MURATS44
Özel Üye
AZRÂİL ile KARŞILAŞMA ÂNINDA HİSSEDİLEN HASRET ve BU ÂNI HÂL DİLİYLE İFÂDE EDEN HİKÂYELER
NOT
Eş'as b. Eslem anlatıyor: İbrahim (a.s), ismi Azrâil olan ve bir gözü yüzünde diğeri de ensesinde olan ölüm meleğine şöyle sordu:
—Aynı anda eceli gelmiş iki kişiden birisi doğuda, diğeri de batıda olsa veya bir yerde veba hastalığı çıksa yahut iki ordu birbirine girse (aynı anda canlarını alman gereken birçok kişi için) ne yaparsın? Azrâil (a.s):
—Allah'ın izniyle ruhları çağırırım, onlar da şu iki parmağımın arasında olurlar, dedi.
Eş'as der ki: “Böyle bir zamanda yeryüzü Azrâil (a.s) için önüne konulmuş bir tabak gibi âdeta dümdüz olur. Ondan dilediğini alır.”
Kıssayı nakleden râvi der ki: “Hz. İbrahim'e (a.s) Halîlullah (Allah'ın dostu) olduğunu bildiren Azrâil'dir.”
Hz. Dâvûd'un oğlu Süleyman (a.s) ölüm meleğine, “Senin insanlar arasında pek adaletli davrandığını göremiyorum. (Aynı faciayı yaşamalarına rağmen) neden birisinin canını alırken diğerini bırakıyorsun? diye sorduğunda ölüm meleği şöyle cevap vermiştir:
“Bunun nedenini ben de senden daha iyi biliyor değilim. Bana sadece isimlerin yazılı olduğu sayfalar veya kitaplar verilir (ben de onlarda isimi yazılı olanların ruhlarını alarak vazifemi yaparım).
NOT
Kral ile Azrâil
Vehb b. Münebbih (rah) anlatmıştır:
Kralın biri bir yere gitmek ister. Giyinmek kuşanmak için elbiseler getirilmesini emreder, fakat hiç birisini beğenmez; ta ki hoşuna gideni bulana kadar elbise değiştirir. Sonunda hoşuna giden birisini giyer. Ardından yağız atlardan getirilmesini emreder ve aralarından en hoşuna gidene biner. O esnada şeytan gelir, burun deliklerinden kibir üfürür ve bütün vücudunu gururla doldurur. Sonra kral ardında askerleri ile birlikte halkın arasında kibirle yürümeye başlar lâkin gururundan etrafındaki insanlara dahi bakmaz.
O sırada üstü başı perişan, pejmürde kıyafeti ile birisi çıkagelir ve krala selâm verir, fakat kral onun selâmını almaz. Adam kralın kendisini dinlemesi için atının yularından tutunca kral:
—Bu ne büyük cüret! deyip yuları bırakmasını söyler. Adam:
—Benim senden bir isteğim var. Kral:
—Sabret, ineyim öyle söylersin, deyince adam:
—Hayır, şimdi söylemem gerekiyor, der ve atının gemini iyice çekmeye başlar. Kral:
—Söyle bakalım derdin neymiş, deyince adam:
—Bu sırdır ancak kulağına söyleyebilirim, der. O zaman kral başını ona doğru yaklaştırır. Adam kralın kulağına hafif bir sesle, “Ben ölüm meleğiyim” deyince kralın rengi değişir, dili dolaşır. Bir ara kendini toparlar ve:
-O hâlde bana izin ver de aileme gideyim, ihtiyaçlarımı giderip onlara veda edeyim; sonra da canımı alırsın, der. Ölüm meleği:
—Hayır, Allah'a yemin olsun ki, bundan böyle aileni ve mal-mülkünü ebedîyen göremeyeceksin, diyerek oracıkta canını aldı. Kralın cesedi bir kütük gibi yere yuvarlandı.
Ölüm meleği oradan mümin bir kulun yanına varır. Ona selâm verir, o da selâmını alır. Ölüm meleği âbid zata:
—Benim senden bir isteğim var, onu kulağına söylemek istiyorum, bana yaklaşır mısın? der ve kulağına gizlice, “Ben ölüm meleğiyim” der. Âbid zât bunu duyunca:
—Hoş geldin sefalar getirdin. Neden bana uğraman gecikti? Allah'a yemin olsun ki, benim için, yeryüzünde kavuşmak isteyip de kavuşamadığım senden başka hiç kimse yoktur, der. Ölüm meleği:
—Görmek, gidermek istediğin bir ihtiyacın varsa onu hallet, der. Âbid zat:
—Benim en büyük isteğim şu an Allah'a kavuşmaktır, başka bir şey istemiyorum, der. Ölüm meleği:
—Ruhunu sen hangi vaziyette iken almamı istersin? diye sorar. Âbid zat:
—Bunu yapma imkânı ve ruhsatı var mı? der. Ölüm meleği:
—Evet, bunu sağlamak için emir aldım, der. Adam:
—O hâlde müsaade et, abdest alayım sonra namaza durayım, ben tam secdede iken ruhumu alırsın. Ölüm meleği adamın dediği gibi yaptı ve o secdede iken ruhunu aldı.
Ebû Bekir b. Abdullah el-Müzenî (rah) anlatıyor:
İsrâiloğulları'nda mal mülk biriktirerek büyük bir servet edinmiş bir adam vardı. Ölüm döşeğine düştüğünde oğullarına:
—Bana mallarımı sınıf sınıf gösterin, dedi. Oğulları da, içinde çok miktarda at, deve, hizmetçi, menkul ve gayrimenkul malların yazılı olduğu bir listeyi babalarına gösterdiler. Adam listeyi görünce hasret ve pişmanlık içinde ağlamaya başladı. O esnada ölüm meleği geldi ve:
—Seni ağlatan şey nedir? Sana bu nimetleri bahşeden Allah'a yemin olsun ki, ruhunu bedeninden ayırmadıkça senin evinden çıkmayacağım, dedi. Adam:
—Bana biraz mühlet ver de malımı hak sahipleri arasında paylaştırayım, dedi. Ölüm meleği:
—İş işten geçti; ömrün sona erdi. Bu söylediklerini ecelin gelmeden önce yapacaktın, dedi ve oracıkta canını aldı.
Yine anlatıldığına göre adamın birisi çok büyük miktarda bir servet edinmiş, öyle ki, biriktirmediği hiçbir sınıf mal kalmamıştı. Bir saray inşa etmiş, iki tane sağlam kapı yaptırıp önlerine de muhafızlar yığmıştı. Bir gün bütün yakınlarını toplayıp onlar için ihtişamlı bir ziyafet hazırlattı. Onlar yemeklerini yemekte iken o da tahtına oturup ayak ayak üzerine attı. Herkes yemeğini bitirince kendi kendine:
“Ey nefsim! Artık senelerce zevk-i sefâ içinde yaşayabilirsin, zira ömür boyu yetecek kadar mal mülk topladın” dedi. Ne var ki sözünü tam bitir bitirmez ölüm meleği boynunda bir torba, üzerinde iki parça eski elbise; dilenciye benzer bir halde sarayın kapısına geldi. Kapıyı öyle şiddetli vurdu ki tüm saray ahalisi korktu. Hemen saray muhafızları kapıya doğru koşup dilenciye:
—Ne var? Ne istiyorsun? diye sordular. Dilenci:
—Bana kralınızı çağırın, dedi. Muhafızlar:
—Kralımız senin gibi birinin ayağına mı gelecek? dediler. Dilenci:
—Evet, siz benim söylediklerimi gidin kralınıza söyleyin, dedi. Muhafızlar hemen kralın yanına vararak olan biteni kendisine anlatırlar. Kral muhafızlarına:
—Eline bir şeyler vererek onu savuşturmasını beceremediniz mi? diye kızdı. Bu sırada dilenci kapıyı birincisinden daha şiddetli bir şekilde vurmaya başladı. Muhafızlar tekrar sarayın kapısına koşuştular. Dilenci onlara:
—Kralınıza söyleyin, ben ölüm meleğiyim, dedi. Bu sözü işitir işitmez muhafızların kalplerini bir korku sardı. Haber krala ulaştığında kral korku ve zillet içerisinde boynunu büktü. Muhafızlarına:
—Ona karşı nazik davranın, yumuşak sözler söyleyin ve benim yerime başkasını alıp alamayacağını sorun. Tam bu sırada Azrâil içeri, kralın yanına girdi ve:
—Servetinle ilgili ne yapmak istiyorsan hemen yap; zira senin canını almadan buradan çıkmayacağım, dedi. Kral hizmetçilerine emir vererek hazinelerinin yanına getirilmesini emretti. Hazineleri önüne konulunca kral:
—Allah size lânet etsin. Sizler beni rabbime ibadet etmekten alıkoydunuz. Rabbimle baş başa kalmama sizler engel oldunuz, diye servetine karşı söylenmeye başlar. O sırada Allah (c.c) kudretiyle kralın servetini konuşturdu, serveti şöyle dedi:
—Neden bize sövüyorsun ki? Bizim sayemizde sultanların yanlarına girip çıkıyordun. Fakat (mağdur durumda olan) takvâ sahibi insanları ise kapına dahi koymuyordun. Bizim sayemizde nice güzellerle evleniyor, krallarla beraber oturuyordun. Bizi kötü yollarda kullanırken sana karşı bile gelmiyorduk. Keşke bizleri hayır yollarında kullansaydın da sana faydamız dokunsaydı. Âdemoğlu topraktan yaratılmıştır. İyilikleriyle ya da kötülükleriyle yine ona dönecektir. Sonra Azrâil (a.s) kralın canını aldı ve o da cansız bedeniyle yere yuvarlandı.
NOT
Ruhu Kabzedilen Bir Zorbanın Hikâyesi
Yine Vehb b. Münebbih anlatıyor:
Azrâil (a.s) yeryüzünde zulümde eşi benzeri görülmemiş bir zorbanın canını almış sonra tekrar gökyüzüne çıkmıştı. Melekler kendisine:
“Ruhunu kabzederken kendisine fazlaca acıdığın, merhamet ettiğin biri var mıdır?” diye sordular. Azrâil (a.s), “Evet, ıssız bir yerde bulunan bir kadının canını almakla emrolunmuştum. Yanına vardığımda daha yeni doğum yapmıştı. Yalnız başına yaşadığı için o kadına ve daha çok küçük olan ve bakacak kimsesi olmayan o çocuğa çok acımıştım”, dedi. Melekler, “Senin az önce canını aldığın zalim kişi, işte acıyıp merhamet ettiğin o çocuktu” dediler. Hayretler içinde kalan Azrâil (a.s), “En ince en gizli işleri bütün incelikleri ile bilen Allah'ı noksan sıfatlardan tenzîh ederim” dedi.
Atâ b. Yesâr şöyle demiştir: “Şa'bân ayının on beşinci gecesi Azrâil'e (a.s) bir sahife verilir ve, “Bu sene içinde bu sayfada ismi geçenlerin canlarını al” denilir. İnsanlar ağaçlar diker, evlilikler yapar, binalar inşa eder; hâlbuki ismi bu sayfada yazılıdır, fakat o bilmez.”
Hasan-ı Basrî (rah) der ki: Azrâil (a.s) yeryüzündeki her eve günde üç defa uğrar. Kimin rızkı tükenmiş, eceli sona ermişse onun canını alır. Aile fertleri ağlayıp sızlanmaya, yas tutmaya başlarlar. Sonra Azrâil (a.s) o evden ayrılmak üzere kapının kulpunu tutarak:
“Allah'a yemin olsun ki, ben onun ne rızkını yedim ne ömrünü tükettim ne de hayatından bir parça kesip aldım. Sizlerden de, hayatta kimse bırakmamak üzere tekrar tekrar uğrayacağım” der.
Hasan-ı Basrî (rah) der ki: Yeminle söylüyorum ki, şayet ev halkı Azrâil'in makamını (evin içindeki yerini ve şeklini) görseler, dediklerini işitseler, ölülerini unutur kendileri için ağlamaya başlarlardı.
Yezîd er-Rekkâşî (rah) anlatıyor: İsrâiloğullarından zorbalığı ve zulmü ile bilinen bir adam vardı. Bir gün evinde aile efradından biriyle baş başa oturmakta iken âniden içeri birinin girdiğini gördü. Adam bir yandan korku bir yandan da öfkeyle kapıdan girenin üzerine atıldı, yakasına yapıştı ve:
—Sen de kimsin? Seni evime kim soktu? diye sordu. Yabancı:
—Beni buraya sokanı soruyorsan; evin gerçek sahibi... Kim olduğuma gelince; ben hiçbir kapıcının engelleyemeyeceği, hiçbir hükümdardan izin almam gerekmeyen, onların saldırılarından korkmayan, hiçbir inatçı zorbanın ve azgın şeytanın engelleyemediği birisiyim, dedi.
Râvi der ki: Bunları işiten zalim adam hayatı boyunca ne kadar büyük bir hatanın içinde olduğunu anladı, titremeye başladı, ardında da yüzükoyun yere düştü. Bir müddet sonra kendine geldi, medet umarcasına hor ve hakir bir şekilde başını ona doğru kaldırarak:
—O hâlde sen ölüm meleğisin öyle değil mi? diye sordu. O:
—Evet, ben ölüm meleğiyim! dedi.
—O zaman bana biraz süre tanı da rabbime tövbe edeyim! dedi. Azrâil (a.s):
—Heyhat! Süren doldu, nefeslerin tükendi, saatlerin sona erdi. Artık bundan sonra sana zaman tanımanın imkânı yok! dedi. Adam:
—Peki, beni nereye götüreceksin? diye sordu. Azrâil (a.s):
—Âhirete gönderdiğin amellerine ve hazırladığın evine, diye cevap verdi. Adam:
—Ben âhiretim için ne bir sâlih amel işledim ne de ev dayayıp döşedim, dedi. Azrâil (a.s):
—O zaman haydi, derileri kavurup soyan alevli ateşe... dedi ve ruhunu aldı. Adam ailesinin arasında yığılıp kaldı. Kimisi feryat ediyor kimisi de ağlıyordu.
Râvi diyor ki: Eğer ölen kimsenin yakınları onun götürüleceği o kötü yeri ve Allah'ın (c.c) kendisi için hazırlamış olduğu şiddetli azabı bilselerdi, onun için elbette bundan daha fazla ağlarlardı.
A'meş, Hayseme'den rivayetle şöyle bir kıssa anlatır:
Bir ara Azrâil (a.s) Hz. Süleyman'ın (a.s) huzuruna girdi. Hz. Süleyman'ın (a.s) yanında bulunan adamlardan birine uzun süre dik dik baktı. Azrâil (a.s) oradan ayrıldıktan sonra adam:
—Ey Allah'ın Peygamberi, o gelen adam kimdi? diye sordu Süleyman (a.s):
—O Azrâil'di, dedi. Adam:
—Onun bana pek dikkatlice baktığını gördüm; sanki beni arıyor gibiydi, dedi. Süleyman (a.s):
—Ne istiyorsun? diye sordu Adam:
—Beni ondan kurtarmanı istiyorum. Rüzgâra emret de beni Hindistan'ın en ücra köşesine atsın, dedi. Süleyman (a.s) rüzgâra emrettikten sonra rüzgâr onu Hindistan'ın en uzak beldelerinden birine attı. Bu hâdiseden bir müddet sonra Azrâil (a.s) tekrar geldi. Süleyman (a.s) ona:
—Senin yanımda bulunan adamlardan birine dikkatli dikkatli baktığını gördüm, öyle değil mi? diye sorar. Azrâil (a.s):
—Yakın bir zaman önce o adamın canını Hindistan'ın en ücra köşelerinden birinde almakla emrolunmuştum; fakat onu senin yanında gördüğüm için çok şaşırmıştım; şimdi yerinde bulup canını aldım, dedi.
Yine Vehb b. Münebbih anlatıyor:
Azrâil (a.s) yeryüzünde zulümde eşi benzeri görülmemiş bir zorbanın canını almış sonra tekrar gökyüzüne çıkmıştı. Melekler kendisine:
“Ruhunu kabzederken kendisine fazlaca acıdığın, merhamet ettiğin biri var mıdır?” diye sordular. Azrâil (a.s), “Evet, ıssız bir yerde bulunan bir kadının canını almakla emrolunmuştum. Yanına vardığımda daha yeni doğum yapmıştı. Yalnız başına yaşadığı için o kadına ve daha çok küçük olan ve bakacak kimsesi olmayan o çocuğa çok acımıştım”, dedi. Melekler, “Senin az önce canını aldığın zalim kişi, işte acıyıp merhamet ettiğin o çocuktu” dediler. Hayretler içinde kalan Azrâil (a.s), “En ince en gizli işleri bütün incelikleri ile bilen Allah'ı noksan sıfatlardan tenzîh ederim” dedi.
Atâ b. Yesâr şöyle demiştir: “Şa'bân ayının on beşinci gecesi Azrâil'e (a.s) bir sahife verilir ve, “Bu sene içinde bu sayfada ismi geçenlerin canlarını al” denilir. İnsanlar ağaçlar diker, evlilikler yapar, binalar inşa eder; hâlbuki ismi bu sayfada yazılıdır, fakat o bilmez.”
Hasan-ı Basrî (rah) der ki: Azrâil (a.s) yeryüzündeki her eve günde üç defa uğrar. Kimin rızkı tükenmiş, eceli sona ermişse onun canını alır. Aile fertleri ağlayıp sızlanmaya, yas tutmaya başlarlar. Sonra Azrâil (a.s) o evden ayrılmak üzere kapının kulpunu tutarak:
“Allah'a yemin olsun ki, ben onun ne rızkını yedim ne ömrünü tükettim ne de hayatından bir parça kesip aldım. Sizlerden de, hayatta kimse bırakmamak üzere tekrar tekrar uğrayacağım” der.
Hasan-ı Basrî (rah) der ki: Yeminle söylüyorum ki, şayet ev halkı Azrâil'in makamını (evin içindeki yerini ve şeklini) görseler, dediklerini işitseler, ölülerini unutur kendileri için ağlamaya başlarlardı.
Yezîd er-Rekkâşî (rah) anlatıyor: İsrâiloğullarından zorbalığı ve zulmü ile bilinen bir adam vardı. Bir gün evinde aile efradından biriyle baş başa oturmakta iken âniden içeri birinin girdiğini gördü. Adam bir yandan korku bir yandan da öfkeyle kapıdan girenin üzerine atıldı, yakasına yapıştı ve:
—Sen de kimsin? Seni evime kim soktu? diye sordu. Yabancı:
—Beni buraya sokanı soruyorsan; evin gerçek sahibi... Kim olduğuma gelince; ben hiçbir kapıcının engelleyemeyeceği, hiçbir hükümdardan izin almam gerekmeyen, onların saldırılarından korkmayan, hiçbir inatçı zorbanın ve azgın şeytanın engelleyemediği birisiyim, dedi.
Râvi der ki: Bunları işiten zalim adam hayatı boyunca ne kadar büyük bir hatanın içinde olduğunu anladı, titremeye başladı, ardında da yüzükoyun yere düştü. Bir müddet sonra kendine geldi, medet umarcasına hor ve hakir bir şekilde başını ona doğru kaldırarak:
—O hâlde sen ölüm meleğisin öyle değil mi? diye sordu. O:
—Evet, ben ölüm meleğiyim! dedi.
—O zaman bana biraz süre tanı da rabbime tövbe edeyim! dedi. Azrâil (a.s):
—Heyhat! Süren doldu, nefeslerin tükendi, saatlerin sona erdi. Artık bundan sonra sana zaman tanımanın imkânı yok! dedi. Adam:
—Peki, beni nereye götüreceksin? diye sordu. Azrâil (a.s):
—Âhirete gönderdiğin amellerine ve hazırladığın evine, diye cevap verdi. Adam:
—Ben âhiretim için ne bir sâlih amel işledim ne de ev dayayıp döşedim, dedi. Azrâil (a.s):
—O zaman haydi, derileri kavurup soyan alevli ateşe... dedi ve ruhunu aldı. Adam ailesinin arasında yığılıp kaldı. Kimisi feryat ediyor kimisi de ağlıyordu.
Râvi diyor ki: Eğer ölen kimsenin yakınları onun götürüleceği o kötü yeri ve Allah'ın (c.c) kendisi için hazırlamış olduğu şiddetli azabı bilselerdi, onun için elbette bundan daha fazla ağlarlardı.
A'meş, Hayseme'den rivayetle şöyle bir kıssa anlatır:
Bir ara Azrâil (a.s) Hz. Süleyman'ın (a.s) huzuruna girdi. Hz. Süleyman'ın (a.s) yanında bulunan adamlardan birine uzun süre dik dik baktı. Azrâil (a.s) oradan ayrıldıktan sonra adam:
—Ey Allah'ın Peygamberi, o gelen adam kimdi? diye sordu Süleyman (a.s):
—O Azrâil'di, dedi. Adam:
—Onun bana pek dikkatlice baktığını gördüm; sanki beni arıyor gibiydi, dedi. Süleyman (a.s):
—Ne istiyorsun? diye sordu Adam:
—Beni ondan kurtarmanı istiyorum. Rüzgâra emret de beni Hindistan'ın en ücra köşesine atsın, dedi. Süleyman (a.s) rüzgâra emrettikten sonra rüzgâr onu Hindistan'ın en uzak beldelerinden birine attı. Bu hâdiseden bir müddet sonra Azrâil (a.s) tekrar geldi. Süleyman (a.s) ona:
—Senin yanımda bulunan adamlardan birine dikkatli dikkatli baktığını gördüm, öyle değil mi? diye sorar. Azrâil (a.s):
—Yakın bir zaman önce o adamın canını Hindistan'ın en ücra köşelerinden birinde almakla emrolunmuştum; fakat onu senin yanında gördüğüm için çok şaşırmıştım; şimdi yerinde bulup canını aldım, dedi.