Hisse Alınacak Dersler...

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Balık Bilmezse Halık Bilir
Koltuğa iyice bürünmüş adeta kaybolmuş gibi oturuyordu. Sağ elini yanağına dayamış derin düşüncelere dalmıştı. Bu halini gören, onun Karadeniz‘de gemilerinin battığını zanneder. Görüntüsü üzgün, süzgün, büzgün bir vaziyette olmasına rağmen içinde yine bir iyilik yapmanın huzuru dinginliği vardı. Yaptığı iyilik ise; bir ihtiyarın taşıyamayacağı pazar poşetlerini yardım için elinden aldı. İhtiyarın evi, kendisinin gideceği yönün tam ters istikametinde olmasına rağmen, ihtiyarın evine kadar taşımıştı. İyilik yaptığı kişinin o kadar zahmetine karşılık karısına” bir enayi eşyalarımı taşıdı rahat geldim” deyip teşekkür etmeden kapıyı yüzüne kapamıştı O kadar zahmete bir teşekkür tesellisi bile yoktu. Üzüntüsü işte bu yüzden idi.

Yine de huzurluydu yardıma muhtaç birine yardım etmişti. O böyle olaylarla çok karşılaşmıştı. Fakat bunlara rağmen iyilik yapmaktan bir an olsun vazgeçmiyordu. Adeta iyilik için yaratılmış, iyilikte sonsuz ufuklu denizi andırıyordu. Olsun iyiliği bilinmese de bir bilen gören vardı. Koltukta, düşünceli halde ve eli yanağında mazisinin gel-gitlerinde, hayatın dalgalarında savrulmadan boğulmamasının sebebini düşünüyordu. Sanki tüm olumsuzluklarda yıkılmadan ayakta kalması yaptığı iyiliklerden kaynaklanıyordu. Ne zaman bir iyilik yaptıysa takdir edilsin edilmesin, bu iyiliğin hemen ardından zor bir durumdayken hiç umulmadık bir şekilde işleri kolaylaşıyor, o zor durumdan rahata kavuşuyordu.

Başından geçen bir olayı hiç unutamıyordu. Hayatının dönüm noktası olan mülakat sınavına girecekti. Çok heyecanlı idi. O heyecanla yanlış otobüse binmişti. Git git, yol bitmiyor ve mülakat yerine bir türlü gelinmiyordu. Sonunda şoföre sordu. Şoför de tam ters istikamete bindiğini, tekrar geri dönüp başka otobüse binmesini söyledi. Sınava 15 dakika kalmış fakat yol yaklaşık bir saat sürecek. Bu, geç kaldı manasına geliyordu. Fakat her işte bir hayır var deyip geri dönüp diğer otobüse bindi. Artık şans deyin, tevafuk deyin veya başka bir şey deyin, sınav yerine geldiğinde sıra tam ona gelmiş ve hemen mülakat salonuna girip sınavı kazanmıştı.

Mutluluğuna diyecek yoktu. Düşündü bu nasıl oldu. Böylesine zor durum rahat bir şeklide nasıl halledildi.
Tahmin etmekte gecikmedi. Fazla görüşmediği hatta hiç görüşmediği, bir dost meclisinde tanıştığı birisi para istemişti. Kendisi de para sıkıntısı çekmesine rağmen cebindeki parayı verdi. İki üç hafta sıkıntı çekti. 15 gün sonra sınava giriyor kazanıyor ve tüm problemleri çözülüyor. Bu iki haftalık sıkıntı, ömür boyu rahata dönüştürüyor. İşte "iyilik yap denize at, balık bilmezse Halık bilir" sözünü hatırlayarak bu olayda da yaptığı iyiliği Allah bilmiş ve yardım etmişti. Bütün üzüntüsü gitmiş yaptığı iyiliklerin yüreğindeki sevinci kaldı.
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
"50 Yaş Üstündeki herkesi öldürün"
Padişah Emridir. Tüm diyardaki 50 yaş üstündekiler toplanacak ve infaz edilecektir. Gençlerden biri, babasını samanlıkların altına özel yaptırdıkları sığınağa saklar. Diyardaki tüm 50 Yaş üstündekiler toplatılır ve infaz edilir.
Padişah uyanık tır. Bakar ki bir direniş olmamıştır, hatta babalarını kendi elleriyle teslim edenler bile olmuştur...
Aradan bir süre geçtikten sonra, padişah "kırk ile elli yaş arasındakileri deniz kenarına toplayın" der, toplarlar. Padişah; "size üç gün süre. Üç gün sonra geliceğim bana kumdan tespih yapıcaksınız eğer beceremezseniz hepinizin başı kesilecek" der.
Bir gün geçer kumdan tespih yapmak ne mümkün.

Ikinci gün geçer hiç bir şey yapılamaz.
Üçüncü günün akşamı babasını sakladığını bile ölüm korkusundan unutan genç adam, koşar babasının yanına
durumu anlatır...
Süre bitmiştir. Deniz kenarına toplanırlar Ortada tespihten eser yoktur.
Cellatlar hazırdır. Ahali korku içinde kimisi eşinin, kimisi babasının, kimisi abisinin, kimisi en yakınının infaz kaygısı içinde...
Padişah Alana infaz emri için gelir.
"Verilen süre doldu görevi yerine getiremedi niz" der ve tam cellatlara infaza başlayın diyecek ken;
Babasını gizleyen adam, padişaha tüm ahalinin duyacağı ses tonuyla seslenir;
"Padişahım biz bu görevi yerine getirir dik, lâkin bir sorun niye getirmedik" der.
Padişah; olmayacak bir şeyin cevabı da olamıyacağını bildiği için, alaycı bir edayla "neden" der.
Genç adam cevap verir. "Hünkarım biz çok düşündük kumdan tespih taneleri yapmak zor değil. Lakin bunun İmamesi nasıl olacak? Padişahımız ya beğenmez se...

Siz bu konuda tüm diyarın en iyisisiniz
İmameyi siz varken bizim yapmamız ne haddimize... Siz İmameyi yapın biz de taşları etrafına hemen diziverelim" der.
Padişah çok zor durumda kalmıştır.
İnfaz emrini veremez mecburen "tamam sizleri afettim" demek zorunda kalır.
Döner kurmaylarına; "Ulan şerefsizler hani hepsi ölmüştü bunların? Saklanan tecrübeli birini gözden kaçırmış sınız!" der...

Evet üretilen bir virüs yaşamımızı ve dünyamızı alt üst eder iken diğer tarafta hedef aldığı kitle, yaşamımızın aslında en kıymetlilerimiz olan, hafızamız olan, bir sözleri ile bizi yaşatacak ya da kırk yıl ileri götürecek olan Tecrübelilerimizi hedef almakta.
Maalesef öyle bir psikolojik duruma geldik ki; neredeyse virüsün sebebi ilan ediceğiz onları. işte bunu onlara yapmayalım, onları incitmeyelim...
Tıpkı Babasını gizleyen Evlat gibi onlara çok kıymetli olduklarını, onlara çok ihtiyacımız olduğunu, onlarsız bu karanlık yoldan çıkamayacak olduğumuzu ve onları çok sevdiğimizi hissetirelim ve şunu unutmayalım; onları feda edersek sıra bize gelicek

Mesela ben 48 yaşındayım kumdan tespih nasıl yapılır onu da bilmem.
Çok krizler yaşadık hayatımızda lakin; rahmetli babam ve anam hep bir yol bulur bizi çıkarırdı. Biz onları gözden çıkaran ne İngiliz ne de İtalyan'ız.
Sıkı sıkı sarılın korkmayın onlar bizim olsa olsa PANZEHİRİMİZ olur.
Yeterki biz onların VİRÜSÜ Olmayalım.
Evinde kal değil;
BİZIMLE KAL DEME VAKTİDİR

Allah büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin, hepimize sağlık sıhhat ve afiyet versin inşaAllah
Alıntı...
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
TEVAZU
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış.
Olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister.
O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyormuş.

Durumu Hacı Bektaş Veli 'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi Dergahına gider ve aynı durumu Mevlana 'ya anlatır.
Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler.
Mevlana 'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz, o yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş Dergahı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez, bundan dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir der.
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Amsterdam’da bir cami imamı,
Her Cuma günü
10-11 yaşındaki oğluyla şehrin sokaklarında dolaşır,
İslam’a dair kaleme aldığı küçük dergiyi dağıtır, insanları İslam’a davet eder.
Yine bir Cuma günü rahatsız olduğundan oğluna;
- ‘Bu hafta tebliğ için çıkmayalım!’ der.
Bir insanın hidayetine vesile olmanın ne büyük bir devlet olduğunun hazzını defalarca yaşayan çocuk,
Babasına yalnız çıkma noktasında ısrar eder. Şiddetli yağışın da olduğu soğuk bir kış günü İmam,
Oğlunun ısrarına dayanamaz ve;
- ‘Peki!’ der, ve onu gönderir.
Çocuk Amsterdam sokaklarında dolaşır ve her gördüğü kişiye o dergiyi takdim eder ve onlara;
- ‘Allah, seni cennetine davet ediyor!’ der.
Fakat hava soğuk olduğu için sokaklarda pek kimseler yoktur.
En son elinde tek bir dergi kalır, verecek birilerini arar, bulamaz.
Sonunda bir kapıya gelir ve defaatle zili çalar, lakin kimse kapıyı açmaz.
Tam dönerken yaşlı bir kadın açar kapıyı.
Kadın, karşısında bir çocuk görünce ona;
- ‘Niçin geldin!’ diye sorar.
Soğuktan üşümüş çocuk;
- ‘Allah, seni cennetine davet ediyor.
Kur’an’a iman etmeye,
Sonra da ondaki buyrukları yaşamaya davet ediyor, gelir misin?’ der.
Çocuk kitapçığı verir ve geri eve döner.
Ertesi cuma,
Namazdan sonra babası murad olduğu üzere cemaate vaaz eder.
Ardından soru-cevap faslı başlar.
Salonun arka taraflarında oturan kadınlardan biri ayağa kalkar ve şunları söyler;
- ‘Ben önceki haftaya kadar
Hristiyan’dım, eşimi kaybettim, çocuklarım da yok, hayatta birinci derece tek bir yakınım olmadığından,
Aylardır kimse kapımı açmadı.
Yapayalnızdım.
Yalnızlıktan tarifi imkansız bir krize girmiştim. Herkesin benden nefret ettiğini,
Topluma yük olduğumu düşünüyordum.
Çünkü Batı’da emekli bir vatandaş topluma yük kabul edilir.
‘Ölse de devletin yükü hafiflese’ diye düşünenler vardır.
Lakin siz müslümanlar,
İnsanlar yaşlanınca onlara hizmet etmeyi ibadet kabul edersiniz!’
Yaşlı kadın gözyaşı içinde geçen hafta;
evin yatak odasına çıktığını,
Tavana ip bağladığını, ipin halkasını boynuna geçirdiğin,
Tam ayağını sehpaya vurup,
İntihar edecekken zil çaldığını duygulu bir şekilde anlatır.
Kendi kendine;
- ‘Benim kapımı kim çalar ki?’ deyip
Biraz beklediğini, sonra
Tekrar intihara teşebbüs etmek istediğini;
Ama zilin ısrarlı bir şekilde çalınınca,
İpi boynundan çıkarıp kapıya yöneldiğini, karşısında duran çocuğun ona;
- ‘Ben, Hz. Muhammed’in öğrencisiyim,
Allah seni Cenneti’ne davet ediyor!’
Deyince sarsıldığını,
Çocuğun kendisine verdiği kitapçığı alıp okuduğunu ve
Müslüman olduğunu anlatır.
Camideki bütün cemaat ağlaşmaktadır.
Kadın sözlerini şu ifadelerle tamamlar!
- ‘Bana şu anda dünyada en mutlu insan kimdir, diye sorsalar
Tereddüt etmeden, kendimi gösteririm.
Bundan sonraki ömrümü benim gibi zavallıların kurtuluşuna adadım.
Ben de o çocuk hayatımın geri kalan bölümünde
Amsterdam sokaklarında dolaşacak ve insanlara,
- ‘Allah, sizi cennetine davet ediyor,
Diyeceğim!’ der... Evet neyazık'kı Allah bizi her gün beş vakit namaza davet ediyor bunuda kılmaktan kaçıyoruz Allah bizi affetsin.
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
İki Kardeş!
İki erkek kardeşin hikayesi, birlikte çalıştıkları babalarından kalma çiftlikte geçiyordu. Kardeşlerden biri evliydi ve beş çocuğu vardı. Diğer kardeş ise bekardı. Her günün sonunda iki kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.
Günün birinde bekar kardeş şöyle düşündü;
– Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de adaletli değil. Ben bekarım ve pek fazla ihtiyacım yok. Kardeşimin geniş bir ailesi var. Onun daha fazla ihtiyacı olur.
O günden sonra bekar olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye itti.

Bu arada evli olan kardeş de kendi kendine;
– Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de doğru değil. Ben evliyim, eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Fakat kardeşim yaşlandığı zaman ona bakacak hiç kimsesi yok. İlerde onun daha fazla ihtiyacı olacak.

Böylece evli olan kardeş de her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar. Çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu. Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken karşılaştılar. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

Hayat Akarken Hikayeler, kardeşlik bencilce sadece kendini düşünmek değil başkalarını da düşünmek ve kardeşçe paylaşmaktır.
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Üç Sual Bir Cevap

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî’ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
“Sorun!” buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
“Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.”
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
“Öbür sorunu da sor!” buyurdu.
O;

“Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?” dedi.
Şems-i Tebrîzî;
“Peki öbürünü de sor!” buyurdu.
O;
“Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” dedi.

Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu.
Ve;
“Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” dedi.
Şems-i Tebrîzî;
“Ben de sâdece cevap verdim.” buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:

“Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.”
O kimse şaşırarak;
“Ağrıyor ama gösteremem.” dedi.
Şems-i Tebrîzî;
“İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez.

Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana;
“Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz.” dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?” buyurdu.

Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.


 
Üst Alt