MURATS44
Özel Üye
Kurân’da “Nakûr’un Sesi” yahut “Sûr’a Üfleme”
"Nakûr" kelimesi, Kurân’da Müddessir suresinin 8. ayetinde geçmektedir:
“فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ ”
“Feizē nukira fi’n-Nakûri.”
“O boru, çalınınca.”
Lügat ve tefsir kaynaklarının bildirdiğine göre, “nakûr”, Sûr gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. N-K-R kök harflerinden türeyen bu kelime, "ses çıkaran aletlere dokunmak" (çalgı aletlerinin tellerine dokunmak) anlamına da gelir. Diyanet İslam Ansiklopedisinde “nakûr” için yine "Kıyametin kopması veya haşrin başlaması için görevli melek tarafından üflenecek boru." tanımlaması yapılmıştır.
Kurân’ın tamamında sadece bir kez geçen bu kelimenin anlamı, âyetin siyak ve sibakına bakılarak, diğer âyetlerde yer alan “sura üfürme” olarak yorumlanmıştır.
Örneğin, Kaf suresinin 20. ayetinde “Nefh-i sûr” (sura üfleme) kavramına yer verilirken, aynı surenin 41. ayetinde “nida”, 42. ayetinde ise, “sayha” kavramına yer verilmiştir.
Ragıb’ın belirttiğine göre, NKR kelimesi, "delme amaçlı vuruş", "çakma" anlamlarına da gelir. Kuşun gagasına da aynı kökten olan "minkar" adı verilmiştir. "Minkar", aynı zamanda delici alet manasına da gelir.
Osmanlı döneminde "sûr", "karn" ve "nakûr", bu üç kelime de Arabîydi ve üçü de bir mânaya gelmekteydi. Bu üç kelime, Farsçada "boru" ve "nefir" ve Türkçede ise "boynuz" demekti.
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyetin yorumunu yaparken “nakûr” için şunları yazmıştır:
Seyyid Kutub’un "Fizilal’il-Kurân" adlı tefsirinde ise “nakûr” şöyle yorumlanmıştır:
Ayetin orijinalinde geçen "Nakr finnakur" ifadesi, başka ayetlerde yer alan "Sur’a üfleme" deyiminin verdiği anlamın aynısını taşır. Fakat buradaki ifade daha güçlüdür, meydana gelen yüksek sesin frekans şiddetini daha çarpıcı biçimde somutlaştırır. Bizleri sürekli çınlayân bir ses kaynağı ile yüz yüze getirir. Çünkü "kulağı çınlatan ses" imajı, "kulağın işittiği ses" imajından daha etkilidir. Bundan dolayı "o gün", Kafirler için zorlu bir gündür. Bir sonraki ayette kolaylığın en zayıf gölgesi bile dışlanarak "zorluk" imajı pekiştirilmektedir.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, klasik İslam kaynaklarında “nakûr” kelimesi, Hz. İsrafil’in üfüreceği sur/boru manasında anlaşılmıştır.
Sûrun ve ona üflemenin anlam ve kapsamı konusunda âlimler, farklı görüşler ileri sürmüştür. Büyük çoğunluğu oluşturan gruba göre sûr, gerçek anlamda bir "boynuz", "boru" veya "borazan", üfürme ise ona üflenince korkunç, sarsıcı ve kulakları sağır edici bir ses çıkarılmasıdır. Bazılarına göre "sûret" kelimesinin çoğulu olup, üfürme de “can verme” demektir. Bu durumda “nefh-i sûr”, “ruhların bedenlere (sûretlere) iade edilmesi” anlamına gelir. Ancak bu yorum, hem dil âlimleri hem müfessirler tarafından pek kabul görmemiştir. Çünkü "sûret" kelimesinin çoğulu "sûr" değil; Kurân’da da geçtiği gibi “suver”dir. Ayrıca çeşitli hadis rivayetlerinde sûrun boynuz veya borazandan ibaret olduğu ifade edilmiştir. Fahreddin er-Râzî de ikinci görüşün dil açısından tutarsızlığına temas ettikten sonra ilgili âyetlerde yer alan nefh-i sûrdan maksadın ruhların cesetlere iadesi olsaydı; Allah’ın bunu doğrudan doğruya kendi zâtına nisbet edeceğine dikkat çeker. Nitekim Kurân’da Hz. Âdem’in yaratılışı anlatılırken “Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman ...” (el-Hicr 15/29) buyrulmuştur. Benzer ifade, Hz. Meryem’in Îsâ’ya hamile kalması hususunda da kullanılmıştır.
Boynuz veya borazandan ibaret bulunduğunu kabul edenlerin sûrun şekli konusunda fikir beyan etmemelerine karşılık Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette onun yerle gök arası genişliğinde çok büyük bir şey olduğu nakledilmiştir.[SUP][14][/SUP] Sûrun nurdan veya kristal saflığında beyaz inciden yapılmış, ruhlar adedince deliği bulunan bir tür boru olduğunu ileri sürenler de vardır.[SUP][15][/SUP] Abdüsselâm b. İbrâhim el-Lekānî, sûrun, içinde ruhları barındıran ve onların sayısınca delikleri bulunan bir boru olduğunu ileri sürmüştür.
bn-i Ömer’den edilen bir rivayete göre, Hz. Muhammed, "sûrun ne olduğunu" soran bir sahabeye "üfürülen bir boynuz" cevabını vermiştir. Bu görüşe göre ayetlerde "nuftiha" ve "yunefehu" tarzında zikredilen üfürülme; sözlükteki anlamında kullanılmış olmaktadır. Bu durumda görevli meleğin, sur tabir edilen boru veya borazana üfürmesi üzerine, çıkacak olan bir sesle Allah, doğrudan bir alaka olmasa da kıyameti koparacaktır.[SUP]
[/SUP]
Ebû Ya’la el-Mavsıli’nin "Müsned" adlı hadis kitabında Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadis-i şerif, Sur’u açıklar: Ebû Hüreyre der ki: Birgün Peygamber (s.a.s) bizimle oturuyor sohbet ediyordu. Etrafında sahabelerden büyük bir topluluk vardı. Bize şöyle dedi: "Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sur’u yarattı. Ve onu İsrâfil (a.s)’a verdi. İsrâfil ağzını Sur’a dayamış ve gözlerini de Arş’a dikmiştir. Sur’a üfürmesi için verilen emri beklemektedir." Ebû Hüreyre diyor ki; ben, "Ey Allah’ın Rasûlü Sur nedir?" diye sordum. O da, "Boynuza benzeyen bir alettir." diye cevap verdi. Ben yine, "O nasıl bir şeydir?" diye sordum. O da, "O, çok büyük bir şeydir. Beni hakkı tebliğ etmek üzere gönderen Yüce Allah’a yemin olsun ki, yerler ve gökler onun yanında küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir." diye cevap verdi.
Peygamberimiz, daha sonra kıyâmet ve sur konusunda özetle şu bilgileri verdi:
"Bütün canlılar öldükten sonra ölüm meleği Azrâil, Allah’ın huzuruna çıkar ve Ey Allah’ım, yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yarayan bütün varlıklar öldü, der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha iyi bildiği halde, ölüm meleğine "Geride canlı kalan kimse var mıdır?" diye sorar. Azrâil, Ey Allah’ım, ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı. Sen bâkisin ve dirisin. Bir de kalmasını dilediğin Arş’ı ayakta tutan melekler, Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım " cevabını verir. Daha sonra Allah’ın emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâil’e dönen Yüce Allah, Ey meleğim, sen de diğer yaratıklarım gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl" buyurur ve Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah "Bugün mülk kimindir?" diye seslenecek ama cevap verecek hiç bir canlı olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir. "Bugün mülk, tek ve her şeye gücü yeten Allah’ındır?"
"Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır." (Zümer Suresi, Ayet 68)
Ayette geçen "sa’ika" fiili tefsirlerde çoğunlukla "korkudan düşüp ölecek" şeklinde yorumlanmıştır. Sûrun etkisinden istisna edilenlerin, Cebrail, Mikâil ve Azrail isimli büyük melekler olduğu belirtilir; bazı rivayetlerde bunlara Rıdvan isimli melek ile Arş’ı taşıyanlar, cennet ve cehennemde bekçilik görevi yapanlar gibi başka melekler de ilave edilmiştir.
Korkunç bir şeyden insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik, yani şiddetli korku ile sarsılıp belinlemek demektir. Ancak Allah’ın dilediği kimseler müstesna olarak korkudan emindirler. Bunların kim olduğu hakkında değişik sözler söylenmiş ise de kesin bir bilgi yoktur. En uygunu, bundan sonraki 2. âyette "Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar." ifadesinin, bunun bir açıklaması şeklinde olmasıdır.
«Artık insanın her yanı çürüyüp ufalanacak, ancak kuyruk sokumundaki (küçücük bilyamsı) kemik çürümeyecektir. İnsanlar o kemikten oluşup meydana gelecek.»
Tefsircilerin çoğuna göre ise bazı hadislerde rivayet edildiği üzere Sûr, büyük boru gibi bir şeydir ki, üç defa üfürülecektir: Birincisi, "nefha-i feza",yani dayanamama, korku üfürmesi. İkincisi, "nefha-i saık" yani yok olma üfürmesi. Üçüncüsü ise "nefha-i kıyam", yani kalkma üfürmesidir. Ve buna memur olan melek İsrafil’dir. Bu âyette açıklandığı üzere birincisi olan nefha-i feza’da göklerde ve yerde kim varsa, yüce Allah’ın dilediklerinden başkası, hep dehşetten sarsılacak.
İslam inancına göre Allah, yerleri ve gökleri değiştirecek, yeni bir âlem yaratacak, her yer dümdüz olacak. Allah’ın seslenmesiyle bütün varlıklar tekrar eski haline gelecek; yerin altındakiler altta, üstündekiler üstte olmak üzere dirilme anını bekleyecekler. Allah’ın emriyle gökler kırk gün yağmur yağdıracak, her taraf sularla kaplanacak. Ardından Allah cesetlere yeniden dirilmelerini emredecek. Cesetler bitkilerin yeşermesi gibi yerden çıkacak. Bu arada Cebrâil ve Mikâil de yeniden diriltilecek. Ardından Allah bütün ruhları çağıracak. O gün mü’min ruhlar ışık hâlinde, kâfirlerinki ise karanlık halde gelir. Allah, bu ruhları Sur’a doldurup İsrafil’e emreder. İsrafil emri yerine getirir ve Sur’u üfler. Surdan çıkan ruhlar, yerle gök arasını doldurur; ardından Allah, her ruhun kendi cesedine girmesini emreder. Ruhların cesetlere girmesinden sonra yer yarılır ve herkes kabrinden çıkıp ilâhî huzura doğru yürümeye başlar.
"Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak o çağırana kabirlerinden koşarak çıkarlar." (el-Kamer, 54/8).
Günümüzde "nakur"un "sur" ya da "sur’a üfleme" anlamını taşımadığı gibi, "karadelik" olduğu gibi oldukça spekülatif varsayımlar ortaya atılmıştır. Cafer İskenderoğlu’na göre "nukır", "ok ucu" ya da "kuş gagası" gibi spiral bir yapıyı tanımlamakta kullanılır. "Nakur" da, "sûr" gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. İşte "nakur", Samanyolu galaksisinin, yani dünyamızın içinde bulunduğu galaksinin merkezindeki karadelik’tir. Karadeliklerin yapısı, yeryüzünde oluşan dev hortumlara ya da su üzerindeki dibe doğru emilen anaforlara benzer. Cafer İskenderoğlu’na göre Müddessir suresinin BU ZAMAN’a hitap eden anlamı, “nakurdan/karadelik’ten ses geldiği zaman”; yani "nakur", dünya üzerinde etkisini gösterdiği zaman anlamındadır.
Aynı görüşe göre Nakur, bir tarafından üflenen diğer tarafından üflenen havanın etkisiyle emilme etkisi gösteren sistemdir. Bu sebeple galaksimizin merkezindeki karadeliğin yani "nakur"un etkisi de budur.
üneş sitemimizin, Nakur’un en yakın noktasında geçişi esnasında dünyamız etkilenecek demiştik. Hatta dünyamızın etrafındaki uyduların Nakur tarafından etkileneceğini, Dünya üzerindeki elektronik sistemlerin çökeceğini, elektronik silahların çalışmayacağını söylemiştik. İşte NASA’nın yeni keşfettiği Güneş üzerindeki büyük patlamalarda Nakur’un Güneş üzerindeki çekim gücünün etkisi ile olacaktır. Bu konuda yazdığımız makaleden bir bölümle hatırlayalım;
“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış kainata yemin ederim” (Zariyat suresi, 7)
Yukarıdaki ayette Allah-u Teala’nın bildirdiği üzere üzerinde yaşadığımız Dünya, önce kendi etrafında, Güneşin etrafında, Güneş’le birliktede galaksimiz olan Samanyolu’nun içerisinde elips bir yörüngede Allah’tan aldığı emir üzere yol alırlar. Güneş sistemimiz/galaksimiz, Samanyolu içerisinde elips bir yörüngede tur atarken; galaksimizin merkezine yakın karadeliğe yakın noktadan geçerek, Samanyolu’nun dış kısımlarına yakın noktalardan geri dönerek elips yörüngesini tamamlar. İşte bu yörünge, bugün maya takvimi olarak bilinen 5126 yılda tamamlanır.
İşte mana âleminde galaksimiz içerisinde Güneş sistemimizin bir turuna "1 Nakur yılı" denir. Nâkur, galaksimizin merkezindeki Karadeliğin Kurân-ı Kerîm’deki adıdır; “fe izâ nukıra fin nâkûr” Müddesir suresi-8. Her ne kadar mealciler bu ayette geçen nâkûr kelimesine sura üfürülme anlamı vermişlerse de; "sur" kelimesi, Arapçada da aynen "sûr" olarak geçer! Buradaki "nâkûr" kelimesi ise, şiddetli bir güç tarafından emilmeyi kasteder.İçinde bulunduğumuz Ahir zamanda da ahlâkın çöktüğünü, insanlığın azaldığını, bencilliğin arttığını, dinin ucuza satıldığını, cemaatlerin çokluğu karşısında ilmin azaldığını, manevi değerlerin yitirildiğini açıkça izlemekteyiz. Dolayısıyla Dünyamız üzerinde Peygamber Efendimizin (sav) hadisi şeriflerinde bildirdiği son zor günler yaşanmaya başlanmıştır. Bunlardan birkaçı da çeşitli depremler, küresel olaylar, gökten gelecek sesler ve dünyamızı etkileyecek göksel olaylardır.
İŞTE BU GÖKSEL OLAYLARIN EN BÜYÜĞÜ, 2011–2012–2013 YILLARININ İÇERSİNDE GÜNEŞ SİSTEMİMİZİN GALAKSİMİZİN MERKEZİNDEKİ KARADELİĞE YANİ KUR’AN-I KERİMDE BİLDİRİLEN NÂKUR’ A YAKIN GEÇMESİNDEN DOĞACAK ÇEKİM GÜCÜNÜN ETKİSİYLE OLUŞACAK ÇEŞİTLİ DEPREM, TABİAT OLAYLARI VE NÂKUR UN DUYULACAK MUHTEŞEM SESİDİR.
"Nakûr" kelimesi, Kurân’da Müddessir suresinin 8. ayetinde geçmektedir:
“فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ ”
“Feizē nukira fi’n-Nakûri.”
“O boru, çalınınca.”
Lügat ve tefsir kaynaklarının bildirdiğine göre, “nakûr”, Sûr gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. N-K-R kök harflerinden türeyen bu kelime, "ses çıkaran aletlere dokunmak" (çalgı aletlerinin tellerine dokunmak) anlamına da gelir. Diyanet İslam Ansiklopedisinde “nakûr” için yine "Kıyametin kopması veya haşrin başlaması için görevli melek tarafından üflenecek boru." tanımlaması yapılmıştır.
Kurân’ın tamamında sadece bir kez geçen bu kelimenin anlamı, âyetin siyak ve sibakına bakılarak, diğer âyetlerde yer alan “sura üfürme” olarak yorumlanmıştır.
Örneğin, Kaf suresinin 20. ayetinde “Nefh-i sûr” (sura üfleme) kavramına yer verilirken, aynı surenin 41. ayetinde “nida”, 42. ayetinde ise, “sayha” kavramına yer verilmiştir.
Ragıb’ın belirttiğine göre, NKR kelimesi, "delme amaçlı vuruş", "çakma" anlamlarına da gelir. Kuşun gagasına da aynı kökten olan "minkar" adı verilmiştir. "Minkar", aynı zamanda delici alet manasına da gelir.
Osmanlı döneminde "sûr", "karn" ve "nakûr", bu üç kelime de Arabîydi ve üçü de bir mânaya gelmekteydi. Bu üç kelime, Farsçada "boru" ve "nefir" ve Türkçede ise "boynuz" demekti.
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyetin yorumunu yaparken “nakûr” için şunları yazmıştır:
NOT
“Nakûr” , sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir, nakr vurmak ve didiklemek ma’nâlarına geldiği gibi boru çalmak ma’nasına da gelir. Zira boru çalındığı zaman içinden heva tazyık ile didiklenmiş olacağı gibi dışından da o ses çarptığı kulakları didikliyeceği cihetle boruya "minkar" anlamıyla ilgili olarak "nâkur" denilmiştir. "Boru çalınmak" örfte ve adette kervanın veya askerin seferi için hareket kumandası demek olduğu gibi "borusu ötmek" de emir ve kumandasının dinlenmesinden kinâye olduğu nedeniyle, boru çalmak, Ahiret yolculuğu için فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ (Çünkü o sura üfürülüş, zorlu bir kumandadır - Saffat 19) emri ilâhîsinin zuhurudur
Seyyid Kutub’un "Fizilal’il-Kurân" adlı tefsirinde ise “nakûr” şöyle yorumlanmıştır:
Ayetin orijinalinde geçen "Nakr finnakur" ifadesi, başka ayetlerde yer alan "Sur’a üfleme" deyiminin verdiği anlamın aynısını taşır. Fakat buradaki ifade daha güçlüdür, meydana gelen yüksek sesin frekans şiddetini daha çarpıcı biçimde somutlaştırır. Bizleri sürekli çınlayân bir ses kaynağı ile yüz yüze getirir. Çünkü "kulağı çınlatan ses" imajı, "kulağın işittiği ses" imajından daha etkilidir. Bundan dolayı "o gün", Kafirler için zorlu bir gündür. Bir sonraki ayette kolaylığın en zayıf gölgesi bile dışlanarak "zorluk" imajı pekiştirilmektedir.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, klasik İslam kaynaklarında “nakûr” kelimesi, Hz. İsrafil’in üfüreceği sur/boru manasında anlaşılmıştır.
Sûrun ve ona üflemenin anlam ve kapsamı konusunda âlimler, farklı görüşler ileri sürmüştür. Büyük çoğunluğu oluşturan gruba göre sûr, gerçek anlamda bir "boynuz", "boru" veya "borazan", üfürme ise ona üflenince korkunç, sarsıcı ve kulakları sağır edici bir ses çıkarılmasıdır. Bazılarına göre "sûret" kelimesinin çoğulu olup, üfürme de “can verme” demektir. Bu durumda “nefh-i sûr”, “ruhların bedenlere (sûretlere) iade edilmesi” anlamına gelir. Ancak bu yorum, hem dil âlimleri hem müfessirler tarafından pek kabul görmemiştir. Çünkü "sûret" kelimesinin çoğulu "sûr" değil; Kurân’da da geçtiği gibi “suver”dir. Ayrıca çeşitli hadis rivayetlerinde sûrun boynuz veya borazandan ibaret olduğu ifade edilmiştir. Fahreddin er-Râzî de ikinci görüşün dil açısından tutarsızlığına temas ettikten sonra ilgili âyetlerde yer alan nefh-i sûrdan maksadın ruhların cesetlere iadesi olsaydı; Allah’ın bunu doğrudan doğruya kendi zâtına nisbet edeceğine dikkat çeker. Nitekim Kurân’da Hz. Âdem’in yaratılışı anlatılırken “Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman ...” (el-Hicr 15/29) buyrulmuştur. Benzer ifade, Hz. Meryem’in Îsâ’ya hamile kalması hususunda da kullanılmıştır.
Boynuz veya borazandan ibaret bulunduğunu kabul edenlerin sûrun şekli konusunda fikir beyan etmemelerine karşılık Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette onun yerle gök arası genişliğinde çok büyük bir şey olduğu nakledilmiştir.[SUP][14][/SUP] Sûrun nurdan veya kristal saflığında beyaz inciden yapılmış, ruhlar adedince deliği bulunan bir tür boru olduğunu ileri sürenler de vardır.[SUP][15][/SUP] Abdüsselâm b. İbrâhim el-Lekānî, sûrun, içinde ruhları barındıran ve onların sayısınca delikleri bulunan bir boru olduğunu ileri sürmüştür.
bn-i Ömer’den edilen bir rivayete göre, Hz. Muhammed, "sûrun ne olduğunu" soran bir sahabeye "üfürülen bir boynuz" cevabını vermiştir. Bu görüşe göre ayetlerde "nuftiha" ve "yunefehu" tarzında zikredilen üfürülme; sözlükteki anlamında kullanılmış olmaktadır. Bu durumda görevli meleğin, sur tabir edilen boru veya borazana üfürmesi üzerine, çıkacak olan bir sesle Allah, doğrudan bir alaka olmasa da kıyameti koparacaktır.[SUP]
[/SUP]
Ebû Ya’la el-Mavsıli’nin "Müsned" adlı hadis kitabında Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadis-i şerif, Sur’u açıklar: Ebû Hüreyre der ki: Birgün Peygamber (s.a.s) bizimle oturuyor sohbet ediyordu. Etrafında sahabelerden büyük bir topluluk vardı. Bize şöyle dedi: "Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sur’u yarattı. Ve onu İsrâfil (a.s)’a verdi. İsrâfil ağzını Sur’a dayamış ve gözlerini de Arş’a dikmiştir. Sur’a üfürmesi için verilen emri beklemektedir." Ebû Hüreyre diyor ki; ben, "Ey Allah’ın Rasûlü Sur nedir?" diye sordum. O da, "Boynuza benzeyen bir alettir." diye cevap verdi. Ben yine, "O nasıl bir şeydir?" diye sordum. O da, "O, çok büyük bir şeydir. Beni hakkı tebliğ etmek üzere gönderen Yüce Allah’a yemin olsun ki, yerler ve gökler onun yanında küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir." diye cevap verdi.
Peygamberimiz, daha sonra kıyâmet ve sur konusunda özetle şu bilgileri verdi:
"Bütün canlılar öldükten sonra ölüm meleği Azrâil, Allah’ın huzuruna çıkar ve Ey Allah’ım, yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yarayan bütün varlıklar öldü, der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha iyi bildiği halde, ölüm meleğine "Geride canlı kalan kimse var mıdır?" diye sorar. Azrâil, Ey Allah’ım, ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı. Sen bâkisin ve dirisin. Bir de kalmasını dilediğin Arş’ı ayakta tutan melekler, Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım " cevabını verir. Daha sonra Allah’ın emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâil’e dönen Yüce Allah, Ey meleğim, sen de diğer yaratıklarım gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl" buyurur ve Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah "Bugün mülk kimindir?" diye seslenecek ama cevap verecek hiç bir canlı olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir. "Bugün mülk, tek ve her şeye gücü yeten Allah’ındır?"
"Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır." (Zümer Suresi, Ayet 68)
Ayette geçen "sa’ika" fiili tefsirlerde çoğunlukla "korkudan düşüp ölecek" şeklinde yorumlanmıştır. Sûrun etkisinden istisna edilenlerin, Cebrail, Mikâil ve Azrail isimli büyük melekler olduğu belirtilir; bazı rivayetlerde bunlara Rıdvan isimli melek ile Arş’ı taşıyanlar, cennet ve cehennemde bekçilik görevi yapanlar gibi başka melekler de ilave edilmiştir.
Korkunç bir şeyden insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik, yani şiddetli korku ile sarsılıp belinlemek demektir. Ancak Allah’ın dilediği kimseler müstesna olarak korkudan emindirler. Bunların kim olduğu hakkında değişik sözler söylenmiş ise de kesin bir bilgi yoktur. En uygunu, bundan sonraki 2. âyette "Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar." ifadesinin, bunun bir açıklaması şeklinde olmasıdır.
«Artık insanın her yanı çürüyüp ufalanacak, ancak kuyruk sokumundaki (küçücük bilyamsı) kemik çürümeyecektir. İnsanlar o kemikten oluşup meydana gelecek.»
Tefsircilerin çoğuna göre ise bazı hadislerde rivayet edildiği üzere Sûr, büyük boru gibi bir şeydir ki, üç defa üfürülecektir: Birincisi, "nefha-i feza",yani dayanamama, korku üfürmesi. İkincisi, "nefha-i saık" yani yok olma üfürmesi. Üçüncüsü ise "nefha-i kıyam", yani kalkma üfürmesidir. Ve buna memur olan melek İsrafil’dir. Bu âyette açıklandığı üzere birincisi olan nefha-i feza’da göklerde ve yerde kim varsa, yüce Allah’ın dilediklerinden başkası, hep dehşetten sarsılacak.
İslam inancına göre Allah, yerleri ve gökleri değiştirecek, yeni bir âlem yaratacak, her yer dümdüz olacak. Allah’ın seslenmesiyle bütün varlıklar tekrar eski haline gelecek; yerin altındakiler altta, üstündekiler üstte olmak üzere dirilme anını bekleyecekler. Allah’ın emriyle gökler kırk gün yağmur yağdıracak, her taraf sularla kaplanacak. Ardından Allah cesetlere yeniden dirilmelerini emredecek. Cesetler bitkilerin yeşermesi gibi yerden çıkacak. Bu arada Cebrâil ve Mikâil de yeniden diriltilecek. Ardından Allah bütün ruhları çağıracak. O gün mü’min ruhlar ışık hâlinde, kâfirlerinki ise karanlık halde gelir. Allah, bu ruhları Sur’a doldurup İsrafil’e emreder. İsrafil emri yerine getirir ve Sur’u üfler. Surdan çıkan ruhlar, yerle gök arasını doldurur; ardından Allah, her ruhun kendi cesedine girmesini emreder. Ruhların cesetlere girmesinden sonra yer yarılır ve herkes kabrinden çıkıp ilâhî huzura doğru yürümeye başlar.
"Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak o çağırana kabirlerinden koşarak çıkarlar." (el-Kamer, 54/8).
Günümüzde "nakur"un "sur" ya da "sur’a üfleme" anlamını taşımadığı gibi, "karadelik" olduğu gibi oldukça spekülatif varsayımlar ortaya atılmıştır. Cafer İskenderoğlu’na göre "nukır", "ok ucu" ya da "kuş gagası" gibi spiral bir yapıyı tanımlamakta kullanılır. "Nakur" da, "sûr" gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. İşte "nakur", Samanyolu galaksisinin, yani dünyamızın içinde bulunduğu galaksinin merkezindeki karadelik’tir. Karadeliklerin yapısı, yeryüzünde oluşan dev hortumlara ya da su üzerindeki dibe doğru emilen anaforlara benzer. Cafer İskenderoğlu’na göre Müddessir suresinin BU ZAMAN’a hitap eden anlamı, “nakurdan/karadelik’ten ses geldiği zaman”; yani "nakur", dünya üzerinde etkisini gösterdiği zaman anlamındadır.
Aynı görüşe göre Nakur, bir tarafından üflenen diğer tarafından üflenen havanın etkisiyle emilme etkisi gösteren sistemdir. Bu sebeple galaksimizin merkezindeki karadeliğin yani "nakur"un etkisi de budur.
üneş sitemimizin, Nakur’un en yakın noktasında geçişi esnasında dünyamız etkilenecek demiştik. Hatta dünyamızın etrafındaki uyduların Nakur tarafından etkileneceğini, Dünya üzerindeki elektronik sistemlerin çökeceğini, elektronik silahların çalışmayacağını söylemiştik. İşte NASA’nın yeni keşfettiği Güneş üzerindeki büyük patlamalarda Nakur’un Güneş üzerindeki çekim gücünün etkisi ile olacaktır. Bu konuda yazdığımız makaleden bir bölümle hatırlayalım;
“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış kainata yemin ederim” (Zariyat suresi, 7)
Yukarıdaki ayette Allah-u Teala’nın bildirdiği üzere üzerinde yaşadığımız Dünya, önce kendi etrafında, Güneşin etrafında, Güneş’le birliktede galaksimiz olan Samanyolu’nun içerisinde elips bir yörüngede Allah’tan aldığı emir üzere yol alırlar. Güneş sistemimiz/galaksimiz, Samanyolu içerisinde elips bir yörüngede tur atarken; galaksimizin merkezine yakın karadeliğe yakın noktadan geçerek, Samanyolu’nun dış kısımlarına yakın noktalardan geri dönerek elips yörüngesini tamamlar. İşte bu yörünge, bugün maya takvimi olarak bilinen 5126 yılda tamamlanır.
İşte mana âleminde galaksimiz içerisinde Güneş sistemimizin bir turuna "1 Nakur yılı" denir. Nâkur, galaksimizin merkezindeki Karadeliğin Kurân-ı Kerîm’deki adıdır; “fe izâ nukıra fin nâkûr” Müddesir suresi-8. Her ne kadar mealciler bu ayette geçen nâkûr kelimesine sura üfürülme anlamı vermişlerse de; "sur" kelimesi, Arapçada da aynen "sûr" olarak geçer! Buradaki "nâkûr" kelimesi ise, şiddetli bir güç tarafından emilmeyi kasteder.İçinde bulunduğumuz Ahir zamanda da ahlâkın çöktüğünü, insanlığın azaldığını, bencilliğin arttığını, dinin ucuza satıldığını, cemaatlerin çokluğu karşısında ilmin azaldığını, manevi değerlerin yitirildiğini açıkça izlemekteyiz. Dolayısıyla Dünyamız üzerinde Peygamber Efendimizin (sav) hadisi şeriflerinde bildirdiği son zor günler yaşanmaya başlanmıştır. Bunlardan birkaçı da çeşitli depremler, küresel olaylar, gökten gelecek sesler ve dünyamızı etkileyecek göksel olaylardır.
İŞTE BU GÖKSEL OLAYLARIN EN BÜYÜĞÜ, 2011–2012–2013 YILLARININ İÇERSİNDE GÜNEŞ SİSTEMİMİZİN GALAKSİMİZİN MERKEZİNDEKİ KARADELİĞE YANİ KUR’AN-I KERİMDE BİLDİRİLEN NÂKUR’ A YAKIN GEÇMESİNDEN DOĞACAK ÇEKİM GÜCÜNÜN ETKİSİYLE OLUŞACAK ÇEŞİTLİ DEPREM, TABİAT OLAYLARI VE NÂKUR UN DUYULACAK MUHTEŞEM SESİDİR.