32- Eshâb-ı kirâm kitâbında adı geçenler

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Otuzaltı sultânın ismleri aşağıdadır:


P371-372.png
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Osmânlı devleti Avrupada Viyana ve Karpat dağlarına kadar yayıldı. Macaristan, Romanya, Basarabya, Kırım ve Asyada Hemedan ve Tebrîz ve Basra Körfezi, Ummân denizi sâhilleri ve Afrikada Sûdan, Büyük sahra, Libya, Tunus, Cezâyir ele geçdi.
Devletin kurulması ve genişlemesi harb ile olduğu için, harb sanâyi’inde çok ileri gidildi. Avrupada ateşli silâhları ilk olarak Osmânlılar kullandı. Hicretin dokuzuncu ve onuncu asrlarında Osmânlı fen adamlarının yapdıkları toplar ve koruganlar, Avrupada harb tekniğinin başlamasında numûne oldu. Şimdi, Midilli, İstanbul buğazı ve Van istihkâmlarında (Mustafâ ustanın yapısıdır) ve (Alî ustanın yâdigârıdır) damgaları bulunan büyük toplar turistleri hayrete düşürüyorlar. Bu topların İstanbuldan Bağdâd, Van gibi uzak yerlere nasıl götürüldüklerine akl erdirilememekdedir. Fâtih sultân Muhammedin İstanbulu almak için dökdürdüğü büyük topları (Sarıca) isminde bir türk mühendisi ile (Urban) isminde bir macar döküm ustası yapmışdır. Dinamit de ilk olarak Fâtih tarafından kullanılmışdır. Gedik Ahmed pâşa, İtalyada Otrantoyu alınca güzel kal’a yapdırdı. İtalyanlar bu kal’ayı gördükleri zemân hayrân oldular. Harblerde böyle istihkâmlar yapmağa başladılar. Îrân seferlerinde yüzellibin kişilik orduların sevk ve idâresinin büyük bilgi ve mehârete muhtâc olduğu şübhesizdir. Böylece Osmânlı imperatorluğu, o zemân, Avrupada en ileri devlet olmuşdu. Mi’marlıkdaki üstünlüğün şâhidleri, büyük câmi’ler ve medreselerdir. Fâtih câmi’ini yapan Mi’mar İlyâsın, Bâyezîd câmi’ini yapan Mi’mar Kemâleddînin ve Süleymâniye ve Şahzâde câmi’lerini yapan Mi’mar Sinânın ve dahâ nice mi’marların büyük üstâd olduklarını eserleri göstermekdedir. Bursada Çelebî Sultân Muhammed câmi’inde ve türbesinde olan çok kıymetli çinileri (Deli Mehmed usta) yapmışdır. Bunların ba’zılarında (Ameli Muhammed Mecnûn) imzâsı hâlâ görülmekdedir. Hindistân pâdişâhı Hümâyûn şâh, sultân Süleymândan inşâ’ât ustaları istemiş, Mi’mar Sinânın şâkirdlerinden Mûsâ usta gönderilerek Hindistânda Osmânlı inşa’âtı üzere büyük ve mükemmel binâlar yapılmışdır. Osmânlı medreselerinde okutulmuş olan fizik, matematik ve astronomi derslerinin kitâbları ve harb sanayi’ine âid yazılar Süleymâniye kitâblığında hâlâ mevcûddur.
Osmânlılarda zirâ’at ve ticâret de çok ilerlemişdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Her konuda iş bölümü yapılmış, bütün millet kendi işinde arı gibi çalışıyordu. Millet, servet ve refâh içinde yaşıyor, din kardeşi olarak sevişiliyor, devlet re’îsi ya’nî pâdişâhlar, Peygamber vekîli olarak biliniyor, Ona itâ’at etmek büyük ibâdet sayılıyordu.
Osmânlılarda isyân, ihtilâl, devrim gibi şeyler kimsenin aklına gelmiyordu. Din düşmânlarının, haçlıların, yehûdîlerin, masonların, şî’î ve vehhâbî gibi Ehl-i sünnet düşmânlarının, yurt dışından yapdıkları kışkırtmalarla çıkardıkları Samavneli oğlu Bedreddîn, Celâlî, Hurûfî ayaklanmaları, milletin güç birliği ile az zemânda basdırılmışdır. Fâtih sultân Muhammed, Uzun Hasen isyânını basdırmağa giden askere yüz yük akça hediyye etmişdi ki, altı milyon altın lira demekdir. Sultân Süleymân zemânında bir dirhem, ya’nî yaklaşık üçbuçuk gram gümüşden üç akça basılırdı. Bir akçada yaklaşık bir gram gümüş vardı. Sonraları gümüş mikdârı azaltıldı. Sultân Süleymân zemânında Mekke kâdılığı ihdâs edildi. Sinân pâşanın Yemen seferinden sonra, Cidde gümrüğü gelirlerinin yarısı Mekke şerîflerine bağışlandı. Dahâ sonra, (Hicâz beğler beği) isminde vâlîlik yapıldı. Her sene hac zemânında, halîfeler tarafından Mekke şerîflerine ve oradaki ilm adamlarına (Surre-i Hümâyûn) denilen hediyyeler gönderilirdi. Kırım hânları kendileri para basdırır ve Cum’a hutbelerinde Osmânlı halîfelerine düâ ederdi. Kırkbin askerleri olup Moskovaya kadar ilerlemişler, Ruslardan vergi almışlardı. 728 [m.1328] senesinde Bursada altun para basıldı. Hicretin 797 [m. 1394] senesinde Anadolu hisârı kal’ası yapıldı.
922 [m. 1516] senesinde İstanbulda tersâne kuruldu. O zemânın en büyük gemileri yapıldı. 932 [m. 1526] de sultân Süleymân, Fransayı, himâyesi altına aldı. Haliçde yapılan Osmânlı donanması 945 [m. 1539] de Avrupa devletleri birleşik donanmasına gâlib geldi. 967 [m. 1559] de Malta açıklarında haçlı donanması yok edildi. 987 [m. 1578] de Takıyyüddîn efendinin başkanlığındaki hey’et, yıldızları tetkîk ve Logaritma cedvelleri ile hesâb yapdı. 1067 [m. 1656] de Osmânlı donanması Venedik donanmasını mağlûb etdi. 1135 [m. 1722] de Üsküdârda Osmânlı matba’ası kuruldu. 1205 [m. 1791] de Deniz harb okulu kuruldu. 1242 [m. 1826] de Osmânlı tıp fakültesi kuruldu. 1253 [m. 1837] de Unkapanında Mahmûdiyye köprüsü, 1254 [m. 1838] de karantina yapıldı. 1260 [m. 1843] da Karaköy ile Eminönü arasında Mecîdiyye köprüsü yapıldı. 1268 [m. 1851] de, (Şirket-i Hayriyye) isminde boğaziçi vapurları işletmesi kuruldu. 1272 [m. 1855] de İstanbul ile Varna arasında deniz altı telgraf hattı yapıldı. 1279 [m. 1863] da Basra ile Karaşi arasında telgraf hattı yapıldı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
1284 [m. 1868] de Sultânî liseleri, 1285 [m. 1869] de san’at okulları, 1287 [m. 1871] de orman ve ma’denler mektebi, 1288 [m. 1872] de İstanbul tramvay ve itfâiyye alayı, 1290 [m. 1873] da İzmid demiryolu ve Galata tüneli yapıldı. İkinci Abdülhamîd hânın yapdığı sayısız hizmetlerinden bir kısmı 9. cu maddedeki isminde yazılıdır. Bu arada Osmânlı donanmasını en modern vâsıtalarla yeniledi. İngiltereden sonra Avrupada ikinci derecede oldu.
1310 [m. 1892] senesi sâlnâme-i Bahrî, ya’nî takvîmi, Osmânlı donanmasını uzun anlatmakdadır. 175. ci sahîfesinde, 18 aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu, tûlü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdârı, pervâne adedi, makinanın beygir kuvveti, ateşli silâhları, torpido kovanı, vazîfeye başladığı târîh, sür’ati ve aldığı kömür mikdârları yazılıdır. Meselâ, Hamîdiyye fırkateyn harb gemisi için bunların: 6700,292 kadem, 9 fus ve 55 kadem, 7 fus, 10 fus ve 24 kadem, 1 pervâne, 6800 beygir kuvveti, 10 ve 15 cm.lik 4 Krup ve bir 300 librelik ağızdan dolma ve 6 Armstrong ve 7 küçük top ve 1 Nordenfeld ve 1 Roket, 2 torpido kovanı bulunduğu, 1301 [m. 1883] de vazîfeye başladığı, sür’atinin 13 mil olduğu, 600 ton kömür aldığı bildirilmekdedir. Zırhsız harb gemisi 40 adet, torpido stimbotu, birinci sınıf 13, ikinci sınıf 7, üçüncü sınıf 1, tahtelbahr [deniz altı] 2 dir. Bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de yazılıdır.
Haydar Pâşa tıb fakültesi, Viyana tıb fakültesinden sonra Avrupada en ileri idi. Her bölümün laboratuvarları en yeni âlet ve makinalarla techîz edilmişdi. 1931 senesinde, bu fakültede okuyanlar, Histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her mikroskop üzerinde sultân Abdülhamîd hânın tuğrası, ya’nî ismi oyma olarak yazılı olduğunu söylemişlerdir. Avrupadan getirilen seçme profesörlerin yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb bilgilerini veriyorlar. Değerli mütehassıslar yetişiyordu.
Kolağası kimyâger Cevâd Tahsin beğin 1321 de (Mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne matba’ası)nda basdırdığı kimyâ kitâbı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usûllerini bütün incelikleriyle yazmakdadır. Miralay Mehmed Şâkir beğin 1319 da basılan (Dürûs-i Hayât-i Beşeriyye) kitâbındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb fakültesinde hijyen profesörü Muhammed Fahri beğin 1324 de basılan (İt’âm ve Tağdiyye) kitâbındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimyâ muallimi olan tabib kolağası Vasil Neun beğin 1312 de basılan (İlm-i Kimyâyı Tıbbî) kitâbını ve yine o sene Mısrda basılan (Hulâsatül Kavl fî tahlîlil-bevl) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne botanik muallimi tabib Şerefeddîn beğin 1305 senesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen (ilm-i nebâtât) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i mülkiyeyi şâhâne ve hendese-hâne fizik muallimi Sâlih Zeki beğin (Hikmet-i tabî’iyye) kitâbını ve bunlar gibi nice kıymetli kitâbları görenler, Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında çok değerli mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdîka mecbûr kalmakdadır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Osmânlı sultânları, ilme, fenne bu kadar ehemmiyyet vererek, kıymetli mütehassıslar yetişdirdikleri ve eserler meydâna gelmesine vesîle oldukları gibi, islâmiyyete hizmetde de, Abbâsî ve Emevî ve diğer islâm devletlerini geçmiş, bu çalışmaları ile de târîhde şan ve şöhret bırakmışlardır. Yavuz Sultân Selîm hân, Kâ’benin içini süpürmeğe mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikde, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuşdur. Kendinden sonra gelen sultânların taçlarına koydukları süpürge işâreti buradan gelmekdedir. Kânûnî Sultân Süleymân, Arafat meydânındaki tıkanmış olan su yollarını açarak Arafatı ve Mekkeyi suya kavuşdurdu. İkinci Abdülhamîd hân, bu su yollarını yeniden temizleyerek ve genişleterek hâcıları suya doyurdu. Medînedeki Ayn-ı zerkayı Abdülmecîd hân ta’mîr ve tevsi’ eyledi. Vehhâbîler, Mekkede, Medînede, hiçbir kâfirin ve zâlimin yapamayacağı vahşet ile Ehl-i sünnet müslimânları kılıçdan geçirip, Selefden yâdigâr kalmış olan bütün türbeleri, câmi’leri, ziyâret mahallerini yıkdılar. Mukaddes makâmları ve kabristânları çöle çevirdiler. İkinci Sultân Mahmûd hân, vehhâbî eşkiyasını def’ ve tard etdikden sonra, bütün bu eserleri yeniden inşâ ve ihyâ eyledi. 1235 [m. 1819] senesinde Hücre-i Se’âdete hediyye etdiği şamdanla birlikde gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmânlı sultânlarının Resûlullaha olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır:
Şâmdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!
Murâdımdır Ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!

Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim,
Kabûl eyle, kıl ihsân ve inâyet, yâ Resûlallah!

Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Cenâbındandır ihsân ve mürüvvet, yâ Resûlallah!

Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düşdüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâ’at yâ Resûlallah!

Dü-âlemde kıl istishâb hân-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ve âhırda devlet yâ Resûlallah!
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Mısır ve Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları ve yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultân Mahmud hân, Mekke ve Medîneyi ancak ta’mîr edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd hân, bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermişdir. Hucre-i nebeviyyeye döşenmek üzere gönderdiği Kâşî tuğlalar altına kendi el yazısı ile kendi ismini zelîlâne ve hakîrâne yazmışdır. Hele Bâbüsselâm kemerine yazılmak üzere hâzırlanan yazıdaki şâhâne kelimeleri kabûl etmeyerek, iki cihânın saltanatı Resûlullaha mahsûsdur, demişdir.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın bu mubârek beldelere ve bunların şefâ’at sâhibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler, öncekilerin hizmetlerini kat-kat aşmışdır. İhsânları ve hizmetleri yalnız Ümerâya ve Ülemâya ve makâmlara mahsûs kalmamış, ehâlînin ve fakîrlerin hepsine ulaşmışdır. Mescid-i harâmı gözleri kamaşdıracak derecede ta’mîr ve tezyîn etmiş, Hadîce-tül Kübrânın türbesini ve Mevlidin-Nebî ile Mevlid-i Fâtıma olan binâları, benzeri olmayacak şeklde ihyâ etmiş, Minâ şehrini su şebekeleri ile doldurmuşdur. Seyyid Ahmed Rıfâînin ve diğer Velîlerin türbelerini fevkal’âde bir himmet ile ta’mîr etmişdir. Mekkede Gayretiyye ve Hamîdiyye piyâde kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yapdırmışdır. Osmânlı halîfelerinin herbirinin (Hâdimülharemeyn) olduklarını, eserleri bütün dünyâya i’lân etmekdedir. Vehhâbî eşkiyâları, Haremeyn-i şerîfeyni tekrâr ele geçirdikden sonra, bu behâ biçilemiyen târihî eserleri, güzel san’atları, sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile islâmiyyeti içerden yıkmakdadırlar.
Sultân ikinci Abdülhamîd hân memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. 1950 senesinde Bursa askerî lisesinin kumandanı, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişdi. Lise müdîri kimyâger Rıfat beğe, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat beğ, (Bu mektebin her odası böyle güzel, havadar ve hoşdur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultân Abdülhamîd hân, büyük şehrlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yapdırmışdır. Bu binânın ta’mîre ihtiyâcı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticâret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. Şimdi ta’mîr ediliyor) dedi, târihî birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde (Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynı idi.
Ankara vâlîlerinden Âbidîn pâşa, Elmadağından Ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para toplamışdı. İşe başlamak için halîfeden izn istedi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İkinci Abdülhamîd hân, vâlîye gönderdiği cevâbda, (Susuzlara su vermek çok sevâbdır. Dînimizin emrlerinden biridir. Bu vazîfe ve şeref bana âiddir. Topladığın paraların hepsini sâhiblerine geri ver. Bütün masrafı hazîne-i şâhânemden olmak üzere hemen işe başla. Milletimi iyi suya kavuşdur!) dedi. Az zemân içinde Ankaralılar tatlı suya kavuşduruldu.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın Osmânlı devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islâm düşmânlarının ve en başta İngilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. 1308 [m. 1890] senesinde politik ve masonik feâliyete geçdiler. Birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi tarafından (İttihâd ve terakkî cem’iyyeti) kuruldu. Yedi sene sonra, haber alınarak dağıtıldı. Birkaç üyesi Parisde çalışmalarına devâm etdi. Halîfe, mit başkanı Orgeneral Ahmed Celâleddîn pâşayı Parise gönderdi. Nasîhatleri te’sîr ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. Ancak Ahmed Rızâ beğ ve birkaç arkadaşı nasîhat dinlemediler. Haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları lüks hayâtdan, kadınlı, içkili sefâhet âleminden ayrılmak istemediler. Hele Ahmed Rızâ beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va’dinin sevinci ve serhoşluğu içinde, türk düşmânlarının kuklası hâline gelmişdi. Halîfeye karşı basın propagandasına başladılar. 1326 [m. 1908] senesinde ikinci meşrûtiyyetin i’lânına ve bir sene sonra da, Halîfenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular. Sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini Millet meclisi başkanlığından atdılar. Onların düşmânı hâline geldi. Cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan hâtırâtında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci Abdülhamîd hânı, överek ve pişmân olduğunu bildirerek öldü.
Aynı hâl, sultân ikinci Abdülhamîd hânı, tahtdan indiren Tâlat, Enver ve Cemâl pâşalarda da tecellî etdi. Onun büyüklüğünü anlayamadıklarını i’tirâf edip, hayâtlarını hüsrânla bitirdiler. 1326 [m. 1908] senesinde devlet idâresini ellerine geçiren gençler, câhil, tecrübesiz, dünyâ ve memleket şartlarından gâfil, gözü kapalı adamlardı. Kimi, telgraf memûru iken başbakan oldu. Kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye nâzırı ve başkumandan vekîli, kimi jandarma teğmeni iken dâhiliye nâzırı oldu. İttihâd ve terakkîcilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının, sultân Abdülhamîd devrini aratmış olduğunda bütün târîhciler birleşmekdedirler. İttihâd ve terakkî cem’iyyeti, Türkiyede kötü bir particilik hayâtının başlamasına, bölücülüğe yol açdı. Particiler, birbirlerine düşmân gibi oldular. Bu yüzden balkan harbi ve birinci cihân harbi gayb edildi. Nihâyet imperatorluk parçalandı.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın tahtdan indirilmesi ile din işlerine de fesâd karışdı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İttihâd ve terakkî fırkasına kaydlı olan câhiller, hattâ masonlar, din işlerinde yüksek mevki’lere getirildi. İlk iş olarak, sultân Abdülhamîd hânın son şeyh-ül-islâmı Muhammed Ziyâ-üd-dîn efendi, vazîfesinden alındı. Bu yüksek makama 1328 [m. 1910] da Mûsâ Kâzım efendi getirildi. Bu zât, koyu ittihâdcı ve mason idi. Bunun gibi, islâmiyyete uymıyan hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci Abdülhamîd hân tarafından nefy edilmiş, Iraka ve Fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, İstanbula getirilip, kendilerine din işlerinde vazîfeler verildi. Bu câhil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitâblarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. Abdülhamîd hân zemânında yazılan din kitâbları, bir ilm hey’eti tarafından tedkîk edilirdi. Tasdîk edilip, izn verilenler basdırıldı. Böylece, o târîhlerde basılan din kitâblarına güvenilir. 1327 [m. 1909] den sonra din kitâbları salâhiyyetli âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitâblardan, ancak vesîkalar vererek, yazılanlara güvenilir. Ne oldukları belirsiz kimselerin ve şî’îlere, vehhâbîlere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları bozuk kitâbları okuyan müslimân yavruları, temiz gençler, dîni yanlış öğrendiler. Böyle câhil yetişdirilen müslimânlardan ba’zıları, siyâset canbazlarının tuzaklarına düşdüler. Kendi partilerinden olmıyanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. Müslimânlar arasındaki bu fitne, islâm düşmânlarının işlerine yaradı. İngilizlerin (İslâmiyyeti yok etmek) plânlarının gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. (Kıyâmet ve Âhiret), 365.ci sahîfeye bakınız! İşte bunun için, Allahü teâlâ, müslimânların bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan düşmânlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. (Birleşmemiz kâfirleri korkutur ve Allahın yardım etmesine sebeb olur. Tefrikaya düşmemiz kâfirleri sevindirir ve Allahın gadabına uğramamıza sebeb olur) nasîhati, her müslimânın kalbine işlenmiş olmalıdır.
193 — ÖMER BİN ABDÜL’AZÎZ: Emevî halîfelerinin sekizincisidir. Mervânın torunudur. Vâldesi Ümmü Âsım bint-i Âsım bin Ömer-ül Hattâbdır. 60 da ya’nî hazret-i Mu’âviyenin vefâtı yılında Medînede tevellüd etdi. Babası Mısr vâlisi olunca, Mısra gitdiler. Oğlunu Medîneye tahsîle gönderdi. Enes bin Mâlik, Abdüllah bin Ca’fer Tayyâr ve Sa’îd bin Müseyyeb ve başka zâtlardan ders aldı. Babası ölünce amcası olan halîfe Abdülmelik bunu Şâma getirdi. Kızı Fâtımayı buna verdi. 99 da amcası oğlu Süleymân vefât edince halîfe oldu. Çok âdil idi. İkinci Ömer denmeğe lâyık idi. Hazret-i Mu’âviyenin vefâtından sonra hutbelerde Ehl-i beyte la’net okumak âdet olmuşdu. Halîfe olunca, ilk iş olarak bu âdeti kaldırdı. Ehl-i beyte çok saygı gösterir ve yardım yapardı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
101 [m.720] de kırkbir yaşında iken kölesi tarafından zehrlendi. Beyâz, ince ve nâzik yüzlü, za’îf, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Biniciliğe çok meraklı idi. Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyurdu ki, imâmlık yapmakda, Resûlullah efendimize Ömer bin Abdül’azîzden dahâ çok benziyen kimse görmedim. Malatya şehrini rumlardan, yüzbin esîr karşılığı satın aldı. İbnülcevzî, bunun hayâtını, büyük bir cild hâlinde yazmışdır “rahime-hullahü teâlâ”. 10, 31, 34, 37, 130, 189, 200, 211, 227, 260.
194 — ÖMER BİN HATTÂB: Eshâb-ı kirâmın en büyüklerinden, Aşere-i mübeşşeredendir. Resûlullahın ikinci halîfesidir. Dokuzuncu dedesi olan Kâ’b, Resûlullahın yedinci babasıdır. Annesi Hanteme bint-i Hişâm, Ebû Cehlin kız kardeşi idi. Hicretden kırk sene önce tevellüd etdi. Kureyşin büyüklerinden idi. Çok güzel konuşurdu. Önce Resûlullaha düşmân idi. Bi’setin ya’nî Resûlullaha, Peygamber olduğu bildirildiği günün altıncı yılında, Resûlullahın amcası hazret-i Hamza îmâna gelince, müslimânlar çok kuvvetlendi. Çok sevindiler. Bu iş Kureyş kâfirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar. (Muhammedin adamları çoğalıyor. Bunu önlemeğe çâre bulalım) dediler. Herbiri birşey söyledi. Ebû Cehl (Muhammedi öldürmekden başka çâre yokdur. Bunu yapana, şu kadar deve, bu kadar da altun veririm) dedi. Ömer bin Hattâb yerinden fırladı. (Bu işi, Hattâb oğlundan başka yapacak yokdur) dedi. Ömeri alkışladılar. (Haydi Hattâb oğlu! Görelim seni) dediler. Ömer kılıncını çekerek yola düşdü. Nu’aym bin Abdüllaha rastladı. (Bu şiddet, bu hiddetle nereye yâ Ömer?) dedi. O da, (Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşmân eden Muhammedi öldürmeğe gidiyorum) dedi. (Yâ Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı, çevresinde, pervâne gibi dolaşıyor. Ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. Ona yaklaşmak çok zordur. Onu öldürsen bile Abdülmuttalib oğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?) dedi. Ömer, bu sözlere çok kızdı. (Yoksa, sen de mi onlardan oldun? Önce senin işini bitireyim) diye, kılınca sarıldı. (Yâ Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fâtıma ile, zevci Sa’îd bin Zeyde git ki, ikisi de müslimân oldu), dedi. Ömer, onların müslimân olduğuna inanmadı. (Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın) dedi. Ömer şaşaladı. Bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fekat arabların âdeti olan kan da’vâsı hâsıl olacakdı. Kureyş ikiye bölünecek. Birbiri ile çarpışacakdı. Böylece, değil yalnız Ömer, bütün Hattâb oğulları öldürülecekdi. Fekat Ömer, çok kuvvetli, cesûr ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişdi. Kardeşini merak edip hemen evlerine gitdi. O anlarda (Tâhâ) sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fâtıma, bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Ömeri, kılınc belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. Habbâbı gizlediler. Sonra kapıyı açdılar. İçeri girince (Ne okuyordunuz?) dedi. Sa’îd (Birşey yok) dedi. Ömerin kızması artarak, (İşitdiğim doğru imiş. Siz de, onun sihrine aldanmışsınız), dedi. Sa’îdi yakasından tutup, yere atdı. Fâtıma kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akdı. Ömer kanı görünce, kardeşine acıdı. Biraz sendeledi. Fâtımanın canı yandı. Kana boyandı ise de, îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak, (Yâ Ömer! Niçin Allahdan utanmazsın? Âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygambere inanmazsın? İşte ben ve zevcim, müslimân olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz) dedi ve kelime-i şehâdeti okudu. Ömer, ne yapacağını şaşırdı. Yere oturdu. Yumuşak sesle, (Hele şu okuduğunuz kitâbı çıkarınız) dedi. Fâtıma getirdi. Ömere verdi. Ömer, güzel okuma bilirdi. Tâhâ sûresini okumağa başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşatdı. (Göklerde ve yer yüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep Onundur) âyetini okuyunca, derin düşünceye daldı. (Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız Allahın mıdır?) dedi. Kardeşi (Evet, öyle ya! Şübhe mi var?) dedi. (Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşden, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde birşeyi yok!) diyerek, şaşkınlığı artdı. Biraz dahâ okudu. (Ondan başkasına tapılmaz, bel bağlanmaz. Herşey, ancak Ondan beklenir. En güzel ismler Onundur) âyetini düşündü. (Hakîkaten, ne kadar doğru) dedi. Habbâb bu sözü işitince, yerinden fırladı. Tekbîr getirdikden sonra, (Müjde yâ Ömer! Resûlullah Allahü teâlâya düâ ederek, (Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehl ile yâhud Ömer ile kuvvetlendir) buyurdu. İşte bu devlet, bu se’âdet sana nasîb oldu) dedi. Bu âyet-i kerîme ve bu düâ, Ömerin kalbindeki düşmânlığı sildi, süpürdü. Hemen, (Resûlullah nerede?) dedi. Kalbinde, Resûlullah sevgisi yanmağa başladı. O gün, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Safâ tepesi yanında, Erkamın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Eshâb-ı kirâm toplanmış, Onun nûrlu cemâlini görmekle, tatlı te’sîrli sözlerini işitmekle kalblerini cilâlıyor, rûhlarını ferâhlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neş’e içinde hâlden hâle dönüyorlardı. Ömeri buraya getirdiler. Ömerin kılıncla geldiği görüldü. Ömer heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrâfını sardı. Hazret-i Hamza (Ömerden çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıncını çekmeden, ben onun başını yere düşürürüm) derken, Resûlullah (Yol verin, içeri gelsin!) buyurdu.
 
Üst Alt