Türküler ve Hikayeleri

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Bitliste 5  Minare
Bitliste 5 Minare
Türküler ve Hikayeleri - Bitlis'te 5 Minare

Yıllardan 1916…

Anadolu düşman işgali altında...

Ruslar, Doğu Anadolu bölgesinde ilerlemeye çalışıyor, kahraman Anadolu insanı ise genç yaşlı demeden cepheye gitmiş vatanını savunuyordu.Ruslar bazı bölgeleri ele geçirmişlerdi. Ele geçirdikleri yerlerden birisi de Bitlis idi.

Bitlis o dönemde o bölgede aktif yaşantının olduğu bir şehirdi.Ancak düşman işgal etmeye başladığında hem şehirden göçenler hem de cepheye gidenlerden dolayı şehrin nüfusu oldukça düştü. Gelen Rus askeri ise işgal sırasında birçok yere zarar veriyor,şehri harabe haline getiriyorlardı.

Savaş sona erdi...

Kahraman Anadolu insanı düşmanın Anadoluyu teslim almasına izin vermedi...

Düşman Anadolu dan çekildi...

İşte beş minarenin hikayesi de işte burada başladı...

Bir baba ile oğlu savaş sonrasında tekrar memleketlerine Bitlis’e dönüyorlardı.Uzun bir yol gittikten sonra şehrin hemen yakınındaki Dideban Dağına vardılar.Şehir uzaktan harabeyi andırıyordu. Baba oğlunun şehre gitmesini ve yaşayan olup olmadığını kontrol etmesini istedi.Oğlu şehri kontrol edip dönerken uzaktan bağırmaya başlar:”Şehir de hiç kimse yok,sadece beş tane minare kalmış.”Bunu duyan baba tekrar umut ile döndüğü memleketinin bu haline dayanamaz ve ağıt yakmaya başlar…

Bitliste beş minare
Beri gel oğlan beri gel
Yüreğim dolu yare
Beri gel oğlan beri gel

İsterem yanan gelem
Beri gel oğlan beri gel
Cebimde yok beş para
Beri gel oğlan beri gel

Tüfengim dolu saçma
Beri gel oğlan beri gel
Güzelim benden kaçma
Beri gel oğlan beri gel

Doksandokuz yaram var
Beri gel oğlan beri gel
Bir yarada sen açma
Beri gel oğlan beri gel
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Çanakkale İçinde vurdular  beni
Çanakkale İçinde vurdular beni
Türküler ve hikayeleri - Çanakkale İçinde

Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur. Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede, bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır.

Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere, Fransa ve Rusya ile, İttifak Devletleri dediğimiz Almanya, Avusturya ve İtalya´nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar. Almanya´ya saldırabilmesi için Rusya´nın silah ve cephane ihtiyacı vardı. Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya´nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu. Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale´de cephe açmaları gerekti. İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915´te Çanakkale Boğazı´nı geçmeye kalkıştı. Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi. Bu sefer Gelibolu yarımadası´nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul´a yürümeyi denediler. Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu. Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara´ya ulaşmayı denediler. Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu, bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu. Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı.

Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu´da heyecan uyandırması, bu savaşa doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir.

Çanakkale İçinde Aynalı Çarsı,
Ana Ben Gidiyom Düşmana Karsı.
Of Gençliğim Eyvah.

Çanakkale İçinde Bir Uzun Selvi,
Kimimiz Nişanlı Kimimiz Evli.
Of Gençliğim Eyvah.

Çanakkale Üstünü Duman Bürüdü,
On Üçüncü Fırka Yürüdü.
Of Gençliğim Eyvah.

Çanakkale İçinde Bir Dolu Testi,
Analar Babalar Mektubu Kesti.
Of Gençliğim Eyvah.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Çarşambayı Sel Aldı
Çarşambayı Sel Aldı
Türküler ve hikayeleri - Çarşambayı Sel Aldı

çarşamba deyince bir yabancı hemen çarşambayı sel aldı türküsünü anımsar..çarşamba her şeyden önce bu türküyle ünlenmiştir..bu ün ardında nice acı ve gözyaşını taşıyor..tarih boyunca yeşilırmak nice canlar almıştır..1970 lerde suat uğurlu ve hasan uğurlu barajlarıyla doğal akışa son verilmiştir..artık yeşilırmak tan insan hayvan cesetleri..evler..beşikler ve birçok hayat nesnesi geçmiyor..kısacası artık çarşamba yı sel almıyor..

yıllardır söylenen..söylenecek olan bu güzel türküyü ve bu türkünün hikayesini hemşehrimiz sayın faik okutgen derlemiştir...

Çarşamba ovasında Yeşilırmak'a kavuşan Abdal deresinin kıyısındaki köylerden birinde, Ahmet diye fakir bir genç yaşarmış. Ne var ki sevdalısı Melek'le nişanlanıp askere gittikten sonra kötü haber ona tez ulaşmış: Melek'te gözü olan Ağaoğlu Mehmet Ali, Melek'i dağa kaldırmıştı. Üstelik Mehmet Ali,

Melek'le önce açıkça konuşmuş, Melek de çevresindekilerin uyarısına rağmen onu sert biçimde reddetmişti.

Ahmet kötü haberi alınca firar edip, elinde silahıyla arkadaşlarını toplayıp yollara düşer. Gece gündüz, dağ tepe Melek'i arar. 'Meleeeek... ' diye bağırmaktan sesi gider.

Derken bir gün, önce çakal yağmuru uç verir. Sonra koca gökyüzü yarılır. Yeşilırmak öyle bir kabarır ki, uçsuz bucaksız Çarşamba ovası kaynayan bir göle dönüşür. Evleri, köyleri, hayvanları, insanları yutar. Ortalık durulup sel çekildiğinde, Abdal deresinin Yeşilırmak'a kavuştuğu yerdeki bir kaya, üzerinde el ele tutuşmuş boylu boyunca yatan Ahmet ve Melek'in cansız bedenleri gözler önüne serilir. Rivayete göre o büyük kaya yediye bölünür ve her bir parçanın dibinden selvi boyu su fışkırır. Ahali, doğanın gözyaşlarını döktüğüne inanarak duaya başlar. İşte bu duaların zaman içinde 'Çarşamba'yı Sel Aldı' türküsüne dönüştüğüne inanılır.

Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kurulmuş ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anılır olmuştu. Ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayılırdı. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar da sürmüştü.

Çarşamba’yı Sel Aldı,
Bir Yar Sevdim El Aldı Aman Aman.
Keşke Sevmez Olaydım,
Elim Koynumda Kaldı Aman Aman.

Oy Ne İmiş Ne İmiş Aman Aman,
Kaderim Böyle İmiş.
Gizli Sevda Çekmesi Aman Aman,
Ateşten Gömlek İmiş.

Çarşamba Yazıları,
Körpedir Kuzuları Aman Aman.
Allah Alnıma Yazmış,
Bu Kara Yazıları Aman Aman.

A Dağlar Ulu Dağlar Aman Aman,
Yarim Gurbette Ağlar.
Yari Güzel Olanlar Aman Aman,
Hem Ah Çeker Hem Ağlar.

Yılan Çıkar Kamışa,
Su Neylesin Yanmışa Aman Aman.
Mevlâ’m Sabırlar Versin,
Yarinden Ayrılmışa Aman Aman.

 
Moderatör tarafında düzenlendi:

iMpAcK

Yeni Üyemiz
Allah Razı olsun türküleri hikayeleriyle birlikte öğrenmek bir nevi tarihimizi öğrenmek gibi :)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Ezo Gelin
Ezo Gelin
Türküler ve hikayeleri - Ezo Gelin

Ezo Gelin Kimdir?

Asıl adı "Zöhre" olan Ezo Gelin, 1909´da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif´tir. Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo´nun, üçü erkek, üçü kız altı kardeşi daha vardır.

Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üzerinde topluyordu. O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi. Ezo´yu, birçok zenginin yanı sıra, o zamanki Halep ilimizin Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyzeoğlu Memey (Memet) istiyordu. Taktirde yazılan tedbirde bozulmamış; Ezo´nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyzeoğluyla…

Ezo´nun Güzelliği

Anlatanlar, Ezo´nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Öykümüze geçmeden, Ezo´nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım:
- Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış.
- Öyle güzelmiş ki Ezo; bakanlar bakmaya doyzmazlarmış.
- Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo´nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo´nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış.
- Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış,
- Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş…

Öykümüz Başlıyor…

Ezo´nun güzelliği söyleyen dillere söylence olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu. Bu komşu Beledin köyünden, "Şitto" Hanefi Açıkgöz´dü. Şitto´nun bağlaması, akarsulara "Siz şırıldamayın, ben şırıldayım"; seside bülbüllere, "Siz şakımayın, ben şakıyayım" diyen cinstendi. O sıralar Hanefi 30; ay´a "Sen doğma ben doğayım" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı.

Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş´un düğünü vardı. Düğüne Ezo da Şitto da çağrılıydılar elbet. Düğünde tüm gözler gelini de güveyi de unutup, Ezo ile Şitto´yu izledi. Şitto, Ezo´ya gönlünü kaptırdı. Şitto Hanefi´nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu. Bu nedenle, Ezo´ya dünür yolladı. Hanefi, ala ala "düşünelim" cevabı aldı.
Araya acımasız zaman girdi. Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk´le yörenin töresi olan "değişik"i uygulamaya karar verdi.( Bu töreye göre, bir erkek, hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır. Böylece iki tarafta çevrede "kalın" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur.) Şitto halası Hazik´i Mehmet´e verecek; buna karşılık Mehmet´in kızkardeşi Selvi´yi alacaktı. Araya girenler girdi; bu "değişik" gerçekleşemedi. Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu.

Ezo Şitto İle Evleniyor

Derler ya; "İnsan sarayda olmamalı. Sareay insanda olmalı…" Şitto´nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu. Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto´ya çatıldı. "Ele gelin gelir, bize kalın gelir" demişler. Bu evlenmede Şitto´ya kalın (başlık) da gelmeyecekti. Çünkü Şitto Ezo´yu almasına karşılık, Ezo´nun ağabeyi Zeynel´e halası Hazik´i verecekti. Alan razı veren razı…

Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu. Şitto´yla Ezo´nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel´le Hazik´in düğünü Uruş´ta kuruldu. Zurna öttü davul vuruldu… Alındı, verildi; iki köyde, gerdeğe girildi. Sen sağ ben selamet. Bu demektir ki iki köyde iki mutlu yuva kuruldu.

Şitto ile Ezo, sizlere layık mutlu bir yaşamı sürdürüyordu. Ağızlarının tadı yerindeydi yani. Gelgelelim, mutlulukları göze geldi.

Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi. Yemediler-içmediler, dedikodu yaptılar. Atalarımız "Söz taşıma taş taşı" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar. Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler…

Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler. "Kötü talih geç buldum; tez yitirdim…"
Şitto Ezo´yu boşayınca "değişik" töresince halası Hazik de geri döndü.

Ezo´nun İkinci Evliliği

Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi´den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı. Yörenin ağızbirliği etmişçesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre boyunca daha bir serpildi, daha bir güzelleşti. Öyle ki görenin gözü kalırdı. Nasıl anlatmalı: O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi.

Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo´nun. Her talibi, tek tüy isteyen Hz. Süleyman´ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var-neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo´nun. Ezo tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi.

Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyzeoğlu Memey´le evlenmeye razı lodu. Türkmen oymağından olan Memey Suriye´nin, Calabrus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu.

Ezo 1936 yılının güzünde Uruş´tan Kozbaş´a gelin gitti. Bu evliliğide değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi´yi, Ezo´nun ağabeyi Zeynel Bozgedik´e vermişti.

Öykünün Sonu

Ezo´yla Memey´in iki kızları oldu. İlki fazla yaşamadan öldü. "Celile" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye´de yaşamaktadır.

Ezo´nun ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi. Ne var ki "gurbet" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da. Türk köylüsü "çalının ardı gurbet" der. Ezo da, Kozbaş´tan Türkiye´yi, Uruş´u görüyordu.Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu. Yakınları onun "Vara öleyim, tek yurdumda kalayım" dediğini anlatırlar.

Ezo bir de "göreceksiniz bu gurbetlik beni öldürecek" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye´yi görecek bir yere gömülmesini dilerdi.

Dediği de oldu. Suriye´ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü. Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu. Ezo, kızı Celile´yi yatağının başından ayırmak istemiyordu. Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile´de buluyordu.

Ve Ezo Gelin güz yağmurlarının düştüğü bir Cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu. Eşi ve yakınları, casiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye´yi seyrettiği Bozhöyük´ün en yüksek noktasına gömdüler.

"Mezarı oradadır şimdi-o kum ülkesinde…"

EZOGELİN TÜRKÜSÜ

Ezo gelin benim olsan seni vermem feleğe,
Güzel yosmam başın için salma beni dileğe,
Anası huridir de, kendi benzer meleğe
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, neneyle

Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel…

Ezo Gelin çık Suriye dağlarının başına,
Güneş vursun da kemerin kaşına kaşına,
Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, neneyle

Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel…

Sordum seni yıldızlara ay ışığına
Dediler tam bin yıldır görmedik onu
Sordum kadim kitaplara tozlu raflara
Dediler o bizden önce buralardaydı

Mağrur bir uçurum oldu kalbim
SEn gittin gideli buralardan
Ayrılık ne yaman bir ateşmiş
Ne olur dön gel ezo

Oy ezo yanlızlık ezim ezo
Oy ezo görmüyor gözüm ezo
Oy ezo tutmuyor dizim ezo
Tükendim dön gel ezo

Ceylanları emziren bir peri gibi
Kollarında uyut beni iblise inat
Hey rüzgarın sevgilisi orman çiçeği
Hasretim sensin gurbetim sen günışığım sen

Mağrur bir uçurum oldu kalbim
Sesin deler içimde kurşun gibi
Ayrılık ne yaman bir ateşmiş
Ne olur dön gel ezo

Oy ezo yanlızlık ezim ezo
Oy ezo görmüyor gözüm ezo
Oy ezo tutmuyor dizim ezo
Tükendim dön gel ezo

Turnayı uçurdum Uruş köyünden Önünde sacır var, geçmez orayı
Tilsevet gölüne battı mı dersin, Hep avcılar arar bahtı karayı,
Bir haber alamadım Zambır köyünden Şaine Küllü´yü, hem zügarayı
Şibib´e telinden atımı dersin Bu üç köyü şavkı tuttu mt dersin?

Hele Devehöyük geçit yeridir. Mallarım kaçaktır, varma gümrüğe,
Bozhöyük te gümanımın biridir, Geç Karakuyu´dan, otur Düğnü´ye,
Alıp giden Türkmenlerin eridir Dön ha Ezo, dön ha eski yurduna,
Bir gece Kozbaş´ta yattı mı dersin? Sahiplarin seni sattı mı dersin?

İlk kocası "Şitto" Hanefi Açıkgöz´ün yaktığı türkü

Üstünden al giymiş altından mavi Fırat kenarına yağmaz mı dolu
Yarim kanatlanmış uçmanın çağı Eşinden ayrılan olmaz mı deli
Anca şahin alır böyle bir avı Günde üç beş defa gördüğüm yari
Gene dertli dertli gider bu gelin Şimdi yıldan yıla sabır eder gönül

Giymişsin karayı olmuşsun tatar Salınmaz ateşi saldın özüme
Derdimi derdine etmişsin katar Geceleri uyku girmez gözüme
Söyler de dostlar ben inanmazdım Son zamanda sen gelirsin sözüme
Elin dediğinden olmuşsun beter. Gene dersin ben ettiğimi bilmedim,

Yüce dağ başında bölük bölük kar Annesi huri de benzer meleğe
Ayrılık elinden ciğerim delik Başın için salma beni dileğe
Bu ayrılık bize mevladan geldi. Gücüm yetmez şu imansız feleğe
Gene dertli dertli gider bu gelin Gene dertli dertli gider bu gelin.

 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Hekimoğlu
Hekimoğlu
Türküler ve hikayeleri - Hekimoğlu derler benim adıma

Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.

Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu´na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu´yla görüşmeye başlamıştır.

İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu´na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu´yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu´nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu´yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.

Hekimoğlu´nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.

Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu´nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu´nu bir türlü ele geçiremezler.

Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu´nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.

Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu´ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın <<puştluğu>> yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle <<yaman cenk>> olur orada.

Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :

1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.

2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu´ya kadar geliyor ve burada ölüyor.

Hekimoğlu, tipik bir <<erdemli başkaldırıcı>> örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.

Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <<aynalı martini>> dir. Hekimoğlu Türküsü´nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynalı martin>> in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.
Bu yüzden Hekimoğlu´nun, adı, Hekimoğlu´nun adı "aynalı martin" le özdeşleşmiştir

Hekimoğlu derler
Benim aslıma
Aynalı martini yaptırdım da narinim
Kendi neslime

Konaklar yaptırdım
Mermer direkli
Hekimoğlu geliyor da narinim
Arslan yürekli

Konaklar yaptırdım
Döşedemedim
Ünye Fatsa bir oldu da narinim
Baş edemedim

Ünye Fatsa arası
Ordu da kuruldu
Hekimoğlu dediğin de narinim
o da vuruldu...

 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Hastane  önünde  incir ağacı türküsüne  konu olan  Yozgattaki  hastane
Hastane önünde incir ağacı türküsüne konu olan Yozgattaki hastane
Türküler ve hikayeleri - Hastane Önün de İncir Agacı

Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat´a (Akdağmadeni) gelir.

Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul´da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.

Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat´a getiremez, İstanbul´da kalır.

Hastane Önünde İncir Ağacı
Hastane önünde incir ağacı (Annem ağacı)
Doktor bulamadı bana ilacı (Annem ilacı)
Baş tabip geliyor zehirden acı (Annem vay acı)

Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu

Mezarımı kazın bayıra düze (Annem vay düze)
Yönünü çevirin sıladan yüze (Annem vay yüze)
Benden selam söylen sevdiğinize (Sevdiğinize)

Başını koysun karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın

 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Muhabbet bağı
Muhabbet bağı
Saadettin Kaynak hoş bir insandı. Büyük bestekardı, aynı zamanda imamdı.

Bir gece Peygamber Efendimizle halvet olmuştur ve ertesi sabah onu gözyaşları içinde, ağlar bulmuşlardır.

Saadettin Kaynak birkaç gün ortalarda gözükmeyince dostları merak ederler. Nerede olduğunu kendisi şöyle anlatır:

gece Resulullah’la beraberdik. Artık o günlerde, bir daha dünya işleriyle alakadar olamadım.işte bu şarkı da o geceyi anlatır:

" Muhabbet bağına girdim bu gece
Açılmış gülleri derdim bu gece
Vuslatın çağına erdim bu gece
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş.
Ararım ararım seni her yerde
Sorarım ıssız gecelerde, sevdiğim nerde... "

Şarkıyı bu bilginin ışığı altında dinlemek gerekir. Zira bu bilinmeyince içki masalarında güle oynaya söylenen bir şarkı yahut göbek atmakta kullanılan bir ezgi olmaktan öteye geçemez. üstadın kemiklerini sızlatmak bir yana peygamberi incitmek tehlikesi bile vardır bilinçsizce çalınıp söylendiğinde hatta dinlendiğinde..

 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Sevdiğim bir gün bana yar demedin
Sevdiğim bir gün bana yar demedin
Türküler ve hikayeleri - Sevdiğim bir gün bana

Sevdiğim bir gün bana
Yar demedin yar demedin
Gece gündüz tenhalarda
Ağlayanım var demedin.
Seni sevmek suçunu bana
Ağlıyorum yana yana
Bir melhem verip yarama
Sür demedin
Bir gün bana gül demedin
Göz yaşını sil demedin
Bir ömür koştum peşinden
Gül demedin yar demedin

Bu türkü asırlar öncesine Peygamber Efendimiz'in olduğu döneme rast gelir. Efendimizin amcası hz Hamza cesurluğu ile meşhur bir arslan avcısıdır oda diğer sahabe hazretleri gibi
müslümanlıkla şereflenmiştir. Efendimizin adeta gölgesidir birileri zarar vermesin diye hep yanındadır.

Bedir savaşında çok azılı bir düşmanı öldüren Hz.Hamza 'nın da düşmanları çoğalmıştır. Öldürülen düşmanın kız kardeşi bir katil kiralır ve Hz.Hamza'nın ciğerini ister zaman Uhud savaşının olduğu zamandır. Ve kahraman hz Hamza döne döne elinde iki kılıçla savaşır.Boş bulunduğu bir an adı Vahşi diye anılan siyahi katil Hz. Hamzaya bir ok atar ve ciğerini söker.

Peygamber Efendimiz çok üzülür ve ağlar.

Gel zaman git zaman Efendimiz Vahşiye bir mektup yollar ve müslümanlığa davet eder nasıl olursa olur ve Vahşi müslümandır. Efendimiz onu görünce acısını hatırlar ve derki ya Vahşi sen bana fazla gözükmesen. Hz. Vahşi bu sözler üzerine Efendimizi uzaktan seyreder ve onun hep çağırmasını bekler ne yazık ki Efendimiz gel diyemeden vefat eder. Aradan zaman geçer Müseyleme adında bir kafir peygamberim diye ortalarda saçmalar ve bu yalancı peygambere savaş açılır. Hz. Vahşi Hz. Hamza'nın kalbini sökmede kullandığı paslı mızrapla bu yalancı peygamberi öldürür ve derki şimdi huzuruna geleyim mi EY ALLAHIN RESULU? işte bu türkü Efendimizle aynı dönemde yaşamış ama O'nu görmekten mahrum kalmış hz.Vahşinin türküsüdür.

 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt