Onuncu Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mukaddime

Mukaddime
Haşir akîdesinin pekçok ruhî faydalarından ve hayatî neticelerinden birtek netice-i câmiayı ihtisar ile beyân ve hayat-ı insaniyeye, hususan hayat-ı içtimâiyesine ne derece lüzûmlu ve zarûrî olduğunu izhâr ve bu imân-ı haşrî akîdesinin pekçok hüccetlerinden birtek hüccet-i külliyeyi icmâl ile göstermek ve o akîde-i haşriye ne derece bedihî ve şüphesiz bulunduğunu ifade etmekten ibâret olarak, İki Nokta'dır.

BİRİNCİ NOKTA: Âhiret akîdesi, hayat-ı içtimâiye ve şahsiye-i insaniyenin üssü'l-esâsı ve saadetinin ve kemâlâtının esâsâtı olduğuna, yüzer delillerden bir mikyas olarak, yalnız dört tanesine işaret edeceğiz:
• Birincisi: Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nâzik vücudlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukâvemetsiz mizâc-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurâne yaşayabilirler.
Meselâ, Cennet fikriyle der: "Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar." Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukâvemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek, gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letâifini dahi öyle ağlattıracak; ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı.
• İkinci delil: Nev-i insanın bir cihette nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile, yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil, bir teselli bulabilirler. Ve çocuk hükmüne geçen serîü't-teessür ruhlarında ve mizaçlarında, mevt ve zevâlden çıkan elîm ve dehşetli me'yusiyete karşı, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa, o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete ve istirahat-i kalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve analar, öyle bir vâveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî hissedeceklerdi ki, bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasâvetli bir azab olurdu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
• Üçüncü delil: İnsanların hayat-ı içtimâiyesinin medârı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyâtlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecavüzâttan ve zulümlerden ve tahribâttan durduran ve hayat-ı içtimâiyenin hüsn-ü cereyânını temin eden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesi olmazsa, "El-hükmü lil-galib" kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesâtları peşinde bîçare zayıflara, âcizlere dünyayı Cehenneme çevireceklerdi. Ve yüksek insaniyeti, gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.
• Dördüncü delil: Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce', bir tahassüngâh ise, âile hayatıdır. Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve âile hayatının hayatı ve saadeti ise, samimi ve ciddî ve vefâdarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve dâimî bir refâkat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münâsebetlerin bulunmak fikriyle, akîdesiyle olabilir.
Meselâ, der: "Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta dâimî bir refîka-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de, zararı yok. Çünkü, ebedî bir güzelliği var; gelecek. Ve böyle dâimî arkadaşlığın hatırı için, her bir fedâkârlığı ve merhameti yaparım" diyerek, o ihtiyâre karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık, bir iki saat sûrî bir refâkatten sonra ebedî bir firâk ve müfârakata uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecâzî merhamet ve sun'î bir hürmet verebilir. Ve hayvanâtta olduğu gibi, başka menfaatler ve sâir gâlip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip, o dünya cennetini cehenneme çevirir.
İşte, imân-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi, hayat-ı içtimâiye-i insaniyeye taallûk eder. Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile, sâirleri kıyas edilse, anlaşılır ki, hakikat-i haşriyenin tahakkuku ve vukuu, insaniyetin ulvî hakikati ve küllî hâceti derecesinde katîdir. Belki, insanın midesindeki ihtiyacın vücudu, taamların vücuduna delâlet ve şehâdetinden daha zâhirdir ve daha ziyâde tahakkukunu bildirir. Ve eğer, bu hakikat-i haşriyenin neticeleri, insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini ispat eder. Beşerin idare ve ahlâk ve içtimâiyâtı ile çok alâkadar olan içtimâiyyun ve siyâsiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın. Gelsinler; bu boşluğu ne ile doldurabilirler? Ve bu derin yaraları ne ile tedâvi edebilirler?

Galip olan hükmeder.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İKİNCİ NOKTA: Hakikat-i haşriyenin hadsiz bürhanlarından, sâir erkân-ı imâniyeden gelen şehâdetlerin hulâsasından çıkan bir bürhanı, gayet muhtasar bir sûrette beyân eder. Şöyle ki:
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risâletine delâlet eden bütün mu'cizeleri ve bütün delâil-i nübüvveti ve hakkâniyetinin bütün bürhanları, birden, hakikat-i haşriyenin tahakkukuna şehâdet ederek ispat ederler. Çünkü, bu zâtın bütün hayatında, dâvâları, Vahdâniyetten sonra haşirde temerküz ediyor. Hem, umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu'cizeleri ve hüccetleri, aynı hakikate şehâdet eder. Hem,
b554.gif
-1- kelimesinden gelen şehâdeti bedâhet derecesine çıkaran
b555.gif
-2- şehâdeti de, aynı hakikate şehâdet eder. Şöyle ki:
Başta Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın hakkâniyetini ispat eden bütün mu'cizeleri, hüccetleri ve hakikatleri, birden, hakikat-i haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehâdet edip, ispat ederler. Çünkü Kur'ân'ın, hemen üçten birisi haşirdir; ve ekser kısa sûrelerinin başlarında, gayet kuvvetli âyât-ı haşriyedir. Sarîhan ve işareten binler âyâtıyla aynı hakikati haber verir, ispat eder, gösterir.
Meselâ,
b556.gif
-3-
gibi otuz kırk sûrelerin başlarında, bütün katiyetiyle, hakikat-i haşriyeyi kâinatın en ehemmiyetli ve vâcib bir hakikati olduğunu göstermekle beraber, sâir âyetler dahi o hakikatin çeşit çeşit delillerini beyân edip iknâ eder.
Acaba, birtek âyetin birtek işareti, gözümüz önünde, ulûm-u İslâmiyede müteaddit ilmî, kevnî hakikatleri meyve veren bir kitâbın binler böyle şehâdetleriyle ve dâvâları ile güneş gibi zuhur eden imân-ı haşrî, hakikatsiz olması, güneşin inkârı, belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı? Ve yüz derece muhâl ve bâtıl olmaz mı?
Acaba, bir sultanın birtek işareti yalan olmamak için, bâzan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde; o pek ciddî ve izzetli Sultanın binler sözleri ve vaadleri ve tehditlerini yalan çıkarmak, hiçbir cihette kâbil midir? Ve hakikatsiz olmak, mümkün müdür?



1- Ve peygamberlerine İmân ettim.
2- Ve kitaplarına İmân ettim.
3- Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1.) • Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük birşeydir. (Hac Sûresi: 1.) • Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. (Zilzâl Sûresi: 1.) • Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Sûresi: 1.) • Gök yarıldığında. (İnşikak Sûresi: 1.) • Onlar birbirlerine neyi sorup duruyorlar? (Nebe Sûresi: 1.) • Dehşeti herşeyi kaplayan kıyâmetin haberi sana geldi mi? (Gâşiye Sûresi: 1.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Acaba, on üç asırda, fâsılasız olarak, hadsiz ruhlara, akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu mânevî Sultan-ı Zîşânın birtek işareti, böyle bir hakikati ispat etmeye kâfi iken, binler tasrihât ile bu hakikat-i haşriyeyi gösterip ispat ettikten sonra, o hakikati tanımayan bir echel ahmak için, Cehennem azabı lâzım gelmez mi? Ve ayn-ı adâlet olmaz mı?
Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semâvî suhufları ve mukaddes kitapları dahi, bütün istikbâle ve umum zamanlara hükümran olan Kur'ân'ın tafsilâtla, izahâtla, tekrar ile beyân ve ispat ettiği hakikat-i haşriyeyi asırlarına ve zamanlarına göre, o hakikati katî kabul ile beraber, tafsilâtsız ve perdeli ve muhtasar bir sûrette beyân, fakat kuvvetli bir tarzda iddiâ ve ispatları, Kur'ân'ın dâvâsını binler imza ile tasdik ederler.
Bu bahsin münâsebetiyle, risâle-i Münâcâtın âhirinde,
b557.gif
rüknüne sâir rükünlerin, hususan rusül ve kütüb'ün şehâdetini münâcât sûretinde zikredilen pek kuvvetli ve hulâsalı ve bütün evhamları izâle eden bir hüccet-i haşriye, aynen buraya giriyor. Şöyle ki: Münâcât'ta demiş:
Ey Rabb-i Rahîmim!
Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve Kur'ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ki, başta Kur'ân ve Resûl-i Ekremin olarak bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler, bu dünyada ve her tarafta numuneleri görülen celâlli ve cemâlli isimlerinin tecellîleri, daha parlak bir sûrette ebedü'l-âbâdda devam edeceğine ve bu fânî âlemde Rahîmâne cilveleri, numuneleri müşâhede edilen ihsanâtının daha şâşaalı bir tarzda dâr-ı saadette istimrârına ve bekâsına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refâkat eden müştakların, ebedde dahi refâkatlerine ve beraber bulunmalarına icmâ ve ittifak ile şehâdet ve delâlet ve işaret ederler.
Hem, yüzer mu'cizât-ı bâhirelerine ve âyât-ı kâtıalarına istinâden, başta Resûl-i Ekrem ve Kur'ân-ı Hakîmin olarak, bütün nurânî ruhların sahipleri olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin kutupları olan velîler ve bütün keskin ve nurlu akılların mâdenleri olan sıddîkînler ve bütün suhuf-u semâviyede ve kütüb-ü mukaddesede Senin çok tekrar ile ettiğin binler vaadlerine ve tehditlerine istinâden, hem Senin kudret ve rahmet ve inâyet ve hikmet ve celâl ve cemâl gibi âhireti iktizâ eden kudsî sıfatlarına, şe'nlerine ve Senin izzet-i celâline ve saltanat-ı Rubûbiyetine îtimâden, hem âhiretin izlerini ve tereşşuhâtını bildiren hadsiz keşfiyâtlarına ve müşâhedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bulunan itikadlarına ve imânlarına binâen, saadet-i ebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalâlet için Cehennem ve ehl-i hidâyet için Cennet bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar. Kuvvetli İmân edip, şehâdet ediyorlar.
Âhiret gününe İmân etmek.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahmân-ı Rahîm! Ey Sâdıku'l-Va'di'l-Kerîm! Ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl!
Bu kadar sâdık dostlarını, bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfat ve şuûnâtını yalancı çıkarmak, tekzib etmek; ve saltanat-ı rubûbiyetinin katî mukteziyâtını tekzib edip yapmamak; ve Senin sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve itaat etmekle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının âhirete bakan hadsiz duâlarını ve dâvâlarını reddetmek, dinlememek; ve küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle, Senin azamet-i kibriyâna dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rubûbiyetini müteessir eden ehl-i dalâleti ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında onları tasdik etmekten yüz binler derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden ve nihayetsiz bir çirkinlikten, Senin o nihayetsiz adâletini ve nihayetsiz cemâlini ve hadsiz rahmetini, hadsiz derece takdîs ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle İmân ederiz ki, o yüz binler sâdık elçilerin ve o hadsiz doğru dellâl-ı saltanatın olan enbiyâ, asfiyâ, evliyâlar, hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn sûretinde Senin uhrevî rahmet hazînelerine âlem-i bekâdaki ihsanâtının defînelerine ve dâr-ı saadette tamamıyla zuhur eden güzel isimlerinin hârika güzel cilvelerine şehâdetleri hak ve hakikattir; ve işaretleri doğru ve mutâbıktır; ve beşâretleri sâdık ve vâkidir; ve onlar bütün hakikatlerin mercîi ve güneşi ve hâmisi olan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-i ekber-i haşriye olduğunu İmân ederek, Senin emrinle, Senin ibâdına hak dairesinde ders veriyorlar ve ayn-ı hakikat olarak tâlim ediyorlar.
Yâ Rab!
Bunların ders ve tâlimlerinin hakkı ve hürmeti için, bize ve Risâle-i Nur talebelerine imân-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. Âmin.
Hem, nasıl ki Kur'ân'ın, belki bütün semâvî kitapların hakkâniyetini ispat eden umum deliller ve hüccetler; ve Habîbullâhın, belki bütün enbiyânın nübüvvetlerini ispat eden umum mu'cizeler ve bürhanlar, dolayısıyla, en büyük müddeâları olan âhiretin tahakkukuna delâlet ederler. Aynen öyle de, Vâcibü'l-Vücudun vücuduna ve vahdetine şehâdet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayısıyla, rubûbiyetin ve ulûhiyetin en büyük medârı ve mazharı olan dâr-ı saadetin ve âlem-i bekânın vücuduna, açılmasına şehâdet ederler. Çünkü, gelecek makamâtta beyân ve ispat edileceği gibi, Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun hem mevcudiyeti, hem umum sıfatları, hem ekser isimleri, hem rubûbiyet, ulûhiyet, rahmet, inâyet, hikmet, adâlet gibi vasıfları, şe'nleri lüzum derecesinde âhireti iktizâ ve vücûb derecesinde bâkî bir âlemi istilzam ve zarûret derecesinde mükâfat ve mücâzât için haşri ve neşri isterler.
• Evet, mâdem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı ulûhiyetinin sermedî bir medârı olan âhiret vardır. Ve mâdem, bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli bir rubûbiyet-i mutlaka var ve görünüyor; elbette o rubûbiyetin haşmetini sukuttan, hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve girilecek.
• Hem mâdem göz ile görünen bu hadsiz in'âmlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inâyetler, rahmetler, perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahmân-ı Rahîmin bulunduğunu sönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir; elbette in'âmı istihzâdan ve ihsanı aldatmaktan ve inâyeti adâvetten ve rahmeti azabdan ve lütuf ve keremi ihânetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden bir âlem-i bâkîde, bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
• Hem mâdem bahar faslında, zeminin dar sayfasında, hatâsız yüz bin kitabı birbiri içinde yazan bir kalem-i kudret, gözümüz önünde yorulmadan işliyor. Ve o kalem sahibi yüz bin defa ahd ve vaad etmiş ki, "Bu dar yerde ve karışık ve birbiri içinde yazılan bahar kitâbından daha kolay olarak, geniş bir yerde güzel ve lâyemut bir kitâbı yazacağım ve size okutturacağım" diye, bütün fermanlarda o kitaptan bahsediyor. Elbette ve herhalde o kitâbın aslı yazılmış ve haşir ve neşir ile Haşiyeleri de yazılacak. Ve umumun defter-i a'mâlleri onda kaydedilecek.
•Hem mâdem bu arz, kesret-i mahlûkat cihetiyle ve mütemâdiyen değişen yüz binler çeşit çeşit envâ-ı zevi'l-hayat ve zevi'l-ervâhın meskeni, menşei, fabrikası, meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle, bu kâinatın kalbi, merkezi, hulâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak, gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki, küçüklüğü ile beraber koca semâvâta karşı denk tutulmuş. Semâvî fermanlarda dâimâ, "Rabbüs Semavati Vel Ard" deniliyor. Ve mâdem, bu mahiyetteki arzın her tarafına hükmeden ve ekser mahlûkatına tasarruf eden ve ekser zîhayat mevcudâtını teshîr edip kendi etrafına toplattıran ve ekser masnuâtını kendi hevesâtının hendesesiyle ve ihtiyacâtının düsturlarıyla öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle toplayıp süslettirir ki, değil yalnız ins ve cin nazarlarını, belki semâvât ehlinin ve kâinatın nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve Kâinatın Sahibinin nazar-ı istihsanını celb etmekle, gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve bu haysiyetle, bu kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi ve arzın halîfesi olduğunu fenleriyle, san'atlarıyla gösteren ve dünya cihetinde Sâni-i Âlemin mu'cizeli san'atlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabı tehir edilen ve bu hizmeti için imhâl edilip muvaffakıyet gören nev-i benî Adem var.
• Ve mâdem bu mahiyetteki nev-i benî Adem, mizaç ve hilkat itibâriyle gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyârının fevkınde olarak, koca küre-i arzı o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi mâdenlere mahzen ve her nevi taamlara ambar ve nev-i insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân sûretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir Mutasarrıf var ki, böyle nev-i insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.
• Ve mâdem, bu hakikatteki bir Rab, hem insanı sever, hem kendini insana sevdirir; hem bâkîdir, hem bâkî âlemleri var; hem adâletle her işi görür ve hikmetle Herşeyi yapıyor; hem bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kısacık ömr-ü beşerde ve bu muvakkat ve fânî zeminde, o Hâkim-i Ezelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleşemiyor; ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adâlet ve muvâzenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhâlif çok büyük zulümleri ve isyanları ve velînimetine ve onu şefkatle besleyene karşı ihânetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız kalıp, gaddar zâlim, rahat ile hayatını ve bîçare mazlum, meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler; ve umum kâinatta eserleri görünen şu adâlet-i mutlakanın mahiyeti ise, dirilmemek sûretiyle, o gaddar zâlimlerin ve me'yus mazlumların vefât içindeki müsâvâtlarına bütün bütün zıddır, kaldırmaz, müsaade etmez.



Göklerin ve yerin Rabbi [Allah'tır]. (Ra'd Sûresi: 16; İsrâ Sûresi: 102; Kehf Sûresi: 14.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
• Ve mâdem, nasıl ki kâinatın Sahibi, kâinattan zemini ve zeminden nev-i insanı intihab edip, gayet büyük bir makam, bir ehemmiyet vermiş; öyle de, nev-i insandan dahi makâsıd-ı Rubûbiyetine tevâfuk eden ve kendilerini İmân ve teslim ile Ona sevdiren hakiki insanlar olan enbiyâ ve evliyâ ve asfiyâyı intihab edip kendine dost ve muhatap ederek, onları mu'cizeler ve tevfîkler ile ikram ve düşmanlarını semâvî tokatlar ile tâzib ediyor. Ve bu kıymetli, sevimli dostlarından dahi, onların imamı ve mefhari olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı intihab ederek, ehemmiyetli küre-i arzın yarısını ve ehemmiyetli nev-i insanın beşten birisini uzun asırlarda onun nuruyla tenvir ediyor. Âdetâ, bu kâinat onun için yaratılmış gibi, bütün gâyeleri onun ile ve onun dini ile ve Kur'ân'ı ile tezâhür ediyor. Ve o pekçok kıymettar ve milyonlar sene yaşayacak kadar hadsiz hizmetlerinin ücretlerini, hadsiz bir zamanda almaya müstehak ve lâyık iken, gayet meşakkatler ve mücâhedeler içinde altmış üç sene gibi kısacık bir ömür verilmiş. Acaba hiçbir cihetle hiçbir imkânı, hiçbir ihtimâli, hiçbir kabiliyeti var mı ki, o zât, bütün emsâli ve dostlarıyla beraber dirilmesin ve şimdi de ruhen diri ve hayy olmasın; idâm-ı ebedî ile mahvolsunlar? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Evet, bütün kâinat ve hakikat-i âlem, dirilmesini dâvâ eder ve hayatını Sahib-i Kâinattan talep ediyor.
• Ve mâdem, Yedinci Şuâ olan Âyetü'l-Kübrâ'da, her biri bir dağ kuvvetinde, otuz üç adet icmâ-ı azîm ispat etmişler ki: Bu kâinat, bir elden çıkmış ve birtek zâtın mülküdür; ve kemâlât-ı İlâhiyenin medârı olan Vahdetini ve Ehadiyetini bedâhetle göstermişler; ve Vahdet ve Ehadiyet ile, bütün kâinat, o Zât-ı Vâhidin emirber neferleri ve musahhar memurları hükmüne geçiyor; ve âhiretin gelmesiyle, kemâlâtı sukuttan ve adâlet-i mutlakası müstehziyâne gadr-i mutlaktan ve hikmet-i âmmesi sefâhetkârâne abesiyetten ve rahmet-i vâsiası lâhiyâne tâzibden ve izzet-i kudreti zelilâne aczden kurtulurlar, tekaddüs ederler.
Elbette ve elbette ve herhalde, imân-ı billâhın yüzer nüktesinden bu sekiz mâdemlerdeki hakikatlerin muktezâsıyla, kıyâmet kopacak, haşir ve neşir olacak, dâr-ı mücâzât ve mükâfat açılacak. Tâ ki, arzın mezkûr ehemmiyeti ve merkeziyeti ve insanın ehemmiyeti ve kıymeti tahakkuk edebilsin; ve Arz ve insanın Hâlıkı ve Rabbi olan Mutasarrıf-ı Hakîmin mezkûr adâleti, hikmeti, rahmeti, saltanatı takarrür edebilsin; ve o bâkî Rabbin mezkûr hakiki dostları ve müştakları, idâm-ı ebedîden kurtulsun; ve o dostların en büyüğü ve en kıymettarı, bütün kâinatı memnun ve minnettar eden kudsî hizmetlerinin mükâfatını görsün; ve Sultan-ı Sermedînin kemâlâtı naks ve kusurdan ve kudreti aczden ve hikmeti sefâhetten ve adâleti zulümden tenezzüh ve tekaddüs ve teberrî etsin.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Elhâsıl, mâdem Allah var, elbette âhiret vardır.
Hem nasıl ki, mezkûr üç erkân-ı imâniye, onları ispat eden bütün delilleriyle haşre şehâdet ve delâlet ederler; öyle de,
b559.gif
olan iki rükn-ü imânî dahi, haşri istilzam edip, kuvvetli bir sûrette âlem-i bekâya şehâdet ve delâlet ederler. Şöyle ki:
Melâikenin vücudunu ve vazife-i ubûdiyetlerini ispat eden bütün deliller ve hadsiz müşâhedeler, mükâlemeler, dolayısıyla, âlem-i ervâhın ve âlem-i gaybın ve âlem-i bekânın ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ile şenlendirilecek olan dâr-ı saadetin, Cennet ve Cehennemin vücudlarına delâlet ederler. Çünkü, melekler bu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler. Ve Hazret-i Cebrâil gibi, insanlar ile görüşen umum melâike-i mukarrebîn, mezkûr âlemlerin vücudlarını ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıtasının vücudunu, ondan gelenlerin ihbârıyla, bedihî bildiğimiz gibi, yüz tevâtür kuvvetinde bulunan melâike ihbarâtıyla, âlem-i bekânın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennemin vücudlarına o katiyette İmân etmek gerektir. Ve öyle de İmân ederiz.
Hem Yirmi Altıncı Söz olan Risâle-i Kaderde, imân-ı bilkader rüknünü ispat eden bütün deliller, dolayısıyla, haşre ve neşr-i suhufa ve mîzan-ı ekberdeki muvâzene-i a'mâle delâlet ederler. Çünkü, her şeyin mukadderâtını gözümüz önünde nizam ve mîzan levhalarında kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hâfızalarında ve çekirdeklerinde ve sâir elvâh-ı misâliyede yazmak ve her zîruhun, hususan insanların, defter-i a'mâllerini elvâh-ı mahfuzada tesbit etmek, geçirmek, elbette öyle muhît bir kader ve hakîmâne bir takdir ve müdakkikâne bir kayıt ve hafîzâne bir kitâbet, ancak mahkeme-i kübrâda, umumi bir muhâkeme neticesinde, dâimî bir mükâfat ve mücâzât için olabilir. Yoksa, o ihâtalı ve inceden ince olan kayıt ve muhâfaza, bütün bütün mânâsız, faydasız kalır; hikmete ve hakikate münâfi olur.
Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu kitâb-ı kâinatın bütün muhakkak mânâları bozulur ki, hiçbir cihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimâl, bu kâinatın vücudunu inkâr gibi bir muhâl, belki bir hezeyan olur.

Elhâsıl, imânın beş rüknü, bütün delilleriyle, haşir ve neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı âhiretin vücuduna ve açılmasına delâlet edip, isterler ve şehâdet edip, talep ederler.
İşte, hakikat-i haşriyenin, azametine tam muvâfık böyle azametli ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulunduğu içindir ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın hemen hemen üçten birisi haşir ve âhireti teşkil ediyor; ve onu, bütün hakâikına temel taşı ve üssü'l-esas yapıyor; ve Herşeyi onun üstüne binâ ediyor.
[Mukaddime nihayet buldu]


Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine İmân etmek.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zeylin İkinci Parçası
Baştaki âyetin mu'cizâne işaret ettikleri dokuz tabaka berâhin-i haşriyeye dâir "Dokuz Makam"dan

Birinci Makam
b560.gif

olan fıkradaki ferman-ı haşre dâir buradaki gösterdiği bürhan-ı bâhiri ve hüccet-i kâtıası beyân ve izah edilecek inşaallâh. Haşiye Hayatın yirmi sekizinci hâssasında beyân edilmiştir ki: Hayat, imânın altı erkânına bakıp, ispat ediyor; onların tahakkukuna işaretler ediyor.

Evet, mâdem bu kâinatın en mühim neticesi ve mâyesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-i âliye, bu fânî, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki, hayatın yirmi dokuz hâssasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gâyesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir ve taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla hayattar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa, bu hadsiz cihazât-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şeceresi, zîşuur hakkında, hususan insan hakkında, meyvesiz, faydasız, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve sermâyece cihazâtça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyâde ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek ve ehemmiyetli mahlûku olan insan, serçe kuşundan, saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp, en bedbaht, en zelîl bir bîçare olacak.


Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin. • Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah'ı tesbih edip namaz kılın. • Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız. (Rûm Sûresi: 17-19.)


Haşiye: O makam daha yazılmamış ve hayat meselesi haşre münâsebeti için buraya girmiş. Fakat hayatın âhirinde kader rüknüne işareti pek ince ve derindir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem, en kıymettar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemâdiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri karıştırdığından, en musîbetli bir belâ olur. Bu ise yüz derece bâtıldır. Demek bu hayat-ı dünyeviye, âhirete İmân rüknünü katî ispat ediyor ve her baharda haşrin üç yüz binden ziyâde numunelerini gözümüze gösteriyor.
Acaba senin cisminde ve senin bahçende ve senin vatanında senin hayatına lâzım ve münâsip bütün levâzımâtı ve cihazâtı hikmet ve inâyet ve rahmetle ihzâr eden ve vaktinde yetiştiren, hattâ senin midenin bekâ ve yaşamak arzusuyla ettiği hususi ve cüzî olan rızık duâsını bilen ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duânın kabulünü gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki, seni bilmesin ve görmesin? Ve nev-i insanın en büyük gâyesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım esbâbı ihzâr etmesin? Ve nev-i insanın en büyük, en ehemmiyetli, en lâyık ve umumi olan bekâ duâsını, hayat-ı uhreviyenin inşâsıyla ve Cennetin icadıyla kabul etmesin? Ve kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin sultanı ve neticesi olan nev-i insanın Arş ve ferşi çınlatan umumi ve gayet kuvvetli duâsını işitmeyip, küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun etmesin, kemâl-i hikmetini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!
Hem hiç kâbil midir ki, hayatın en cüz'îsinin pek gizli sesini işitsin, derdini dinlesin ve derman versin ve nazını çeksin ve kemâl-i îtinâ ve ihtimam ile beslesin ve ona dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlûkatını ona hizmetkâr yapsın; ve sonra en büyük ve kıymettar ve bâkî ve nazdar bir hayatın gök sadâsı gibi yüksek sesini işitmesin? Ve onun çok ehemmiyetli bekâ duâsını ve nazını ve niyazını nazara almasın? Adetâ bir neferin kemâl-i îtinâ ile teçhiz ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem orduya hiç bakmasın? Ve zerreyi görsün, güneşi görmesin? Sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!
Hem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki, hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve Kendi san'atını çok sever ve Kendini sevdirir ve Kendini sevenleri ziyâde sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyâde Kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâniini fıtraten perestiş eden hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu mevt-i ebedî ile idâm edip Kendinden o sevgili muhibbini ve habîbini ebedî bir sûrette küstürsün, darıltsın, dehşetli rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Bu kâinatı cilvesiyle süslendiren bir cemâl-i mutlak ve umum mahlûkatı sevindiren bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir.
Netice: Mâdem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimâl etmeyenler, dâr-ı bekâda ve Cennet-i bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ!
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt