6-)DÖRDÜNCÜ RİSÂLE BİRLEŞELİM ve SEVİŞELİM

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
slâm düşmanları, bindörtyüz seneden beri, kılınçla, topla İslâmiyyete karşı koyamadılar. Saldırılarında dâimâ zarar etdiler. İslâm dîni her yere yayıldı. Müslimânların, îmân dolu göğüslerine hançer saplıyamıyacaklarını anladılar. Müslimânları ma’nevî cebheden vurmağı, îmânlarını, ahlâklarını bozmağı düşündüler. Bunun için, islâmiyyeti içerden yıkmağı plânlaşdırdılar. Bu hücûmu yapanların başında yehûdîler ve ingilizler gelmekdedir. Hazret-i Ömer ve hazret-i Osmân zemânlarında, islâmiyyet Asyada ve Afrikada hızla yayılınca, Abdüllah bin Sebe’ isminde Yemenli kurnaz bir yehûdî, müslimân görünerek, Mısrlıları aldatdı. Hazret-i Osmânın şehîd edilmesine sebeb oldu. Büyük bir fitne ve felâket ortaya çıkardı. Bu yüzden, milyonlarca müslimân kanı akdı. Bu (Sebe’cilik), sekizinci asrda (Hurûfîlik) ismini aldı. İslâm i’tikâdını, islâm ahlâkını bozan kitâblar yazıldı.
Bundan başka, 1150 [m. 1737] senesinde ingilizlerin Hicâzda meydâna çıkardıkları vehhâbîlik sapıklığı, Arabistânda yayıldı. Birinci cihân harbinde müslimânlara karşı olan İngilizler, 1351 [m. 1932] de, Hicâzda bir vehhâbî devlet kurdu. İslâmın mukaddes iki şehri olan Mekkeyi ve Medîneyi Osmânlılardan alıp, bunlara verdi. Böylece, İslâmiyyeti içinden kemiren, bir fitne dahâ yayılmağa başladı. Ancak, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitâblarına sarılan müslimânlar, bu fitneden kendilerini kurtarabilmekdedir.
Son günlerde, sapık kitâbların yurdumuzda yayınlanarak, bölücülük yapmağa başladıkları görülüyor. Kuzu postuna bürünmüş kurt ve zehrlenmiş bal gibi, gençlerin îmânlarını yok etmek için hâzırlanmış olan bozuk kitâblardan çok tehlükeli kısmları alarak, vesîkalarla çürütmeği, yalan ve iftirâlarını ortaya koymağı düşündük. Bunun için, Allahü teâlânın lutfüne ve yardımına sığınarak (Birleşelim ve Sevişelim) kitâbını hâzırladık. Baskısının yapılmasını nasîb eden Rabbimize sonsuz hamd ve senâlar olsun! Genç kardeşlerimizin bu kitâbımızı okuyarak, hakkı bâtıldan, doğruyu yanlışdan ayırabileceklerini, böylece, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru yola sarılacaklarını ümmîd ediyoruz. Bu se’âdete kavuşmaları için, Allahü teâlâya düâ ediyoruz.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
BİRLEŞELİM ve SEVİŞELİM 1 — İslâm düşmanları, müslimân yavrularını aldatmak için, çeşid çeşid kitâblar yazıyorlar. Vehhâbîler, mezheblere inanmıyorlar. Dînimizde, insanların ayrı ayrı mezheblere bölünmesini tecvîz eden hiçbir kutsal emr yokdur, diyorlar. Mezheb ne demek olduğunu bilmiş olsalar, böyle konuşmazlardı. Câhillik gibi yüzkarası olamaz. Câhillikle, dîne ve Kur’ân-ı kerîme de dil uzatıyorlar. Vehhâbîlerin bu yazılarına, (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının (Müslimâna Nasîhat) kısmında, uzun cevâb verilmişdir.
2 — Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, müslimânlar arasında anlaşmazlık yokdu. Feth sûresinin son âyeti, Eshâb-ı kirâmın devâmlı ve çok sevişdiklerini bildiriyor. Bu sevişmelerinin, Resûlullahın vefâtından sonra da devâm etdiğini, Allahü teâlâ haber veriyor. Resûlullah vefât ederken gözyaşları ile Onun başucunda bekliyen, hazret-i Âişe idi. Resûlullah ölünce, Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri post kavgası yapmadı. İktidârı ele geçirmeği düşünmediler. İslâm düşmanları, dört halîfenin seçimini, kâfir krallarının, diktatörlerin, ihtilâlcilerin, hükûmetleri ele geçirmelerine benzetiyorlar. Hâlbuki, dört halîfeye dil uzatmak şöyle dursun, onların her hareketi, müslimânlar için bir seneddir, vesîkadır. Resûlullah, (Dört halîfemin yoluna sarılınız!) buyurdu. Emevî ve Abbâsî halîfeleri içinde, zâlim, fâsık olanlar vardı. Fekat hiçbiri kâfir değildi. Hiçbiri islâm düşmanı değildi. Hepsinin halîfeliği, islâmiyyete uygun idi. Onlar, fransız cumhurbaşkanı seçilmesi kanûnuna göre değil, Allahü teâlânın emrine göre seçilmişlerdi. Bu emrlere inanmıyan, Onların seçilme tarzını elbet beğenmez. Hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anh” verdiği hürriyyet o kadar çok idi ki, şimdi demokrasi adı ile idâre edilen sosyalist memleketlerdeki diktatörlerde, Onun hilm ve sabrı görülemiyor. Bir çıkarı yüzünden sinirlenen şâ’ir, halîfeye karşı:
(Ey Mu’âviye! Biz de senin gibi insanız. Adâletden ayrılma!) demekden çekinmemişdir. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” vâlîleri, kumandanları da haksız yere müslimân kanı akıtmışdı. Vâlîsinin yapdığı yanlış hareketden dolayı hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh” karşı dil uzatılamaz!
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
3 — Kur’ân-ı kerîm (Vahy-i metlû)dur. Ya’nî, Cebrâîl aleyhisselâm adındaki bir melek, bildiğimiz kelimeleri ve harfleri okumuş, Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunları işitdiği gibi ezberlemiş ve Eshâbına okumuşdur. Böyle olduğunu bildiren âyet-i kerîmeler çokdur. Bu âyet-i kerîmelere yanlış ma’nâ veren bölücülerin kitâblarına aldanmamalıdır.
4 — Ba’zıları, (Kurânda 6666 âyet vardır. Şimdi elde mevcûd olanlarda ise, 6234 âyet var. 432 âyeti, halîfe Osmân yok etmişdir. Osmân, Hâşimîlerin üstünlüklerini bildiren âyetleri, Kur’âna yazdırmadı. Kur’ânı, Hâşimî lügatinden, Kureyşî lügatine çevirdi) diyorlar.
Bu sözlerine de kendi kitâblarını vesîka olarak gösteriyorlar. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmde, altıbinikiyüzotuzaltı (6236) âyet olduğunu, hazret-i Alî haber vermekdedir ve bunu, büyük âlim Ebülleys-i Semerkandî hazretleri (Bostân-ül-ârifîn) kitâbının yüzkırksekizinci maddesinde yazmakdadır.
Ba’zı mushaflarda, birkaç kısa âyet bir arada, bir uzun âyet olarak yazılıdır. Bunun için, âyet sayıları başka olmakdadır. Bu değişiklik, âyet-i kerîmelerin değişmiş olması demek değildir.
(Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbında buyuruyor ki; üç halîfeye yapılan bu çirkin iftirâya karşı en güzel cevâbı, Allahü teâlâ veriyor. Hicr sûresinin dokuzuncu âyetinde meâlen, (Bu Kur’ânı sana biz indirdik. Onu biz koruyucuyuz) buyuruldu. Allahü teâlânın koruduğunu hiçbir insan bozabilir mi? Onların bu sözü, hazret-i Osmânı, Allahü teâlâdan dahâ güçlü bildiklerini gösteriyor. Hâlbuki, onlar her fırsatda, üç halîfeyi kötülemekdedir. Burada hazret-i Osmânı, Allahü teâlâya ortak yapacak kadar yükseltiyorlar.
Îrândaki din adamlarından Küleynî, Hişâm bin Sâlimin ve Muhammed bin Hilâlînin, Kur’ân değişmişdir, dediklerini yazıyor. Ehl-i sünnet âlimleri de, Allahü teâlânın meâlen, (Kimse Kur’ân-ı kerîmi değişdiremez) buyurduğunu yazıyor. Fussilet sûresinin kırkikinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (O Kur’âna hiç bir tarafdan değişiklik gelmez. Çünki Onu, her işi hakîm ve mahmûd olan indirmişdir) buyuruldu. Allahü teâlânın koruduğu birşeyi kim değişdirebilir? Peygamberimizin, Kur’ân-ı kerîmi, indiği şeklde bildirmesi vâcib idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, bir kimse müslimân olunca, önce Kur’ân-ı kerîmi öğrenirdi. Her öğrenen başkalarına öğretirdi. Resûlullahın huzûrunda, Kur’ân-ı kerîmi ezberlemiş binlerce müslimân vardı. Ba’zı gazâlarda, yetmişden çok Kur’ân hâfızının şehîd olduğu, târîh kitâblarında yazılıdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mi’râc gecesini anlatan (Buhârî) hadîsinde uzun bildirilmişdir. Beş vakt nemâzı emr eden hadîs-i şerîfler pek çokdur. Sevgili Peygamberimiz, en sıkıntılı zemânlarında, muhârebelerde, beş vakt nemâzı kılar ve kılmak için herkese emr ederdi. Ölüm hastalığında bile, emekliyerek câmi’e gelip, hazret-i Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” imâm yapdı. Hazret-i Ebû Bekrin arkasında nemâz kıldı.
Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, düânın gizli de, açık da yapılabileceğini bildiriyorlar. Fekat, beş vakt nemâzın câmi’lerde cemâ’at ile kılınması emr edildi. İslâm düşmanları, düâların gizli yapılmasını bildiren âyet-i kerîmeleri yazarak câmi’lerde cemâ’at ile nemâz kılınmasını yok etmek istiyorlar. Biz yalnız Kur’ân-ı kerîme uyarız dedikleri hâlde, İncîlden, Tevrâtdan da, nemâz kılınmaması için vesîka çıkarıyorlar. Bugün yeryüzünde bulunan uydurma İncîllerdeki yazıları ileri sürerek, beş vakt nemâzı ortadan kaldırmağa, yelteniyorlar. Farz nemâzları kılarken, riyâ, gösteriş tehlükesi olsa da, yine farzları câmi’de kılmak lâzımdır. Câmi’ler nemâz kılmak için yapıldı. Müslimânlar, yeni türeyen sapıkların, din düşmanlarının uydurma kitâblarına aldanmazlar. Hâlis müslimân olan babalarından, dedelerinden öğrendikleri gibi doğru ibâdet ederler. Kâfirler, sapıklar, babalarından gördükleri bozuk yolda gider. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde böyle kâfirleri kötüliyor. Müslimânlara da, bilmediklerinizi bilenlerden sorup öğreniniz, diye emr ediyor.
6 — Mezhebsizler, sözbirliği yapmış gibi, hep Ehl-i sünnetin dört mezhebine çatıyorlar. (Mezheb) nedir, bir dürlü anlıyamıyorlar.
İnanılacak bilgilerde, mezheb ayrılığı olmaz. Dünyânın her yerindeki müslimânların inançlarının, hep Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın inançları gibi olmaları lâzımdır. Başka dürlü inanan, yâ sapık olur, yâhud kâfir olur. Doğru inananlara, ibâdet yaparken ve dünyâ işlerinde, lâzım olan bilgilerden ba’zısı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemişdir. İşte böyle, açık bildirilmiyen şeyleri, islâm âlimlerinin anladıkları gibi kabûl etmek lâzımdır. Böylece, derin bir âlimin anladığına uyan kimse, Onun mezhebindedir. Müslimânların, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işleri, sapıkların, din düşmanlarının uydurdukları gibi değil, her sözü ve her işi Kur’ân-ı kerîme uygun olan derin bir islâm âliminin anladığı gibi yapması elbet uygundur.
Mezhebe uyanlar, ibâdetlerini doğru yapar. Mezhebsiz olanların, inanışları da, işleri de bozuk olur. Çeşidli yollara saparlar. Topluluk içinde nifak çıkarırlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Milleti birbirine kışkırtırlar. Muhammed aleyhisselâmın islâmiyyetine değil, kendi kısa görüşlerine veyâ sapıkların, din düşmanlarının, yehûdîlerin uydurdukları, bozuk, zararlı yollara dağılırlar.
Müslimânlar, müslimânları sever. Bölücüleri sevmezler. Bunları sevmemenin büyük ibâdet olduğunu, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler bildirmekdedir. Din, nâmûs, cân ve millet düşmanları elbet sevilmez. Kâfirin cenâze nemâzı kılınmaz.
Müslimânlar, nemâz kılmıyana, oruç tutmıyana kâfir demez. Hergün beş vakt nemâz kılmak farz olduğuna inanmıyana kâfir denir. Resûlullah efendimiz böyle kâfirlerin, ölüsüne de, dirisine de la’net etmekdedir. Müslimân, Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” uymakla övünür. Kâfirler de islâm âlimlerine, saldırmakla övünüyorlar.
İslâm dînine saldıranlara şunu anlatmak isteriz ki, İslâm âlimleri, her işlerinde, Allahın rızâsını düşünmüşlerdir. Her işlerini Allah rızâsı için yapmışlardır. Hükümdârlara (Emr-i ma’rûf) ve (Nehy-i anilmünker) yapmışlardır. Ya’nî, Allah rızâsı için nasîhat yapmışlardır. Doğru yolu göstermek için kimseden çekinmemişlerdir. İslâm âlimlerinin en büyüğü olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin, bu uğurda şehîd olduğunu bilmiyen yokdur. Bunun gibi islâm âlimlerinin hepsi, gerçekleri bildirmek için, kimseden çekinmemişlerdir. Sıdk ve ihlâs ile yazdıkları milyonlarca kitâbları, bütün dünyâya, ilm ve ahlâk yaymış, mubârek ismleri her yere yayılmışdır. Kur’ân-ı kerîmin nûru ile, her millete ışık tutmuşlardır. Müslimân din adamları arasında bulunan bid’at sâhibleri, ya’nî mezhebsizler, Kur’ân-ı kerîmin dışına sapmışlar, gerçekleri örtmeğe çalışmışlardır. Çünki, ma’nevî mes’ûliyyetden haberleri yokdur. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, dinde, örtülü, kapaklı bir şey bırakmamışlardır. Fekat, sapık yolda olan yetmişiki fırkadaki bid’at sâhibleri, gençleri bu gerçeklerden câhil bırakmak istiyorlar. Böylece, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gerçekleri yok etmeğe çalışıyorlar. Bu mezhebsizlere zındık denir.
7 — Hergün beş kerre nemâz kılmak, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde emr edilmişdir. Ahzâb sûresinin yetmişikinci (72) âyet-i kerîmesinde meâlen, (Şübhe yok ki, biz, emâneti göklere ve yere ve dağlara sunduk. Onlar bunu yüklenmekden çekindiler. Ondan korkup titrediler. Onu insan yüklenerek, nefslerine zulm etdiler. Sonunu bilemediler) buyuruldu. Beydâvî tefsîrinde diyor ki: [Bu âyet-i kerîme, önceki âyetde va’d edilen se’âdetin büyüklüğünü bildiriyor. Önceki âyetde meâlen, (Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uyanlar, dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşurlar) buyuruldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu emrler ve yasaklar, emânete benzetiliyor. Emâneti yerine vermek lâzım olduğundan, ibâdetleri yapmanın lüzûmu bildirilmiş olmakdadır. Âlimler arasında, bu emânet, akldır ve islâmiyyetdir, diyenler oldu. Çünki, aklı olan kimse, islâmiyyete uyar]. Bu emânete ister akl densin, ister rûh denilsin, âyet-i kerîme, ibâdetleri yapmanın, beş vakt nemâz kılmanın ehemmiyyetini bildirmekdedir. Nisâ sûresinin ellisekizinci (58) âyetinde meâlen, (Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne itâ’at ediniz!) buyuruldu. Allahın Resûlü, âyet-i kerîmedeki emânet kelimesini, ibâdet olarak anlamış, onun için, beş vakt nemâz kılmağı emr etmişdir. Allahın Resûlüne itâ’at etmek istiyenlerin, her gün beş vakt nemâz kılmaları lâzımdır. Nemâz kılmak istemiyenler, ne derse desinler, müslimânlar beş vakt nemâza çok ehemmiyyet vermelidir.
En kıymetli tefsîr kitâblarından olan Beydâvî tefsîrinde diyor ki: (Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerine sordular: Beş vakt nemâzı emr eden âyet-i kerîme, Kur’ân-ı kerîmin neresindedir? Cevâbında: Rûm sûresinin onyedinci ve onsekizinci âyetlerini oku, dedi. Bu iki âyet-i kerîmede meâlen, (Akşam ve sabâh vaktlerinde, Allahı tesbîh edin. Göklerde ve yer yüzünde olanların yapdıkları ve ikindi ve öğle vaktlerinde yapılan hamdler, Allahü teâlâ içindir) buyuruldu. Akşam yapılan tesbîh, akşam ve yatsı nemâzlarıdır. Sabâh yapılan tesbîh, sabâh nemâzıdır. İkindi ve öğle vaktlerinde yapılan hamdler, ikindi ve öğle nemâzlarıdır.Âyet-i kerîmeler, beş vakt nemâzı emr etmekdedir, dedi). Beş vakt nemâza inanmıyanlar, bu iki âyet-i kerîmeyi işitince, şaşırıp kalıyor. Bu âyetlerde (Salât) kelimesi yokdur, diyorlar. Salâtı emr eden, altmışbeşden ziyâde âyet-i kerîme kendilerine okununca, salât düâ demekdir. Biz bu âyetlere uyarak, gizlice düâ ederiz. Nemâz emr edilmedi, diyorlar.
Bekara sûresinin ikiyüzotuzdokuzuncu (239) âyetinde meâlen, (Salâtları ve vustâ salâtini koruyun! [ya’nî devâmlı nemâz kılın!]. Allaha itâ’at ederek salât kılın!) buyuruldu. Salâtları korumak demek, beş vakt nemâzı vaktlerinde ve şartlarına uygun kılmak demekdir. İmâm-ı Ahmedin (Müsned) kitâbında ve imâm-ı Münâvînin (Künûz-üddekâık) kitâbında yazılı hadîs-i şerîfde, (Vustâ salâtı, ikindi nemâzıdır) buyuruldu. Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” buyurdu ki, Hendek muhârebesinde Peygamberimiz, (Düşman bize vustâ, [ikindi nemâzını] kıldırmadı. Allahü teâlâ, onların karınlarını ve kabrlerini ateşle doldursun!) buyurdu. Salât, hem düâ, hem de nemâz demekdir. Bu âyet-i kerîmede emr edilen salâtın bildiğimiz nemâz olduğu, buradan anlaşılmakdadır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Âyet-i kerîmede, nemâzları ve ikindi nemâzını kılın, diyor. Arabî gramere göre, nemâzlar deyince, en az üç vakt nemâz anlaşılır. İkindi nemâzına (Vustâ) ya’nî ortada olan nemâz denildiğine göre, bu nemâzların sayısı üç olamaz. İkindiden başka en az dört nemâz dahâ olmalı ki, ikindi nemâzı tâm ortada, ya’nî ikinci ile üçüncü arasında olabilsin. Kemâleddîn-i Şirvânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Miftâh-us-se’âde) kitâbında, hergün kılınacak nemâz sayısının beş olduğunu, bu âyet-i kerîme ile isbât etmekdedir. Nûr sûresinin ellidokuzuncu âyetinde, (Salât-ı fecr)ve (Salât-ı işâ), ya’nî sabâh ile yatsı nemâzları açıkça yazılıdır.
Nisâ sûresinin yüzikinci (102) âyetinde meâlen, (Belli zemânlarda nemâz kılmak, mü’minlere farz oldu) buyuruldu. (Riyâdunnâsıhîn) ve (Hulâsatüd-delâil) kitâblarındaki hadîs-i şerîfde, (Kâ’be kapısının yanında idim. Cebrâîl “aleyhisselâm” iki kerre yanıma geldi. Güneş tepeden ayrılırken, benimle öğle nemâzı kıldı) buyuruldu. Süleymâniyye kütübhânesi, (Es’ad efendi) kısmında [701] sayılı, Ebülleys-i Semerkandînin (Mukaddime-tüs-salât) kitâbında ve (Ayasofya) kısmındaki (Feth-ul kadîr)de yazılı hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Cebrâîl “aleyhisselâm” Kâ’be kapısı yanında, bana iki gün nemâz kıldırdı. Birinci gün, fecr-i sânî [beyâzlık] doğarken sabâh nemâzını ve güneş tepeden ayrılırken öğle nemâzını ve herşeyin gölgesi kendi boyu kadar uzayınca ikindi nemâzını ve güneş batarken akşam nemâzını ve şafak gayb olunca yatsı nemâzını kıldık. İkinci günü de, tan yeri ağarınca sabâhı ve herşeyin gölgesi kendi kadar uzayınca öğleyi ve her şeyin gölgesi kendi boyunun iki katı uzayınca ikindiyi ve oruc bozarken akşamı ve gecenin üçde biri geçince yatsıyı kıldık. Sonra; Yâ Muhammed! Senin ve geçmiş Peygamberlerin ve ümmetinin nemâz vaktleri işte bunlardır, dedi). (Müslim) kitâbında, Süleymân bin Berîde, babasından haber veriyor ki, biri; Resûlullahdan nemâz vaktlerini sordu. (İki gün benimle birlikde nemâz kıl!) buyurdu. Güneş tepeden ayrılınca, Bilâl-i Habeşîye ezân okumasını emr etdi. Öğle nemâzını kıldık. Bir hadîs-i şerîfde, (İkindi nemâzı, güneş batmadan önce kılınır) buyuruldu.
(Buhârî) ve (Müslim) kitâblarında, Câbir bin Abdüllahın “radıyallahü anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Kapınızın önünden akan bir suda her gün beş kerre yıkanınca, üzerinizde kir kalmıyacağı gibi, beş vakt nemâz kılanların hatâlarını da, Allahü teâlâ afv eder) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Nemâz dînin direğidir. Nemâz kılan, dînini sağlamlamış olur. Nemâz kılmıyan, dînini yıkmış olur) buyuruldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Buhârî) ve (Müslim) kitâblarında yazılı meşhûr olan hadîs-i şerîfde, (İslâmın temeli beşdir. Birincisi, şehâdet kelimesini söylemekdir. İkincisi, nemâz kılmakdır) buyuruldu. Ebû Dâvüdün bildirdiği ve (Halebî) kitâbında yazılı hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, hergün beş nemâz kılmağı emr etdi. Güzel abdest alıp, bu beş nemâzı vaktlerinde kılan ve rükû’ ve secdelerini iyi yapanları, Allahü teâlâ, afv ve mağfiret eder) buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kullarına, her gün beş kerre nemâz kılmağı farz etdi. Bir kimse, güzel abdest alıp, nemâzını doğru kılarsa, kıyâmet günü, yüzü, ondördüncü ay gibi parlar ve Sırât köprüsünü şimşek gibi geçer) buyurdu. (Rıyâd-ünnâsıhîn) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, hadîs kitâblarını inceledim. Yirmiden çok Sahâbînin bildirdikleri, çeşidli hadîs-i şerîflerde, (Şer’î bir özrü olmadan, bir nemâzı terk eden kâfir olur) buyurulduğunu gördüm.
(Târîh-i Buhârî) ve (Kitâb-ül-îmân) kitâblarında, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Nemâzı terk eden kâfir olur) buyuruldu. Ya’nî nemâz kılmadığı için üzülmiyen, bunun için Allahdan utanmıyan kimse, son nefesinde îmânsız gider, demekdir.
Fazla bilgi almak için (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının altmışüçüncü maddesini okuyunuz!
(Buhârî) kitâbında, Ebû Sa’îd-i Hudrînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Cemâ’at ile kılınan nemâzın sevâbı, yalnız kılınandan yirmibeş kat fazladır) buyuruldu. Abdüllah ibni Ömerin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Yirmiyedi kat fazladır) buyuruldu.
Dâr-ı Kutnînin “rahmetullahi aleyh” bildirdiği ve (Künûz)da yazılı hadîs-i şerîfde, (Mescid yanında bulunanın, nemâzını mescidde kılması lâzımdır) buyuruldu.
(Firdevs-ül-ahbâr) ve (Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâblarındaki hadîs-i şerîfde, (Ezânı işitip de, câmi’de cemâ’ate gitmemek, münâfıklıkdır) buyuruldu.
İmâm-ı Ahmedin “rahmetullahi aleyh”, (Müsned) kitâbında ve (Künûz)da bildirilen hadîs-i şerîfde, (Salâtından bir şeyi unutan, iki secde dahâ yapsın!) buyuruldu.
Bekara sûresinin kırküçüncü âyetinde meâlen, (Nemâzları kılınız ve zekât veriniz ve rükû’ edenlerle birlikde rükû’ ediniz!) buyuruldu. (Beydâvî)de ve bütün tefsîrlerde, bu âyet-i kerîmede, beş vakt nemâzın cemâ’at ile kılınması, emr olunduğu bildirilmekdedir. Bu âyet-i kerîmede, nemâza rükû’ denilmesi, yehûdî nemâzı değil, müslimân nemâzı olduğunu bildirmek içindir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çünki, yehûdîlerin nemâzlarında rükû’ yokdur. (Hulâsa-tül-fetâvâ) kitâbında diyor ki, (Müezzine icâbet etmek, ağız ile olmaz, ayak ile olur. Ezânı işitip söyliyen kimse, câmi’e gitmezse, müezzine icâbet etmiş olmaz).
8 — Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında ve Eshâb-ı kirâm zemânlarında câmi’ler vardı. Bu câmi’lerde imâmlar vardı. Cemâ’at ile nemâz kılınırdı. İmâmın ma’sûm olması, günâhsız olması şart değildir. Çünki, Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” başka kimse ma’sûm değildir. Allahü teâlâ câmi’ yapmağı emr ediyor. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Câmi’ yapan kimseye, Allahü teâlâ Cennetde köşk ihsân edecekdir).
Cum’a sûresi son âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Cum’a günü, salât için ezân okunduğu zemân, alışverişi bırakıp Allahı zikr etmeğe koşunuz! Salât temâm oldukdan sonra dağılınız!) buyuruldu. Salâtın nemâz demek olduğu, bu âyet-i kerîmeden de anlaşılmakdadır. Nemâza zikr adı da verildi. Cum’a günü, müslimânlar câmi’lerde toplandıkları için, bu güne Cum’a denildi.
Mezhebsizlerin, (Câmi’lerin yapdırılması için ilâhî bir emr gelmemişdir. Câmi’ler yıkdırıldıkdan sonra, ibâdetin evlerde yapılması dahâ makbûl ve dahâ uygun görülmüşdür) sözleri, çok çirkin bir yalan ve pek kötü bir iftirâdır. Müslimânları bu yalanlarına inandırmak için, âyet-i kerîmelere yanlış ma’nâlar vermeleri ise, küfrdür, zındıklıkdır. Vesîka olarak gösterdikleri târîh kitâbını da, Şîrâzlı bir hurûfî yazmışdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeden Medîneye hicret edince, önce (Kubâ) köyüne geldi. Burada on günden fazla kaldı. Burada (Kubâ mescidi) denilen câmi’ yapdı. Temeline, mihrâb altına, kendi mubârek elleri ile büyük bir taş getirip koydu. Sonra, (Yâ Ebâ Bekr! Sen de bir taş getir. Benim taşımın yanına koy!) dedi. Sonra, hazret-i Ömere ve hazret-i Osmâna da, birer taş koydurdu. Hazret-i Ömer ile hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anhümâ”, Medîneye dahâ önce gelmişlerdi. Resûlullah, nemâzlarını burada kıldı. Medînede iken, her hafta gelip, burada iki rek’at (Tehıyyetülmescid) nemâzı kılardı.
Mescid-i dırar: Kubâ köyünde bulunan münâfıklardan Hızâm bin Hâlid ve Ebû Ceybe ile İbni Âmirin oğulları Mecmâ ve Zeyd ve ayrıca Tebtel ve Tecrüc ve Becad ve Abâd ve Vedîa gibi serseriler, Ebû Âmirin kışkırtması ile, Tebük gazvesine hâzırlık sırasında, (Mescid-i dırar) adı verdikleri bir toplantı yeri yapdılar. Ebû Âmir, münâfıkların başı olan Abdüllah ibni Ebînin teyzesi oğlu idi. Resûlullahdan burada nemâz kılmasını istediler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Gazâdan dönüşde kılarım, buyurdu. Gazâdan dönüşde de, gelip yalvardılar. Allahü teâlâ, bunların münâfık olduklarını, mescidlerine gitmemesini, Peygamberine bildirdi. Resûlullah da, Mâlik bin Dehşem, Sa’d bin Adî ve kardeşi Âsım bin Adîyi göndererek burayı yıkdırdı. Yeri bugün belli değildir. Bu mescid yapılırken, hazret-i Ebû Bekr, Ömer ve Osmân, Medînede Resûlullahın yanında idi. Tebük gazâsının hâzırlığında, Resûlullaha hizmet ediyorlardı.
Mescid-i Cum’a: Medîne ile Kubâ arasında (Ranona) vâdisindedir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ilk Cum’a nemâzını burada kılmışdır.
Mescid-i Fadîh: Kubânın şarkındadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Benî Nadîr gazâsında, çadırları bu civâra kurdurmuşdu. Bu mescidde altı gece, Eshâbı ile nemâz kıldı.
Mescid-i Benî Kureyza: Resûlullah efendimiz, bu mescidin minâresi yanında nemâz kılmışdır.
Mescid-i Ümmi İbrâhîm: Benî Kureyza mescidinin şarkındadır. Burada da nemâz kılmışdır.
Mescid-i Benî Zafer: Bakî’ kabristânının şarkındadır. Resûlullah bu mescidde nemâz kıldıkdan sonra, bir kaya üzerine oturup, Kur’ân-ı kerîm okutup dinlemişdi.
Mescid-ül-icâbe: Bakî’in şimâlindedir. Resûlullah, Eshâbı ile burada nemâz kıldıkdan sonra, ümmetinin kıtlıkla ve boğulmakla helâk olmaması için düâ etdi.
Mescid-ül-Feth: Tepe üzerinde olup, merdivenle çıkılır. Resûlullah, Hendek gazvesinde, pazartesinden çarşambaya kadar, burada zafer için çok düâ etdi.
Mescid-ül-kıbleteyn: Mescid-ül-fethe yakındır. Bedr gazâsından iki ay önce, burada öğle veyâ ikindi nemâzını kıldırırken, ikinci rek’ati rükû’unda, Kudüs’den Kâ’beye dönüldü.
Mescid-i Zühâbe: Şâmdan Medîneye gelirken, sol tarafda, tepe üzerindedir. Burada çadır kurup nemâz kıldılar.
Mescid-i Cebel-i Uhud: Uhud gazvesinden dönüşde, öğle ve ikindi nemâzlarını burada kıldılar. Din âlimlerini öven âyet-i kerîme burada nâzil oldu.
Mescid-i Cebel-i Ayniyye: Hazret-i Hamzanın şehîd olduğu yerdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” burada silâhları mubârek bedeninde iken, nemâz kılmışdır.
Mescid-ül-vâdî: Resûlullahın, sabâh nemâzını ve hazret-i Hamzanın cenâze nemâzını kıldığı yerdir.
 
Üst Alt