6-)DÖRDÜNCÜ RİSÂLE BİRLEŞELİM ve SEVİŞELİM

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çocuk, İbrâhîm aleyhisselâm ile yürüyecek çağa gelince, İbrâhîm, “Ey oğulcuğum! Rü’yâda, seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?” dedi. Babacığım, sana emr edilen ne ise, onu yap! İnşâallah beni sabr edicilerden bulursun, dedi. İkisi de, Allahın emrine teslîm olunca, İbrâhîm, oğlunu alın üzeri yere yatırdı. [Bıçak çocuğu kesmedi.] Ey İbrâhîm! Rü’yâya sâdık oldun. İyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız, dedik. Bu iş, açık bir imtihân idi. Oğlunun yerine [kesilmek üzere] büyük bir koç verdik.
Bundan sonra, Ona iyilerden İshakı Peygamber olarak müjdeledik. Ona ve İshaka bereket verdik. Onların soylarından iyi olanlar da, nefsine zulm edenler de vardır) buyuruldu.
Bu âyet-i kerîmeler, kurban edilenin İsmâ’îl “aleyhisselâm” olduğunu açıkça göstermekdedir. Çünki, İbrâhîm aleyhisselâm, Rabbim bana emr etdiği yere giderim diyerek hicret edince, önce İsmâ’îl “aleyhisselâm” ihsân olundu. İshak “aleyhisselâm” sonradan ihsân edildi. Bu gerçeği niçin gizliyorlar, anlıyamıyoruz.
(Mir’ât-i Mekke) kitâbında diyor ki, Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında yehûdî hahamlarından biri müslimân oldu. Halîfe Ömer bin Abdül’azîz buna (Kurban olunacak, İsmâ’îl mi, yoksa İshak mı idi?) dedi. Yâ halîfe! Yehûdîler, hazret-i İsmâ’îlin kurban olunduğunu bilirler. Fekat İsmâ’îl “aleyhisselâm”, Muhammed aleyhisselâmın ceddi olduğu için, kendi cedleri olan İshak aleyhisselâmın kurban olduğunu söyliyorlar, dedi. Bunlar da, yehûdîlerin ve hıristiyânların yolunda gitdikleri için, İsmâ’îl “aleyhisselâm”ın kurban olunmasını inkâr ediyorlar.
İbrâhîm “aleyhisselâm”ın hangi oğlunu kurban etmek istediği, dinde inanılması lâzım olan bilgilerden değildir. Fekat bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerine “rahmetullahi aleyhim” saldırmak için, bunu da mühim [önemli] birşeymiş gibi ileri sürüyorlar. Emevîleri, Abbâsîleri, Osmânlı Türklerini kötülüyorlar. Çünki, Muhtâr-ı Sekâfîyi Emevîler, Karmıtîlerle Fâtımîleri Abbâsîler, hurûfîleri Tîmûr hân, Safevîleri de Osmânlı Türkleri yok etdi. İbni Âbidîn beşinci cild sonunda buyuruyor ki, (Müslimânların lüzûmu olmıyan din bilgilerini konuşmaları uygun değildir. İsmâ’îl mi dahâ üstündür, İshak mı üstündür? Kurban edilen hangisidir?Hazret-i Âişe mi dahâ üstündür, yoksa hazret-i Fâtıma mı, sormamalıdır. Bunları öğrenmek lâzım değildir. Allahü teâlâ bu gibi şeyleri öğrenmeği emr etmedi). Mezhebsizlere Allah akl ve hidâyet versin de, islâmiyyeti içerden yıkmakdan, parçalamakdan vazgeçsinler.
13 — Bir kitâb, Emevîlerin İslâmiyyeti değişdirdiğini yazıyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu söz, büyük iftirâdır. Emevîler zemânında, (Ehl-i sünnet) âlimleri vardı. Bu âlimlerin gösterdikleri doğru yol, Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın yoludur. Resûlullahın yoluna, Emevîlerin uydurması diyerek müslimânları aldatıyor.
14 — Mubârek gecelerin birkaçı Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilmişdir. Hepsini Peygamberimiz Eshâbına öğretmişdir. Din imâmlarımız da, Eshâb-ı kirâmdan öğrenerek kitâblarına yazmışlardır. Emevî halîfeleri islâm dînine saldırmadılar. Bugünki müslimânlık, Peygamber efendimizin bildirdiği müslimânlıkdır. Mubârek gecelere bid’at diyenler, Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerine bid’at demiş oluyorlar. İslâmiyyet, câhillerin, ahmakların sözlerine aldanmakla korunmaz. İslâmiyyet, Ehl-i sünnet âlimlerinin, Eshâb-ı kirâmdan öğrenerek yazmış oldukları kitâblara uymakla korunur.
15 — Resûlullahın cenâzesini ortada bırakdılar demek, hazret-i Alîye büyük iftirâ olur. Evet, acı haberi işitince, hazret-i Alî de, birçokları gibi ne yapacağını şaşırdı. Evine kapanıp ağlamağa, ciğerini dağlamağa başladı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât etmeden önce, hazret-i Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh”, müslimânlara imâm yapdı. Vefât edince, müslimânlar da, oybirliği ile, hazret-i Ebû Bekri imâm seçdi. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Alîyi evinden çağırıp, Resûlullahın hizmetini yapmasını emr eyledi. Böylece cenâzesi kaldırıldı.
Hurûfîler, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ölümünden sonra, hazret-i Alînin üzerine asker çekip muhârebe etdiler diyerek, Eshâb-ı kirâmı kötülüyorlar. Bu sözleri de yalandır. İftirâdır. Üç halîfe, hazret-i Alîyi baş üstünde taşıdılar. Onun mubârek kalbini incitecek birşey yapmadılar. İslâm târîhlerini okuyanlar, bu hakîkatleri bilir. Bu yalanlara aldanmaz.
Birkaç zâlimin, ahmağın, imâm-ı Hasenin cenâzesine yapdığı saygısızlığı behâne ederek ve olayları değişdirerek, Ehl-i sünnet olan müslimânlara saldırıyorlar. Temiz müslimânları doğru yoldan sapdırmağa uğraşıyorlar. Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennete gidecekleri müjdelenmiş on kişiden biri olan Sa’d ibni Ebî Vakkâs hazretlerinin oğlu Ömerin, Kerbelâda hazret-i Hüseynle harb ederek şehîd edilmesine sebeb olmasını, bütün müslimânlara suç olarak yaymağa, hattâ dahâ önce ölmüş olanlara da, bu yüzden la’net etmeğe kalkışan islâm düşmanlarının, acıklı, şişirme hikâyelerine aldanıp da, müslimânlar arasında bölücülük yapmamalıdır. Bir müslimâna kötü gözle bakmak, onu çekişdirmek, ona iftirâ etmek, kalbini kırmak harâmdır. Bunların herbiri ayrı ayrı büyük günâhdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Müslimâna kin beslemek de günâhdır. Bunların herbiri Kur’ân-ı kerîmde yasak edilmişdir. İslâmın iç düşmanları, yehûdî dönmeleri, müslimânları parçalamak, milleti birbirine düşman etmek için, örtülmüş târîh olaylarını, şişirerek ortaya koyuyorlar, inanması ve öğrenmesi farz olmıyan hattâ örtülmesi lâzım olan acıklı olayları meydâna çıkarmak, kardeşi kardeşe saldırtmak istiyorlar. Bu sinsi düşmanların yalanlarına aldanıp parçalanmıyalım. Hadîs-i şerîflerle övülmüş olan (Ehl-i sünnet) âlimlerinin bildirdikleri doğru yolda birleşelim. Birleşmekden kuvvet hâsıl olur. Ayrılık felâkete sebeb olur.
Bunlar, müslimânların arasına îmân ayrılığı, fikr ayrılığı sokuyorlar. Kardeşi kardeşe düşman ediyorlar.
Ehl-i sünnetin, dört mezhebe ayrılması, îmân ayrılığı, fikr ayrılığı değildir. Dört mezhebde olan müslimânların îmânları, düşünceleri birdir. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirleri ile sevişirler. İbâdetlerde ve günlük işlerde, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açıkça bildirmediği ufak tefek şeylerden birkaçını yapmakda ayrılmışlardır. Güç durumda kalınca, bu şeyleri diğer üç mezhebe göre de yaparlar.
Müslimânların, îmânda fırkalara ayrılmaları felâketdir. Peygamber efendimiz, müslimânların yetmişüç fırkaya ayrılacaklarını, yetmişikisinin, bozuk inanışlarından dolayı, Cehenneme gideceklerini haber verdi. (Ehl-i sünnet) denilen doğru îmânlıların “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ba’zı işlerde dört mezhebe ayrılması ise, rahmetdir. Müslimânlara kolaylıkdır.
Kur’ân-ı kerîmi, atların ayakları altında çiğnetenler, Ebû Tâhir Karmatî ve Hicâzdaki mezhebsizlerdir. Ravda-i mutahharayı harb meydânı yapan, hazîne-i Resûlü yağma edenlerin kimler olduğu (Mir’at-ül-haremeyn)de yazılıdır. Evet, Emevîlerin ve hazret-i Alînin vâlîleri arasında zulm yapanlar oldu. Müslimânlara işkence etdiler. Fekat, bunları ileri sürerek, ne hazret-i Alîye ve ne de hazret-i Mu’âviyeye dil uzatılamaz. Kötü birşey denilemez. Çünki ikisi de, Sahâbîdir ve hazret-i Alî, hazret-i Mu’âviyeden dahâ yüksekdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâmdan hiçbirinin sonradan kâfir olmıyacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi. Herhangi birisine dil uzatmamızı yasak etdi. Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmdan râzı olduğunu, Onları sevdiğini bildiriyor. Allahü teâlânın sıfatları ebedîdir, sonsuzdur. Onlardan râzı olması sonsuzdur. Eshâb, sâhibler demekdir. Arkadaşlar demekdir. Resûlullahı, îmân ederek, bir kerre gören, sahâbî olur. İlk üç halîfe ve hazret-i Mu’âviye ve Amr ibni Âs, Eshâbdan idi. Eshâbdan hiçbiri mürted, münâfık olmaz.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Allahü teâlânın bunlardan râzı olması değişmez. Eshâb-ı kirâmdan biri veyâ birkaçı, Resûlullah öldükden sonra mürted oldu veyâ fâsık oldu diyen kimse, bu sözü, bir şübheli nassı yanlış te’vîl ederek söyliyorsa, (Bid’at ehli) sapık olur. Nassdan ve te’vîlden haberi olmıyan bir câhil olarak söyliyorsa kâfir olur. Münâfıklar, Eshâbdan değildirler. Münâfıklardan birkaçının, îmânsızlıklarını sonradan açıklamaları, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sonradan mürted olması demek değildir.
Abdül’azîz Dehlevî, (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbında, şî’îlerin altmışsekizinci sözlerini anlatırken diyor ki, (Eshâb-ı kirâm arasında münâfıklar vardı. Bunlar önceleri belli değildi. Fekat, Peygamber efendimizin son senelerinde, mü’minler münâfıklardan ayrıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât etdikden az sonra, bu münâfıklardan kimse hayâtda kalmadı. Âl-i İmrân sûresinin yüzyetmişdokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey münâfıklar! Allahü teâlâ, sizi kendi hâlinize bırakmaz. Hâlis mü’minleri münâfıklardan ayırır) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde de, (Medîne şehri, münâfıkları mü’minlerden ayırır. Demirci ocağı, demiri pasından ayırdığı gibi ayırır) buyuruldu. Resûlullah efendimizin ölünceye kadar övdüğü dört halîfenin ve hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anhüm” sonradan kâfir olmadıklarını, bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf açıkça bildirmekdedir).
Müslimânlar, câmi’lerde değil, hiçbir yerde Resûlullahın Ehl-i beytine “radıyallahü anhüm” küfr etmez ve etmemişdir. Müslimânlar bilirler ki, Ehl-i beyti sevmek, Onları övmek, son nefesde îmân ile gitmeğe sebeb olur. Birkaç münâfıkın yapdığı kötü hareketi, bütün müslimânlara yaymak, böylece müslimânlar arasında fitne çıkarmak, islâm düşmanlığıdır. Bu hâinler, müslimânları Ehl-i beyt düşmanı diye kötülüyorlar. Ehl-i beyt yolundaki Ehl-i beyt âşıklarına, Ehl-i beyt düşmanı demek, ard fikrli, kötü niyyetli münâfıkların, müslimânları parçalamak için girişdikleri korkunç bir saldırıdır.
Müslimânlar, Resûlullahın Ehl-i beytini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” herkesden çok severler ve Ehl-i beyti sevenleri de severler. Ehl-i beyti sevenlere, Ehl-i beytin yolunda giden doğru müslimânlara (Ehl-i sünnet) denir.
(Tuhfe) kitâbında yine buyuruyor ki, (Hurûfîlerin yirmidördüncü sözleri, Ehl-i sünnet, Ehl-i beyte düşmandır, demeleridir. Bu sözlerine herkesi inandırmak için, acıklı hikâyeler de söyleniyor. Çirkin hikâyelerin hepsi yalan ve iftirâdır. Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, Ehl-i beytin hepsini sevmek, kadın erkek her müslimâna farz ve lâzımdır. Onları sevmek îmânın şartıdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ehl-i sünnet âlimleri, Ehl-i beytin “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” üstünlüklerini bildiren çok sayıda kitâb yazmışlardır. Onların uğruna Emevî ve Abbâsî vâlîlerine karşı gelmişler, canlarını fedâ etmişlerdir. Sa’îd bin Cübeyr ve Nesâî gibi birçokları, Ehl-i beyt için şehîd olmuşlardır. Çokları da, işkenceler çekmişler, ömürlerini zındanlarda geçirmişlerdir. O zemânlarda mezhebsizler (Takıyye), ya’nî ikiyüzlülük yaparak, kendilerini gizlemişler, mala ve mevkı’a kavuşmak için, Ehl-i beyte karşı görünmüşlerdir. Ehl-i beyte her zemân yardımcı olanlar, Ehl-i sünnet idi. Ehl-i sünnetin hepsi, her nemâzlarında, Ehl-i beyte hayr düâ etmekdedir.
Ehl-i sünnet, Ehl-i beyt arasında hiç ayırım yapmadan hepsini çok sevmekdedir. Mezhebsizler böyle değildir. Bir imâmları ölünce kardeşleri ve akrabâsı ona kâfir demişlerdir. Onun oğullarından birini imâm yapmışlar, ötekilere la’net etmişler, kötülemişlerdir. Ehl-i beytin hepsini seven ve hepsinin yardımına koşan, Ehl-i sünnetden başkası olmamışdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Benden sonra, size iki rehber bırakıyorum: Allahın kitâbını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, Kur’ân-ı kerîmin bir kısmına inanıp, başka yerlerine inanmamak fâide vermediği gibi, Ehl-i beytin bir kısmına inanıp sevmek, ötekilere la’net edip kötülemek de, âhıretde fâide vermez. Kur’ân-ı kerîmin hepsine îmân etmek lâzım olduğu gibi, Ehl-i beytin de hepsini sevmek lâzımdır. Ehl-i beytin hepsini sevmek de, Allahü teâlânın lutfü ile, (Ehl-i sünnet)den başka hiç kimseye nasîb olmamışdır. Çünki Hâricîler, hazret-i Alîye ve Onun temiz evlâdlarına düşman olmak alçaklığına sürüklendiler. Şî’îlerin ba’zı fırkaları, müslimânların mubârek anneleri olan Âişe-i Sıddîkaya ve hazret-i Hafsaya ve Resûlullahın halasının oğlu Zübeyr bin Avvâma düşman olmak felâketine yuvarlandılar. Kirâmiyye fırkası, hazret-i Hasenin ve hazret-i Hüseynin imâmlığına inanmadılar. Muhtâriyye fırkası da, imâm-ı Zeynel’âbidîne inanmadılar. İmâmiyye fırkası, Zeyd-i şehîde inanmadı. İsmâ’îliyye de, imâm-ı Mûsâ Kâzıma inanmadı. Bunlar gibi, dahâ nice fırkalar, Ehl-i beyti sevmekden ve yukarıdaki hadîs-i şerîfe uymakdan mahrûm kaldılar.
İmâm-ı Alî Rızâ hazretleri Nişâpura gelince, yirmibinden çok ilm adamı kendisini karşıladı. Dedelerinden gelen bir hadîs-i şerîf okuması için yalvardılar. İmâm hazretleri, (Lâ ilâhe illallah sığnağımdır. Bunu okuyan, kal’ama sığınır. Kal’ama giren de, azâbımdan kurtulur) hadîs-i kudsîyi okudu. Ehl-i sünnet âlimleri, bunu aşağıdaki gibi, okuyup üzerine üflenen hastaların şifâ bulacaklarını bildiriyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ehl-i beyti bu kadar aşırı seven Ehl-i sünneti, Ehl-i beyte düşman sanmak, yâ câhillik ve ahmaklık, yâhud da, şaşkınca bir Ehl-i sünnet düşmanlığı değil midir?). (Tuhfe)den terceme temâm oldu. Aşağıdaki yazının islâm harfleri ile yazılıp, doğru okunması lâzımdır: (Revâ Aliyyül-Rızâ, fe-kâle, Haddesenî ebî Mûsel-Kâzım an ebîhi Ca’feris-Sâdık an ebîhi Muhammedenil-Bâkır an ebîhi Zeynel’âbidîn Alî an ebîhil-Hüseyn an ebîhi Alî bin Ebî tâlib “radıyallahü anhüm”, kâle haddesenî habîbî ve kurretü aynî Resûlullahi “sallallahü aleyhi ve sellem”, kâle haddesenî Cibrîlü, kâle semi’tü Rabbel’izzeti yekûlü, (Lâ ilâhe illallâhü hısnî, men kâle-hâ dehale hısnî, ve men dehale hısnî emine min azâbî).)
16 — Biz müslimânlar, Peygamber efendimizin sevgili Ehl-i beytinin ve kıymetli Eshâbının “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” ismlerini söylediğimiz ve yazdığımız zemân her birine “radıyallahü anh” diyoruz. Bu söz, Allah ondan râzı olsun demekdir. Müslimânların en kıymetli kitâblarından olan (Dürr-ül-muhtâr) kitâbının beşinci cildinde, ferâiz kısmından önce ve bunun şerhinde diyor ki, (Eshâb-ı kirâma “radıyallahü anh” demek müstehabdır. Çünki Onların hepsi, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çok çalışdılar. Allahü teâlâdan gelen herşeye râzı oldular. Allahü teâlâ Onlardan râzıdır. Başkalarının dağ kadar altın sadakasına verilen sevâb, Onların yarım avuç arpa sadakalarına verilen sevâb kadar olamaz).
(Mesâbîh-i şerîf)de ve Şâh Veliyyullahi Dehlevînin “rahmetullahi aleyh”, (İzâlet-ül-hafâ an hilâfet-il-hulefâ) kitâbında, Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ” diyor ki, Resûlullah zemânında, hazret-i Ebû Bekrin, Ömerin ve Osmânın ismlerini söylediğimiz zemân, hep “radıyallahü anh” derdik.
Biz müslimânlar, islâm dînine kötülük yapanları sevmeyiz. Onların ismlerini nefret ile anarız. Böylece, Abdüllah bin Sebe’ ve binlerle müslimânı şehîd eden Hasen Sabbâh, Ebû Tâhir Karmatî ve şâh İsmâ’îl Safevî gibi hâinlerin ismlerini nefret ile anarız. İslâm dînine sadâkat ile gönül vermiş, Resûlullahı çok sevdikleri için, cânlarını, mallarını ve vatanlarını fedâ etmiş olan hazret-i Ebû Bekri, hazret-i Ömeri, hazret-i Osmânı ve hazret-i Alîyi ve hazret-i Mu’âviyeyi çok severiz. Peygamber efendimizin Ehl-i beytini ve bu Sahâbîleri “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sevenleri de çok sever ve överiz. Hazret-i Mu’âviye ve Amr ibni Âs hazretleri gibi, islâmiyyete çok hizmet eden ve islâm düşmanı Bizanslılarla yıllarca cihâd eden Sahâbîlere aklın, fikrin kabûl edemiyeceği aslsız, uydurma iftirâ, bühtân yapanları, bir müslimân sevebilir mi?
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu yersiz yalan te’vîllerle, küçük ma’sûm çocukların temiz dimâglarını zehrliyorlar. Bu zehr, kötü bir mîrâsdır. Bu mîrâsı, gelecek günâhsız, ma’sûm nesllere intikâl etdirmek için sapık kitâblar, bozuk dergiler yayınlıyor, her yere dağıtıyorlar. (Fitne, yalan yayıldığı zemân, doğruyu bilenler, bildirmezlerse, onlara la’net olsun!) hadîs-i şerîfi unutuldu mu?
Sırası gelmiş iken, şu vak’ayı arz edelim: Câbir bin Abdüllah hazretleri diyor ki, bir köylü, hazret-i Alînin yanına geldi. Yâ Emîrel-mü’minîn! Ebû Bekr Cennetde midir, diyerek sordu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, bu soruya çok üzüldü. (Keşki dünyâya gelmeseydim. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ondan sonra, hiçbir müslimândan böyle bir söz işitilmemişdir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, Resûlullahın yanında vezîri, müşâviri idi. Vefâtından sonra, halîfesi idi. Buna inanmıyan kâfir olur. Ey köylü! Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, vefât edeceği zemân beni çağırdı. Bana ey benim canım! Vefâtım yaklaşdı. Öldüğüm zemân beni, Resûlullahı yıkamış olan o mubârek ellerinle yıka! Kefene sar ve tabuta koy! Cenâzemi, Hucre-i se’âdetin kapısına götür! Ebû Bekr kapıdadır, içeri girmeğe izn istiyor diyerek, Resûlullaha söyle, dedi. Ey din kardeşim! Ebû Bekr-i Sıddîk vefât edince, her söylediğini yapdım. Hucre-i se’âdetin kapısına koyup izn isteyince, (Sevgiliyi, sevgilinin yanına getirin!) sesini işitdik. Bunun için, hazret-i Ebû Bekri, Resûlullahın yanına defn etdik!) dedi.
Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” ve oniki imâmın hepsi, hazret-i Ebû Bekrden ve diğer halîfelerden ve Câbir bin Abdüllahdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hadîs rivâyet etdiler. Ya’nî, Onların haber verdikleri hadîs-i şerîfleri tasdîk etdiler. Onların âdil ve sâdık olduklarını bildirdiler. Hazret-i Alînin ve Ehl-i beytin yolunda olanın da, hazret-i Ebû Bekri böyle çok sevmesi lâzımdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Çünki, herkesce bilinen bir gerçekdir ki, dostun dostu sevilir. Dostun düşmanları sevilmez. Eshâb-ı kirâmın hepsinin birbirlerini çok sevdiklerini Kur’ân-ı kerîm haber vermekdedir. Peygamber efendimiz, (Beni seven, Eshâbımı da sever! Eshâbımın hepsini seviniz!) buyurdu. Şimdi ba’zı kimseler, Kur’ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmın yolundan ayrılmışlar. Eshâb-ı kirâm arasında, Ehl-i beyte düşman olanlar vardı. Biz de, Onlara düşmanız diyorlar. Hâşâ, böyle sözler, Abdüllah bin Sebe’ yehûdî dönmesinin iftirâlarıdır. Müslimânlar, böyle yalanlara aldanmamalıyız! Ehl-i beyti de, Eshâb-ı kirâmın hepsini de çok sevmeliyiz. Çünki, Peygamber efendimiz buyurdu ki, (Eshâbım, gökdeki yıldızlar gibidirler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Eshâbımdan herhangi birinin izinde giden, hidâyete kavuşur!) Ya’nî Cennete gider buyurdu.
Yehûdîler, zındıklar, islâmiyyeti içerden yıkmağa çalışıyorlar. Bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Kur’ân-ı kerîmden anlıyarak, kitâblarına yazdıkları doğru bilgilere inanmıyorlar. Müslimânları aldatmak için, bu bilgilere Kur’ân dışı bilgiler diyorlar. Kendi uydurdukları yalanlara inandırmak için, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış, bozuk ma’nâlar veriyorlar. Bu bozuk sözlere, gerçek islâm dîni diyorlar. Bindörtyüz seneden beri, her memleketdeki müslimânların îmânları ve ibâdetleri sanki bozuk imiş de, şimdi bu zındıklar doğrusunu meydâna çıkarıyorlarmış.
17 — Zındıklar, yimesi harâm olan şeyleri de, halâl demeğe, halâl olanları harâm demeğe kalkışıyorlar.
(Müslim) ve (Ebû Dâvüd) bildiriyorlar ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Yırtıcı hayvanlardan köpek dişi olanları ve pençesi ile avlıyan kuşları yimeği harâm etdi). Haşereleri, ya’nî toprak içinde yuvası olan küçük hayvanları yimek halâl değildir. Fâre, kertenkele, kirpi, yılan, kurbağa, arı, pire, bit, sivrisinek, kara sinek, kene yimek harâmdır. Çünki haşeredirler. İnsanlar arasında yaşıyan ehlî merkeb eti de halâl değildir. Dağlarda yaşıyan vahşi merkebin eti ve sütü halâldir. Katır eti halâl değildir. Sırtlan, tilki, kaplumbağa, leş kargası, akbaba, kurt, fil, dağ keleri, tarla fâresi, gelincik, kartal, kedi, sincab, samur, sansar gibi hayvanlar ve kanı olmayan böcekler, meyvenin, peynirin ve etin kurdları yinmez. Dağ keleri, kertenkele gibidir. Arabîde (Dab) denir.
Tarla kargası halâldir. Çünki, harman dâneleri yir. Tavşan etini yimek de halâldir.
(Mültekâ) kitâbında diyor ki, tavşan yimek halâldir. Mekrûh değildir. (Mecmâ’ul-enhür) bunu açıklarken, (Tavşan yimek halâldir. Çünki, Peygamber efendimize tavşan eti kebabı hediyye getirdiler. Eshâbına, (Bunu yiyiniz!) buyurdu) diyor. (Dürr-ül-müntekâ) kitâbında, (Tavşan eti yimek halâldir. Çünki, tavşan yırtıcı hayvan değildir) buyuruyor.
(Kudûrî) kitâbının yazarı “rahmetullahi teâlâ aleyh”, her çeşid tavşan eti yimek halâldir, diyor. (Cevhere) bunu şerh ederken, (Tavşan etini yimek halâldir. Çünki tavşan yırtıcı hayvan değildir ve leş yimez. Tavşan, geyik gibidir) diyor.
Şâm kâdısı Mevlânâ Abdülhalîm efendi “rahmetullahi aleyh”, (Dürer) hâşiyesinde buyuruyor ki, (Erneb, ya’nî tavşan etinin mubâh olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çünki tavşan yırtıcı hayvan değildir ve leş yimez. Geyik gibidir. Ot yir. Fıkh kitâbları, tavşanın halâl olduğunu açıkça yazıyorlar. Böylece, harâm diyenleri red ediyorlar.)
Görülüyor ki, tavşan etini yimek, sözbirliği ile halâldir. Hiçbir islâm âlimi, tavşan etine harâm, hattâ mekrûh bile dememişdir. Peygamber efendimiz, tavşan etini yiyiniz diyerek emr verdikden sonra, bir müslimân, tavşan eti, yinilmez diyebilir mi? Elbette, hiçbir müslimân tavşan etine harâm diyemez. Tavşan yinilir, tavşan yinilmez diye müslimânlar arasında hiç ihtilâf olmamışdır. Bunlar, tavşan yinmez diyorlar. Bunların bu sözlerine hiç bir müslimân aldanmamışdır. Asrlardan beri bütün müslimânlar tavşan yimişdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” tavşanı yiyiniz, buyurması, bütün müslimânlara ışık tutmuşdur. Bunun üzerinde durmağa değmez. Peygamber efendimiz bu mes’eleyi hâl etmişdir. Hurûfîlerin dedikoduları, Peygamberimizin emrini değişdirmez.
Tevrâtda tavşan yinilmez, dediği için, yinilmezmiş. Müslimânlar her işlerinde Kur’ân-ı kerîme ve Peygamber efendimizin emrine uyar. Tevrâta uymaz. Kur’ân-ı kerîm, Tevrâtın çok emrlerini nesh etmiş, yürürlükden kaldırmışdır. Hem de bugün, Allahü teâlânın gönderdiği doğru Tevrât hiçbir yerde yokdur. Yehûdîlerin uydurduğu Tevrâtlara bakarak tavşan yinmez demek, müslimâna yakışır mı? Fekat, Yemenli Abdüllah bin Sebe’ yehûdîsinin yolunda olan hurûfîler, onun gibi, Tevrâta çok önem veriyorlar.
Bekara sûresinin kırkbirinci âyetinde meâlen, (Sizde bulunan Tevrâtı, Allahın birliğinde ve azâb ve sevâb ve îmân bilgilerinde doğrulıyan Kur’âna inanın!) ve altmışüçüncü âyetinde meâlen, (Ey İsrâîl oğulları! Size verdiğimiz kitâba hurmetle sarılın, demişdik) buyurulmuşdur. Bunlar, Tevrâtın Kur’ân olduğunu göstermez. Doksanbirinci âyetinde meâlen, (O Kur’ân hakdır. O zemânda bulunan Tevrâtı tasdîk eder) buyuruldu. Evet îmân edilecek bilgiler, Tevrâtda ve Kur’ân-ı kerîmde ve bütün semâvî kitâblarda başka başka değildir. Fekat, ibâdetler ve halâl, harâm olanlar, her kitâbda başkadır. Doksanyedinci (Kur’ân, önce gelmiş olan kitâbları tasdîk edicidir) âyeti de, değişdirilmemiş kitâblarda, îmân edilecek şeylerin hep aynı olduğunu bildirmekdedir.
Mâide sûresinin kırksekizinci âyetinde meâlen, (Sana Kur’ânı hak olarak indirdik. Önce indirilmiş olan kitâbları tasdîk edicidir) buyuruyor. Ahkâf sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (Kur’ândan önce, uyulacak yolu gösteren ve uyanlara rahmet olan, Mûsânın kitâbı Tevrât indirilmişdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu Kur’ân da, zâlimleri Cehennemle korkutmak ve iyilik yapanlara Cenneti müjdelemek için arabî dil ile indirilmiş, Tevrâtı tasdîk eden bir kitâbdır) buyuruldu.
Tefsîr âlimi imâm-ı Beydâvî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, [Bu âyet-i kerîmelerde bildirilen, Kur’ân-ı kerîmin Tevrâtı tasdîk etmesi demek, Kur’ân-ı kerîmin, Tevrâtın haber verdiği kitâb olduğunu bildirmekdir. Evet, îmân edilecek şeyler, kıssalar, haberler, Cehennem azâbları, Cennetin ni’metleri ve ibâdeti, adâleti emr etmek ve çirkin işlerden sakınmağı istemek, her iki kitâbda da aynıdır. Fekat, halal ve harâmların çeşidleri ve ibâdetlerin şeklleri aynı değildir. Başka zemânlarda yaşıyan insanlar için bunlar aynı olamaz. Her ümmetin kitâbında, onlara uygun fâideli olan şeyler bildirilmişdir. Peygamberimiz, (Mûsâ “aleyhisselâm” şimdi sağ olsaydı, bana uymakdan başka birşey yapmazdı) buyurdu].
Âl-i İmrân sûresinin ellinci âyet-i kerîmesi, hurûfîlere kesin cevâb veriyor. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmın sözlerini bildirerek meâlen buyuruyor ki, (Benden önce Tevrâtda bildirilmiş olanları tasdîk edici geldim. Size harâm edilmiş olanları halâl etmek için geldim.) Bu âyet-i kerîme açıkça gösteriyor ki, Îsâ aleyhisselâmın İncîli, Mûsâ aleyhisselâmın Tevrâtını hem tasdîk etmekde, hem de, ondaki harâmlardan ba’zılarını halâl yapmakdadır. İşte bunun gibi Kur’ân-ı kerîm de, hem Tevrâtı tasdîk etmişdir. Hem de, Tevrâtdaki halâl ve harâm hükmlerini değişdirmişdir. Bu değişikliklerin çoğunu, islâm âlimleri, kitâblarında bildirmekdedir.
İbni Sebe’ yehûdîsinin yolunda olanlara hurûfî denir. Bunlar, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ veriyorlar. Kur’ân-ı kerîme yanlış ma’nâ veren kâfir olur. Meselâ, Cum’a sûresinin beşinci âyetinde meâlen, (Tevrâta inanmıyanlar, sırtına kitâb yükletilmiş eşeğe benzetilir) buyuruldu. Hâlbuki, tefsîr kitâblarında, bu âyet-i kerîmeye, (Tevrâtın ahkâmını yüklenmeğe emr olunmuş iken, yalnız okuyup emrlerine ve yasaklarına uymıyanlar, [ya’nî yehûdîler] ilm kitâblarını yüklenip, boşuna eziyyet çeken eşeğe benzer) denilmekdedir. Müslimânlar, Tevrâtın, Allahdan gelen kitâb olduğuna inanırız. Fekat, şimdi yehûdîlerin ellerinde bulunan kitâbın, o Tevrâtın kendisi olduğuna inanmayız. Yehûdîler, o Tevrâtın çok yerlerini bozdular, değişdirdiler. Mâide sûresinin onbeşinci âyeti bunu haber vermekde, (Allahın kitâbındaki, ya’nî Tevrâtdaki kelimeleri değişdirdiler) buyurmakdadır. Bekara sûresinin yetmişbeşinci âyetinde meâlen, (Yehûdîlerden bir kısmı, Tevrâtı işitirlerdi. Ondaki emrleri, yasakları anladıkdan sonra, değişdirirlerdi) buyuruldu.
 
Üst Alt