Özellikle günümüzde çok dikkatimizi çeken bir ayrıntı. Hocalar, hacılar, talebeler, mevlüt okutma vb. neticesinde böyle bir soru zihinlerde yer ediniyor. Peki ulema bu hususta ne diyor?
İmam-ı Zührî Rh.A. ücretle Kur'ân-ı Kerim öğretilmisini kerih görmüştür. Sâdât-ı Hanefiyye de, “Kur'ân-ı Kerim öğretme karşılığında ücret alamk câiz değildir,” demişlerdir. Hanefî âlimlerinden
“Kâfî” sahibi: “Kişinin çocuğuna Kur'ân-ı Kerim, fıkıh, ferâiz öğretmek üzere ilim sahibi bir zatı ücretle tutması câiz değildir. Keza, Ramazanda imam ve müezzin isticar da câiz değildir,” demiştir.
Medine-i Münevvere fükahâsına göre Kur'ân-ı Kerim öğretmek ve okumak karşılığında ücret almak câizdir. İmam-ı Şâfii Rh.A. ile, Fakih Ebû’l- Leys’in ihtiyarı da budur.
Ücret almanın câiz olmadığını söyleyen imamların ictihatlarına esas olan fıkhî kaide şudur: “Her tâat ki, edâsı Müslüman’a hastır; o tâat üzerine ücret almak câiz değildir. Bunların edâsı karşılığında Allahü Teâlâ’nın hazîne-i kerem ve âtıfetinden başka bir yerden ücret alınması câiz olmaz.” Bu mevzûda naklî deliller şunlardır:
1- “Kur'ân-ı Kerim okuyunuz, fakat onu yiyecek ve menfaat vesîlesi edinmeyiniz.” (Taberânî, Bezzar)
2- Ubâde bin Sâmit R.A.: “Ehl-i Suffe’den bir çok insana Kur'ân-ı Kerim öğrettim. Onlardan biri bana bir yay hediye etti. Kendi kendime, bu bir mal değildir; bununla gazâlarda Allah yolunda ok atarım, dedim. Bunu Rasûlüllah S.A.V.’e arzettim. Buyurdular ki: “Allahü Teâlâ’nın kıyâmet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzû edersen kabul et” (Ebû Dâvud)
3- “Her kim Kur'ân-ı Kerim öğretmesi üzerine bir yay alırsa, Allahü Teâlâ ona ateşten bir yayı gerdanlık yapıp boynuna takar.” (Dârimî)
4- Her kim Kur'ân-ı Kerim okuyup onu insanların malını yemeye vesîle edinirse, kıyâmet gününde yüzü, etleri dökülmüş bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanına gelir.” (Beyhakî)
5- “Ashâbım, Kur'ân-ı Kerim okuyun ve onun feyziyle hâcetlerinizi Allahü Teâlâ’nın kerem-i inâyetinden dileyin!” Sizden sonra bir kavim gelecek, onlar Kur'ân-ı Kerim okuyacaklar, fakat ecrini (Allahü Teâlâ’dan değil de) insanlardan isteyecekler. (Tirmizî)
Bu rivâyetler sâdât-ı Hanefiyye için Kur'ân-ı Kerim mukabilinde ücret almanın câiz olmadığına delâlet eden kuvvetli birer delil teşkil etmektedir.
Tahâvî de şöyle demiştir: “Duâ ve şifâ için okumaktan ücret almak câizdir, velev ki o duâda Kur’an dâhil bulunsa bile. Çünkü insanların birbirlerine duâ etmeleri bir borç değildir. Fakat Kur'ân-ı Kerim okumasını bilenlerin bilmeyenlere öğretmeleri dînî bir vazifedir, bir borçtur, vâciptir
Mukaveleye ve şarta istinat etmeyerek verilen ücreti almak câiz midir?
Buhâri’nin, Sahîh’inde büyük fakîh Şa’bî Rh.A.’den şöyle bir ta’lik vardır: “Kur'ân-ı Kerim öğretmek için ücret şart kılmak câiz değildir. Meğer ki şartsız ve mukavelesiz bir şey verilmiş ola. Bu verilen şeyi muallim kabul etsin, alsın!”
Şa’bî Rh.A.’in bu sözü, şart ile, pazarlık sûretiyle Kur'ân-ı Kerim okumak ve öğretmek mukabilinde ücret almak câiz olmayıp şartzsız, mukavelesiz verilen bir şeyi almak câiz olduğuna delâlet eder. Çünkü, şartsız, pazarlıksız verilen şey, ya hediyedir, yahût sadakadır, her halde ücret değildir. Hanefî imamlarının mezhebi de budur.
HULÂSA: Bütün bu rivâyetler, mukavele ile, şart ile, pazarlık sûretiyle Kur'ân-ı Kerim öğretmek ve okutmak için ücret almanın kerâhetini, fakat şarta bağlı olmayarak hîbe ve sadaka kabîlinden verilen şeyi almanın cevâzını ifade etmektedir.
Müteahhirîn fukahâsı ise bu mevzûda iki ayrı yol tâkip etmişler. Hidâye sahibi ile İbn-i Hümam, seleflerine uyarak, fertlerin îcârı ile Kur'ân-ı Kerim öğretmek gibi dînî vazifeler mukabilinde ücreti câiz görmemişlerdir. Diğer bir kısım fukahâ da buna cevaz vermişlerdir. Bunların başında Fahrüddîn Kâdîhan gelmektedir. Bunlar: “Mütekaddimîn imamları zamanında hâfızlar azdı. Buna mukabil halkın rağbeti çoktu. Bununla beraber hâfızların beyt’ül- mâlden atiyyeleri vardı. Maîşet husûsunda güclük cekmiyorlardı. Bu sebeple seleflerimiz ücretle Kur'ân-ı Kerim öğretmeyi ve okumayı câiz görmemişlerdir. Diğer taraftan selef imamları hâfızların azlığına bakarak Kur'ân-ı Kerim’in zıyâından endişe edip tâ’lim ve kırâetin vücûbuna hükmetmişler. Buna istinaden hafızların bu dînî vecîbeyi yerine getirmek için sarfettikleri gayretler, halkın ve beyt’ül- mâlin de inâyet ve âtıfetleri bereketiyle Kur’an hâmilleri çoğaldı.
Zamanımızda ise, tamamiyle aksine bir vaziyet hâsıl oldu: İnsanların rağbeti azaldı, beyt’ül- mâlin atiyyesi de kesildi. Hâfızlar maîşetlerini kazanmak için birer meslek edinmeye mecbur oldular. Bu sûretle fahrî ve hasbî olarak tâlim ve kırâet azaldı. Şâyet ücretle tâlim ve kırâet yolu açılmazsa, Kur'ân-ı Kerim’in zıyâından korkulur,” diyerek tâlim ve kırâet için ücret almaya istihsânen cevaz vermişlerdir.
İmam-ı Şâfii ile Medîne-i Münevvere fukahâsının, tâlim ve kırâet için ücret almanın cevazına dâir olan ictihatlarına esas teşkil eden deliller ise şu hadis-i şeriflerdir:
1- “Mukabilinde ücret aldığınız vazifelerin en haklı olanı, Allah’ın Kitabı mukabilindeki ücrettir.” (Buhârî)
Hanefî imamları, bunu, “Kitâb’ullah ile duâ mukabili alınan ücret” diye te’vil etmişlerdir. Aşağıda gelecek hadis-i şerifte görüleceği üzere duâ ve şifa için okunursa ücret almak câizdir.
Ebû saîd-i Hurî R.A.’den şöyle rivâyet olunmuştur:
“Rasûlüllah S.A.V.’in Ashab’ından (otuz kişilik) bir seriyye, me’mur oldukları bir sefere gitmişti. Bunlar Arap kabîlelerinden bir kabîle üzerine indiler ve müsâfir edilmelerini istediler. Fakat bunlar misâfir etmekten imtinâ ettiler. Bu sırada reislerini (bir akrep) sokmuştu. Bütün kabîle halkı harekete gelip her çâreye baş vurdular. Hiç bir şey şifa vermedi. Bunlardan bazıları:
– Şuraya inen kaafile halkına gitseniz, belki bunların arasında bir çâre bilen kimse vardır, demişti. Bunun üzerine kabîle halkı gelip:
– Ey cemaat, reîsimizi akrep soktu. Tedavi için koştuk, her çâreye mürâcaat ettik, müessir olmadı. İçinizde buna çâre bilen bir kimse var mıdır? diye sordular. Kaafileden birisi (ki, Ebû Saîd-i Hudrî R.A.’in kendisidir):
– Evet ben varım; vallâhi ben duâ ederim. Fakat sizden bizi misâfir etmenizi diledik de yemîn ederim ki, misâfir edinmediniz. Artık şimdi ben de size bir ücret tâyin etmedikçe duâ etmem, dedi. Bir sürü koyuna sulh oldular. Ebû Saîd R.A. kabîle reîsinin yanına gitti. Fâtiha-i Şerife’yi sonuna kadar okudu. Derhal reis, bukağından çözülmüş hayvana döndü. İleri geri yürümeye başladı. Üzerinde hiç bir hastalık kalmamıştı.
Ebû Saîd-i Hudrî R.A. (devamla) demiştir ki: Kabîle halkı mukavele edilen ücreti îfâ ettiler. Ashab-ı Seriyyeden bazıları:
– Bu koyunları taksim ediniz! dediler. Fakat duâ eden (Ebû Saîd R.A. ):
– Hayır, Nebî S.A.V.'e varıp bu olup bitenleri kendisine arz edinceye kadar bu koyunları taksim etmeyiz!. Görelim bize Rasûlüllah S.A.V. ne emreder, dedi. Sefer hey’eti Rasûlüllah S.A.V.’e geldiler. Bu hâdiseyi hikâye ettiler. Rasûl-i Ekrem (Ebû Saîd’e hitâben):
– Fâtiha Sûre’sinin bu kadar müessir bir duâ olduğunu sana kim öğretti? di(ye onu taltif et)di. Sonra seriyye halkına teveccüh edip (bunları da taltif için) Rasûlüllah S.A.V.:
– İyi hareket etmişsiniz. Şimdi taksim ediniz. Sizinle beraber bana da bir hisse ayırın! dedi ve tebessüm buyurdu.” (Buhârî)
Hanefî imamlarının ictihatlarına esas olan hadis-i şeriflerle bu hadis-i şerif arasında görülen teâruza İbn-i Cevzî Rh.A. şöyle cevap vermiştir:
1) Ebû Saîd-i Hudrî R.A.’in reislerine duâ ettiği kabîle kâfir idi, onların mallarını almak câiz idi.
2) Misâfir hakkı ve misâfir-perverlik vâcip iken bunlar bir İslâm seriyyesini kabul etmemişlerdi.
3) Duâ, kurbet-i mahz (hâlis bir ibâdet) değildir. Binâenaleyh ücret almak câizdir. (Buhârî, C.7,S.43-51)