K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIYASIN DELİL (HUCCET) OLUŞU; Kıyas, temelde akıl ve mantık metodu olduğu halde, bazı hukukçuların çoğunluktan ayrı görüş öne sürdükleri görülür Islâm hukukçularının kıyas hakkındaki görüşleri üçe ayrılır

a) Kıyasa büyük bir önem vererek onu huccet kabul edenler Ebû Hanîfe (ö150/767) imam Şafii (ö204/ 819), imam Mâlik (ö179/795) ve bunları izleyenler örnek verilebilir
b) Kıyası yetersiz görerek, ona ancak zorunlu hallerde başvuranlar Buna, Ahmed b Hanbel (ö241/855) örnek gösterilebilir
c) Kıyası tamamen reddedenler Zâhirîler ve Şiiler bu gruba girer

Ayet ve hadislerin sınırlı, hayat olaylarının ise sonsuz olduğu ve her olayın bir hükme bağlanması gerektiği gözönüne alınırsa, bu yeni meseleleri çözmek için kıyasa başvurmaktan başka bir çare olmadığı anlaşılır Kıyas, bir delil kabul edilmediği takdirde bir çok yeni meseleyi çözmek mümkün olmaz Nitekim Hz Ömer, Kadı Ebû Musa el-Eş'arî'ye (ö44/664) yazdığı ünlü mektubunda; "birbirine benzer şeyleri iyice tanı ve ona göre meseleleri kıyas et" (es-Serahsı, el-Mebsût, Kahire 1324-1331, XVI, 62, 63; Ibn Kayyim, I'lâmü'l Muvakkı'in, Delhî 1313-1314, I, 30) diyerek, kıyasın bir delil olduğunu ifade etmiştir Ebû Hanîfe'nin üstadı, Hammad b Ebı Süleyman'ın (ö 120/738) kendisinden fıkıh ilmi aldığı Ibrahim en-Nehaî (ö95/714)"Ben bir hadisi ezberliyorum, sonra da ona yüz şeyi kıyas ediyorum" (Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s52) demiştir
Kıyası delil olarak kabul eden çoğunluk hukukçular Kur'ân ve Sünnete dayanır
Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan yöneticilere (ulü'l-emr) itaat edin Eğer bu şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve Peygamber'e inanıyorsanız, onu Allah'a ve Peygamber'e havale edin" (en-Nisa, 4/59) Bir şeyi Allah'a ve Peygamber'e havale etmek, Kitap ve Sünnetin amaçlarını tam olarak bilmekle olurBu da Kur'an ve Sünnetin illetine dayanır ki, o da kıyastır Kur'ân, birtakım hükümlerin illetine yer verir Nitekim, kısas'ın hikmeti zikredilirken; "Kısasta sizin için hayat vardır" (el-Bakara, 2/179) buyurulmuştur Hz Peygamber'in, oğulluğu Zeyd bin Hârise'den boşanmış olan Zeyneb (ranhâ) ile evlenişinin sebebi şöyle açıklanır: "Mademki, Zeyd, Zeyneb'le ilişiğini kesti, onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde, onların bu eşleriyle evlenmeleri hususunda mü'minlere bir zorluk olmasın" (el-Ahzâb, 33/37)
Sünnet de hükümlerin illetine işaret etmiş ve bir kısım hükümlerin illetlerini açıklamıştır Meselâ; başkasının evine izinsiz girmeyi yasaklayan âyette şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerine seslenip selâm vermeden girmeyiniz Eğer düşünürseniz, bu sizin için daha iyidir" (en-Nûr, 24/28, 29) Hz Peygamber burada, başkasının evine girerken izin istemenin illetini; "Izin ancak göz için emredilmiştir" hadisiyle açıklamıştır (Buhârî, Diyât, 23; Libâs, 75)
Hükümlerde kıyasın sübûtu üzerinde ashab-ı kiramın ittifakı (icmâ') vardır Meselâ; Hz Ebû Bekr (ö 13/634), miras konusunda, ölenin babası bulunmayınca, babanın babasını (dede), baba hükmünde saymıştır Çünkü, dedede babalık anlamı vardır Ibn Abbas (ö68/687) da dedeyi oğlun oğluna kıyas etmiştir (Ebû Zehra, age, 223, 224) Bazı sahabîler Ebû Bekr'e (ra) bey'at ederken, namaz imamlığı ile Devlet başkanlığını (hilâfet, imâmet-i âmme) Kıyas ederek şöyle demişlerdi"Peygamber (sas) O'nu din işimizde imam tayin etmiştir Öyleyse biz O'nu, dünya işimizde niçin imam tanımayalım ?" (es-Serahsı, Usûl, Kahire 1372-1373, II, 131, 132; Ibn Kayyim, I'lâm, Kahire 1325, 1326, I, 253)
Kıyası Kabul Etmeyenler ve Delilleri:
Kıyası kabul edip etmemenin temelinde hükümlerin illeti problemi yatar Kıyası kabul edenlere göre, şer'i hükümlerin illetleri, akıl ile kavranabilen anlamları ve bir kısım amaçları vardır Bir illet ve amaçlar, hakkında nass bulunmayan konularda da gerçekleşirse, nass'ın hükmü bu benzer meselede de sabit olur Kıyası tanımayanlara göre Kıyas, Islâmî bir huccet değildir; nass'ların illetleri bilinemeyeceği için, hüküm onların dışındaki konuları kapsamına almaz
Rey ictihadını, Kıyası, sahabe ve tâbiûn fetvâlarını hüküm kaynağı olarak kabul etmeyenlerin başında zâhirîler gelir Bunların önemli temsilcileri Ibrahim en-Nazzânî (ö 231/845), Mu'tezile'den Ca'fer b Harb (ö236/850), Ca'fer b Mübeş-Şîr (ö234/848), Muhammed b Abdillah el-Iskâfî (ö240/854) ile ehl-i sünnetten Dâvud b Alî ez-Zâhiri (ö270/883) dir
Üçüncü hicrî asırda doğuda Hanbelî mezhebinin yerini tutmuş bulunan Zâhiriye mezhebi daha sonra Endülüs'e intikal etmiştir Buradaki temsilcileri Münzir b Saîd el-Bellûtî (ö355/966), oğlu Saîd b Münzir (ö403/1012), Ibn Hazm'ın hocası Mes'ûd b Süleyman (ö 420/1029) ve ibn Hazm (ö 456/1063) dır (Şah Veliyyullah, Huccetullah, Mısır 1966, I, 319, 340, II, 62; Ebû Zehra, Ibn Alazm, Kahire, ty, s267-274)
Zâhirîlerin hüküm kaynakları şunlardır: Âyet ve hadisin nass'ı, Hz Peygamber'den sahih olarak bize gelmiş fiil ve ikrar, hakkında hiç bir ihtilaf bulunmadığı kesin olarak bilinen icmâ ile bu nass veya icmâa dönen delil (Ibn Hazm, el-Ihkâm, Nşr, Ahmed Muhammed Şakir, Mısır, ty, s931)
Kıyası reddedenlerin dayandığı deliller:

a) Âyet ve hadislerin nass'ları, hâdiselerin hükümlerini farz, sünnet, mendub, haram, helal veya mübah olarak belirlemiştir Farz, sünnet, haram veya mekruh kılınmayan her şey mübahtır (bk el-Bakara, 2/29; el-Mâide, 5/101) Bu yüzden Kıyas ve reye dinde yer yoktur
b) Şu âyetleri de delil getirirler: "Ey iman edenler, Allah ve O'nun elçisinin önüne geçmeyin" (el-Hucurât, 49/1) "Allâh'ın indirdiği ile aralarında hükmet" (el-Mâide, 5/49) "Biz, Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık " (el-En'âm, 6/38) "Her şeyi açıklamak için sana Kitab'ı indirdik" (en-Nahl, 16/89)"Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme" (el-isrâ, 17/36) (es-Serahsî, Usûl, Beyrut ty, II, 119 vd)
Bu âyetler dikkatlice incelendiğinde, Kıyas'ın aleyhine bir sonuca varılamaz Çünkü ilk âyette yasaklanan husus, Allah'a ve Peygamberine itaatsizliktir Ikinci âyette, Allâh'ın indirdiği Kitap ile hükmedilmesi istenmektedir Kur'ân'da açıklanmamış olan meselelerin ictihad yoluyla çözümlenmesi gerekir ki, kıyas da bu yollardan birisidir Üçüncü âyette "Kitap"tan maksat ilâhı ilimdir Diğer yandan Kur'ân'ın her şeyi açıklamak için indirilişi, genel ve küllî prensipler koymak içindir Hakkında bilgi sahibi olmadığımız şevin ardına düşmeyi yasaklayan son âyet ise inançla ilgilidir (Yunus, 10/209; el-Hucurât, 49/12) Çünkü, amelî konularda gâlib zanla hüküm verilebilir Şer'î nass'lardan çoğunun delâleti zannî olup, bunlardan çıkarılan hükümler ictihada dayanmaktadır Abdulvehhab Hallâf, Mesadır, Kuveyt 1970, s35 vd)
c) Sünnet; Hz Peygamber'in böyle dediği nakledilmiştir: "Bu ümmet bir süre Allah'ın Kitabı ile amel eder, bir süre O'nun elçisinin sünnetiyle, bir süre de rey ile amel eder Rey ile amel ettiği zaman onlar hem kendileri sapar, hem de başkalarını sapıtırlar" (Suyûtî, el-Câmiu's-Sağlîr, Feyzu'l-Kadir ile birlikte, Mısır 1938, III, 256)
Bu hadis, kıyası reddetmek için yeterli değildir Çünkü, Ibnü's-Sübkî (ö771/1369), hadîsin bazı râvilerinin, Ibn Maîn tarafından tekzib edildiğini ileri sürerek, bu hadisin delil olamayacağını söylemiştir (Hallâf, age, s38) Ebû Zür'a da (ö282/895), bu hadisin zayıf olduğunu ileri sürmüştür (el-Münâvî, Feyzü'l-Kadir, Mısır 1938, III, 256)
d) Hz Ömer'in; "Kıyas'tan sakınınız" (Dârimî, Sünen, Dımaşk 1349, I, 66) sözünü, O'nun kadılarını ictihad ve kıyasla hüküm vermeye teşvik etmesi karşısında, amaca uygun bir şekilde anlamak gerekir Nitekim yine Ömer (ra) bu sözünü böyle açıklamıştır: "Rey sahiplerinden sakınınız, çünkü onlar dinin düşmanlarıdır Hadisleri öğrenip ezberlemekten âciz kaldıkları için rey ile söz söylerler ve böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar" (es-Serahsî, age, II, 121) Bu duruma göre Hz Ömer, Alî ve Ibn Abbas gibi sahabelerden rivâyet edilen kıyas aleyhindeki sözleri, meselelerin hükümlerini Kitap ve Sünnet'te araştırmaksızın yapılan kişisel görüş ve kıyaslarla ilgili olarak değerlendirmek gerekir Çünkü rey ve kıyasa çokça başvuruları lrak ekolünün oluşmasında büyük etkisi olan Abdullah b Mes'ud (ö32/652), Hz Ömer (ö23/643) ve Hz Alî b Ebî Tâlib (ö40/660) kıyas ehli idiler Diğer yandan Irak yöresine ilim yayan Ibn Mes'ud'un, hemen hemen hiçbir meselede Hz Ömer'e muhalefet etmediği nakledilir (Ibn Kayyim, I'lam, I, 16, 17, 20, 21)
Sonuç olarak, kıyası tanımayan zâhirîler, nass'ların illetini dikkate almadıkları için çeşitli hükümlerde çelişkilere düşmüşlerdir Sözgelimi onlar, nass bulunduğu için insan idrarının pis olduğunu; domuz bevlinin ise, hakkında nass bulunmadığı için temiz olduğunu, yine aynı sebeple köpeğin salyasının pis ve bevilinin temiz olduğunu kabul etmişlerdir Eğer onlar nass'ların metni yanında, ruhu üzerinde de düşünselerdi bu çeşit çelişkilere düşmezlerdi (kbû Zehra, age, s227)
Kıyasın Rükünleri:
Kıyas; hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamak, şeklinde tarif edilince, buradan dört rukün ortaya çıkmaktadır Asl, fer', hüküm ve illet
a) Asl (el-asl): Fer'in kıyas edildiği hükmün dayandığı delile, başka bir deyimle, hakkında doğrudan hüküm bulunan konuya "asl" denir Bu asl; nass (âyet-hadis) veya icmâ olmaktadır Çünkü icmâ'ın senedi, yani hukukî dayanağı da genel olarak nass'tır Meselâ; âkıl, bâliğ ve reşîd bir kızın kendi malı üzerinde tam velâyet hakkına sahip olduğu icmâ ile sabittir Buna kıyas yapılarak, böyle bir kız, evlenme konusunda da serbest olup, rızası dışında zorla evlendirilemez (Ebû Zehra, age, s228-229) Kıyasla sabit olan bir hükmün, yeni bir kıyas için asl olup olamayacağı Islâm hukukçuları arasında tartışılmıştır Çoğunluğa göre; kıyas, başka bir kıyas için asl olamaz Çünkü, ikinci kıyasın illeti ile, birinci kıyasın illeti aynı ise, kıyas ilk asl'a dayalı olarak yapılmış sayılır Illetler farklı ise, ikinci kıyas geçersiz olur
Mâlikîlere göre ise, kıyas üzerine kıyas geçerlidir Mâlikî hukukçu Hafîd ibn Rüşd (ö520/1126) bu konuda şöyle der: "Fer', hükmü bilinince asl olur ve ondan elde edilen başka bir illet dolayısıyla yeni bir mesele ona kıyas yapılabilir Ikinciye, hükmü sabit oluncaya kadar "fer"' adı verilir Bu ikinci meselenin de hükmü sâbit olunca, ortak illet göz önüne alınarak, başka bir mesele de buna kıyas yapılabilir Kısaca; Kitap, Sünnet ve Icmâ' delillerinden birisine kıyas mümkün olmazsa, bunlara dayanan kıyas üzerine de kıyas yapılabilir Bu konuda Imam Mâlik (ö179/795) ve arkadaşları görüş birliği içindedir" (Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire, ty, s220-221)
b) Fer': Bu, asl'a kıyas yapılarak hükmü belirlemek istenen meseledir Fer'in kıyas konusu olabilmesi için iki şart vardır:

1) Fer'in hükmünün nass veya icmâ ile belirtilmiş olmaması gerekir Çünkü hakkında nass bulunan bir konuda kıyasa ihtiyaç kalmaz Ancak bazı Hanefî ve Mâlikî hukukçuların, âhâd haber (tek ravinin naklettiği hadis) ve zannî delillerden ibaret nass'lar bulunduğu halde kıyasa başvurdukları olmuştur Bu, aslında âhâd haberi zayıf sayma veya kıyas yaparken zannî delili tahsis etme esasına dayanır
2) Asıl hükmün illeti ile fer'in illetinin ortak olması gerekir Meselâ; şarabın yasaklanma illeti sarhoş etme özelliği olunca, sarhoş edici her içkinin şarap hükmünde sayılması kıyasa dayanır Eğer bir şey sarhoş edici özelliğe sahip olmadığı halde, kişinin bünyesinden kaynaklanan bir sebepten dolayı aklın gitmesine sebep oluyorsa, o şeyin kullanılması haram olmaz Çünkü illette ortaklık yoktur Şeker hastasına bazı gıdaların zarar vermesi hatta onu komaya sokması buna örnek verilebilir Burada, genelleme yoluna gidilmeksizin, yalnız bu kimseye mahsus yasaklama olabilir

c) Hüküm: Hakkında nass veya icmâ bulunan şeydir Bunun kıyas yoluyla asl'dan fer'a geçmesi için iki şartın bulunması gerekir

1) Hüküm, şer'i ve ameli olmalıdır Kıyas, yalnız ameli hükümlerde olur Çünkü fıkhın genel olarak konusu bu hükümlerdir
2) Hükmün anlamının akıl ile kavranabilir nitelikte olması gerekir Yani onun meşru oluş sebebini akıl kavramalı veya âyet ya da hadis bu sebebe işaret etmiş bulunmalıdır Meselâ; içki, kumar, murdar hayvan eti, hırsızlık gibi yasakların hikmetini akıl kavrar Fakat teyemmüm, namazın rek'atlerinin sayısı veya namazın kılınma şekli gibi illeti akılla bilinemeyen hükümlerde kıyas söz konusu olmaz

Buna göre Islâm hukukçuları hükümleri; taabbûdî ve manası akıl ile kavranabilen hükümler olmak üzere ikiye ayırmışlardır Meselâ; hacla ilgili ibadetler taabbûdî olup, bunların illetini bilme imkânı bulunmaz Şüphesiz bunların hikmet ve faydaları vardır Mânası akılla kavranabilen hükümlerde ise illetleri insan aklı kavrar ve bunlarda kıyas cereyan eder
Ebû Hanife'ye göre dini nasslardaki hükümlerin hepsinin anlamı akılca kavranabilir ve illetleri anlaşılabilir, ancak taabbudi olduğuna dair delil bulunanlar bundan müstesnadır (Zehra, age, s233, 234)

d) Illet: Sözlükte; mevcut durumu değiştiren şeye "illet" denir Hastalığa da illet denmiştir, çünkü, kişi bedeninde değişiklik meydana gelmiştir Bir hukuk terimi olarak illet, mevcut durum ve hükmü değiştirmeye, mübah olan bir şeyi yasaklamaya veya yasak olan bir şeyi mübah kılmaya sebep olan şeydir Illet aynı zamanda âyet ve hadislerin mânâ ve gayesidir Fıkıh usûlünde şer'i illetlere "kıyas", "delil' ve "nazar" adı da verilir
Illetle, sebep ve hikmet birbirinden farklı terimlerdir Bir hükmün illeti o hükmün bağlı olduğu ve kendisine bina edildiği şeydir Hükmün bağlı olduğu şey akıl ile kavranabiliyorsa buna illet, akıl tarafından kavranamıyorsa buna da sebep adı verilir Meselâ; vaktin girmesi, namazın farz olması için bir sebeptir, illet değildir Çünkü namazın niçin o vakitte farz kılınmış olduğunu akıl anlayamaz Bu duruma göre her illet sebep olabilir, fakat her sebep illet olamaz Şâfiîlerin çoğu sebebe dayanarak kıyas yapılabileceğini söylerken, Hanefi ve Mâlikîler kıyasın yalnız ortak illete dayanarak yapılabileceği görüşünü benimserler Tercih edilen görüş de budur (el-Âmidî, el-Ihkâm, Mısır 1914, IV, 86; Ibn Hâcib, el-Muhtasar, Istanbul, 1307-1310, IV, 417; A Hallaf, Masâdir, Küveyt, 1970, s50)
Hikmet; şer'i bir hükmün meşrû kılınışında gözetilmiş olan maslahattır Hikmetle illet farklı terimlerdir Meselâ; Ramazanda hasta veya yolcu olan kimseye oruç tutmama ruhsatı verilmiştir Bu ruhsatın hikmeti güçlüğü kaldırmak, illeti ise yolculuk veya hastalıktır Bu yüzden yolculuk veya hastalık hali bulununca, oruç tutmak güçlük meydana getirmese bile, kişi bu ruhsattan yararlanabilir (bk el-Bakara, 2/183-184) Yine bir gayrı menkulde, ortak veya bitişik komşulara tanınan "şüf'a hakkı(ön alım hakkı)"nın hikmeti, onları zarara uğratmamak, illeti ise, ortaklık veya bitişik komşu bulunmaktır (bk Ali Şafak, Hadislerde ve Mukayeseli Hukukta şüf'a Hakkı, Erzincan 1981) Usulcülerin çoğu kıyasta illeti esas alırken, bazı Mâlikîler ve Hanbelî usulcülerin çoğu, özellikle Ibn Teymiyye (ö728/1327) ve öğrencisi Ibn Kayyim el-Cevziyye (ö751/1350) illet yerine hikmeti (uygun vasıf ) esas almışlardır Bu görüşü benimseyen Hanbelîlere göre, birbirine benzeyen meseleler arasındaki asıl bağ, şer'î hikmettir (Ebu Zehra, Ibn Hanbel, Kahire 1367, s277, 278)
Illetin şartlarına gelince beş tanedir
1) Açık bir vasıf olmak Illet, bir şeyi sabit kılmak için elverişli olmalıdır Meselâ; bir çocuğun nesebinin sabit olması için illet, nikâh akdinin bulunması veya nesebin ikrarıdır Yine küçük yaşta bulunma (sığâr), mal üzerinde başkasının velâyet hakkının illetidir Bu açık vasıf, küçüğün evlenme konusunda da, velâyet altında olduğunu isbata elverişli bir illettir
Eğer illet gizli bir şey ise, ona delâlet eden açık bir beyin bulunması gerekir Meselâ; akitler karşılıklı rızaya dayanan borçlandırıcı fiillerin esasını teşkil eder Âyette şöyle buyurulur: "Karşılıklı rızanıza dayanan bir ticaretle birbirinizin mallarını yemeniz müstesnadır" (en-Nisâ, 4/29) Rıza gizli bir şey olduğu için bunun akit sırasında sözlü veya yazılı olarak ifade edilmesi, şahit gerektiren durumlarda bunun da eklenmesi gerekir (bk el-Bakara, 2/282)
2) Illet sabit olmalı, şahıs, belde ve çevreye göre değişmemelidir Meselâ; şuf'a hakkına sahip olabilmek için ortaklık veya komşuluk illet olarak aranır Şüf'a hakkına sahip olmanın hikmeti olan "zararı önleme" ise yeni müşterinin durumuna göre değişebilir Bu yüzden, yeni müşterinin zararsız bir kimse olduğu ileri sürülerek şüf'a hakkı düşürülemez Yine bazı yolculuklarda güçlük bulunmadığı öne sürülerek, seferilik ruhsatları kaldırılamaz
3) Illetle hüküm arasında uygun bir bağlantı bulunmalıdır Meselâ; sarhoş edicilik, şarabın haram kılınışına uygun bir vasıf tır Yine, mirasçının bir an önce mirasa konmak için mûrisini öldürmesini engellemek için, bu fiili işleyen katili mirastan mahrum etmek uygun bir illettir
4) Illetin sirayet edici nitelikte olması gerekir Yani illet, ait olduğu hükme ait kalmamalıdır Sözgelimi; yolculuk orucun tutulmayıp kazaya bırakılabilmesi için, oruca mahsus bir illettir Buna kıyas yapılarak yolcunun namazını da kazaya bırakabileceği sonucuna varılamaz Çünkü yolcunun namazını kısaltarak kılabileceği konusunda başka nass'lar vardır (bk en Nisâ, 4/101; Buhârî, Salât, 1; Müslim, MüŞâfirîn, 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 45)
5) Vasfın geçersiz olduğunu gösteren bir delil bulunmamalıdır Bu da illetin tamamen nasslara aykırı olmasıyla ortaya çıkar Meselâ; Endülüslü bir fakihin, Halîfe için oruç keffâreti olarak, köle azadı yerine altmış gün oruç tutması gerektiğini söylerken ileri sürdüğü sebep geçerli değildir Çünkü hadiste (Buharı, Savm, 30) ilk sırada köle azadı zikredildiği için, gücü yetenin bununla yükümlü tutulması asıldır
Hükümlere esas teşkil eden illetlerin, aşağıdaki üç yolla elde edildiği tesbit edilmiştir: illetler; nasslar, icmâ ve şer'î hükümlerin tamamı göz önüne alınarak belirlenir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIYASIN KISIMLARI Kıyas kuvvet bakımından ikiye ayrılır:

1) Celî (açık) kıyas: Burada illet, fer'ide asıldakinden daha kuvvetli ve açık olup, asl ile fer' arasındaki fark kaldırılmış bulunur Meselâ; Kur'ân'da ceza bakımından zina eden câriyeye, zina eden hür kadına verilen cezanın yarısı takdir edilmiştir Bu da elli değnek vurmaktan ibarettir (bk en-Nisâ, 4/25; en-Nûr, 24/2) Buna kıyas yapılarak zina eden köleye de elli değnek ceza takdir edilmiş olup, bunlar arasındaki cinsiyet ayrılığına itibar edilmemiştir Buna "kıyas-ı evlâ"da denir Meselâ; Kur'ân'da ana-babaya öf bile demek yasaklanmıştır (el-Isrâ, 17/22) Buna kıyas yapılarak ana ve babayı dövmek öncelikle yasaklanmış demektir
2) Hafî (gizli) kıyas: Burada asl ile fer' arasındaki farkın kaldırıldığı zannî olarak bilinir Meselâ; demir cinsinden bir şeyle kasten adam öldürmenin cezası kısastır (bk el-Bakara, 2/178, 179; el-Mâide, 5/45) Katıbir cisimle kasten adam öldürmenin cezası da buna kıyas edilmiştir Hanefiler hafi kıyasa "istihsan" adını vermişlerdir

Kıyas ve Nasslar:
Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre, illet, aynı durumda bulunan bütün meselelere sirâyet edeceğinden, kıyas genel ve kapsamlı olup bazı nasslarla çatışabilir Bu konuda üç görüş vardır:

1) Nass bulunan konuda, kesinlikle kıyasa yer yoktur Imam Şâfiî ve Ahmed b Hanbel bu görüştedir
2) Kıyas, kat'î (kesin) delillerle çatışmaz; ancak zannî delillerle çatışabilir Hanefi ve Mâlikîlerin görüşü budur
3) Şer'î nass'a aykırı, bir kıyas bulunamaz Şer'î nasslarla çatışan kıyaslar fâsittir Bu görüş de, Ibn Teymiyye (ö728/1327) ve öğrencisi Ibn Kayyim el-Cevziyye'ye (ö751/1350) aittir

Hanefîlere göre, kıyas zannî; bir delildir Bu yüzden kıyasla, kat'î bir delil olan âmm (genel) lafızlar tahsis edilmez Ancak âmm, şer'î bir delil ile bir defa tahsis edilmişse, artık delâlet bakımından zannî delil sayılacağından, ikinci olarak kıyas ile de tahsis edilebilir Meselâ; "Bunlardan başkası size helal kılındı" (en-Nisâ, 4/24) âyeti, Hz Peygamber'in ittifakla kabul edilen "Bir kadın, erkek kardeşinin kızı ve kız kardeşinin kızı üzerine nikâh edilmez" (Buhârî, Nikâh, 27: Müslim, Nikâh, 37, 39) hadisi ile tahsis edilmiştir Böylece tahsis edilmiş olan bu âyet, zannı bir delil ile tekrar tahsisi kabul edebilir (Ebû Zehra, age, s254, 255)
Kıyasın Haber-i Âhadla Çatışması:
Islâm hukukçularının çoğunluğu kıyasla, âhâd haber çatıştığı takdirde, ahad haberi tercih ederler Ebû Hanîfe, unutarak yiyip içen kimsenin orucu bozulmaz, derken böyle bir habere dayanır ve "haber olmasaydı kıyas ile hükmederdik" der Yine o, namazda kahkaha ile gülen kimsenin abdesti de bozulur, derken, böyle bir fiilin abdesti değil, yalnız namazı bozmasını gerektiren kıyası terketmiştir
Hanefilere göre, bir sahabenin fetvâ ve sözü bile kıyasa tercih edilebilir Çünkü O'nun, bu fetvâ veya sözü, bizzat Hz Peygamberden işitmiş olması da muhtemeldir (ibn Kayyim, I'lâm, I, 11; eş-Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 17; Ebu Zehra, age, s 256 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIZ ÇOCUĞUNUN EMZİRME SÜRESİ Kadınlar arasında bir söylenti var; kız çocuğu oğlan çocuğundan daha az emzirilmelidir Mesela oğlan iki yı1 emzirilirse, kız bir buçuk yı1 emzirilmelidir Eğer kız da oğlan kadar emzirilirse, nefsine düşkün olur, gibi şeyler söyleniyor Bunların aslı var mıdır?
Kur'an-ı Kerimde: "Emzirmeyi tamamlamak isteyen anneler çocuklarını (evlatlarını) iki tam yıl emzirirler" buyurulur Erkek ve kız çocuklarının arası ayrılmaz "Veled" (Ç Evlad) kelimesi Arapçada hem erkek hem de kız çocuk için kullanılırEğer özellikle erkek çocuğu kastedilirse "Ibn" kelimesi kullanılır Bu ayette böyle bir ayırım yoktur Sonra süt çocuğa gıda olmak üzere verilir Gıdaya erkek kadar kız da muhtaçtır Bunun ötesindekiler söylentiden ve cahiliyye kalıntısından ibarettir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIZ VE ERKEK İÇİN EN MÜNASİP EVLENME YAŞI NE OLMALIDIR? EVLENİLMEK İSTENEN KIZDA VE ERKEKTE HANGİ ŞARTLAR ARANMALIDIR? Gerekli evlilik yaşı konusunda belirlenen bir sınır yoktur Fıkıh açısından teorik olarak bebek de, yüzellilik ihtiyar da evlenebilir Ancak evlilik hayatında problem olabilecek derecedeki yaş farklılıklarına kefâet (denklik) açısından bu konuda dikkat edilmelidir Islâmda evlenmenin faydaları olarak, Huzur bulmak (Rûm 30/21), insan neslini sürdürmek (el-Hindî XVI/276 "Evlenin, çogalın Çünkü ben kıyamet günü sizinle diğer ümmetlere övüneceğim") ve kendini haramdan korumak, (Hadîs için bk Tirmizî, nikâh 1: Nesâhî, siyâm 43; Buhârî, savm 1, nikâh, 2,3) gösterildiğine göre, bunlardan birinin gerektiği, ya da ihtiyaç duyulduğu yaş, evlilik için tavsiye edilecek yaştır Erginlikle Allah'ın insanda bir takım fizyolojik, psikolojik değişiklikler husule getirmesi, artık bu işe başlanılabileceğinin işareti olmalıdır Yukarıda zikredilen üç fayda, ya da sebebe, içinde yaşamları toplumun karakterinin (Islâm toplumu, cahiliyyet toplumu gibi) ve çevre şartlarının da etki edeceğini de düşünerek, bu yaşı herkesin kendisinin tesbit etmesi gerekir Ergin olduktan sonra, olabileceğine erken evlenme, dînen de tıbben de tavsiye edilmiştir ( Sibâî, el-Mer'a 59 vd)
Karı-koca adaylarında aranacak şartlara gelince, kadın için:
Öncelikle dindar olmak (Ulv'an, Islâm'da Âile Eğitimi (terc) I/48 vd; GazaIî N/99 vd)
Bâkire olmak
Doğurgan olmak (kısır olmamak)
Beden ve ahlâken güzel olmak
Asıl ve şerefli olmak
(Gazâlî bir de yakın akrabadan olmaması tavsiyede bulunur) gibi özellikler aranır
Bunların kadınlara has olmayanların erkek için de bir özelliktir Resûlullah Efendimiz: "Kızını bir fâsıka nikâhlayan, onunla gözetmesi gereken akrabalık ilişkisini kesmiş demektir" buyurur Bir adam Hasan Basrî'ye: "Kızımı çok kişi istiyor, kime vereyim?" diye sorduğunda o : "Allah'tan korkana ver Severse ne âlâ, sevmezse Allah'tan korktugu için ona zulmetmez" demiştir (Gazâlî N/108) Yine Rasûlullah Efendimiz (sav) : "Kadın dört şey için nikâhlanır: Malı için, soyu-sopu için, güzelliği için ve dini için Eli kuruyasıca; sen dini bütün olanı seç (ki, sıkıntı çekmeyesin)" (Buhârî, nikâh,15; Müslim, radâ' 4; Ebû Dâvûd, nikâh 2; Tirmizî, nikâh 4) buyurmuştur ki, bu konunun özeti bu hadîs-i şerîften ibarettir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOCA NAMAZ KILMAYAN KARISINA CEZA VEREBİLİR Mİ, YOKSA BOŞANMALI MIDIRLAR? Fıkıhçılarımızdan Timurtâsî; kocanın; süslenmeyi ve cünüplükten yıkanmayı terkeden, evden izinsiz ayrılan,yatağına çağırdığında gelmeyen karısına azar (ta'zir) cezası verebileceğini, ancak namazı terkeden karısına bu cezayı veremiyeceğini, çünkü namazın cezasının, diğerlerinin aksine, kadının kendine yönelik olduğunu söyler Ancak Kenz ve Mültekâ gibi kitaplarımızda kadının namazı terketmesinden dolayı da kocanın onu ta'zir hakkı olduğu kaydedilir Selebî de bunu izah ederken: "çünkü cünüplükten ve hayızdan yıkanmamak da namazı terketmek gibidir" der (38 Takrîrâtü'r-Râfiî, N/48) Halebî ve şerhlerinde ise, namazını kılmayan kadının boşanabileceği söylenir (39 Ibn Âbidîn, V/274 ) Ancak konuya açıklık getirilmez Haskâfî de erkeğin, namazı terk eden karısını dövebileceğini söyler (40) agk)Ancak hemen arkasından da kocanın fâcir karısını boşama zorunluluğu olmadığını zikreder (41 agk) Ibn Âbidîn ise, kadının fâcir olmasını zina ve benzeri şeyleri yapması diye açıklar ve ancak Allah'ın hududuna riayet edemiyeceklerinden korkarlarsa o takdirde boşanmalıdır, der (42 agk) Bütün bunlardan sonra konuyu şöylece özetleyebiliriz:
Kadının namaz kılmaması, namazın gereğine inanmamaktan ileri geliyorsa, onun eğitim ve öğretime ihtiyacı var demektir Koca sabırla ve en güzel davranış biçimi ile ona önce imanı, sonra namazın gereğini ve dinin ana direği olduğunu öğretmeli ve onu önce buna inandırmalıdırInandığı halde ihmalkârlık ederek kılmıyorsa, önce mükafatlandırma ve hediye alma gibi güzel yolları denemeli, sonra yemeğini yememe, yatağına yatmamâ, ölçüyü kaçırmadan sözle azarlama gibi cezalara başvurmalıdır Bunlardan en elverişli olanı yolu bıkmadan, usanmadan, ısrarla sürdürmelidir Böyle bir kararlılık döneminden sonra aklı tam ve vicdanı bütün bir kadının namaz kılmayacağı düşünülemez Ama bu konuda önce erkek kendine düşeni yapmazsa herhalde kadından da bir şey istemeye hakkı olmayacaktır
Herşeye rağmen kadın namazını ihmalinden ötürü kılmıyorsa, günümüz şartlarında kocanın onu boşanması gerektiğini söylememize imkân yoktur Çünkü bu konuda her hangi bir nas yoktur Boşanılacağını söyleyenler, bunu zamana göre söylemiş olmalıdırlar Çünkü böyle bir konuda Islâm toplumu ile, günümüz gibi gayr-i Islâmi bir toplum arasında fark olacaktır Hele çoluk-çocuğu varsa, boşaması hiç söylenemez Çünkü bunun doğuracağı yıkım, öbüründen daha büyük olacaktır Ancak her yolun sabırla denenmesine rağmen inanamadığı değil de, inanmadığı için kılmıyor ve bunda kararlı olduğunu söylüyorsa, çocukları da yoksa kılmayacağına kanaat getirmesi halinde, kocanın onu boşaması gerekir (Allah'u alem) Inanamadığı için kılmıyorsa, kocada da hatâ vardır, inandırmaya çalışmalı ve bunun etkili yollarını bulmalıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOCANIN AMCASININ MAHREMLİK DÜZEYİ Beyimin dayısı, amcası ve dedesi ile karışık oturabilir miyiz, tokalaşabilir miyiz? Beyim benim babaannemin elini öpebilir mi onunla beraber oturabilir mi?
Kocanın amcası ve dayısı kadının mahremi olmadığından onlarla bir odada başbaşa (halvet) kalamaz Beraberlerinde başkaları da varken, onların yanında ancak tam tesettürlü olârak oturabilir Kötü duygular (fitne) sözkonusu olmaması halinde ve yanında başka mahremi varken, yüzü ve elleri dışında heryerini kapatmak şartıyla onlarla beraber yemek yiyebilir Beyinin dedesi ise, kadının mahremi olduğundan, onunla oturması, başbaşa olsalar ve kadının kolu başı, bacakları açık bulunsa dahi haram değildir Kadın kocanın dayısı ve amcasının elini öpemez, çünkü onun mahremi değillerdir Kocanın dedesinin elini ise öper Ancak öpmemesi daha güzeldir
Koca da karısının babaannesinin elini öpebilir Ancak kadın genç ise, öpmemesi daha iyidir Beraber oturmalarında bir haramlık yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOĞUCULUK Bir kimseye, o kimse hakkında bir başkasının söylemiş bulunduğu bir sözü ya da o kimseye yönelik yapmış bulunduğu bir işi-gördüğünü veya duyduğunu öne sürerek- ulaştırma, aktarma, götürme işi Söz taşıyıcılık
Gıybette, bir kimse hakkında konuşma vardır Konusulanın konuşanları ilgilendirip ilgilendirmemesi, veya doğru olup olmaması da gıybet fiilini değiştirmez Eğer konusulanlar yalansa, hem gıybet hem iftirâ edilmiş olur Konusulanlar doğru ise, gıybet yapılmış olur Koğuculukta ise, anlatılan şeyler kendisi ile konusulan kimseyi ilgilendiren bir konuda olmaktadır: "Senin hakkında şunu dedi veya senin aleyhinde şunu yaptı" gibi Kendisine söz götürülen kimsenin sıradan biri olması ile herhangi bir konuda yetkisi bulunan bir görevli olması arasında fark yoktur Bu bakımdan jurnalciler ve ihbârcılar da "koğucu" konumundadır Ancak, Allah için yapılan şahitliktir ki, bunun dışındadır
Arapça'da, daha doğrusu hâdişlerde, türkçedeki koğuculuk kelimesini ifade edici iki ayrı kelime kullanıldığını görürüz: Nemime ve katt Bu işi yapanları tanımlamak için de nemmam ve kattat kelimeleri kullanılır Süfyan'ın kattat ile nemmamı eş anlamlı görmesine (Tirmizi, Birr ve'ssıla, 78) karşılık, Hâfız el-Münzirî bu iki kelimenin daha farklı anlamlara geldiğini belirtmiştir O'na göre, nemmam, bizzat gördüğü ya da sözün sahibinden duyduğu şeyleri ilgilisine taşıyandır Kattat ise, başkalarından duyduğu şeyleri götüren kimse olmaktadır (Tergib ve Terhib, ÇevAMBüyükçınar, V, 386)
Islâm dininde koğuculuk hoş görülmemiş ve bu durum hem âyetlerde, hem de hâdişlerde belirtilmiştir Nitekim:
"Vay haline, diliyle çekiştirip alay edenlerin hepsinin" şeklinde anlamlandırılan "Veylün li külli hümezetin lümezetin" (Hümeze) âyetindeki ‚hümeze' kelimesi yalın bir çekiştirmeden çok koğuculuk anlamına gelmektedir (Imam Gazalî Ihya, Terc AArslan, VI, s545) olmak üzere birçok âlimlerce ifade edilmiştir Bu iki kelime, "hemmazın" ve "meşşain binemimin" şeklinde biribirinin müterâdifi, tamamlayıcısı biçiminde kullanılmış ve "sözü yaymak için yürüten hemmaz"lara aldırış edilmemesi, itibar gösterilmemesi bildirilmiştir (el-Kalem, 68/11)
Bu konuda pek çok raviden gelip de, hemen hemen bütün sahih ve muteber hâdis kitaplarında yer alan hâdis-i şerifler de vardır Sözgelimi, "Koğucular cennete girmeyecektir" hadisi, ‚koğucu' karşılığı bazılarında ‚nemmam', bazılarında ‚kattat' kullanılmış olarak yer almış bulunmaktadır (Tirmizi, Birr ve Sıla, 78)
Kabır azabına uğratılan iki kişiden birinin ‚bevl'den kaçınmayışı, diğerinin de ‚koğuculuk' yapmış olması yüzünden bu azabı gördüklerine dair hâdis de birçok hâdis mecmualarında yer almaktadır (Sahihi Buhari Muhtaşarı Tecridi Sarıh, 163 Sayılı Hadis)
Gazali, işleyicisi ya da söyleyicisinin başkalarınca bilinmesini istemediği bir şeyi, bu şey suç ve günah değil de iyi bir iş ya da söz olsa bile, o konu ile ilgilenebilecek bir başkasına taşımayı da koğuculuk kapsamında görmüştür Ve koğuculuğa teşvik eden şey olarak da üç ayrı etki zikretmiştir: Ya sözü taşınmış olana kötülük yapılmak istenmekte, ya söz götürülen kimseye yaranmak amaçlanmakta, ya da konuşan boş şeyler konuşmak gibi bir alışkanlıktan kurtulamamaktadır
Ancak, söz taşımanın, lâf götürüp getirmenin koğuculuk sayılamayacak, kınanamayacak bir türü daha vardır ki, o da, Peygamber Efendimiz Hazretlerinin "insanların arasını düzelten ve bunun lain hayır maksadıyla söz ulaştıran veya hayır kastıyla yalan söyleyen kimse, yalancı değildir" (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, 1156 Sayılı Hadis) mealindeki hadislerinde belirtmiş olduğu türden olandır Şeklen koğuculuğa benziyor olmasına karşılık, niyet ve maksat bakımından onunla taban tabana zıt bir davranış biçimi
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOKU Koku sürünmek de, meşru olan süslerime yollarından biridir Peygamberimiz (sas) dünyadan sevdigi üç şeyden birinin güzel koku olduğunu, (Nesâî isratü'n-nisâ 1; Müsned NI/128,199, 285) kötü kokulardan hem insanların, hem de meleklerin nefret ettiğini, câmilere ve cemaatlere giden erkeklerin güzel kokular sürünerek gitmelerini, sogan, sarmısak (biz ona bir de sigara ekleyelim) gibi ağır kokulu şeyler yedikleri zaman cemaatlere gitmemelerini emretmiştir (Mûslim, mesâcid 69, 71, 76, 77; Ebû Dâvûd, at'ime 40; Nesâî, mesâcid 17; Ibn Mâce, ikâme 58; Muvatta', taharet 1; Müsned N/266, 429) Kadınların koku sürünmelerini yasaklamamış ve bu da "takriri" bir sünnet olmuştur
Hattâ bazı âlimler buna ve güzel kokunun tabiî bir haz olduğuna bakarak kadının, kocası için süslenmesi yanında, koku da sürünmesini, kocasının onun üzerindeki bir hakkıolarak görmüşler ve süslenip kokulanmayı kadının görevleri arasında saymışlardır (bk Zehebî, Kitabu'I-Kebâir 190)
Ancak kokulanmanın tehlikesi de vardır Çünkü kozmetik sanayının gelişmesiyle, özellikle günümüzdeki parfümlerin, bazı hassas insanlar içinbaşdöndürecek ölçüde tahrik edici etkileri vardır Dolayısı ile kaş yaparken gözü çıkarma ihtimalı çok yüksektir Bu, müslüman kadınının çok dikkat etmesi gereken noktalardandır Piyasada satılan parfümler eğer haram bir madde içermiyorsa, onlardan alıp kocası için kullanmasında bir sakınca yoktur Hattâ bu yolla kokulanma görevini de en güzel şekilde yerine getirms olur Ancak süzünü ettiğimiz parfümler genellikle sürüldükleri yerlerden çok zor çıktıkları için, etkileri günlerce sürebilmektedir Mü'min kadın parfüm kullanırken bunu da hesaba katmak ve dışarıya çıktığında kokusunu başkalarına duyurmamak zorundadır
Kozmetiklerin ve,özellikle de parfüimlerin, günümü,zün paraya doymaz kanunlarının ve namus avcilarının en güçlü silâhları arasında olduğu hesaba katılmalıdır
Peygamber Efendimiz (sas) "başkalarının duyacağışekilde koku sürünüp çıkan kadınların zinâ etmiş gibi günah alacaklarını"(Hindî age XVI/383), mescide gitmis olsalar bile dönüp, cünüplükten yıkandıkları gibi yıkanmadıkça namazlarının kabul olunmayacağını, haber vermiştir (age XVI/415)
Süslenme ve kokulanma ile ilgili dikkat etmemiz gereken bir nokta daha vardır: Güzelleşmek tabiî olduğu gibi, güzelliğin en güzeli de tabiî olan güzelliktir Insanı palyaçolara çeviren ve sağiligina zararlı olan süslenme normal görülemeyeceği gibi, Islâm'da süslenme ve kokulanmanın da bir emir değil, bir izin ve müsaade olduğu da akildan çıkarılmamalıdır Ama buna rağmen bazı tabiatlarda bir zaruret halini de alabilir Öyleyse dozunu kişiye zamana ve zemine göre ayarlamak gerekir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOLONYA
Kolonyanın Islâmî hükmünü, içinde bulunan "alkol unsuru"na göre belirlemek gerekir
Cenab-ı Hak içkiyi yasaklamıştır Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Içki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el-Maide, 5/90)
Bu âyette zikredilen "hamr" kelimesi, Ebû Hanîfe ile birçok sahabe ve tabiin bilginlerine göre "üzüm şarabı" anlamındadır Dil bilginleri de, hamr'ın bu anlamı üzerinde görüş birliği iğindedir
Kur'ânî anlamda "Her sarhoş edici içki hamr'dır" denilemez Ebû Hanife ve aynı görüşe olanlara göre, bazı Hadislerde "hamr" sözcüğünün kullanılması (bk Buhârî, Edeb, 80, Ahkâm, 22, Meğazî, 60; Müslim, Eşribe, 73-75; Ebû Dâvud, Eşribe, 5,7) ve hamr'ım buğday, arpa, kuru üzüm veya baldan yapılmış olabileceğinin bildirilmesi (bk Buhârı, Tefsîru Sûre, 5, Eşribe, 2,5; Müslim, Tefsir, 32,33; Ebu Davud, Eşribe, 1,4), üzüm şarabı dışındaki müskirât için mecaz yoluyla kullanılmıştır Çünkü, üzümden yapılan şarabın (hamr) dışındaki diğer içkilere arapçada; müselles, bâzuk, musannaf gibi başka adlar verilmiştir (Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Istanbul, 1984, VI, 448, 449)
Bu duruma göre, üzüm şarabının aynen haram ve necis olduğunda görüş birliği vardır Kur'an'da ona, şeytanın işinden bir "rics (pislik)" denilmesi, bizzat kendisinin haram olmasından dolayıdır Ayrıca hamrın haramlığı mütevatir sünnetle de sabittir ve bu konuda icma' da vardır Içene had uygulanması için, sarhoşluk verecek kadarını içmek de şart değildir Onun tek damlası dahi haramdır, içene had uygulanır
Galîz necâset çeşidinde pis sayıldığından alım-satımının caiz olmadığında da şüphe yoktur
Kolonyanın yapımında şarap cinsi alkol kullanıldığı takdirde, bu alkol karıştığı sıvıyı da pis hale getirir ve insanın beden veya elbisesinden avuç içinden daha büyük bir kısmına sürülmesi hâlinde temizlenmedikçe namaz kılmak caiz olmaz
Ebû Hanîfe ve bazı sahabe ile tabiin bilginlerine göre üzümden başka maddelerden yapılan diğer sarhoşluk veren şeylerin haramlığı ise; sarhoş edici özelliği yüzündendir Bunların içme dışında başka amaçlarla kullanılması ve alım-satımları caizdir
Ispirtonun yakıt olarak bazı alkol türevlerinin de sanayıde temizleyici, parlatıcı; tıpta mikrop öldürücü olarak kullanılması gibi Hatta Ebû Hanîfe üzüm şarabı dışındaki müskiratın, sarhoşluk vermeyecek miktarını, fasık ve ehl-i küfre benzeme kastı bulunmaksızın, sırf kuvvet kazanmak amacıyla az bir miktarının içilmeşinin caiz olabileceğini söylemiştir Buna göre, üzüm şarabından üretilmeyen ispirto, bira ve benzeri içkiler, içilemezse de, elbiseye veya bedene sürülmeleri hâlinde bu, namaza engel olmaz (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut, 1394/1974, V, 112,113 vd; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1318, VIII, 153 vd; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Istanbul, 1960, 11 761-763)
Hanefilerde tercih edilen görüşe ve Şafii, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, müskiratta azın hükmü çoğun hükmüne bağlıdır Delil, Hz Peygamber'in şu hadisidir: ", çoğu sarhoş edenin azı da haramdır" (Tirmizi, Eşribe, 3; Nesaî, Eşribe, 25; Ibn Mâce, Eşribe, 10; Dârimî, Eşribe, 8; Ahmed b Hanbel, II, 91, 167, 179, III, 343) Islâm'a göre, içme bakımından bütün sarhoşluk veren maddeler genel anlamda "hamr" kapsamına girer Tıp ilminin sarhoş edici müskiratı aynı nitelikte görmesi ve alkol kelimesinin arapça "elkûhl" kelimesinden Avrupa'ya geçtiği dikkate alınırsa, hamr'ın genel ve özel anlamı birlikte kapsadığını söylemek mümkündür Bu müskirâtın tıp alanında kullanılması ise, "zarûretler, haram olan şeyleri mübah kılar" prensibine dayanır (Elmalılı, age, II, 763)
Günümüz kimya sanayıinde, mayalanmış şekerli sıvıların damıtılmasıyla elde edilen sıvılara "alkol" denir Halk arasında en çok bilinen alkol türü ispirtodur Ispirtonun kimyadaki adı "etanol" veya "etil alkol"dür Alkol elde etmek için iki yol vardır Mayalandırma yolu, sentetik yol
Alkol mayalandırma yoluyla; üzüm, patateş, Mısır, arpa ve melâs gibi şekerli ya da nişastalı maddelerden; sentetik yolla da, karpit (kalsiyum karbit)'ten elde edilir Sentetik yolla üretilen alkol, kg başına 7080000 kalori ısı verir Bu yüzden iyi bir ısıtma aracı olarak kullanılır Bunun yanısıra iyi bir eritgendir de Özellikle koku sanayıinde, esansları eritmekte kullanılır
Sonuç olarak, günümüz kolonya sanayıinde, üzüm şarabı dışındaki, kamış, patateş, bazı ağaçlar, Mısır ve benzerleri ile sentetik yollarla elde edilen alkolün içilmesi caiz değildir Ancak, Ebû Hanîfe ve aynı görüşte olan Islâm hukukçularına göre, elbiseye ve ya bedene sürülmesi mümkün ve caizdir Yıkanmadan namaz kılınması hâlinde namaza zarar vermez Kolonya kullanımının çok yaygın olması yüzünden, bu konuda umûmî belvâ vardır (bk "Belvâ-i âmme" maddesi) Kısa sürede buharlaşarak iz bırakmadığı dikkate alınarak Ebû Hanîfe'nin fetvasıyla amel etmek mümkündür Çoğunluğun görüşüne uyanlar da "takvâ"yı tercih etmiş ve ihtiyata uymuş olurlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOLONYA MES'ELESİ
Günlük hayatta kullanılan, kolonya, ,sampuan, krem, parfüm, ispirto ve bunun gibi maddelerde belli oranlarda alkol bulunmaktadır Bunlar namaza mani midir? Abdesti bozarlar mı?
Kolonyanın ve bu gibi maddelerin pis olup olmaması, içkinin (hamr) pis olup olmamasıyla ilgili bir mes'eledir Bilindiği gibi dinimizde içki (hamr), aklı koruma gayesiyle haram kılınmış ve büyük günahlardan sayılmıştır Içkiden bahseden ayetlerin sonuncusunda şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Içki, kumar, putlar, kısmet çekilen zarlar hep şeytan işi pis şeylerdir Içki ile kumarda, şeytan sırf aranıza düşmanlık ve kin sokmayı ve sizi Allah (cc)'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymayı ister Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?" (Mâide(5) 90-91) Görüldüğü gibi burada içki (hamr) "pis" diye nitelendirilmiştir Konumuzla ilgili birinci önemli nokta budur Içkinin "pis" olduğunu kabul edersek, neyin içki (hamr) olduğu mes'elesi karşımıza çıkar Ikinci önemli nokta da budur Bunların izahına geçmeden şu hususu da hatırlatmakta yarar vardır: İslam'ın yasakladığı içki, en geniş anlamıyla "hamr", yani sarhoş eden alkoldür, yoksa her çeşidiyle "alkol" değildir Binanaleyh, sarhoş etmeyen alkol türleri varsa ki, bildiğimiz doğru ise metil-alkol böyledir, onlar haram içki sınıfına girmezler, yani "hamr" değillerdir Ayrıca bir şeyin pis olması ile içilememesi ayrı ayrı şeylerdir Onun için içilemeyen her şey pis demek değildir Bu yüzden eski ve yeni bazı alimler içkinin (hamr) içilmesi haram olmakla beraber kendisi pis değildir, üste-başa bulaşması namaza mani olmaz, kanaatindedirler Meselâ, eskilerden Rabî'a, Leys b Sa'd, Imam Şafiî'nin arkadaşı el-Müzenî, sonrakilerden de bazı Bagdat ve Kayravan alimleri (Kurtubi, VI/288), daha sonra da San'ânî, Sevkânî (Es-Şeylü'l-Cerrâr, I/35-36) ve Sıddık Hasan Han (Karaman, Meseler, I/312) bunlardandır Çok azınlıkta kalan bu alimler delil olarak şunu söylerler: Ayet'te içkiye "pis" (rics) denmesi onun maddî pislik olduğunu değil, manevî pislik olduğunu anlatır Keza haram kılındığı zaman Medine sokaklarına dökülmesi de temiz olduğunu gösterir (Kurtubî, agk) Çünkü pis olsaydı sokakların onunla pisletilmesine müsaade edilmezdi Bu alimlerin çok azınlıkta olmaları bir yana, görüldüğü gibi, tutundukları deliller de güçlü değildir Bu yüzden, "Müctehid imamlar, içkinin (hamr) haram ve pis olduğunda icma (görüş birliği) halindedirler"(Ebu Abdillah, Rahmetü'1-üme, 373) denmiştir Çünkü:1 Içkinin (hamr) pis oluşu "rics" kelimesiyle ifade edilmiştir Arapçada "rics", pis koku, dışkı ve kazurat yanında hem maddî hem manevî pislik için, "ricz" ceza için, "riks"de maddî pislik için kullanılır Kastedilen sadece manevî pislik olsaydı "rics" kelimesi seçilmezdi(Kurtubî, VI/287-288)2 Rasûlüllah (sav)'a müşriklerin kaplarından yemek yeme sorulduğunda, yıkayın sonra yiyin, buyurmuşlardır Onlar bizden ayrı olarak içki ve domuz eti kullandıklarına göre, kaplarının yıkanması bunlardan dolayı istenmektedir, demek ki, bunlar pistir(agk)3 Ayet'te içkiden (hamr) mutlak olarak "kaçınılması" istenmiş, sadece "içmeyin", denmemiştir Kaçınmak hem içmemek, hem de ona bulaşmamakla olur(Kurtubi, VI6289)
"Hamrın" pis olduğunu cumhura (fıkıhçıların kahir ekseriyetine) göre böylece tesbit ettikten sonra neye "hamr" dendiğini de öğrenirsek, baştaki mes'elemizin cevâbı ortaya çıkmış olur
Imam Ebu Hanîfe ile bazı Kûfe alimlerine göre "hamr" sadece üzümden yapılan ve pişirilmeden, bekletilip keskinleşerek köpük atan sarhoş edicinin adıdır Diğerlerine "nabîz" denir Hemen hemen diğer bütün fıkıhçılar ise her sarhoş edicinin "hamr" olduğu görüşündedirler Çünkü:
1 Her sarhoş edicinin "hamr" ve haram olduğunu söyleyen değişik hadisler ve rivayetler vardır(Örnek olarak bk Müslim, esribe 73; Ebu Davûd, Esribe 5; Tirmizî, Esribe 1)
2 Enes Hadisinde: "Içki haram kılındığında üzümden çok az içki (hamr) yapılıyordu Içkilerimiz (hamrlarımız) genellikle yaş ve kuru hurmadandı"(Müslim, Esribe 7,8) denir ki, burada hurmadan yapılana da "hamr" adı verilmektedir
3 Ibn Ömer Hadisinde: "Içki (hamr) yasağı indiginde o, beş şeyden yapılıyordu: Üzüm, hurma, buğday, arpa ve Mısır Hamr aklı örten (mahmurlatan) şeydir"(Buhâri, Tefsir (5) 10, Esribe 2; Müslim, Tefsir 33, 34; Ebu Dâvud, Esribe 1; Nesdi, Esribe 20, 24, 46) denir ki, bu konuda bu çok daha açıktır
4 Bir önceki hadiste de geçtiği gibi, kelime manası itibariyle "hamr", örtmek, kapatmak demek olduğundan, sözlük anlamı itibariyle aklı örten, yani sarhoş eden her şeye "hamr" denmelidir Fahruddin Râzî bunu bu anlamda en güçlü delil sayar ve, "bunu bir çok hadisin desteklediğini de düşünün" der(Fahruddin Râzî, VI/43)
5 Içki ile beraber kumarı da yasaklayan ayette, bu yasağa illet olarak (ya da hikmet olarak), şeytanın bunlarla insanlar arasına düşmanlık ve kin sokması gösterilmiştir Bu da her sarhoş edicide bulunduğuna göre, hiç bir konuda birbirlerinden farkları olmamalıdır
6 Yine aynı ayetle kumar yasaklanmış ve alimler buradan hareketle her türlü kumarın haram olduğunda icma etmişlerdir(Kurtubî, NI/52) Binaenaleyh, içki hakkında da aynı şey düşünülmelidir Zaten "çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır"(Ebu Davûd, Esribe 5; Tirmizi, Esribe 3; Nesai, Esribe 25 Ibni Mace, Esribe,10) hadisi vardır Üç mezhebin görüşü bu olmakla beraber, Hanefi mezhebinde de fetva verilen görüş budur(Elmalılı, N/763)Bunlar ve benzeri birçok hadisle sarhoş eden her şeye "hamr" dendiğini, hamrın ise cumhura göre pis olduğunu öğrenmiş olunca, sarhoş etme özelliği olan kolonya, ispirto vBulletin alkollerin cumhura göre pis ve haram olduğu ortaya çıkar Ancak Hanefîler ve özellikle de Imâm Azam ve Ebu Yusuf (bu konularda Imam Muhammed genellikle diğer mezheplerde olduğu gibi düşünür) mes'eleyi adeta bir kimyager edasi ile tahlil ve tasnîfe tabi tutmuşlar ve meşrubat cinsini özelliklerine göre yedi ayrı gruba ayırmışlardır Onların da bu konudaki delil ve izahları hafife alınacak ve yabana atılacak gibi değildir Imâm Serahsî'nin E1-Mebsût'una (XXIV/2 vd) ve Imam Kâsânî nin Bedâyi'ine (V/112 vd) bakanlar bunu açıkça görebilirler Onların tasnifine göre:
l Şarap (hamr) çiğ yaş üzüm suyunun, kabarıp keskinleşerek köpük atmış halidir (Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre hamr olabilmesi için köpük atması şart değildir) Bu, bütün imamlara göre kaba (mugallaza) pisliktir Bir dirhem miktarından fazla miktar namaza manidir(Kasânî, VI/113)
2 Yaş ve kuru hurmadan ve kuru üzümden yapılan içkiler (şeker, fadîh, nakî) Bunlar da aynen şarap gibi kaba pisliktirler Pis olmadıklarına dair bir rivayet de vardır Ebu Yusuf a göre ise (hafif pislik olup) sadece fazla miktarı namaza manidir (Kasâni, VI/I15)
3 Yedi grup içkinin geriye kalanları ise-sarhoş edenlerini içmek haram olsa dahi-pis olmayıp, namaza mani değildirler
Bütün bu söylediklerimizden çıkaracağımız sonuç şu olabilir Üzüm ve hurmadan yapılan alkollü (sarhoş edici) içkiler ittifakla haramdır ve pistirHanefî Mezhebinin dışında kalan mezheplere göre çoğu sarhoş eden her içkinin azı da haramdır ve pistirHanefi Mezhebinde, özellikle Ebu Hanîfe ve Ebu Yusufa göre üzüm ve hurma dışındaki şeylerden yapılan içkiler, sarhoş edenlerini içmek haram olsa bile, pis değildirlerŞimdi tekrar sizin sorunuzu ele alırsak: Kolonya, ispirto, şampuan, esans, mürekkep, parfüm, krem vBulletin sıvılar üzüm ve hurma dışında bir şeyden yapılıyorlarsa ki, şu anda hepsinin öyle olduğunu sanıyorum-veya bu iki şeyden yapılsa dahi sarhoş edici alkol ihtiva etmiyorlarsa bu iki imama göre pis değildirler, namaza mani olmazlar Alkol ihtiva etmeleri halinde diğer bütün imamlara göre pistirler Bu durumda müslümanların önünde iki yol vardır:
1 Ya bunlardan dahi kaçınmayı başarabilen birisi ise takvaya ve ihtiyatli olana sarılıp cumhurun (müctehitler çoğunluğunun) yoluna girmek, "Şüpheli olanı bırak, olmayana git"(Buhari, Buyû' 3; Timizî, kiyâme 60; Müsned, NI/153) "Helâl da, haram da bellidir Arada şüpheli şeyler vardır Onlardan sakınan dinini ve ırzını korur"(Buharî, Ima 39, Buyû' 2; Müslim, Müâkât 107,108; Ebu Dâvûd, Buyû' 3; Tirmizi, Buyû' 1; Neshâi, Buyû' 2 Müslim, Müsâkât 107,108; Ebu Davûd, Buyû'3; Tirmizî, Buyû'1; Nesâi, Buyû' gi, Kudât 11; InMce, Fiten,14) hadislerini ölçü edinmek
2 Veya; bana Imam Azam ve Ebu Yusuf'un bu görüşte olması yeter "Dinde kolaylık vardır"(Buharî, Iman 29; Nesai, Iman 28; Müsned, V/69) buyurulmuştur "Umumî belvâ" (kaçınılmaz derecede yaygın) hal almış şeylerde, cevaz kapısı varsa caiz demek daha evlâdır" "Zamanımız şüpheli şeylerden kaçabilme zamanı değildir"(Ibn Nüeym, el-Esbah, N/108 (Hamevi ile birlikte)) diyerek bu tür sıvılardan kaçınmamak Her ikisine de bir şey denilemez Görüldüğü gibi mes'ele biraz daha fertlerin Islâmî titizlikteki dereceleriyle alakalıdır Ancak şunu da belirtmek gerekir: Bu tür sıvıların kolonya ve ispirto (etil-alkol) dışındakilerinde alkolün diğer maddelerle yeni terkipler Nitekim Merhûm Elmalının şu sözleri bunu doğrular: "Üzüm şarabı ve bundan mamul olan müşkirat aynen necistir Öbürlerinin ise necis olması şüphelidir Meselâ üzerine şarap ve şampanya ve arak (raki), konyak dökülmüş olanlar her halde yıkamadıkça namaz kılamazlar Lakin üzüm şarabından mamül olmayan, ispirto, bira vesair müşkirat içilemezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza mani olur diye iddia edilemez" (Tefsir N/762-763); Allâme M Zahidü'1-Kevserî de, Hayrettin Karaman Bey'in kendi arşivindeki bir mektup suretinden aktardığına göre "Uzun sözün kısası; ispirto Ebu Hanife'ye göre necis (pis) değildir Imam Azam'ın kavli, çoğunca böyle cankurtaranlık yapar Kokuya konması ve elbiseye dokunması zarar vermez" der (II Günün Meseleleri I/314) Abdulfettâh Ebu Gudde Hoca da bunu destekler mahiyette şunları aktarır: "Dürr-ü'1-Muhtâr'da Allâme Hisni'nin şu sözü nakledilir: Hamrin (şarabın; dışındaki sarhoş edicilerde üç rivayet vardır:1 Kaba pisliktirler 2 Hafif pisliktirler 3 Temizdirler Hafif pislik olduğunu söyleyen rivayete göre, sürüldükleri elbisenin veya bedenin dörtte birinden az olmaları halinde bu bağışlanır Değerli Alim Ahmed ez-Zerkâ temiz olduklarını esas alır ve öyle fetva verirdi Üstadımiz Allame Kevseri de şarap dışındaki sarhoş edicilerin (ispirto gibi) kullanılmalarının caiz, içilmelerinin haram olduğunu söyler ve Imam Ebu Hanife'nin mezhebinin bu olduğunu zikrederdi Bu iki değerli alimin fetvalarında insanlar için kolaylık ve müsamaha olduğu açıktır Çünkü bu tür maddeler bu gün hayatın bir çok sahasına girmişlerdir Ama, şüphesiz kaçınabilenlerin bunlardan uzak durması da güzel bir şeydir Çünkü temiz olup olmadıkları konusunda alimlerin ihtilafı vardır" (Fethu-bâbi'1-inâye I/258 dipnotu) oluşturup (istihale, kimyasal tepkime) sarhoş edicilik özelliğini kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir Başta da söylediğimiz gibi, bileşiminde alkol olduğu yazılan ya da söylenen her şey haram ve pis demek değildir Bu tür maddelerin tahlili konusunda müslüman kimyacılara ihtiyacımız vardır
 
Üst Alt