Hazreti Aişe'nin Dilinden Peygamber Efendimiz (Sav)

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Herkes sevgiliyi anlatır. Ama leylaya mecnunun gözü ile bakmayanlar onda bir şey göremezler. Sözlerine “Aişe binti Ebubekir Habibetü Habîbullah” (Ebubekir Kızı Aişe, Habibullahın Sevgilisi) diye başlayan mü’minlerin annesinden “En Sevgiliyi” dinleyelim.
Yusuf’u gördüklerinde bu bir melektir diyen kadınlar, Benim efendimi görselerdi hançerlerini kalplerine saplardı.
Hazreti Aişe'nin Dilinden Peygamber Efendimiz (sav)
Hazreti Aişe'nin Dilinden Peygamber Efendimiz (sav)
Bahar bahçelerine doğan güneşle, her bir parça toprakta ayrı ayrı renk ve kokularda çiçekler açar. Bu çeşitlilik güneşle toprak arasındaki cilveleşmenin dışa vuran yansımalarıdır.

Vefatında yüz bini aşkın sahabe bırakan kâinat güneşi, her birinde ayrı bir renk, ayrı bir şahsiyet bırakıp gitti. Hz. Aişe gibi kemalata âşık ruhlar için, O’nun cemalini görmek, bir ayrı bir saadet olsa gerektir:

“Allah Rasülü (sav) çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın on dördündeki dolunay gibi parlardı. Orta boydan daha uzunca, uzun boydan biraz kısaca, başı büyük saçı dalgalıydı. Saçları kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır toplamaz, bir tarafa meylederse de olduğu gibi bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman kulak memelerini geçerdi. Beyaz renkli ve geniş alınlıydı. Gür kaşlarının arasında öfkelendiği zaman kabaran bir damar vardı. Gayet güzel burunluydu ve kaşlarına yakın kısmında hafif bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkatli bakmayan kimse O’nu hafifçe kıvrık burunlu zannedirdi. Gür sakallı iri gözlü, düz yanaklı, geniş ağızlıydı ve gülümsediği zaman inciler gibi parlayan dişleri vardı. Boynu sanki gümüşten bir huzmeydi. Endamı ve azaları uyumlu olduğu gibi etleri asla sarkık değildi. Karnı ile göğsü aynı hizadaydı. İki omuz arası geniş omuz kemikleri kalın idi. Genel olarak kılsız beyaz tenliydi. Ancak boğazın bittiği yerden göbeğe kadar iplik gibi uzanan kılları vardı. Göbek kılları da inceydi. İki memesi ve karnı kılsız, kolları, omuzları ve göğsü hafif kıllıydı. Bilekleri uzun, el ayası geniş, el ve ayak parmakları kalıncaydı. Ayak altı çukur, üst kısmı düzdü. Üzerine bastığı zaman hafifçe yayılırdı. Ölçülü ve dengeli bir yürüyüşe sahipti. Acelesiz, vakur fakat süratli, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi rahat yürürdü.

Dönerken tüm vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar bir durumda olurdu. Yere bakışı göğe bakışından daha uzun olurdu. Anlamlı bakardı. Yürürken ashabını önüne alır, rastladığı insana ilk selamı o verirdi.

Hüzünlü bir hali vardı, daima düşünceli olur, rahat yüzü görmezdi. Uzunca sessiz durur, gereksiz yere konuşmazdı. Konuşurken kelimeler ağzının içini doldururdu. (konuşmasına önem verir yarım ağızla konuşmazdı) kelamında fazlalık yada noksanlık bulunmazdı. Özlü söyler, veciz konuşurdu. Haşin değildi hiç kimseyi küçümsemezdi. Nimet, -az da olsa- O'nun için önemliydi.

Resulullah yüz olarak insanların en güzeli idi. Renk olarak en nurlusu idi. Hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz, ancak O’nun yüzü bedir gecesinde aya benzetilebilirdi. Yüzünde inci taneleri gibi terler birikirdi. Bunlar miskten daha güzel kokardı”.

O aşırı uzun değildi. Kısa boylu da değildi. Yalnız başına yürüdüğü zaman orta boylu olarak nitelenebilirdi.

İnsanlar O’nunla beraber yürüdüklerinde ancak omuz hizasında kalırlardı. O’ndan ayrıldıklarında yine uzun görünürlerdi.

İnsanlar arasında bir yere oturduğunda, O’nun omuzları diğer bütün oturanların omuzlarından daha yüksek görünürdü.

Sevinçli olduğunda yüzünün kıvrımları ışıl ışıl nur saçardı.

O’nun saçları kulaklarının yarısına kadar inerdi. Kulaklarını aşmayan gür saçları vardı.

“Ayakta ip eğiriyordum. Nebi nalinini dikmek için çabalıyordu. Baktım mübarek alnında terler toplanmış yanaklarından süzülüyor, ter damlalarından nurlar saçılıyordu. Cemalinin güzelliği karşısında şaşırıp kalmışım. Bana baktı, ne oldu sana dedi.

Dedim –Alnın terlemiş, damlaları nurlar saçıyor. Şayet Ebu Kebir el-Huzelî, seni görseydi;

“Aydınlık yüzünün gülümsemelerinde ortaya çıkan nurların izlerine baktığım zaman:

O’nu emzirenin her türlü hayız lekelerinden, fesattan ve emzirme ayıplarından uzak olduğu görünüyordu” beytine senin daha layık olduğunu anlardı dedim.

Rasullullah ellerindekileri yere bıraktı. Ayağa kalkıp yanıma geldi. İki gözümün arasından öptü ve “Allah sana hayırla karşılık versin ya Aişe! Senin bu sözüne sevindiğim gibi daha önce hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum” dedi.

Onu kahkaha ile gülerken hiç görmedim, hoşlandığı bir şey karşısında ancak tebessüm ederdi. Öfkelendiğinde ekseri sakalını sıvazlardı.

Geceleri de gündüz gördüğü gibi görürdü. Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz ey Aişe, derdi. Işıkta gördüğü gibi karanlıkta, gündüzde gördüğü gibi gece de görürdü.

Az da olsa devamlı yapılan ibadet O’na sevimliydi. Ramazan’ın son on günü girince ehlini uyandırır, geceleri ihya eder ( uyanık kalır ), gömleğini bağlardı.

Hz. Peygamber cemaatin huzuruna çıkacağı zaman saçlarını, sakalını tarardı. Ya Rasulallah niye böyle yapıyorsun derdim. Allah kullarından kardeşinin yanına çıkarken güzelleşenleri sever buyururdu.

Resulullah, yanında oturan bir kimse onları ezberleyecek şekilde tane tane konuşurdu.

Resulullah kötü söz söylemez çirkin iş yapmazdı. Sokakta bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Ancak affeder, vazgeçer ve genişlik verirdi. Resulullah duada kısa fakat cami’ manalar ifade eden sözleri severdi. “Bazen mizah yapar ancak yine de gerçeği söylerdi.”

Resulullah’ı hiçbir zalime yardım ederken görmedim. Bir haddin uygulanmasında, Allah’ın koyduğu hudut çiğnendiğinde insanların en şiddetlisi idi. Bunun dışında iki emir arasında serbest bırakılmışsa kolay olanı tercih ederdi.

Hiçbir ferdin ahlakı Resulullah’tan daha güzel değildi. Ashabından yada ailesinden birisi O’nu çağırmaya görsün O’ hemen “Lebbeyk” buyurun derdi. Bunun için Kur’an (Allah Azze ve Celle) O’nun şanına “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzere yaratıldın” buyurmuştur.

(Ona -Ey Mü’minlerin annesi Rasulullah’ın ahlakı nasıldı diye soruldu)

Onun ahlakı Kur’andı. Siz Mü’minîn suresini okumuyor musunuz?

AYET-İ KERiME
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler; Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; ....... onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. Işte, asıl bunlar Firdevs'e vâris olacaklar ve bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar." (Mü’min, 1-12)

O Tevrat’ta “Muhammed Allah’ın Resulüdür. O’nun ismi Mütevekkildir. kötü kalpli, sert ve sokakta bağırıcı değildir; İncil’de ise: Kötü kalpli, sert ve sokakta çığırtkan değildir. Kötülüğe O’nun benzeri ile karşılık vermez bilakis affedici ve bağışlayıcıdır” şeklinde tarif edilmiştir.

İki emir arasında muhayyer kalınca, günah olmadıkça kolay olanı tercih ederdi. O iş günah olursa O’na karşı insanların en uzağı Resulullah idi. O nefsi için intikam almaz ancak Allah’ın koyduğu hududun çiğnenmesi durumunda O’ndan Allah için intikam alırdı.

Resulullah gecelerde içi kuru otla doldurulmuş, deriden bir yatak üzerinde uyurdu.

Rasulullah (S.A.V) arkadaşlarının yanına kötü kokular saçarak çıkmaktan hoşlanmazdı. Gecenin sonu da olsa güzel bir koku sürünür, öyle çıkardı.

Rasullullah için en güzel koku öd ağacı kokusu idi.

O’nun bir sürme tası vardı. Uyumadan önce her iki gözüne sürme çekerdi.

Başını sidr ile yıkar ve hafif kokulu misk sürünürdü.

Başını evin sakfına (yada gök kubbeye) kaldırdığında “ Allah’ım seni tesbih ederim, hamd sanadır ve senden bağışlanma diler, affına sığınırım” derdi:

- Bunlar nedir derdim.

- Ben bununla emrolundum, derdi.

Gecenin evvelinde uyur; ahirinde uyanık olurdu.

Onun iki elbisesi vardı. Cuma günleri giyinirdi. Sonra çıkarır beraber katlardık.

Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi insanlara karşı müdarayı da emretti derdi.

O’nun hastalıktan çektiği elemden daha şiddetli bir elem görmedim.

O, taze kavunu severdi.

Ondan daha çok istişare eden bir kimse görmedim.

Şiddetli bir kış O’na vahiy inerken gördüm: Vahyin ağırlığı ile, alnından terler boşanmak için sanki anlı çatlayacaktı.

Rasulullah her yıl bir defa Kur’an’ı Cibril’e okurdu. Vefat edeceği yıl iki defa okudu.

O’ndan bir şey istendiğinde O’nu asla geri çevirmezdi.

Ya Rasulallah sana feda olayım. Bir yere dayanarak (yaslanarak) yesen ya? Böylesi senin için daha kolaydır” dedim. O alnı yere değecek kadar başını yere eğdikten sonra, bana:

- "Hayır belki bir kul gibi yiyecek ve bir kul gibi oturacağım", dedi.

Sevdiği bir şeyi gördüğü zaman verdiği nimetlerle güzellikleri tamamlayan Allah’a hamd olsun” derdi.

O’nun sözleri tane tane idi. Dinleyen herkes anlardı. Aynaya baktığında “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir” derdi.

Uyumak istediğinde Muavizeteyn surelerini okur, avucuna üfler sonra vücuduna sürerdi.

Hayra yormaktan ve tefe’ülden hoşlanırdı.

Her şeye sağdan başlamayı severdi.

–Hatta adımını atarken ve bir yere girerken-

Rasulullah bir hastayı ziyaret ettiğinde elini ağrıyan yere koyar “Bismillah bir şey yok ” derdi.

O, hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık verirdi.

Takvadan başka hiçbir şey O’nun yanında insanın şerefini ne azaltır ne de eksiltirdi.

O’na hoşlanmadığı bir söz ulaştığı zaman sen şöyle şöyle söylemişsin demezdi. Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar derdi. İki öğün yemek yese bunlardan biri mutlaka hurma olurdu.

O’nun en çok sevdiği içecekler, soğuk ve tatlı olan içeceklerdi.

Ben ay hali olduğum halde Resulullah başını kucağıma kor Kur’an okurdu.

Vefat hastalığında bana şöyle dedi:

Ya Aişe Hayber’de yediğim yemeğin acısı kaybolmadı. O anda zehrin şiddetinden kalp damarlarımın koptuğunu hissettim.
 
Üst Alt