132- Rûhların hâzır olması. Allahü teâlânın sıfatları

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
RÛHLARIN HÂZIR OLMASI HAKKINDA MEKTÛB

Bu mektûb, seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” tarafından yazılmış
olup, Evliyâ rûhlarının, her yerde yardıma geldiklerini bildirmekdedir.
İki cihân kardeşim Alî beğefendi!
Son mektûbunuzu aldım. İstibşâr etdim. Hayrlı düâlarıma selâmlarımı terdif etdim.
Mektûbunuzun sonunda, pek edeble birşey soruyorsunuz.
Süâl: (Halebî) kitâbının tercemesi olan (Baba dağı)nda ve (Birgivî vasıyyetnâmesi)
nde [ve (Bezzâziyye) fetvâsında] (Bir kimse, Evliyânın rûhları, burada hâzırdır,
dese kâfir olur) diyor. Hâlbuki, tesavvufcular arasında, (Pîrimizin rûhu hâzırdır,
nâzırdır) sözü de meşhûrdur. Bu iki sözün arasını bulmak nasıl olur?
Cevâb: Efendim! Bu iki kitâbın dediği doğrudur. İki kitâb da kıymetlidir. Kâdî-
zâde Ahmed Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde,
(Ervâh-ı meşâyıh hâzırdır, bilirler dese kâfir olur dediler) sözünü açıklarken,
(Zîrâ, rûhların hâzır olması gaybdır. Gaybe hükm etdiği için kâfir olur) diyor. Görülüyor
ki, küfre sebeb olan şey, rûhların hâzır olacağına inanmak değil, rûhların
hâzır olduğunu söylemekdir. Ya’nî rûhların hâzır olduklarını bilmediği hâlde,
hâzırdır diyerek, gaybden haber verdiği için kâfir olmakdadır. Allahü teâlâ hâzırdır
ve nâzırdır. Böyle olduğunu bildirmek için, Allahü teâlâ, her zemânda ve her
yerde hâzır ve nâzırdır derler. Hâlbuki, Allahü teâlâ, zemânlı değildir ve mekânlı
değildir. O hâlde, bu söz, görünüş üzere kalmaz, mecâz olur. Ya’nî zemânsız ve
mekânsız, ya’nî hiçbir yerde olmıyarak, hâzırdır [ya’nî bulunur] ve nâzırdır [ya’nî
görür] demekdir. Böyle olmazsa, Allahü teâlâyı zemânlı ve mekânlı bilmek olur.
Allahü teâlâ, hayy, alîm, kadîr ve mütekellim olarak ve sonsuz zemânlarda, hep
hâzır ve nâzırdır. Hayât, ilm, kudret ve kelâm sıfatları zemânsız ve mekânsız olduğu
gibi, hâzır ve nâzır olması da, zemân ile ve mekân ile değildir. Allahü teâlânın
sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbirşey, Onun gibi değildir. Allahü teâlânın
sıfatları, hep vardır. Önleri ve sonları, yokluk değildir. Meselâ, hâzırdır ve
bu hâzır olmakdan önce, gâib değil idi. Bundan sonra, bir hayâtsızlık, ya’nî ölüm,
câhillik olmıyacağı gibi, gâib olmak da, olmaz. Çünki sıfatları da, kendi gibi ezelî
ve ebedîdir. Ya’nî, hep vardır. Hiçbir kimsenin sıfatları, Onun sıfatlarına benzemez.
Melekler ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Evliyânın rûhları ve sâlih
mü’minlerin rûhları, her kim nerede ve ne zemânda ve her ne hâlde çağırırsa, orada
bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselâmın, sıkıntıda olanların imdâdına
yetişmesi böyledir. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem”, ümmetinin her birine,
hele ölüm zemânında, imdâda yetişmesi de böyledir. Azrâîl aleyhisselâm, rûh
[cân] almak için her ânda, her yere gelmesi de, böyledir. Her Mürşid-i kâmilin, talebesine
yetişmesi de böyledir ki, bunlar zemânlı ve mekânlıdır. Ezelî ve ebedî olarak
değildir. Devâmlı da değildir. Hâzır olmalarından önce, yok idiler. Bir zemân
sonra da, oradan tekrâr yok olurlar. Allahü teâlânın hâzır olması ile, rûhların hâzır
olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hâzır olması gibi, kimse hâzır
değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebî
ve ne de resûl ve velî ve sâlih, cenâb-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir.
Evliyâlık ilminin derecelerine yükselmemiş olana, büyüklerin rûhları, her nerede
ve her ne zemân çağrılırsa, imdâda yetişir diye öğretilirdi. Rûh, orada hâzır
olmadan önce, yok idi. Bir zemân sonra, orada yine bulunmaz. Cenâb-ı Hak,
rûhların hâzır olduğu gibi hâzır olmaz. Çünki, böyle hâzır olmak, zemânlı ve mekânlıdır.
Rûhlar da, Allahü teâlânın hâzır olduğu gibi hâzır olamaz. Çünki, cenâb-ı
Hakkın hâzır olması, zemânlı ve mekânlı değildir, ezelîdir, ebedîdir.
(Birgivî vasıyyetnâmesi) ve benzeri kıymetli kitâblar demek istiyor ki:
Bir kimse eger, benim üstâdım, dâimî ve ezelî ve ebedî olarak hâzır ve nâzırdır
dese, kâfir olur. Fekat, bunlar diyor ki, Allahü teâlâ, benim üstâdımın rûhuna öyle
bir kuvvet vermisdir ki, her nerede ve ne zemânda çagırır isem, imdâdıma hâzır
olur.
Görülüyor ki, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, yeryüzünün her tarafında,
o zemândan bugüne kadar, ümmetinden herhangi biri ve hele, kesf, sühûd
sâhibleri çagırınca, imdâdlarına yetisir. Hızır aleyhisselâmın rûhu, çagıranlardan
ba’zılarının imdâdlarına geliyor. Melekler, rûh [can] almak için, bir ânda, istedigi
zemânda ve yerde bulunuyor. Sâziliyye yolunun reîsi, Ebül-Hasen Alî Sâzilînin
“kuddise sirruh” (Her ân ve zemân, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
mubârek yüzü, gözümün önündedir) buyurdugu, (Mîzân-ı kübrâ)da yazılıdır.
[Evliyânın rûhları çagrılınca, isiteceklerini ve çagrılan yerde hâzır olacaklarını,
Allahü teâlâ, birinci kısmın kırkaltıncı maddesi sonunda yazılı hadîs-i kudsîde açıkca
bildirmekdedir.]
Kitâbların yazdıgı dogrudur. Fekat, tesavvufcuların sözü, baskadır. Ya’nî, Evliyânın
rûhları, Allahü teâlâ gibi hâzırdır demek küfrdür. Allahü teâlânın âlim, kâdir
ve mütekellim ve hâzır olması gibi, hiç kimse, âlim, kâdir ve mütekellim ve hâzır
degildir. Allahü teâlânın ilmi ve hayâtı ve kudreti ve kelâmı ve hâzır olması ve
baska bütün sıfatları, Allahü teâlâya yakısan bir hayât, ilm ve kelâm ve kudret ve
huzûrdur. Mahlûkların hayâtı, ilmi ve kudreti ve kelâmı ise, kendileri gibi, sonradan
olma ve zemânlı ve mekânlı ve çabuk geçip biten ve çesidli seylere baglıdır.
Bununla berâber, Peygamberler “aleyhimüsselâm” ve Evliyâ “aleyhimürrıdvân”
ve âlimler “aleyhimürrahme” ve bütün mü’minler “esle ha-hümüllah” âlimdir, haydır,
kâdirdir, hâzırdır ve mevcûddur denir. Bunlar, Allahü teâlânın âlim, hay, kâdir,
hâzır ve mevcûd olması gibi demek degildir. Allahü teâlânın hâzır olması ile
Evliyânın rûhlarının hâzır olması arasında, çok fark vardır. O kitâbların yazıldıgı
zemânda, câhil tarîkatcılar, böyle sözler söylüyordu. Kendilerini tesavvuf adamı
göstermek için, pîrimiz hâzır ve nâzırdır diyorlardı. Din âlimleri, fıkh kitâblarını
yazanlar, bu büyük günâhın yayılmaması için, böylece yazarak önlemislerdir.
Bununla berâber, bunlardan dahâ büyük olan din imâmlarımız, bu isi dahâ umûmî,
dahâ etrâflı ve geregi gibi anlatmısdır. Allahü teâlânın sıfatlarına, kimse serîk
degildir. Bunların hepsi (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin içine girmekdedir. Ya’nî, ilâh
olmaga, ibâdet olunmaga hakkı olan kimse yokdur. Ancak, hiçbir sıfatında serîki
bulunmıyan Allahü teâlâ vardır. Bu ma’nâ iyi ve derin düsünülürse, is kökünden
çözülmüs olur.
Efendim! Bu cevâbı böyle uzun ve açık yazdım. Çünki, bu mes’ele, çok kimseleri
sübheye düsürmüsdür. Tesavvuf büyüklerinin âlim olması lâzımdır ki, böyle
sübheleri herkesin anlıyabilecegi seklde çözebilsin. Son zemânlarda, tekkeler câhillerin
eline düsdü. Dinden, îmândan haberi olmıyanlara seyh denildi. Din düsmanları
da, bu seyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak, dîne hurâfeler karısmısdır,
islâm dîni bozulmusdur dedi. Hâlbuki tarîkatcıların sözlerini, islerini, din
sanmak, bunları tesavvuf büyükleri ile karısdırmak, çok yanlısdır. Dîni bilmemek,
anlamamakdır. Dinde söz sâhibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin
kitâblarını okuyup, iyi anlıyabilmek ve bildigini yapmak lâzımdır. Böyle
bir âlim bulunmazsa, din düsmanları, meydânı bos bulup, din adamı sekline girer.
Va’zları ile, kitâbları ile, genclerin îmânını çalmaga saldırarak, milleti, memleketi
felâkete götürür.

Gel aldanma bu dünyâya, sonu virân olur, birgün,
senin bu sürdügün demler, elbet yalan olur, birgün.
 
Üst Alt