Yirmi Beşinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci Şûle
İkinci Şûlenin Üç Nuru var.
Birinci Nur
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın heyet-i mecmûasında râik bir selâset, fâik bir selâmet, metîn bir tesânüd, muhkem bir tenâsüb; cümleleri ve heyetleri mâbeyninde kavî bir teâvün; ve âyetler ve maksadları mâbeyninde ulvî bir tecâvüb olduğunu, ilm-i beyân ve fenn-i maânî ve beyânînin Zemahşerî, Sekkâkî, Abdülkâhir-i Cürcânî gibi binlerle dâhî imamların şehâdetiyle sabit olduğu halde, o tecâvüb ve teâvün ve tesânüdü ve selâset ve selâmeti kıracak, bozacak sekiz dokuz mühim esbâb bulunurken, o esbâb, bozmaya değil, belki selâsetine, selâmetine, tesânüdüne kuvvet vermiştir. Yalnız, o esbâb, bir derece hükmünü icrâ edip, başlarını perde-i nizam ve selâsetten çıkarmışlar. Fakat, nasıl ki yeknesak düz bir ağacın gövdesinden bir kısım çıkıntılar, sivricikler çıkar, lâkin ağacın tenâsübünü bozmak için çıkmıyorlar, belki o ağacın zînetli tekemmülüne ve cemâline medâr olan meyveyi vermek için çıkıyorlar; aynen bunun gibi, şu esbâb dahi, Kur'ân'ın selâset-i nazmına kıymettar mânâları ifade için sivri başlarını çıkarıyorlar.
İşte o Kur'ân-ı Mübîn, yirmi senede, hâcetlerin mevkîleri itibâriyle necim necim olarak, müteferrik parça parça nüzûl ettiği halde, öyle bir kemâl-i tenâsübü vardır ki, güyâ bir defada nâzil olmuş gibi bir münâsebet gösteriyor.
Hem, o Kur'ân, yirmi senede, hem muhtelif, mütebâyin esbâb-ı nüzûle göre geldiği halde, tesânüdün kemâlini öyle gösteriyor; güyâ bir sebeb-i vâhidle nüzûl etmiştir.
Hem, o Kur'ân, mütefâvit ve mükerrer suâllerin cevabı olarak geldiği halde, nihayet imtizâc ve ittihadı gösteriyor. Güyâ, bir suâl-i vâhidin cevabıdır.
Hem, Kur'ân, mütegâyir, müteaddit hâdisâtın ahkâmını beyân için geldiği halde, öyle bir kemâl-i intizamı gösteriyor ki, güyâ bir hâdise-i vâhidin beyânıdır.
Hem, Kur'ân, mütehâlif, mütenevvi' hâlette, hadsiz muhatapların fehimlerine münâsip üsluplarda, tenezzülât-ı kelâmiye ile nâzil olduğu halde; öyle bir hüsn-ü temâsül ve güzel bir selâset gösteriyor ki, güyâ hâlet birdir, bir derece-i fehimdir, su gibi akar bir selâset gösteriyor.
Hem o Kur'ân, mütebâid, müteaddit muhâtabîn esnâfına müteveccihen mütekellim olduğu halde; öyle bir suhûlet-i beyânı, bir cezâlet-i nizâmı, bir vuzuh-u ifhamı var ki, güyâ muhatabı bir sınıftır. Hattâ, herbir sınıf zanneder ki, bilasâle muhatap yalnız kendisidir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem, Kur'ân, mütefâvit, mütederric irşâdî bâzı gâyelere îsâl ve hidâyet etmek için nâzil olduğu halde; öyle bir kemâl-i istikâmet, öyle bir dikkat-i muvâzenet, öyle bir hüsn-ü intizam vardır ki, güyâ maksad birdir.
İşte, bu esbâblar, müşevveşiyetin esbâbı iken, Kur'ân'ın i'câz-ı beyânında, selâset ve tenâsübünde istihdam edilmişlerdir. Evet, kalbi sakamsiz, aklı müstakîm, vicdânı marazsız, zevki selîm her adam, Kur'ân'ın beyânında güzel bir selâset, rânâ bir tenâsüb, hoş bir âhenk, yektâ bir fesâhat görür.
Hem, basîresinde selîm bir gözü olan görür ki; Kur'ân'da öyle bir göz vardır ki, o göz, bütün kâinatı zâhir ve bâtını ile vâzıh, göz önünde bir sayfa gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sayfanın mânâlarını söyler.
Şu Birinci Nurun hakikatini misâller ile tavzih etsek, birkaç mücelled lâzım. Öyle ise, sâir risâle-i Arabiyemde ve İşârâtü'l-İ'câz'da ve şu yirmi beş adet Sözlerde şu hakikatin ispatına dâir olan izahâtla iktifâ edip, misâl olarak mecmû-u Kur'ân'ı birden gösteriyorum.
İkinci Nuru
Kur'ân-ı Hakîmin, âyetlerinin hâtimelerinde gösterdiği fezlekeler ve Esmâ-i Hüsnâ cihetindeki üslup-u bediîsinde olan meziyet-i i'câziyeye dâirdir.
İhtar: Şu İkinci Nurda çok âyetler gelecektir. O âyetler, yalnız İkinci Nurun misâlleri değil, belki geçmiş mesâil ve Şuâların misâlleri dahi olurlar. Bunları hakkıyla izah etmek çok uzun gelir. Şimdilik ihtisar ve icmâle mecburum. Onun için, gayet muhtasar bir tarzda şu sırr-ı azîm-i i'câzın misâllerinden olan âyetlere birer işaret edip, tafsilâtını başka vakte ta'lik ettik.
İşte, Kur'ânı Mu'cizü'l-Beyân, âyetlerin hâtimelerinde gâliben bâzı fezlekeleri zikreder ki, o fezlekeler ya Esmâ-i Hüsnâyı veya mânâlarını tazammun ediyor veyahut aklı tefekküre sevk etmek için, akla havale eder. Veyahut, makâsıd-ı Kur'âniyeden bir kaide-i külliyeyi tazammun eder ki, âyetin te'kid ve teyidi için fezlekeler yapar. İşte o fezlekelerde Kur'ân'ın hikmet-i ulviyesinden bâzı işârât ve hidâyet-i İlâhiyenin âb-ı hayatından bâzı reşâşât, i'câz-ı Kur'ân'ın berklerinden bâzı şerârât vardır. Şimdi, pekçok o işârâttan yalnız on tanesini icmâlen zikrederiz. Hem, pekçok misâllerinden birer misâl ve herbir misâlin pekçok hakâikından yalnız herbirinde bir hakikatin meâl-i icmâlîsine işaret ederiz. Bu on işaretin ekserîsi, ekser âyetlerde müçtemian beraber bulunup, hakiki bir nakş-ı i'câzî teşkil ederler. Hem, misâl olarak getirdiğimiz âyetlerin ekserîsi, ekser işârâta misâldir. Biz, yalnız her âyetten bir işaret göstereceğiz. Misâl getireceğimiz âyetlerden, eski Sözlerde bahsi geçenlerin yalnız meâline bir hafif işaret ederiz.
Birinci Meziyet-i Cezâlet: Kur'ân-ı Hakîm, i'câzkâr beyânâtıyla Sâni-i Zülcelâlin ef'âl ve eserlerini nazara karşı serer, bast eder. Sonra, o âsâr ve ef'âlinde esmâ-i İlâhiyeyi istihrâc eder veya haşir ve tevhid gibi bir makâsıd-ı asliye-i Kur'âniyeyi ispat ediyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Birinci mânânın misâllerinden meselâ,
b446.gif
-1-
İkinci şıkkın misâllerinden, meselâ,
b447.gif
-2-
(ilâ âhir)
b448.gif
-3-'e kadar.

Birinci âyette âsârı bast edip bir neticenin, bir mühim maksûdun mukaddemâtı gibi, ilim ve kudrete, gâyât ve nizâmâtıyla şehâdet eden en azîm eserleri serd eder; Alîm ismini istihrâc eder. İkinci âyette, Birinci Şûlenin Birinci Şuâının Üçüncü Noktasında bir derece izah olunduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın büyük ef'âlini, azîm âsârını zikrederek, neticesinde, yevm-i fasl olan haşri netice olarak zikrediyor.
İkinci Nükte-i Belâgat: Kur'ân, beşerin nazarına san'at-ı İlâhiyenin mensucâtını açar, gösterir; sonra, fezlekede o mensucâtı, esmâ içinde tayyeder veyahut akla havale eder.
Birincinin misâllerinden, meselâ,

b449.gif

-4-
İşte, başta der: "Semâ ve zemini, rızkınıza iki hazîne gibi müheyyâ edip, oradan yağmuru, buradan hubûbâtı çıkaran kimdir? Allah'tan başka koca semâ ve zemini iki mutî hazînedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise, şükür ona münhasırdır."
İkinci fıkrada der ki: "Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? Bu latîf kıymettar göz ve kulağı verecek, ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur. Bunları size vermiştir. Öyle ise, yalnız Rab Odur; Ma'bud da O olabilir."


1- Yeryüzünde ne varsa sizin için O yarattı. Bundan başka semâya da irâdesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara Sûresi: 29.)
2- Yeryüzünü bir döşek, • dağları birer kazık yapmadık mı? • Sizi de çift çift yaratmadık mı? (Nebe' Sûresi: 6-8.)
3- Şüphesiz, hüküm günü belirlenmiş bir vakittir. (Nebe' Sûresi: 17.)
4- De ki: "Kimdir gökten ve yerden sizi rızıklandıran? Kimdir kulak ve gözler yaratıp size veren? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir kâinatı yerli yerince tedbîr ve idare eden?" Onlar diyecekler ki, "Allah'tır." Öyleyse, "Hâlâ Ona ortak koşmaktan korkmaz mısınız?" de. • İşte hak olan Rabbiniz Allah Odur. (Yûnus Sûresi: 31-32.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncü fıkrada der: "Ölmüş yeri ihyâ edip, yüz binler ölmüş tâifeleri ihyâ eden kimdir? Hak'tan başka ve bütün kâinatın Hâlıkından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar, O ihyâ eder. Mâdem Hak'tır; hukuku zâyi etmeyecektir, sizi bir mahkeme-i kübrâya gönderecektir. Yeri ihyâ ettiği gibi, sizi de ihyâ edecektir."
Dördüncü fıkrada der: "Bu azîm kâinatı bir saray gibi, bir şehir gibi kemâl-i intizamla idare edip tedbîrini gören, Allah'tan başka kim olabilir? Mâdem Allah'tan başka olamaz; koca kâinatı bütün ecrâmıyla gayet kolay idare eden kudret, o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hiçbir şerik ve iştirâke ve muâvenet ve yardıma ihtiyacı olamaz. Koca kâinatı idare eden, küçük mahlûkatı başka ellere bırakmaz. Demek, ister istemez "Allah" diyeceksiniz."
İşte, birinci ve dördüncü fıkra Allah der, ikinci fıkra Rab der, üçüncü fıkra "el-Hak" der.
b450.gif
-1-'ne kadar mu'cizâne düştüğünü anla. İşte, Cenâb-ı Hakkın azîm tasarrufâtını, kudretinin mühim mensucâtını zikreder; sonra da o azîm âsârın, mensucâtın tezgâhı,
b450.gif
yani Hak, Rab, Allah isimlerini zikretmekle, o tasarrufât-ı azîmenin menbaını gösterir.
İkincinin misâllerinden,

b452.gif

-2-


1- İşte hak olan Rabbiniz Allah Odur. (Yûnus Sûresi: 32.)
2- Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah'ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır. (Bakara Sûresi: 164.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, Cenâb-ı Hakkın kemâl-i kudretini ve azamet-i rubûbiyetini gösteren ve Vahdâniyetine şehâdet eden semâvât ve arzın hilkatindeki tecellî-i saltanat-ı Ulûhiyet; ve gece gündüzün ihtilâfındaki tecellî-i Rubûbiyet; ve hayat-ı içtimâiye-i insana en büyük bir vâsıta olan gemiyi denizde teshîr ile tecellî-i rahmet; ve semâdan âb-ı hayatı ölmüş zemine gönderip, zemini yüz bin tâifeleriyle ihyâ edip, bir mahşer-i acâib sûretine getirmekteki tecellî-i azamet-i kudret; ve zeminde hadsiz muhtelif hayvanâtı basit bir topraktan halk etmekteki tecellî-i rahmet ve kudret; ve rüzgârları nebâtât ve hayvanâtın teneffüs ve telkıhlarına hizmet gibi vezâif-i azîme ile tavzif edip, tedbîr ve teneffüse sâlih vaziyete getirmek için tahrik ve idaresindeki tecellî-i rahmet ve hikmet; ve zemin ve âsuman ortasında vâsıta-i rahmet olan bulutları bir mahşer-i acâib gibi muallâkta toplayıp dağıtmak, bir ordu gibi istirahat ettirip vazife başına dâvet etmek gibi teshîrindeki tecellî-i rubûbiyet gibi mensucât-ı san'atı tâdâd ettikten sonra, aklı onların hakâikına ve tafsiline sevk edip tefekkür ettirmek için,
b453.gif
-1- der. Onunla ukûlü ikaz için akla havale eder.
Üçüncü Meziyet-i Cezâlet: Bâzan, Kur'ân, Cenâb-ı Hakkın fiillerini tafsil ediyor, sonra bir fezleke ile icmâl eder. Tafsiliyle kanaat verir; icmâl ile hıfzettirir, bağlar. Meselâ,

b454.gif

-2-
İşte, Hazret-i Yûsuf ve ecdâdına edilen nimetleri, şu âyetle işaret eder, der ki:
Sizi bütün insanlar içinde makam-ı nübüvvetle serfirâz, bütün silsile-i enbiyâyı silsilenize rabt edip silsilenizi nev-i beşer içinde bütün silsilenin serdârı, hânedânınızı ulûm-u İlâhiye ve hikmet-i Rabbâniyeye bir hücre-i tâlim ve hidâyet sûretinde getirip, o ilim ve hikmetle dünyanın saadetkârâne saltanatını âhiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve hikmetle Mısır'a hem azîz bir reis, hem âlî bir nebî, hem hakîm bir mürşid etmek olan nimet-i İlâhiyeyi zikir ve tâdâd edip, ilim ve hikmet ile, onu, âbâ ve ecdâdını mümtaz ettiğini zikrediyor; sonra, "Senin Rabbin Alîm ve Hakîm'dir," der. "Onun rubûbiyeti ve hikmeti iktizâ eder ki, seni ve âbâ ve ecdâdını Alîm, Hakîm ismine mazhar etsin." İşte o mufassal nimetleri, şu fezleke ile icmâl eder.
Hem meselâ,
b455.gif
-3-


1- Aklını kullanan bir topluluk için Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır. (Bakara Sûresi: 164.)
2- Rabbin seni böylece seçkin kılacak, sana rüyâ tâbirini öğretecek ve bundan önce ataların İbrâhim ve İshak üzerine peygamberlik nimetini tamamladığı gibi, senin ve Yâkuboğullarının üzerine de nimetini tamamlayacaktır. Muhakkak ki Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yapar. (Yûsuf Sûresi: 6.)
3- De ki: Ey mülkün hakiki sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. (âl-i İmrân Sûresi: 26.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte şu âyet, Cenâb-ı Hakkın nev-i beşerin hayat-ı içtimâiyesindeki tasarrufâtını şöyle gösteriyor ki: İzzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakkın meşîetine ve irâdesine bağlıdır; demek, "Kesret-i tabakâtın en dağınık tasarrufâtına kadar meşîet ve takdir-i İlâhiye iledir, tesadüf karışamaz." Şu hükmü verdikten sonra, insaniyet hayatında en mühim iş, onun rızkıdır; şu âyet, beşerin rızkını doğrudan doğruya Rezzâk-ı Hakikinin hazîne-i rahmetinden gönderdiğini bir iki mukaddeme ile ispat eder. Şöyle ki:
Der: "Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, şems ve kameri teshîr eden, gece ve gündüzü çeviren Zâtın elindedir. Öyle ise, bir elmayı bir adama hakiki rızık olarak vermek, bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir; ve O ona hakiki Rezzâk olur." Sonra da,
b456.gif
-1- der. Bu cümlede, o tafsilâtlı fiilleri icmâl ve ispat eder. Yani, "Size hesabsız rızık veren Odur ki, bu fiilleri yapar."
Dördüncü Nükte-i Belâgat: Kur'ân, kâh olur mahlûkat-ı İlâhiyeyi bir tertiple zikreder, sonra o mahlûkat içinde bir nizam, bir mîzan olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle güyâ bir şeffâfiyet, bir parlaklık veriyor ki, sonra o ayna-misâl tertibinden, cilvesi bulunan esmâ-i İlâhiyeyi gösteriyor. Güyâ o mahlûkat-ı mezkûre, elfâzdır; şu esmâ, onun mânâları, yahut o meyvelerin çekirdekleri, yahut hulâsalarıdırlar. Meselâ,

b457.gif

-2-
İşte, Kur'ân, hilkat-i insanın o acîb, garip, bedî, muntazam, mevzun etvârını öyle ayna-misâl bir tarzda zikredip tertip ediyor ki,
b458.gif
-3- içinde kendi kendine görünüyor ve kendini dedirttiriyor. Hattâ, vahyin bir kâtibi şu âyeti yazarken, daha şu kelime gelmezden evvel, şu kelimeyi söylemiştir. "Acaba bana da mı vahiy gelmiş?" zannında bulunmuş. Halbuki, evvelki kelâmın kemâl-i nizam ve şeffâfiyetidir ve insicâmıdır ki, o kelâm gelmeden kendini göstermiştir.


1- Dilediğini de hesapsız şekilde rızıklandırırsın. (Âl-i İmrân Sûresi: 27.)
2- And olsun ki Biz insanı çamurun özünden yarattık. • Sonra onu sağlam ve korunmuş olan anne rahmine bir damla su olarak yerleştirdik. • Sonra o su damlasını pıhtılaşmış bir kan olarak yarattık. O pıhtılaşmış kanı bir parça et olarak yarattık. O et parçasını kemikler olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu bambaşka bir yaratılışla inşâ ettik. Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah'ın şânı ne yücedir! (Mü'minûn Sûresi: 12-14.)
3- Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah'ın şânı ne yücedir! (Mü'minûn Sûresi: 14.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem meselâ,

b459.gif

-1-
İşte, Kur'ân, şu âyette azamet-i kudret-i İlâhiye ve saltanat-ı rubûbiyeti öyle bir tarzda gösteriyor ki, güneş, ay, yıldızlar emirber neferleri gibi emrine müheyyâ. Gece ve gündüzü, beyaz ve siyah iki hat gibi veya iki şerit gibi birbiri arkasında döndürüp, âyât-ı rubûbiyetini kâinat sayfalarında yazan ve Arş-ı Rubûbiyetinde duran bir Kadîr-i Zülcelâli gösterdiğinden, her ruh işitse, "Barekallah, Maşaallah, Tebarekallah, Rabbülalemin" demeye hâhişger olur. Demek, "Tebarekallah, Rabbülalemin" sâbıkın hulâsası, çekirdeği meyvesi ve âb-ı hayatı hükmüne geçer.
Beşinci meziyet-i cezâlet: Kur'ân, bâzan tegayyüre mâruz ve muhtelif keyfiyâta medâr maddî cüz'iyâtı zikreder. Onları hakâik-ı sabite sûretine çevirmek için sabit, nurânî, küllî esmâ ile icmâl eder, bağlar; veyahut, tefekküre ve ibrete teşvik eder bir fezleke ile hâtime verir.
Birinci mânânın misâllerinden, meselâ,

b460.gif

-2-


1- Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerinde hükmünü icrâ eden Allah'tır. O, gündüzü, peşi sıra kovalayan gece ile örter. O, güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yarattı. İyi bilin ki, yaratmak da Ona âittir, yaratıklarının tedbîr ve idaresi de. âlemlerin Rabbi olan Allah'ın şânı ne yücedir! (A'râf Sûresi: 54.)
2- Ve Âdem'e bütün isimleri öğrettikten sonra eşyayı meleklere gösterdi. "Eğer halîfeliğe daha lâyık olduğunuz iddiâsında doğru iseniz, bunların isimlerini Bana söyleyin" buyurdu. • Melekler, "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz," dediler. "Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın." (Bakara Sûresi: 31-32.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte şu âyet, evvelâ "Hazret-i Âdem'in hilâfet meselesinde melâikelere rüçhâniyetine medâr ilmi olduğu" olan bir hâdise-i cüz'iyeyi zikreder. Sonra, o hâdisede melâikelerin Hazret-i Adem'e karşı ilim noktasında hâdise-i mağlûbiyetlerini zikreder. Sonra bu iki hâdiseyi iki ism-i küllî ile icmâl ediyor-yani
b461.gif
-1-. Yani, "Alîm ve Hakîm Sen olduğun için Âdem'i tâlim ettin; bize gâlip oldu. Hakîm olduğun için, bize istidadımıza göre veriyorsun, onun istidadına göre rüçhâniyet veriyorsun.
İkinci mânânın misâllerinden, meselâ

b462.gif

-2-
ilâ âhir.
b463.gif
-3-

İşte şu âyetler, Cenâb-ı Hakkın, koyun, keçi, inek, deve gibi mahlûklarını insanlara hâlis, sâfî, leziz bir süt çeşmesi; üzüm ve hurma gibi masnu'ları da insanlara latîf, leziz, tatlı birer nimet tablaları ve kazanları; ve arı gibi küçük mu'cizât-ı kudretini şifâlı ve tatlı güzel bir şerbetçi yaptığını âyet şöylece gösterdikten sonra tefekküre, ibrete başka şeyleri de kıyas etmeye teşvik için
b464.gif
-4- der, hâtime verir.
Altıncı Nükte-i Belâgat: Kâh oluyor ki âyet, geniş bir kesrete ahkâm-ı Rubûbiyeti serer, sonra birlik ciheti hükmünde bir râbıta-i vahdet ile birleştirir veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir. Meselâ,

b465.gif
-5-


1- Sen her şeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapansın. (Bakara Sûresi: 32.)
2- Ehlî hayvanlarda da sizin için birer ibret vardır. Onların karınlarında, kan ile fışkı arasından çıkan ve içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir sütle sizi besleriz. (Nahl Sûresi: 66.)
3- Onda insanlar için şifâ bulunur. Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır. (Nahl Sûresi: 69.)
4- Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır. (Nahl Sûresi: 69.)
5- Onun hâkimiyet ve saltanatı gökleri ve yeri kuşatmıştır. Gökleri ve yeri tasarrufu altında tutmak Onun kudretine ağır gelmez. En yüce ve en büyük olan da ancak Odur. (Bakara Sûresi: 255.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, Ayete'l-Kürsîde on cümle ile on tabaka-i tevhidi ayrı ayrı renklerde ispat etmekle beraber,
b466.gif
-1- cümlesiyle gayet keskin bir şiddetle şirki ve gayrın müdâhalesini keser, atar. Hem, şu âyet, İsm-i Âzamın mazharı olduğundan hakâik-ı İlâhiyeye âit mânâları âzamî derecededir ki, âzamiyet derecesinde bir tasarruf-u rubûbiyeti gösteriyor. Hem, umum semâvât ve arza birden müteveccih tedbîr-i ulûhiyeti en âzamî bir derecede umuma şâmil bir hafîziyeti zikrettikten sonra, bir râbıta-i Vahdet ve birlik ciheti, o âzamî tecelliyâtlarının menba'larını
b467.gif
-2- ile hulâsa eder.
Hem meselâ,

b468.gif

-3-
İşte şu âyetler, evvelâ Cenâb-ı Hakkın insana karşı şu koca kâinatı nasıl bir saray hükmünde halk edip, semâdan zemine âb-ı hayatı gönderip, insanlara rızkı yetiştirmek için zemini ve semâyı iki hizmetkâr ettiği gibi, zeminin sâir aktârında bulunan herbir nevi meyvelerinden, herbir adama istifade imkânı vermek, hem insanlara semere-i sa'ylerini mübâdele edip, her nevi medâr-ı maîşetini temin etmek için gemiyi insana musahhar etmiştir. Yani, denize, rüzgâra, ağaca öyle bir vaziyet vermiş ki, rüzgâr bir kamçı, gemi bir at, deniz onun ayağı altında bir çöl gibi durur. İnsanları gemi vâsıtasıyla bütün zemine münâsebettar etmekle beraber ırmakları, büyük nehirleri, insanın fıtrî birer vesâit-i nakliyesi hükmünde teshîr, hem güneş ile ayı seyrettirip mevsimleri ve mevsimlerde değişen Mün'im-i Hakikînin renk renk nimetlerini insanlara takdim etmek için iki musahhar hizmetkâr ve o büyük dolabı çevirmek için iki dümenci hükmünde halk etmiş. Hem, gece ve gündüzü insana musahhar yani, hâb-ı rahatına geceyi örtü, gündüzü maîşetlerine ticaretgâh hükmünde teshîr etmiştir.


1- Onun katında, Onun izni olmaksızın kim şefaat edebilir? (Bakara Sûresi: 255.)
2- En yüce ve en büyük olan da ancak Odur. (Bakara Sûresi: 255.)
3- O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten de bir su indirdi ki, onunla sizin için rızık olarak meyvelerden bitirdi. Onun emriyle denizde seyretsinler diye gemileri sizin hizmetinize verdi. Nehirleri de yine sizin hizmetinize verdi. Nehirleri de yine sizin hizmetinize verdi. • Birbiri ardınca dönüp duran güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi. • O, sözünüz ve halinizle istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz. (İbrâhim Sûresi: 32-34.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte bu niâm-ı İlâhiyeyi tâdâd ettikten sonra, insana verilen nimetlerin ne kadar geniş bir dairesi olduğunu gösterip, o dairede de ne derece hadsiz nimetler dolu olduğunu şu,

b469.gif
-1-
fezleke ile gösterir. Yani, istidad ve ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle insan ne istemişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlâhiye, tâdâd ile bitmez tükenmez. Evet, insanın mâdem bir sofra-i nimeti semâvât ve arz ise ve o sofradaki nimetlerden bir kısmı şems, kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana müteveccih olan nimetler had ve hesâba gelmez.

Yedinci sırr-ı belâgat: Kâh oluyor ki âyet, zâhirî sebebi icadın kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için, müsebbebin gâyelerini, semerelerini gösteriyor. Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir. Çünkü, gayet hakîmâne gâyeleri ve mühim semereleri irâde etmek, gayet Alîm, Hakîm birinin işi olmak lâzımdır; sebebi ise, şuursuz, câmiddir. Hem, semere ve gâyetini zikretmekle, âyet gösteriyor ki, sebepler çendan nazar-ı zâhirîde ve vücudda müsebbebât ile muttasıl ve bitişik görünür. Fakat, hakikatte mâbeynlerinde uzak bir mesafe var. Sebepten müsebbebin icadına kadar o derece uzaklık var ki, en büyük bir sebebin eli, en ednâ bir müsebbebin icadına yetişemez. İşte sebep ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede esmâ-i İlâhiye birer yıldız gibi tulû eder. Matlaları, o mesafe-i mâneviyedir. Nasıl ki zâhir nazarda dağların daire-i ufkunda semânın etekleri muttasıl ve mukârin görünür. Halbuki, daire-i ufk-u cibâlîden semânın eteğine kadar umum yıldızların matlaları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesafe-i azîme bulunduğu gibi; esbâb ile müsebbebât mâbeyninde, öyle bir mesafe-i mâneviye var ki, imânın dürbünüyle, Kur'ân'ın nuruyla görünür.
Meselâ,

b470.gif

-2-


1- O, sözünüz ve halinizle istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz. (İbrâhim Sûresi: 34.)
2- İnsan, yediklerine bir baksın. • Biz suyu bol bol indirdik. • Toprağı yardıkça yardık. • Ondan dâneler • Üzümler ve sebzeler, • zeytinlikler ve hurmalıklar, • bol ağaçlı bahçeler, • çeşit çeşit meyveler ve otlar bitirdik. • Size ve hayvanlarınıza rızık olsun diye. (Abese Sûresi: 24-32.)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt