Karakter Eğitiminde Mizaç

ceylannur

Yeni Üyemiz
Karakter Eğitiminde Mizaç

299_13.jpg


Her insan, belli derinlik ve genişlikte zihnî, hissî ve fizikî potansiyellere sahip olarak doğar. Bu potansiyeller, hem insanın genomunda, hem de manevî lâtifeler ve cevherler olarak ruhunda mevcuttur. Bugünkü modern bilim de, insanların doğarken boş olarak doğmadığını ve belli iç istek ve huylarla dünyaya geldiğini belirtmektedir. Bediüzzaman ise, 30. Söz Zerre bahsinin 3. Noktasında bu hususta meâlen şu çarpıcı ifadelere yer verir: "Sani-i Hakîm, her şey için o şeye münasip bir kemal noktası ve ona lâyık feyiz alacağı bir varlık mertebesi tayin etmiştir. O şeye, kendine ait kemâl noktasına, çalışıp gitmesi için istidat (bir potansiyel kabiliyetler seti) vererek o noktaya doğru sevk ediyor..."

İnsanın, yaratılıştan getirdiği bu potansiyel özelliklerin oluşturduğu desene mizaç denmektedir. Her insanın mizacı, kendine has olmakla beraber belli kriterler ışığında gruplanmaktadır. Her çocuğun mizaç özellikleri üzerine, anne-babası ve çevresi; belli davranışları, tercihleri, ahlâkî değerleri ve toplum kurallarını inşa etmeye çalışır ve bu süreç çocuğun terbiyesi ve eğitimi olarak bilinir. Çocuk belli bir yaşa geldiğinde de, kendi karakter ve kişiliğini geliştirme sorumluluğunu üzerine alır. Çevresinin desteği ve yönlendirmesiyle aktif bir özne olarak kendi karakterini inşa eder. Yaratılıştan getirdiği mizaç özellikleri üzerine, aile ve toplum tarafından inşa edilen karakter sonucunda, her insan bir benlik ve kişilik kazanır. Dolayısıyla insanın doğuştan getirdiği özellikleri üzerine dokuduğu alışkanlıklar, ahlâkî değerler, toplum kurallarının tamamı, modern bilimde, karakter kavramı ile açıklanır.

Kişiliğin iki boyutu: Mizaç ve karakter

İnsanın kişiliği, mizaç (huy, davranış stilleri) ve karakter olmak üzere iki bileşenden oluşur. Mizaç stilleri ve huylar, insanın iç istekleri doğuştan gelir. Karakter ise, kişiye, eğitilme ve şuuraltının inşası yoluyla kazandırılır. İnsandaki karakterler ise, üç gruba ayrılır: Birincisi, yaratılışında potansiyel olarak var olan güçlü ve baskın fıtrî ahlâkî değerler.. ikincisi, yaratılışında zayıf derecede var olan ve 0-6 yaş arasında şuuraltına güçlü şekilde inşa edilen karakterler ve ahlâkî değerler.. üçüncüsü ise, kişide olmayan ve kişinin iradesiyle şuurlu bir şekilde kazandığı ahlâkî değerlerdir. Nasıl güneşin umumî, nev'i ve hususî olmak üzere üç farklı tecellisi var ise, karakter eğitiminin de üç farklı boyutu vardır: Birincisi, herkese verilmesi gereken umumî faziletler ve karakterlerdir. İkincisi, belli mizaç tiplerine verilmesi gereken o desene ait karakterler, üçüncüsü ise, her ferdin hususî durumu ve gelişmesi dikkate alınarak ona has olan etik değerler ve alışkanlıklardır. Bu pencereden bakıldığında, sağlıklı bir benlik oluşumu için karakter eğitimi olmazsa olmaz bir şarttır ve en az üç farklı boyutta, farklı mizaçları da hesaba katarak verilmesi gerekmektedir. Çünkü insan mizacında yaratılıştan var olan fıtrî faziletleri geliştirmenin ve insan fıtratındaki kötülüğe olan eğilimlerin üstesinden gelmenin yolu, insana verilecek karakter eğitiminin hem umumî, hem nev'i, hem de hususî boyutta verilmesine bağlıdır. Özellikle mizaç ve huyların yaratılıştan geldiği ve yok edilemeyeceği dikkate alınırsa, karakter eğitiminde insan mizacında var olan huyların yönlerinin, iyiye, güzele ve doğruya kanalize edilmesi hayatî öneme sahip olmaktadır. Mizacı gereği, farklı faziletlere ve zâfiyetlere yatkın olarak yaratılan insanlara tek tip bir karakter eğitimini, sadece umumî boyutta vermek yetersiz olacaktır.

20. yüzyılda gelişen akademik psikoloji, objektif olma adına, kişilik ve karakter kavramlarını birbirinden ayırdı. Nesnel olarak ölçülebilen kişilik özelliklerine vurgu yaparken, karakter ve ahlâk özelliklerini arka plâna itti. Dürüstlük, saygı, sadakat gibi karakter alışkanlıkları yerine, benlik, imaj, girişkenlik, pasiflik, içine kapalılık dışa dönüklük gibi dıştan daha bariz olan mizaç özelliklerini tanımlamaya ve geliştirmeye önem verdi. Akademik psikolojideki kişilik kavramı, 'Kendini geliştirme, hayatta başarılı olma, daha çok tanınma ve kazanmayı nasıl sağlayabiliriz?' hedefini gerçekleştirmede bir araç olarak görüldü. Bunu yaparken de kişilik kavramında mündemiç olan karakter ve ahlâk eğitimini göz ardı etti. İşin kötüsü kişilik ile karakter birbirinin yerine kullanılan eş anlamlı kelimeler haline dönüştürüldü. Halbuki karakter özellikleri, kişideki ahlâkî değerleri ve fazileti tanımlarken, kişilik özellikleri, daha çok insanın benlik ve mizaç özelliklerini tanımlar. Meselâ, içe dönük/dışa dönük, kendine güvenen/kendine güvenmeyen, atılgan ve cesur/pasif ve korkak gibi özellikler, insanın tipik kişilik özellikleridir. Farklı mizaçlardaki insanlar, bu özelliklerden birini veya bir kaçını ortaya koymaya daha eğilimli olarak yaratılmışlardır. Karakter özellikleri ise, insanı ahlâk bakımından iyi ve güzel yapan özellikler olup, bunlar içinde yalan söylememek, saygılı olmak, dürüst olmak, hakperest olmak, fedakâr olmak gibi erdemler vardır. Bu ahlâkî özellikler, bazı mizaç motiflerinde yaratılıştan itibaren daha baskın ve güçlü iken, bazı mizaçlarda daha zayıf ve çekiniktir. Bu noktadan da, karakter eğitiminde öncelikli husus, kişinin yaratılışında mizacıyla getirdiği güçlü ve baskın ahlâkî erdemleri korumaya almak ve onların aktif kullanımına vesile olacak sorumlulukları çocuklara vermektir. Gerçekte kişilikli insan ile karakterli insan aynı değildir. Bir kişinin kişiliği sağlam olabilir; ama karakteri zayıftır. Karakteri güçlü; ama kişiliği zayıf olabilir. Örnek verirsek, bir kişinin kişilik özellikleri arasında özgüveni ve cesareti ve atılganlığı, girişimciliği, imajı çok yüksek ve baskın olabilir; ama karakter olarak çok sağlam olmayıp, yalan söyleyebilir, insanların haklarını çiğneyebilir, bencil davranabilir. Kişi, iş hayatında başarılı olabilir; ama ferdî ve ailevî hayatında ciddi karakter zafiyeti taşıyabilir. Bu açıdan sağlıklı bir hayat sürmede, insanın hem sağlam bir karakteri, hem de kişiliğinin olması eşit derecede önemlidir.

Karakter; insanın özünde taşıdığı alışkanlıkların iyi ve kötü huyların, faziletlerin bir karışımıdır. İnsanı ahlâklı ve karakterli yapan çok sayıda fazilet vardır. Bunlardan üçü, inanç, ümit ve sevgidir. Faziletlerin başında ise, basiret (sağduyu), adalet, metanet (sebat, tahammül, cesaret) ve kendine-nefsine hakimiyet gelir.

Ahlâk eğitiminin bir başka adı olan karakter eğitimi, toplumumuzda adam olmak kelimesiyle de ifade edilir. Halkımız kaymakam, vali, profesör olmakla adam olmak arasındaki farkı, iyilik ve ahlâk sahibi insanla, kötü ve ahlâksız insanı ayırt etmede kullanır. Evlâdına; 'Oğlum sen adam olamazsın.' diyen baba, yıllar sonra oğlunun kaymakam olduğunu öğrenir. Oğlu da: 'Babam bana adam olamazsın, demişti. Ben onu yanıma çağırtayım da nasıl büyük adam olduğumu görsün.' demiş. Babasını bir elçi gönderip yanına çağırtmış. Babası da ona: 'Oğlum ben sana kaymakam olamazsın, demedim. Adam olamazsın, dedim. Eğer adam olsaydın, babanı ayağına getirtmez, sen babanı evinde ziyaret edip onun hayır dualarını alırdın.' demiştir.

Mizacın meyvesi: kişilik

İnsanlar kişilik özelliklerinden dolayı değil, karakter özelliklerinden ötürü sorumlu tutulurlar. Bir insanı içe dönük, dışa dönük, rasyonel tabiatlı veya hissî olmasından dolayı övemeyiz. Ama bir insanı, karakter özelliği olan dürüst/yalancı, saygılı/saygısız olmasından dolayı övebilir veya kınayabiliriz. Bir kişinin kendine güveninin yüksek olması; atılgan, girişken ve başarılı olması, onun ahlâklı insan olduğu anlamına gelmez. Meselâ ne pahasına olursa olsun, kazanmak, birinci gelmek fikrine sahip bir insan, ahlâkî değerleri göz ardı eden bir yaklaşım içindedir. Ancak kendine güvenme, öz güven gibi kişilik özelliklerini, dürüstlük, iç disiplin, saygı gibi karakter alışkanlıklarıyla birlikte geliştirirse, anlamlı bir sinerji ortaya çıkabilir. Bunun anlamı, kişilik ve karakter eğitimini bütünleştirmedikçe, kendi hayatımızı, aile ve toplum hayatını geliştirmek çok zordur. Çünkü insanın özünde kaçınılması mümkün olmayan bir ahlâkî boyut vardır. İyi ve kötü arasında seçim yapma kabiliyeti olarak tanımlanan etik akıl, insanın yapısında potansiyel olarak mevcuttur. Sadece karakter eğitimiyle geliştirilmeye, güçlendirilmeye ihtiyaç duyar.

Başkaları tarafından görülme tehlikesi olmaksızın insanın yaptığı şeyler, onun gerçek karakterini yansıtır. Karaktere ait alışkanlıklar ve özellikler ise, insanın kişiliğinin şekillendiği üç potansiyel olan zihnî, hissî ve fizikî alana aittir. Bir başka ifadeyle, insanın kişilik özelliklerini ifade etme biçimleri, insanın karakter alışkanlıklarını oluşturur. Bunlar iyi veya kötü yönde olabilir. İnsanlar, mizaç özellikleri gereği, belli hareketleri yapma eğiliminde olduklarından, belli davranışları, kolayca alışkanlık haline getirebilirler. Burada kritik olan husus, bu mizaç özelliklerini baskılamak değil; onların yüzlerini iyiye çevirmek veya kontrol altına alarak, kendine ve başkalarına zarar vermesini önlemektir. Meselâ kişi, mizacı gereği, sabırsız, aceleci veya ağır başlı ve yavaş olabilir; ama kişi karakter eğitimi almışsa, bu özelliklerini kontrol altına alabilir ve çevresine zarar vermeden bu özelliklerini sergileyebilir. Kişi, kendi mizaç motifinde güçlü ve baskın olan fitrî erdemlerden dürüstlüğe ve yardımseverliğe fıtraten yatkın bir insan olabilir. Ama fıtratında baskın olan bu erdemleri koruyucu ve dengeleyici bir karakter eğitimi almamışsa, o zaman arada sırada yalan söyleyebilir ve yardımseverlik yönünü, insanları kendine çekip onları sömürmede kullanabilir. Meselâ kişi, mizacı gereği, fıtraten sözüne sadık olmaya eğilimli bir insandır; ama birçok durum karşısında aşırı eleştirel, çok sabırsız veya ağırkanlı olabilir. Bazı insanların mizaçlarında hissilik baskındır ve başkalarına verebilecekleri sonsuz sevgi vardır. Öte yandan konuşmadan önce düşünme konusunda fıtraten zaafiyeti vardır.

Özetlersek, her bir mizaç motifinde yaratılıştan gelen ve ortaya konmaya çok yatkın karakter özellikleri olduğu gibi, gelişmesi zor veya kontrol altına alınması gereken mizaç özellikleri de vardır. Bu açıdan herkes kendi nefsi ve kişilik motifi üzerinde hayatı boyunca çalışması gerekir. Zaten bu mevzu, dinimizde büyük cihad olarak tanımlanmış ve yapılması emredilmiştir. Dinî literatürde, şeytanın, güçlü kişilik ve karakter özellikleri üzerinden insanı aldatmaya çalışmasına şeytanın sağdan yaklaşması denir. Bu açıdan karakter eğitiminin temelinde, baskın ve güçlü olan olumsuz mizaç özelliklerini frenlemek, zayıf olan veya bulunması gerekip de bulunmayan karakter özelliklerinin kazanılması vardır.

İnsanlar genelde, mizaç özelliklerinden kaynaklanan eğilimlere bağlı alışkanlıklar çerçevesinde hayatını sürdürür. Bu açıdan kişi karakter eğitimi alırken, bu alışkanlıklarının farkına varmalı ve bu alışkanlıklarını iyi ve güzel yönde terbiye etmelidir. İnsanların farklı alışkanlıklara sahip olması, temelde onların farklı kişilik motiflerine ait olmasından kaynaklanır.

İnsan neleri tekrar tekrar yapıyorsa ve onları yaptığında huzur buluyorsa, o davranışlar onun karakter özellikleri içindeki alışkanlıklarını ve tutkularını oluşturur. İnsanın karakterine, son halini vermesi kendisinin sorumluluğundadır. Kişi kendinin farkında olmalı, günde en az beş kere ahlâk aynasına bakarak, karakterinin iyi-kötü yönlerini gözden geçirmelidir.

İyi ve güzel olanı bildiğinizde, onu yapıp yapmayacağınıza karar vermenizde belirleyici husus, zekâ seviyeniz değil; ahlâk ve karakterinizle, iradenizle zenginleşen vicdan kültürüne sahip olup olmamanızdır. Bunun anlamı şudur: Karakter sahibi (dürüstlük, kendine hakim olma, sorumluluk ve merhamet sahibi olma) olmadan, bilgi ve beceri sahibi olmak çok şey ifade etmediği gibi, tehlikeli bir durumdur. Bir başka deyişle, doğru ve iyi-güzel olanı bilmek ile doğru ve iyi-güzel olanı yapmak arasındaki bağlantı, doğru-iyi-güzel olanı yapabilecek bir karaktere, akla ve vicdana sahip olmaktır. Önemli olan, neyin doğru, iyi ve güzel olduğunu bilmek değil; doğru, iyi ve güzel olanı yapacak alışkanlıklara, his, heyecan ve isteğe sahip olup olmadığımızdır.

İşte bir nevi farklı tohumlar mesabesindeki mizaç özelliklerimiz ile, farklı topraklar ve iklim mesabesindeki karakter özelliklerimiz (düşünceler, davranışlar ve alışkanlıklar) bizim kişiliğimizi, benliğimizi ve belli ölçüde kaderimizi belirler. Bu noktada aşağıdaki vecize çok anlam kazanmaktadır: "Bir düşünce ekerseniz, bir davranış biçersiniz; bir davranış ekerseniz, bir alışkanlık biçersiniz; bir alışkanlık ekerseniz, bir karakter biçersiniz; bir karakter ekerseniz, bir kader biçersiniz." Unutmayalım ki, edindiğimiz alışkanlıklar ve düşünceler, farklı motiflerdeki mizaç tohumlarına ekilir. Farklı mizaç tohumları çeşitli toprak ve iklim şartlarında filizlenerek farklı benlikleri veya kişilikleri oluşturur. Osmanlı'nın kuruluş dönemlerini seri romanlar şeklinde kurgulayan Necati Sepetçioğlu'nun "Üçler, Yediler, Kırklar" isimli romanında geçen temsili bir vaka, her bir mizaç tohumundan çıkan farklı ahlâkî çiçeklerin güzelliğini çok güzel anlatmaktadır:

Osman Beyin ölümünden sonra başa kimin geçeceğini görüşmek üzere devletin yöneticileri toplanmıştır. İç odada ise, Osman Beyin evlatları aksiyon insanı Orhan Bey ile, gönül insanı Alaaddin Bey kendi aralarında sultanın kim olması gerektiğini konuşmaktadırlar. Mizaç motifi fizik merkezli olan Orhan Bey, aksiyon velisi olmaya yatkın bir kişiliktir. Mizaç motifi his merkezli olan Alaaddin Bey ise, âşık veli olmaya yatkın bir gönül insanıdır.

Başından belli bir işi konuşuyoruz. Sultan sensin; at, kılıç, çeri seni bilir; Osman Bey babamız, seni bunun için yetiştirdi. Ben Edebali tekkesinin çiçeğiyim. Sen ise savaşların, barışların çiçeğisin. (Bu cümleler tamamen kişilik bandına uygun sözler) Bunlar olmasa bile benim büyüğümsün, büyük varken küçüğe uymak düşer (karakter ve ahlâk eğitiminden gelen sözler)

Orhan Bey: Konuştuk bunu karındaşım. Kendi isteğimle senin buyruğunda çalışmak istiyorum.

Alaaddin Bey: Ağabeyim ben insanlara buyuramam. Benim meşrebimde Türkmen'le Türkmen olmayanın ayrıcalığı yoktur. ALLAH'ı biliyorsa, herkese insan derim ben. Çünkü ALLAH'ı bilen kendini de biliyor demektir ki, yeter bu bana. Böyle birini sultan yaparsan, hele Türkmen'in başına sultan yaparsan, yazık edersin. Sultan sadece kendinden olan insanı, insan bilmelidir. Hak onun demelidir, yoksa kurtlar yer sürüsünü. Ben kurtları da haklı bulacak kadar zayıfım.

Orhan Bey: Sen sultanlığı benim üstüme yıkmak için konuşuyorsun, önüne setler çekiyorsun.

Alaaddin Bey: Doğruyu söylüyorum ağabey. Yaratan'ından ötürü, yaratılanı hoş gören birine, 'Sultan ol.' diyorsun. Benim elimden sadece sana dua etmek gelir, bağışla beni.

Orhan Bey: Bana ortak ol hiç değilse, yanıldığım zaman yolumu ışıt. Bir atın iki kulağı gibi olalım. Ülkeyi birlikte dinleyelim. Bu benzetme bize atalarımızdan miras kalmıştır. Bilirsin, iki kardeşin yan yana sırt sırta verdiği zamanlar millet zengin olmuştur.

Alaaddin Bey: Öyledir, ama sana ayak bağı olurum. Tekkenin dışında düşünmedim, ben kitapların dışındaki dünyayı bilmem. Merak da etmedim. (mizacı gereği) Bu dünyayı öğrenmek için zaman gerek. Nasıl buyurursan ...

Orhan Bey: Buyurmak değil; Bursa'da kalırsan, güvencim olursun yine de. Babamızdan kalan atlarla, koyun sürülerini de al.

Alaaddin Bey: Miras bölüşmesi midir bu?

Orhan Bey: Say ki miras bölüşmesidir. Kabul etmek istemediğin sultanlık ben de kaldı.

Alaaddin Bey: Sultanlık ülke demektir. Ülke ise senin hakkındır. Ülkeyi yönetecek kişi, iş başarmak için lüzumlu nesnelere gerek duyar. Kitabın yazdığı budur. Bu gerekler de atlar ve koyun sürüleridir. Babamız bunları bu gerekler için bıraktı. Ne sen Osman oğlu Orhan olarak, ne de ben Osman oğlu Alaaddin olarak bunları sahiplenebiliriz. Ülkenin mallarıdır. Dolayısıyla da sultanın mallarıdır.

Orhan Bey: Yoksa sen evliya olmak niyetinde misin? Neyle yaşayacaksın? Ne yeyip ne içeceksin? Osman Bey oğlusun, sultan kardeşisin, dervişliğe mi soyunma niyetindesin?
Alaaddin Bey: Sofuluk tasladım, sofuluk taslar göründüm. Bencillik kuyusuna düştüm haklısın ağabey. Çok mu ayıpladın beni ağabeyim, çok mu kınadın.

Orhan Bey: Neden?

Alaaddin Bey: Bencilliğimi, sofuluk taslayışımı...

Orhan Bey: Kıskandım belki eyice bilemiyorum, imrendim belki de. Şunu aklına koy: Yarın ahirette yahut bizden sonra gelenler, sultanlığım yüzünden bana yükleyecekleri günah bulurlarsa, bu günahın yarısı senindir. ALLAH şahidim olsun ki, senindir. Çünkü bu yükü isteyerek yüklenmiyorum. Çünkü Osman Beyin gücü yetkin iki oğlu var. Biri yükten kaçıyor. Ben de kaçarsam, babamızın da atalarımızın da kemikleri sızlar. İnşaallah yükün üstesinden geliriz. Yüzümüz ak çıkar."

Dr. Selim AYDIN
 
Üst Alt