7-)Beşinci risâle îmân ile ölmek için kardeşim ehl-i beyt ile eshâbı sevmelisin

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu sûretle, islâmiyyeti yıkmak, yok etmek gayretindedirler. Çünki, islâmiyyet demek, Eshâb-ı kirâmın bildirdiği haberlerin toplamı demekdir. Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri, bizlere Eshâb-ı kirâm bildirdi. İslâmiyyetin bütün bilgileri Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve Eshâb-ı kirâmdan herhangi biri olursa olsun, Onun sözünden ve hareketlerinden alınmışdır. İslâm bilgilerinin kaynakları, vesîkaları, Eshâb-ı kirâmın sözleridir. Eshâb-ı kirâm kötülenirse, Onların bildirmiş olduğu islâmiyyet de bozuk olur. Kıymetsiz olur. Eshâb-ı kirâmın hepsi peygamberlerden başka, gelmiş ve gelecek bütün insanların hepsinden, her bakımdan dahâ üstündürler. İslâmiyyetin kıymetini bilmek için ve hakîkî bir müslimân olmak için, bu inceliği, iyi kavramak lâzımdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” üstünlüğünü, kıymetini, şerefini bilen ve Allahın Peygamberi ne demek olduğunu düşünebilen ve kavrıyabilen bir kimse, O yüce Peygamberin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yetişdirmiş olduğu ve bütün işlerinde kullanmış olduğu Eshâb-ı kirâmın derecelerinin yüksekliğini kolayca anlar.
Hazret-i Alî ve hazret-i Mu’âviye ve yanlarında bulunan Eshâbdan hiçbiri birbirini incitmek düşüncesinde değildi. Deve vak’asında da, Sıffîn vak’asında da, birbirleriyle anlaşmak için ve müslimânlar arasında huzûru ve râhatı sağlamak için karşılaşmışlardı. Her iki tarafda bulunanlar da, böyle düşündüklerini söylemişdi. Ehl-i sünnet âlimlerinin kelâm ve târîh kitâbları meydândadır. Hurûfîlerin düzme hikâyeleri ve türedi din adamlarının kitâblarının ve mecmû’alarının hiç kıymetleri yokdur. Târîhlere dikkat edilirse, bu muhârebelerde Eshâb-ı kirâm birbirini hiç öldürmemişdir. Birbirlerinin ölmelerine hep acımışlar ve ağlamışlardır.
(Kısas-ı Enbiyâ)da, yüzyetmişinci sahîfede diyor ki: Hazret-i Hasenin, zevcesi Ca’de tarafından zehrlendiği meşhûrdur. Hazret-i Hasen “radıyallahü teâlâ anh” çok evleniyor ve zevcelerini boşuyordu. Hattâ pederi, Kûfede iken, (Hasene kızlarınızı vermeyiniz! Zîrâ boşar) dedi. Dinleyiciler, (Biz Ona istediği kızı veririz. İster birlikde yaşasın, isterse boşasın) dediler. Hazret-i Hasen çok güzeldi. Resûlullaha benziyordu. Aldığı kız, Ona âşık olurdu. Ca’de de, her ne sebebden ise, Ona kırılarak canına kıymışdır.
(Mir’ât-ı kâinât) kitâbında diyor ki: Hazret-i Mu’âviye kendinden sonra, hazret-i Haseni halîfe yapmağa karâr verdi. Bu karârını millete bildirdi. Yezîd, babasından sonra, halîfe olmağı umuyordu. Hazret-i Hasenin hâtûnu olan Ca’deye zehr gönderdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Bunu Hasene yidirip öldürürsen, seni nikâhlayıp, tepeden tırnağa kadar zînete ve mala gark edeceğim) dedi. Kadın, bu yalana aldanıp, birkaç kerre zehr yidirdi. Fekat, şifâ buldu. Zevcesinin bu işi yapdığını anladı ise de, bir şey demedi. Başka yerde yatıp, yediklerine, içdiklerine dikkat ederdi. Ca’de, bir gece gizlice giderek bardağı içine elmas tozu koydu. Hazret-i Hasen, gece bunu içerek mi’desi parçalanmağa başladı. Vefât ederken, Hazret-i Hüseyn, kimin zehrlediğini söyletmeğe uğraşdı. (Bilirsen kısâs yapar mısın?) dedi. (Elbet, onu öldürürüm) deyince, (Ona kazandığı cezâ yetişir) buyurdu. Zevcesinin yapdığını söylemedi. Kırk gün sonra vefât etdi. Bakî’ kabristânında, vâlidesi hazret-i Fâtımanın “radıyallahü teâlâ anhâ” yanına defn olundu. Yezîdin yapdığı cinâyeti babasına yüklemek, ondan dahâ aşağı bir cinâyet değildir. Çünki, bu iftirâ, Nûh aleyhisselâmın oğlu olan Ken’anın küfrünü, babası yüce Peygambere yüklemeğe benzemekdedir.
36 — (Mu’âviye, babası Ebû Süfyândan veled-i zinâ olarak doğan, son derece zâlim, hâin ve kâtil olan Ziyâd bin Ebîh’i maksad-ı hâinâne ve câniyâne-i hâliye ve müstakbelesine hizmet için nesebine ilhak etmiş. Bu hâinin oğlu olan, şakîlerin şakîsi Ubeydullahı, kendi hayâtında vâlî yapıp, vefâtından sonra Kerbelâ fâcia-i müdhişesini tatbîk ve icrâya, bile bile ve hesâblıya hesâblıya hâzır ve müheyyâ kılmışdır. Bu hîleler ve hud’alar nasıl ictihâd hatâsı olur?) diyor. Bu yazıları, Kısas-ı Enbiyâdan aldığını da bildiriyor.
(Kısas-ı Enbiyâ)da, hazret-i Mu’âviyeye karşı saygı ve edeb dışı kelimeler, hattâ yorumlar yer almış bulunmakdadır. Fekat, yukarıda yazılı küstahca kelimeler, Cevdet Pâşanın “rahmetullahi teâlâ aleyh” îmânlı kaleminden geçememiş, kitâbının sahîfelerini kirletmemişdir. Bakınız, (Kısas-ı Enbiyâ) bu olayları nasıl bir kalemle ifâde etmekdedir:
(Fâris ehâlîsi, hazret-i Alîye karşı ısyân etdi. Uşr ve harâç vermek istemediler. Emîrleri olan (Sehl)i şehrinden çıkardılar. Hicretin otuzdokuzuncu senesinde, hazret-i Alî, Basrada beytülmâl me’mûru olan Ziyâd bin Ebîhi, Fâris ve Kermân vilâyetlerine vâlî ta’yîn etdi. Basra emîri olan Abdüllah bin Abbâs, Ziyâda asker vererek Fârise gönderdi. Ziyâd bin Ebîh, çok kurnaz, iyi idâreci, uzağı görüşü kuvvetli idi. Emrindeki askere lüzûm kalmadan güzel idâresi ile işini gördü. Az vakt içinde, Fâris ve Kermân vilâyetlerini düzene sokdu. Âsîleri yola getirdi. Basra emîri Abdüllah bin Abbâs hakkında hazret-i Alîye şikâyetler geldi. Hazret-i Alî, Abdüllahdan cizye mallarının hesâb defterlerini istedi. Abdüllah ibni Abbâs buna gücendi. (Sen işine başkasını gönder) diye cevâb yazdı.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Basra vilâyetinden ayrıldı. Hazret-i Alî şehîd olunca, Ziyâd, Mu’âviyeye bî’at etmedi. Ziyâd, zekîlerin başı, hatîblerin en güzel konuşanı idi. Evvelce Basra vâlîsi olan (Ebû-Mûsel-Eş’arî)nin kâtibi idi. Hazret-i Ömer, zemânında, buna vazîfeler vermişdi. Hazret-i Alî, deve vak’asından sonra, Onu, Basrada mal müdîri ve sonra Fâris emîri yapdı. O da, iyi bir idâreci olduğundan, o vilâyeti pek güzel inzibat altına aldı. Hazret-i Mu’âviye, Onun bu başarılarını görünce, kendi özkardeşi olduğunu i’lân etdi. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Ziyâda mektûb yazıp, (Seni bu vilâyete ta’yîn etdim. Sen bu işe ehlsin! Ammâ, Ebû Süfyânın ağzından çıkan bir söz ile, sen Onun nesebine ve mîrâsına kavuşamazsın. Mu’âviye, kurnazca, kişinin önünden, arkasından, sağından, solundan gelir. Ondan kendini koru) demişdi. İslâmiyyetden evvel, Arabistânda dürlü dürlü nikâhlar vardı. İslâmiyyet onları yasak etdi. Ziyâd, o zemânın âdetlerine göre yapılan nikâh ile dünyâya gelmişdi.
Kırkbeş senesinde, hazret-i Mu’âviye, Ziyâdı Basra, Horasan ve Sicistan vâlîsi yapdı. O sene Basrada fısk ve fücûr yayılmışdı. Ziyâd minbere çıkdı. Gâyet fasîh ve belîğ hutbe okudu. Halkı fısk ve fücûrdan, kötülüklerden men’ etdi. Ağır cezâlarla korkutdu. Yatsı nemâzını çok uzun okuyarak kıldırır, sonra evlerine gönderir, gece sokağa çıkmayı yasak ederdi. Bu sıkı yönetim ile Basrayı düzene sokdu. Böylece, hazret-i Mu’âviyenin hükûmetini kuvvetlendirdi. O kadar disiplin kurdu ki, bir kimsenin sokakda birşeyi düşse, çok zemân sonra gelip onu orada bulurdu. Kimse kapısını kilitlemezdi. Onbin kişilik polis teşkilâtı kurdu. Şehr hâricinde ve yollarda da, emniyyet ve âsâyişi te’mîn eyledi. Hazret-i Ömer zemânında olduğu gibi, herkes emniyyet içinde idi. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden (Enes bin Mâlik) ve nicelerine vazîfeler verdi. Onlardan istifâde etdi. O sırada, Hâricîler, ya’nî hazret-i Alînin düşmanları başkaldırdılar. Ziyâd bunlara emân ve zemân vermeyip, reîslerini ve çoklarını öldürdü. İsmleri unutuldu. Hazret-i Mu’âviye, kırkdokuz senesinde İstanbula bir ordu gönderdi. Oğlu Yezîdin de gitmesini emr etdi. Yezîd, nâz ve ni’met içinde büyümüş olduğundan geri kaldı. Hazret-i Mu’âviye, Yezîdi orduya yetişmesi için sıkışdırdı. Bu orduda (Abdüllah ibni Abbâs), (Abdüllah ibni Ömer), (Abdüllah ibni Zübeyr) ve (Ebû Eyyüb-el Ensârî Hâlid) hazretleri de vardı. Elliüç senesinde, Ziyâd Kûfede elliüç yaşında vefât etdi. Ziyâd vefât edince, oğlu Ubeydüllah Şâma geldi. Hazret-i Mu’âviye, onu Horasan askerine emîr yapdı. Ubeydüllah, o zemân yirmibeş yaşında idi. Horasana gitdi. Ceyhun nehrini geçip, Buhârada nice memleketler feth etdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Pekçok ganîmet malları getirdi. Ellibeş senesinde Basra vâlîsi oldu. Ellisekiz senesinde Basrada Hâricîler toplandı ise de, Basra vâlîsi (Ubeydüllah bin Ziyâd) bunların üzerine yürüyüp mahv-ü perîşân etdi.
Yezîd, altmış senesinde halîfe olduğu zemân, Ubeydüllah bin Ziyâd Basrada vâlî idi. Kûfeliler halîfeye mektûb yazıp, kudretli vâlî istediler. Ubeydüllah bin Ziyâdı Kûfeye gönderdi. İbni Ziyâd, Kûfeye gelince karmakarışık buldu. Halkı itâ’ate da’vet etdi. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” Kûfelilerin da’veti üzerine, amcazâdesi Müslimi Kûfeye göndermişdi. Kûfede otuzbine yakın kimse hazret-i Hüseyni halîfe yapdı. İbni Ziyâdın evini sardılar. İbni Ziyâd bunları dağıtdı. Reîsleri olan Müslimi i’dâm etdi. O gün hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” Mekkeden Kûfeye yola çıkdı.
Aşere-i mübeşşereden Sa’d ibni Ebî Vakkâsın oğlu Ömer, ibni Ziyâd tarafından Rey şehrine emîr ta’yîn edildi. Ömer dört bin kişi ile yola çıkacağı zemân, hazret-i Hüseynin, halîfe olmak için, Kûfeye gelmekde olduğu işitildi. İbni Ziyâd, Ömeri Hüseyne karşı gönderdi. Ömer gitmek istemedi. Öyle ise, Rey vâlîliği için verdiğim emri geri ver, dedi. Ömer bir gün düşüneyim, dedi. Sonra kabûl etdi. Kerbelâda karşılaşdılar. Hazret-i Hüseyn (Geri dönerim) dedi. İbni Ziyâd, (Yezîde bî’at etsin, öyle gitsin. Bî’at etmezse, Ona su verme) dedi. Hazret-i Hüseyn bî’at etmedi. Ömer askerini sürdü. Altmışbir senesi, Muharrem ayının onuncu günü hazret-i Hüseyn, yetmiş kişi ile şehîd oldu. Ömer bin Sa’d, iki gün sonra, kadınları ve Zeynel’âbidîn Alîyi Kûfeye getirdi. İbn-i Ziyâd, halkı câmi’e topladı. Minbere çıkıp (Allaha hamd ederim ki, hakkı izhâr eyledi. Emîrülmü’minîn olan Yezîde yardım eyledi) dedi. Kadınlar ve şehâdet haberi Şâma gelince, Yezîdin gözleri yaşla doldu. (Allah, İbni Sümeyyeye la’net eylesin) dedi. Ubeydullah bin Ziyâda, (İbni Sümeyye) ve (İbni Mercâne) de denirdi. Hazret-i Hüseyne rahmet okudu. (Hüseyn bana gelseydi, Onu afv ederdim) dedi. Haberi getiren Zübeyre müjde olarak birşey vermedi. (Allah belâsını versin. İbni Ziyâd acele edip Onu katl eyledi) dedi. Kûfeden getirilenleri yanına aldı. (Biliyor musunuz, Hüseyn niçin öldü? Hüseyn, (Babam Alî, Onun babası Mu’âviyeden dahâ iyidir, anam Fâtıma, Onun anasından ve ceddim Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Onun ceddinden dahâ iyidir. Onun için ben de Ondan dahâ iyiyim. Hilâfet benim hakkımdır) dedi. Onun babası ile benim babam işi hakemlere bırakmışlardı. Hangisinin seçildiğini herkes bilir. Allah için söyliyeyim ki, Onun anası Fâtıma, benim anamdan dahâ iyidir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dedesine gelince, Allaha ve âhıret gününe îmân eden kimse, Resûlullaha kimseyi eşit görmez. Fekat Hüseyn, fıkhı ve ictihâdı ile söyledi ve (Allahü teâlâ, herşeyin sâhibidir. Mülkü dilediğine ihsân eder) âyetini hâtırlamadı) dedi. Yezîdin serâyında, hazret-i Hüseyn için mâtem tutdular, çok ağladılar. Alınan eşyâlarını kat kat ödediler. Hattâ hazret-i Hüseynin kızı Sükeyne, (Mu’âviyenin oğlu Yezîdden dahâ hayrlı kimse görmedim) derdi. [Mezhebsizler de, bu sözü inkâr edemiyor. Fekat, kimse yerine kâfir kelimesini yazıyorlar.] Yezîd, Zeynel’âbidîn hazretlerini, sabah akşam sofrasına alır, birlikde yirdi. Onunla vedâ’ ederken, (Allahü teâlâ, ibni Mercâneye la’net eylesin! Vallahi ben olsaydım, babanın her teklîfini kabûl ederdim. Allahın takdîri böyle imiş, ne çâre! Her ne istersen bana yaz. Hemen gönderirim) dedi. Yezîd altmışdört senesinde, otuzsekiz yaşında öldü. İbni Ziyâd da, altmışyedi senesi Muharrem ayında eşkıyanın reîsi Muhtâr tarafından kanlı muhârebelerde öldürüldü. Hicâzda halîfelik yapan Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri, kardeşi Mus’abı Basra vâlîsi yapdı. Mus’ab da, Muhalleb ismindeki emîrini Muhtâr üzerine gönderdi. Çetin harbde, altmışyedi senesinde, Muhtâr öldürüldü.)
Kısas-ı Enbiyânın bu yazıları insâf ile okunursa, hazret-i Hüseynin “radıyallahü teâlâ anh”, kendisine ve mubârek babasına karşı düşmanlıkla olmayıp, mevkı’ ve dünyâlık için şehîd edilmiş olduğu anlaşılır. Her ne olursa olsun, bu alçakça yapılan vahşeti, Yezîd bile üzerine almamış. İbni Ziyâda, bu yüzden la’net etmişdir. Yezîdin suçu da büyük ise de, bundan dolayı, mubârek babasını lekelemeye kalkışmak, pek haksızlıkdır. Hâbilin kâtili olan Kâbilin babasını, ya’nî Âdem aleyhisselâmı kötülemek gibi olur.
Hazret-i Mu’âviye, Ubeydüllah ibni Ziyâdı, hazret-i Hüseyni şehîd etmek için vâlî yapdı, demek, olayları inkâr etmekdir. Kısas-ı Enbiyânın da bildirdiği gibi, kâfirlerle yapdığı cihâdda başarılar sağladığı ve hazret-i Alînin düşmanı olan Hâricîleri sindirdiği için, Onu vâlî yapdı. İslâmiyyete hizmet etdiğini görerek Onu Basraya ta’yîn etmişdi. O zemân, hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” Medînede idi. Mu’âviyenin hazret-i Hüseyne karşı kötü niyyeti olsaydı, İbni Ziyâdı Hicâz vâlîsi yapardı. Yezîdin suçu için, hazret-i Mu’âviyeyi kötüliyenler, hazret-i Hüseyni salıvermeyip, asl şehîd eden, Ömerin babasını da kötüleseler ya! Ömerin babası olan Sa’d ibni Ebî Vakkâs Cennetle müjdelenenlerdendir. Bunu kötülerlerse, yalanlarının, plânlarının ortaya çıkacağını biliyorlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Tezkire-i Kurtubî muhtasarı) yüzyirmidokuzuncu sahîfesinde, Abdülvehhâb-ı Şa’rânî diyor ki, Yezîd hazret-i Hüseynin mubârek başını, esîrlerle birlikde, Şâmdan Medîneye gönderdi. Medîne vâlîsi Ömer bin Sa’din emri ile, mubârek başı kefenlenip Bakî’ kabristânında, Fâtıma-tüzzehrâ hazretlerinin mubârek kabri yanına defn olundu. Fâtımî meliklerinin onüçüncüsü Fâiz 549 [m. 1154] da beş yaşında tahta çıkarılıp, (555) de ölmüşdü. Bunun zemânında devleti idâre eden vezîr Talâyı’ bin Ruzeyk, Kâhirede (Meşhed) denilen kabristânı yapdığı zemân, hazret-i Hüseynin mubârek başını, kırkbin altın harc ederek, Medîneden Kâhireye getirdi. Yeşil atlasa sardırıp, abanos ağacından tabut ile Meşhedde imâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh” türbesi ile seyyidet Nefîse kabri yanında defn edildi.
Hurûfîler bunu da yanlış anlatıyor. Mubârek başı, kırk gün sonra, Kerbelâya getirilip bedeni yanına defn olundu, diyorlar.
Pâkistânın büyük islâm âlimi mevlânâ hâfız hakîm Abdüşşekûr İlâhî Mirzâpûrî Hanefî, (Şehâdet-i Hüseyn) “radıyallahü anh” isminde kitâb yazmışdır. Karaşideki (Medrese-i İslâmiyye) talebesinden mevlevî Gulâm Haydar Fârûkî, bu kitâbı urdu dilinden, fârisîye terceme etmişdir. Karaşide Newtawn No. 5 de olan bu büyük medresede islâmî yüksek bilgiler okutulmakdadır. Dünyânın her yerinden gelen talebeler, burada Ehl-i sünnet âlimi olarak yetişmekdedirler. Medresenin kurucusu ve müdîri olan büyük âlim Muhammed Yûsüf Benûrî, bir takrîz yazarak, kitâbdaki bilgileri övmekdedir. Yûsüf Benûrî 1400 [m. 1980] de Karaşide vefât etmişdir. Kitâb yüziki sahîfedir. İslâm düşmanlarının, islâmiyyeti içerden yıkmak için, müslimân ismi altında ortaya çıkdıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık etdiklerini yazmakdadır. Kitâbın her yerinde, şî’î kitâblarından vesîkalar vererek, bunu isbât etmekdedir. Onbirinci sahîfesinde diyor ki: Şî’î âlimlerinden Muhammed Bâkır Horasânî, molla Muhsin adı ile meşhûr olup, 1091 [m. 1679] senesinde Meşhedde ölmüşdür. (Cilâ-ül-uyûn) kitâbının 321. ci sahîfesinde diyor ki, (Mu’âviye “radıyallahü anh” vefât edeceği zemân, oğlu Yezîde şöyle vasıyyet etdi: İmâm-ı Hüseynin Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” yakınlığını, Onun mubârek kanından olduğunu biliyorsun. Irâk halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona gâlib olursan, kendisine hurmet et. Sana yapdıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!) Şî’î târîhcilerinden Muhammed Takî hân, 1297 [m. 1879] senesinde vefât etdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Fârisî, (Nâsih-üt-tevârîh) kitâbında diyor ki, (Nasîhatında şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzûruna, Hüseyn bin Alînin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azâba yakalanırsın! (Hüseyne hurmetde kusûru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadîs-i şerîfini unutma!). Bu şî’î târîhinin 38. ci sahîfesinde diyor ki, (İmâm-ı Alînin yanında olanlar, ya’nî şî’îler, Şâma gelirler, hazret-i Mu’âviyeyi kötülerlerdi. Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh”, böyle söyliyenlere birşey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mâl)dan bol ihsânda bulunurdu). (Cilâ-ül-uyûn) şî’î kitâbının 323. cü sahîfesinde diyor ki, (İmâm-ı Hasen bin Alî “radıyallahü anhümâ” dedi ki, hazret-i Mu’âviye, etrâfımdaki yardımcılarımdan, vallahi dahâ iyidir. Çünki bunlar, bir yandan şî’î olduklarını söyliyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar).
Yezîde gelince, babasının nasîhatlarını unutmadı. Bunun için, imâm-ı Hüseyni “radıyallahü teâlâ anh” Kûfeye çağırmadı. Onu öldürmek için emr vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hattâ, işitince ağladı. Mâtem yapılmasını emr etdi. Ehl-i beyte hurmet etdi. (Cilâ-ül-uyûn) şî’î kitâbının 322. ci sahîfesinde diyor ki, (Yezîd, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhûr olan Velîd bin Akabeyi Medîneye vâlî yapdı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı vâlîlikden ayırdı. Velîd, gece, imâm-ı Hüseyni çağırıp Mu’âviyenin öldüğünü ve Yezîde bî’at edildiğini bildirdi. İmâm-ı Hüseyn (Benim Ona gizli bî’at etmeme râzı olmazsın. Herkesin yanında bî’at etmemi istersin) dedi.) Şî’î kitâbının bu yazısından anlaşılıyor ki, imâm-ı Hüseyn Yezîd için, fâsık, fâcir veyâ kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli bî’at etmeğe râzı olmazdı. Açıkça bî’at etmemesi de, şî’îlerin kendisine düşmanlık etmelerine sebeb olmamak içindi. Nitekim, Mu’âviye ile sulh yapdığı için babasından ayrılıp hâricî olmuşlardı. Babası ile harb etmişlerdi. Hilâfeti Mu’âviyeye bırakdığı için de, kardeşi hazret-i Hasene düşmanlık yapmışlardı.
Yine bu acem târîhinde diyor ki: (Zecr bin Kays, hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezîde getirince, başını eğip, bir zemân durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itâ’at etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu afv ederdim) dedi. Mahdar bin Sa’lebe imâm-ı Hüseyni kötülemeğe başlayınca, Yezîd yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zâlim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercânenin oğlunu [İbni Ziyâdı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imâm-ı Hüseynin mubârek başını Yezîde getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezîd çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def’ ol. Git karşımdan. Sana hiçbirşey verilmez) dedi.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Şî’îlerin (Hulâsat-ül-mesâib) kitâbının 393. cü sahîfesinde diyor ki, (Yezîd, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zemânlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşîreleri de berâber ağladılar. İmâm-ı Hüseynin mubârek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyn! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi. Şî’î kitâbının bu yazısından anlaşılıyor ki, ba’zı kimselerin, (Yezîd, imâm-ı Hüseynin mubârek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri temâmen yalandır. (Cilâ-ül-uyûn)da diyor ki, (Yezîd, imâm-ı Hüseynin Ehl-i beytini kendi serâyına yerleşdirdi. Çok ikrâm etdi. Sabâh, akşam yemeklerini imâm-ı Zeynel’âbidîn ile berâber yirdi). (Hulâsat-ül-mesâib)de diyor ki, (Yezîd, imâm-ı Hüseynin Ehl-i beytine, (Şâmda benim müsâfirim olarak kalmak mı, yoksa Medîneye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümm-i Gülsüm, tenhâ bir yerde mâtem yapmak istiyoruz) dedi. Yezîd, serâyında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta mâtem yapdılar. Yezîd, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzûlarını sordu. Medîneye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyâcınızı her zemân bildirin, hemen gönderirim, dedi. Nu’mân bin Beşîri, beşyüz suvârî ile bunların emrine verdi. İzzet ve hurmetle Medîneye gönderdi).
Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, te’assuba kapılmadan yazan insâflı şî’î âlimlerinin kitâbları açıkca gösteriyor ki, hazret-i Mu’âviye, imâm-ı Hüseyne “radıyallahü teâlâ anhümâ” aslâ düşman değildi. Yezîd, imâm-ı Hüseynin öldürülmesini emr etmemiş ve istememişdir. Ehl-i beytin düşmanı ve imâm-ı Hüseyni şehîd edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halîfeye iftirâ etmişlerdir.
Abdürrahmân ibni Mülcem şî’î idi. Sonra hâricî oldu. Sonra imâm-ı Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” şehîd eyledi.
Kerbelâda imâm-ı Hüseyni şehîd edenler arasında Şâm askeri yokdu. Kûfe şehrinden gelmişlerdi. Şî’î âlimlerinden kâdî Nûrullah Şüşterî, bunu açıkça yazmışdır. İmâm-ı Zeynel’âbidînin “radıyallahü teâlâ anh” Kûfe şehrine getirilince, kâtillerimiz şî’îlerdir, dediği (Cilâ-ül-uyûn)da da yazılıdır.
İslâm düşmanları, islâmiyyeti içerden yıkmak için Ehl-i beyt-i nebevîyi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” fâci’a ve felâketlere sürüklemişler. Bu cinâyetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu behâne ile islâmiyyetin bekçisi olan Eshâb-ı kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslimânların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lâzımdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
37 — (Mu’âviyenin Mısr vâlisi Amr bin Âs, dört sene dört ay süren Mısr vâlîliğinde, üçyüzonbeşbin altın ve Reht erâzîsini eline geçirmişdir) diyor ve bu bilgiyi Mürevvicüzzeheb ve El-îcâz adındaki şî’î kitâblarından aldığını yazıyor.
Mezhebsizlerin, çocukları aldatır gibi, yalanları din bilgisi diyerek kitâblara sokduklarına, bu satırlar, açık bir misâl olmakdadır. Amr ibni Âs hazretlerini, hazret-i Mu’âviyenin vâlîsi diyerek lekelemek istiyor. Hâlbuki, hazret-i Ömer zemânında dört sene ve hazret-i Osmân zemânında dört sene Mısr vâlîsi idi. Hazret-i Mu’âviye, nasıl ki, hazret-i Alînin vâlîsi olan Ziyâdı, yine vâlî yapmışdı. Bu halîfelerin Mısr vâlîliğine seçmiş oldukları Amr hazretlerini de, yine vâlî yapmışdı. Zâten, Sûriyede yapdığı gazâlarda, Amr ibni Âs ile askerlik arkadaşı idi. Hazret-i Mu’âviye için, suç olarak gösterecek ve kötüliyecek başka bir şey bulamadıklarından, tam yerinde ve başarılı olan işlerini, evirip çevirip, kabâhat şekline sokmağa çalışıyorlar. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” halîfelerinin hazret-i Mu’âviyeyi ve hazret-i Amri, en seçme işlerde kullanmaları, Onların yüksekliğini göstermeğe yetişir. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, (Mektûbât) kitâbının birinci cildi, yüzyirminci mektûbunda, (Hazret-i Mu’âviyenin yanılması, Resûlullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karânînin ve Ömer bin Abdül’azîzin doğru işlerinden dahâ hayrlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni Âsın yanlış bir işi, o ikisinin şu’ûrlu işinden dahâ üstün oldu) buyurmakdadır. (Mektûbât Tercemesi) kitâbında, yüzyirminci mektûbu lûtfen okuyunuz! Bu iki Sahâbînin hazret-i Alînin karşısında bulunmaları, Onun ictihâdından ayrılmaları, kötülemelerinin biricik sebebidir. Bu sebebden dolayı Onların her işlerini, hattâ ibâdetlerini bile kötü göstermekdedirler.
Amr ibni Âs “radıyallahü anh” hazretleri, Mısrda milletin hakkını aslâ eline geçirmedi. Mısra ve islâm târîhine şâheserler bırakdı. Dostları ve iftirâcıları şaşırtacak olan bu hizmetlerden birisini bildirelim. Bu büyük hizmeti (Emîrülmü’minîn kanalı)nı açmasıdır. Bu kanal, Nil nehrini Kızıl Denizle birleşdirdi. Hicretin onsekizinci senesinde Arabistânda kıtlık oldu. Halîfe Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü anh”, vilâyetlere emr gönderip erzak istedi. Mısr ve Şâm uzak olduğundan, yardım gecikdi. Halîfe, Mısr vâlîsi Amr ibni Âs hazretlerini, yardımcıları ile birlikde Medîneye çağırdı. (Nil nehri ile Kızıl Deniz arasına kanal açılırsa, Arabistânda kıtlık önlenir) buyurdu. Amr ibni Âs hazretleri Mısra döndü. Kâhireden yirmidört kilometre uzakda (Füstat) şehrinden, Kızıl Denize kanal açdırmağa başladı. Altı ayda yüzotuzsekiz kilometrelik kanal temâm oldu. Bu (Emîrülmü’minîn kanalı) içinden geçen gemiler, Nilden Kızıl Denize geldi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Medînenin (Câr) iskelesine yanaşdılar. İlk olarak, yirmi büyük gemi gelerek, Mısrdan Medîneye altmışbin (İrdeb) zahîre getirdiler. Bir irdeb yirmidört (Sâ’) hacmindedir. Bir sâ’, dört litre ve beşdebir (4,2) litredir. Bir irdeb, yüz litredir. Mısrdan Medîneye, deniz yolu ile, ilk olarak altı milyon litre, ya’nî altıbin metre küb zahîre gelmiş oluyor. Bu kanal, Ömer bin Abdül’âzizden sonra bakımsızlıkdan tıkandı. Yüzellibeşde halîfe Mensûr temizletdi. Uzun seneler yine kullanıldı. Amr ibni Âs “radıyallahü anh”, Akdenizi de Kızıl Denizle birleşdirmeyi düşündü. Bunu halîfeye bildirdi. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, askerî düşüncelerle izn vermedi. Kanal bilgilerini, Hindistân profesörlerinden Şiblî Nu’mânî, (Fârûk) kitâbında yazmışdır. Biz, yukardaki bilgileri, (1351) de basılan fârisî tercemesinden aldık.
Zındıkların, hazret-i Mu’âviyeyi ve Onunla birlikde bulunan Eshâb-ı kirâmı kötülemek için, durmadan çalışmaları, Ehl-i beyti sevdikleri için sanılmasın! Onlar, böyle söyliyorlar ise de, onların maksadı, bu behâne ile, ictihâdları hazret-i Alînin ictihâdına uymıyan binlerle Eshâbı kötülemek, O din büyüklerini gözden düşürmek, böylece islâmiyyetin temeline, ana kaynaklarına olan güveni, sevgiyi sarsmak, yok etmekdir. Yehûdîler, vaktîle hazret-i Îsânın dînini de öyle içerden yıkdılar. İncîli yok etdiler. Uydurma İncîller meydâna çıkardılar. Allahü teâlânın gönderdiği (Îsevî) dînini, bugünkü, bozuk, saçma (Hıristiyanlık) hâline çevirdiler. 1393 [m. 1973] senesinde meydâna çıkan (Barnabas) adındaki hakîkî İncîl kitâbı, hıristiyânlığın uydurma bir din olduğunu ortaya koymakdadır. İstanbulda basılan ve ingilizce, fransızca ve almancaya tercemeleri de yapılan, (Herkese Lâzım Olan Îmân) ve (Cevâb Veremedi) kitâblarında hıristiyanlık dîni üzerinde geniş bilgi vardır. Bunun gibi, müslimânlığı da, bozuk, saçma bir hâle çevirmek istediler ise de, doğru yolda bulunan müslimânlar, bu alçak yehûdî plânlarını anladı. Ondört asrdan beri, yüzbinlerce kitâb yazarak, Resûlullahın dînini dünyâya yaydılar. Bunların hıyânetlerini, yalanlarını ortaya çıkardılar. Bunları vesîkalarla çürütdüler. Bu islâm düşmanları kendilerine (Alevî) derlerse, inanmamalıdır. Bu mubârek ism ile yurdumuzdaki alevî kardeşlerimizi aldatmağa çalışırlarsa, temiz alevîler aldanmamalıdır.
(Alevî) demek, hazret-i Alîyi seven hâlis müslimân demekdir. Hazret-i Alî islâmın temel direğidir. İslâmiyyeti yayan mücâhidlerin, kahramânların önderidir. Resûlullahın gazvelerinin en sıkışık, en korkunç anlarında, kara günlerinde, arslan gibi meydâna çıkıp, Allahın Peygamberini sevindirmiş, islâmiyyeti ve müslimânları tehlükelerden kurtarmışdır.
 
Üst Alt