nefsimutmainne
Aktif Üyemiz
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler.
(Ve derler ki "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın.
Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."
(Al-i İmran Suresi, 191)
Derin Düşünmek
Birçok insan "derin düşünmek" için, başını iki elinin arasına koyması, bir odaya, hatta bir nevi tefekkür hücresine çekilip, tüm insanlardan ve olaylardan elini ayağını çekmesi gerektiğini zanneder. Hatta "derin düşünmeyi" o kadar gözünde büyütür ki, kendisi için fazla bulur; bunun ancak "düşünürlere" ait bir özellik olduğunu sanır.
Oysa konunun giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Allah insanları düşünmeye çağırır ve "(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır" (Sad Suresi, 29) ayetiyle Kuran'ı insanların düşünmeleri için indirdiğini bildirir. Önemli olan insanın düşünme yeteneğini samimiyetle geliştirmesi, düşünme konusunda derinleşmesidir.
Bu konuda çaba harcamayan insanlar ise yaşamlarını derin bir "gaflet" içinde geçirirler. Gaflet kelimesi, "unutmaksızın ihmal etmek, terk etmek, yanılmak, umursamamak, dikkatsizlik yapmak" gibi anlamlar içerir. Düşünmeyen insanların içinde bulundukları gaflet hali de, yaratılış amaçlarını ve dinin bildirdiği gerçekleri unutmanın veya bunları bilerek gözardı etmenin bir sonucudur. Ancak bu, bir insan için son derece tehlikeli ve sonu cehenneme varan bir yoldur. Nitekim Allah insanları gaflete kapılmama konusunda şöyle uyarmıştır:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 39)
Kuran'da düşünüp vicdanıyla gerçekleri gören ve bundan dolayı Allah'tan korkup sakınan insanlardan bahsedilir. Hiç düşünmeden, bir gelenek gibi atalarından gördüklerini körü körüne uygulayanların ise hatalı oldukları haber verilir. Bu kişiler kendilerine sorulduğunda dindar olduklarını, Allah'a inandıklarını söylerler. Ancak düşünmedikleri için Allah'tan korkup sakınarak davranışlarını düzeltmezler. Aşağıdaki ayetlerde düşünmeyen bu kişilerin zihniyetleri şöyle haber verilmektedir: De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?"
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"
De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?"
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor."
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?"
Hayır, biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
Düşünmek İnsanların Üzerlerindeki Büyüyü Kaldırır
Ayetlerde Allah insanlara, "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" diye sormaktadır. Ayette geçen büyü kelimesi, insanları toplu olarak etkisi altına alan zihinsel bir uyuşukluğa işaret etmektedir. Düşünmeyen insanın aklı uyuşur, görüşü puslanır, yani gözünün önündeki gerçekleri görmemiş gibi davranır, muhakemesi zayıflar. Çok açık birşeyi bile kavramaktan yoksun hale gelir. Yanı başında gerçekleşen olağanüstü olayların bilincine varamaz. Olayların girift noktalarını fark edemez. İnsanların binlerce yıldır gaflet içinde bulunmalarının, birbirlerine aktardıkları bir miras gibi toplu olarak derin düşünmekten uzak durmalarının kaynağı da bu uyuşukluktur.
Bu toplu büyünün etkilerinden birini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
Yeryüzünün altı, tamamen magma dediğimiz bir "ateş tabakası"yla kaplıdır. Yeryüzü kabuğu son derece incedir; yani bu ateş bize çok yakın, neredeyse hemen ayağımızın altındadır. Yeryüzü kabuğunun ne kadar ince olduğunu anlamak için şöyle bir kıyas yapabiliriz: Yeryüzü kabuğunun tüm dünyaya kıyasla kalınlığı, bir elma kabuğunun tüm elmaya kıyasla kalınlığı ile karşılaştırılabilir.
Soldaki resimde görüldüğü gibi yerkabuğunun altı mağma tabakası ile kaplıdır. Ve yer altı katmanlarının hareketi sonucunda mağma yerkabuğunu delerek volkanik patlamalara sebep olur. 1992 yılında İtalya'da bulunan Etna yanardağı'ndan çıkan lavlar adeta "ateşten bir nehri" andırmaktadır. (sağda)
Yeryüzünün hemen altında çok yüksek ısılarda kaynayan bir tabaka olduğu herkesçe bilinir, ancak insanlar bu konu üzerinde pek düşünmezler. Çünkü bu insanların anne babaları, kardeşleri, akrabaları, arkadaşları, komşuları, okudukları gazetenin yazarları, televizyon programcıları, üniversitedeki hocaları da bunu düşünmezler.
Biz sizi bu konuda biraz düşündürelim. Bir insanın hafızasını kaybettiğini ve etrafındakilere sora sora çevreyi tanımaya çalıştığını varsayalım. Bu insan öncelikle nerede olduğunu soracaktır. Ona bastığı toprağın hemen altında ateşten kaynayan bir küre olduğu, kuvvetli bir yer sarsıntısında veya bir yanardağın patlamasında bu alevlerin yeryüzüne çıkabileceği söylense ne düşünür? Biraz daha ileri gidelim ve bu insana dünyanın sadece küçük bir gezegen olduğu ve uzay denilen sınırı bilinmeyen bir karanlık boşlukta uçmakta olduğunun da söylendiğini varsayalım. Uzay dünyanın alt tabakasından çok daha büyük tehlikeler içermektedir. Örneğin tonlarca ağırlıktaki göktaşları orada başıboş dolaşmaktadır. Bunların dünyaya yönelmemeleri ve çarpmamaları için hiçbir sebep yoktur.
Elbette ki bu insan içinde bulunduğu tehlikeli durumu bir an bile aklından çıkaramaz. Böylesine pamuk ipliğine bağlı bir ortamda insanların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini araştırır. Ve kusursuzca işleyen bir sistemin var edildiğini fark eder. Üzerinde bulunduğu gezegenin içi büyük bir tehlikeyle kaplıdır, ama bu tehlikenin her an insanları zarara uğratması da çok hassas dengelerle engellenmiştir. İşte bunu fark eden insan, dünyanın ve dünya üzerindeki tüm canlıların Allah'ın dilemesiyle, O'nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşadıklarını ve güvenlik içinde varlıklarını sürdürdüklerini anlar.
Bu örnek, insanların üzerinde düşünmeleri gereken milyonlarca hatta belki milyarlarca konudan yalnızca biridir. Gafletin insanın düşünüp kavrama yeteneği üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiğini, insanın zihinsel kapasitesini nasıl sınırladığını anlayabilmek için bir örnek daha vermek faydalı olacaktır:
İnsanlar dünya hayatının büyük bir hızla geçip tükendiğini bilmektedirler ama buna rağmen, sanki bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır gösterirler. Sanki dünyada ölüm yokmuş gibi davranırlar. İşte bu da nesilden nesile aktarılan bir nevi "büyüdür". Hatta bunun öyle şiddetli bir etkisi vardır ki, bir kişi ölümden bahsetse, insanlar üzerlerindeki büyünün bozulmasından ve gerçeklerle yüzyüze gelmekten son derece korkarak bu konuyu hemen kapattırırlar. Bütün hayatlarını iyi bir ev, yazlık ve araba almak, çocuklarını kolejde okutmak için harcamış olan insanlar, bir gün gelip de öleceklerini ve yanlarında ne arabalarını, ne evlerini, ne de çocuklarını götüremeyeceklerini düşünmek istemezler. Çözüm olarak ise, ölümden sonraki asıl hayat için birşeyler yapmaya başlamak yerine, düşünmemeyi seçerler. Oysa her insan er ya da geç, mutlaka ölecektir. Ve öldükten sonra, her insan için, -iman eden veya etmeyen- sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatın cennette mi yoksa cehennemde mi sürdürüleceği ise bu kısa dünya hayatında yaptıklarına bağlıdır. Bu kadar açık bir gerçek varken, insanların sanki ölüm yokmuş gibi davranmalarının tek nedeni düşünmemelerinden dolayı üzerlerini bürüyen bu büyüdür.
Ancak dünya hayatında düşünerek kendini bu büyüden, diğer bir deyişle gaflet halinden kurtaramayan kişiler, öldükten sonra gerçekleri gözleri ile görerek anlayacaklardır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber verir:
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Ayette de belirtildiği gibi, düşünmemekten dolayı bulanıklaşan görüş, öldükten sonra ahirette hesap verirken "keskinleşecektir".
Şunu da belirtmek gerekir ki, insanlar kendi kendilerini "bilerek" böyle bir büyüye sokmaktadırlar. Bu şekilde rahat bir hayat yaşayacakları zannıyla hareket etmektedirler. Oysa insanın bir anda karar alıp üzerindeki bu zihinsel uyuşukluktan kurtulması, açık bir şuurla yaşamaya başlaması çok kolaydır. Allah bunun çözümünü insanlara sunmuştur; düşünen insanlar bu büyüyü, dünyada iken üzerlerinden kaldırabilirler. Böylece olayların bir amacı ve iç yüzü olduğunu anlar ve Allah'ın her an yarattığı hikmetleri görebilirler.
İnsan Her An, Her Yerde Düşünebilir
Düşünmenin vakti, yeri ve koşulları olmaz. İnsan yolda yürürken, işe giderken, araba kullanırken, bilgisayarda çalışırken, bir arkadaş toplantısındayken, televizyon seyrederken, yemek yerken düşünebilir.
Örneğin arabayla giderken dışarıda yüzlerce insan görmek mümkündür. Bu insanlara bakan kişi birçok farklı şey düşünebilir. Gördüğü yüzlerce insanın fiziksel görünümlerinin birbirinden tamamen farklı olduğu aklına gelebilir. Bu insanların biri diğerine kesinlikle benzememektedir. İnsanların, temelde göz, kaş, kirpik, el, kol, bacak, ağız, burun gibi aynı organlara sahip olmalarına rağmen, birbirlerinden bu kadar farklı olmaları şaşırtıcı bir durumdur. Dahası insan biraz daha düşünmeye devam ederse şunu hatırlar:
Böyle bir kalabalık, insana Allah'ın sonsuz ve benzersiz yaratma gücünü düşündürür. Çünkü, Allah dünya var olduğu andan beri biririnden farklı milyarlarca insan yüzü yaratmıştır.
Allah binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı olarak yaratmıştır. Şüphesiz bu, Allah'ın apaçık varlığının ve üstün yaratmasının delillerinden biridir.
Bu kadar çok insanı bir yerlere ulaşmaya çalışırken seyreden kişi, daha farklı düşüncelere de kapılabilir. İlk bakışta bu insanların her biri "apayrı" birer kişilik olarak görünmektedir. Hepsinin kendilerine ait bir dünyaları, istekleri, planları, yaşam şekilleri, sevindikleri ve üzüldükleri konular, zevkleri vardır. Ama bu farklılıklar yanıltıcıdır. Çünkü genel olarak her insan doğar, büyür, okula gider, iş arar, çalışır, evlenir, çocuk sahibi olur, çocuğunu okula gönderir, çocuğunu evlendirir, yaşlanır, dede veya anneanne olur ve ölür. Yani bu açıdan bakınca insanların yaşamları arasında büyük farklılıklar mevcut değildir. Bir insanın İstanbul'un herhangi bir semtinde veya Meksika'nın bir şehrinde yaşamasının değiştirdiği hiçbir şey yoktur. Bu insanların her biri mutlaka bir gün ölecektir; hatta 100 sene sonra bu insanlardan belki bir tanesi bile hayatta kalmayacaktır. İşte bunları fark eden kişi düşünmeye devam eder ve kendine şu soruları sorar: "Bir gün hepimiz öleceğimize göre neden herkes bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır içerisinde? Öleceği kesin olan bir insanın ölümden sonraki yaşantısı için çabalaması gerekirken, insanların tamamına yakını nasıl olup da sanki hiç dünya hayatları sona ermeyecekmiş gibi davranabiliyorlar?"
İşte bu insan, düşünen ve düşündüklerinden hayati bir sonuca varabilen kişidir.
Ama insanların büyük bir çoğunluğu bu konuları pek düşünmez. Aniden "şu anda ne düşünüyorsun?" diye sorulsa, son derece gereksiz ve kendilerine pek fayda getirmeyecek şeyler düşündükleri ortaya çıkar. Oysa insan, uyandığı andan uyuyana kadar geçen zaman içerisinde her an "anlamlı", "hikmetli", "önemli" konuları "düşünebilir", düşündüklerinden sonuçlar çıkarabilir.
Allah Kuran'da müminlerin her koşulda düşündüklerini ve bu düşüncelerinden fayda verecek sonuçlar çıkardıklarını şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Ayette de bildirildiği gibi müminler düşünen insanlar oldukları için, yaratılıştaki mucizevi yönleri görebilmekte ve Allah'ın gücünü, ilmini ve aklını takdir edebilmektedirler.
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
(Al-i İmran Suresi, 185) Samimi ve Allah'a Yönelerek Düşünmek
Düşünmenin bir kişiye fayda getirmesi, onu doğru sonuca ulaştırabilmesi için insanın daima olumlu yönde düşünmesi gerekir. Örneğin, bir insan karşısında kendisinden çok daha güzel birini gördüğünde, bu kişinin güzelliğini düşünüp kendi eksikliklerinden dolayı bir eziklik duyarsa veya o kişiyi kıskanırsa bu Allah'ın razı olmayacağı bir düşünce olur. Ancak Allah'ı razı etmek amacında olan bir insan, bu kişinin güzelliğinin Allah'ın kusursuz yaratışının bir tecellisi olduğunu düşünür. Bu kişiye Allah'ın yarattığı bir güzellik olarak baktığından, büyük bir zevk alır. Ahirette Allah'ın bu kişinin güzelliğini artırması için dua eder. Ayrıca kendisi için de Allah'tan ahirette gerçek ve sonsuza kadar sürecek olan bir güzellik ister. Dünyada insanın hiçbir zaman kusursuz olamayacağını, çünkü dünyanın imtihanın gereği olarak eksik yaratıldığını düşünür. Cennete olan özlemi artar. Kuşkusuz bu, samimi düşüncenin sadece bir örneğidir. İnsan yaşamı boyunca bu tarz pek çok olayla karşılaşır. Bu olaylar sırasında Allah'ın hoşnut olacağı bir ahlak sergileyip sergilemediğiyle denenir.
Elbette denemede başarılı olabilmesi ve düşünmenin kendisine ahireti için bir hayır getirmesi, insanın düşündüğü şeylerden öğüt ve ibret almasına bağlıdır. Bunun içinse insanın daima samimi olarak düşünmesi şarttır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmiştir:
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun?
İnsan demektedir ki: "Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?"
İnsan önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu?
(Meryem Suresi,65-67)
(Ve derler ki "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın.
Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."
(Al-i İmran Suresi, 191)
Derin Düşünmek
Birçok insan "derin düşünmek" için, başını iki elinin arasına koyması, bir odaya, hatta bir nevi tefekkür hücresine çekilip, tüm insanlardan ve olaylardan elini ayağını çekmesi gerektiğini zanneder. Hatta "derin düşünmeyi" o kadar gözünde büyütür ki, kendisi için fazla bulur; bunun ancak "düşünürlere" ait bir özellik olduğunu sanır.
Oysa konunun giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Allah insanları düşünmeye çağırır ve "(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır" (Sad Suresi, 29) ayetiyle Kuran'ı insanların düşünmeleri için indirdiğini bildirir. Önemli olan insanın düşünme yeteneğini samimiyetle geliştirmesi, düşünme konusunda derinleşmesidir.
Bu konuda çaba harcamayan insanlar ise yaşamlarını derin bir "gaflet" içinde geçirirler. Gaflet kelimesi, "unutmaksızın ihmal etmek, terk etmek, yanılmak, umursamamak, dikkatsizlik yapmak" gibi anlamlar içerir. Düşünmeyen insanların içinde bulundukları gaflet hali de, yaratılış amaçlarını ve dinin bildirdiği gerçekleri unutmanın veya bunları bilerek gözardı etmenin bir sonucudur. Ancak bu, bir insan için son derece tehlikeli ve sonu cehenneme varan bir yoldur. Nitekim Allah insanları gaflete kapılmama konusunda şöyle uyarmıştır:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 39)
Kuran'da düşünüp vicdanıyla gerçekleri gören ve bundan dolayı Allah'tan korkup sakınan insanlardan bahsedilir. Hiç düşünmeden, bir gelenek gibi atalarından gördüklerini körü körüne uygulayanların ise hatalı oldukları haber verilir. Bu kişiler kendilerine sorulduğunda dindar olduklarını, Allah'a inandıklarını söylerler. Ancak düşünmedikleri için Allah'tan korkup sakınarak davranışlarını düzeltmezler. Aşağıdaki ayetlerde düşünmeyen bu kişilerin zihniyetleri şöyle haber verilmektedir: De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?"
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"
De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?"
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor."
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?"
Hayır, biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
Düşünmek İnsanların Üzerlerindeki Büyüyü Kaldırır
Ayetlerde Allah insanlara, "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" diye sormaktadır. Ayette geçen büyü kelimesi, insanları toplu olarak etkisi altına alan zihinsel bir uyuşukluğa işaret etmektedir. Düşünmeyen insanın aklı uyuşur, görüşü puslanır, yani gözünün önündeki gerçekleri görmemiş gibi davranır, muhakemesi zayıflar. Çok açık birşeyi bile kavramaktan yoksun hale gelir. Yanı başında gerçekleşen olağanüstü olayların bilincine varamaz. Olayların girift noktalarını fark edemez. İnsanların binlerce yıldır gaflet içinde bulunmalarının, birbirlerine aktardıkları bir miras gibi toplu olarak derin düşünmekten uzak durmalarının kaynağı da bu uyuşukluktur.
Bu toplu büyünün etkilerinden birini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
Yeryüzünün altı, tamamen magma dediğimiz bir "ateş tabakası"yla kaplıdır. Yeryüzü kabuğu son derece incedir; yani bu ateş bize çok yakın, neredeyse hemen ayağımızın altındadır. Yeryüzü kabuğunun ne kadar ince olduğunu anlamak için şöyle bir kıyas yapabiliriz: Yeryüzü kabuğunun tüm dünyaya kıyasla kalınlığı, bir elma kabuğunun tüm elmaya kıyasla kalınlığı ile karşılaştırılabilir.
Yeryüzünün hemen altında çok yüksek ısılarda kaynayan bir tabaka olduğu herkesçe bilinir, ancak insanlar bu konu üzerinde pek düşünmezler. Çünkü bu insanların anne babaları, kardeşleri, akrabaları, arkadaşları, komşuları, okudukları gazetenin yazarları, televizyon programcıları, üniversitedeki hocaları da bunu düşünmezler.
Biz sizi bu konuda biraz düşündürelim. Bir insanın hafızasını kaybettiğini ve etrafındakilere sora sora çevreyi tanımaya çalıştığını varsayalım. Bu insan öncelikle nerede olduğunu soracaktır. Ona bastığı toprağın hemen altında ateşten kaynayan bir küre olduğu, kuvvetli bir yer sarsıntısında veya bir yanardağın patlamasında bu alevlerin yeryüzüne çıkabileceği söylense ne düşünür? Biraz daha ileri gidelim ve bu insana dünyanın sadece küçük bir gezegen olduğu ve uzay denilen sınırı bilinmeyen bir karanlık boşlukta uçmakta olduğunun da söylendiğini varsayalım. Uzay dünyanın alt tabakasından çok daha büyük tehlikeler içermektedir. Örneğin tonlarca ağırlıktaki göktaşları orada başıboş dolaşmaktadır. Bunların dünyaya yönelmemeleri ve çarpmamaları için hiçbir sebep yoktur.
Elbette ki bu insan içinde bulunduğu tehlikeli durumu bir an bile aklından çıkaramaz. Böylesine pamuk ipliğine bağlı bir ortamda insanların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini araştırır. Ve kusursuzca işleyen bir sistemin var edildiğini fark eder. Üzerinde bulunduğu gezegenin içi büyük bir tehlikeyle kaplıdır, ama bu tehlikenin her an insanları zarara uğratması da çok hassas dengelerle engellenmiştir. İşte bunu fark eden insan, dünyanın ve dünya üzerindeki tüm canlıların Allah'ın dilemesiyle, O'nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşadıklarını ve güvenlik içinde varlıklarını sürdürdüklerini anlar.
Bu örnek, insanların üzerinde düşünmeleri gereken milyonlarca hatta belki milyarlarca konudan yalnızca biridir. Gafletin insanın düşünüp kavrama yeteneği üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiğini, insanın zihinsel kapasitesini nasıl sınırladığını anlayabilmek için bir örnek daha vermek faydalı olacaktır:
İnsanlar dünya hayatının büyük bir hızla geçip tükendiğini bilmektedirler ama buna rağmen, sanki bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır gösterirler. Sanki dünyada ölüm yokmuş gibi davranırlar. İşte bu da nesilden nesile aktarılan bir nevi "büyüdür". Hatta bunun öyle şiddetli bir etkisi vardır ki, bir kişi ölümden bahsetse, insanlar üzerlerindeki büyünün bozulmasından ve gerçeklerle yüzyüze gelmekten son derece korkarak bu konuyu hemen kapattırırlar. Bütün hayatlarını iyi bir ev, yazlık ve araba almak, çocuklarını kolejde okutmak için harcamış olan insanlar, bir gün gelip de öleceklerini ve yanlarında ne arabalarını, ne evlerini, ne de çocuklarını götüremeyeceklerini düşünmek istemezler. Çözüm olarak ise, ölümden sonraki asıl hayat için birşeyler yapmaya başlamak yerine, düşünmemeyi seçerler. Oysa her insan er ya da geç, mutlaka ölecektir. Ve öldükten sonra, her insan için, -iman eden veya etmeyen- sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatın cennette mi yoksa cehennemde mi sürdürüleceği ise bu kısa dünya hayatında yaptıklarına bağlıdır. Bu kadar açık bir gerçek varken, insanların sanki ölüm yokmuş gibi davranmalarının tek nedeni düşünmemelerinden dolayı üzerlerini bürüyen bu büyüdür.
Ancak dünya hayatında düşünerek kendini bu büyüden, diğer bir deyişle gaflet halinden kurtaramayan kişiler, öldükten sonra gerçekleri gözleri ile görerek anlayacaklardır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber verir:
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Ayette de belirtildiği gibi, düşünmemekten dolayı bulanıklaşan görüş, öldükten sonra ahirette hesap verirken "keskinleşecektir".
Şunu da belirtmek gerekir ki, insanlar kendi kendilerini "bilerek" böyle bir büyüye sokmaktadırlar. Bu şekilde rahat bir hayat yaşayacakları zannıyla hareket etmektedirler. Oysa insanın bir anda karar alıp üzerindeki bu zihinsel uyuşukluktan kurtulması, açık bir şuurla yaşamaya başlaması çok kolaydır. Allah bunun çözümünü insanlara sunmuştur; düşünen insanlar bu büyüyü, dünyada iken üzerlerinden kaldırabilirler. Böylece olayların bir amacı ve iç yüzü olduğunu anlar ve Allah'ın her an yarattığı hikmetleri görebilirler.
İnsan Her An, Her Yerde Düşünebilir
Düşünmenin vakti, yeri ve koşulları olmaz. İnsan yolda yürürken, işe giderken, araba kullanırken, bilgisayarda çalışırken, bir arkadaş toplantısındayken, televizyon seyrederken, yemek yerken düşünebilir.
Örneğin arabayla giderken dışarıda yüzlerce insan görmek mümkündür. Bu insanlara bakan kişi birçok farklı şey düşünebilir. Gördüğü yüzlerce insanın fiziksel görünümlerinin birbirinden tamamen farklı olduğu aklına gelebilir. Bu insanların biri diğerine kesinlikle benzememektedir. İnsanların, temelde göz, kaş, kirpik, el, kol, bacak, ağız, burun gibi aynı organlara sahip olmalarına rağmen, birbirlerinden bu kadar farklı olmaları şaşırtıcı bir durumdur. Dahası insan biraz daha düşünmeye devam ederse şunu hatırlar:
Böyle bir kalabalık, insana Allah'ın sonsuz ve benzersiz yaratma gücünü düşündürür. Çünkü, Allah dünya var olduğu andan beri biririnden farklı milyarlarca insan yüzü yaratmıştır.
Allah binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı olarak yaratmıştır. Şüphesiz bu, Allah'ın apaçık varlığının ve üstün yaratmasının delillerinden biridir.
Bu kadar çok insanı bir yerlere ulaşmaya çalışırken seyreden kişi, daha farklı düşüncelere de kapılabilir. İlk bakışta bu insanların her biri "apayrı" birer kişilik olarak görünmektedir. Hepsinin kendilerine ait bir dünyaları, istekleri, planları, yaşam şekilleri, sevindikleri ve üzüldükleri konular, zevkleri vardır. Ama bu farklılıklar yanıltıcıdır. Çünkü genel olarak her insan doğar, büyür, okula gider, iş arar, çalışır, evlenir, çocuk sahibi olur, çocuğunu okula gönderir, çocuğunu evlendirir, yaşlanır, dede veya anneanne olur ve ölür. Yani bu açıdan bakınca insanların yaşamları arasında büyük farklılıklar mevcut değildir. Bir insanın İstanbul'un herhangi bir semtinde veya Meksika'nın bir şehrinde yaşamasının değiştirdiği hiçbir şey yoktur. Bu insanların her biri mutlaka bir gün ölecektir; hatta 100 sene sonra bu insanlardan belki bir tanesi bile hayatta kalmayacaktır. İşte bunları fark eden kişi düşünmeye devam eder ve kendine şu soruları sorar: "Bir gün hepimiz öleceğimize göre neden herkes bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır içerisinde? Öleceği kesin olan bir insanın ölümden sonraki yaşantısı için çabalaması gerekirken, insanların tamamına yakını nasıl olup da sanki hiç dünya hayatları sona ermeyecekmiş gibi davranabiliyorlar?"
İşte bu insan, düşünen ve düşündüklerinden hayati bir sonuca varabilen kişidir.
Ama insanların büyük bir çoğunluğu bu konuları pek düşünmez. Aniden "şu anda ne düşünüyorsun?" diye sorulsa, son derece gereksiz ve kendilerine pek fayda getirmeyecek şeyler düşündükleri ortaya çıkar. Oysa insan, uyandığı andan uyuyana kadar geçen zaman içerisinde her an "anlamlı", "hikmetli", "önemli" konuları "düşünebilir", düşündüklerinden sonuçlar çıkarabilir.
Allah Kuran'da müminlerin her koşulda düşündüklerini ve bu düşüncelerinden fayda verecek sonuçlar çıkardıklarını şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Ayette de bildirildiği gibi müminler düşünen insanlar oldukları için, yaratılıştaki mucizevi yönleri görebilmekte ve Allah'ın gücünü, ilmini ve aklını takdir edebilmektedirler.
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
(Al-i İmran Suresi, 185) Samimi ve Allah'a Yönelerek Düşünmek
Düşünmenin bir kişiye fayda getirmesi, onu doğru sonuca ulaştırabilmesi için insanın daima olumlu yönde düşünmesi gerekir. Örneğin, bir insan karşısında kendisinden çok daha güzel birini gördüğünde, bu kişinin güzelliğini düşünüp kendi eksikliklerinden dolayı bir eziklik duyarsa veya o kişiyi kıskanırsa bu Allah'ın razı olmayacağı bir düşünce olur. Ancak Allah'ı razı etmek amacında olan bir insan, bu kişinin güzelliğinin Allah'ın kusursuz yaratışının bir tecellisi olduğunu düşünür. Bu kişiye Allah'ın yarattığı bir güzellik olarak baktığından, büyük bir zevk alır. Ahirette Allah'ın bu kişinin güzelliğini artırması için dua eder. Ayrıca kendisi için de Allah'tan ahirette gerçek ve sonsuza kadar sürecek olan bir güzellik ister. Dünyada insanın hiçbir zaman kusursuz olamayacağını, çünkü dünyanın imtihanın gereği olarak eksik yaratıldığını düşünür. Cennete olan özlemi artar. Kuşkusuz bu, samimi düşüncenin sadece bir örneğidir. İnsan yaşamı boyunca bu tarz pek çok olayla karşılaşır. Bu olaylar sırasında Allah'ın hoşnut olacağı bir ahlak sergileyip sergilemediğiyle denenir.
Elbette denemede başarılı olabilmesi ve düşünmenin kendisine ahireti için bir hayır getirmesi, insanın düşündüğü şeylerden öğüt ve ibret almasına bağlıdır. Bunun içinse insanın daima samimi olarak düşünmesi şarttır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmiştir:
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun?
İnsan demektedir ki: "Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?"
İnsan önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu?
(Meryem Suresi,65-67)