Gözyaşından Asa
Adımları ağırdan da ağır... İlerliyor, ama mesafe kat ettiği fark edilemiyor.
Boyu iki büklüm; uzaktan bakan eğrilmiş bir yay zanneder. Bir yay, ama kıpırtısız... İlk anda gözlerinden dökülen yaşları göremeyebilirsiniz, ama ağlıyor, yaşlar sicim gibi dökülüyor. Bir dökülüş ki yayın iki ucunu bağlayan ince ibrişimden yapılmış kiriş dense yeridir...
Gözyaşından, gerilmeye arzulu ama muktedir olmayan bir yay kirişi. İki büklüm hantal bir yayın, eğrilmiş bir kemanın, gevşemiş bir enstrümanın düğüm düğüm, ilmik ilmik bağlanmış son teli... Koptu kopacak... Ve yay zarif bir adımla gerilmeye başlar...
Görüntüsüyle bu manzara bize ihtiyar bir insanı hatırlatıyor; lakin acaba bu hal yalnızca ihtiyarlıktan mı kaynaklanabilir? Civanların, ter ü taze bedenlerin de böyle kemana dönüp kirişe bağlandıkları olmaz mı? Kanuni çağının ünlü şairi Hayalî Bey şu dizesinde bunun olabileceğini söylüyor: "Hamîde kadlerine rişte-i eşki takıp... (İkibüklüm boylarının ayaklarıyla başlarını gözyaşı ipliğiyle irtibatlayıp...)"
İster pir olsun ister civan, ister aktif olsun ister pasif, herkesin dünyalık heves ve emelleri vardır. Bu emel, eli ayağı olan bir kişinin hareket etme arzusu kadar tabiidir. Beden yaşlansa dahi nefs ve gönül yaşlanmaz ve daima bir hedefe yönelik yaşar. Yani iki büklüm olmuş yayın kirişinde her daim bir amaç oku, kurulu kemanda her vakit bir arzu temreni bulunur. Mesele bu okun meşru hedefe nişan alıp almadığı, meşru ise hedefi vurup vurmadığıdır.
Ahmet Turan Alkan, kitaplarından birinde bir Çin hikâyesi anlatır. Okçu olmak isteyen Çi Ç'ang, uzun eğitimlerden, bin bir meşakkatli öğrencilik zamanlarından, yıllar süren olgunlaşma vetirelerinden sonra ustası Ying'in karşısına geçer, yayına bir ok koyup uzaklarda uçmakta olan akbaba sürüsüne doğru fırlatır ve beş tanesini düşürür. Ying Usta hiç şaşırmaz, yalnızca ona "Demek sen hâlâ oksuz ve yaysız isabet ettirmesini öğrenemedin ha!.." diye çıkışır ve görünmeyen bir yaya, görünmeyen bir ok yerleştirir gibi hareketler yaparak çok uzaklarda uçan akbabaya nişan alır ve okunu fırlatır. Hayret, akbaba o anda taş gibi yere düşer (Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Yayınları, s.15). Attığı maksat oku tam isabet kaydetmiştir. Siz adını ister nazar koyun, ister biyoenerji, görünmeyen yayın görünmeyen oku hedefi bulmuş, maksat hasıl olmuştur. Şimdi merak edebilirsiniz, Ying Usta'nın elinde gerçekten bir yay var mıydı var idiyse görünmeyen hangi ağaçtan yapılmıştı? Daha da soralım; acaba Usta o yayın gerçekliğinin farkında mıydı, farkında idiyse ne kadarının farkındaydı vs. vs. Asıl can alıcı soru ise; Ying Usta'nın hedefini bulduran okunu gerçekte hangi el yahut hangi irade fırlatmıştı? Gökkubbenin altında acaba kader ve kaza okları arasında kaç usta çıraklarına okçuluk öğretmektedir?
Hayalî Bey sözünü şöyle tamamlıyor: "Hamide kadlerine rişte-i eşki takıp bunlar / Atarlar tîr-i maksûdu nedendir yayı bilmezler (Bunlar, yay misali iki büklüm olmuş boylarına gözyaşı ibrişimini takıp maksat okunu atarlar da, yayın neden yapıldığını bilmezler.. /veya/ Bunlar, yayın neden yapıldığını bilmedikleri, yay konusunda o kadar cahil oldukları halde iki büklüm olmuş boylarına yay gibi gözyaşı ibrişimini takıp maksat okunu isabet edecek biçimde ustalıkla atarlar)."
Pes doğrusu üstad!.. Bu ne zengin bir hayal!.. O hayalin peşine düşmek isteyenler için okçunun hikâyesini tamamlayalım: Kendinde neyin eksik kaldığını anlayan ve dokuz yıl daha eğitimini devam ettirerek evine dönen Ç'ang'ı o günden sonra hiç kimse elinde bir yay ve ok ile görmez. Bir gün eski bir dostunu ziyarete gider ve ona, duvarda asılı olan şeyin ne olduğunu sorar. Dostu önce işi şakaya vurur cevap vermez, ama sual üçüncü kez tekrarlanınca durumu anlayıp şöyle der: "Ah usta!.. Gerçekten de bütün çağların en büyüğüsün sen, muhakkak; bir yayın ne olduğunu, ne işe yaradığını unutmuşsun çünkü!."
Niyazi-i Mısri hazretleri "Bir eline gözyaşından kıl asâ / Bir eline derd odundan yak çerâğ" buyuruyor.
Yani ki
"Ey yolcu!.. Genç yahut ihtiyar olsan da, dünya denen şu vadide hakikati aramaksa maksadın, bir eline gözyaşından bir asa, diğer eline de dert ateşinden bir çıra alarak yola çık! Çünkü bu vadide yollar tehlikeli ve karanlıktır."
Aynı beytin suficesi de şöyle yorumlanabilir:
Ey yolcu! Dervişlik yolunda ilerlemek için tehlikeleri bertaraf edecek bir değneğe, etrafı aydınlatacak da bir çıraya ihtiyacın var. Dert ateşi içinde yandıkça çıran, yaşlar da gözünden aktıkça değneğin elinde demektir. Gözyaşı ve dert olmadan bu yolda menzil alınmaz çünkü!.. "
İSKENDER PALA
Boyu iki büklüm; uzaktan bakan eğrilmiş bir yay zanneder. Bir yay, ama kıpırtısız... İlk anda gözlerinden dökülen yaşları göremeyebilirsiniz, ama ağlıyor, yaşlar sicim gibi dökülüyor. Bir dökülüş ki yayın iki ucunu bağlayan ince ibrişimden yapılmış kiriş dense yeridir...
Gözyaşından, gerilmeye arzulu ama muktedir olmayan bir yay kirişi. İki büklüm hantal bir yayın, eğrilmiş bir kemanın, gevşemiş bir enstrümanın düğüm düğüm, ilmik ilmik bağlanmış son teli... Koptu kopacak... Ve yay zarif bir adımla gerilmeye başlar...
Görüntüsüyle bu manzara bize ihtiyar bir insanı hatırlatıyor; lakin acaba bu hal yalnızca ihtiyarlıktan mı kaynaklanabilir? Civanların, ter ü taze bedenlerin de böyle kemana dönüp kirişe bağlandıkları olmaz mı? Kanuni çağının ünlü şairi Hayalî Bey şu dizesinde bunun olabileceğini söylüyor: "Hamîde kadlerine rişte-i eşki takıp... (İkibüklüm boylarının ayaklarıyla başlarını gözyaşı ipliğiyle irtibatlayıp...)"
İster pir olsun ister civan, ister aktif olsun ister pasif, herkesin dünyalık heves ve emelleri vardır. Bu emel, eli ayağı olan bir kişinin hareket etme arzusu kadar tabiidir. Beden yaşlansa dahi nefs ve gönül yaşlanmaz ve daima bir hedefe yönelik yaşar. Yani iki büklüm olmuş yayın kirişinde her daim bir amaç oku, kurulu kemanda her vakit bir arzu temreni bulunur. Mesele bu okun meşru hedefe nişan alıp almadığı, meşru ise hedefi vurup vurmadığıdır.
Ahmet Turan Alkan, kitaplarından birinde bir Çin hikâyesi anlatır. Okçu olmak isteyen Çi Ç'ang, uzun eğitimlerden, bin bir meşakkatli öğrencilik zamanlarından, yıllar süren olgunlaşma vetirelerinden sonra ustası Ying'in karşısına geçer, yayına bir ok koyup uzaklarda uçmakta olan akbaba sürüsüne doğru fırlatır ve beş tanesini düşürür. Ying Usta hiç şaşırmaz, yalnızca ona "Demek sen hâlâ oksuz ve yaysız isabet ettirmesini öğrenemedin ha!.." diye çıkışır ve görünmeyen bir yaya, görünmeyen bir ok yerleştirir gibi hareketler yaparak çok uzaklarda uçan akbabaya nişan alır ve okunu fırlatır. Hayret, akbaba o anda taş gibi yere düşer (Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Yayınları, s.15). Attığı maksat oku tam isabet kaydetmiştir. Siz adını ister nazar koyun, ister biyoenerji, görünmeyen yayın görünmeyen oku hedefi bulmuş, maksat hasıl olmuştur. Şimdi merak edebilirsiniz, Ying Usta'nın elinde gerçekten bir yay var mıydı var idiyse görünmeyen hangi ağaçtan yapılmıştı? Daha da soralım; acaba Usta o yayın gerçekliğinin farkında mıydı, farkında idiyse ne kadarının farkındaydı vs. vs. Asıl can alıcı soru ise; Ying Usta'nın hedefini bulduran okunu gerçekte hangi el yahut hangi irade fırlatmıştı? Gökkubbenin altında acaba kader ve kaza okları arasında kaç usta çıraklarına okçuluk öğretmektedir?
Hayalî Bey sözünü şöyle tamamlıyor: "Hamide kadlerine rişte-i eşki takıp bunlar / Atarlar tîr-i maksûdu nedendir yayı bilmezler (Bunlar, yay misali iki büklüm olmuş boylarına gözyaşı ibrişimini takıp maksat okunu atarlar da, yayın neden yapıldığını bilmezler.. /veya/ Bunlar, yayın neden yapıldığını bilmedikleri, yay konusunda o kadar cahil oldukları halde iki büklüm olmuş boylarına yay gibi gözyaşı ibrişimini takıp maksat okunu isabet edecek biçimde ustalıkla atarlar)."
Pes doğrusu üstad!.. Bu ne zengin bir hayal!.. O hayalin peşine düşmek isteyenler için okçunun hikâyesini tamamlayalım: Kendinde neyin eksik kaldığını anlayan ve dokuz yıl daha eğitimini devam ettirerek evine dönen Ç'ang'ı o günden sonra hiç kimse elinde bir yay ve ok ile görmez. Bir gün eski bir dostunu ziyarete gider ve ona, duvarda asılı olan şeyin ne olduğunu sorar. Dostu önce işi şakaya vurur cevap vermez, ama sual üçüncü kez tekrarlanınca durumu anlayıp şöyle der: "Ah usta!.. Gerçekten de bütün çağların en büyüğüsün sen, muhakkak; bir yayın ne olduğunu, ne işe yaradığını unutmuşsun çünkü!."
Niyazi-i Mısri hazretleri "Bir eline gözyaşından kıl asâ / Bir eline derd odundan yak çerâğ" buyuruyor.
Yani ki
"Ey yolcu!.. Genç yahut ihtiyar olsan da, dünya denen şu vadide hakikati aramaksa maksadın, bir eline gözyaşından bir asa, diğer eline de dert ateşinden bir çıra alarak yola çık! Çünkü bu vadide yollar tehlikeli ve karanlıktır."
Aynı beytin suficesi de şöyle yorumlanabilir:
Ey yolcu! Dervişlik yolunda ilerlemek için tehlikeleri bertaraf edecek bir değneğe, etrafı aydınlatacak da bir çıraya ihtiyacın var. Dert ateşi içinde yandıkça çıran, yaşlar da gözünden aktıkça değneğin elinde demektir. Gözyaşı ve dert olmadan bu yolda menzil alınmaz çünkü!.. "
İSKENDER PALA