardır. Bu da gösteriyor ki, ülkede büyük popülerliğe sahip olan arp çok eski devirde, hiyerogliflerin meydana gelmesi ve ehramların yapılmasından daha evvel mevcuttu.
Mısır arpları çeşitli ölçülerdedir. Küçük, elde tutulup gezerek çalınandan insan boyundan uzun, çok telli, dinî törenlerde çalınan arplara kadar mevcut idi. Teller bükülmüş hayvan bağırsağından hazırlanıyordu. Mısır arplarının eski şahlık devrine (milattan 3000 yıl önce) tarihlenen tasvirlerinde müzisyenler grubu muganni, flüt ve arpçılardan ibaretti. Orta şahlık devrinde (MÖ. 2000) ise Mısır'a Asya'dan köşeli arpların getirildiği sanılıyor. Köşeli Asya arpları daha temiz akortlanma, gür ve açık tınıda ses veren aletler idi.

Mısır'da arpı "müzik aletlerinin şehzadesi" olarak adlandırmışlardır. Garip olan yönü şurasıdır ki, 1929 yılında Ur kazılarında, bir bölgede kıymetli taşlarla süslenmiş olan 68 kadın iskeleti ortaya çıkarılmıştır. Onların da ellerinde arpa benzer bir alet bulunmuştur. Asur devrine ait köşeli arp Mısır'dan İran'a, daha sonra da İspanya'dan Kore'ye kadar geniş bir coğrafyada dinlenmiştir.

Arp Mısır'da o kadar geniş bir şekilde yayılmıştır ki, haklı olarak onu bu ülkenin millî çalgısı saymak mümkündür. Bugün çağdaş Mısır'da bu çalgı hâlâ yaşıyor. Küçük Mısır arplarından millî müziğin icrasında istifade ediliyor.

Mezopotamya'da Kullanılan Müzik Aletleri Andre Parrot, Tevrat'ta (Genesis IV, 21) Yubaloğulları'nın lir ve flüt çaldıklarından başlayarak, Mezopotamya'da müziğin dini emirlerle dikte edilmiş sosyal bir fonksiyonu olduğunu tebarüz ettirmektedir. Gerçekten daha Sümerler zamanında (m. ö. XXII. yüzyılda) mabetlerde lir, flüt, çalpara ve davul gibi muhtelif müzik aletlerinin eşliğinde, usulleri çoktan yerleşmiş olarak, ilahe, kaside ve mezamirlerin okunduğunu, Gudea'nın lirik edebiyata örnek olan ve Ningirsu mabedinin açılış törenini anlatan meşhur iki tableti ile bilmekteyiz.

Diğer taraftan arkeologlar bu müzik aletlerini gösteren kabartmaları, hatta bazan bizzat müzik enstrümanlarını bulmuşlardır. Asurda M. Ö. IX. yüzyıldan bir tablet üzerinde müzikal notaların bulunduğu bile zannedilmişti. Bugün Berlin müzesinde bulunan bu tabletin üzerinde sumerce bir kasidenin asurca tercümesi de yazılmıştı. Üç sütün üzerine yazılan bu kasidenin üçüncü sütnunda müzikal notalar olması düşünülen birtakım işaretler vardı. 1954 senesinde Tel Harmel (sadupum) de buna benzer bir tablet daha bulunmuştur.
Hakiki müzik aletlerinin ilki, Ur kıral mezarlarında Sir Leonard Woolley tarafından bulunmuştu. İki harp, dört lirden başka kıraliçe Şubad'ın mezarından çıkan harpın üzerinde bronz mandallarla gerilmiş 11 tel vardı. Daha basit olan diğer harpın üzerinde ise 15 tel bulunmuş olmalı idi. "Ölüm kuyusu" denilen 1237 numaralı mezardan da gümüş kaplamalı bir lir çıkarılmıştı. Bütün bu müzik aletleri tahtadan yapılmış, kral ailesine ait olanlar gümüşle kaplanmıştı.

Yine Urartu tabletlerinde kadınların zamanın yöresel çalgılarını çaldıkları, dans ettikleri, akrobatlı gösterilere katıldıkları görülmektedir. Kimi figürlerde soldan sağa doğru şarap sunan, Obua (Flüt), Lir, Tef ve Saz çalan kadınlar işlenmiştir. Bunların arasında günümüzde de Van caddelerinde rastladığımız yüksek tahta ayaklar üzerindeki akrobat görülmektedir. Urartular konusunda uzman bilim adamlarının başında gelen Prof. Dr. Oktay Belli “III. Uluslararası Van Gölü Havzası Sempozyumu” isimli çalışmanın 132 ve 136. sayfalarında özellikle flütün günümüzde de kullanıldığına dikkat çekmiştir:
“Bu ilginç müzik aleti, günümüzde Hakkari bölgesinde yapılan düğünlerde halen kullanılmaktadır. Büyük bir zevk ile çalınan OBUA’ya (flüt) yöresel olarak “PİK” denilmektedir. Hakkari bölgesinde 2800 yıldan beri kullanılan bu ilginç müzik aleti Urartular’da kadın sanatçılar çalarken, günümüzde yalnızca erkekler tarafından çalınmaktadır.”

 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Amon Dini, Amon Rahipleri ve Akhenaton

herculaneum_fr_isis_priests3.JPG


Eski Mısır'da Amon Dini, Amon Rahipleri ve Akhenaton
Hazırlayan: Akhenaton Eski Mısır'da Orta Krallık (M.Ö. 2040-1801) dönemi 11.Sülaleye mensup Teb yöneticilerinin hakimiyetlerini genişletme istekleri sonucunda ortaya çıktı ve Mısır II. Mentuhotep önderliğinde yeniden birleşti. Ardılları Teb'de bir güç merkezi inşa ederek, Mısır sanatında ve arkeolojisinde büyük bir etki yaratan kültürel canlanma başlattılar. Bu, Antik Mısır'ın en huzurlu ve gönençli dönemlerinden biriydi.

İnançlar söz konusu olduğunda, Teb tanrısı Amon, Ra ile birleşerek Amon Ra haline geldi ve M.S. 1800 civarında Osiris ilahlaştırıldı. Teb, 12. sülalenin ilk kralı, M.Ö. 1980-1951 yılları arasında hüküm süren 1. Amenemhet'in Memphis yakınlarında başkent kurmasına kadar, hakimiyeti elinde tuttu. Ama firavun, Teb tanrısı Amon'a saygı göstermeyi sürdürdü ve böylece Amon, kültünün bütün krallıkta kabul görmesini sağladı.[SUP][1][/SUP]

Orta Krallık dönemi (MÖ 2052-1786) merkezi iktidar tekrar yapılanmış. Eski Krallık döneminde firavunun tartışılmaz ve mutlak yetkisinin yerini zamanla bürokrasiyi iyi bir şekilde işleten Amon rahiplerinin artan etkisi almış.

Yeni Krallık Zamanında, Ari halklarının Ön Asya'ya nüfuz etmeleriyle ilgili olarak, muhtelif kavimlerle karışmış olan Hiksoslar, Mısır'ı istila etmiştir.. Hiksoslar'ın saltanatı M.Ö. 1670 - 1570 tarihleri arasında hüküm sürmüştür. Ancak daha sonra Thebes kentinden Amosis, Hiksoslar'ı yenmiş ve kaçan düşmanları Filistin'e kadar kovalamıştır. Bu olaydan sonra 17. Hanedanlıktan 24. Hanedanlığa kadar süren Yeni Krallık Dönemi başlar.

I.Ahmose, ülkeyi Hiksos işgalinden kurtaran ve XIII. Hanedan'ı kurarak yeni bir dönem başlatan firavun olmuştu. Yaklaşık 500 yıl boyunca 3 hanedanın hüküm sürdüğü bu uzun dönem; "yeniden kuruluş", "Amarna", ve "Ramsesler" olmak üzere üç süreçten oluşuyordu. Yeni Krallık dönemindeki monarşi ülkede birliği sağlamış, Akdeniz'de, Ön Asya'da, Afrika'da güvenlik ve egemenlik alanları genişletilmiş, yeni ekonomik kaynaklara sahip olmuş, tarihindeki en varlıklı, en üretken ve en güçlü konumuna gelmiştir.

Yeni Krallık Dönemi'nde Mısır büyük bir devlettir, kolonileri vardır, yönetim kralın memurları tarafından yapılır. Devletin hazır bir ordusu bulunur. Mısır'a devamlı yabancı göçü görülür ve bu yüzden yabancı etkisi fazladır. Saraya yabancı prensesler ve harem kadınları alınır. Yabancı ülkelerle diplomatik ilişkiler gelişir. İmparatorluk Tanrısı Amon'dur. Amon tapmağının ve rahiplerinin kudreti ülkede gittikçe artar.[SUP][3][/SUP]
I.Ahmose'nin rehabilitasyon ve yeniden yapılandırma süreci ardından gelen I.Amenhotep ve özellikle I. Tutmosis, işgalinden alınan derslerle Ön Asya'da Filistin'i, Afrika'da Nubian ve Sudan'ı birer eyalet olarak Mısır'ın egemenlik alanı içine aldılar.
I. Tutmosis öldüğünde, iki ayrı eşinden biri kız diğeri erkek çocuğu birbirleri ile evlendiler. II. Tutmosis, çocuk yaşta firavun ilan edildi. Hapşepsut, II. Tutmosis'i gölgede bırakarak, gerçek bir hükümdar gibi davrandı. Tebli Amon rahipleri, kraliçenin gücünden korktu. II. Tutmosis'e kutsallık verdiler.

II. Tutmasis'in ölümünden sonra ise III. Tutmosis firavun oldu. Hatşepsut'un kızı Neferu-Re ile evlendi. III. Tutmosis çocuk olduğu için, Kraliçe Hapşepsut firavun ilan edildi ve yönetime el koydu.

Mısır'ın ikinci kadın firavunu olan Hatşepsut, 60 yaşında öldüğünde III.Tutmosis uzun süre sabırsızlıkla beklediği yönetimi eline aldı. Mısır tarihinin en savaşçı Firavunu oldu. Kadeş'e ardı ardına seferler düzenledi.

Daha sonraki Firavun II.Amenhotep, babasının oluşturduğu imparatorluk politikasını sürdürmüştür. Gize'deki büyük Sfenks'i kumlardan temizletmiş ve ayaklarının arasına kitabesini koydurtmuştur. Hattiler ve Mitanniler ile iyi geçinmiş, barışçıl bir politika izlemiştir. XVIII. Hanedanın bütün firavunlarının yatırımlarını Teb kenti ve tanrı Amon inancı yönünde yapmaları ve bu olağanüstü büyüme ve güçlenme karşısında, diğer tanrı inançları ve kentler ile bunlara bağlı rahip ve halk topluluklarını giderek Teb ve Amon inancı hegemonyasına girmekte veya buna zorlanmaktaydı.

Dış ticarette de Amon rahiplerinin tekeli söz konusudur. Örneğin yabancı tüccarlar, firavun ve tanrı Amon'a bir şeyler sunduktan sonra geriye kalan ürünlerini satabilirdi.

Bu Hanedanın 9.firavunu IV.Amenhotep, bu duruma farklı bir yaklaşım gösterdi ve çok tanrılı dinlere karşı tek Güneş'e (Aten) taptı. Teb'i terk ederek merkezi çölde kurduğu ve adına "Güneşin ufku" anlamına gelen "Akhet-Aten" dediği yere nakletti. Kendisi de "Aten'in hizmetinde" anlamı olan Akheneton adını aldı.
Akhenaton, Mitanni kralının karısı ile evlendi. Güzelliği ve zarafetinden dolayı karısına da Nefertiti adı verildi. Ama tek tanrılı din anlayışı Mısır tarihinde pek uzun sürmedi. Firavunun ölmesi ile Amon Rahipleri baskı ile çok tanrılı dine geri döndürdüler halkı. Mısır'da Aten ve Akhenaton adları silindi. Akhenaton'un ardından Smenkhare ve Tutankamon başa geçtiler. Tutankamon'un çok küçük yaşta ölmesi yüzünden onun komutanı olan Horemheb yönetimi ele aldı. Kendisinin de varis bırakmadan ölmesi sonucunda ordularının ünlü komutanı olan I. Ramses 19. hanedanın ilk firavunu oldu. Ardından gelen oğlu I.Seti dönemi boyunca Asya'dan gelen saldırılarla savaştı.

Yûsuf aleyhisselam dönemi, Mısır'da putperestlik yerine İslamiyet'in hakim olduğu en belirgin dönemdir. Yûsuf aleyhisselamın vefatından sonra onu destekleyen Asya kökenli yöneticilerin Mısır'dan sürülmesiyle yeni bir dönem başlar. Bu dönem, putperestliğe dönüş dönemidir. Ancak bu dönemde özellikle Amon rahiplerinin siyasi bakımdan kuvvetlenmesi yöneticilerin işine gelmemiştir.

Amon rahiplerinin firavunu dahi rahatsız eden maddi birikimlere ulaşmaları, rahiplerin siyasi gücünü zayıflatacak bir dinsel reform hareketini zorunlu kılar. IV. Amenofis, (M.Ö. 1424-1388) Amon rahiplerinin ideolojik dayanağı olan Amon tanrısı kültüne karşı halk arasında çok sevilen güneş tanrısı Ra'yı çıkarmayı dener. Kendisini Ra'nın büyük rahibi atayarak Teb'de onun onuruna bir tapınak yaptırmaya çalışır. Ancak Ra'nın kültü verimi az olan Heliopolis bölgesine bağlı olduğu için IV. Amenofis başarı kazanamaz. Böylece geleneksel tanrılar kültüyle bağlarını kopararak güneş yuvarlağı Aton'u tüm Mısır'ın tek tanrısı olarak yüceltir ve tek tanrılı bir din oluşturma yoluna gider. Buna gerekçe olarak da güneşin bütün dünyayı aydınlattığı ve ısıttığını gösterir. Kendisini de Aton'a yararlı, onun hoşuna giden anlamında “Akhenaton” adını alır. Eski tapınaklar kapatılır. Bütün Mısır'da Aton için yeni tapınaklar yapılır. Diğer tanrılara tapmak yasaklanır ve bir önceki imparatorluk tanrısı olan Amon'a tapmanlar şiddetle cezalandırılır. İmparatorluğun bütün tapınak ve anıtlarından Amon'un resim ve yazıları kaldırılır. Bütün ülkede ve kolonilerde Aton için tapınaklar inşa ettirilir.

Akhenaton'un yaşadığı dönemde Amon Rahipleri oldukça güçlüydüler. Mısır'ın geleneksel dini olan Amon dininin rahipleri, ülke yönetiminde yer yer firavundan bile öncelikli söz sahibiydiler.[SUP][9][/SUP] Firavun herhangi bir iş yapmadan rahiplere danışmak ve kehanetlerine başvurmak zorundaydı.[SUP][8][/SUP] Babasının ölümünden sonra genç yaştaki IV. Amenofis, büyük bir baskıya maruz kaldı. Bu baskının sebebi, geleneksel çok tanrılı Mısır dinini değiştirerek tek tanrı inancına dayalı bir din getirmiş olması ve her alanda köklü değişikliklere girişmesiydi. Tahta çıktıktan 5 sene sonra 41 yaşında iken kendisinde çok büyük bir manevi değişiklik hasıl oldu. İlahin Bir, isminin ise Aton olduğunu halkına ilan etti. Tapınaklardaki bütün putların kırılmasını, duvarlardaki tanrı (!) isimlerinin kazınmasını emretti. Ameophis (İmparatorluk tanrısı Amus razı olsun) olan adını Akheneton (Aton'un hadimi, yani hizmetkarı) olarak değiştirdi. Akheneton'un inandığı ve halkının da inanmasını istediği İlah, kendi ifadesine göre, yalnız Mısırlıların değil, bütün insanların, bütün kainatın Yaratıcı'sı idi. Güneş'i, Ay'ı, yıldızları yaratan "O" idi.

Akhenaton'un Tek Tanrı'ya yazdığı şiir, şöyledir:

Tanrı uludur, birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O'dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh...
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.
Hiç bir şey yokken o vardı.
her şeyi o yarattı (...)
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman


Putperestlikle mücâdelesinde çok kararlı olan Akhenaton, Karnak'taki Amon tapınağını kapattı. Yerine GEMATON (Aton'u bulduk) adında başka bir mabet inşâ ettirdi. Akhenaton'un kendisinin iman ettiği ve halkının da iman etmesini istediği ilâh, yalnızca Mısır halkının ilâhı değil, bütün insanlığın ilâhıydı. Bütün evrenin yaratıcısıydı Güneş'i ve Ay'ı da O yaratmıştı. İlâh'ın Bir, isminin ise Aton olduğunu halkına ilan etti. Tapınaklardaki bütün putların kırılmasını, duvarlardaki tanrı (!) isimlerinin kazınmasını emretti. Ameophis (İmparatorluk tanrısı Amus razı olsun) olan adını Akheneton - İslamiyet'teki Abdullah adı gibi - Aton'un hadîmi, yâni hizmetkârı) olarak değiştirdi. Akheneton'un inandığı ve halkının da inanmasını istediği İlah, kendi ifâdesine göre, yalnız Mısırlıların değil, bütün insanların, bütün kainatın Yaratıcı'sıydı. Güneş'i, Ay'ı, yıldızları yaratan "O" idi. Akhenaton, bir şiirinde Rabbine şöyle sesleniyordu:

“Aton… Gündüz gibi ışıklı Aton.
Gözlerimiz sana bakıyor. Seni görüyor sana karşı..
Sen, benim kalbimdesin.
Fakat [SUP][onlar,][/SUP] seni tanımak istemiyorlar.
Sadece ben, senin kulun Akhenaton, Seni tanıyorum.
Onlara araştırma gücü ver!
Senin gücün, senin planın, sonsuzdur.
Dünya Sana ait ve Senin.
Çünkü onu Sen yarattın.”


Bir başka şiirinde de şöyle der:

“Senin nûrunla bütün yollar açılır.
Balığın suda zıplaması, Sen'dendir.
Senin nûrun, rûhların kalbine nüfûz eder...”



Ancak Teb önde gelenleri bu dini tebliğ etmesine müsaade etmediler. IV. Amenofis ve ahalisi Teb şehrinden uzaklaşarak Tell El-Amarna'ya yerleştiler. Burada "Akh-en-aton" adında yeni ve modern bir şehir inşa ettiler. IV. Amenofis de "Amon'un Hoşnutluğu" anlamına gelen adını, Akh-en-aton yani "Aton'a Boyun Eğen" olarak değiştirdi. Amon, çok tanrılı Mısır dininde en büyük toteme verilen isimdi. Aton ise, Amenofis'e göre "göklerin ve yerin yaratıcısı" idi, ki bu sıfatla Allah'ı kast etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.Ancak bu tek tanrı fikri biraz karışıktır. Zira Akhenaton'un tek tanrı olarak ortaya attığı düşüncede tanrı, güneş diski ile sembolize edilmektedir. Adem aleyhisselamdan beridir, İslam'ın hiçbir versiyonunda yaratıcı sembolik de olsa resmedilmemiştir. Güneş merkezli bu tek tanrı fikri ilahi orijinli değil tamamen Atonhotep'e ait bir fikirdir. Peki bu fikre nereden kapılmıştı. Bunun cevabını biraz gerilerde, Hazret-i Yusuf'un yaşadığı Hiksoslar döneminde bulabiliriz: Bilindiği gibi Hiksoslar Mısır'ın yerlisi olmayan insanlardır. Mısır'ı işgal ettiklerinde, yerlilere ait tüm tapınakları yerle bir ederler. "Amon Rahipleri" topluluğunu da dağıtırlar. Ancak, değişik Asyalı topluluklardan oluştukları için belirli bir dinleri yoktur. Hazret-i Yusuf, işte bu dönemde Mısır'da yöneticilik yapmış ve insanları tek olan Allah'a davet etmişti. İslamiyet'in halk arasında yayılması ve devletçe de kabul görmesi Amon rahiplerinin gücünü tamamen sıfırlamıştı. Hiksoslar Mısır'dan çıkarıldıklarında Amon rahipleri eski statülerine kavuşurlar. Tapınaklar elden geçirilip yeniden inşa edilir. Dahası, eskisinden de kuvvetli bir şekilde devlet yönetiminde söz sahibi olurlar. Bu durumun, Mısır'daki yönetici tabakayı rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Firavun Akhenaton döneminde yönetici tabaka ile Amon rahipleri arasındaki bağlar kopar. Firavun, Amon tapınağının gücünü kırmak için Hiksoslar dönemindeki inanç sisteminin bir benzerini getirmek ister. Bu sistemin kendi kontrolünde olması için bütün kaideleri Hazret-i Yusuf'un şeriatinden adapte ederek yeni bir din kurar.

Bu dönüşüm, kısmen güncel muhâlefetin etkisinden ve özellikle Amon rahiplerinin girişimleriyle ayaklanan alt sınıfların baskısından kaçma amacını taşıyor olabilir. Yeni başkent, Teb'in 500 kilometre kuzeyindedir ve daha önce hiçbir Tanrı ya da Tanrıça'ya adanmamış bâkir topraklardan kurulmuştur. Aton'un Ufku anlamını taşıyan "Akh-et-Aton" şehri, Amon rahiplerine karşı girişilen mücâdelenin merkezî rolünü üstlenecektir.[SUP][11][/SUP]
Akhenaton, yüzyıllar boyu eski Mısır'ın başkenti olan, Amon kültürünün de merkezi sayılan, Karnak tapınağının bulunduğu [SUP][13][/SUP] Teb'i bırakarak 300 km. kuzeydeki El-amarna'da yeni bir başkent yaptırır. Buraya Aton'un ufku anlamına gelen “Akhetaton” adı verilir. Asıl Aton tapınağı, oraya inşa edilir ve firavun da onun başrahibi olur.

Akhenaton, firavunların halka benimsettirdiği resmî din, eski ve geleneksel olan her şeye katıksız bir bağlılığı zorunlu kılıyordu. Oysa Akhenaton, resmî dini benimsemiyordu. Tarihçi Ernst Gombrich, şöyle yazıyor:

"Eski geleneğin kutsadığı bir çok alışkanlığı kaldırıp, halkının, garip bir biçimde betimlenmiş sayısız tanrısına saygı göstermek istemedi. Onun için tek bir yüce tanrı vardı, o da Aton'du. Aton'a taptı ve onu güneş biçiminde imgeleştirtti. Öteki tanrıların râhiplerinin etkisinden korunmak için, sarayını bugünkü El-Amarna'ya taşıdı."

Yeni başkente taşınılır taşınılmaz; Teb, başkent niteliğini kaybetmiştir. Akhenaton, mücâdelesinde bir adım dâhî geri adım atmayarak, Aton dışındaki Mısır ilâhlarının isimlerini âbidelerin üzerinden sildirmeye girişir ki, babası Amen-hotep'in de bu politikalardan kaçamadığı gözükür. Teb, Uzun süre sonra bu dönemde ilk kez önemini yitirmiştir. Çünkü Akhenaton, aynı zamanda Amon'un şehrinden de nefret etmekte, onu Tağut'un / kâfirliğin sembolü olarak görmektedir.
Kralın eylemlerinin meşrûiyeti, mitoslarla desteklenmiştir. Anlatılardan çıkardığımız ölçüde; Aton kültü, henüz Akhenaton'un doğuşundan önce, ailesi tarafından tertip edilen bir ritüelle gerçekleşmiştir. Babası, Akhenaton henüz doğmadan yaptırmış olduğu sunî bir göl içinde, altın ile yaldızlanmış bir kayığı dolaştırmış, bu kayığın ismine de Teye, "Aton" ismini vermişti... Spekülasyonu biraz daha ileriye götürecek olursak, anne ve babanın, Amon-Re rahiplerinin nüfuzundaki güçlenmeden rahatsızlık duyarak, iktidârı "kendilerinin mutlak hâkimiyetine" dönüştürebilme gayretlerinden dolayı oğullarını genç yaşta güçlü bir eğitime tabi tuttukları söylenebilir.

Mısır'da IV. Amenhotep M.Ö. 1375 yılında firavun olarak tahta çıkınca, o ana kadar kilden ve tahtadan yapılmış yüzlerce mahalli ilahlarla birlikte Amon Ra gibi İsis Osiris gibi yüce ilahların yanında Aton sadece bir ilahtı. Ancak III. Amenhotep zamanında güneş ilahı Aton'a tapınma, Mısırlıların gözde ilahı Amon'a kıyasla öne çıkmış bir haldeydi. Tıpkı Yahve gibi insanlardan uzak kalmış tek başına yalnız bir Tanrı olarak Aton, diğer Mısır ilahları arasından öne geçip sıyrılmış olmakla; aslında cinsiyetsiz tektanrı tipinin Yahve'den önce ilk örneğini oluşturmuştur.
İlahın ruhunu bedeninde taşıdığı için kendini yaşayan ilah olarak gören ve yüce ilah Ra'nın göğü yönettiği gibi yeryüzüne hükmettiğine iman edilen tüm firavunların, siyasi iktidarlarının meşruiyet dayanağı olan ilahlarla olan soy bağını kırmaya teşebbüs etmekle Aton; firavunlar ile Amon-Ra rahipleri arasındaki ruhani uluhiyet bağı da kopmuş olacaktı. Oysa bütün firavunlar, Amon-Ra rahiplerinin itinayla yetiştirdikleri öğrencileri olmuş, her haliyle ruhunu ölümden sonraki yargılamaya hazırlayan ve ilahla karşılaşarak yeniden dirilmeyi arzulayan nefis terbiyecileri haline gelmişlerdi.

Aton dinince yasaklanmış eylemlerden birkaçını şimdi burada açıklarsak ... efsane, sihir ve büyüyle ilgili her şeyin bu dinin kapsamı dışında tutulduğudur. Bir başka nokta, güneş tanrısının tasvirinde Aton dininin izlediği yoldur; güneş tanrısı artık eskisi gibi küçük bir piramit ve şahinle değil, adeta nesnel diye niteleyebileceğimiz bir tutuma başvurularak bir yuvarlakla belirtilmekte, yuvarlaktan dört bir yana saçılan ışınlar insan elleriyle son bulmaktadır.
Ölüm tanrısı Osiris'ten ve ölüler ülkesinden Aton dininde tek kelimeyle söz açılmaz. ... Bu da Aton dininin bir halk dinine ne kadar karşıt nitelik taşıdığını açıkça ortaya kor.
Amenhotep bu kadarla kalmamış, bunun çok ötesine taşan bir eyleme başvurmuştur. Aton dinine birtakım yeni öğeler katmış, ancak bu öğelerledir ki evrensel tanrı öğretisi gerçek tektanrılığa dönüşmüştür; bu öğe de Tanrının tekliği ve biricikliği düşüncesidir. ... “Ey biricik Tanrım! Senden başka tanrı yoktur!”. Yeni öğretiye ilişkin bir değer yargısına varırken, bu öğretinin yalnız yapılmasını istediği olumlu şeyleri bilmek yetmez, yasaklayıp lanetlediği eylemleri de tanımak nerdeyse aynı ölçüde önemlidir. Yeni dinin ... bir çırpıda dört başı mamur olarak dünyaya gözlerini açtığını sanmak bir yanılgıdır. Elde bulunan kanıtlar, bu dinin Amenhotep'in saltanatı döneminde yavaş yavaş güçlendiğini ve giderek daha büyük bir açıklığa, tutarlığa, katılığa ve hoşgörüsüzlüğe ulaştığını göstermektedir. Devrimci firavun, kötü gözle bakılıp aşağılanan Tanrının adını yalnız kendi adından değil, ne kadar yazıt varsa hepsinden, hatta babası Amenhotep III.'ün bile adından silip atmıştır.

Bu ani ve köklü değişiklik karmaşaya yol açtı ve Mısır uluslararası nüfuzunu kısmen yitirdi. Bu durum Ahenaton'un ardılı olan oğlu Tutankhamon'un, Teb'deki Amon Ra'nın ve diğer tanrıların rahiplerini yeniden kazanmasına kadar sürdü.

Akhenaton, Mitanni kralının karısı ile evlendi. Güzelliği ve zarafetinden dolayı karısına da Nefertiti adı verildi. Ama tek tanrılı din anlayışı, Mısır tarihinde pek uzun sürmedi.[SUP][4][/SUP] Başlangıçta halkın büyük desteğini alan firavun, Amon rahiplerin yanında olan soylular ve Aton kültünün giderlerinin artmasıyla tepkisi artan halkın isyanlarıyla karşılaşır.

Şurası bir gerçektir ki, bir firavunun bir anda tüm tanrıları - özellikle de Amon'u - reddedip Aton'u yüceltmesi, Mısır için gerçekten gerek gündelik hayatta, gerek siyâsî açıdan büyük bir şok olmuştur. Bu, aynı zamanda cesaretli bir harekettir. Çünkü Akhenaton, inancını kabul ettirirken o dönemde büyük güç sahibi Amon rahiplerini boyun eğdirebilmiştir. Zamanın kaynakları, Aton dinini getirdikleri için ilâhların (!) onlara ceza verip erkek çocuğu vermediğini firavunun da ilâhları simgeleyen putları yıktırıp hepsinin yerine Aton kültürünü getirdiğini belirtirler. Yani ilâhların (!) verdiği cezaya isyân eden firavun, onların varlıklarını da reddediyor. Sonuçta Nefertiti'ye verilen cezâ, onu çok derin bir üzüntüye ve mutsuzluğa sevk etmiştir.

Akhenaton'un tek bir tanrıya inanması, halkını tedirgin etmişti. Özellikle Akhenaton'un düşmanları, onun eski firavunlar kadar güçlü olmayı amaçladığına ve artık büyük ölçüde râhiplerin eline geçmiş olan dinsel gücü yeniden kazanmaya çalıştığına inanıyorlardı. Onlara göre tek bir tanrıya tapmak çok, yanlıştı. Teb'de bir isyân çıktı; ama ordu, bastırdı.[SUP][11][/SUP] Yeterince askeriye önem vermediğinden hakları ellerinden alınan ruhbanlar Akhenaton`a karşı koydular. Akhenaton, TEB'den ayrılıp göç etmesine karşın, TEB rahipleri tarafından öldürüldü. Firavunun ölmesi ile Amon Rahipleri, halkı baskı ile çok tanrılı dine geri döndürdüler.

Tutankhaton, çok küçük yasta Kraliçe Nefertiti'nin kizi Prenses Ankhesenpaaten ile evlenmişti. Tahta çıktığında 15 yaşlarında, gayet yakışıklı ve güzel bir gençti. Saltanatın başlarında Amon mezhebine geri döndü.

Akhenaton'un Ölümünden sonra bu din TEB rahiplerinin etkisiyle yasaklandı. Daha önceki tanrılar yine sahneye çıktı. AMON-RA en büyük tanrı oldu (bu tanrıya dua etmek için ya rab ya da ya rabbim dendi, bu sıfat ilk olarak Tevrat'a sonra İncil'e en sonunda da Kuran'a geçti); duaların kabulü için, duaların sonunda en büyük tanrı adına, Amon ya da Amen adına bir bağlama yapıldı. Bu da üç semavi dindeki duaların sonunda amen ve amin kelimesini oluşturdu. Bazı kaynaklarda Amenofis (Tanrı Aton'un dünyadaki temsilcisi olduğunu ileri sürerek, yani ilk olarak dünyada peygamberlik ilan ederek), okunan duaların sonuna, adından kaynaklanan amen kelimesinin eklenmesini emretti ve bu gelenek Musa tarafından Tevrat'a taşındı ve sonunda 3 dinin de dualarına girdi. Amen kelimesi zamanla değişerek ‘Amin'e dönüştü.

Akhenaton'un ölümünün ardından tahta gelen Tutankaton, çok güçlü olan Amon rahipleriyle anlaşarak Teb'e döner ve adını Tutankamon olarak değiştirir.[SUP][6][/SUP] Kayın babasının sağlığında Tutankaton unvanını taşırken şimdi ismi Tutankhamen'e dönüşmüş ve kraliçe bile babası zamanında taşıdığı Ankazaton ismini Ankazamon'a çevirmiştir.[SUP][16][/SUP] Onun ardından Amon rahiplerinin iktidara taşıdığı general Horemheb, Akhenaton'u lanetleyerek Aton'un adını her yerden sildirir, Akhetaton kentini boşaltır ve mülklerine el koyar.

Akhenaton'un ölümünün ardından kral olan Smenkhare'nin kısa sürede ölmesinin ardından, olasılıkla Amon rahiplerinin desteğiyle başa geçen Tutankhamon, "Restorasyon Fermanı"nı yayınlamıştır. Bu fermana göre, Aton yasaklanmasa bile, tarihin derinliklerinde yok olup gitmeye mahkum edilmiştir. Kralın yeni naipliği Aya isminde, eski kralın danışmanlarından birisi tarafından üstlenilir.

Akhenaton'un döneminde Amon rahiplerinin gücü oldukça kırılmıştır. Fakat kendisinin ölümünden sonra yerine geçen Tutankamon, Amon rahiplerine eski statülerini iade eder. Daha önce Akhenaton'un süvari komutanı olan Ay, vezir yani başbakan olarak tayin edilir. Amon rahipleri eski statülerini kazanmaya başlarlar. Tapınaklar yeniden inşa edilir. Aradan 10 sene geçer. Tutankhamon, büyümüştür. Radikal değişikler eskisi gibi hemen yapılamaz. Ordu, bir daha Mısır'ın dış tehdit yaşamaması için bazı değişiklikler yapılması yönünde bastırmaktadır. Putperest din tamamen Mısır'a yerleştirilmesine rağmen Horemheb hala rahatsızdır. Sebebi ülkede yaşayan asya kökenlilerdir. Bunlardan en tehlikelileri, Hazreti Yusuf döneminde delta bölgesine yerleştirilmiş olan İbranilerdir. Bunlar, Hazret-i Yusuf döneminden itibaren devletin kilit noktalarına yerleşmekle kalmamışlar, ülke ekonomisi için ciddi bir alternatif de olmuşlardır. Hazreti Yusuf'tan hemen sonra devlet kademelerinden birer birer uzaklaştırılırlar. Ancak Mısır'ın can damarı olan delta bölgesinde ekonomik ve siyasi bir engel olarak Mısırlıların karşısındadırlar. İbranilerle başa çıkmanın yolu onları sınır dışına itmek olamazdı zira bir süre sonra tekrar Mısır'ın başına bela olacakları düşünülmektedir. O halde dış dünya ile bağlantılarının kesilerek zaman içerisinde imha edilmeleri en kesin çözümdür. Ancak yönetimin başındaki Tutankamon artık çocuk değildir ve alınan bu tip kararlara hemen "evet" demez. Ordu için tek çıkar yol kalmıştır. O da Tutankamonu ortadan kaldırmaktır.[SUP][12][/SUP] Tutankamon, ordu komutanı Horemheb'in de içinde bulunduğu çete tarafından genç yaştayken öldürülür.

Kafasında sol kulağının arkasında bir tahribattan dolayı ölümünün bir kaza sonrası olduğu sanılıyor. Şu an ki egyptolojistlere göre; Tutankhamen'in generali Horemheb iktidarı ele geçirmek için kafasına sert bir cisimle vurmuş ve onu öldürmüştür.

Bu sırada devlet başsız kaldığı için idari bir boşluk yaşanır.

Kamuoyunun yanlış anlamasını önlemek için de yerine sivil bir isim, Vezir Ay, vekaleten bakar. Ancak ikinci olarak dul kalan Ankesenpaten, etrafındaki insanların birer birer ortadan kaldırılması karşısında çaresiz kalır. Güçlü bir müttefik arar. Hitit Kralı Suppiluliuma'ya gizlice bir mektup göndererek, oğullarından birinin kendisine koca olarak gönderilmesini ister. Hitit kralı, oğullarından birisini Mısır'a gönderir. Ancak prensten bir daha haber alınamaz. Bu olayın gerisinde büyük bir ihtimalle general Horemheb vardır. Yeni bir Hiksos olayı yaşamamak için Hititli prensi ortadan kaldırmış olmalıdır. Çaresiz kalan kraliçe Ankesenpaten, yaşlı vezir Ay ile evlenmek zorunda kalır. Bir süre sonra Ay, ölür. Ardından da kraliçe... Meydan, Horemheb'e kalır.

Tutankamon'un çok küçük yaşta ölmesi yüzünden onun komutanı olan Horemheb yönetimi ele aldı.

Horemheb zamanında Aton dinine karşı açılan savaş, Eski ve Orta İmparatorluk tanrısı olan Amon lehine sonuçlanır ve Amon yeniden esas tanrı olur.

Karnak'ta elde edilip bugün Louvre Müzesi'nde bulunan muhteşem statü Amon'un zaferini göstermektedir. İlah oturarak kucağına sığınan Tutankhamen'un küçük bir statüsünü omuzlarından tutmaktadır. Fakat bu küçük statünün başı kırılmış ve Tutankhamen'in ismi kazılarak yerine Hormehep ismi yazılmıştır. Böylece Homehep statüyü bile gasp etmiştir.

Hormehep'in de varis bırakmadan ölmesi sonucunda ordularının ünlü komutanı olan I.Ramses, 19.hanedanın ilk firavunu oldu. Ardından gelen oğlu I.Seti dönemi boyunca Asya'dan gelen saldırılarla savaştı.

4. Amenofis, Filistin'den Mısır'a göç eden Yusuf ve kavimi ile Musa arasındaki bir tarihte yaşamıştır. Yani Musa, hem Akhenaton'un öğretisini birebir yaşamış ve öğrenmiştir hem de 2. Ramses döneminde yaşamıştır ve 2. Ramses'ten İsrailoğulları'na eziyet etmemesini istemiştir. Hz. Musa, 10 emrin de yazılı olduğu Akneton tapınaklarında yazılı olan tek tanrılılığa, yani Allah'a inanmıştı. Daha sonra 2. Ramses tahta çıktı ve bu dönemde Akneton'un tek tanrılı inancı bırakılarak, eski inanca geri dönüldü.

Hz. Musa ve yedek ya da yardımcı peygamber olarak bilinen Hz. Harun aynı zamanda yaşadılar ve her ikisi de Firavunla (yani 2. Ramses ile) çatışmaya girdiler. Allah (her üç dinde de söylendiği gibi) Ramses'e ceza verir; ilk olarak (7 sene süren) kuraklık başladı; Nil nehrinin seviyesi düştü; aşırı sıcaklıklar oldu. Tufan oldu, çekirge istilası yaşandı, buğday güvesi musallat oldu.

Musa'nın bu felaketlerden yararlanarak halkı kışkırtacağını hisseden, tek tanrılığı reddetmiş olan Ramses, Musa'yı kavimi ile birlikte Filistin'e göçe zorlar. Ancak, Ramses, kendine haber vermeden kavmini peşine takarak göç etmeye kalkışan Musa'nın peşine düşer ve onu Sina Yarımadası'nda yakalar. Kavminin bir kısmı Musa'ya baş kaldırır: Köleydik ama yaşıyorduk, şimdi Firavun bizi öldürecek derler. Musa ise: Allah bana yardım edecek diyerek, asasını vurur ve Kızıl Deniz'i ikiye ayırarak kendi kavmini (13 kavimden 12'sini) selametle geçirir; Firavun ise askerleri ile birlikte Kızıldeniz'in tekrar kapanan sularında helak olur.

III.Ramses zamanında Libyalılar Delta'dan sürülür. Savaşçı Akdeniz ülkelerini de III. Ramses yener. Fakat IV.Ramses'ten XI.Ramses'e kadar Mısır çökmeye devam eder. 21.den 25.Hanedanlığa kadar imparatorluk bütünlüğünü kaybetmekte devam eder.[SUP][3][/SUP]
Firavun III. Ramses'in ölümünden sonra Tep (Thebes) kentindeki Amon rahipleri güçlenerek Kuzey Mısır'da ayrı bir devlet kurdular. Bu parçalanmayı izleyen yıllarda iç savaşlar gitgide çoğaldı ve Mısır sonunda Asurlular tarafından istila edildi. M.Ö. 671'de Mısır, Asur imparatorluğunun bir eyaleti oldu.

Libyalı ücretli askerlerin kumandanları şehir kralları olurlar. İmparatorluğun çökmesinden sonra küçük krallar, ülkenin yönetimini ele almak için birbirleriyle savaşırlar. Ordu esas olarak Libyalıların elindedir. Libyalı firavunlar 22.Hanedanlık olarak Mısır'a hakim olur. Habeşistan ile Mısır arasında Nubye Krallığı bulunmaktadır Tanrıları da Mısır tanrısı olan Amon'dur. Nubye Kralı Şabaka, 25.Hanedanlığı kurar. M.Ö.670'te Asurlular Mısır'ı yener ve böylece 25.Hanedanlığın da Mısır'daki egemenliği sona erer. Devletin başkenti Sais olur. Ülkede yeniden yönetim bütünlüğü kurulur. Bu çağda eski Memphis firavunlarına tanrı olarak tapılır.
Daha sonra Grekler ile sıkı ilişkiler başlar. Kral I. Psammetic zamanında orduda Grekler çoğalır. Ekonomik ve kültürel sağlamlık görülür. Grek tüccarlar Delta'ya yerleşirler. Büyük bir Mısır donanması kurulur. Bu çağda Ön Asya'da Persler yayılır ve III. Psammetic zamanında Mısır'ı istila ederler. Mısır bir Pers eyaleti olur.

26. hanedan döneminde (İ.Ö.663-525) Mısırlılar, Lidyalıların yardımıyla Asurluları ülkelerinden kovdular. Yüzyıl kadar süren bu bağımsızlık dönemi, İ.Ö. 525 de Persler tarafından sona erdirildi. 200 yıl kadar Pers hakimiyeti altında kalan Mısır, daha sonra (İ.Ö. 332) Mekadonya kralı Büyük İskender tarafından fethedildi.

İskender, Mısır'ı M.Ö. 332'de istila eder ve halk tarafından kurtarıcı olarak karşılanır. Firavun ve Amon'un oğlu olarak Siva vadisindeki Amon tapınağında taç giyer. İskenderiye kentini kurar. Mısır, 3. yüzyılda Ptolemy zamanında yeniden gelişir. Ptolemy Sülalesine Mısırlılar tarafından tanrı diye tapılmıştır. Bu dönemde İskenderiye başkent yapılır ve ordunun, idari düzenin, saray ve donanmanın bulunduğu yer olur. Ticaret ve bilimsel araştırma merkezi de burasıdır. Ptolemy döneminde öteki ülkelerle yoğun ticaret yapılmış ve bankalar kurulmuştur.
Ancak daha sonraları tam çöküş başlar. M.Ö. 31 yılında Romalılar, Mısır'ı alırlar ve Mısır bir Roma ülkesi olur. Böylece Mısır'ın büyük uygarlıklar zamanındaki rolü, tamamen ortadan kalkar.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Bilim ve Teknoloji

Egyptian_Papyrus_Drawing.jpg


Eski Mısır'da Bilim ve Teknoloji Eski Mısır'ın İskenderiye kentindeki kitaplıkta bir milyona yakın papirüs tomarı bulunuyordu. Bu kitaplığın zenginleşip büyümesinde, Ptolöme sülalesi'nden gelen Firavunlar çok çalışmışlardı. Böylece İskenderiye kitaplığı uzun yıllar boyunca dünyanın en önde gelen kitaplığı oldu. Fakat bir süre sonra bir başka kitaplık, Anadolu'daki Bergama kenti kitaplığı onunla yarışmaya başladı. O sırada hükümdarlık eden Mısır Firavunu, Bergama kitaplığını acımasızca cezalandırmaya karar verdi ve ülkesinden Anadolu'ya papirüs gönderilmesini yasakladı. Bergama hükümdarı da buna karşılık şöyle bir önlem düşündür Yurdunun en usta adamlarını yanına çağırıp koyun ya da keçi derisinden papirüs yerini tutacak ve yazı yazmaya uygun bir madde hazırlamalarını buyurdu. İşte o günden sonra Bergama, uzun süre dünyaya parşömen.satan bir kent haline geldi.

Yunanca “Pergamen!” adını taşıyan Parşömen, doğduğu kentin adını alarak böyle icat olunmuştu.

Parşömen, birçok bakımlardan papirüsten üstündü. Kırılacak diye korkmadan kesilebilir ve katlanabilirdi. Ama, parşömenin bu üstünlükleri ilkin pek görülüp bilinemedi. Parşömeni de tıpkı papirüs gibi dürüp büküp tomar haline getiriyorlardı. Kısa bir süre sonra parşömenin katlanabileceği ye defter haline getirilebileceği anlaşıldı. Ayrı ayrı yapraklardan dikilmiş kitap da böyle ortaya çıktı. Yaş keçi, koyun ya dadana derileri yumuşasın diye önce suda bırakılırdı. Sonra da bıçakla yağlan kazılır ve küllü suya yatırılırdı. Bu durumdaki derilerin kılları bıçakla kolayca sıyrılırdı. Giderek bu temizlenmiş deriler tebeşirle ovulur ve sünger taşı ile parlatılırdı. Sonunda ihcev sarımtırak ve her iki yanı düz ve parlak bir deri ortaya çıkmış olurdu.

Parşömen ne kadar ince olursa, o kadar değerli sayılırdı. Bütün bir tomarı bir ceviz kabuğuna sığdıracak kadar ince parşömen yapmak ustalığını gösterenler de çıktı elbet. Nitekim, iyi söz söylemekle tanınmış Romalı Cfeeron, “Üiada”nın yirmi dört şarkısının bütününü içine alan küçücük bir parşömen tömarını gözleriyle görmüş olduğunu anlatır; Derinin kenarları kocaman bir deri yaprak meydana getirecek şekilde kesilirdi. Bu yaprak ikiye katlanır ve bundan birkaçının bir araya gelişinden de bir defter oluşurdu. Defterler, genel olarak ikiye katlanmış dön yaprak olurdu. Sonraları deriler dörde, sekize ve on altıya katlanmaya başlanan. Böylece derinin dörtte, sekizde, on altıda biri büyüklüğünde olmak üzere çeşitli boylarda kitaplar yapıldı.

Papirüsün yalnız bir tarafına yazılırdı. Oysa, parşömenin iki tarafına da yazılmaya başlandı. Bu, büyük bir özellikti. Bütün bu yanlarına karşılık, parşömen daha uzun süre kesin olarak papirüsün yerini tutamadı. Parşömen, bir eserin temize çekilmesi için kullanılırdı. Ama müsvedder kitapçı dükkânına geldiğinde, bunlar, papirüs tomarlarına kopya edilirdi. Böylece bir yazarın eseri, balmumundan parşömene, parşömenden papirüse bir gezi yaptıktan sonra papirüs “tornan halinde okurlara kadar uzanırdı. Fakat zamanla Mısır gittikçe daha az papirüs üretmeye başladı. Hele Araplar, Mısır'ı aldıktan sonra Mısır'dan Avrupa ülkelerine olan papirüs gönderilişi büsbütün durdu. İşte ancak o gün parşömen kesin bir zafere ulaştı.

Bu, pek de olumlu bir zafer değildir. Büyük Roma İmparatorluğu, bu olaydan birkaç yüzyıl önce kuzeyden ve doğudan gelen yan ilkel kavimlerce yıkıma uğratılmıştı.

Bitmez tükenmez savaşlar bir zamanlar zengin olan kentleri ıssız bir duruma getirmişti. Her geçen yıl yalnız bilginlerin değil, okuma-yazma bilenlerin sayısı da gittikçe azalmıştı. Parşömen, kitap kopya etmeye yarayan biricik araç olarak kaldığında, onun üstüne yazı yazacak kişi de hemen hemen kaltnamış gibiydi.
Romalı kitapçıların büyük kopya işlikleri çoktan kapanmıştı.Bundan başka, kuytu ormanlar da ya da ıssız vadilerde kaybolmuş manastırlarda sevap işlemek için kitap kopya eden keşişlere de rastlamak mümkündü.

Daracık odasında ve uzun arkalıklı iskemlesinde oturan keşiş San bastien'in yaşamı büyük bir dikkatle kopya ettiği kitaplar arasında geçiyordu. Acelesi yoktu. Kalemini sık sık kâğıdın üstünden kaldırarak bakar, dikkatle ve özenle yazardı. Keşiş; yazıları ucu sivriltilmiş ve ortasından yarılmış bir kamış kalemle ya da bir kuş tüyüyle yazardı.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Bir Muvahhid: Akhenaton

akhenaten-010.jpg


Eski Mısır'da Bir Muvahhid: Akhenaton Allah'ın varlığını ve birliğini tanıyan, tasdik eden kimselere Arapça'da, "Muvahhid" adı verilmektedir. Modern tabirle, "Monoteist".

Yazımızın konusu, milattan önce 14. asırda yaşamış bir Mısır Firavunu, Amenofis (IV), nâmı diğer Akhenaton.

Asıl adı 4. Amenofis olan Akhenaton, milattan önce 1400 yılında doğdu. 1364'de tahta çıktı. 1347 yılını kadar tam 17 sene hüküm sürdü. Tahta çıktıktan sonra 41 yaşında iken kendisinde büyük bir mânevî değişiklik oldu. Allah'ın (bir), isminin ise "ATON" olduğunu halkına ilah etti. Tapınaklardaki bütün putların kırılmasını, duvarlardaki tanrı isimlerinin kazınmasını emretti. Amenofis (imparatorluk tanrısı Amon) olan adını, Akhenaton (Aton'un hizmetçisi) olarak değiştirdi.

Mısır'da o asırda halk tam 13 tanrıya inanıyordu:

  1. Ptah,
  2. Re-Amen,
  3. Tot,
  4. Seker,
  5. Osiris,
  6. Osis,
  7. Neftis,
  8. Hator,
  9. Ra,
  10. Horus (şahin),
  11. Set (eşek),
  12. İbis,
  13. Hotor (inek).
Bu hususta o kadar ileri gitti ki; mezarından babasının dahi ismini kazıttı. Çünkü babasının adı, Amenofis (III) idi.

"Aton", eski mısır dilinde "Güneş Yuvarlağı / Diski" anlamına gelmektedir. Bu bakımdan bir çok egitpolog, "Aton" ile güneş tanrısı "Ra" arasında bir bağlantı kurmaya çalışmışlarsa da, bir neticeye ulaşamamışlardır. Akhenaton'un inandığı ve halkının da inanmasını istediği Tanrı, kendi ifadesine göre yalnız Mısırlıların değil, bütün kainatın Tanrısıydı. Güneş'i, Ay'ı yıldızları yaratan 'O'ydu.

Akhenaton'a ilk karşı çıkanlar ve bu yeni inancı beğenmeyenler, din adamları yani rahipler oldu. Özellikle Teben'deki "Amon" rahipleri, ona şiddetle karşı koydular. Buna karşılık çiftçiler ve sanatkârlar, yeni dini memnuniyetle kabul ettiler. Karnak rahiplerinin de karşı çıkması ile Akhenaton, Teben ile Menfis arasında yeni bir başkent inşa ettirerek tahtını ve ailesini oraya taşıdı. Zira Mısır'da din adamlarının gücü çok kuvvetliydi.

Bugünkü adı Tell-El Amarna olan bu başkente Akhenaton, "Ahenaton" ismini verdi. Yani, "Aton'un nurlu beldesi". Akhenaton, ölünceye kadar bu şehirde yaşadı. Hiçbir vesileyle bu şehri terk etmedi.
Akhenaton, putperestliğe ve şirke karşı mücadelesinde ilk adım olarak Karnak'taki imparatorluk tanrısı Amon Tapınağını kapattı. Yerine yeni bir mabet inşa ettirdi. Bu mabede "Gematon" (Aton'u bulduk) adını verdi.

Eski Mısır'da firavunlar, yarı tanrı sayılıyordu. Akhenaton, bu geleneği yıktı. Halkının arasına karıştı. Bütün resmi toplantılarda eşi Nefertiti ve 6 kızının da bulunmasını istedi. Bu şekilde firavunların yarı tanrı değil, sadece birer "insan" olduklarını ispata çalıştı.

Akhenaton, sanatkârlara talimat vererek yapılan bütün kabartma resimlerde realist bir stil sayesinde kendisi ile birlikte ailesine de yer verilmesini istedi. Öyle ki; yeni doğan stil sayesinde sanatkârlar, yapılan resim ve kabartmalarla sanki birer fotoğraf gibi gerçeği aksettirdi. Zira Akhenaton, her şeyde olduğu gibi, sanatta da hakikatin aksettirilmesini istiyordu.

Bir şiirinde Akhenaton şöyle diyor:

"Aton. Gündüz gibi ışıklı Aton,
Gözlerimiz, Sana bakıyor.
Sen'i görüyor, sana karşı.
Sen, benim kalbimdesin;
Fakat Sen'i tanımak istemiyorlar.
Sadece ben,
Senin kulun Akhenaton...
Seni tanıyorum.
Onlara tahkik (anlayış) gücü ver!
Senin gücün, Senin planın, sonsuzdur.
Dünya sana ait. Senin...
Çünkü onu Sen yarattın."


Başka bir şiiri de aynen şöyle:

"Senin nûrunla bütün yollar açılır.
Balığın suda zıplaması sendendir.
Senin nûrun, ruhların kalbine nüfuz eder."


Akhenaton, daha hayatta iken; Amarna dağlarında kendisinin ve ailesinin mezarını inşa ettirdi. Bu mezarlığı ilk defa, genç yaşta vefat eden çok sevdiği kızı Maketaton (Anlamı: "Aton'un himayesinde" demektir) defnedildi. M.Ö. 1347 senesinde vefat eden Akhenaton ve yine aynı sene ölen Nefertiti de aynı mezarlığa defnedildiler.

Yapılan bütün araştırmalarda bu mezarlıkta herhangi bir mumyaya rastlanmadı. Zira Akhenaton, cesedinin mumyalanmasını istememişti. Doğrudan doğruya toprağa gömülmüştü.

Akhenaton'un ölümü üzerine üvey kardeşi Semenşkare, firavun oldu. Fakat o da çok yaşamadı. Birkaç ay sonra öldü. Bu defa başka bir üvey kardeşi veya yakın akrabası olan Tut-enh-Aton tahta geçti. Rahiplere gün doğmuştu. Fırsatı iyi değerlendirerek Akhenaton'un ortaya koyduğu yeni inanç sistemini el birliği ile yok etmeye koyuldular. Önce firavunun ismini değiştirdiler. Tut-enh-Aton (Aton'un ihya ettiği), Tut-enh-Amon oldu. Başkent, tekrar Teben'e nakledildi. Eski tanrı heykelleri tekrar yaptırılarak tapınaklara yerleştirildi ve bu şekilde Eski Mısır'da bir muvahhidin bütün teşebbüsleri sonuçsuz kalmış oldu.

Werner Keller adlı meşhur Alman araştırmacı, Akhenaton hakkında şu fikirleri ileri sürüyor:

"Hz. Musa'nın büyüdüğü ve yetiştiği memleket olan Mısır'da ve diğer doğu ülkelerinde yapılan araştırmaların neticesini arkeoloji ilmine ve onun gelişmesine borçluyuz. Gerek Akhenaton'un tek tanrılı güneş dini, gerekse Mezopotamya'da birçok ilahın tevhidi ile ortaya çıkan tek tanrılı 'Ninurta' yansımalarını sadece karanlık ve şüpheli monoteizmin ilk belirtileridir. Bütün bu düşüncelerde birleştirici kuvvet, hidayete eriştirici düşünce mevcut değildir."

...
"Allah inancı, en belirgin surette açık ve seçik olarak, her türlü büyük heykel, resim ve maddeci ahiret anlayışından uzak (firavunların mumyalanmaları kastediliyor) olarak ilk defa İsrailoğulları'nda görülmüştür."

Georg Afanasyew adlı bir başka yazar da aynen şunları söylüyor:

"Tevrat ile Akhenaton dini arasında bağlantı olduğu doğrudur. Firavun Akhenaton'un Tanrı Aton'u öven meşhur ilahisi 'Güneş Şarkısı' ile Tevrat'taki 104. surede yer alan ilahi kelimesi, aynı manayı taşımaktadır. Buna rağmen direkt bir bağ bulunduğu hakkında uzmanlar görüş birliğinde değiller."

Nihayet, meşhur Alman Teoloğu Hans Küng'ün "Existiert Gott?" (Tanrı Var mı?) adlı eserinde Akhenaton'la ilgili şu satıra göz atalım:

"Hz. Musa'dan bir yüzyıl önce, 18. hanedan devrinde, milattan önce 14. asırda yaşamış, inkılapçı firavun. Monoteist (vahdaniyet) inkılabı tepeden uygulamayı denedi. İmparatorluk tanrısı Amon ve diğer sahte ilahların putlarını devirdi. Tek Allah inancını yerleştirdi. Fakat bu yeni din, din adamlarının karşı koyması ve halkın isyanı yüzünden kalıcı olamadı. Bu şekilde Mısır Monoteizmi de tarihe intikal etti."

İnananlarla inanmayanlar arasındaki mücadele; çok, çok eskilere dayanmaktadır. Bu yazımızda bir muvahhidin; öyle bir muvahhid ki, zamanın süper gücü olan Mısır'ın firavunu, Akhenaton'un tevhid yolundaki gayretlerini ve mücadelelerini tarihin derinliklerinden gün ışığına çıkartmış olduk. Bu vakıadan alınacak çok büyük dersler bulunduğu şüphesizdir.

 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Büyücülük ı

Eski Mısır'da Büyücülük Eski Mısır'da son derece doğal olarak bilinen bir olguydu büyüler. Ancak yine de herkes buyu yapamazdı. Bu konuda özel yetenekleri olan Tanrılarla iletişim kurabilen kişiler büyü yapabiliyordu. Büyülerin kimi kötü yani kara büyü niteliğindeydi kimisi koruma büyüsü kimisi ise buyu bozmaya yarayan büyülerdi.

Kara büyülerde genellikle büyü yapılmak istenen kişinin kendisine ait bir şey ele geçirilir ve bunun yardımıyla balmumundan yapılmış insan figürüne bakir sisler saplanırdı. İnsan figürü büyü yapılan kişiyi simgelerdi. Balmumu eriyince kişi ölürdü.

Bu oldukça sevimsiz olaya karşın bundan korunmaya yarayan büyüler de vardı. Büyü yapılan kişi hastalandığı zaman tip konusunda oldukça ilerlemiş olan Mısırlılar bunun büyü olduğuna karar verirlerdi ve bu çoğunlukla doğru çıkardı. En iyi rahipler ve büyücüler aracılığıyla bir nevi ayinle kişi kurtarılmaya çalışılırdı. Bu her zaman istenildiği gibi sonuçlanmazdı. Hatta tarihte birçok firavunun çocuklarının ve eslerinin büyü nedeniyle öldüğünden bahsedilir.

Büyünün ilk örneği Tanrılar arasında yaşanan savaşta görülmüştür. Kızıl saçlı Seth kardeşi Osiris'i 14 parçaya bölünce Osiris'in eşi Isis, onu tekrar hayata getirmek için Amon'un gizli adını kullanarak bir büyü yapmıştır. Osiris'in 13 parçası Mısır’ın birçok yerinde bulunmuş ancak sadece cinsel organı bulunamamıştı. (bunu ise Timsah Tanrı Sobek'in yediği düşünülmektedir.) 13 Parça olmasına rağmen Isis, Osiris'i hayata döndürmüştür.

Büyücü, kimi zaman Tanrıyla bir olurdu. Tanrı'ya kendi kabul ettirir ve eğer Tanrı kabul ederse ona istediğini yaptırırdı. Bunun olması çok zor olmasına rağmen kimi büyücüler başarabilmiştir.

Mısır tarihinin her yönünde olduğu gibi bu da şu anda bize oldukça ilginç ve garip. Ancak Mısırlılar için nefes almak kadar doğal bir şeydi...
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Dil ve Yazı

Hieroglyphics%20-%20%20The%20Writings%20of%20Ancient%20Egypt%20ft.jpg


Eski Mısır'da Dil ve Yazı Gizemli, bilinmeyenli çizgiler, resimler, taslaklar, işaretler, şifreler, insanlar, hayvanlar, masal yaratıkları, bitkiler, meyveler, araçlar, elbise parçaları, örgüler, silahlar, geometrik şekiller, dalgalı çizgiler ve alevler.Bunlar Tahta üzerinde, taş üzerinde ve sayısız papirüsler üzerinde bulunurlar.Tapınak duvarlarında, mezar odalarında, anı levhalarında, tabutların, çekmecelerin üzerinde bulunurlar.Mısırlılar eski ulusların yazmayı en çok sevenlerindendir.

Hiyeroglif nasıl okunup yazılır?Mısır yazısı, çoğu, nesnelerin resmi olduğundan rahatlıkla ayırt edilebilen 700'den fazla işaretten oluşmuştu. Yanda görüldüğü gibi, her bir işaret, gerek özel bir nesneyi, gerekse belli bir sesi temsil ediyordu. Hiyeroglif yazısı soldan sağa ya da aşağıdan yukarıya yazılabilirdi.Hayvanların ya da insanların yüzleri sola dönükse soldan sağa, sağa dönükse sağdan sola okunurdu.

Ne ile yazarlardı?: Yazıcılar, mürekkep ve fırça kullanarak papirüs denen sazlardan yapılmış özel bir çeşit kağıda yazı yazarlardı. Ayrıca ostraka olarak bilinen kırık çömlek parçalarının üzerine de yazarlardı.

Yazıcılar: Mısır hiyeroglif yazısı son derece karmaşıktı.Yazıcı adı verilen kimseler, okumak ve yazmak için özel olarak eğitilmişlerdi.Bu becerileri onlara güç ve saygınlık kazandırıyordu. Yazıcılar tapınaklarda ya da devlet yönetiminde iyi işlere girebiliyorlardı. Çoğunluk vergi de ödemiyordu.

Firavun adları kartuş adı verilen oval bir çerçevenin içine yazılırdı.Yanda Firavun Meyre'nin bir kartuşu'nun resmi bulunmaktadır.

Stenografi: Daha sonraları Mısırlılar, hiyeroglif yazısının daha kolay bir uyarlaması olan 2 türlü steno yazı geliştirmişlerdir.Hiyeroglif yazısı ise, tapınaklardaki ve kamusal yapılardaki kayıtlarda kalmıştı. Mısırlılar, bir yazı biçimi bulan en eski uluslardan biridir. Onların "Alfabeleri" bizim bugün kullandığımız gibi harflerden değil, resim ve işaretlerden oluşmuştu. Biz Mısır yazısına "Kutsal yazı" anlamına gelen hiyeroglif adı veririz.Bu isim Mısırlıların, yazı yazma yetilerinin onlara ilim Tanrısı Tot tarafından verildiğine inanıyor olmalarından kaynaklanıyor. Firavun adları kartuş adı verilen oval bir çerçevenin içine yazılırdı.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Din

25900.jpg


Eski Mısır'da Din

Eski çağlarda oluşan bütün dinlerin çoğunda şu dört madde, prensip olarak bulunmuştur:
  1. Tanrı Kavramı
  2. Mitoloji ve Efsaneler
  3. Dini İnanışlar “dogmes”
  4. Dini Ayinler
Bu temel prensiplere göre, eski çağda Mısır'ın dini hayatini incelemek için iki çeşit belgeye sahibiz.

1-Hiyerogliflerle olan her türlü dini metinler, mabet ve mezar duvarlarındaki dini inanışlar ve ayinlerin tasviri. Klasik bazı tarihçilerin; Herodot, Sicilyalı Diodor ve Strabon gibi, Mısır'ın eski dini hakkındaki gözlem ve rahiplerden duyduklarını yazmalarıdır.

2-Mabetlerde, mezarlarda her çeşit ilahların heykelleri, heykelcikleri veya çizilmiş, boyanmış resimleri. Eski Mısır medeniyetine ait mabet harabelerinde, mezarlarda bu çeşit ilah heykel ve resimlerine rastlanmaktadır. Bunlar bazalt ve granitten olan heykellerden başka, bronz ve altından heykelcikler, çeşitli hayvan baslarıyla temsil edilen ilah ve ilaheleri göstermektedir.

Mısır'ın din hayatinin eksik yönü, iman ve inanma kısmıdır. Bir de çoğu dinlerde esas olan mukaddes kitabin, burada bulunmayışıdır.

Mısır'ın tarih önceki devirlerindeki din düşünceleri, totem esasına dayanır. Birer siyasi ve idari bölme olan eski Mısır'ın “Nom”ları, totem olan hayvan isimlerini taşırdı. Mesela çakal, köpek, yılan, şahin normları gibi.

Klan halinde yaşayan insan grupları bir yere yerleşip siteler, (Nom) oluşturduktan sonra sembolleri olan totemler, o yerin ilahi ve mabudu olmuştur. Eski din inanışları bunlara dayanmaktadır.

Eski devirlerdeki bir halkın dini, oturduğu memlekete ve sürdüğü hayat tarzına göre değişir. İşte buna göre Mısır dini de ilhamını muhitinden almıştır.

Mısırlılar bir çok ilahlara sahiptiler. Eski Mısırlılarda bu Tanrılar önemli bir yer işgal etmişlerdir. Eski Mısır dini, bir çok ve çeşitli ilahları mukaddes saymıştır. Onların heykellerini, resimlerini yaparak şekillendirmişlerdir. Mısırlılar genellikle çok ilahlı Tanrı kavramına inanırlar. Ancak 4. Amenofis devrinde tek ilahlı bir düşünce reformu, devamsız bir hareket olarak kaydedilmiştir.

Mısır ilahları konularını gökten, topraktan, sudan, bitkilerden, hayvanlardan ve insanlardan alırlar. Mısırlılara göre her şeyin başı gök Tanrısındadır ve bütün eski tarih boyunca, Gök ve Nil ilahları daima en önemli Tanrılar olarak kalmışlardır.

Gök İlahının ismi ve şekli değişmekle berber, gökyüzündeki yıldızlar, Güneş ve ay en eski ve devamlı ilahlar arasındadır. Sonra yeryüzü ilahları gelir ki, toprak, su ve ağaçlar bunların sembolüdür.

Hayvanlar alemi ise Mısır ilahları arasında en kalabalık yeri işgal ederler. Bu mukaddes sayılan hayvanlar, bazen bizzat kendileri veya bir özel işaret ile, bazen de sadece basları ile insan vücudu üzerinde temsil edilmişlerdir. Mesela Osiris ölüler ilahidir.
Mısırlıların ilah kavramı hakkındaki bilgileri sadece metinlerden öğrenebiliyoruz. Mesela, piramit metinlerinde, bir firavun öldüğü zaman nasıl ve ne suretle ilah mertebesine yükseliyor? Bu metin de az da olsa bilgi verilmektedir.

Rahipler – Ayinler – Mabetler


Mısır dininin tatbikatını rahipler yapar ve onlar bu teolojiyi düzenlerlerdi. Rahipler krallar tarafından çok zengin bir hale getirilmişlerdir. Rahipler, halk tarafından ilahlara kesilen kurbanlar ve verilen hediyelerle bol bol geçiniyorlar ve mabetlerde geniş yerlerde oturabiliyorlardı. Ayni zamanda da devlete vergi vermekten muaftılar. Angarya islerde çalıştırılmadıkları gibi, askeri görevde görmüyorlardı. Böylece halk içinde bir otoriteye sahiptiler.

Mabetler, Mısır şehrinde en önemli yeri işgal ettiği gibi, abide bakımından da en büyük binalardır. Mabet Tanrıların evi, heykel ve sembollerin saklandığı mukaddes ter, ayni zamanda da totem sayılan hayvanların serbestçe girebildikleri bir bina idi.

Ayinler, büyük dini törenlerden başka, her gün mabetlerde gerçek formüllü dualarla ilah heykellerin önünde yapılır ve bunları ya bizzat kral veya rahipler idare ederlerdi. Mabedin içine güzel kokular yakılır ve rahibeler tarafından müzik çalınarak dans edilirdi. Ayinler her gün ve her mabette ayni şekilde icra edilirdi.

Buna göre ilahların da krallar gibi, iki esasi vardır:

1- Vücut “Zet”ki yeryüzünde ilahi temsil eder.
2- Ruh “Ka” ise ilahi ve semavi olan elmandır.

İlk temsil edilen ilahlar MÖ 4000 ortalarında başlamıştır. Mısır'ın dini fikirleri belirten ilk belgelerden biri MÖ 2625 yılında Saqqara piramitlerindeki, Kral Unas'in mezarında olan yazıdır. Heliyopolis'te yer tutan ve Güneş temeline dayanarak “Ra” adini taşıyan mabut bulunur.

Mısır'da bir de ayni kavramı ifade eden ilahlar, başka başka isimlerde de anılmışlardır. Mesela Hor, Ra, Aton isimleri hep Güneş'i temsil eden ilahlardır. Bunun sebebi siyasi merkezlerin değişmesidir.

Mısır ilahlarını iki büyük grupta toplayabiliriz: Yerel Totemler “gök” ve Yer İlahları.

Yerel totemler, göçebe kabilelerin yerleştikleri sitelerde, mukaddes saydıkları hayvan ve putları insan vücudu ile de birleştirerek temsil ettikleri ilahlardır. Bu suretle kabile ilahları, yerel Tanrılar olmuşlar ve “sitenin hakimi” sayılmışlardır.

İlahlar ilk zamanlarda erkek olsun kadın olsun yalnız yasar ve hakimiyetini korumada çok kıskanç davranırdı. Fakat Mısırlı buna bir aile oluşturmakta gecikmemiş, evli düşünülen ilah çocuğu ile beraber bir üçlü sisteme geçmiştir.

Bunda bas hakim olan baba değildir. Bazen de kadın ilahe tamamıyla hakim durumdadır. Mesela Dendara'daki Hathor gibi.

İlah ailesiyle beraber kendi sarayı sayılan mabette oturur, bazen de yanına başka ilahların girmesine izin verebilirdi. Yeryüzünde yaşayan ve Tanrının sembolü temsil edilen Firavun da her vakit ilahin karşısına çıkabilirdi.

Fakat kral her mabette ayni zamanda bulunamayacağı gibi, kendisine vekil olarak rahipleri bırakır ve onlar ilaha, mabede ve onun arazisine bakarlardı.

Bazı yerel ilahların hakimiyet sahaları, zamanla da genişlemiştir. Bunun en tipik örneği Deltada Busiris eyaletinde bir ağaçla temsil edilen bitki ve ölüler ilahi Osiris'in ta Güney Mısır'a kadar gidisidir. Buradan önce Memfis'e giderek, yerel ölü ilahi olan Anubis'in yerine geçmiş, sonra da Yukarı Mısır'da Abidos'ta köpek şekline girerek ölüleri korumuştur. Sonraki devirlerde ise bütün Mısır'da Osiris ölüler ilahi olarak yer almıştır.

Bu yerel ilahların esas ilk merkezleri kesin olarak pek tespit edilmemekle birlikte, bir çokları daima malum olmuştur. Mesela Aşağı Mısır'da Horus, Busiris'te Osiris, Memfis'te Ptah, Dendara'da Hathor gibi.

Eski fikirden kalmış olarak tarihi devirlerde de tapılan canlı hayvanlar olmuştur. Bunların en başlıcası ve şöhret sahibi olan, Memfis'te takdis edilen Apis Öküzü'dür. Beyaz lekeleri olan siyah renkli bu öküzün, başında üçgen şeklinde beyaz bir alametin olması lazımdı. Memfis'te beslenerek korunmuştur. Bu hayvan Ptah'ın bir canlı numunesi sayılır ve onun bu hayvanda yaşadığını rahipler anlayabilir sanılırdı. Alnındaki siyah üçgenden başka sırtında akbabaya benzeyen bir sekil, sağ yanında bir hilal, dili üzerinde ise hamam böceğine benzeyen bir işareti bulunması gerekti. Ayni zamanda da kuyruk tüylerinin çift olması gerekiyordu. Bu şartlara uyan Apis Öküzü Ptah mabedinin karşısına yapılmış bir mabette, itina ile rahipler tarafından bakılır ve beslenirdi. Gündüzleri belirli zamanlarda avluya çıkarılan mukaddes öküzün her hareketinde rahipler bir anlam çıkarırdı. Bu hayvan ölünce Mısırlılar tarafından büyük bir matem oldu. Ama yenisinin meydana çıkışı büyük sevinç olurdu. Ölen öküzler mumyalanarak büyük cenaze törenleri yapılır ve Saqqara'da bulunan yer altı galerilerindeki lahitlere konulurdu. İsis-Apis olan bu hayvan için, Serapeum denilen mabette ayinler yapılırdı. Ölünce yerine yeni bulunan Apis geçer ve totem hayvan yaşamış olurdu.

İlahlara bir takim kuvvetler de atfedilmiştir:
1- Osiris: Ölüler Tanrısı.
2- Ptah: Artistlerin ve Madencilerin Tanrısı.
3- Hathor: Ask ve Neşe Tanrıçası.
4- Maat: Adalet ve Hukuk Tanrısı.
5- Sobek: Sular Tanrısı
6- Seshet: Yazı Tanrıçası.
7- Sekhmet: Savaş Tanrıçası.
8- Min: Çöllerdeki Seyyahların koruyucusu ve Hasat Tanrısı.
9- Tot: Ay ve İlim Tanrısı.
10- Geb: Toprak Tanrısı.
11- Set: Kuraklık ve Kötülük Tanrısı
12- İsis: Analık ve Bereket Tanrıçası.

Gök ilahini çok büyük bir inek şeklinde düşünen Mısırlılar, ona “Hathor” adini vermişlerdir. Arz Onun ayakları altında durduğu farz edilir ve karnında ise yıldızlar parlardı. Diğer taraftan bu Gök İlahı'na bazı eyaletlerde “Sibu” adi verilmiştir.

Ay ilahına “Tot” adi verilmiştir. Fakat bunların içinde en büyük olarak Güneş İlahı “Amon-Ra, Horus” basta sayılır. Mısırlıların “Yaradilis Destani” bu Güneş fikrinden doğar. Onlar Güneşin dünyada ilk doğduğu günü “Yaratan” kabul ediyorlardı. Bu ilah, bitkileri, hayvanları ve insanları yaratmıştır. İlk yaratılan insanlar “Ra”nin doğrudan doğruya çocuklarıdır.

Bundan başka toprak ilahi da yer almaktadır. Toprak İlahı “Geb”dir. Bazen de bu Tanrı “Isis” kabul edilirdi.

Mısır dini Natürizm dinidir. Mısır itikadında en önemli olay Güneş kavramıdır. Mısır'ın Güneş ilahlarından en meşhuru Horus'tur. Diğerleri, Atun, Set, Ra'dir. Bazı Mısır ilahları şunlardır:

Horus- Nur ilahidir ve Güneşi temsil eder. Gökyüzünün burçları üzerinde görünür ve bir atmaca şeklinde göklerde uçar. Atmaca da Hor adini taşımaktadır. Güneşle ay ilahin iki gözü sayılır. Hor iki kuvvetli kanatla gösterilir. Bu kanatlar semada uçtuğunu gösterir. Bu kanatlarda iki müthiş yılan vardır ki ağızlarından ateş püskürür. Bu da Güneşin yakıcı, çarpıcı ve öldürücü kudretinin alametidir.

Kainatı aydınlatan ve canlandıran Horus kardeşi zulüm ve tahrip ilahi olan Set ile devamlı mücadelededir. Hep Horus kazanır ama Set yok olmaz. Bazen de Set geçici yenilgiler kazanır ve Horus'un bir gözünü çıkarır ki Güneşle ay tutulması bundandır. Bu durum yer ilahi Geb'in aracılığı ile halledilir. Güney Mısır Set'e ve Kuzey Mısır Horus'a verilir.

Set- Garip bir tarihe sahiptir. Mısır; milli birliğini oturtmadan evvel Horus kuzey Kraliyetinin ilahiydi. Bu krallar kendilerine Hor unvanını almışlardı. Zaten her yerde krallar, gökten ve Güneşten unvan aldılar. Set kuzeylilerce sahranın kavurucu, kısır ve buna benzer felaketlerin ilahi saymışlardır. Kuzeyliler basarili olunca Horus Mısır'ın kendi ilahi ve Hor unvanını taşıyan krallar Mısır'ın kendi hükümdarı olunca yavaş yavaş Set sahra ilahi fikrinden, yabancı ilah (sahra yabancı sayılırdı) fikrine geçerek Suriye'nin Sotek ve Bal ilahına benzetilmiştir. Daha sonra Horus nuru hayatin ve Set zulmet ve tahribin ilahi olmuştur.

Ra- Güneşi ifade den Tanrılardan biridir. Ra insanlar arasında oturmaz, râkip olduğu kayığı ile ebedi bir tarzda semada yüzer durur. Zulmetle devamlı mücadele ederdi.

Maat- Mısırlılar indinde ay ile önemli ilahlardan biriydi. Maat Uygurca ay anlamına gelmektedir.

Tot- Aya ait bir ilahtır. Aydan hariç bölünmüş zamana da hakimdi. Diğer taraftan ilahların müşavir ve katibi idi. Hor'la Set arasındaki anlaşmazlıkta, Geb ile hakemlik yapmıştır.

Ptah- Mısır'daki büyük ilahlardan biridir. Ptah'ı tavsiye ederken dokuz ilah manzumesinin kalbi ve dili gibi tarif edilmiştir. Ptah yaratma kelimesini Atun diliyle telaffuz etmiş ve bundan sonra bütün oluşum, ilahlar, şehirler ve kainatta iyi, kötü ne varsa her şey oluşmuştur. Ptah Türkçe “put” demektir. Mavi yani gök demektir. Mısır dilinde Pt =Gök demektir.

Osiris- Mısırda önemli bir kült halinde olan bu ilahin gerçekleri Mısır rahiplerince son derece özenle saklanan bir sır halindedir.

Horus'tan daha kıdemli olan Osiris Mısır'ın bir kahramanı, Mısır'ın birliğini kuran, medeniyeti öğreten, yazıyı icat eden akil ve hayırlı bir hükümdardı. Resimlerinde bir elinde çoban değneği diğer elinde öküz kamçısı vardır. Bu da Hor gibi Aşağı Mısır hükümdarıdır. Zulmet ve tahrip ilahi olan Setle devamlı rekabettedir. Set unvanını güney hükümdarı ile mücadeleye girişmiştir. Set bir ara itaat eder gibi görünerek, Osiris'in güvenini kazandıktan sonra beraberindeki 72 kişiyle Osiris'i pusuya düşürmüş ve bir tabut içine kapatarak denize atmıştır.

Dalgalar Osiris içinde bulunduğu tabutu sürükleyerek Finike'de Biblos sahillerine atar. Bu sırada Osiris'in karısı ve kız kardeşi olan İsis aramaya çıkar. Biblos sahillerinde tabutu bulur ve Set'ten gizler. Fakat Set bir zaman sonra isi keşfeder ve Osiris'in naaşını tanır. Ve bu naaşı parça parça ederek her parçasını bir tarafa dağıtır. İsis bu parçaları toplamak için hazırlanır. Anubi ve Hor'un iyilikleriyle parçaları bulur ve birleştirir. Osiris böylece yeniden hayata gelir. Oğlu Hor pederinin intikamını alır. Fakat Set hiçbir şekilde mağlup olmaz. Nihayet yer ilahi Geb hakem olur. Bu da Mısır'ı Hor ile Set arasında bölüştürmek suretiyle ihtilafı halleder.

Osiris'in bir diğer safhası daha sonuca varmıştır, o da bitkilere ilah olmasıdır. Ölen, dirile, tekrar hayata gelen ilah hasatçıların oraklar ile biçilen ve baharda tekrar canlanan ruhu bitkidir. Anadolu ve Suriye'de bitki ilahi olan Atis ile Adonis de ölen ve dirilen bir ilahtır. Bunu temsil için yapılan putlarda bir ağaç gövdesi üzerine ellerinde çoban değneği ile öküz kamçısı taşıyan bir insan başı görülür. Bu ağaç gövdesi bitki aleminin alametidir.​
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Düşünce

aliens_in_egypt.jpg


Eski Mısır'da Düşünce İlk yıllarında ve pozitivist evresinde, modern düşüncenin sınıflandırmalarını büyük bir doğallıkla Eski Mısır'a uyarlayan mısırbilim, bu yaklaşımı nedeniyle bazı olguları grotesk bir biçimde yanlış değerlendirmiştir. Farklı bir yol izleyen ilk araştırmacılardan biri olan J. H. Breasted (1865-1935), mevcut metin ve tasvirlerden yola çıkarak Mısır Düşüncesinin sınıflarını oluşturmaya çalışmıştır; sık sık "mantık öncesi" diye tanımlanan bu farklı düşünme biçiminin ne olduğu sorusunun klasik yanıtını Eski Şark düşüncesini "mitler-oluşturan" (mythopoetic) düşünce diye tanımlayan H. Frankfort veriştir. Ama yalnızca mitosla ve onun özel yasalarıyla belirlenmeyen Mısır düşüncesinin mitostan bağımsız olarak ussal bir bakış açısına da sahip olabileceği gerçeği biraz arka plana atılmıştır. Mısır düşüncesi mitosu da kapsar, ama salt mitostan doğmaz. Mısır'ın özelliği yazısının resmi ve harfi, tanrı tasarımının tanrıları ve tanrıyı, tıbbının büyüyü ve bilimi, düşüncesinin mitosu ve aklı, biri diğerini dışlamadan kapsıyor olmasıdır. Bu tamamlayıcılığı, Mısır'ın uzun süredir aşina olduğumuz düşünce yasasından, "düalizm"den ("İki Ülke" öğretisi ve benzeri örnekler) biliyoruz. Mısır düalizmi iki-değerli mantık hesaplarından uzaktır, modern kuantum fiziği ne kadar "mantık öncesi"yse o da o kadar "mantık öncesi"dir. Çok-değerli bir mantığın paradigması olarak Mısır, felsefe ve felsefe tarihi konusunda şimdiye kadar kendisinden esirgenen yepyeni bir öneme kavuşabilir. Mısır düşüncesi, en azından ontoloji ve etik alanlarında, dinsel inanç dünyasından bağımsız, felsefi ifadelere sahiptir. Diğer alanların felsefi açıdan daha iyi değerlendirilebilmesi için var olan materyalin araştırmaya daha çok açılması beklenmelidir.

Mısır ontolojisi ve etiğinin odak noktasında düzen kavramı Maat vardır. Maat şeylerin ideal düzenine işaret eder, ama bir tür "soyut töz" olarak da düşünülmüş, hatta kişileştirilmiştir - Mısır mantığının tamamlayıcı niyeliği burada da görülür. Yaratılış esnasında kurulmuş bir düzen olan Maat insan davranışı için bağlayıcıdır. Onun dışına çıkanlar, varoluşun dışında kalırlar. Mısır felsefesinin en önemli meselesi, var oluşun ortaya çıkışını, koşullarını ve var olmamaktan nasıl korunduğunu anlamaktır. Varoluşun özündeki farklılık, sınırlılık ve fanilik açıkça ortaya konmuştur, nitekim Mısır kültüründeki büyük başarıların nedenlerinden biri de hiç kuşkusuz ölçü ve sınır konusundaki şaşmaz sezgidir, bu da Mısır'ın varoluş anlayışından kaynaklanır. Mısır bilimini de buradan yola çıkarak değerlendirmek gerekir. Mısır bilimi sınırsız sayıda olgu olduğunun bilincindedir, ancak insanlar için uygulamaya dönük ya da kültsel alamı olan dar alanlarla kendini sınırlar. Dolayısıyla Mısır biliminin en büyük başarılarını tıp ve uygulamalı matematik alanlarında kazanmasına şaşmamak gerekir; Yeraltı Kitapları'nda ölüler dünyasının sistemli bir biçimde "araştırılması" da aynı bilimsel güdüden kaynaklanır, zaten Mısır insanı için en önemli şey, özellikle bu alanda "doğru" bilgiye ulaşmaktı. Tipik olgu ve durumların sınıflandırılıp sistemli bir biçimde düzenlenmesi sonucunda, "varolan her şeyi" içeren ve tüm kozmosu bir nesneler dünyasına dönüştüren listeler (onomastika) oluşturulmuştur. Mısır düşüncesinin soyutlama yetisinin en belirgin kanıtı, hiyeroglif yazının yanı sıra bu "dünya envanterleri" olmalıdır
 
Üst Alt