Senai Demirci'nin kaleminden

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Kimi, niye bağışlayacağını Allah bilir. Ancak, kendimizi bağışlanmaz bilmek de haddimize düşmüş değil.
SIK SIK şu tür mektuplar alırım. “Ben bittim, mahvoldum. Bir günaha bulaştım.” Başkasından gelmesine de gerek yok aslında. İçimin içinden de gelir o mektup: “Hiç ummazdım kendimden. Oysa beni herkes güzel bir insan sanıyor. Ah, ben nasıl ettim!” Sonra sözler daha bir kanlanır. Ha kendi yüreğimden gelmiş, ha adını bile bilmediğim bir kardeşimden. O kadar tanıdık ve o kadar ortaktır ki: “Rabbimin yüzüne nasıl bakacağım bundan böyle. Yüzüm yok namaz kılmaya, oruç tutmaya… Beni Allah affeder mi ki…”

Hiçbirimize yabancı değil ki bu cümleler. İçimizin yangını. Pişmanlık nehrimizin yatağı. Sanırız ki hep günahsız kalacağız. Umarız ki hiç hatasız tamam eyleyeceğiz ömrü. Böyle olursa Rabbimize karşı bir iddiamız olacaktır: “Bak, ben günahsızım işte…” “Hiç hata etmedim ki…” Bu iddianın içinde Allah’a muhtaç olmama arayışı saklıdır. O’nun affına, merhametine ihtiyaç duymama tavrı.

Çok sık düştüğümüz hatadır: Sınanmadığımız günahlar konusunda kendimize güveniriz. “Ben kim, öyle işler kim!” “Ben o günahı işleyecek adam mıyım, hıh!”lar eksik olmaz içimizden. O kadar çok eminizdir ki düşmeyeceğimizden; düşenleri kınarız. Alay ederiz. Aşağılarız, dışlarız. Boş durmaz, derhal ona buna gammazlarız. Ayıplarız. Ama farkında değilizdir ki, başkasını ayıplamanın ardında şu varsayım saklıdır: “Ben o hataya düşmem!” Gıybetini ettiğimiz her kişi için şu cümleyi söyleriz zımnen: “Ben ondan üstünüm!”

Kendimizi günah işlemeyecek biri görmemiz, başlı başına bir günahtır oysa.

Günah işlediğimizde bağışlanmayı bekleyen bir aciz oluveririz. Kolumuz kanadımız kırılır. Çareyi Allah’tan bekleriz. Bizde bir şey yoktur. Bağışlanacak mıyız, bağışlanmayacak mıyız? Nefsimiz Rabbimizin merhametine rehindir artık.

Affedilecek miyiz gerçekten? Affedildiğimiz haberini kimden alacağız? Benden mi? Şeyhimizden mi? Abimizden ablamızdan mı? Elbette ki kimse kimsenin günah çıkartıcısı olamaz. Hiçbir kul için böyle bir makam yok.

Kimi, niye bağışlayacağını Allah bilir. Ancak, kendimizi bağışlanmaz bilmek de haddimize düşmüş değil. Allah affetmez demek, Allah’ın rahmetine sınır getirmek demeye gelir. Nasıl başkalarını O’na affettirme yetkimiz yoksa O’nu bizi affedemez saymak da, kendimizi O’nun tarafından affedilmez bilmek de haddimiz değil.

İnsanın kendine günahı yakıştıramaması, kibrinden kaynaklanır. Elbette ki ben de sen de onlar da hataya düşebiliriz. Rabbimiz bizden hatasızlık bekliyor değil. Asıl beklediği, hatamızı hata bilmek, hata edebilir olduğumuzu kabullenmektir. Böylesi daha bir “kulca”dır.

Kim bilir o ummadığın günaha kaymasaydın, nasıl da gururlanacaktın. “Ben öyle şeyler yapmam!” edası bir büyük günah olarak yutacaktı seni.

Peki, şimdi o büyük günah sonrası haline bir bak: Duadasın. Yakarıştasın. Gözün yaşlı. Mahcupsun. “Rabbim beni affeder mi ki?” diyorsun. İşte bu kulluk halidir. Rabbinin hoşlandığı haldir. Sınanmışsın o konuda ve daha bir kula yakışır şeyler söylüyorsun.

“Ben bu günahı yapacak adam mıydım?” sorgusu bile gurur içeriyor, farkında mısın? Demek ki yapabilirmişsin. Demek ki acizmişsin. Demek ki kendine güvenmek yerine Rabbine sığınmalıymışsın.

Demek ki sınanmadığın günahtan sınanıncaya kadar kendini o günahtan uzak bilmemeliymişsin. İşte bunlardır kulluk dersi. Gerçek şu ki, her birimizin dikişlerinin zayıfı bir yeri vardır. Hiç ummadığımız bir yerimizde açık yaramız vardır. Zorlanıncaya kadar dikişimizi sağlam sanırız, yaramızı kapanmış biliriz. Ama ne zaman ki bir rüzgâr eser, kırılır belimiz. Ne zaman ki bir yokuşa denk geliriz, patlar dikişlerimiz.

Kış görmeyen ağaçların baharda dik duruşu sınanmamış bir duruştur. Güze erişmemiş dalların yapraklı oluşu “şimdilik”tir. Şimdilik.

Senin sağlam duruşunun kırılma yeri düştüğün o günah işte… İşte şimdi aldın boyunun ölçüsünü. Kimmişsin şimdi öğrendin. Bundan böyle o yaranın acısıyla daha çok merhem olacaksın kendine ve kardeşlerine…

Biliyorsun: “Olanda hayır vardır.” Mademki oldu günahın; günahının oluşunda “hayır” ara… Günahın en kârlısı tövbe ve istiğfar üretenidir. Günahından ümitsizlik çıkarırsan, yeni günahlar için yol açılır ki, işte o zaman başlar zararın. Asıl “günahkâr” günahını derin bir pişmanlığa dönüştürüp kula yakışır mahcubiyet ve mahviyet çıkarandır. Günah, kâr olur o zaman.

Öyleyse kaldır başını ve Rabbinin mağfiretiyle yürümeye başla.

Seni bağışlayacak olan ben değilim elbette… Allah’ın bağışlayıp bağışlamayacağının haberini de ben veremem biliyorsun. Bildiğim şu: Bir günahın ardından gelen mahcubiyet bir sevabın ardından gelen gururdan hayırlıdır… Bu mahcubiyet, işte bu mahcubiyettir seni kul eyleyen.

Günaha düştüğün için ve günahından o eşsiz mahcubiyeti ve gözyaşını çıkardığın için, sen Rabbinin daha onurlu ve şerefli bir kulusun.
gul.gif
gul.gif
gul.gif


Senai Demirci
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
İman ettiğimi söyledim kardeşlerime… Hâşâ, Seni hiç inkâr etmedim Rabbim. Bir Bildim. Bir olduğunu söyledim. Her esman ile tefekkür ettim. Kur’ân’ına muhatap oldum. Kimi kardeşlerim beni Seni anlatmak için çağırdılar yanlarına… Kimileri beni Sana o kadar yakın bildiler ki, mübarek sanıp beni, dua bile istediler. Kâbe’nin eteğine geldim defalarca. Güzeller güzeli Elçi’nin ve seçilmiş kulunun (asm) huzurunda gözyaşı döktüm utançla, mahçubiyetle… Kelime-i Şehadetler getirdim. Hiçbir kardeşim, imansız olduğumu düşünemezdi.Ama ey Rabbim, Senin iğrenç dediğini bildiğim halde, Sen yokmuşsun gibi ulu orta gıybetler ettim. Hem de veçhine baka baka… Ki Senin “Yüzünü nereye dönersen dön, Allah’ın veçhini orada bulacaksın…” [Bakara, 115] dediğine iman etmiştim. Hayret, kullarından bir kulunun, yarattıklarından bir acizin yüzüne baka baka söylemekten korktuklarımı Senin veçhine dönerek söylemekten korkmamışım… Yoksa ben, Sen’den çok kulundan mı korkuyorum? Yoksa ben, Senden çok yarattığından mı çekiniyorum? Hani benim takvam? Hani benim Seninle birlikte yaşam duyarlılığım? Hani benim Allah’a karşı olan sorumluluk bilincim.

Sözyangını – Senai Demirci
 

MURATS44

Özel Üye
Ne olursan ol tövbe kapısı son nefese kadar açık olan bir din ve bu dinin sahibi ALLAH ac. Varmı daha ötesi de karamsarlığa düşülecek konu? Çok güzel bir mesaj.Teşekkürler.
 

SözDüŞü

Banned
Demek ki sınanmadığın günahtan sınanıncaya kadar kendini o günahtan uzak bilmemeliymişsin. İşte bunlardır kulluk dersi. Gerçek şu ki, her birimizin dikişlerinin zayıfı bir yeri vardır. Hiç ummadığımız bir yerimizde açık yaramız vardır. Zorlanıncaya kadar dikişimizi sağlam sanırız, yaramızı kapanmış biliriz. Ama ne zaman ki bir rüzgâr eser, kırılır belimiz. Ne zaman ki bir yokuşa denk geliriz, patlar dikişlerimiz.

Kış görmeyen ağaçların baharda dik duruşu sınanmamış bir duruştur. Güze erişmemiş dalların yapraklı oluşu “şimdilik”tir. Şimdilik.


Allah razı olsun kardeşim

Çok hisseli idi

Üstadımızın kalemine,yüreğine sağlık
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Senai Demircinin Kaleminden Kelimelerin Gönlünü Almaya Geldim
Benimkisi bir tür hastalık sayılabilir. Psikolog dostlarımın hemen müdahale etmek isteyecekleri bir maraz... Obsesyon (muydu?)
Kelimeleri küstürmekten korkuyorum ben. Dudağımın sıcağını hak ettiği halde hiç dudağıma değdirmediğim sesler için üzülüyorum.
Bir dolmakalemin mürekkebine tutunup aşk kokulu bir sayfanın kucağına sessizce kuruluvermeyi umarken, akla gelmeyen, kalbe düşmeyen cümlelere acıyorum. Bir şiirin berceste mısrası olmaya adayken, şairinin uykusuyla boşluğa terk edilmiş, nisyan uçurumlarına itilmiş bir ifadenin hıçkıra hıçkıra ağladığını hayal ediyorum.
Bir lügatin soğuk sayfalarında unutulmuş, sıcacık odalardan kovulmuş, hayattan sürgün edilmiş kelimeler vardır meselâ: "Mühür gözlüm!" Haksızlığa uğramışları da vardır belki; en çok o hak ettiği halde dillere düşmeyi, eşanlamlı olduğunu iddia eden yoz bir sözcük işgal etmiştir ağızları. Bir olasılık daha var, öyle mi? Katledilmişler de vardır meselâ; karnı deşilmişler, ruhu çalınmışlar, uzatması yahut şapkası düşürülüp kötürüm kalmışlar.
Ne kadar yağmur yağarsa yağsın, "kırkikindi"ler dokunmuyor artık yeryüzüne. Sokağa atılmışları da vardır; kesin. Dim dik dururken omurgası kırılmışlar, boynu bükülmüşler, yüzü kızartılmışlar. "Hassas mevzu bunlar!" Muhteşem bir bilgelik taşıdığı halde, yaşlı diye gözden düşmüşler, eski diye bir kenara bırakılmışlar da var aralarında. İhanete uğramış olanları da var, nihai tahlilde. Nahoş anlamlar için tüketilenler, kötü bir politikacının ağzında kirletilip de bir daha kendini aklayamayanları da çok gördüm "netekim". Yoldan çıkarılmışları da vardır herhalde, namusuyla otururken cümlelerin ortasında, sokak ağzına itilmiş olmalılar.
O dertli lügat hangi çığlıklara sus işareti çekiyordur acaba? Nasıl da üşütmemek için sıkı sıkıya kapatıyordur sayfalarını! Şöyle bir nazar ediyorum da, içim parçalanıyor: Merdiven altlarına atılmış kırık dökük heceler. Tavan arasında unutulup kulaklara varmaz olmuş deyimler. Kulağa küpe olası güzellikte inciler iken, argo çöplüğüne atılmış sözler. Hep yanlış yerlere konulup baş aşağı sürüklenmiş kelimeler. Bir zamanlar aşkın sultanlarınca baş tacı edilmişken, şimdi dudak bükülen asil satırlar...
Eyvallah, eyvallah da... Yüreğimi en fazla burkanı söylemem gerek: Anlamı çok güzel ve derin olduğu halde, laf olsun diye geçiştirilen cümleler, nabza şerbet harcanan ifadeler. Yalakalığın ayakları altına paspas edilmiş hitaplar: "Saygımız sonsuz." Hep dillerde sımsıcak dolaştığı halde bir türlü kalbe dokundurulmayan ifadeler: "Dükkân senin!" Asil bir hayranlığı seslendirmek için eğitildiği halde, orta yere tahkir diye sürülenler: "Acayip!" Sevdayı taşırmak için, aşkı taşımak için çırpındıkları halde, vardığı kulağın zarına çarpıp tuz buz olan içtenliksiz sözcükler. Haksızlığa uğruyorlar. Yıllarca güvey olmak üzere hazırlandıkları düğünden yüz geri ediliyorlar. Sevdikleri ellerinden alınıyor. Sokulgan çağrışımları insafsızca budanıyor. Şefkatle uzanan ses parmakları doğranıyor. Ömür boyu biriktirdikleri sermayeleri yağmalanıyor. "Ah!"
Dedim ya; benimkisi bir hastalık belki. Zannımca çaresi yok. Ki ben bu çaresizliği çarem bilirim. Bakın, buraya kadar geldim işte. Yukarıdan aşağıya tekrar okuyacağım yazdıklarımı. Hakkını verebilseydim bu yazının, pencere önünde bekleseydim kimi nazlı kelimelerin, onları da katardım bu denemeye... Yüzlerini yerden kaldırır, yeni vakitlerin başrolünü bahşederdim onlara.
Kim bilir hiç hak etmediği halde hangi kelimeyi tekrarladım. Klişe ifadelerin içine sokuşturup utandırdığım da olmuştur kelimeleri. Tembel zihnimin bir türlü evine kabul etmediği kalbi olan kelimeler yerine kalp kelimelere yüz verdiğim de vakidir. Tanışmış olsaydım şimdiye kadar, nazlarını çekseydim azıcık, şimdi benimle birlikte olurlardı, büyük ihtimal.
Bir gün ama bir gün hesap sormak için yakama yapışacaklar; bu muhakkak. En iyisi, zarif bir denemecinin öğrettiğince küstürdüğüm kelimelerin yerine üç nokta bırakmak. Evime kabul etmedim; bari kapıyı açık bırakayım.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
...
Rabbim;

Demir emrinle parçalanırken,
Nefsimin elinde bırakma beni...

Dağlar Sana boyun eğmişken,
Şeytanın aldatmacalarına kandırma beni...

Dilim Sana içtenlikle yakarırken,
Sözlerimden fazlasıyla anla beni...

Senai Demirci
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Kir yanlış yere konumlanmış maddedir” demiş ya Mary Douglas.
Yıllardır Said Nursi de Kuddüs isminin yorumunda böyle der.
(Bk. 30. Lema)
Varlık hiyerarşisinde insan eşyadan yukarıdadır.
Ama insan eşyayı kendine baştacı yaparsa, eşya da kendisi de kirlenir.
İman, eşyayı ve insanı olması gerektiği yere koyarak ‘temiz’liyor.
Yani, imandan geliyor temizlik.
“Temizlik imandandır” mealindeki Peygamber sözü,
“mümin temiz olmalı” pragmatikliğinden öte bir anlam taşıyor.
Senai Demirci
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
“Hayret et!
Çünkü hayrettir göğe açılan pencere. Hayret ettim ve gördüm, bin ayet güldü yüzüme.”
Böyle demiş Sinan Ceran.

Vahiy, “oku!” diye başlıyor.
Okumak, gördüğünde görünenden fazlasını görmektir.
Yani, olanda olandan ötesini görecek kadar hayretle bak diyor vahiy.
Her bir varlığı bir “harf” olarak oku ki, harfler kendilerini göstermek için var değildir; fazlasını okutmak için vardır.
”Oku!” emri bir hayret etme çağrısıdır.
Hayret etmeyenin göğe açılan penceresi olmaz ya da hep kapalıdır.

Hayretini yitirenin yüzüne niye gülsün ayetler.
Kur’ân’ın ilk sayfasının ilk cümlesi de, “hamd olsun Allah’a” diye başlar. Niye ki?
Allah’a hamd etmen gereken bir konumda olduğunu bil diye telkin eder.
Varlığın ve varlığına tanık olduğun her şey öylesine, rasgele var değil.
Canı gönülden “teşekkür ederim” demeni gerektirecek sonsuz bir minnet ve hayret duygusuyla yaşayacak bir konumdasın. De ki, “teşekkürler olsun Allah’a…
” Demelisin ki, “hayret; hiç beklemezdim bu kadarını!
” Bilmelisin ki, “nasıl olur, hiç ummazdım, şimdi burada var olmayı!
Var olmakla kalmamışım, bir de hayat sahibi olmuşum; hayret!
Hayat sahibi olmuş ve üzerine bir de insan olmuşum, hayret!
İnsan olanlar içinde de, Rabbimin sözüne muhatap olmuşum; ne büyük ve umulmadık bir şeref!
Tüm bunlar bir yana, bir de sonsuzca var olacak kadar kıymetli sayılmışım Yaradan’ım tarafından; ama nasıl olur!
Hayret!
” Ah, bir de hayret etmeyenler var ki, hayret!
Doğru ya; “Sağırlara sen mi işittireceksin yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?”
[Zuhruf, 40]
Senai Demirci
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Cerrah sessizce ağlıyordu, gözlerinden taşan birkaç damla yaş yanağına doğru süzüldü.
Bu arada, gözyaşının nedenini açıklamaya çalıştı, uzun uzun anatomiden ve fizyolojiden söz etti.
‘Melek’ bu açıklamadan tatmin olmamışa benziyordu.
“Belki de,” diye başladı cerrahın gözlerinin içine bakarak,
“ruhun bedenine sığmıyordur da, dışarı sızıyordur.”
City of Angels (Melekler Sehri) filminden
Senai Demirci – Elde var insan

 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Yürüyorsun.
Telaşların omuzlarında.
Çalışıyorsun umutların köşe başlarında.
Yaşıyorsun özlemlerin yarınların ardında.
Gülüyorsun mutlulukların var-yok arası gidip gelmelerde.
An'ın bıçak sırtında nefes alıp veriyorsun.
Aldığın nefes kadar umutlusun,verdiğin kadar huzurlusun.
Sürekli ve kalıcı sanıyorsun kendini.
Oysa bedenini bir andan başka bir ana taşıyamıyorsun.
Sonraların sonrasında hayallerin.
İki dudağının arasında hayatın.
Alıp verdiğin nefes kadar varsın.
Nefesin ha bitti ha bitecek.
Varlığını çoğaltıyorsun kendince.
Biriktiriyorsun elinde olanlar bitti bitecek.
Kızgın bir kor gibi avucunda kaygıların.
Şehrin girdaplarında bir varsın bir yoksun.
Umut ile umutsuzluk arasında dolanıyorsun.
Kaldırımların sana söyleyeceği yok.
Kapılar bir yerlere açılmıyor.
Meydanlar sesine ses katmıyor.
Sokaklar kalbine çıkmıyor.
Aynalarda yüzün eskimiş,ağlıyor.
Bilmeden benliğini sivriltmişsin.
Farkında değilsin umutlarının hepsini cılız nabzına taşımışsın.
Sesin çöle düşüyor,sözün boşlukta kalıyor.
Huzurdan azalıyorsun her an hüsranın büyüyor.
Bugün cuma.
Varlığın bayramı bugün.
Seni varedenin seni severek var kıldığını haykırıkıyor ezanlar..
Seni sevenlerin ve sevdiklerinin arasına katan Rabbinin,varlığını sadece varlığını,hiç bir şeye sahip olmasanda,hiç bir albenili görüntüye sığınmasanda,hiç koşulsuz kabul ettiğinin habercisi ezanlar.
Dur şimdi.
Şimdi dur.
Kendini kırılgan aynalarda çoğaltmaya çalışan bencilliğini sustur.
Seni boş sevdaların yokuşuna süren hırsını sakinşleştir.
Gürültüyü kes;secdenin sükunetine at özlemlerini.
kıskanıpta seni güya iyliğin için bin bir cezbeyle dünyanın kuyusuna atmak isteyen,atıpta ardından kanlı gömleğine bakarak yalan yere ağlayacak sahte kardeşlerinden uzağa at kalbini ve kalıbını..
Bugün cuma..
Dünyadan ümidini kes..
Sonsuzun pınarına yapıştır dudağını..

Senai DEMİRCİ
 
Üst Alt