Sümer ve Türklerin Mezopotamya İlişkileri

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Sümerler
Sümerler
]Türkmenlerin Ataları ile Sümerler ve Eski Türkmenistan ile Mezopotamya İlişkileri


Önce de değindiğimiz gibi, Anau medeniyetinin hemen ardından Mezopotamya’da insanlık tarihinin çok zengin uygarlığı Sümerler tarafından meydana getirilmiştir.

Tarih biliminin gelişmesi sonucunda Sümer ve Anu medeniyetleri arasında bulunan ilişkiler ve Sümerler ile Türklerin atalarının arasındaki akrabalık aydınlanmaktadır. Biz bu konudaki kendi düşüncemizi aşağıdaki bölümler esnasında izah etmeye çalışacağız.

1.Tarihi Gerçekler:


Türk Ansiklopedisi adlı eserde Sümerler hakkında şu satırlar vardır: “Güney Mezopotamya’da Sümer ilinde yapılan arkeolojik araştırmalar, hususiyle Uruk harabesinde tespit edilen kültür katları ile, başka başka kazı merkezlerinde bunlara tekabül eden katlarda elde edilen ve asıl bu yerlerle temsil edilip onlara göre adlandırılan buluntuların mukayesesi Sümerlerin Aşağı Mezopotamya’nın yerli halkı olmadığını göstermektedir… Sümerlerin Güney Mezopotamya Uruk katı sonlarına doğru göç ettiklerinin delilleri olduğu söylenebilir…

Öte yandan Benno Landsberg’in tahlil ve teşhislerine göre, aslında tek heceli bir karakter arz eden Sümerceye, Sümerlerin Mezopotamya’ya göç edip yerleşmelerinden sonra birtakım iki veya daha fazla heceli ve Sümercenin bünyesinden farklı yer adları ile meslek adları ve diğer kültür kelimeleri girmiştir. Bu arkeolojik ve filolojik deliller, başta Frankfort olmak üzere, bazılarının Sümerlerin El-Ubeyd çağından beri Güney Mezopotamya’da mevcut oldukları görüşünü kabullenmeye imkan bırakmamaktadır. Sümerlerin umumiyetle Mezopotamya’ya doğudan geldikleri kabul edilmiştir. Tabii bu görüşte arkeolojik ve filolojik bakımlardan birtakım münasebet ve benzerliklerin tesiri bulunmaktadır…” Tanınmış Sümerolog Karmer de Sümerlerin Mezopotamya’ya dördüncü binin ikinci yarısında gelmiş olacaklarını ve ana yurtlarının bilinmediğini belirtmektedir. Onun kanaatince, Enmerkar ve Aratta üzerinde dönen, destani menkıbeler silsilesinden hükmedileceğine göre, ilk Sümer hükümdarları, belki Hazar Denizi çevresinde kurulmuş olan bir şehir devleti ile çok sıkı bir münasebete girmiş bulunuyorlardı. Bir ölçüde Ural-Altay dillerini hatırlatan Sümer dili de yapısı bakımından bir bitişken dildir ve bu dil vakıası da Aratta gibi aynı geniş sahaya işaret etmektedir.

Kramer tarafından Sümerlerin sıkı ilişkide olduğu ve onun fikrine göre Hazar çevresinde yer alan Aratta şehrinin Eski Türkmenistan’da olduğu konusunda Türkmenistan’ın ve bütün eski Sovyet Cumhuriyetlerinin ünlü bilim adamları tarafından yazılmış olan Sovyet Türkmenistanı adlı eserin birinci cildinde aşağıdaki bilgileri buluyoruz: “Margiyanalıların yerleştiği yurtlarının tümü konusunda, yerleştiği pek çok bölgenin susuzluktan çöl olmuşsa da, onların birkaç kentlerinin mevcut olduğu konusunda açıklamalar ve bilgiler vardır.

Part Margianası kentlerinin gerçek sayısı, birbirlerine göre coğrafî konumları bakımından doğru belirlenmiş olmasa da, M.Ö. 2. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Klaudi Ptolomey tarafından yazılmıştır. O kentleri 102° ve 106° doğu boylamlarında gösterip, güneyden kuzeye doğru sayarak aşağıdaki dokuz kentin adını yazıyor: Nigeya (Niseya), Kamaguryana, Reya, Antihoya, Margiyana, Nasoi, Argadina (Aradena), Sena (Sina), ARATA ve Ariyaka”[16]. Yukarıda adı geçen ARATTA destanının metnini kitabın yer-yurt adları bölümünde tanıtacağız.

İranlı tarihçi Hasan Pirniya bu konuda şöyle yazıyor: ”

…. Ancak Akadların ve Sümerlerin nereden geldikleri konusunda Aşkabat’ın yakınındaki Anu, Astarabad’ın yakınındaki Türendepe, (bazılarına göre Turantepe B.G.) ve Daraygez’de (Güney Türkmenistan çevresi, B.G.) bulunan seramik eşyalar, kap kacaklar ve buna benzer şeylerin imalat ediliş şekilleri Elam tarzı ile aynı olup altın vazoların yüzünde ise Sümerlerin resimlerinin işlenmiş olmasını göz önüne alarak, bazı bilim adamları Elam Uygarlığı ile Güney ve Batı Türkmenistan uygarlığının birbiriyle ilişkisinin olması gerektiği kanaatine, belki de Sümerler de kuzey taraftan Basra Körfezine ve Babil düzlüğüne gelmiştir diyen düşünceye varmışlardır.”

Hasan Pirniya kendi kitabının girişinde dünyadaki mevcut dilleri ve eski dilleri üç gruba bölerek Elam ve Sümer dillerini Ural-Altay ve diğer bükünlü (iltisaki) dil grubuna koyuyor.

Türk tarihçisi Kamuran Gürün de Anu Medeniyeti ve onun tarihi dönemi (M.Ö. 8000-3900 araları) konusunda uzmanların ortaya koyduğu çeşitli fikirleri izah etmesinin yanı sıra Sümer medeniyetinin ve Sümerlerin menşeinin neresi olduğu hususundaki çeşitli fikirleri de (Türkmenistan, Hindistan, belki de üçüncü bir yer) analiz ediyor. Gürün burada Anu’dan elde edilen buluntuların bu konuların açığa kavuşmasındaki önemini vurguluyor.

Tarihçi Nissen Sümerlerin başka yerden gelmesini şöyle açıklıyor. “Mezopotamya’da M. Ö. 3200 yıllarında çok sınırlı bir dönem süresinde beklenilmedik bir durumda medeniyetin çeşitli yönleri kesin olarak değişmiştir. Bu değişmenin sadece eski kavmin yerini daha gelişmiş bir ülkeden gelen yeni bir kavimin alması ile gerçekleşmesi mümkündür.” Bundan başka da nüfus sayısında yedi kat bir artışın olduğunu zikrederek bu olayı Sümerlerin Mezopotamya’ya gelip yerleşmesi ile ilişkilendiriyor.

Gene bir İranlı tarihçi Meşkur da bu konuda şöyle yazıyor: “Babil’in ilk yerli kavimlerinin Sümerler ya da Samiler olduğu konusunda çeşitli görüşler var. Günümüzde alimlerin çoğunluğu Sümerlerin Babil’de yerleşmiş olduğunu savunuyorlar. Sümer yurdu Tevrat’ta Şenar adıyla geçiyor. Onların kendileri kendi yurtlarına Şumer demişlerdir. Sümer’de bulunan pirinç eşyalardan anlaşıldığına göre onlar Fırat etrafına birden bire beklenilmedik durumda gelip, medeniyetlerini ise Hazar Denizinin güney doğusundan kendileriyle getirmişlerdir. Ancak bazı bilim adamları ise bunların deniz tarafından geldiklerini öne sürmektedirler.”

Alman bilim adamı Oberhuber Die Kultur des Altesorientes adlı kitabında dünya uygarlığında yazının bulunması konusunda şöyle bir fikir öne sürüyor: “Sümerlere ait bulunmuş yazıların ve yazının sonraki olgunlaşma süreci ile ilgili belgelerdeki metinlerin çoğunluğu ticaret ve yönetim işlerine ait olduğu için bilim adamları yazının meydana gelmesinde ticarî ilişkilerin temel rolünün olduğunu vurguluyorlar. Bu düşüncenin savunucusu Heishelheim’in fikrine göre şehir medeniyeti sadece coğrafi şartların ya da kent uygarlığının ortaya çıkması sonunda teşekkül etmeyip belki ticari ilişkilerin ekonomide temel rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Bu teorinin doğruluğunu ispat eden en inandırıcı delil ise Yakın-Doğu ve Orta Asya’nın ticari ilişkilerinin kesişim merkezinde yerleşen Hazar ötesindeki (Türkmenistan’da) doğunun en eski kenti Anu’dur.”

XI. yüzyılda yaşamış olan Kaşgarlı Mahmut dünya çapında tanınmış eseri Divan-ı Lügati’t Türk’te ve bunun gibi XIII. yüzyılda yaşayan ünlü tarihçi Hamedanlı Hoca Reşideddin Fazlullah’ın Câmîu’t Tevarih adlı eserinde Türklerin şeceresini Nuh’dan başlatıyorlar. Nuh ise bilim adamlarının açıklamasına göre Ziusudra adıyla Sümerler arasında yaşamış bilgin, belki de marangoz olmuştur. Nuh Tufanı Destanı ise tarihçilerin fikrine göre herhalde dünyayı su basanda (bazılarına göre Sümerlerin yurdunu) kendi yaptığı gemi ile bir grup insanı ölümden kurtarışını konu alan bir folklorik destandır. Bu destan zamanla dinî bir nitelik kazanarak Tevrat ve sonraki kutsal kitaplara girmiştir diye düşünülebilir

Belki yukarıda belirtilen ünlü tarihçilerin Türklerin aslını Nuh’tan getirmeleri ile ilgili görüşleri bir hayale dayalı olmayıp çok eski kaynaklara ve halk arasında uzun zamandan beri yaşaya gelen yaygın rivayetlere dayanmaktadır.

Nuh sözüne gelince, bu sözcük Sümer dilindeki NU sözü ile bir olup sonraki Sâmî Kavimler tarafından NUH şeklinde yazılmış olabilir. NU sözcüğünün Sümer dilindeki anlamları; insan, türetmek ve tohum demektir.[23] Bu söze anlam bakımından denk, yansıma bakımından da çok yakın kelimeler Altay dillerinde de vardır. Örneğin: Gold dilinde NAİ, Kore dilinde NEI, Mongol dilinde ise NİALMA, hepsi insan anlamındadır.Türkmenlerde de bir kimseyi övmek istediklerinde NAY BAŞI ibaresi kullanılmaktadır. Bu sözün de anlamı insanların en seçkini olsa gerek.

Türkmenistan ile Mezopotamya arasındaki tarihî ilişki konusunda Türkmen bilim adamlarının yazdığı son makaleler daha açık bilgiler vermektedir. Ödek Ödekof şöyle yazıyor: ”

… Yazarın Türkmen Boyu “Teke” ve “Göktürk” sözcüklerini açıklamaya sistematik yaklaşması, Türkmenlerin etnogenetik kökünü M.Ö. 3000. yıla götürmeye imkan verdi. Bunu çeşitli uzmanlar, tarihçiler, arkeologlar, dil bilimciler ve yazarlar teyit etmişlerdir. Bunun gibi yaklaşmanın esasında Şumerler (Sümerler) adının ve uygarlığının temel unsurunu izah etmeye Sümer yurdunda ve Altıntepe’de (Güney Türkmenistan) yaşayan halkların birbirleriyle akraba olduklarını ispat etmeye imkan buluyoruz. Böylece, Sümer yurdunda yaşayan SAKGİK halkı Altıntepe uygarlığını türeten halkların doğrudan nesilleridir diyen tarihi sonuca varmak mümkündür.”[2

Gulla da “Türkmenlerin ataları sayılan ve Mezopotamya’ya göç eden Sümerler sonra Akkatlar, Elamlılar konusundaki bilimsel kaynaklar oraya göçmeyi M.Ö. 4000 yılına tarihlendirmektedir. Ancak bu dönem Anû medeniyetinin gelişmiş bir dönemine rastlamaktadır. Bu nedenle onların kendi vatanlarını ekonomik düzey ve uygarlık seviyesinin yüksek olduğu bir dönemde terk etmelerini anlamak zordur. Ancak M.Ö. 4000 yıllarının sonları ve 3000 yıllarının başlarında o döneme göre ekonomi ve uygarlık bakımından gelişmiş GÖKSÜYRÜ´nün (Türkmenistan’da) dokuz obasının hepsi boşalmıştır. Bu göçün sebebi ise o dönemde OKS diye adlandırılan şimdiki Tecen ırmağının suyunun bu günkü İran toprağından kasıtlı olarak azaltılmasıdır. Bu, rutubetin azalması nedeniyle, Karakum (şimdi Türkmenistan’ın % 80’i teşkil eden bir saha) alanının çölleşmesine neden olmuştur. Bu sürecin başlaması ile M.Ö. 4000 yıllarının sonunda Göksurililerin, sonra Sümerler adını alan büyük bir kesimi, bol su arayarak Mezopotomya’ya giden kavim olması mümkündür.”
Sümerologların birkaçı Sümer dilinin Hindistan’da Aryanlardan önce yaşayan ve dilleri Ural-Altay dil karakterine sahip olan DRAVİDA’ların diline benzerliğini de göz önünde tutarak belki de Sümerler şimdiki İran’ın güneyinden geçerek Mezopotamya’ya ulaşmışlardır demektedir. Ancak o dönem doğal şartlarının şimdiki İran’ın doğusunda çok büyük ve sıcak çölleri meydana getirdiğini dikkate alarak bunun mümkün olacağına inanmanın çok zor olacağı sonucuna varıyorlar.

Bu ihtimali öne sürenlerin biri ise Soden’dir. O sözünün devamında der: “Bu eklemeli karakterli bir dile sahip olan Dravidalar Hindistan’daki zengin uygarlığın yaratıcısı sayılırlar. Hindistan’a en son nüfuz eden (arileşen) Aryanlar ise onları Doğu Hindistan’a sürüyorlar. Ancak, Dravidaları batıya göçmeye neyin mecbur ettiğini anlamak ve onların M.Ö. 4000 yılının hangi kesiminde göç ettiğini tespit etmek çok zordur”

Dravidalar konusunda Sümerolog Hommel de şu açıklamalarda bulunmaktadır: “Kollar (Kolhlar) Hindistan’ın yerli nüfusunun son kalıntılarıdır. Sonra Turanlı (Türkistanlı) Dravidalar Hindistan’a geliyorlar, en sonunda da Aryanlar gelip Dravidaları Doğu Hindistan’a sürmüşlerdir.Dravidi dilinde konuşan nüfusun günümüzdeki sayısı yaklaşık 200 milyon olup Hindistan yarımadasının 1/4’ünü oluştururlar. Bu dil, özellikle onun Tamilce lehçesi güçlü edebiyatı, eski metinleri ve M.Ö. 300 yıllarına kadar giden geçmişi ile kendi karakterini korumaktadır. Bu dil Tamil, Andrapradaş ve Misur gibi birkaç yurtta resmi devlet dilidir”

Sümerlerin Orta Asya’dan gelmeleri konusunda bilimsel gerçekler daha çoktur. Ancak biz metnin bu bölümünü bu konuda yazılan en son eserlerin birine müracaat ederek noktalıyoruz: “Sümerlerin (M.Ö. 3300) Orta Asya’dan gelme ihtimali aşağıdaki şu faktörlerle açıklanıyor. Onların dillerinin Altay-Türk dillerine benzerliği, tapınaklarının mimari şekilleri ve süslemelerinin dağ tapınaklarına benzemesi ve genellikle yazıda kullanılan ideogramlarının (belgilerinin) dağ yurtlarıyla benzerlik göstermesidir. Sümerlerin dini inançlarının kökünün de Orta Asya ya da Bakterya’dan olduğunu kanıtlayacak anlamlı şeyler vardır: Dağ tapınakları, dağ öküzüne secde etmek ve ek olarak Orta Asya’da olduğu gibi kralın muhafızlarının o öldüğü zaman, kendilerini zehirleyerek intihar etmeleri…”
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
2.Yer-Yurt Adları


Yer-yurt adları dünyada en sabit ve derin tarihi anlamı olan sözcüklerdir. Çünkü bir yurtta kültürlerin değişmesiyle hatta resmî dilin değişmesiyle yer-yurt adları kayıp olmayıp halk tarafından muhafaza edilmektedir. Hatta pek çok bölgede yer-yurt adlarının manasını o bölgede şimdiki yaşayan halkın diliyle anlamlandırmak mümkün değildir. Bunun için bilim adamları Mezopotamya’daki bazı yer-yurt adlarının Sümer dilinde belli bir anlamı olmadığı için o bölgede Sümerlerden önce başka bir kavim yaşamıştır, Sümerler ise başka bir yerden göç edip gelmiştir diye bir kanaate varıyorlar. Bu sebeplere göre, Eski Türkmenistan ile Mezopotamya’daki birkaç yer-yurt adının birbirine denk gelmesi veya yakın olması çok anlamlı ve tarihi açıdan önemlidir. Meselenin gene bir ilginç ve anlamlı yönü ise Türkmen topraklarındaki bazı yer adları hatta insan adları günümüzdeki konuşulan Türkmence ve hatta diğer Türk dillerinde anlam bulunmadığı bir durumda bile, Sümer dilinde belli bir anlam kazanmaktadır. Bunun sebebi ise Sümer dilinin o dönemlerde yazıya geçerek değişmeden ve asimile olmadan kurtulan yegane akraba dil olmasıdır. Bu adların birkaçını inceleyelim:

2.1. Aratta:


B
iz yukarıda Kramer’in Sümer metinlerinde adı geçen “Aratta” kentinin Hazar çevresine işaret ettiğini savunduğunu ve aynı şekilde bu kentin Türkmenistan’ın en eski kent adlarının arasında bulunduğunu açıklamıştık. Şimdi Kramer’in zikr ettiği bu kente ait destanın metnine bakalım:
Enmerkar ve Aratta’nın Sahibi (İyesi)
O bir defa öyle olmuştu: İn-anna’nın kendi kutsal yüreğinde sevdiği,
İn-anna’nın kendi kutsal yüreğinde Şuba yurdundan seçtiği,
“Utu” nun oğlu Enmerkar’dan,
Kendisinin mehriban hanım hakanı olan kız kardeşine
Kutsal İn-anna’ya bir yalvarış geldi:
Ey benim kızdardeşim İn-anna, Uruk için,
Koy, Aratta’nın halkı güzel süslenen altın gümüşler temin
etsin,
Koy, onlar temiz yakutları, dağın kayalarından dereye
indirsinler,
Koy, onlar cevherler ve temiz yakutları getirsinler:
Kutsal yurt Uruk’a
….
Senin vatan tuttuğun yerin, kutsal Gipar’a (?)
Aratta’nın halkı güzel sanatı ile içeriyi süslesinler,
Ben; yalvarıyorum …. onların arasında,
Koy, Aratta Uruk’a boyun eğsin,
Koy, Aratta’nın halkı dağın taşını eteklerine getirenden sonra,
Benim için ulu tapınak yapsınlar,
Koy, benim için ulu sandık yapsınlar.
Benim önümde bir ulu sandık olsun, Tanrıların sandığı,
Onlar benim Kullab’daki Tanrılık Yasamı doğru icra etsinler,
Benim için Absu yapsınlar, bir kutsal büyük yurt gibi,
Benim için Eridu’yu bir dağ gibi temizlesinler.
Benim için Absun’nun kutsal tapınağı gibi bir kovuk yapsınlar.
Ben, kutsal türkümü Absu’dan seslendirdiğimde
Ben, tanrılık yasamı Eridu’dan getirdiğimde
Ben tanrılık orunumu çiçeklendiğimde? Çiçeklendirdiğimde ???
Ben Kullap’ta ve Uruk’ta hakanlık tacımı başıma koyduğumda
Koy, utu (güneş, güneş tanrısı) bana dostluk nazarını salsın
Elçi Aratta’nın iyesine dedi
Senin atan benim hakanım beni gönderdi,
Uruk’un sahibi, Kullab’ın sahibi
Beni senin yanına gönderdi
Senin hakanın, o ne söyledi, o ne dedi?
Benim hakanım, o şöyle söyledi, şöyle dedi,
Benim hakanım senin doğum gününden bir taç belirledi
Uruk’un iyesi, Sümer’in ejderhası, o …. gibi.
Hakan gibi güçlü, büyük yurda buyurgan koç
O ….. çoban
Mehriban inekden, büyük yurdun yüreğinden doğan,
En-merkar, Utu’nun oğlu, beni gönderdi.
Benim hakanım, o şöyle dedi:
Ben kentin halkını sürgün ederim, onlar göç etmeli olurlar
kuşlar yuvalarından kaçmış gibi
Ben onu toza kararım, sanki kökünden viran edilmiş yurt gibi,
En-ki’nin beddua eden yurdu, Arrata’nı
Ben hükmen orayı toz ederim,
Sanki bir zamanlar toz olup
kalan yurt gibi.
İn-anna onun karşısında silahlanmıştır.
O. (Aratta) sözü dinlemedi diyen sözleri kullandı
(Onun dediklerini hiçe saydı)
Ben kenti kül olan toprak gibi ederim,
Ben hükmen kentin
Üstünde toz duman yükseltirim.
Onun madenlerinden altınlarını aldıktan sonra
Onun topraklarından gümüş çıkardıktan sonra
Gümüş işlendikten sonra …,
Çuvallar katırların sırtına yüklendikten sonra ….
Sümer’in genç Enlil’in evi ….
En-ki’nin tarafından,
Onun kutsal yüreğinde seçilmiş iye,
Koy, büyük yurdun halkı, benim için temiz … yapsınlar
Koy, o, benim için şimşir gibi büyüsün, çiçeklensin
Güneş gibi ışık salsın, Ganun’dan çıktığı zaman,
Benim için onun eşiğini süsle.
Ey, Uruk’un iyesi, bir parça kil al, levha gibi, onun yüzüne
sözcükler yaz
O kilin yüzünde bir sözcük yok
Evet, sana güneş Tanrı şöyle hatırlattı,
Şöyle yap, levhanın yüzüne yaz: Enmerkar.”

Bilim adamları bu destanda geçen Enki ve İn-anna gibi büyük Sümer tanrıları tarafından öne sürülen amaç ve eposun cereyan ettiği atmosferi göz önünde bulundurarak bu olaylarla ilgili açıklayıcı fikirlerini şu şekilde beyan etmişlerdir. Uhlig şöyle yazıyor: “Bu metin noktalar ile gösterilmiş boş yerler olmasına (kaybolmuş sözcüklerine) rağmen çok şeyleri açıklıyor.

Anlaşıldığına göre Eridu kentine kadar uzanan ülkelere egemen olan Uruk’un hakanı, Enki’nin kenti olan Eridu’yu viran etmesinin ardından altın ve yakut zenginliği ile meşhur olan Aratta’nın halkı yıkılan şehirleri tekrar yapmaya ve Enki’nin tapınağını tekrar inşa etmeye, ayrıca gümüş ve mücevherlerini getirerek Uruk’un tapınağını süslemeye ve orada yeni bir tapınak kurmaya mecbur ediliyor. Bu amaç ilk olarak bir tanrının ağzından tehdit edici motifte ifade edilerek, bir elçi vesilesiyle Aratta’nın sahibine haber veriliyor. Bu olay bir kutsal dini amaç gibi gösterilirse de, gerçekte o dünyevi çıkarlar ve güç ifade etmek için olup, din ise sadece örtü olarak kullanılmıştır.”

Soden’in açıklamasına göre bu mitte İn-anna kendi hakanının yardımına geliyor. O bu amaç için düşman yurdunu (Aratta’yı) müthiş bir kuraklığa uğratarak ağır şartlar altına sokuyor. Soden’in bu değerlendirmesi, yukarıda Türkmen bilim adamlarının o dönemde Türkmenistan’da Karakum Çölünün büyümesi ve ağır kuraklığa maruz kalmasından dolayı oranın halkının dünyanın çeşitli yurtlarına, bu cümleden olarak Mezopotamya’ya gitmeye mecbur oldukları konusundaki fikirlerine uygunluk göstermektedir. Çünkü, destanda bu iki yurdun arasında ilişki olduğunu açıkça görüyoruz.
Burada “Aratta” yurt adı olarak Güney Azerbaycan topraklarında da bulunmasına dikkat çekmek istiyoruz.

2.2. Küngür (Küñür),


Türkmen Sahra’da (Kuzey İran’da) yerleşen bir eski Türkmen obasının adı.
Sümerler kendi yurtlarını KİN-Kİ daha açıkçası KİN-GİR diye adlandırmışlardır. Bu adın asıl ya da mecazî anlamı uygarlık yurdu diye anlaşılmıştır. Sümer dilinde günümüz Türkmen dilindeki gibi geniz sesi (palatal / nazal) olmasını göz önünde tutarak bu iki sözcüğü aynı yansımada okumak mümkündür. Birleşik sözcük olan KİN-GİR iki basit sözcükten KİN ve GİR sözcüklerinden oluşmuştur. KİN sözcüğü Sümer dilinde birkaç anlamda kullanılmış ve bir anlamı da iş demektir (bkz. sözlük bölümüne). Bu sözcük Türkmen dilinde müşkil ve zahmetli anlamına gelen KIN sözcüğü ile yansıma bakımdan bir, anlam bakımından ise çok yakındır. İkinci basit sözcük GİR (Kİ) ise Sümer dilinde yer, belli bir yer anlamına gelmektedir. Bu sözcük Türkmen dilindeki gır (kır) sözcüğü ile hem yansıma hem de anlam bakımından tahminen birdir. Nedeni, gır sözcüğü Türkmen dilinde ırmakların çöküntüsünden oluşmuş, bazı yerleri kuru ve çoğunluğu tepelerden ibaret yer anlamındadır. Sümerlerin yurdu da iki ırmağın arasındaki gır (kır) dan ibarettir. Bunları göz önünde bulundurarak zahmetli kır diye düşünmek mümkündür. Bilim adamlarının Mezopotamya’nın kurak toprağının çok zahmet istemesi konusundaki açıklamaları da bu düşünceye destek veriyor.

Türkmenistan’da da eskiden kalmış harabelerin arasında kalalı gir, kaplanlı gir gibi adlar vardır. Sümerolog Falkenstein bu sözcüğü KEN-GER ve KEÑER şeklinde yazıyor. Azerbaycan’ın Tebriz kenti yakınında bir köyün adı da Kenger’dir. Bizim bu yer adının nereden gelip çıktığı konusunda elimizde bilgimiz yok, ancak meselenin ilginç yanı, Falkenstein’ın LU-KEN-GER-RA sözünü Sümerli (Mann von Sümer, Sümerer) diye adlandırmıştır.[33] Yukarıda adı geçen Azerbaycan köyün (veya kentin) bazı sakinleri kendileri için Kengerlu (kengerli) soyadını kullanıyorlar. LU-KEN-GER-RA sözcüğü ile KENGERLU sözcüğü arasındaki benzerlik çok anlamlıdır. Özellikle (LU) eki her iki dilde de bir yurda mensup adam anlamına geliyor (bkz. sözlük bölümü).
Bazı bilim adamları bu sözcüğü Kİ-EN-Gİ şeklinde yazıp, onun birinci hecesindeki Kİ sözcüğünü yer-yurt anlamında veriyorlar. Sümerlerde çoğunlukla adın sıfattan önce gelmesini göz önüne alırsak bu şekilde yazılmasının daha doğru olması mümkündür. Ancak hangi şekilde yazılırsa yazılsın bu sözcüğün terkibindeki Kİ sözcüğü yer, yurt veya kır/gır anlamındadır.

“Türkistan’a ait eski adlarda da Kengü; yurt adı, Kagır Çayı ve Kangar etnik adı bulunması da dikkate şayandır.”
Orhon yazıtlarında da Kengere ve Kengü sözcüklerinin yurt ve ya kavim adı olarak zikr edilmesi de çok anlamlıdır.

2.3. Änew (Aşkabat’ın 14 km. doğusunda eski kent harabesi):


Sümerlerin en ulu tanrılarının adı, Gök tanrısı olan Anû’dur. Ayrıca onların en büyük tapınağının adı da Uruk kentindeki Anû’dur. Biz bu iki sözcüğün anlamlarının bir olması konusunda dini adlara ayrılmış bölümde söz edeceğiz. Ancak burada iki noktayı hatırlatıyoruz. Birincisi, yabancı dillerde (Hindo-German dillerinde) yazılmış eserlerde Änew sözcüğünün Anû, bazen Anau şeklinde yazılması ve ikincisi, bilim adamlarının eserlerinde atalarımızın gök tanrısına inandığı konusunda kesin bilgiler vardır (bkz. din bölümüne).

2.4. Urgenç (Eski Urgenç Türkmenistan’da, Yeni Urgenç Özbekistan’da):


Sümerlerin en önemli ilk kentlerinin adları Ur ve Uruk olmuştur. Sümer dilinde Ur sözcüğü insan ve Uru sözcüğü ise kent anlamındadır. Bu sözcükler günümüzdeki Türkmen dilinde Uruğ (Uruk), yani hanedan, boy; sözcüğü ile aynı kökten olsa gerek. Çünkü bu sözcüklerin şekil ve anlam bakımından birbirine yakınlığından başka bilim adamlarının açıklamasına göre ilk köyler, belli bir akraba insan toplulukları, yani uruğ’un yerleşmesiyle türemiştir. Netice itibarıyla uruğ veya urug sözcüklerini ilk insanların kurdukları köylere ad olarak vermiş olmaları büyük bir ihtimaldir. Bunları nazara alırsak, bu sözcüklerin arasında yani Sümer de ki Ur, Uruk, Türkmenistan da ki Urgenc ve Azerbaycan da ki Urmiye kent adlarının arasında belli benzerlikler duyulmaktadır diye düşünüyoruz. Bu kent adlarına benzer Türkmenistan’da “Herrik-gala” ve Azerbaycan’da ise “Erk-gale” gibi eski yurt adları da bulunmaktadır.

2.5. Nusay (Aşkabat’ın 16. km güney batısında eski kent harabesi):


Günümüzdeki Irak Türkmenlerinin yurdu olan Kerkük şehrinin çevresinde (Yorgan Tepe) de Sümerlerin M.Ö. 2500 yılına ait Nusi (Nuzi) kentinin harabeleri var. İki tane basit kelimeden ibaret olan bu birleşik kelime yansıma bakımından hemen hemen aynıdır. Bu sözcüğün anlamını ise şöyle düşünmek mümkündür. Daha önceki satırlarda NU sözcüğünün insan olduğuna işaret edilmişti. Sİ sözcüğü Sümer dilinde hürmetli, dost anlamına da gelmektedir.

Böylece, Nusi sözcüğünü hürmetli, dost insan, pir gibi anlamlarıyla düşünmek mümkündür. NU-SAY birleşik sözcüğüne gelince, SAY sözcüğü Türkmen dilinde seçkin ve SI-LAG kelimesi ise hürmet demektir. Netice olarak NU-SAY sözcüğünü seçkin insan olarak düşünmek mümkündür.

2.6. Parab (Farab):


Türkmenistan’daki bu eski kentin adı da Mezopotamya’daki Fara kenti adına yakındır.

2.7. Madau Tepe ve Madau Dağları:


Türkmenistan’daki bu eski yurt adları ise Sümer dilindeki MADA sözcüğü ile bir kökten olsa gerek. Mada sözcüğü Sümer dilinde yurt, uygarlık yurdu anlamındadır. Ayrıca matu sözcüğü de Sümer dilinde yurt anlamındadır.

2.8. Durun:


Türkmenistan’daki bu eski yurdun adının Sümer dilinde DUR, DURU ve DURUN şekillerinde iskan, yurt tutmak, yaşamak gibi anlamları vardır (bkz. sözlük bölümü). Bu sözcük Türkmen dilinde de durmak, toktamak, yurt tutmak gibi anlamlar taşımaktadır.

2.9. Gavur Tepe, Gavers:


Türkmenistan’daki bu eski yurt adları da Mezopotamya’daki Gaur Tepe (Depe Gaur) ile çok yakındır.

2.10. Ahal: (Türkmenistan’da bir vilâyet adı):


Sümer dilinde AKAL sözcüğü güç ve AGAL sözcüğü ise güçlü anlamındadır. Bu sözlerin kökeninin bir olması ihtimali güçlü olabilir.

2.11. Amı (Amuderya):


Bu sözcüğü Sümer dilinde şöyle düşünmek mümkündür. Am yaban öküzü, dere sığırı demektir, i ise ırmak demektir. Neticede AMI sözcüğü öküz ırmağı anlamına gelebilir.

2.12. Mari, Marguş:


Türkmenlerin günümüzdeki yazdıkları şekliyle Mari Sümerlerin ünlü kentlerinden biri olmuştur. Mezopotamya’daki Mari konusunda Kramer şöyle yazıyor: “Kuzey Mezopotamya’da, şimdiki Irak ve Suriye sınırları yakınında Fransız arkeologlar Mari kentini kazıp ortaya çıkardılar. Bu kent günümüzden 3700 yıl önce defineciler tarafından viran edilmiştir. Bu kentin harabelerinde 28.000 m2 alanda yer alan büyük bir hakan sarayı göze çarpıyor.

Mezopotamya’daki Mari ile çağdaş olan Marguş medeniyeti konusunda arkeolog Sarianidi şöyle yazıyor: “Bu medeniyetin 40 yüzyıl önceye ait olduğu açıklığa kavuşmuştur. Hatta onun özel yazısının olmasına da ihtimal veriliyor. Onun çalışmasındaki bu konu ile ilgili kısma bakalım: “… yerli demirci ustalar hemen hemen her türlü bakır, pirinç silshları ve süs eşyaları yapmayı öğrenmişlerdir. Onların arasında insan gözü resimleri ve şekilleri ile süslenmiş büyük baltalar dikkati çekiyor. Taş ustaları da burada çalışmışlardır. Onlar taşın her çeşidinden türlü süs eşyaları, bu cümleden olarak, incelikle nakışlanan mühürleri yapmışlardır. Ancak taş kolyeler yapmakta özel maharet göstermişlerdir. Buna kanıt başını çevirip ağzı ile ayağını yalayıp duran deve resmi ile süslenen kolyedir. Bu ise Mezopotamya sanatından hiç de geride olmayan taş sanatına sahip olmasının bir göstergesidir.”
MAR sözcüğünün Sümer dilinde çeşitli anlamları olup, bir anlamı da öküz’dür, ek i sözcüğü, yukarıda denildiği gibi ırmak demektir. Netice olarak MARİ’yi öküz ırmağı diye düşünmek mümkündür. Ami ve Mari adlarının öküz ile ilgili olması ve Türkmenistan’da günümüzden 6000 yıl önceye ait öküz başı heykelleri bulunması bir kanıt mıdır? Öküzün kutsallığını göz önünde tutarsak, çok doğal bir gerçekliktir.

Mar sözcüğünün öküz anlamında olmasını biz Babil’in en büyük tanrısı sayılan MARDUK sözcüğünde görmekteyiz. (MARDUK Sümer dilinde MAR-UTUK (MAR-UT) şeklinde de vardır. Yani, güneşin genç öküzü anlamında olarak Babil’in kent tanrısıdır. (M.Ö. 2000 yılı) O ilk olarak M.Ö. 2600 yılından bilinmektedir. Hamurabi’nin döneminde MARDUK’un önemi daha da artarak Kassitler’de ise (M.Ö. 2000. yılın ikinci yarısında) Babil’in devlet tanrısı derecesine kadar yükselmiştir”.

Yeri geldikçe, eski dönemlerden beri Volga ırmağının orta kesiminde yaşayan MARİ halkını da hatırlatmak anlamlıdır diye düşünüyoruz. Bu halk konusunda büyük şöyle bilgiler var: “MARİ halkı Fin-Uğur halklarına bağlıdır. Onlar Sovyetlerde esasen ACCR’de yaşıyorlar. Bunun gibi Mariler Başkurdistan’da Udmurt’da, Tataristan’da Gorki’de başka yerlerde yaşıyorlar. Mariler XVI. yüzyıldan itibaren XX. yüzyıla kadar Hıristiyanlaştırıldı. Ancak onların eski dinleri animizm idi.”

Bilindiği gibi Fin-Ugor ve Ural-Altay dilleri aynı dil topluluğundan dır. Neticede, Mari halkının adı da bu dil topluluğuna aittir.

M.Ö. 1000 yılına ait Türkmenistan’daki Margiyana uygarlığını da dikkate alırsak, Marı, Marguş ve Margiyana gibi Türkmenistanın eski uygarlıklarını simgeleyen adların aynı kökden olduğunu görüyoruz. Buna ilaveten Afgan Türkmenlerinin şimdi yaşadıkları yerlerdeki Marçav ve İran Türkmenlerinin yaşadığı yerlerdeki Marava Tepe ve Azerbaycan’daki Maraga, Anadolu’daki Mardin kentlerinin adlarına da dikkati çekmek istiyoruz.

Genellik’le Aratta, Marı, Mada (Med), Kenger (Küngür) gibi en eski yurt adlarının Türkmenistan’da, Azerbaycan’da, Mezopotamya’da ve Anadolu’da aynen tekrar olması, bizim en eski atalarımızın devamlı olarak doğudan batıya akın etmesini anlatmaktadır. Bunun aynısı son dönemlere ait olan Şamahı, Şirvan, Diyarbekir gibi adlar da aynı bölgelerde tekrar olmuştur.
 
Üst Alt