A.B > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
ASKERLIK VE İBADET Ben bir asker olarak namazlarımı eda etmeye çalışıyorum Fakat bazıları bana işte bir saat nöbet bilmem kaç senelik ibadete bedeldir, namaz kılmasan da olur diyorlar Aynı kişiler geçen Ramazan ayında da, sen hem askerlik yapıyor hem oruç tutuyorsun? Halbuki sen asker olarak kutsal bir vazife yerine getiriyorsun demişlerdi Bu sözlerin aslı var mıdır?
Insanları Allah (cc) sadece kendisine ibadet etmeleri için yarattığını yine kendisi söylüyor Bunun sağlanabilmesi için de kişilerin canı, malı, ırzı, aklı ve dini korunmuş olmalıdır Aksi halde fertler yaradılış gayelerini gerçekleştiremezler Müslüman için askerlik de bunları korumaya yönelik bir iş olduğundan değerlidir ve nöbet yerinin gerçekten arzettiği tehlike oranında kişiye sevap kazandırır Şimdi askerliğin gayesi ibadeti korumak olduğuna göre, askerlik yaparken ibadete gerek yok denebilir mi? Bu takdirde vasıtayı gaye görmek gibi bir akılsızlığa düşülmüş olmaz mı? Tıpkı aydınlanmak üzere evinize elektrik bağlattıktan sonra sizin lamba takmanıza gerek yok, çünkü binlerce lamba yakacak elektriğe sahipsiniz denmesi gibi Şimdi bu söz akıllıca mıdır? Sonra askerlikte emirlerin çakışması halinde astın değil üstün dediğine uyulur -Tabir mazur görülürse- en büyük üst Allah (cc) olduğuna göre önce O'nun emirleri yerine getirilmelidir Bu yüzden Rasûlüllah Efendimiz (sav) "Yaratana isyan konusunda yaratılana itaat edilmez" buyurmuşlardır Yani astın emrini yerine getirecegim diye üste saygısızlık yapılmaz demektir Ayrıca bazı işlere bu kabil sevap yüklenmesinin diğer ibadetleri düşüreceğini kim söylemiştir? Meselâ "Kâbe mescidinde kılınan bir vakit namaz sevapta bin (bir rivayyette onbin) namaza denktir" hadisine binaen birisi, ben Kâbe'de on vakit namazı kıldım, bunun on bin vakite (belki yüz bin vakite) denk olduğuna göre benim artık namaz kılmama gerek yok, demesi doğru mudur? Öyle ise siz de yapabileceğiniz bütün ibadetlerinizi yapacak, amirleriniz yaptırmadığından dolayı yapamadıklarınızı kaza edeceksiniz Zamanında yapamamanızın günahı da onlara ait olacaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AŞÛRÂ

Kamerî ayların ilki olan Muharrem'in onuncu günü Âşûre günü adını alan bu günde oruç tutulurdu Âşûre orucu denen bu oruç, İslâm'dan önce Araplar'ca bilinirdi Âşûre kelimesinin İbrânice aşûr'dan geldiği ve o günde Araplar'ın oruç tuttuğu dikkate alınırsa, kelimenin bütün Sâmî diller arasında ortak bir kelime olduğu anlaşılır (Buhârî, es-Savm, 1; Umdetü'l-Kârî fi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, V, 351) Bu kelime Yahudîler'de büyük keffâret günü için kullanılmıştır (Tevrat, Levililer, 16, 29 vd) Hz Peygamber Medîne'ye geldiği zaman Yahudiler'in Âşûre günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun ne orucu olduğunu sordu Cevap olarak şöyle dediler:
"Bugün, iyi bir gündür Allah, İsrailoğulları'nı Firavun'un zulmünden bugün kurtarmıştır Musa (as) Allah'a şükür için bugünde oruç tutmuştur Biz de tutarız dediler Hz Peygamber; "Biz Musa'nın sünnetine sizden daha yakınız, dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu " (Buhârî, es-Savm, 69; Tecrîd-i Sarih, VI, 308, 309)
Hz Âişe'den nakledilen şu hadiste, Allah Resulu'nun Mekke döneminde de aşûre orucu tuttuğu anlaşılır
"Cahiliye devrinde Kureyş, Âşûre gününde oruç tutardı Hicretten önce Hz Peygamber de aşûre orucu tutardı Medine'ye hicret ettikten sonra bu oruca devam etti Ashabına da tutmalarını emretti Ertesi yıl, Ramazan orucu farz kılınınca, aşûre günü orucunu bıraktı, isteyen bu orucu tuttu, dileyen de bıraktı" (Buhârî, es-Savm, 69; Tecrîd-i Sarîh, VI, 307, 308)
İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir Yalnız İslâm'ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstehap olmuştur Ayrıca Yahudiler'e benzememek için Muharrem'in 9,10 ve 11'nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür
Bugün bütün sünnî müslümanlarda Muharrem'in 10'u oruç günü kabul edilirken, bazı tarihi sebeplerden dolayı da mukaddes sayılır Özellikle Hz Nûh'un gemisinin bugünde tufandan kurtulup Cudi dağının tepesine oturduğunu anlatan söylentiler önemlidir
Âşûre adlı tatlının menşei de buna dayanır Gemidekiler o günü kutlamak istemişler ve geminin ambarında arta kalan erzakı karıştırıp bir aş pişirmişler İşte aşûre pişirme âdeti buradan kalmıştır Yine Âdem (as)'in tövbeşinin bugünde kabul edildiği, Hz İbrahim'in bugünde ateşten kurtulduğu, Hz Yakub'un, oğlu Hz Yusuf'a bugünde kavuştuğu kaynaklarda kaydedilen rivayetler arasındadır
Şiîler Hz Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edildiği gün olan on Muharrem'i matem günü sayarlar ve Muharrem'in biri ile onu arasında gülmez, et yemez, yeni elbise giymez, yeni bir işe başlamazlar On Muharrem dövünme ve yas günüdür Sonra yas bitti mi aşûre törenleri başlar
Âşûre günü sürme çekmek, gusül etmek, kına yakmak, büyükleri, âlimleri, hastaları ziyaret etmek, yetimlerin başını okşamak, hububât ve tatlı pişirmek, İhlâs suresini okumak, sevinmek ve bugünü ayrı bir gün olarak kutlamak İslâm'da olmayan bir davranıştır Bu konuda Hz Peygamber (sas)'den gelen ne sahîh ve ne de zayıf bir hadîs vardır Hadîs diye rivayet edilen bazı sözler tamamen uydurmadır Sahabeden ve dört mezhep imamından vBulletin kimselerden de bir rivayet olmadığı gibi, muteber kitapların hiçbirinde de buna dair bir haber yoktur (İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, Kahire 1326, II, 48; es-Subki, el-Menhel, Kahire 1393, X, 209) O hâlde bugünde böyle bir tatlı pişirip yakınlara ve komşulara dağıtmak tamamen bid'at ve İslâmî olmayan bir örftür
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AT, DEVE, BİSİKLET VE MOTOR GİBİ VASITALARLA YARIŞMAK CAİZ MİDİR? At, deve, bisiklet ve motor gibi vasıtararla yarışmak sünnettir Zira bunlar, cihadın vesileleridir Hatta Şafii ulemasından İmam Zerkeşi "Bu gibi vasıtalarla yarış yapmak ve yarış tertip ettirmenin vacib olması gerekir" diyor Enes'den rivayet edilmiştir: "Peygamber (sav)'in "Azba"isminde bir devesi vardı, yarışı daima kazanırdı Bir gün bir bedevi devesine binerek geldi ve Azba'yı geçti Olay müslümanların zoruna gitti Bunun üzerine Peygamber (sav) buyurdu ki: Cenab-ı Hak bu dünyada her şeyi yükseltti mi mutlaka bir gün gelir onu aşağıya alacaktır"
Vatandaşları güçlü ve iyi yetiştirmek maksadıyla devlet ve cemiyetlerin yarışta kazananları ödüllendirmesi caizdir Hatta yarışa katılanların birisi ötekisine; beni yenersen sana şu kadar para vereceğim, ben seni yenersem bir şey istemem şeklinde şart koşarsa yine caizdir Fakat yarışa katılanlar "yarışta yenilen yine şu kadar para verecek” diyerek şart koşarlarsa haramdır Ve aynı zamanda kumar sayılır
Hanefi fukahasından Şemsü'l-E'immeal-Hilvani şöyle diyor: Talebelerden birisi arkadaşına "İlmi meselelerde münazere edelim sen beni yenersen şu kadar para vereceğim, ben seni yenersem bir şey istemiyorum” Dese caizdir, alınan para helaldır Devletin tertip ettirdiği ilmi münazaralarda kazananlar için tahsis ettiği ikramiye meşru'dur (al-Fetava al-Hindiyye)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AT ETİ Kur'an-ı Kerîm'de atlardan savaş aracı olarak söz edilir Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atları, katırları ve merkepleri yarattı" (en-Nahl, 16/8) Hz Peygamber, Kur'an'da haram olduğu bildirilen hayvanların dışında, bazı hayvan isimleri vererek veya vasıf larını belirterek bu konuda yasaklar koymuştur
Câbir (ra)'den rivayete göre, şöyle demiştir: "Nebî (sas), Hayber gününde bizi katır ve merkep (eti yemek)'ten menetti Bize atı yasaklamadı" (Buhârî, Cihad, 130; Meğâzî, 35, 62; Zebâih, 27, 28; Ebû Dâvûd, Cihâd, 45, 63, 98; At'ime, 33; Nesâî, Hayl,1; Ibn Hanbel, VI, 346)
Diğer yandan Hz Peygamber'in at etini yasakladığına dair de birtakım rivayetler gelmiştir (Ebû Dâvûd, At'ime, 25; Nesâî, Sayd, 30; Ibn Mâce, Zebâih, 14)
Yukarıdaki delillere göre, Imam Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Imam Şâfiî ve Imam Ahmed b Hanbel, prensip olarak at eti yemenin caiz olduğuna hükmetmişlerdir Ebû Hanîfe ise bu konuda, yasak bildiren hadisleri de dikkate alarak at etinin tenzihen mekruh olduğunu söylemiştir Mâlikîlerin meşhur görüşüne göre ise, at eti yemek haramdır (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 196, 198; Ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 455)
Hadiste at etinin yasaklanması necis (pis) oluşundan dolayı değil, zamanında cihat aracı olduğu için hürmetendir Bu yüzden onun artığı da necis sayılmamıştır (Ibn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, Terc A Davudoğlu, Istanbul 1987, XV, 234; Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Kahire, (ty),III, 254, 255; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletühû, Dimeşk, 1405/1985, III, 508, 509)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ATAİST BİR KİŞİ İLE KONTAKT KURUP KONUŞMAMIZ DA BİR SAKINCA VAR MIDIR? Itiraf etmek gerekir ki, Türkiyeli müslüman ve inançlı bayanlar ateist (ilâh tanımaz) bayanlardan genellikle daha kültürsüz Aksine, tam aksi olmalıydı Çünkü dinimiz câhilligi kabul etmiyor, ilmi emrediyor Ama bu suç biraz da hanımlarımızın kendilerinin değil, onların inançlarına ters düşmeyecek biçimde okumalarına müsâade etmeyen sistemlerin Elbette okuma fırsatı bulabilen bayanlarımızı bu hükümlerden istisna sayıyoruz Ancak şunu da hatırlatmalıyız ki, tahsilli ve bilgili olmakla irfanlı ve bilinçli olmak ayrı ayrı şeylerdir Benim muhterem annem gibi nice kadın vardır ki, ümmi olmakla beraber, mahdut ilmihal bilgisiyle öyle bir iman, bilinç ve irfana sahiptir ki, dinini ve örtüsünü en büyük şerefi sayar, karşısındaki kadın profesör de olsa zerre kadar aşağılık kompleksine kapılmaz ve inancının gereğini kahramanca savunur
Imdi:

1- Böyle olan bir bayanın kültürü, giyim-kusam biçimi, sosyal statüsü, dünyaya bakışı seni etkilemiyorsa, bu yönü karşısında ezilmiyorsan ve bu yönüyle onu üstün görmüyorsan,
2- Her buluştuğunuz ve konuştugunuzda hâlinle ya da kâlinle ona inancının gereğini yavaş yavaş anlatabiliyor, onu az dâ olsa etkiliyebiliyor ve sen ondan etkilenmiyorsan,
3- Onun yanında yabancı bir erkeğe kapandığın gibi kapanıyorsan (Halvet, koku ve süslü elbise hâriç Bunlar böyle kadınlara karşı, Allahu a'lem, haram olmamalıdır),
4- O da Islama karşı istihzacı, alaycı ve saldırgan değilse, ya da böyle olsa bile sen onu bastırabiliyorsan Konuşmanızda, görüşmenizde, insanî ilişkiler kurmanızda bir mahzur olmaz, hattâ Allah'ın (cc) size de yükledigi "emr bil-ma'rûf"(da'vet) görevi gereği kurmalısınız da Ancak kendinizi bu konumda göremiyorsanız, bu tür ilişkilerden olabildiğince kaçınmalısınız Çünkü insan hep kendinden üstün gördüğünü kabul ve taklit eder ve kimi üstün görür ve taklid ederse günün birinde onun gibi olur Bu şaşmaz kuralı hiç unutmayın Bir arada bulunan insanlar birleşik kaplar gibidirler Birinden öbürüne doğru bir etkileşim akmıyorsa mutlaka öbüründen ona doğru akmaktadır Sohbet ve râbıtadaki etkileşim böyle izah edilir Bu yüzden Allah (cc) "Sâdıklarla beraber olun" (9/119) buyurur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ATEİZMHiçbir ilâh kabul etmeyen, Tanrıtanımaz felsefi doktrinlerin ortak adı
Sistemleştirilmiş bir ekol oluşturulmaksızın filozoflardan bir bölümünce benimsenmiş olan bu anlayış, doğrudan doğruya tanrının varlığını inkâr üzerine kuruludur Bu özelliğiyle de benzer yanlar taşıyor olsa da- tanrının varlığını ya da mahiyetini tartışan doktrinlerden ayrılır; tanrının yokluğunu kesin bir biçimde öne sürer
Hemen hemen tüm felsefe ekolleri ve öğretileri gibi ateizm'in kökleri de Eski Yunan'a uzanır Maddeci yapı belirten çeşitli felsefe okullarının bağlıları, ontolojik yorumları sonucunda ateist bir inanç sergilemişlerdir "Gölge etme başka ihsan istemem" sözüyle yaygın bir ünü bulunan Diyojen bunlardan biri ve felsefe tarihinde kâfir diye nitelenen ilk kimsedir Atom kuramcısı Demokrit, onun izleyicisi Leocippus, Sofist'lerden Gorgias ve Protegoras, kendi adıyla anılan ekolün kurucusu Epikür, öne sürdükleri materyalist görüşler bağlamında birer ateist olarak göze çarparlar
Rönesans'tan sonra Batı'da varlığını hissettiren din-dışı eğilimler ve özellikle de evrenin, doğanın ve insanın, insan toplumunun dinden bütünüyle soyutlanarak yorumlanması sonucu ortaya çıkan görüşler, ateist tutumlara büyük katkılarda bulunmuş, onlara bolca kullanabilecekleri veriler sağlamıştır
Nitekim, dinden ve törelerden bağımsız bir siyasetin oluşturulması savını öne süren Makyavel, ateizm'i bu alana sokarken; birer ateist olmadıkları hâlde Dekart, David Hume ve Kant gibi kimselerin akılı dinden bağımsız kılma çabaları ve bu doğrultuda öne sürdükleri düşünceler çağdaş ateizm'e tutanaklar hazırlamış oldu Pozitivist yorumlarla oluşturulan bilimsel kuramlar ve evrene yönelik rasyonalist bakış açılarının oluşturduğu ortam, Feuerbach'ın öne süreceği düşünceler için çok elverişliydi XIX Yüzyılın en önemli ve sonraki dönemler bakımından da en etkili ateisti olan bu düşünür, Tanrı'nın insana özgü ülkülerin bir yansıması olduğunu, insanın özgürlüğünün Tanrı'yı inkârla gerçekleşebileceğini öne sürmüş; dini insanın etkinlik alanına indiren bu görüşten yola çıkan Marks ise, ezilenlerin egemenliğiyle birlikte dinin de yok olacağı varsayımıyla ateizm'i doruk noktasına çıkarmıştır Bu çizgiyi kemâline ulaştıran Nietzsche ise, "Tanrı'nın Ölümü" adlı kitabında, insanın kendisini bütünlemesi ve özünü bulması için göstermesi gereken en insanca tepkinin ateizm olduğunu söylemiştir
Darwin, geliştirdiği kuramla Yaratıcı-Tanrı kavramını dışlarken; Freud, Tanrı inancının çaresızlık içindeki insanın çocukluk durumuna dönerek koruyucu bir babaya sığınma ihtiyacından doğduğunu öne sürerek, psikolojik çerçevedeki inkârı gündeme getirmek yoluyla ateizm'e bir başka boyut kazandırmıştır
Yüzyılımızdaysa, ateizm'i Jean Paul Şartre, Albert Camus gibi varoluşçular temsil ettiler Bunlar, insanın evrende bir başına olduğu ve kendi değerlerini belirlemek özgürlüğüne sahip bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak, bu özgürlüğü kabulün kaçınılmaz sonucu olarak Tanrı'nın inkârına gitmektedirler
Agnostizm (bilinmezcilik) ve Pozitivizm (olguculuk) gibi ateizm'i andıran görüşler, açıkça "tanrı yoktur" demeyip de "bilinemez" "tartışılması bilimsel değildir" türünden ifadeler kullandıklarından konumuzun dışında kalmaktadır
Islâm literatüründe, dehriyye* diye adlandırılan ateizm, kronolojik bakımdan iki ayrı safha halinde irdelenebilir Cahiliyye Dönemi Dehriliği ve Islâm sonrasındaki Dehriyyun
Kur'an-ı Kerîm'de: "Dediler ki: o (hayat dedikleri) şey, dünya hayatımızdan başkası değildir; ölürüz, diriliriz, Ve bizi ancak dehr (zaman) helâk etmektedir' Halbuki onların bu sözlerinde hiçbir ilimleri yoktur Onlar ancak zanda bulunuyorlar " (el-Casiye, 45/24) haberiyle bildirilen cahiliyye dehriliği, yaratılmayı inkârla zaman ve maddenin ebediliğini öne süren bir inançtır
Felsefî anlamdaki Islâm sonrası dehrilik ise, muhtemelen, Sâsânîler döneminde yaygın bir inanç olarak gözlenen "herşeyi değiştiren ve herşeyden kuvvetli olan, tüm olayları oluşturan ve yönlendiren büyük güç, ilâhî zat olan Hürmüz değil, yalnızca sınırsız zamandır" temel inancı üzerine oturtulmuş bulunan zurvanig'in karşılığı ve uzantısıdır Bu inancın sahipleri Allah'ı inkâr ederek, bütün oluşları zaman, dehr ya da felek adını verdikleri akışa bağlamaktaydılar
Öte yandan, kısmî inkâr diyebileceğimiz bir tutum içinde bulunan maddiyun, tabiiyun (maddecilik, tabiatçılık) gibi düşüncelerle dehriliği karıştırmamak gerekir Çünkü, dehrilikde, ateizm'de olduğu gibi kesin bir inkâr, Yüce Allah'ı açık bir biçimde yok sayma sözkonusudur Yüce Allah'ın kimi esma ve sıfatlarını değil de, gerek yaratıcılık, gerek ilâhlık ve gerekse rablık plânında küllî bir inkâr vardır Ateizm, gerçek anlamıyla, işte böylesine bir küllî inkârdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ATIŞTA PARALI VEYA PARASIZ MÜSABAKA YAPMAK CAİZ MİDİR? İslam dini hakkı savunup zulmü kaldırmak için kuvvette büyük bir itina gösterip müslümanların zamanın silahlarıyla silahlanmalarını emrediyor Cenab-ı Hakk buyuruyor: "Düşmanlara karşı kuvvet ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar, hazırlayın" (el-Enfat)
Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor: "Dikkat kuvvet atıştır, dikkat kuvvet atıştır"
Bunun için fıkıh kitaplarının mühim bölümlerinden biri "Kitab al-Sabk va'l-Ramy"; Müsabaka ve atış bölümüdür Bu bölümde at ve deve gibi bineklerle yarışmasıyla, ok atışı üzerine ihtimamla duruyor Yarış ile atışın sünnet veya vacib olduğunu beyan ederek müsabaka kazanan kimseler ikramiye verilmesi için teşvik ediyor Ve bugün askerlikte yapılan silah ve atış eğitimi İslam'ın emridir İslam'ın emrine imtisalen bu eğitime katılan kimsenin büyük mükafatı vardır
Sa'id sünende Halid bin Zeyd'in şöyle dediğini rivayet ediyor: Ben ok atıcısıydım Akbe bin Amir al-Sehni bana uğrar, derdi ki: Ey Halid birlikte çıkıp ok atalım, bir gün geciktim Bunun üzerine bana dedi ki: Gel Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Cenab-ı Allah bir tek okla üç kişiyi Cennete kor Hayır maksadıyla onu yapan, onu atan ve onu hazırlayıp veren Atınız ve bininiz Atmanız binmenizden daha fazla hoşuma gider Ancak şu şeyler gerçek eğlence sayılır; Adamın atını alıştırması, zevcesiyle oynaşması ve ok atmasıdır (İbn Kudame)
Peygamber (sav)'in zamanında at, deve, fil ve ok vardı O zamanda bunlarla müsabaka yapılıyordu Bugün tüfek, top, roket, füze ve çeşitli hava, kara ve deniz vasıtaları ve silahları vardır Bunlarla yarış ve müsabaka yapılmalıdırBunları iyi kullanmak ve eğitimi görmek lazımdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AV, AVCILIKEti yenilsin, yenilmesin yaratılışı icabı vahşî olup insandan kaçan hayvana av; böyle bir hayvanı kaçmaz hale getirip yakalamaya da "avlama" denir
Islâm'da gerek kara ve gerekse deniz hayvanlarını avlamak mübahtır Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Size temiz olanlar helâl kılındı Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın " (el-Mâide, 5/4)
"Deniz avı size helâl kılındı " (el-Mâide, 5/96) (ayrıca bk el-Mâide, 5/1, 2, 94, 96) Ancak sadece eğlence maksadıyla avlanmak mekruhtur Hac ve ihramdayken avlanmak haramdır
Av hayvanlarının bir kısmının eti yenir, bir kısmınınki ise yenmez Bunlar ya derisi, yünü ve dişleri gibi kısımlarından faydalanmak için, ya da şerlerinden korunmak için avlanırlar
Avlanan hayvanın etinin helâl olması için birtakım şartlar vardır
Bu şartların bir kısmı avcı, bir kısmı av hayvanı ve bir kısmı da av aletiyle ilgilidir
1-Avcıda bulunması gereken şartlar a-Avcı; müslüman, mümeyyiz, âkîl veya Hristiyan ve Yahudî gibi ehl-i kitaptan olmalıdır Bunların dışındakilerin kestikleri hayvan yenmediği gibi avları da yenmez
b-Avcı avına silâh atarken ya da onu yakalayacak hayvanı gönderirken besmele çekmelidir Kasden besmeleyi terkederse av eti yenilmez
c-Avcı silâhı ile vurduğu veya eğitilmiş hayvana yakalattığı avı elde etmek için başka bir şeyle meşgul olmayıp hemen harekete geçmelidir Bazen atılan mermi ava isabet edip onu öldürmeyebilir Bu nedenle avcının avını araması ve canlı olarak bulduğunda kesmesi gerekir Aramayıp başka bir işle meşgul olur da sonra hayvanı ölü olarak bulursa eti yenilmez Fakat oturup beklemeksizin ya da başka bir işle meşgul olmaksızın yaraladığı avını arayıp da ölü olarak bulursa eti yenir (Meydanî, el-Lübab, III, 220)
d-Ava silâh atma veya avı yakalayacak hayvanı gönderme işi bizzat ehil olan avcı tarafından yapılmalı, ava ehil olmayan biri buna karısınıamalıdır Resulullah (sas), taşla, sapanla, sopayla avlanmayı yasak etmişlerdir Müslim'de rivayet edilen bir hadis şöyledir:
"Taş ne avlar, ne de düşmanı yaralar Ancak o, diş kırar, göz patlatır "
Avcı avını vurur ve fakat onu kaybederek bir müddet sonra bulur Bununla ilgili olarak Adıy b Hâtem (ra)'dan aşağıdaki hadisler rivayet edilmiştir:
"Okunu attığın zaman, suya düşmemiş olmak kaydıyla avı ölü bulursan ye Aksi halde, suyun veya okun onu öldürdüğünü kestiremezsin "
Eğer onda bir yırtıcı hayvan izi bulamaz ve "senin okunun onu öldürdüğüne hükmedersen ye "
"Okunu attıktan üç gün sonra avı kokmadan bulursan ye "
Avcılıkta dikkat edilmesi gerekli hususların başında elbette merhamet ve ihtiyaç gelmektedir Ihtiyacı için avlanan bir müslüman merhameti elden bırakmamalı, hayvanların üreme ve yavrulama zamanlarında avlanmamalıdır Av hayvanlarının nesillerini kurutacak, tabiatın dengesini bozacak bir avcılık, mümini vebâle sokar
2-Av hayvanında aranan şartlar

a-Avlanan hayvan, eti yenen cinsten olmalıdır (bk Eti Yenen Hayvanlar)
b-Yaratılışı icabı vahşî olup evcil olmamalıdır
c-Haşeret cinsinden olmamalıdır
d-Deniz hayvanlarından ise balık cinsinden (tatlı veya acı su balığı) olmalıdır

e-Hayvan av tesiri ile ölmüş olmalıdır Avcı yaralanan avına ölmeden önce yetişirse kesmesi lâzımdır Aksi takdirde eti yenilmez
3-Av aleti Av hayvanı ya eğitilmiş köpek, atmaca, doğan, şahin gibi hayvanlarla, veya ağ, tuzak kurmak gibi vasıtalarla, ya da yaralayıcı silâhla avlanır Avlamada kullanılan hayvanlarda aşağıdaki şartların bulunması gerekir:

a-Ava salıverildiği zaman gitmelidir
b-Av için yetiştirilmiş olmalıdır

Köpeğin eğitilmiş olması; üç defa yakaladığı hayvanı yememesi, doğan ve şahin gibi hayvanların da çağırıldığında geri dönmeleri ile bilinir
c-Yakaladığı hayvanın etinden yememelidir
d-Avı boğarak öldürmemelidir Yaraladıktan sonra başka bir tesirle ölürse eti yenmez
e-Avlama işinde ona eğitilmemiş tilki vBulletin başka bir hayvan yardım etmemelidir
Av, günümüzde genellikle silâhla yapılmaktadır Yukarıda belirttiğimiz gibi avcı ava silâh atarken besmele çekmeli, hayvanı vurunca hemen koşup yanına varmalı, ölmemiş ise kesmelidir Yetişmeden silâhın tesiri ile ölmüşse bir şey gerekmez, eti yenir (Meydanî, age III, 217 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AV HAYVANLARININ SİLUETİ Av hayvanlarını vurduktan sonra içleri doldurularak vitrinlerde saklanması caiz midir?
Bizzat bu konu hakkında gelen bir nas bilmediğimizden bunun için haramdır diyemeyiz Ancak mes'elenin başka boyutlarına baktığımızda bunun mekruh, hatta harama yakın bir mekruh olduğunu söyleyebiliriz Şöyle ki, resmin gölgeli (heykel halinde) olanının haram olduğunda ittifak vardır Bunun sebebi (illet anlamında) büyük ihtimalle putatapıcılığa benzeme ya da putperestliğe meyletme olasılığıdır Bu şekilde içi doldurulan bir hayvan, bu konuda insanların yaptığı heykellerden geri değildir Sonra bu uygulama insanları meşru sebepler (ihtiyaç) dışında av yapmaya avı meşru olmayan tarzda boğazlamaya, ona eziyet etmeye götürür Halbuki bunlar mekruhtur ya da haramdır Ayrıca bunun meşru bir faydasından da söz edilemez Yani faydasız, abes bir iştir Halbuki, "Abesi terketme, kişinin İslam'ının güzelliğindendir"
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AVÂRIZ (VAZİFELERİ YAPMAYA ENGEL ŞEYLER)

İlletler, bozukluklar, kazalar ve sakatlıklar gibi anlamlara gelen "arıza" kelimesinin çoğulu
Fıkıh'da insana ârız olup vazifesini yapmaya engel olan şeylere avârız denir Meselâ hastalık, yolculuk, gebelik, emziklilik, şiddetli açlık ve susuzluk ve yaşlılık gibi özürler insanın orucu yemesini mubah kılan avârızdandır
Usûl-i Fıkıh'da insana ârız olup edâ ehliyetini ortadan kaldıran veya noksanlaştıran ya da hükümlerini değiştiren durumlara avârız denir İki kısma ayrılır:
a-Semavî avârız: Delilik, bunama ve unutma gibi meydana gelmesinde şahsın bir rolü olmayanlar
b-Kesbî avârız: Sarhoşluk, sefâhet ve yolculuk gibi meydana gelmesinde şahsın iradesinin tesiri olanlar (Abdulvehhâb Hallaf, İlmu Usûli'l-Fıkh, Kuveyt 1978, 138)
 
Üst Alt