Mehmet akif ersoy hayatı ve safahat

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
Mehmed Akif Ersoy (1873-1936)​
Türk, sair. Istiklal Marsı'mızın yazarı. Istanbul'da dogdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte
öldü. Bir medrese hocası olan babası dogumuna ebced hesabıyla tarih düserek ona "
Ragıyf" adını vermis, ancak bu yapma kelime anlasılmadıgı için çevresi onu "Âkif" diye
çagırmıstır. Babası Arnavutluk'un Susise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır.
Mehmed Âkif ilkögrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde basladı. Maarif
Nezareti'ne baglı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüstiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve
Islami bilgiler alanında babası tarafından yetistirildi. Rüstiye'de "hürriyetçi"
ögretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde Iran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan
Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle dikkati
çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken siirle ugrastı. Edebiyat hocası
Ismail Safa'nın izinden giderek yazdıgı mesnevileri sair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle
karsıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen
bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdigi Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te
birincilikle bitirdi.
Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlıgı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında
veteriner olarak dolastıgı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın iliskiler kurma
olanagı buldu. Ilk siirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve
1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı
Umûmiye müderrisligine tayin edildi. Ilk siirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca
hiçbir sey yayımlamadı. 1908'de II. Mesrutiyet'in ilanıyla birlikte Esref Edip'in çıkardıgı
Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürresad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, siirler ve
çagdas Mısırlı Islam yazarlarından çeviriler yayımlamaya basladı.
1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüste Medine'ye ugradı. Bu gezilerde Islam
ülkelerinin maddi donatım ve düsünce düzeyi bakımından Batı karsısındaki zayıflıkları
konusundaki görüsleri pekisti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken
memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve
Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. Ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne
girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine degil, sadece olumlu buldugu emirlerine uyacagına
dair and içti.
I. Dünya Savası sırasında Ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teskilât-ı
Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düsmüs
Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savası'nın akısını Berlin'e
ulasan haberlerden izledi. Batı uygarlıgının gelisme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine
Teskilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savasın son yılında
profesör Ismail Hakkı Izmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüsünde yeni kurulan Dâr-ül -
Hikmetül Islâmiye adlı kurulusun baskâtipligine getirildi. Savas sonrasında Anadolu'da
baslayan ulusal direnis hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konusma
yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı.
Istanbul Hükümeti Anadolu'daki direnisçileri yasa dısı ilan edince Sebillürresad dergisi
Kastamonu'da yayımlanmaya basladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtulus
hareketine katkısını hızlandıran çalısmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdigi
hutbelerden biri Diyarbakır'da çogaltılarak bütün ülkeye dagıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla​
]]
206​
TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir Istiklâl Marsı güftesi için açtıgı yarısmaya katılan 724 siirin
hiçbiri beklenilen basarıya ulasamayınca maarif vekilinin istegi üzerine 17 Subat 1921'de
yazdıgı Istiklal Marsı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden
sonra kısları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması
üzerine Mısır'da sürekli olarak yasamaya karar verdi. 1926'dan baslayarak Camiü'l-
Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisligi yaptı. Bu gönüllü sürgün yasamı sırasında
siroz hastalıgına yakalandı ve hava degisimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya​
birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek istegi ile Türkiye'ye döndü ve Istanbul'da öldü.
 
Son düzenleme:

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
Akif babasını,
“Beyaz sarıklı, temiz, yasça ellibes ancak
Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak.”
diye tasvir eder.​
]]
Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Akif ve kızkardesi Nuriye) kendi eliyle yıkar,
kızının saçlarını tarar, pisirdigi salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi... Çocuklarını bir
kere bile dövmemisti. (Kuntay, s.157)
Akif, Annesini ise söyle anlatır:
“Annem çok âbid (ibadetine düskün) bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dinî
selabetleri vardı. Ibadetin verdigi zevkleri heyecanla tadmıslardı.”
Ünlü düsünür ve sair Sezai Karakoç, Akif’in ailesi ve kökeni ile ilgili su nefis yorumu ile yapar:
“Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, dogus yeri Fatih:
Yani tam bir Dogu Islâmlıgının, Batı Islâmlıgının ve Merkez Islamlıgının bir sentezi bir çocuk”
Anne çizgisi, duyarlıgı, sagduyuyu, kendini bir ülküye adayısı, sairligi getirecek; baba çizgisi,
ataklıgı, savaskanlıgı, yılmaz ve her vurusmada daha da çeliklesen bir savas adamını,
gözüpekligi, korkmazlıgı, ürkmezligi, umutsuzluga sürekli olarak düsülmemeyi getirecektir.
Dogus yeri ise, ümüslü ve verimli bir topraktır ki, tabiatta nice saçılıp da kaybolan iyi tohumların
bir gramını bile ihmal etmez, degerlendirir, yemislendirir.”
Akif’in dogdugu Fatih semtini Sezai Karakoç söyle tasvir ediyor”
“Fatih semti, Istanbul’un içinde ikinci bir Istanbul’dur. Yüzdeyüz Fatih sehridir. Fatih camii,
Islâm-Türk kültürünün bu ölmez abidesinin çevresinde halka halka fatih medreseleri ve semti,
en saf müslüman Türk heyacanının ördügü bir toplumdur.”
Akif, Istanbul’un bu en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden birin de dogdu ve yasadı.
Hayatı burada tanıdı ve kesfetti, toplumsal dokuyu burada ve onun bir parçası olarak tanıdı. Bir
inanç ikliminin güzelligi ile birlikte toplumun yazılı olmayan mutabakatlarını, modern hayatın
yerli ve geleneksel olana nasıl nüfuz ettigini, hangi çeliskilere, trajedilere yol açtıgını, neleri
çürüttügünü, nelerin eskidigini ve nelerin yenilenmesi gerektigini bu mahalle hayatında
gözlemledi. Yenilenmekle, yerli kalmak, kendi olmak arasındaki tercihlerinin ilk çizgilerini
burada idrak etti.
Ve Akif burada bir sey daha ögrendi. Her türlü kirlenmeye açık bir yoksullugun, sade ve onurlu
bir hayata nasıl dönüstürülebilecegini. Erdemli yoksulluk helal kazanç ve emek demektir,
fedekarlık demektir, dayanısma demektir, karsılıksız sevmek demektir, hırs ve rekabeti ayaklar
altına almak demektir. Erdemli yoksulluugun tek sigortası vardır. Çalısmak, ölene kadar
çalısmak, onurunu kaybetmeden çalısmak.
Akif kendi mahallesinin yoksullugunu, kendi haline terkedilmisligini söyle anlatır.
Bizim mahalleye poyraz kısın da ugrayamaz
Erir erir akarız semtimize geldi mi yaz!
Bahârı görmeyiz ala lâtif olur, derler...
Çiçeklenirmis agaçlar, yesillenirmis yer.
Demek su arsada ot bitse nevbahâr olacak?
Ne var gidip Yakacık’larda demgüzâr olacak
Fusulü dörde çıkarmaz bizim sokaklarımız;
Kurak, çamur.. Iki mevsim tanır ayaklarımız!
Akif bu mahallede bu inaç ve gelenek ikliminin ortasında mahalle hayatını bütün renk ve
çizgileriyle yasadı.
Babası O’nu sekiz yasından itibaren Fatih camiine götürdü. Bunu bir siirinde söyle anlatır.​
]]
Sekiz yasında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,
Sizinle camîe gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa iste ev, oturun!”
Deyip alırdı beraber benimle kardesimi
Namaza durdu mu, naliyle koyverir pesimi
Dalar giderdi, ben atık kalınca âzade
Ne âsıkane kosardım hasırlar üstünde.”
Cami, masal, oyun ve yaramazlık. Cami içinde baba ve çocuklar. Camii içinde inanç ve cosku.
Camii içinde ciddiyet ve oyun. Cami içinde inanç ve çocuksulugun sınırsızlıgı. Cami içinde
yetiskin ve çocuk samimiligi.
Ve cami ile içiçe bir ev. Camii ile içiçe bir mahalle hayatı. Camii ile içiçe düsünce, duyarlık ve
yasama iklimi.
Iste yetiskin Akif’in portresinin temel çizgilerini belirginlestiren çocuk Akif’in dünyası ya da
Âkif’in içinde kendini buldugu dünya...
Ve Akif’in mizacı.. ele avuca sıgmayan bir çocuk. Çalıskan ama hasarı. Okuldan döner dönmez
sokaga fırlayan, agaçlara tırmanan, kabına sımayan bir mizaç. Masal dinlemeden uyumayan bir
ruh. Uyuması için kendisine masal anlatırken anlatırken uyuyakalan Saime Hanım’ın eline
mangalda kızdırdıgı cevizi bırakarak yakan bir yarım kalmıslıgı kabullenememezlik.
Akif böyle bir ortam içinde o günün gelenegine uyularak 4.5 yaslarında iken Emir Buhari
Mahalle Mektebine basladı. Yaklasık iki sene sonra Fatih Iptidaisi’ne (ilkokul) girdi. Üç yıllık bu
okulu bitirdikten sonra girdigi Fatih Merkez Rüstiyesi’ni (ortaokulunu) 1895 yılında bitirdi.
Bu mezunuyet aile içinde görüs ayrılıgına yol açtı. Emine Serife Hanım, Hocazade’sinin
(Annesi Âkif’e Hocazadem diye hitabederdi) sarıklı olmasını, medresede tahsiline devam
etmesini istiyordu. Babası Tahir Efendi ise medresede okuyacagı seyleri, ogluna kendisinin de
ögretebilecegini ileri sürüyor, yeni açılan ve revaçta olan mekteplerden birine gitmesini
istiyordu. Akif’in anne ve babası arasındaki bu görüs ayrılıgı Dönemin toplumsal tercihlerindeki
farklılasmayı da ortaya koyuyordu. Bir tarafta gelenegin bütün çizgileriyle yasadıgı Fatih’te,
evladını bir inanç ve ilim adamının saygınlıgı içinde görmek isteyen anne diger yanda degisen
dünyanın gereklerini farkeden kendisi de bir inanç ve ilim adamı olan baba. Ne inanç ihmal
edilebilirdi ne yeni gelen ve kendi sartlarını dayatan dünya. Bu açıdan bakıldıgında Akif
annesiyle babasının özlemini kendi sahsında bütünlemis ve uygun bir senteze kavusturmus
gibidir.
Sonunda Tahir Efendi’nin dedigi olur. Ancak Tahir Efendi mektep ve meslek tercihini ogluna
bırakır. Akif dönemin en gözde okullarından biri olan Mülkiye’yi tercih ettigi için ve babasıyla
birlikte kaydını yaptırır. Kayıt tamamlandıktan sonra kâtip kayıt harcı ister, Tahir efendi, Âkif’i
bir köseye çeker, kesesini çıkarır ama istenen miktarda para yoktur. Tahir efendi rehin
bırakmak üzere gümüs saatini çıkarınca kâtip almaz ve kayıt harcını ertesi gün getirebileceklerini
söyler.
Ilk gençlik yılları da çocuklugu gibi. Taskın, ele avuca sıgmaz, güçlü, sıhhatli ve enerjik.
Pehlivanlarla güresen, bogazda karsıdan karsıyla yüzen, tas yarıstıran bir ilk gençlik. Ama hep
çalıskan, hep erdemli.
Mülkiye’nin I’dâdî bölümünde üç sene okuduktan sonra sehadet-nâme (diploma) aldı ve yüksek
kısmına kaydoldu. Bir sene süre sonra (H.1305/1887-88) babası vefat etti. Aynı yıl evleri
]]

yanınca Mülkiye’ye nehari (gündüzlü ögrenci) olarak devam etmesi imkansız hale geldi.
Mezunlarına hemen is verilecegi için o yıl açılan ve ilk sivil veteriner yüksek okulu olan
Mülkiye’nin Baytar Mektebi’ne (Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi) leyl-i (yatılı) ögrenci olarak
geçti.
Âkif bu okulda kendisini derinden etkileyecek bir ögretmenle karsılastı. Inançlı bir Türk Hekimi
olan, Türkiye’ye mikrop bilimini getiren Rifat Hüsamettin Hoca. Pasteur’un ögrencisi olan bu
ögretmeninden Pasteur sevgisini aldı. Mithat Cemal, Akif’in Pasteur’ün fotografına bakıp
hayranlıkla “Bu ne ilâhi yüzdür” dedigini, fotografı öptügünü ve ardından “Mu’tekid de!
(Inançlı) ekledigini kaydeder.
Çogu kendisi gibi babasız ve yoksul ögrencilerden olusan bu okul Âkif’e saglam ve bir ömür
boyu sürecek dostluklar kazandırdı.
Yine bu okul, Akif’in saglam bir dini bilgi ve sarsılmaz bir imanla, müspet bilimin harika bir
uyumunu saglayan zihini yapısını olusturdu.
Akif bu dönemde de Kıyıcı Osman Pehlivandan güres ögreniyor, Çatalca köylerinde yaglı güres
tutuyor, tas yarıstırıyor, yüzüyor ve çok sevdigi mektebin “Doru” isimli atına biniyor, uzun
yürüyüslere çıkıyor
Siire ilgisi de bu yıllarda baslıyor ve okulun son iki senesinde basladı. Bunlar dönemin yaygın
kanaatlerinin izlerini yansıtır ve divan siirlerine nazireler seklindedir.
22 Aralık 1893’te okuldan birincilikle mezun olur ve 26 Aralık’ta “Orman ve NMa’adin ve
Ziraat Nezare’Baytar Müfettis Muavini” olarak tayin edilir.
Görev yeri Istanbul olmasına ragmen Akif, 4 yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çesitli
bölgelerinde görev yapmıstır.
Bu seyahatler Akif’in gözlem gücünü, toplumu daha yakından tanımasını saglamıs olmalıdır.
Akif bu dönemdeki gözlemlerini siirlerinde son derece gerçekçi bir sekilde kullanır. Yine bu ve
bundan sonraki seyahatler Akif’in hem düsünce tarzını hem de siir anlayısını temellendirir.
Mezuniyetinden 6 gün sonra 28 Aralık 1893’te Ilk eseri olan 7 beyitlik gazeli “Servet-i
Fünun’da yayınlanır.
Buarada çocuk yaslarda basladıgı Kur’an’ı Hıfzetme (Ezberleme) çabalarını yogunlastırır ve
Hafız olur.
1 Eylül 1898’de 25 yasında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı Ismet
Hanım ile evlendi.
Akif’in bu yıllarda da Maarif mecmuasında, Resimli Gazete’de siir yazıları ile Arapça, Farsça
ve Fransızca’dan yaptıgı çevrilerini yayınlamaya devam eder.
17 Ekim 1906’da mevcut görevine ilâveten “Halkalı Ziraat Mektebi Mektebi’ne “Kitabet-i
Resmiye Muallimi ve 25 Agustos 1907’de Çiftlik Makinist Mektebi’ne Türkçe Muallimi olarak
atanır.
23 Temmuz 1908’de Ikinci Mesrutiyet ilan edilir. Akif, bu sırada Istanbul’da Umur-i Baytariye
Dairesi Müdür Muavin’dir.
Akif’in hemen hiçbir dönemde siyasetle dogrudan iliskisi olmamakla beraber toplumsal
sorunlarla ciddi ve yogun bir ilgisi olmustur. Dönemin bütün aydınları gibi çöküs sartlarının yol
açtıgı acıları derin bir sekilde yüreginde hissediyor ve bir çıkıs yolu arıyordu.
Mesrutiyetin ilanından 10 gün sonra daha önceleri gizli bir cemiyet olarak faaliyet gösteren ve
daha sonra partilesecek olan Ittihat ve Terakki Cemiyetine üye olur. Ancak Akif, cemiyete
üyelige girisin gereklerinden biri olan “Cemiyetin bütün emirlerine, bilâ kayd ü sart (kayıtsız​
]]
sartsız) ittaat edecegim” seklindeki yemindeki “kayıtsız sartsız itaat “itiraz eder ve sadece iyi ve
dogru olanlarına seklinde düzeltilmesi sartıyla yemin edebilecegini söyler. Ve cemiyetin yemini
Akif’le degisir.
Akif’in karekterinin tipik bir yansıması olan bu tutum hayatı boyunca ve herkese karsı korunan
bir ilkeli anlayısın tezahürüdür.
OKUDUGU KITAPLAR
Mesnevi
Hafız Divanı
Gülistan
Leyla ve Mecnun (Fuzuli)​
Victor Hugd, Lamartine, Zola, Daudet
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
Bilinmeyen Yönleriyle Mehmet Akif Ersoy​
Dr. Yılmaz Karakoyunlu​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
1. Giris​
Mehmet Emir Erisirgil, Mehmet Âkif’in yasam öyküsünü anlatan kitabını yazmaga karar
verdigi yıllarda basından geçen bir sevimsiz olayı anlatır. Bu olay, Türk toplumundaki
kolay suçlama alıskanlıgının örnegidir. Vapurda karsılastıgı bir kisi, Erisirgil’in Safahat’ı
okudugunu görünce sorar:
“Beyefendi nereden hatırınıza geldi bu softa ?”
Erisirgil bu soru üzerinde neler düsündügünü anlatır. Kendi döneminde yaslılar için her
mekteplinin “züppe”; gençlere göre her yaslının “softa” olarak suçlandıgını aktarır.​
]]
177​
Mehmet Âkif’in yasam öyküsünü, sanat anlayısını, fikirlerini yazmaga kararıverisinin derin
tahlillerini yaptıktan sonra Erisirgil, Mesrutiyet Tarihinin düsünce akımlarını en iyi
yansıtacak zeminlerden birinin Mehmet Âkif’in yasam öyküsü oldugunu belirtir.
Her gün ulusal onurlar ve gururlar duyarak okudugumuz ve çocuklarımıza ögrettigimiz
Istiklâl Marsımızın sairini “softa” gibi degerlendirmenin aslında yobazların eline koz
vermek oldugunun acaba farkına varabildik mi ?
Âkif’in karsılastıgı en agır suçlama ise, “Balkan Harbi” sırasında düsmanın Türk halkına
reva gördügü eziyetler karsısında “tükürün yüzüne bu medeniyetin” dedigi için bu
aydınlar tarafından “geri kafalı adam” suçlamasına maruz bırakılmıstı. Mahalle Kahvesine
hücum etmis, orada vakit öldürüp tembellik yapanları elestirdigi için bu kahvelerde vakit
öldürmeyi entelektüel faaliyet sayanlar tarafından geleneklere saygısı olmayan “züppe”
olarak yorumlanıyordu.
1908 Temmuzunda sokaga fırlayan mitingcileri elestirdigi için, “hürriyete düsman zavallı”
olarak isimlendirildi.
Halide Edip’in önerdigi Amerikan mandasına karsı çıktıgı için, azınlıklar tarafından
“ortaçag kafalı tehlikeli adam” olarak degerlendiriliyordu.
Mısır’da entari giyip dolasmak yerine ceket, pantolon ve frenkgömlegi giydigi
gerekçesiyle “Hıristiyan Âkif, gavur Âkif” olarak tanımlanıyordu.
En ilginç iddia, Âkif’in sapka giymemek için Mısır’a gittigi idi. Oysa, Mehmet Âkif’in Mısır’a
gittigi yıllarda, sapka devrimi henüz yapılmamıstı ve Cumhuriyet Meclisinin milletvekilleri
fes giyiyordu.
Mehmet Âkif öldügünde hakkında yazılanlar öyle küçük bir hatırlama fasiküllerine sıgacak
ölçekte degildi. Çogu kitap olacak boyutta idi. En lirik tespiti Hüseyin Cahit Yalçın
yapmıstı: “Mehmet Âkif’in hayatı, eserlerinden çok daha muhtesem bir siirdir...”​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
2. Âkif’in Uygarlık Anlayısı​
Mehmet Âkif, yasamı boyunca asrî olmamakla, çagının gerçegini kavrayamamakla itham
edilmisti. Bunu büyük bir tevekkül ve sabırla karsılıyor, hakkındaki kanaati degistirmek
için düsünce ve yasam biçiminde hiçbir degisiklik yapmayı düsünmüyordu.
Öldügünde Cenap Sahabattin Âkif için “Su mânâda asrî degildir ki, rindce hal ve vaziyeti
içinde uzak mazilerin temizligini tasır. Hattâ bir görüse göre Âkif’i edebiyat bakımından da
asrî görmeyebiliriz. Öyle ya, her devrin bazı belâgat, bazı fesâhat hastalıkları vardır ki
ona tutulanlar bir müddet bunun farkına varamazlar. Bu geçici kelime ve mânâ
salgınlarının son elli senede edebiyatımız, türlü musablarını (düskün) gösterdigi halde,
Âkif’in eserleri tabiat vergisi olarak garip bir muafiyet sâyesinde onların hepsinden
masûn (dokunulmamıs) ve tamamiyle tendürüst kaldı” Âkif’in elestirilen medeniyet
anlayısı, gerçekte, Islâm’ın tarif ettigi dürüst ve ahlâki düzenin dısına çıkan yasam
biçimiydi. Âkif, Batı’nın sahip oldugu medeniyeti hiçbir sekilde inkâr etmemis, aksine bu
uygarlıgın ulastıgı düzeye Islâm toplumlarının da ulasması dilegini dile getirmisti.
Nitekim Berlin’den bulundugu dönemde, Almanya’yı yakından tanımak istemis, her
fırsatta Batı’nın ulastıgı bilim ve teknik düzeyinin üstünlügüne hayranlıgını belirtmis,
ancak fikir ve ahlâk yönünden Batı medeniyetinin önemli ölçüde elestirilecek yönleri​
]]
178​
oldugunu aktarmıstı.
Berlin Hatıraları isimli siirinde yasamı yönlendiren uygarlık anlayısının farkına isaret
etmistir. Batı’da gözledigi yasam biçimini, ve biçimi olusturan toplumsal deger yargılarını
çok isabetli gözlem ve tahlillerle ortaya koyuyordu.
Âkif’in Berlin seyahati ilginç bir öykü ile basladı. 1915 yılı ortalarına dogru, savasta
müttefikimiz olan Almanya, savas sırasında Ingiliz, Fransız ve Rus ordularından aldıgı
esirler arasında Müslümanlar oldugunu fark etti. Bu esirleri ayrı kamplarda topladı. Bu
kamptaki Müslüman esirlere iyi muamele ediliyordu. Hattâ, Müslüman esirlerin ibâdet
etmesi için çok kısa sürede bir câmi bile insa ettiler.
Almanlar, Müslümanların lideri olan Osmanlılara bu esirlere karsı takındıkları tavrı
göstermek için bir heyet dâvet etti. Böylece, Osmanlı halifesi, yeryüzündeki bütün
Müslümanları koruyan ve onların haklarını savunan manzara içinde takdim edilecekti.
Halifenin en kötü kosullarda bile Müslümanlarla birlikte oldugunu gösteren bu manzaranın
yasatılması için Berlin’e bir heyet gönderilmekteydi. Berlin’e gidecek olan heyet, o zaman
Osmanlının haber alma ve casusluk örgütü olan Teskilât-ı Mahsusa tarafından seçiliyordu.
Bu örgüt, Berlin’e gidecek heyete Âkif’in de katılmasını Ittihat Terakki hükümetinden
istedi.
Ittihat Terakki bu heyetin baskanlıgına Âkif getirdi. Âkif’in Ittihat Terakki macerası da
ilginç bir gelisme gösterir. Ikinci Mesrutiyetin ilânından dört gün sonra Âkif, “Cemiyet-i
Mukaddese” denilen Ittihat Terakkiye katıldı. Kandilli Rasathanesi Müdürü Fatin (Gökmen)
Hoca, Âkif’i kutsal dernek denilen Ittihat Terakkiye götürmüs ve ünlü katılma töreninden
geçirerek üye yapmak istemisti. Fatin Hoca katılma törenini bizzat yönetmisti. Kurallara
göre, Ittihat terakki hakkında bilgi verildikten sonra sırların korunması ve emirlerin yerine
getirilmesi için gerekli yeminin yapılmasına sıra gelmisti. Kurala göre cemiyete katılacak
kisi silaha ve Kuran’a el basarak yemin edecekti. Âkif yemin metninde bulunan
“Cemiyetin bütün emirlerine kayıtsız sartsız uyacagım” hükmüne itiraz etti. “Ben ancak,
akla ve vicdana uygun olan emirlere uyarım. Mutlak söz veremem” diyerek reddetmisti.
Bir rivayete göre bu itirazdan sonra Ittihat Terakki Cemiyetine girecek olanlara yemin
artık Âkif’in teklif ettigi sekilde yaptırılmaktaydı. Âkif, Berlin gezisi sırasında gözlediklerini
“Berlin Hatıraları isimli siirinde anlatır. Bu siir Âkif’in en uzun siirlerinden biridir. 796
beyittir.
Bu siirde Berlin’de ve Istanbul’da gözlediklerinin bir karsılastırmasını yapar. Berlin’de ve
Istanbul’da otelleri, trenleri, sokakları karsılıklı olarak aktarır. Aktardıkları çogu kere basit
gözlemler degil, o gözlemlerde görünen dünya görüsü ve hayat felsefesidir. Nitekim, Mart
1915 yılında yazdıgı Berlin Hatıraları isimli siirinin bir yerinde Tevfik Fikret’in 1905 yılında
yazmıs oldugu Tarih-i Kadim siirine cevap vererek on yıldır sakladıgı kızgınlıgını açıga
vurmustu.
Ancak Birinci Dünya Savası sırasında düsman ordularının isgal ettigi Türk topraklarında
halka yaptıkları zulmü görünce Batı’nın bu vahsetini en agır dille elestirmis ve Batıyı
medeniyetin besigi gibi görenlere en sert lisan ile hücum etmisti.
Iste Âkif’i haksız yere medeniyet düsmanı ilan eden ünlü siirinden bazı mısraları asagıda
veriyorum.​
]]
179​
]]Medeniyet” denilen vahsete lanetler eder,
Nice yekpare kesilmis de sırıtmıs disler!
Bakmayın hem tükürün çehre-i murdarımıza
Tükürün belki biraz duygu gelir ârımıza.
Tükürün cephe-i lâkaydına sarkın tükürün.
Kuskulansın görelim gayreti halkın tükürün.
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere,
Tükürün onlara alkıs dagıtan kahpelere...
Tükürün Ehl-i Salib’in hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!
Hele ilânı zamanında su mel’un harbin,
“Bize efkar-ı umimiyesi lazım Garb’in;
O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,
Halka iman gibi telkin ile, diyenin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!…"

[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
3. Necid Çöllerinde Âkif​
Dönemin en ileri teknigine sahip silah ve araçlarla Çanakkale’ye yüklenen düsman
karsısında, Türk askeri “ölürsem sehidim, kalırsam gazi” iftiharı ile çarpısıyordu.
Emperyalistler geldikleri gibi gittiler. Zaferden sonra Baskumandan Vekili Enver Pasa,
Imparatorlugun en uzaktaki müfrezesine kadar Çanakkale Zaferini müjdelemek için
Telgrafhaneye kosmus tek tek kumandanları telgraf basına çagırmıstı.
Enver Pasa, Teskilat-ı Mahsusa Reisi Kusçubası Esref Beyi aradı. Esref Bey, Anadolu
Bagdat Demiryolu hattının son duragı olan El Muazzam istasyonundaydı. Telsi basında
bizzat su telgrafı yazdırdı:
“Çanakkale Savasında ordumuz muzaffer oldu. Düsman maglup, mahcup ve mecruh
(yaralı) olarak çekiliyor...”
Haber bütün yurtta mutluluk yarattı. El Muazzam’daki sevinç muazzamdı. Orada
bulunanlardan biri haberi duyunca Kusçubası Esref Beyin boynuna sarıldı ve hıçkıra
hıçkıra aglamaga basladı. Bu hıçkıran vatanperver, yüregi yanık memleket evladının adı,
Mehmet Âkif’ti...
Mehmet Âkif, büyük vatan sevgisi ve meftun oldugu Türk istiklal ve hürriyet sevdasıyla
yavasça kalabalıgın arasından sıyrıldı. Gerisi Kusçubası Esref Bey anlatıyor:
«...Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin serefine
aydınlatan ayın bu efsanevi ısıkları altında, Mehmet Akif, bu günesi unutturacak kadar
parlak çöl gecesinde sabahladı. Istasyon binasının arkasındaki hurmalıgın içine çekildi.
Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. Içli, derin hıçkırıklar....
Iste Çanakkale'ye layık o büyük destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi... »
Su Bogaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada esi
En kesif orduların yükleniyor dördü - besi...
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya​
]]
180​
Kaç donanmayla sarılmıs, ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehassüd ki ufuklar kapalı
Nerde gösterdigi vahsetle «bu bir Avrupalı»
Dedirir - Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmis açılıp mahbesi, yahut kafesi.
«Sabahleyin, vazifesini tamamlamıs fanilerin az kula nasib olan rahatlıgıyla yüzüme derin
derin baktı: Artık ölebilirim Esref! dedi. Gözlerim açık gitmez!.”​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
4. Bir karakter Abidesi Olarak Mehmet Âkif​
Akif. «haksızlık karsısında susan dilsiz seytandır" inancındaydı. Haksızlıga tahammül ettigi
ve hele yaltaklanarak menfaat pesinde kostugu görülmemisti. Veteriner Isleri Müdür
Yardımcısı görevini üstlendigi yıllarda Veteriner Isleri Müdürünün bir haksız karar ile
azledilmesi üzerine görevinden istifa etti.
Kendisine bu hareketinin sebebi soruldugunda baskasına yapılan haksızlıga tahammül
etmesinin mümkün olmadıgını söylüyordu. “Arkadasıma yapılan haksızlık bana yapılmıs
demektir” diye 20 yıllık memuriyetine tereddütsüzce veda etmisti.​
]]
Üç buçuk soysuzun ardından zagarlık yapamam.
Hele hak namına haksızlıga ölsem tapamam.
Dogdugumdan beridir, asıgım istiklale
Bana hiç tasmalık etmis degil altın lale
Yumusak baslı isem, kim demis uysal koyunum.
Kesilir belki fakat, çekmeye gelmez boynum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta cigerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim
Adam “aldırmada geç git” diyemem; aldırırım
Çignerim çignerim Hakkı tutar kaldırırım.​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
5. Dostluk Anlayısında Doruklasan Âkif​
Hiç kimse Âkif’in verdigi sözden döndügünü, hangi sartlarda olursa olsun sözünden bir
sapma gösterdigini görmemislerdi. Yakın arkadası Sair Mithat Cemal görevinden istifa
ettigi ilk günlerde ziyaret eder. Balkan harbinin yasandıgı zor günlerde Âkif, geçimini
saglayacak yeni bir is bulmus degildir.
Yakın dostlarından Mithat Cemal Kuntay anlatıyor .
«Balkan Harbi baslarken, Akif Bey, yegane geçim yolu olan resmi memuriyetinden istifa
etti. Kirada oturdugu evine, bir cuma günü gittim. Bes çocugundan baska, dört çocuk
daha vardı.
- Bunlar kim? dedim.
- Çocuklarım! dedi. Sonra anlattı
Âkif, Baytar Mektebinde iken bir arkadasıyla anlasmıslar. Kim önce ölürse, çocuklarına
sag kalan baksın! » demisler. Arkadası vefat etmis Mehmet Akif'te, verdigi söze baglı
kalarak anlasma hükmünü yerine getirmis.​
]]
181​
Mithat Cemal devam ediyor;
- Halbuki o zamanlar, Akif Beyin bes parası yoktu; fakat bes çocugu vardı!
Yine çok yakın dostlarından Fatih Gökmen anlatıyor;
Akif, verdigi söze baglı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı
anlatayım :Ben Vaniköy'de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi'nde. Bir gün, öglen
yemegini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlastırdık. O gün, öyle
yagmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boguldu. Havanın bu haliyle karadan
gelemeyecegini tabii gördüm. Yakın komsulardan birine gittim. Yagmur, bütün siddetiyle
devam ediyordu. Eve döndügümde ne isiteyim, bu arada, Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir
vaziyette gelmis. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına ragmen içeri girmemis.
«Selam söyleyin» demis ve o yagmurlu havada dönmüs gitmis! Ertesi gün, kendisinden
özür dilemek istedim.
- «Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir”
dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.”​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
6. Mehmet Âkif’in Bilim ve Teknik Anlayısı​
Mehmet Âkif, çagın gelistigi bilim ve teknik seviyesinin aynen aktarılmasını ve ülkenin bu
yüksek bilim ve teknik düzeyi içinde gelismesini her vesile ile belirtiyordu. Bilim ve
teknigin kaynagının Batı oldugunu görmüstü. Özellikle Berlin Seyahati sırasındaki
gözlemleri Osmanlı toplumunun bilim ve teknik yönünden ne denli geri kaldıgını fark
etmisti.
Ikinci Mesrutiyetle birlikte hürriyetin ilanını her seyin çâresi gibi gören genis bir kitle
vardı. Bu kitlenin umursamaz tavırlar içinde Batının teknik ve bilim düzeyine bigâne
kalısını da hayretle seyretmekteydi. Halkı bu konuda tembel, cahil ve ilgisiz buluyordu.
Bu kitlenin mutlak surette bu konularda duyarlı davranması gerektigi fikrindeydi.
Safahat’ın birinci kitabında Köse Imam isimli siirinde bu gözlemlerini dile getiriyordu:​
]]
Bu cehalet yürümez, asra bakın: asr-ı ulûm
Baslasın terbiyeniz, ailelerden oglum.
Sâde hürriyet ilânı ile bir sey çıkmaz;
Fikr-i hürriyeti halka hazmettiriniz biraz...​
Yine Fatih Kürsüsünde isimli bölümde cehaletin ülkeyi nasıl felaketlere sürükledigini dile
getirir.​
]]
Felâketin bası, hiç süphe yok, cehâletimiz;
Bu derde çâre bulunmaz - ne olsa - mektebsiz;
Ne Kürd elifbayı sökmüs, ne Türk okur, ne Arab;
Ne Çerkes'in, ne Lâz'ın var, bakın, elinde kitâb!
Hülâsa milletin efrâdı bilgiden mahrûm.
Unutmayın sunu lâkin : "Zaman : zamân-ı ulûm!"​
Verdigi ögütler içinde zaman zaman dünyanın ahvalini, zaman zaman gelisen teknigi ve
bilimi esas alır. Cehaletin en büyük felâket oldugunu belirtir.​
]]
182​
]]
Bir baksana gökler uyanık, yer uyanıktır.
Dünya uyanıkken uyumak, maskaralıktır.
Eyvah bu zilletlere sensin yine illet,
Ey derd-i cehalet sana düsmekle bu millet,
Bir hâle getirdin ki: Ne din kaldı, ne nâmûs,
Ey sine-i Islâm’a çöken kapkara kâbûs.
Ey hasm-ı hakiki seni öldürmeli evvel
Sensin bize düsmanları üstün çıkaran el.
Ey millet uyan ! Cehline kurban gidiyorsun.
“Islâm’ı da batsın” diye tutmus yediyorsun.
Allah’tan utan. Bâri bırak dini elinden.
Gir les gibi topraklara kendin gireceksen.
Lâkin ne demek bizleri Allah ile iskât ?
Allah’tan utanmak da olur ilm ile... Heyhat]]!

[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
7. Meclis’te Mehmet Âkif​
1920 yılının basında Mehmet Âkif Ankara’ya yapacagı seyahatini sadece damadı Ömer
Rıza Dogrul ile yakın arkadası Esref Edip Beylere haber verir. Kendileriyle bir sır tevdi
eder gibi konusur:
“Artık burada duracak zaman degildir. Gidip çalısmak gerekir. Halkın bizim tarafımızdan
aydınlatılmasına ihtiyaç varmıs. Çagırıyorlar... Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç
kimsenin haberi olmasın...”
Ankara yolculuguna oglu Emin Beyle çıkar. Emin Beyin hatıralarında belirtildigi gibi
trenden iner inmez dogru Meclis’in önüne gelirler. Bu sıra bir ziyarete gitmekte olan
Mustafa kemal Pasa ile karsılasırlar. Mustafa Kemal Pasa Mehmet Âkif’i görünce yaklasır;
“Sizi bekliyordum efendim; tam zamanında geldiniz. Simdi görüsmek mümkün
olmayacak; ben size ziyarete gelirim."
Mehmet Âkif Ankara’ya gelince Hacı Bayram Camiinde va’za baslar. Milli Mücadeleye
katkısı olabilecek sekilde bazı kentleri dolasır ve o kentlerde vaazlar verir. Kuvâ-yı
milliyenin bir Ittihatçı hareketi olmadıgını anlatır. Eger vatanı kaybedersek gidecek
yerimiz kalmayacagını söyler. Bu savasın dine ve halifeye hiyanet için yapılmadıgını
anlatır. Aksine milli mücadelenin bir cihad oldugunu ve bu savasa katılmanın dinen farz
kılındıgını aktarır.
O günlerde sözüne güvenilir en önemli Islâm büyügü olarak Mehmet Âkif’in konusmaları
etkili olur. Burdur’dan milletvekili seçildigini belirten mazbatasını alır. Meclis Burdur olarak
mazbatayı kabul eder. Birkaç gün sonra Biga’dan mebus seçildigi haberi gelir. Meclis Biga
mebuslugu mazbatasını da kabul eder. Ancak Âkif, Biga mebuslugundan istifa ederek
Meclise Burdur mebusu olarak girer.
Âkif’in yasamı elbette ki bir konferans çerçevesine sıgması mümkün olmayan
genisliktedir. Bu sunusta Âkif’in özellikle uygarlık anlayısı üzerinde durulmustur.​
]]
BUGÜNÜN AYNASINDA AKIF
Zaman geçer, nice bin inkılap olur zahir Fakat bu Akif-i pejmürde hep o Akif tir.
Osmanlı Devletinin yıkılısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulusunu ve bu kurulusu mümkün
kılan Milli Mücadeleyi yasamıs bir aydın, düsünür ve sair olarak Akif, toplumumuzun en çok
okudugu, sevdigi ve eserlerinde kendini buldugu dava ve hizmet adamlarından biridir. Hep bir
mahviyyet hali içinde kalabalıklardan, söhretten ve ilgi merkezi olmaktan kaçınan Akif,
ölümünden sonra hemen hiç kimseye nasip olmayan sevgi, saygı ve hayranlık halesiyle
bezenmis bir söhrete kavustu. "Sessiz yasadım kim beni nerden bilecektir" diyen sair,
milletimizin tarihten aktüaliteye tasan sesi, vicdanı, yüregi ve aklı oldu. Ve milletimiz O'nu
buldu, bildi ve sonuna kadar sevdi.
Mehmet Akif Ersoy, büyük ve yaygın söhretine ragmen sanatıyla, kisiligiyle ve mücadeleleriyle
tam anlamıyla bilinen bir sair degildir. Hepimiz O'nu "Istiklâl Marsı Sairi", "Safahat Sairi"
olarak bilir, tanır ve severiz ama ne yazık ki, onun iç dünyasına, degerler dünyasına nüfuz
edebildigimiz söylenemez. Akif’i çok iyi tanıdıgını söyleyenler bile O’nun hayatından,
eserlerinden bilinmeyen bir kaç enstantane ile karsılastıklarında hayranlıklarını gizleyemedikleri
gibi hayretler içine düsmekten de kendilerini alamıyorlar.
Aydınlar varlık sebeplerini "çagın tanıklıgı" olarak izah ederler. Akif çagının tanıgı bir aydındır.
Safahat bastan sona bu tanıklıgın essiz bir belgeselidir ve bu niteliginden dolayı Safahat'ı bazı
edebiyatçılar dönemin "siirle yazılmıs romanı" olarak niteler. Ancak Akif’in ve eserinin misyonu
bu kadarla bitmez. Akif, elbette içinde yasadıgı toplumun, unutulmus, kendi kaderine
terkedilmis kimsesiz ve sahipsiz insanların, dünya egemenlerinin yok etmeye çalıstıgı bir milletin
tanıgıdır ama aynı zamanda vicdanıdır da. Bu vicdan bazen tarihin içinden süzülüp gelen bilge
bir ses, bazen sahit oldugu haksızlıklar karsısında alfabenin bütün sesleri, sözlügün bütün
imkanları ile haykıran bir çıglık, bazen ümitsizlik duvarını delmeye çalısan ve kendinde bütün bir
milletin sesinin toplamını yansıtan davudi bir seda, kendisi söz konusu oldugunda acılı, yalnız ve
yaralı bir yüregin iniltisi olarak yükselir. Bu ses bazen zalimin suratında bir tokat, bazen sahipsiz
insanların yüreklerini ısıtan bir sefkat, bazen ölçüyü asanlar için bir ikaz ve bazen milletimizi
yok etmeye çalısan güçlere karsı bir ültimatomdur.
Bu kadar da degil. O sadece gören ve terennüm eden, yazan bir sair degil, aynı zamanda
üzerine düsen görevi yerine getiren bir eylem adamıdır da. Bu özelligini hayatının her
döneminde görmek mümkündür. Çocuklugundan ölümüne kadar O, hep gören, düsünen,
söyleyen ve eda eden insandır.
O, ülkesinin, milletinin yasadıgı acıları, yıkımları, zulümleri en derin sekilde hissetmis yaralı bir
gönül ve nihayet milletinin varolma mücadelesine coskuyla katılmıs bir mücadele adamıdır.
O’nun en büyük eserlerinden biri olan Istiklâl Marsı milletimizin birlik ve bütünlügünün
esaslarını, milli mücadelenin ruhunu ortaya koyan emsalsiz bir eserdir. Orada bütün
özellikleriyle milletimiz, degerlerimiz özlemlerimiz, geçmisimiz ve gelecegimiz yer alır.
Bu kadar özelligi bir arada tasıyan bir aydın sadece Türkiye'de degil, dünyada da son derece
azdır. Üstelik Akif, bütün bu özelliklerinin yanında kelimenin tam anlamıyla bir ahlâk
kahramanıdır. Akif'in hayran oldugumuz bütün özelliklerinin belki de temel kaynagı sahip
oldugu ahlak anlayısıdır. Bu ahlakta, itaat ve isyan, merhamet ve öfke, düsünce ve duyarlık,
korku ve cesaret, irade ve umut, bilim ve sanat, mahviyet ve çok güçlü bir kisilik çok saglam bir
irade ile altın oranlarda bir bilesime kavusur ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın deyimiyle Akif'in hayatı
Safahat'ından daha büyük bir siire dönüsür.
Bütün bunlardan yola çıkarak Akif'in bizi kendisine hayran eden kisiligini daha iyi]]

anlayabilecegimiz bir analize tabi tutabiliriz. Akif'in kisiligi birbirini bütünleyen ve birbirinden
koparılması imkansız bir kaç ayrı alanda tahlil edilebilir: Aydın ve sair Akif, bir iman ve ahlak
adamı olarak Akif ve bir dava ve mücadele adamı olarak Akif. Aslında bu Akif'ler bile daha iyi
anlasılmak için bir kaç ayrı bölüme ayrılarak incelenebilir ama Akif öyle bir kisisel bütünlüge
sahiptir ki bütün kategorik tesebbüsler birdenbire büyük bir yapaylıga dönüsür.
Akif'in hayatını ve ahlakını olusturan en önemli unsur "kendi kendisi" olmaktır. Bu O’nun bütün
hayatını yönlendiren bir ilkedir. Imanında, san'atında, yasantısında, kendi adına ve toplum adına
konusurken hep aynı insandır ve neyse odur. Bir baskasına benzemek, ödünç alınmıs
kimliklerle ortaya çıkmak, oldugundan fazla görünmek ve söyledigi ile yaptıgı arasında bir
uyumsuzluk, düsünce, duyarlık ve imanıyla ters düsmek O'nun hiç bir sekilde katlanamayacagı
bir düskünlüktür. Bu ilkeli ve bütünlüklü kisilik Akif'i bir erdem anıtı haline getirir. Akif
yanılmıs olabilir, yanlıs yapmıs olabilir ama asla tutarsız ve samimiyetsiz olmamıstır. O'nün için
verilmis bir sözün, kurulmus bir dostlugun, baglanılmıs bir imanın, sahip oldugu vatanın bedeli
hayattır. Akif hayatı pahasına sever, hayatı pahasına baglanır, hayatı pahasına inanır ve verdigi
sözü hayatı pahasına verir. Bu yüzden dostlugu kelimenin her anlamıyla sonuna kadar güvenli
ama o ölçüde de zorludur.
Bu yalçın bir kaya gibi sert, saglam ve muhtesem karakteri engin bir hosgörü ile taçlanır. Akif
ahlaki ilkelerinde kendi nefsine karsı son derece katı ama baskalarına karsı ise o ölçüde
hosgörülüdür. Akif, cehalet, taklitçilik, ilkesizlik, kibir ve sarlatanlık dısında her kusuru özellikle
kendisine karsı islenen kusurları büyük bir hosgörü ile karsılar. O Neyzen Tevfik gibi bir insanla
dost olabilir, han köselerinde Neyzen'den ney dersleri alır ve O'na Arapça dersleri verir. Ölüm
döseginde iken kendisini ziyaret eden ve bir siirini okuyan Faruk Nafiz Çamlıbel'in Akif'in
gücenebilecegi endisesiyle okumadıgı,
Mahluka inan olur mu Faruk Hallak'ına yok itimadımız
mısralarını niçin atladıgını sorduktan sonra söyle cevap verir: - Benim Müslümanlıgım bu
beyitten rahatsız olmaz.
Akif'in vatanseverligi de samimi, ilkeli, pazarlıksız ve bütüncüldür. Bu vatana ait her güzellik,
zenginlik, degerli olan sey O’nun vatan sevgisinin ve anlayısının bir parçasıdır. Baklavayı
kötüleyen Mithat Cemal'le tartısır ve söyle baglar olayı Mithat Cemal: Akif için "Tekirdagı kadar
memleketin karpuz kabuklan da vatandı. Dürüst, isini iyi yapan Kebapçı Kamil'i siirine alır.
Çünkü Akif in kebapçıya muhabbeti vatan sevgisiyle karısarak incelikli bir nitelige bürünür.
Millet sevgisi de öyle. Akif hayatının hiçbir döneminde milliyetçi ya da Türkçü olmadı. Ama bir
milliyetçiden çok daha fazla milletini ve Türklügünü severdi. Kebapçı Kâmil'den bahsederken
yekpare gurur kesilir ve "Burası bir Türk'ün idare ettigi o müesseseydi ki yemekleri hilesizdi;
sahibi dogrulugu ile ekmegini kazanan adamdı."
Mısır'da iken Kahire'ye indiginde her seferinde Sekerci Hacı Bekir'in acentesine ugruyor,
onlarla birkaç kelime konusuyor ve susarak saatlerce orada kalıyor. Çünkü; "Burası O'nun
gözünde onsekiz milyon Türkle görüstügü yerdir. Bu Hacı Bekir Kutuları, bu güzel Türkçe, bu
dükkan 'vatan'dır."
Akif in Türkçe sevgisi de köklüdür. Akif, döneminin aydınlarının hemen hemen tamamından
çok daha sâde, katıksız ve güzel bir Türkçe ile yazdı. O sadece Istanbul Türkçesini, kibar
muhitlerin Türkçesini degil bütün toplumsal kesimlerin Türkçesini ve Türkçe’nin argosunu çok
iyi biliyor ve büyük bir rahatlıkla ve hiçbir komplekse kapılmadan kullanıyordu. Arapça ve
Farsça'yı edebiyatı ile bilmesine ragmen ısrarla yasayan Türkçe'yi tercih etti. Bu kadar da degil.
O dil gibi duyarlıgın da, edebiyat eserlerinin ruhunun da yerlilesmesini savunuyor, Iran, Arap ve
Batı etkisinden rahatsız oluyor ve sık sık hayıflanarak: "Kendi ruhumuzdan dogma bir edebiyata
ne zaman kavusacagız?" diye rahatsızlıgını dile getiriyordu..​
]]
Akif'in dile yaptıgı en büyük hizmetlerden biri de Türkçe'ye muhavere'yi (karsılıklı konusma)yı
kazandırmıs olmasıdır. Akif'e kadar degil siirde roman ve hikâyede bile karsılıklı konusma son
derece zayıftır.
Akif, sadece Cumhuriyet döneminin degil Türk siirinin de en büyük destan sairidir. Çanakkale,
Destanı, Bülbül ve Istiklâl Marsı'ndaki gibi bir milletin tarihinin, imanının ve duyarlıgının bu
kadar coskulu, gür ve kararlı sesini ve bu sesin ifade ettigi ideali çok az sairimiz böylesine
basarılı bir sekilde yakalamıs ve terennüm edebilmistir. Akif bir kuyumcu inceligi ile ve bir
güzellik yaratmak için yazmaz, O kaya parçalarından dev anıtlar insa eden bir sairdir.
Akif'in aydın kisiligi ile döneminin kisiliklerinden farklıdır. O kelimenin tam anlamıyla bir
entellektüeldir. Arapça, Farsça ve Fransızca'yı son derece iyi bilir. Iran ve Arap edebiyatını,
divan edebiyatını ve batı edebiyatını kimsenin fark etmedigi incelikleri yakalayabilecek kadar
yakından tanır. Bir çok eseri aslından okurdu. Kendisini Quo Vadis'i Fransızca aslından
okurken gören Cenab'ın (Sebabettin) saskınlıgı için söyle söyler: "Ne adamlar!.. Fransızca bâr
roman okumak gözlerinde bir hadise." O Hügo'yu, Daudedet'i, Balzac'ı, Emile Zola'yı okudugu
gibi Seyh Bedrettin'in Varidat' mı da Musa Kâzım Efendinin nezaretinde okur. Akif için bir
kitabı okumak en az üç kere okumak ve esere bütünüyle hakim olmak demekti.
Akif sadece edebiyatla, siirle degil sanatın bütün dallarıyla ilgili bir insandı. Esasen yakın
çevresinde ilim adamı, sanatkâr ve politikacıların en iyileri bulunuyordu ve Akif için degerli
adam, alanında en iyi ve basarılı olan insan demekti. Serif Muhyiddin Targan'ı, çevresindeki
dönemin ünlü müzisyenlerinden Izmirli Hafız Ahmet'i, Tanburi Aziz'i, Udi Asım'ı, Hafız
Kemal'i nasıl kendinden geçerek dinliyorsa Macar Virtüöz Charles Berger'in çaldıgı Bach'ın
Chaconne'unu da husu içinde dinler, kendisinin resmini yapan Rus ressamın da basarılı
taraflarını bilir.
Akif'le ilgili temel yanılgıların sebeplerinden biri de O’nu sadece yazılarından, siirlerinden
tanımaya çalısmaktır. Akif yazdıklarından çok daha derin, çok daha genis ufuklu, çok daha
sanatkar ve çok daha sasırtıcı bir insandır. Böyle iken O herkes gibi görünmeye çalısır. Mithat
Cemal O’nun bu taraflarını tanıdıkça büyük bir saskınlık içinde sunları söyler. "Yüz kahramana
yetecek ahlak ve seciyesiyle sıradan bir insan gibi nasıl yasıyor?"
Iste Akif bu ifadede gizlidir.
Akif hep almadan veren, verdigini de fark ettirmeyen degil fark etmeyen insandır. O bütün
verdiklerine karsılık bu milletten hiç bir sey almadı. Akif fedâkârlıgının en büyügünü siirini
davasına kurban ederek yaptı. Ahmet Hamdi Tanpınar, "bu kudretli adamın bir kez bile içine
dönüp bakmaması Türk Edebiyatı için büyük bir kayıptır" der, Edebiyat Üzerine Makaleler
isimli eserinde. Akif içine dönüp bakan insandı ama siirini iç dünyasının seslerine göre degil
toplumun sorunlarına göre sekillendirdi. Bir mısraında "Gül devrinde gelseydim bülbül
olurdum" diyen Akif bir konusmasında da "bazen içime çok güzel düsünce ve duygular geliyor,
ama bunları yazmıyorum" der. Siirini millet için kurban etmenin nasıl büyük bir fedâkârlık
anlamına geldigini sair olmayanların anlaması son derece güçtür. Akif bunu göze alabilen
insandır.
Biz bu büyük insanı yurtdısında yasama zorunda bıraktık ve öldügünde tabutunu at arabasının
tasıdıgı bir garib gibi gömmeye çalıstık. Fakat ilahi adalet O’nu sahlanan millet ruhunun birden
bire bir miting haline dönüstürdügü büyük bir kalabalıkla defnedilmek gibi bir lütufla
ödüllendirdi.
Akif'e yönetimler ne saglıgında ne ölümünde sahip çıktı. Ama bu millet devleti yönetenlerin
ihmalini fazlasıyla kapattı ve cenazesinin defnedilmesinden günümüze kadar O'na olan vefa
borcunu büyük ve engin sevgisiyle ödedi. Çünkü Akif, milleti kendi kisiliginde hissedebilen ve
yasayabilen bir insandı. Çünkü Akif bu milletin kendisi idi. Bu anlamda Akif'le kendimiz​
]]
arasında tam bir benzerlik ve zıtlık vardır. Zıtlık hiçbirimizin Akif olmadıgı, olamadıgı benzerlik
ise Akif'in tek tek hepimiz oldugudur. Yanıldıgımız yerde O bir ikaz, yenildigimiz yerde yeni bir
hamle ve tesebbüs gücü, düstügümüz yerde bir yükselis ideali, tükendigimiz yerde, her seyin
bittigini imkânın bütün kapılarını üzerimize kapattıgını zannettigimiz bir anda yepyeni bir
umuttur. O her zaman yanı basımızda bize benzeyen, bizden biri olarak bir yol gösterici olarak
Safahat'ında konusur.
Safahat bugün de herkese özellikle Akif'i anlamayanlara konusmaktadır ve Akif sadece bizim
nezdimizde degil tarih karsısında da giderek haklılık kazanmakta ve güncellesmektedir.​
Mehmet ÇETIN
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
]]
Mehmet Akif Sairin Zati ve Asari Hakkinda Bazi Malumat ve Tetkikat​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
0. Süleyman Afazi/(l871-1927), Mehmet Akif Sairin Zatı ve Asarı Hakkında Bazı Malumat ve Tetkikat
1. Orhan Seyfi(Orhon) (1890-1972). Mehmet Akif, Hayatı ve Eserleri
2. Esat Adil Müstecaplıoglu, Mehmet Akif, Ferdi ve içtimai Karakteri, Vatanperverligi,Milliyetçiligi, Sairligi
3. M. Sencer, M. Salih (toplayanlar), Mehmet Akif
4. Ahmet Cevat, Mehmet Akif, Hayatı ve Seçme Siirleri
5. Mehmet Akif'in Kabri Için, hazırlayan: Ikinci Ölüm Yılı Münasebetiyle Mehmet Akif, Veteriner Fakültesi
Talebe Cemiyeti
6. Esref Edip (Fergan) (1882-1971), Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve 70 Muharriri Yazıları, I.cilt
7. Ali Nihat Tarlan (1848-1978), Mehmet Akif, Ölümünün 2. Yılı nedeniyle yazarın verdigi konferans
8. Mehmet Akif'in Kabri Için, Brosür
9. (Abdurrahman Konuk, M. Adsızyoldas, A.R., Nejat E, O. Alpyörük, S.Dogu, S.Edgüer, Ergenekon)
10. Esref Edip (Fergan), Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları 2.Cilt
11. Mithat Cemal (Kuntay) (1885-1956), Mehmet Akif
12. Mehmet Akif, Nesreden: Yüksek Ziraat Enstitüsü Talebe Cemiyeti
13. Sabiha-Zekeriya Sertel, Tevfik Fikret- Mehmet Akif Kavgası
14. Esref Edip, (Fergan) Inkılap Karsısında Akif-Fikret-Gençlik- Tancılar
15. Sabiha-Zekeriya Serte l, Tevfik Fikret- Mehmet Akif Meselesi Hakkında
16. Mithat Cemal Kuntay, Istiklal Sairi Mehmet Akif
17. Türk Gençligi ve Mehmet Akif , nesreden Istanbul Üniversitesi Talebe Birligi
18. Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif ve Siirleri
19. Fevziye Abdullah Tansel(1912-...} Mehmed Akif, Hayatı ve Eserleri, Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı
20. Mehmet Akil Ölümünün 10. Yılı, 1946, Nesreden MTTB
21. Cemil Sena Ongun (1894-1981), Mehmet Akif. Hayatı, Eserleri, Sahsiyeti, Idealleri
22. Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif, Hayatı. Seciyesi, Seçme Siirleri
23. Mehmet Akif Ersoy, Emek Basım ve Yayınevi Güvercin Kitaplar Siir Serisi
24. Zahir Güvendi (1913-...) Mehmet Akif, Hayatı, Sanatı, Siirleri
25. Ferit Ragıp Tuncor, Selahattin Arıkan (hazırlayanlar), Mehmet Akif, Jan Jak Ruso, Ibrahim Müteferrika, Sarl
Darvin
26. Fehmi Cumalıoglu, Mehmet Akif'in Hayatı ve Tefekkür Cephesi
27. Mehmet Akif. Akif'in 20. Ölüm yıldönümü (1956) nedeniyle Milliyetçiler Dernegi'nde yapılan konusmaları
içermekte.
28. M. Emin Erisirgil (1891-1965) Mehmet Akif, Islamcı Bir Sairin Romanı
29. Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan-Doç. Dr. Nurettin Topçu(1909-1975), Mehmet Akif, 20. Ölüm Yıldönümü,
Milliyetçiler Dernegi Nesriyatı
30. Hilmi Yücebas(1919-...} Bütün Cepheleriyle Mehmet Akif,
31. Neriman Malkoç Öztürkmen, Mehmet Akif, Safahat, ve Mekan
32. Yasar Koksal, Mehmet Akif Ersoy
33. Hakkı Gürey, Mehmet Akif' te Deyimler
34. Fehmi Cumalıoglu, Mehmet Akif' in Hayatı ve Istiklal Marsı
35. Faruk Kadri Timartas, Mehmet Akif ve Cemiyetimiz
36. Cemal Kutay, Necid Çöllerinde Mehmet Akif]]​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
37. A. Cerrah oglu (Kerim Sadi), Bir Islam Reformatörü Mehmet Akif
38. Muhittin Nalbantoglu, Istiklal Marsımızın Tarihi,
39. Ali Ugur Gündem vb., Mehmet Akif, Ölümünün Otuzuncu
40. Yıldönümünde
41. Hasan Basri Çan tay, Akifname
42. Yakup Hamzaçebi Büyük Vatansever, Milli Sair Mehmet
Akif Ersoy
43. Prof. Dr. Ali Nihat
44. Tarlan, Mehmet Akif (His.Life and Works) .Publications of the RCD Cultural Institute
45. Sezai Karakoç (1933-...) Mehmet Akif (Hayatı Aksiyonu, Düsünceleri ve Siiri)
46. Gençligin Kaleminden Üç Cephesiyle Mehmet Akif,
Türkiye Islam Enstitüleri Talebe Federasyonu Yayını
47. Adil Yılmazoglu. Milli Sair Mehmet Akif
48. Neriman Malkoç Öztürkmen. Mehmet Akif ve Dünyası
49. Doç. Dr. Nurettin Topçu. Mehmet Akif
50. 4o. Mehmet Akif(Hayatı, Sahsiyeti, ve Seçme Siirleri)
51. Mehmet Selim Karaca. Akif ve Fikret'e Dair
52. Sükran Tunaçar (derleyen). Mehmet Akif ten Bir Demet
53. Ahmet Kabaklı (1924-2001) Mehmet Akif
54. Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil. Mehmet Akif, Resmi Hal
Tercümesi Basılmamıs Bazı Mektup ve Manzumeleri
55. Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Mehmet Akif ve Safahat
56. Semih Topçu, Akif i Yasamak Istiyoruz, Ölümünün
57. Istiklal Marsı'mızın Kabulünün 50. Yıldönümü Münasebetiyle
58. Mehmet Akif Armaganı ( Büyük Düsünce Adamına, Dogumunun 101 .Yıldönümünde Türk Gençliginin
Armaganıdır) , MTTB
59. Vehbi Vakkasoglu.Islam Sairi Mehmet Akif
60. Mehmet Akif Sempozyumu(27-28 Aralık 1976),
Hacettepe Üniversitesi ve Idari Bilimler Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü, Kitap, Prof. Dogan Karan, Prof. Ihsan
Dogramacı, Milli Egitim Bakanı Ali Naili Erdem, Zeynep
Korkmaz, Abdülkadir Karahan, Erol Güngör, Fevziye
Abdullah Tansel, Nihat Nirun, Mehmet Kaplan'ın
konusmaları
61. M. Ertugrul Düzdag, Safahat Tetkikleri, 1979
62. Mehmet Muhittin Nalbantoglu, Mehmet Akif ve Istiklal
Marsı
63. Ahmet Öksüz, Açıklamalı Istiklal Marsı
64. Mustafa Eski, Milli Mücadele'de Mehmet Akif
Kastamonu'da
65. Abidin Sönmez (hazırlayan ve sadelestiren), Mehmet
Akif, Istiklal Savası Hitabeleri, Manastırlı Ismail Hakkı,
Vaizler
66. Zeki Sarıhan. Vatan Türküsü- istiklal Marsı, Tarihi
ve Anlamı
67. Ayral Alparslan. Açıklamalı Istiklal Mars'ımız, Balıkesir
68. Ismet Aksal, Istiklal Marsı' mızın Esasları(Istiklal
Marsı'nın Açıklaması)
69. Osman Nuri Ekiz, Mehmet Akif Ersoy
70. Selahattin Yasar, Mehmet Akif, Hayatı Sanatı, Fikirleri
71. A. Metin Çalı, Hüseyin Ceylan, Duran Durulmus, Milli
Sairimiz Mehmet Akif, Çorum
72. Besir Ayvazoglu, Istiklal Marsı Tarihi ve Manası
73. Nigde Valiligi, Ölümünün 50. Yılında Milli Sair Mehmet
Akif, Nigde, 1986
74. Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif. Adıyaman Valiligi
Gerger Kaymakamlıgı
75. Sanlıurfa Il Halk Kütüphanesi Müdürlügü, Ölümünün
50. Yılında Mehmet Akif
76. Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif Ersoy, Istanbul,
1986, Marmara Üniversitesi
77. Yavuz Bülent Bakiler( hazırlayan), Ölümünün 50. Yılında
Mehmet Akif Ersoy
78. Mehmet Akif Ersoy- Ölümünün 50. Yılı, Antakya Il
Kültür ve Turizm Müdürlügü
79. Hasan Duman, Mehmet Akif ve Bir Mecmua’ nın
Anatomisi
80. Kültür ve Turizm Bakanlıgı Kütüphaneler Genel
Müdürlügü, Milli Sair Mehmet Akif Ersoy'un Ölümünün 50.
Yıldönümünde Anma Faaliyetleri
81. Mehmet Akif ve Safahat, Tercüman Gazetesi, Besir
Ayvazoglu]]​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
82. Kültür ve Turizm Bakanlıgı, Milli Sair Mehmet Akif
83. Ersoy'un Ölümünün 50. Yıldönümünde Yapılan Anma Faaliyetleri
84. Kadınhanı Ilçe Milli Egitimden Mehmet Akif Ersoy'a Vefatının 52. Yılı Armaganı
85. 80. Fethi Bolayır, Mehmet Akif Ersoy, Gazi Üniversitesi 93. izzet Kaçar, Egitimci Yönüyle Mehmet Akif,
Konya
86. Nusret Karanlıktagazar, Istiklal Marsı ve Mehmet Akif
Ersoy
87. Mehmet Kaplan, Mehmet Akif ve Çanakkale Savası
88. Abdullah Çınar(hazırlayan) Mehmet Akif ve Gençlik,
Kültür ve Edebiyat Dergisi Yayınları
89. Aydın Milli Egitim Gençlik ye Spor Müdürlügü, Milli
Sair Mehmet Akif Ersoy, Ölümünün 50. Yılında
90. Abdülkerim Abdülkadiroglu(hazırlayan), Mehmet Akif
Ersoy'un Makaleleri
91. N.Mehmet Solmaz (hazırlayan), Mehmet Akif'ten
Seçmeler
92. Hüseyin Çakar, Istiklal Marsı Sairimiz Mehmet Akif
Ersoy'un Aziz Hatırası'na, Ölümünün 50. Yılında, Erzincan
93. Fahir Iz, Mehmet Akif-Bir Biyografi
94. Mehmed Dogan, Camideki Sair Mehmet Akif
95. M.Ertugrul Düzdag, Mehmet Akif Hakkında
Arastırmalar-z, Mehmet Akif Arastırmaları Merkezi, Istanbul
96. Hüseyin Ugur, Istiklal Marsımız, Malatya
97. Kadınhanı Ilçe Milli Egitim Gençlik ve Spor Müdürlügü,
98. Veli Ertan, Mehmet Akif (Hayatı, Sanatı, Tesirleri),
Istanbul
99. Ismail Hakkı Sengüler (hazırlayan), Açıklamalı ve
Lügatçeli Mehmet Akif Külliyatı, Istanbul
100. Muzaffer Uyguner(derleyen), Mehmet Akif Ersoy
101. Kasım Göçmenoglu (hazırlayan), Istiklal Marsı Yazılıyor
Mehmet Akif'in Romanı
102. Adalet Ergenekon Çil, Mehmet Akif Ersoy ve Istiklal
Marsı
103. Gülendam Yılmaz, Enver Yavuz, Senol Bagcı, Mehmet
Akif, Konya
104. Prof. Abdülkerim-Nuray Abdülkadiroglu - Mehmet Akif
Hakkında, Yazılanlar-Mehmet Akif Ersoy Fikir ve
Sanat Vakfı
105. Mehmet Akif Arastırmaları Dergisi- Mehmet Akif Ersoy
Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı
106. TBMM'de Istiklal Marsı ve Mehmet Akif, Mehmet
Cemal Çiftçigüzeli - Mehmet Çetin. -Mehmet Akif Ersoy
Fikir ve Sanat Vakfı
107. Prof. Dr. Orhan Okay, Mehmet Akif- Bir Karakter Heykelinin Anatomisi,
108. Yasar Selahattin, Mehmet Akif’In Hayatı Sanat’ı Mücadelesi 1985 Istanbul
109. Cemal Kutay, Necit Çöllerinde Mehmet Akif 1978 Istanbul
110. Mehmet Akif (Anonim- Hacettepe Üniverstesi Yayınları-1976)
111. Süleyman Nazif, Mehmet Akif 1971 Istanbul
112. Vehbi Vakkasoglu, Islam Sairi Mehmet Akif 1983 Istanbul
113. Ord. Prof. Ali Nihat Tarlan, Mehmet Akif ve Safahat 1971 Istanbul
114. Ali Kaytancı, Istiklal Marsımız ve Milli Ruh 1972 Malatya
115. Ahmet Kabaklı, Mehmet Akif Bibliyografyası
116. Nihat Sami Banarlı, Kültür Köprüsü Süleyman Çelebi’den Mehmet Akif’e 1985 Istanbul
117. Hasan Bosnakoglu, Mehmet Akif’in Istiklal Savası’ndaki Yeri 1981 Istanbul
118. Müfide Öner, Bayragımız Sancagımız ve Istiklal Marsı 1985 Ankara
119. Neriman Malkoç Öztürk, Mehmet Akif ve Dünyası 1969 Ankara
120. Cemal Kutay, Mehmet Akif 1939 Istanbul
121. Ahmet Cerrahoglu, Bir Islam Reformatörü Mehmet Akif 1964 Istanbul
122. Besir Ayvazoglu, Istiklal Marsı ve Tarihi Manası 1986 Istanbul
123. Mustafa Eski, Milli Mücedelede Mehmet Akif Kastamonu’da 1983 Istanbul
124. Cemil Sena Ongun, Mehmet Akif Hayatı ve Eserleri Sahsiyeti 1947 Istanbul
125. Hasan Basri Çantay, Akifname 1966 Istanbul
126. Mehmet Akif Ersoy, Vaazlar 1975 Istanbul
127. Mahir Iz, Yılların Izi 1975 Istanbul
128. Hilmi Yücebas, Bütün Cepheleriyle Mehmet Akif 1938 Istanbul]]​
[FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold][FONT=Verdana,Bold]
129. Emin Erisirgil, Islamcı Bir Sairin Romanı Türkiye Is Bankası Yayınları 1986 Ankara
130. Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif’In Hayatı Seciyesi Sanatı Türkiye Is Bankası Yayınları 1986 Ankara
131. Türk Edebiyatı, Mehmet Akif Ersoy Özel Altın Sayısı 1986 Istanbul
132. Mehmet Akif’i 50. Ölüm Yıldönümünde Anma Programı, Kültür Bakanlıgı 1986 Ankara
133. Abdullah Çınar, Mehmet Akif ve Gençlik, Kültür Edebiyatı Dergisi Yayınları Ankara
134. Divan, Mehmet Akif Özel Sayısı 1979 Ankara
135. Milli Sair Mehmet Akif Ölümünün 50. Yılında, Milli Egitim ve Spor Bakanlıgı Il Müdürlügü Yayınları 1986
Aydın​
136. Osman Nuri Ekiz, Mehmet Akif, Toker Yayınları 1985 Istanbul
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
ISTIKLÂL MARSI YARISMASINDA ÖN ELEMEYI KAZANAN DIGER 6 SIIR
1-
Yıllarca altı cephede atesle kanlara;
Türk'ün hilâl-ü dinine düsman olanlara;
Ceddin o; Yıldırım gibi saldın zaman zaman
Yüksek basın egilmedi bir art cihanlara
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-Sitab.
Göster cihan-ı magribe bir kanlı inkılab
Ey mazi-i havariki bin destan olan;
Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
Arslan yürekli ordu; demir giy; silah kusan!
Zira hududu kapladı atesle kan, duman.
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım - Sitab,
Göster cihan-ı magribe bir sanlı inkılab!
Arslan mücahid ordusu, ey haris-i salah
Destinde seyf-i hak gibi pek sanlı bir silah
Açtın sema-yi millete pür-nûr bir sabah.
Atî bizim... bizim artık vatan, zafer, felah.]
Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım - Sitab.​
Göster cihan-ı magribe bir sanlı inkılab
MEHMET MUHSIN
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
2-
Altı bin yıl efendilik yaptın,
"Kahraman Türk" idi cihanda adın.
Bir atesten siperdin Islam'a
Sönmeyen bir günes gibi yasadın.
Ey büyük ünlü milletim ileri!
Hasmına çignetme kos bu sanlı yeri!
Düsmanın bir cihansa dostun
Hak Hakkın elbette müstakil yasamak
Atıl, ez, vur, senindir istiklâl
Ebedî parlasın su al bayrak...
Ey benim sanlı milletim ileri;
Ele çignetme kos bu ülkeleri!
M.*​
*Bursa Milletvekili Muhittin Baha Bey Yarısmaya (M) rumuzu ile katıldı. Müzakereler esnasında siirini geri çekti.
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
3-
Ey Müslüman, ey Türk oglu
Açıldı istiklâl yolu
Benim bu son günlerimdir,
Diyor bize Anadolu.
Çek sancagı Türk ordusu
Olmaz Türk'ün can korkusu
Esarete dayanır mı
Türk vatanı, Türk namusu?
Bu son savas bize farzdır,
Fırsatımız gayet azdır,
Muzaffer ol da ey millet
Altın ile tarih yazdır.
Birleselim özümüzden,
Dönmeyelim sözümüzden,
Hem silelim bu lekeyi,
Tarihdeki yüzümüzden.​
ISKENDER HÂKI
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
4-
Göz yasına veda et
Ey güzel Anadolu!
Hakkını korur elbet
Türk'ün bükülmez kolu
Cenk ederiz genç, koca
Bugün degil, yarın da
Yadımız agladıkça
Izmir ezanlarında.
Hak yolunda kan olur,
Dünyalara tasarız;
Ya serefle vurulur,
Ya efendi yasarız.
Her gün yeni bir hile
Arkasından satıldık;
Her gün yeni bir dille
Yurdumuzdan atıldık
Yeter, ey Ka'be'mizi
Elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi
Yolumuzdan yalanlar.
Hangi alçak el alır,
El zinciri boynuna?
Kim Yunan'ı bırakır
Türk kızının koynuna?​
KEMALEDDIN KAMI
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
5-
Millet askı, din askı, vatan askı uyansın
Yurdumuza göz dikenler al kanlara boyansın
Ya ben ya onlar diyen silâhına dayansın
Türk ogludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk ogludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Düsman gözü tutamaz yanar daglar basını
Bagrımızda saklarız vatanın her tasını
Yurdumuza yan bakan döker gözün yasını
Türk ogludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk ogludur bu millet]]

Türk'ündür bu memleket
Can veririz her zaman hürriyet yoluna
‘Ya gazi, ya sehid’lik ne devlettir kuluna
Ata emanet etmis namusunu ogluna
Bize Türk oglu derler
Hep bizimdir bu yerler​
A.S.
 

Ahmet Teker

Aktif Üyemiz
FIR'AVN ILE YÜZ YÜZE​
Farhu'n-nisâ Emîre Hadîce
Hanımefendi Hazretlerine​
Su baglı yelkeni çözsek de, nehri altıyarak
Biraz da karsıki vâdîye dogru yollansak.
Günes çocuk: Yoracak hâli yok sular durgun;
Gelin gecikmiyelim, tam zamânı yolculugun.
Kürekler islesin öyleyse, durmadan gideriz.
Fakat, bu "Nîl-i Mübârek" mezar kadar hissiz:
Bütün sevâhili bogmus, gömerken emvâcı,
Ne vardı bir acı duysaydı? Söyle dursun acı,
Huzûr içinde, sanırsın ki ninniler duyuyor.​
]]
350​
Semâyı altına sermis, derin derin, uyuyor.
Henüz harîm-i zılâlinde bir cihan saklar,
O, belki yetmis asırlık, mehîb Karnak'lar;
Alınların biriken kanlı, terli hüsrânı:
Su Teb harâbesinin dalga dalga umrânı;
Su, sermediyyeti hâlâ sayıklıyan, âsâr,
Ki hây u hûy-i medîdiyle inlemisti civâr...
Bugün, sütunlarının küskün ihtisâmıyle,
Ne ser-nigûn oluvermis, aman bakın Nîl'e!
Yanastık öyle mi?A'lâ! Genis de bir kumsal;
Hemen basıp çıkalım, açmasın kenardaki sal.
Zemîn epey batıyor. Yolcu geçmemis çokluk...
Su hurmalıkları tuttuk mu, oh, kurtulduk...
Meger hiç öyle degilmis, ne inkisâr-ı hayâl:
Asınca vâhayı, bir kumdur etti istikbâl!
Batar, çıkar, gideriz, çâresiz, yorulsak da.
Evet, belimede, yer yer, birer sevimli ada;
Nedir ki arkası umran, filân degil, heyhat,
O, çöl dedikleri aylarca bitmeyen nakarat!
Daraldı gitgide vâdî, demek yakınlastık.
Harâbeler sökedursun, yavas yavas, artık:
Göründü iste sütunlar, kırık dökük yer yer,
Göründü yerlere bî-tâb düsmüs âbideler;
Göründü kaç sıra ma'bed ki kaplamıs yurdu;
Göründü birçogunun pâre pâre ma'bûdu!
Sagında nâ-mütenâhî yıkıntı dalgaları;
Solunda hangi harîminse tek kalan duvarı;
Önünde, gövdesi kırk elli parça, heykeller;
Ileride burnu kopuk baslar, arkasız beller.
O yanda kumlara yüzlerce dev kadîdi batar;
Bu yanda topragı bin müstahâse yırtar atar.
Harâb emellerin enkâzı savrulur surada;
Yıkık sarayları çigner geçer nigâh arada...
Hulâsa, bir, ebedî kevni yok, zemîn-i fesâd,
Içinde hasre kadar hasrolur durur ecsâd!
Sıkıstı gitgide vâdî, nihâyet oldu bogaz.
Günes çocuk degil artık, su var ki pek yaramaz:
Sonunda cevvi tutusturmak istedikçe hele,
Çekilmiyordu bu en nazlı günlerinde bile!
Aman bakın, ne perîsan su topragın hâli:
Bucak bucak deserek toprak olmus ensâli,
Çukurlarıyle, hayır, lesleriyle yutmuslar!
Kefen soyanlar adammıs, bu fâreler canavar!
Delik desik kayalıklar, delik desik sag sol:
Mezar arastırıyor her tarafta bir sürü kol.
Sürüklenir sıralanmıs paçavra enkâzı,​
]]
351​
Zuhûr eder diye, altında mumyalar ba'zı;
Didiklenir, elenir, kül, kemik bütün kümeler...
Nedir bu acz-i beser karsısında hırs-ı beser?
Büküldü tuttugumuz yol cenûba dogru biraz;
Günesse rüsdüne ragmen bütün bütün yaramaz:
Önünde damla kadar gölge sezmesin alevi,
Bir ân içinde, bakarsın, adımlayıp cevvi,
Ne kuytu der, ne siper, parçalar geçer mutlak;
Nasıl ki parçalamıs: Her taraf çırılçıplak!
Asıl belâsı: Bu gittikçe kıvrılan dirsek
Uzun sürerse, emînim, devâm edilmiyecek:
Kireç yakılmaya mahsus ocakların bir esi,
Kürek kürek saçıyor küllenip duran günesi!
Hayır, sürekli degil, bitti, hem yaman bitti;
Gelin de sahneyi bir seyredin, gelin simdi:
Geçit biraz dönerek garba sarkacak yerde,
Gerildi ansızın âfâka bir kızıl perde:
Ne ihtisâm-ı Ilâhî! Ne saltanat! Ne celâl!
Eteklerinde zemîn, devre devre, izmihlâl.
Bu cebhe ferc-i ezelden örülmüs olsa gerek;
Gurûb alevleri, yâhud, tehaccür eyliyerek
Harîs emelleri tehdîde etmek üzre devam,
Fezâda alnını çatmıs bu sermedî ehrâm!
Evet, murâkabe hâlinde bir sükût-i mehîb,
Çıkıp harâbe-i edvâra yaslanan bu hatîb.
Ne bir hitâbe, hayır, yükselen, ne bir minber,
O çünkü çok daha yüksek o bir derin makber!
Bu kıpkızıl kayanın bagn kaç yerinden oyuk!
Sırayla birçok isim var... Tesâdüfen okuduk:
"Ikinci Amnofis" a'lâ! Hemen girip görelim...
Esikte lostu, kovuk simdi büsbütün muzlim.
Su var ki, sürmedi, sıyrıldı perdeler nâgâh,
Çevirdi dügmeyi, besbelli, arkadan fellâh.
Isık güzel, azıcık yol çetin, fakat bu da hiç.
Isin fenâsı: Içerden gelen sıcak müz'ic...
Ne çâre! Inmeli, mâdem ki sormadan girdik...
Asagıya dogru zemînin devâmı haylice dik...
Hayır, kapanmıyabilmek hüner degil o kadar;
Adımda bir basamak var ki tastan oymuslar.
Yavas yavas iniyorken uzandı bir köprü...
Önünde var ya delîlin, tevekkül et de yürü!
Geçer miyiz, geçeriz, haydi simdi, bismillâh!
Kazâ savustu ya, lâkin, ne söylüyor fellâh:
Meger, zifir mi zifır, bir belâlı kan kuyusu,
Bu takma köprünün altında tutmamıs mı pusu!
Demek ki: Çalmak için muhtesem kemiklerini,
Ikinci Amnofıs'in kim delerse makberini;​
]]
352​
-Nüfûza ugrasıyorken yolun serâirine -
Basınca egreti konmus kapakların birine,
Cehennemin dibi buymus, deyip tekerlenecek!
Aman çabuk geçelim, yer tekin degilmis pek...
Demin kalan basamaklar yetistiler tekrar,
Beraber etmeye baktık asagıya dogru firar.
Sitâre mevkibi halinde kâfileyle ziyâ,
Geçit boyunca dizilmis, pırıl pırıl, gûyâ:
Kovanda habsedilen bir yıgın atesböcegi,
Delip halâs olayım, der, bu sermedî geceyi!
Duvarların, tavanın her yerinde, bî pâyan,
Tekerrürüyle tevâlî eden rumûz-i beyan.
Nedir leyâle bürünmüs o renk renk eskâl?
Kimin hesâbına zulmette oynayın bu hayâl?
Kimin? Nedir? diye, lâkin, kolayladık geçidi;
Direkli bir yere çıkmaktayız, bakın, simdi.
Harîm-i hâsına geldik demek ki, Fir'avn'ın;
Gürültü etmiyelim, bî-huzûr olur, amanın!
Fakat, bu sahne, dagın sînesinde, pek müdhis:
Açık semâ gibi yıldızlı, mâvi bir menevis,
Parıldayıp duruyor, kaplamıs bütün sakfı.
Duvarlann görünen saglı, sollu, her tarafı,
-Memâtı hep akabâtıyle gösterir yollu -
Ecinni ordusu seklinde bin hurâfe dolu.
Nasıl ki aynı hikâyâtı söylüyor tekmîl,
Su perde perde sütunlar da iste ber-tafsîl.
Peki, o nerde? diyorduk hemen zuhûr etti,
Benekli kırmızı benziyle parlayan lâhdi.
Açıktı üstü, kapak, simdi, bir kalın camdı;
Basında dügme de varmıs ki, asrın evlâdı,
Kosup bükünce, ziyâ huzme huzme fıskırararak
Göründü, kalkamaz olmus, zavallı bir hortlak!
Adâletin ne sehâmetli bir tecellisi,
Su, les görür gibi görmek Ikinci Amnofıs'i!
Bu Fir'avun ki, civârından ürküyordu beser;
Bu Fir avun ki, saraylar, sütunlar, âbideler,
Bütün hayâtını ezberletirdi âfâka;
Bu Fir'avun ki egilmisse boynu bir hakka,
O sâde kendi bekâsıydı, kendi nefsiydi;
Bu Firâvun ki, o zıllin hayâl-i te'bîdi,
Dumanlı beynini sardıkça, artık efrâda;
Bu Fir'avun ki, cehennemdi yerde kâbûsu,
Cehennem olmadan evvel vücûd-i menhûsu;
Bu Fir'avun ki, beser, korkudan, büküp belini,​
]]
353​
Husû' içinde tavâf eylemisti heykelini;
Bu Fir'avun, bu görünmez kazâ, bu saklı belâ,
Ki bir zaman tapılıp dendi: "Rabbune'l-a'lâ!"...
Ne intikâm-ı Ilâhî, ne sermedi hüsran:
Gelen, geçenlere ibret, yatar sefil, üryan!
Soyulmadık eti kalmıs, bilinmiyor kefeni;
Açıkta, mumyası hâlâ dagılmıyan, bedeni.
Bu çehre miydi ki titrerdi karsısında zemîn?
Bunun mu handesi âfâka tarh ederdi enîn?
Hayır, bu çehre degil simdi, bir sicill-i azâb:
Bütün hutûtu perîsan, bütün meâli harâb.
Birer siyâh uçurum gürleyen, çakar gözler
O yıldırımların artık yerinden yeller eser!
Ölüm derinlese dursun çökük sakaklarda,
Dügümlü bir acı hüsran henüz dudaklarda.
Nedir düsündügü, bilmem, o seyrelen sakalın;
Bir ıztırâb-ı mehîbin zebûnu lâkin alın.
Yanık kütüklere dönmüs, karın, kasık, el, ayak;
Yakında küllenerek hepsi târumâr olacak.
Su gördügüm mü nihâyet, bu les mi âkıbetin?
Bunun mu ugruna milyonla rûhu inlettin?
Seâmetin ne de etmis ki cevvi istîla:
Hayâtın ayrı felâket, memâtın ayrı belâ!
Evet, sen eyliyemezdin sütun sütun feveran,
Bosanmasaydı o ter bigünâh alınlardan.
Zehirli ot gibi fıskırdı heykelin, yer yer,
Sulandı çünkü su vâdî beser kanıyle, beer
Zemîne sıgmadı bir türlü, korkarım, cesedin;
Yazık ki murdarı toprak bulup da örtemedin!
Deger mi dagları tırnakla, disle oydurarak
Içinde bir les için muhtesem saray kurmak?
Nedir bu kokmusa dünyâda olmadık tekrîm?
Niçin nasîbi degil rûhunun, bu nâz ü nâîm?
Merâmın ölmeyebilmekse, ölmemek mümkin:
Saçıp savurdugun enfâs-ı ömrünün, lâkin,
Dedin de birkaçı olsun Hudâ yolunda fedâ,
Su mâvi kubbeye gömdün mü bir sürekli sadâ?
Ölüm saçarken o simsekli gözler âfâka,
Egildi baktı mı toprakta can veren halka?
Su duygusuz yüregin susturup leâmetini,
Yanık yüreklere sundun mu yâd-ı rahmetini?
Geçen hayât-ı sefilin - ki hep çamur, hep kan! -
Desildi, tastı da bir gün samîm-i yâdından,
O levsi gördün, utandın, terinle ogdun mu?
Agarmıyorsa, nedâmet selinde bogdun mu?
Hayır, hayâ denilen renk o çehreden ne uzak!
Yumuldu gitti gözün, kirpigin yasamıyarak!​
]]
354​
Sıgındı mumyaya ciyfen, yegâne Sâheserin;
Fakat, sıgındı mı gufrâna rûh-i derbederin?
Hayâtının desiversem birinci perdesini,
Kulaklarım duyacak çıplak etlerin sesini.
O etlerin ki alev püsküren sıcaklarda,
Tüter dururdu, inen kırbacınla kalkar da!
Yorulmak onlar için bir bilinmedik haktı,
O etlerin ki bütün hakkı parçalanmaktı!
Gözümde canlanıyor, simdi, devr-i muhtesemin;
Nasıl hayâleti kumlardan ugradıysa, demin.
Fakat, nasîbini almıs ki her tarafta ibâd,
Yetîm iniltisi, ancak kesilmeyen feryâd!
Ne hânümanları yıktın yıkılmadan suraya?
Ne âsiyanları ezmisti, kim bilir, su kaya?
Dokunsam aglıyacak söylemez ki kaç kanı var,
Uzandıgın çukurun, karsıdan bakan su duvar,
Ne yüzle söyliyebilsin: Serîk-i hüsrânı!
Bileydim, ey koca Mısr'ın ilâh-i üryânı!
Mezâra, heykele âid bütün bu velveleler,
Bekân için mi hakîkat? Merâmın oysa, heder!
Evet, bütün beserin hakkıdır bekâ emeli;​
Fakat bu hakkı ne tastan, ne lesten istemeli!
 
Üst Alt