On Beşinci Şua

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Amma ehl-i hidayet ise, geçen basamaklardaki kuvvetli hakikatler ve sarsılmaz hüccetler, selim kalblerine ve müstakim akıllarına gayet kati kanaat ve kuvvetli İmân ve aynelyakin bir tasdik vermiş ki, şüphesiz ve vesvesesiz itminan-ı kalb ve itikad ederler ki, yıldızlar, zerreler, en küçük, en büyük, kudret-i İlahiye nisbeten farkları yoktur ki, gözümüz önünde bu acaipler oluyor. Ve her bir acibe-i sanat
b706.gif
ayetinin davasını tasdik ve hükmü ayn-ı hak ve hakikat olduğuna şahadet ederler, lisan-ı hal ile Allahü ekber derler. Biz dahi onların adedince Allahü ekber deriz. Ve şu ayetin davasını bütün kuvvet ve kanaatimizle tasdik ve hükmü, ayn-ı hak ve nefs-i hakikat olduğuna hadsiz hüccetlerle şahadet ederiz. Haşiye
b457.gif

b708.gif

1 Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman Sûresi: 28. )
2 Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32. )
3 Allah'ım, alemlere rahmet olarak gönderdiği zata salat ve selam eyle. Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
["Risale-i Nur nedir ve hakikatler muvacehesinde Risale-i Nur ve tercümanı ne mahiyettedirler?" diye bir takriznamedir.]
Her asır başında hadisçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hadimleri, emr-i dinde müptedi değil, müttebidirler. Yani, kendilerinden ve yeniden birşey ihdas etmezler, yeni ahkam getirmezler. Esasat ve ahkam-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (a.s.m.) harfiyen ittiba yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref ve iptal ve dine vaki tecavüzleri red ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkam-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilan ederler. Ancak tavr-ı esasiyi bozmadan ve ruh-u asliyi rencide etmeden, yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilat ile ifa-i vazife ederler.
Bu memurin-i Rabbaniye, fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salabet-i imaniyelerinin ve ihlaslarının ayinedarlığını bizzat ifa ederler. Mertebe-i imanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlak-ı Muhammediyenin (a.s.m.) tam amili ve mişvar-ı Ahmediyenin (a.s.m.) ve hilye-i Nebeviyenin (a.s.m.) hakiki labisi olduklarını gösterirler. Hulasa, amel ve ahlak bakımından ve sünnet-i Nebeviyeye (a.s.m.) ittiba ve temessük cihetinden ümmet-i Muhammed'ed'e (a.s.m.) tam bir hüsn-ü misal olurlar ve numune-i iktida teşkil ederler. Bunların, Kitabullahın tefsiri ve ahkam-ı diniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler, kendi tilka-i nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsülü değildir, kendi zeka ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya memba-ı vahy olan Zat-ı Pak-i Risaletin (a.s.m.) manevi ilham ve telkinatıdır. Celcelutiye ve Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul-Gayb ve emsali asar hep bu nevidendir. Bu asar-ı kudsiyeye o zevat-ı alişan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevat-ı mukaddesenin, o asar-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyanında, bir hisseleri vardır; yani bu zevat-ı kudsiye, o mananın mazharı, miratı ve makesi hükmündedirler.
Risale-i Nur ve tercümanına gelince: Bu eser-i alişanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvi ve bir kemal-i namütenahi mevcut olduğundan ve biçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meşale-i İlahiye ve şems-i hidayet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur'anın füyuzatına varis olduğu meşhud olduğundan, onun esası nur-u mahz-ı Kur'an olduğu ve evliyaullahın asarından ziyade feyz-i envar-ı Muhammediyi (a.s.m.) hamil bulunduğu ve Zat-ı Pak-i Risaletin ondaki hisse ve alakası ve tasarruf-u kudsisi evliyaullahın asarından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan manevi zatın mazhariyeti ve kemalatı ise o nisbette ali ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikar bir hakikattir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, o zat daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan, zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum-u evvelin ve ahirine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kainata ve hikmet-i İlahiyeye varis kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu harika-i ilmiyenin eşi asla mesbuk değildir. Hiç şüphe edilemez ki, tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-i harika ve istiğna-i mutlak teşkil eden harikulade metanet-i ahlakiyesi ile bizzat bir mu'cize-i fıtrattır ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zat-ı zihavarık, daha hadd-i büluğa ermeden bir allame-i biadil halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulumu ilzam ve iskat etmiş, her nerede olursa olsun vaki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, on dört yaşından itibaren üstadlık payesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve teveccühlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla "Bediüzzaman" ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-i aliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedinin (a.s.m.) neşrinde ve ispatında bir kemal-i tam halinde runüma olmuş olan böyle bir zat, elbette Seyyidü'l-Enbiya Hazretlerinin (a.s.m.) en yüksek iltifatına mazhar ve en ali himaye ve himmetine naildir. Ve şüphesiz o Nebi-i Akdesin (a.s.m.) emir ve fermanıyla yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envar ve hakaikına varis ve makes bir zat-ı kerimü's-sıfattır.
Envar-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) ve maarif-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ve füyüzat-ı şem-i İlahiyi en müşaşaa bir şekilde parlatması ve Kur'ani ve hadisi olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehi olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi (a.s.m.) ifade eden ayat-ı celilenin riyazi beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zat hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mirat-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında en son dehân-ı hakikati ve şem-i İlahinin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hamil-i zisaadeti olduğuna şüphe yoktur.
Üçüncü medrese-i Yusufiyenin Elhüccetüz-Zehra
ve Zühretü'n-Nur olan tek dersini dinleyen
Nur Şakirtleri namına.
Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salahaddin, Zübeyir,
Ceylan, Sungur, Tabancalı


Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmayı cesaret edemedim. Sükut ederek o medhi Risale-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisi namına kabul ettim.
Said Nursi
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b635.gif
-1-
b524.gif
-2-
b638.gif
-3-

Çok sevgili, çok mübarek, Çok kıymettar, Çok müşfık Üstadımız, Efendimiz Hazretlerine,
Ey irade-i cüz'iyesini tamamıyla terk edip her umurunu irade-i Rabbaniyeye bırakan ve her zahiri musibet ve sıkıntıda kader-i İlahinin merhamet ve hikmetini görüp kemal-i tevekkül ve teslimiyetle o cilve-i Rabbaniyenin dahi netaicini sabır ile bekleyen muhterem Üstad! Bazı yerlerde, ehl-i imanın nokta-i istinadının yıkılmaya başladığı ve bir kısım esbab ve neşriyat, imanın erkanına karşı muhalif cephe alıp, Allah'ı inkar eden insanlar alenen ve tefahurla dolaştığı ve Kur'anın evamirine muhalif hareket etmek ve manevi kuvvetlere inanmamak, icad ve tasni hakkını şuursuz, kör, sağır, tabiata vermek bir şiar-ı medeniyet ve irfan ve münevverlik telakki edildiği yürekler titreten şu dehşetli asırda, Kur'anın bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nuru telif ederek muztarip ve İmân ab-ı hayatına muhtaç pekçok biçare gönüllere panzehir hükmünde olan devalarını vererek onlara saadet-i ebediyeyi müjdeleyen ve davalarını gayet kati bürhan ve hüccetlerle ispat eden hakikat cadde-i kübrasında kudsi ve muazzez rehberimiz ve
b625.gif
-4- sırrıyla Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran yüz binler Nur Talebesinin hasenatının bir misli defter-i amaline geçen faziletmeab efendimiz!
Nasıl ki Cenab-ı Hak, Denizli hapsinin sıkıntılarını hiçe indirecek derecede şifabahş olan Meyve Risalesini orada ihsan etmiş ve gülün çiçeğindeki gayet şirin rayihası dikenin acısını hiçe bıraktığı gibi, fani sıkıntılarımızı izale etmişti. Aynen öyle de, yine kerim olan Rahim-i Zülcemal Hazretleri, Denizli hapsinin bir aylık sıkıntısına bir günlük maddi ıztırabı mukabil gelen bu Afyon hapishanesinde siz sevgili Üstadımız eliyle tiryak ve panzehir hükmünde tevhid, tahmid, istiane ve risalet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) tasdik ve muazzam hüccetlerini ihsan etmiş bulunuyor. Okumak ve yazmayı Risale-i Nurun feyziyle öğrenen çok kusurlu talebeleriniz bizler, bu üç küçük risaleyi, çam çekirdeğinin koca çam ağacının fihristesini, programını içinde sakladığı misillü, hem Risale-i Nurun hakkaniyetinin kati bir hücceti, hem bir nevi hülâsatül-hülâsası olarak telakki ettik.




1- Allah'ın adıyla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz.
2- Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Sûresi: 44. )
3- Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi ebediyete kadar daima üzerinize olsun.
4- Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Fezailini tariften aciz bulunduğumuz, fakat okuması ruhumuzda pek büyük bir inşiraha vesile olan ve maddi elemlerimizi sürura kalbeden ve İmân bahçesinden hadsiz meyveleri getiren bu üç küçük risaleden birisi, zamanımızdaki mevcut küfür, dalalet, tabiat karanlıklarını dağıtacak ve izale edecek on bir hüccet-i Tevhidi; ikincisi, Risale-i Nurun bütün muvazenelerinin membaı ve esası ve üstadı içinde bulunan Fatiha-i Şerifenin imani ve kudsi hüccetlerini havi bir şirin tefsirini; üçüncüsü, yine Afyon medrese-i Yusufiyesinde siz sevgili Üstadımızın kalb-i mübareklerine hutur eden risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) dair kısmının gayet parlak ve tam bir itminan temin eden bir mükemmel tercümesini beyan buyuruyordu.
Hiçbir cihette hiçbir şeye liyakatimiz olmayan bizler, bütün kuvvetimizle neşrine çalışacağımız bu mahiyetteki eserlerinizi aldık. Cenab-ı Hakka, hadsiz şükür ederek "Ya Erhamerrahimin! Üstadımızdan ebediyen razı ol!" diye dua ettik.
El-baki Hüvel-Baki
Risale-i Nur Talebeleri namına
Zübeyir, Ceylan, Sungur, İbrahim
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
El-Hutbetü'ş-Şamiye namındaki Arabi dersin tercümesinin Mukaddimesidir
b635.gif
-1-
b524.gif
-2-
b638.gif
-3-

Aziz; sıddık kardeşlerim,
Kırk sene evvel Şamdaki Camiü'l-Emevide Şam ulemasının ısrarıyla, on bin adama yakın, içinde yüz ehl-i ilim bulunan azim cemaate verilen bu Arabi ders risalesindeki hakikatleri bir hiss-i kalbel-vuku ile Eski Said hissetmiş, kemal-i katiyetle müjdeler vermiş ve pek yakın zamanda o hakikatler görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumi ve yirmi beş sene bir istibdad-ı mutlak, o hiss-i kablel-vukuun kırk sene tehirine sebep olmuş ve şimdi, o zamanda verdikleri haber, aynen tezahürleri alem-i İslamiyette başlamış. Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya bin üç yüz yirmi yediye bedel, bin üç yüz yetmiş birdeki Camiü'l-Emevi yerine alem-i İslam camiinde üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimai ve İslamidir diye tercümesini neşretmek münasip görürseniz neşredersiniz.
Gayet mühim bir suale verilen çok ehemmiyetli bir cevabı burada yazmaya münasebet geldi. Çünkü, kırk sene evvel Eski Said, o dersinde bir hiss-i kablel-vuku ile Risale-i Nurun harika derslerini ve tesiratını görmüş gibi bahsediyor. Onun için o sual-cevabı yazacağız. Şöyle ki:
Çoklar tarafından hem bana, hem bazı Nur kardeşlerime sual etmişler ve ediyorlar: "Neden bu kadar muarızlara karşı ve muannid feylesoflara ve ehl-i dalalete mukabil Risale-i Nur mağlup olmuyor? Milyonlar kıymettar hakiki kütüb-ü imaniye ve İslamiyenin intişarlarına bir derece sed çekmekle ve sefahet ve hayat-ı dünyeviyenin lezzetleriyle çok biçare gençleri ve insanları hakaik-ı imaniyeden mahrum bırakıyorlar. Halbuki en şiddetli hücum ve en gaddarane muamele ve en ziyade yalanlarla ve aleyhinde yapılan propagandalarla Risale-i Nur'u kırmak, insanları ondan ürkütmek ve vazgeçirmeye çalıştıkları halde, hiçbir eserde görülmediği bir tarzda Risale-i Nur'un intişarı, hatta çoğu el yazması ve altı yüz bin nüsha risalelerinden kemal-i iştiyakla perde altında intişar etmesi ve dahil ve hariçte kemal-i iştiyakla kendini okutturmasının hikmeti nedir? Sebebi nedir?" diye, bu mealde çok suallere karşı elcevap deriz ki:




1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
2- Allah'ın adıyla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz. · Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Sûresi: 44. )
3- Allah'ın selamı, rahmeti. ve bereketi ebediyete kadar daima üzerinize olsun.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kur'an-ı Hakimin sırr-ı icazıyla, hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir manevi Cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevi bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevi elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-ı şeriatın amelinde Cennet lezaizi gibi manevi lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor. Çünkü, bu zamanda iki dehşetli hal var.
Birincisi: Akıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yeganesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlup etmektir.
Ve
b714.gif
-1- ayetinin işaretiyle, bu zamanda ahiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevi kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i İmân iken ehl-i dalalete o hubb-u dünya ve o sır için tabi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yeganesi, dünyada dahi Cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten gidiyor. Yoksa, bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalaletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında Cenab-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücuduna ispat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yolu ile ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, "Cenab-ı Hak Gafurü'r-Rahimdir, hem Cehennem pek uzaktır" der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlup olur. İşte, Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalaletin dünyadaki elim ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-i meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip aklı başında olanları tevbeye sevk eder. O muvazenelerden, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Sözlerdeki kısa muvazeneler ve Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfındaki uzun muvazene, en sefih ve dalalette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor. Mesela, ayet-i Nurda, seyahat-i hayaliye ile hakikat olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz. Tafsilini isteyen, Sikke-i Gaybiyenin ahirine baksın.
Ezcümle, o seyahat-i hayaliyede, rızka muhtaç hayvanat alemini gördüğüm vakit, maddi felsefe ile baktım, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o zihayat alemini bana çok acıklı ve elim gösterdi. Ehl-i dalalet ve gafletin gözüyle baktığımdan feryad eyledim. Birden hikmet-i Kur'aniye ve imanın dürbünü ile gördüm ki, Rahman ismi rezzak burcunda, parlak bir güneş gibi tulu etti. O aç, biçare zihayat alemini rahmet ışığıyla yaldızladı.




1- Onlar seve seve dünya hayatını ahrete tercih ederler. (İbrahim Sûresi: 3.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sonra hayvanat alemi içinde yavruların zaaf ve acz ve ihtiyaç içinde çırpındıkları hazin, elim ve herkesi rikkat ve acımaya getirecek bir karanlık içinde diğer bir alemi gördüm. Ehl-i dalaletin nazarıyla baktığıma eyvah dedim. Birden İmân bana bir gözlük verdi; gördüm ki, Rahim ismi şefkat burcunda tulu etti. O kadar güzel ve şirin bir surette o acı alemi sevinçli aleme çevirip ışıklandırdı ki, şekva ve acımak ve hüzünden gelen göz yaşlarımı, sevinç ve şükrün lezzetlerinden gelen damlalara çevirdi.
Sonra sinema perdesi gibi insan alemi bana göründü. Ehl-i dalaletin dürbünü ile baktım. O alemi o kadar karanlıklı, dehşetli gördüm ki, kalbimin en derinliklerinden feryad ettim, eyvah dedim. Çünkü, insanlarda ebede uzanıp giden arzuları, emelleri ve kainatı ihata eden tasavvurat ve efkarlan ve ebedi beka ve saadet-i ebediyeyi ve Cenneti gayet ciddi isteyen himmetleri ve fıtri istidatları ve had konulmayan ve serbest bırakılan fıtri kuvveleri ve hadsiz maksadlara müteveccih ihtiyaçları ve zaaf ve aczleriyle beraber hücumlarına maruz kaldıkları hadsiz musibet ve adaları ile beraber gayet kısa bir ömür, hergün ve her saat ölüm endişesi altında, gayet dağdağalı bir hayat, yaşamak için gayet perişan bir maişet içinde kalbe, vicdana en elim ve en müthiş halet olan mütemadi zeval ve fırak belasını çekmek içinde ehl-i gaflet için zulümat-ı ebediye kapısı suretinde görülen kabre ve mezaristana bakıyorlar. Birer birer ve taife taife o zulümat kuyusuna atılıyorlar gördüm. İşte, bu insan alemini bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letaif i insaniyem, belki bütün zerrat-ı vücudum feryad ile ağlamaya hazır iken, birden Kur'andan gelen Nur ve kuvvet-i İmân o dalalet gözlüğünü kırdı, kafama bir göz verdi. Gördüm ki, Cenab-ı Hakkın Adil ismi Hakim burcunda, Rahman ismi Kerim burcunda, Rahim ismi Gafur burcunda, yani manasında, Bais ismi Varis burcunda, Muhyi ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Malik burcunda birer güneş gibi tulu ettiler. O karanlıklı ve içinde çok alemler bulunan insan aleminin umumunu birden ışıklandırdılar, şenlendirdiler. Cehennemi haletleri dağıtıp, nurani ahiret aleminden pencereler açıp o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. Zerrat-ı kainat adedince, "Elhamdülillah, Eşşükrülillah" dedim. Ve aynelyakin gördüm ki, imanda manevi bir Cennet ve dalalette manevi bir Cehennem bu dünyada da vardır, yakinen bildim.
Sonra küre-i arzın alemi göründü. O seyahat-i hayaliyemde dine itaat etmeyen felsefenin, karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri, hayalime dehşetli bir alem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden daha süratli hareketiyle, yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede gezip devreden ve her vakit dağılmaya ve parçalanmaya müstaid (kabil) ve içi zelzeleli, çok ihtiyar ve çok yaşlı küre-i arz içinde ve o dehşetli gemi üstünde kainatın hadsiz boşluğunda seyahat eden biçare nev-i insan (vaziyeti) bana pek vahşetli bir karanlık içinde göründü, başım döndü, gözüm karardı. Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden hikmet-i Kur'aniye ve imaniye ile ışıklanmış bir göz ile baktım, gördüm ki: Halık-ı Arz ve Semavatın Kadir, Alim, Rab, Allah ve Rabbü's-Semavati vel-Ard ve Musahhirü'ş-Şemsi vel-Kamer isimleri, rahmet azamet, rububiyet burçlarında güneş gibi tulu ettiler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
O karanlıklı, vahşetli, dehşetli alemi öyle ışıklandırdılar ki, o halette, benim imanlı gözüme küre-i arz gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli, herkesin erzakı içinde bir seyahat gemisi ve tenezzüh ve keyif ve ticaret için müheyya edilmiş ve ziruhları güneşin etrafında, memleket-i Rabbaniyede gezdirmek ve yaz ve bahar ve güzün mahsülatını rızık isteyenlere getirmek için bir gemi, bir tayyare, bir şimendifer hükmünde gördüm. Küre-i Arzın zerratı adedince

b715.gif


dedim.


İşte, buna kıyasen Risale-i Nurda pekçok muvazenelerle ispat edilmiştir ki, ehl-i sefahet ve dalalet, dünyada dahi bir manevi Cehennem içinde azap çekerler ve ehl-i İmân ve salahat, dünyada dahi bir manevi Cennet içinde, İslamiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyat ve cilveleriyle, manevi bir Cennet lezzetleri tadabilir, belki derece-i imanlarına göre istifade edebilirler. Fakat, bu fırtınalı zamanın hissi iptal eden ve beşerin nazarını afaka dağıtan ve boğan cereyanlar, iptal-i his nevinden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalalet manevi azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakiki lezzetini tam takdir edemiyor.
Bu asırda ikinci dehşetli hal: Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalaletler ve küfr-ü inadiden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek az idi. Onun için, eski İslam muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda tam kafı olurdu. Küfr-ü meşkuku çabuk izale ederlerdi. Allah'a İmân umumi olduğundan, Allah'ı tanıttırmakla ve Cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahetlerden, dalaletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise, eski zamanda bir memlekette bir kafır-i mutlak yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide, fen ve ilimle dalalete girip inat ve temerrüdle hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inatçılar, firavunluk derecesinde bir gururla ve dehşetli dalaletleriyle hakaik-ı imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir hakikat-i kudsiye lazımdır ki, onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin.
İşte, Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın tam yarasına bir tiryak olarak Kur'an-ı Mucizü'l-Beyanın bir mu'cize-i maneviyesi ve lemeatı bulunan Risale-i Nur, pekçok muvazenelerle, en dehşetli muannid, mütemerridleri, Kur'anın elmas kılıncı ile kırıyor. Ve kainat zerreleri adedince vahdaniyet-i İlahiyeye ve imanın hakikatlerine hüccetleri, delilleri gösteriyor ki; yirmi beş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlup olmayıp galebe etmiş ve ediyor.




1- İman nimetinden dolayı Allah'a hamd olsun.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, Risale-i Nur İmân ve küfür muvazeneleri ve hidayet ve dalalet mukayeseleri, bu mezkur hakikatleri bilmüşahede ispat ediyor. Mesela, Yirmi İkinci Sözün iki makamının bürhanlarına ve lem'alarına ve Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfına ve Otuz Üçüncü Mektubun pencerelerine ve Asa-yı Musanın on bir hüccetine, sair muvazeneler kıyas edilse ve dikkat edilse, anlaşılır ki, bu zamanda küfr-ü mutlakı ve mütemerrid dalaletin inadını kıracak, parçalayacak, Risale-i Nurda tecelli eden hakikat-i Kur'aniyedir.
İnşaallah, nasıl Tılsımlar Mecmuasında, dinin mühim tılsımlarını ve hilkat-i alemin muammalarını keşf eden parçalar, o mecmuada toplanmış; aynen öyle de, ehl-i dalaletin dünyada dahi cehennemlerini ve ehl-i hidayetin dünyada lezaiz-i cennetlerini gösteren ve İmân Cennetin bir manevi çekirdeği ve küfür ise Cehennem zakkumunun bir tohumu olduğunu gösteren Nur'un o gibi parçaları, kısacık bir tarzda, bir mecmuacık olarak yazılacak, inşaallah neşredilecek.
Said Nursi


b635.gif
-1-
b524.gif
-2-

Aziz, sıddık, sarsılmaz, sebatkar, fedakar, vefakar kardeşlerim,
Bilirsiniz ki, Ankara ehl-i vukufu Risale-i Nura ait kerametleri ve işaret-i gaybiyeleri inkar edememişler. Yalnız, yanlış olarak o kerametlerde hissedar zannedip itiraz ederek, "Böyle şeyler kitapta yazılmamalı idi; keramet izhar edilmez" diye hafif bir tenkide mukabil müdafaatımda onlara cevaben demiştim ki:
Onlar bana ait değil ve o kerametlere sahip olmak benim haddim değil. Belki Kur'anın mu'cize-i maneviyesinin tereşşuhatı ve lem'alarıdır ki, hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nurda kerametler şeklini alarak, şakirtlerini kuvve-i maneviyelerini takviye etmek için, ikramat-ı İlahiye nevindendir. İkram ise, izharı bir şükürdür, caizdir, hem makbuldür. Şimdi ehemmiyetli bir sebebe binaen cevabı bir parça izah edeceğim ve "Ne için izhar ediyorum? Ve ne için bu noktada bu kadar tahşidat yapıyorum? Ve ne için birkaç aydır bu mevzuda çok ileri gidiyorum? Ekser mektuplar o keramete bakıyor?" diye sual edildi.




1- Allah'ın adıyla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz.
2- Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Sûresi: 44. )
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt