Batıl İnançlar

MURATS44

Özel Üye
Cindâr (Cinci), Üfürükçü, Astrolog ve Medyumlar Üzerine

İnsanoğlunun gelecek hakkında bilgi sahibi olma isteği, arzusu, bu yoldaki çabaları ve gelecekten haber verdiğini sandığı kişilere başvuru tarihi, insanlık tarihi ile beraberdir. insanı en çok rahatsız eden durumlardan birisi de gelecek endişesidir. Bu endişe, gelecekte ne olacağını bilme arzusu o kadar yoğun ve rahatsız edici boyutlara ulaşabilmektedir ki; insanoğlu, bu endişeden kurtulmak için her türlü çabayı ve yöntemi kullanmaktadır. Elbette her talep karşısında bir de arz bulacaktır. Ve insanların bu taleplerini karşılamak için bir takım insanlar ortaya çıkacaktır.
Öğretim düzeyi nispeten yüksek bir grup oluşturmalarına rağmen, çoğu vakanın tıp dışı yöntemlere (cinci, falcı, medyum, üfürükçü gibi) tevessül etmiş olmaları da ilgi çekici sosyokültürel bir bulgudur.
Manevi inançlar, Obsesif - Kompulsif Bozukluk (OKB)'ta hastalık ile başa çıkmada yardımcı olabilmekle birlikte, bazen hastalığa karşı yanlış tutumlar alınmasına yol açabilir (Insel 1990). Ülkemizde OKB olan hastaların 3'ü SYAD öncesinde doktor dışı (hoca, cinci ya da üfürükçü gibi) başvurusu olduğunu ifade etmiştir (Kıran 2004). Çoğu toplumda sosyokültürel ortamın etkisiyle hastalar bu tip davranışlara yönelmektedirler (Okasha 2004). OKB'li hastaların diğer psikopatolojilere oranla bu tür davranış eğilimlerinin daha fazla olduğu değerlendirilmiştir. Tüm ruhsal hastalıklar göz önüne alındığında ise Ankara'da hastaların % -1'i, Erzurum'da 'ü ilk başvurularını bu yolla gerçekleştirmiştir.
Ruhsal sıkıntısı olanlar bu cincilere gitti mi, kişi hakkında bedenindeki cinler aracılığı ile yaşantıları hakkında bilgi verirler, hayrete düşürüp, kendilerine inandırırlar. Geçmişi veya o andaki hayatı ile ilgili bilgiyi alan şahıs, "ilim sahibi, önemli bir şahsiyete başvurduğunu zanneder." Böyle düşünüldü mü, artık tuzağa düşülmüştür. Size bilgileri veren cincinin bedenindeki cinlerdir. Sizin bedeninizdeki cinlerde aynı bilgileri verebilir. Burada hayret edilecek bir şey yoktur. Bilgiyi verir ama sizi asla kurtaramaz. İnsanları avuçlarının içine aldıkları zamanda, akıl almaz ve dinimize tamamen aykırı olan haram yöntemleri uygularlar. Cinin veya büyünün ortadan kalkması için; muska yazmak, hastanın belinde süpürge sopası kırmak (vurarak değil) dört yol ortasına besmelesiz hayvan kestirip koydurmak. Pis ve kirli sular içirmek, yedi çeşmeden su aldırıp içirmek, Karanlık bir odada oturtmak, belli bir süre banyo yaptırmamak, kaplumbağa kanı içirmek, vefk, tılsım veya ne olduğu belli olmayan yazılar yazmak vb. daha yüzlerce şeytani işler uygularlar.
Ne yazık ki, ruhsal rahatsızlığa yakalanan vatandaşlarımız, kendisi cinli olan bir kişiden şifa ve medet ummaktadırlar. Cincinin ilmi olsa önce kendini tedavi eder. O sıkıntıları yaşamaz. Halkımız hala cin ve büyü tedavisinin cinci tarafından yapıldığına inanır. Bana gelen bazı kişiler, "Hocam cinleri neden çağırıp onlara sormuyorsunuz? ” gibi sözler ediyorlar. Ben de onlara diyorum ki: "Şimdiye kadar kaç cinciye gittin?" İçlerinde üç beş taneden tutun da elli altmış cinciye gittiğini söyleyenler var. On, on beş, yirmi yıl cinci kapılarında gezenleri de gördük, sonuç sıfır. Onlara o zaman soruyorum; ”Sen, bu kadar cinciye, bu kadar yıl devam ettin, onlar cinlerini toplayıp seni neden iyi edemediler ki bana geldin?" Bu sorumada cevap veremiyorlar. Ben, onları Allah-u Teala'nın izniyle iyi edince şimdiye kadar yanıldıklarını ifade ediyorlar. "Cinci hocayım." diye geçinen, her gün kapısına en az elli kişi gelen bir cincinin soyadı aynı en yakın akrabasını ben tedavi ettim. Onu, bedenindeki sekiz tane şeytandan kurtardım. En yakınına şifa veremeyen cinci başkasını mı iyi edecek?
Cincinin bedenindeki cinlerle, hastanın bedenindeki cinler aralarında anlaşırlar, hastayı rahat bırakırlar. Siz bunun farkında olmazsınız. Rahatsız olan oradan ayrıldıktan bir süre sonra hastalığı daha da artar. Bazıları ise okuma yaparlar, fakat kısa bir süre sonra uzun uzun esnerler, gözlerinden yaşlar akar ve sıkıntıdan bayılanlar bile olur. Bu durum cincinin cinlere gücünün yetmediği anlamındadır. İslami yönden geçerli olmayan bir yöntemdir ve asla tedavi edemezler.
Hastaları iyi edici beceri ve bilgileri olmadığı için; bu kişiler, yıldızname, rüya tabiri, çeşitli türlerde fal bakma, numaraloji, bilmem ne loji gibi şeylerle ilgilenirler, halkımızda ne yazık ki böyle şeylere inanır.
Eskiden "sihirbaz", "büyücü", "cinci" ve "üfürükçü" denilen bu kişiler, artık günümüzde bu kelimelerin aşağılayıcı, toplum dışına itici anlamlarından kurtulmak için halk tarafından daha kolay kabul edilir ve masum ilmi bir terim olan "medyum" kelimesini kullanmaya çalışmaktadırlar. "Astrolog" da bu anlamda kullanılmaktadır.
Oysa bütün semâvî dinler ve en son din olan İslâm'ın kitabı Kurân-ı Kerîm'de Cin Sûresinin 26. âyetinde; "Bütün gaybı bilen Allah, gaybe dair olan ilmini hiç kimseye açmaz." buyurarak geleceğe ait bilginin ancak kendisinde olduğunu, hiç kimsenin gelecek hakkında bilgisinin olamayacağını kesin hükme bağlamıştır. Sadece Müslümanlar değil; diğer semâvî dinlere mensup kişiler de gelecek hakkında bilgi sahibi olmak için yanıp tutuşmaktadırlar. En masumları, toplumumuzda çok yaygın olan kahve ve iskambil fallarıdır. Ayrıca her gün hemen hemen bütün başında burçlara göre günlük, haftalık hattâ yıllık fallar yer almaktadır. Oysa bilim adamları, "yıldızların ne birbirleri ile iletişimlerinin, ne de konumlarının insanların geleceği hakkında bilgi veremeyeceğini, teleskopla bir kez gökyüzüne bakma ile bile ortada ne fal ne de astroloji ile uğraşanların iddia ettiklerinin doğru olmadığının görüleceğini" bildirmelerine rağmen insanlar, yine de gelecek hakkında bilgi sahibi olma istek ve arzularından vazgeçememektedir. Bu haliyle astroloji, hem birilerini zengin etmekte, hem de birbirleriyle çeliştiği için insanların aklını karıştırmaktadır.

Cinci, Cinci Hoca ve Cindârlar

Cindâr (جندار)'ın lügât anlamı, cinci, afsuncu demektir. Cindârlık ise; cincilik, afsunculuk, muskacılık anlamına gelir. "Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü"nde ise "cindâr", "Cinleri toplayıp konuşan, geleceğe dair bilgiler ortaya atan adam" anlamlarına gelir
Cinlerle arkadaşlık kurmak, belki de son zamanlarda hepimizin sıkça rastladığımız, hatta bazen ise kıskanarak bakılan bir olay halime gelmeye başlamıştır. Fakat, bazı insanların "Benim iki tane cinim var, benim üç tane cinim var." gibi birtakım dengesiz laflar ortaya koyması, konunun aydınlanmadığının bir yanıtı olarak karşımızda durmaktadır. Oysa ki insanın yaradılışındaki üstünlüğünü kabullenemeyen Şeytân ve yandaşları, insanları alt etmek için ellerinden gelen gayreti göstererek insanlardan üstün olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Şeytân, Allah'tan, insanoğlundan üstünlüğünü kanıtlamak için izin almıştır.

Toplumda kendilerine "cinci hoca" diyen insanların bir çoğu, sadece ve sadece cinlerle diyalog kurduklarını ve onları gördüklerini savururlar. Oysa ki, günümüz cinci hocaların sadece ve sadece kötü niyetli işlerle uğraştıklarını, çok azının ise iyilik yönünde bir takım işlemler yaptığı bilinen bir gerçektir.. Cinler, hocalara ilk başta birtakım olaylar için doğru bilgi verirler. İleriki zamanlarda da duygu ve algılama ile ilgili birtakım his vererek, kişinin her konuyu bilmek istemesi, her şeyi ben bilirim sevdasına kapılmalarına yol açar.

Daha sonraki zamanlarda kişi, kendine verilen en büyük nimet olan akıl ve mantığını çalıştırmadan sadece kalbine gelen hisle ve cinlerin yönlendirmelerine bakarak konu ve hayat akışını sağlamaya çalışırlar. Bazı ileriki boyutlarda ise durumlar daha da artarak verilen bilgiler doğrultusunda güven sağlayan cinler kişinin evliyalık mertebelerine ulaştıklarını anlatır ve o kişin evliyalık makamının üst düzeylerine kadar gideceğini söyleyerek, kişinin kendini üstün bir varlıkmış gibi hissederek kibirlenmesini sağlarlar. İşte bu andan itibaren, bakan kişi, sorunlarla karşılaşma zamanı gelmiş olacaktır. Bir başkasının sözü doğru bile olsa kabullenmeyerek tek doğru olarak kendini göstermeye çalışır.

Buradaki en önemli olan olay; cinlerle dostluk kuran kişiler, belli bir aşamadan sonra, cinlerin verdikleri bilgilerin tutarsız ve yalan çıkması üzerine psikolojik bunalımlara düştükleri, kabullenemedikleri ve onların yanlış bilgilerini doğru sayarak kendilerini aldattıkları görülmektedir.
Her şeyden önce iyice bilmemiz geren bir şey var ki: cinci, büyücü, falcı, medyum, yıldıznameci bunların hepsi isimleri ayrı isleri ayni olan isimleri değiştirilerek sanki ayrı ayrı çalışan sektör gibi gösterilerek bu sektör isim zenginliğine boğulmuştur. İnsanlarımızın kafası karıştırılarak. Hepsi ayni olan cinciden büyücüye büyücüden medyuma medyumdan yıldıznameciye sanki havale edilerek bir güzel soygun planları yapılmıştır. Simdi gelelim konumuza.
Bu tür kişiler gerçekte karşısındakinin sorunlarını bilmek, çözmek yerine onları aldatmaktan başka bir şey yapmıyorlar. İşte benim amacım, cinci, medyum, falcı, yıldıznamecilerin çalışmalarının bu şekilde çalışmanın dışına çıkmadığını ve zaten inanmaya hazır önüne gelen kişileri aldatarak soyduklarını anlatmak ve uyarmaktır.
Gayet sağlıklı olduğunuzu biliyorsunuz üç tane medyum seçin. Mesela ip ucu vereyim. Büyülü insanda sebepsiz ağlama, basta hapın kesmediği ağrı, uykusuzluk iştahsızlık, göğüs kafesinde daralma olur. Cin çarpmasında ağlama olmaz fakat ilave olarak hırçınlık saldırganlık aşırı sinirli haller olur. Ve hiçbiri namaz kılamaz. Bunlar, tespitte anahtar kelimeler. Ve doğru kişi, bu anahtar kelimelerle kendini de test edebilir. Diyelim ki siz de bunların hiç birisi yok.
Birinci medyuma ya da cinciye gidiyorsunuz. O, sizi çözmek için sizden bilgi almak isteyecek. "Şikayetiniz ne?" dediğinizde büyü belirtilerini sayın. "Durup dururken içim doluyor, ağlıyorum." deyin. O, biliyor ya verdiğiniz cevabın büyü belirtisi olduğunu, devamını sayacak: "Az uyuyorsunuz, iştah yok, namaz kılamıyorsunuz." vs. Size tastiklettire tastiklettire devam edecek. Hemen büyü teşhisini usta ve emin bir şekilde koyacak.
İkinci medyuma gidiyoruz ona da cin çarpması ile ilgili belirtileri anlatıyoruz. "Size cin çarpmış." diyor. İnandırıcı olması için de yine klasik laflar: "Ya cini çiğnemişsin, üstüne su dökmüşsün, sana cin aşık olmuş, üzerine tuvalet yapmışsın." vs. vs. Emin adımlarla anlatıyor da anlatıyor. Siz, onu hangi şekilde yönlendirirseniz, o yönde anlatıyor da anlatıyor. Bir de "Doğru söylüyorsun, haklısın..." gibi kelimelerle önünü çekersen, işte o zaman mangalda kül bırakmıyor.

Üçüncü cinci ya da medyuma gidiyoruz. Cin, genelde ayak parmaklarından ya da ellerden girer ya.... Önüne geldiğinizde bağırıyor, çağırıyor, nara atıyorsunuz. Elleri ya da ayakları titreterek bayılıyormuş numarası yapıyorsunuz. Onun ilk diyeceği; "Bunda cin var, bedenine cin girdi."
Bunlar, aynen bu şekilde gelişecek aksini iddia eden denesin.

Peki siz, hasta değilsiniz. Cin de yok bedeninizde. Peki ne bu adamlar. Bilgileri fos çıkmış olmaz mı? Bu iğrençlik, hâlen ülkemizde "Şifacıyız!!!" diye bağıran, utanmadan televizyona çıkıp; "Ben, bunu yaparım. Ben, sunu yaparım." diyen sahtekârlarla dolup taşıyor. Tabiî ki gerçekten Allah için şifa dağıtmaya çalışanlar da var. Bizim onlarla bir alıp veremediğimiz yok. Bizim hesabımız, yukarıda anlattığımız kalıba giren iğrenç dolandırıcılarla...

Şu da bir gerçektir ki; bu kişiler, genelde kendileri cin hastalarıdır. Bütün bu çalışmalarında onların da yönlendirmeleri ile çalışırlar ve asıl kendileri ki cinlerin uşaklarıdırlar.

Cindârlığın Tarihçesi

Antik kültürlerde iyi ilahlar sağlık bilgileriyle mücehhez ve sağlığı korumakla görevliyken, habis şeytanlar, hastalık ve sağlıksız yaşamdan sorumluydular. Tarihte ilk olarak Sümerler hastalık şeytanlarını tanımlamışlardı. Bu tanımlama daha sonra Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma ve Kuzey kavimleri tarafından da benimsendi. Şeytanların gücünün hastalık yaptığı inancı Hıristiyan egzorsizm ayinlerinin de temelini teşkil eder. Ülkemizde bazı hastalıklar için cinci hocalardan medet umulması da bu inancın bir uzantısıdır.

Cinci Ya da Falcıya Gitmenin İslam'daki Hükmü

Cinci hocanın cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Çalınanları, kaybolanları bilirim diyen ve buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum.” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah-u teâlâ, bir de onun vahiy ve ilham ettikleri bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, “Bana falanca evliya bildirdi” derse küfür olmaz. Cinden arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek de caiz değildir. Çünkü cinlerin gördüğü şeyleri doğru anlatıp anlatmadığı bilinemez.

Cincilere ve büyücülerin, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru cıksa bile, Allah'tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek, büyü çözmek için büyü yapmak da caiz değildir. Büyü yaparken, küfre sebep olan bir şey yapmak küfürdür. Böyle olmazsa, büyük günahtır. Hadis-i şerifte; "Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir." buyruldu. (Bezzâr)

Burçlara göre fal açmak da hurafedir. Her burçta doğan ayni karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar burç sayısı kadar yani 12 karakterli olurlar. Ayni burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zalim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.
Bazıları için çok ilginç olup gece ve gündüzünü bunlara adayan hatta meslek haline getirip bundan maddi menfaat sağlayanların sayısı çok fazladır.

Peki, bu işte Allah'ın rızası var mıdır? İsterseniz biz cevaplayalım; "Hayır bu işlerle uğraşmakta ve geçimini temin etmekte Allahın rızası yoktur." Aksine bu tarz olaylara dalınması halinde yaradan Rabbini bırakıp başka mahluklardan fayda beklendiği için sıkıntılar doğar ve iman tehlikeye girer.

Kul, o dur ki; şifayı Allah'tan dileyip neticesini ve tahakkuk edeceği zamanı sabırla bekler. Birtakım çıkar ve menfaatler uğruna insanların imanlarını tehlikeye atan cinci-falcı hocalara gitmek ve onlardan medet ummak çok yakışıksız bir davranıştır.

Bir evlat sahibi olduğunuzu hayal edin. Evladınızın maddi veya manevi bir takım sıkıntıları var ve sizinle paylaşmak yerine falanca mahalledeki adamın birine derdini anlatıp ondan yardım istiyor ve size hiçbir şey söylemiyor. O adam da aslında bu işin ehli değil yani sizin evladınıza yanlış tavsiyelerde bulunup hayatını karartacak..

Oysa siz onun harçlığını çok fazla şeker yediği için dişleri çürümesin ve daha az şeker alabilsin diye kısmıştınız.. O ise gidip sizin verdiğiniz terbiyeyi bir başkasına şikayet etti. Babaya bu durumda evladına sert çıkma hakkı doğabilir.

Bu maddi çalkantıları "acaba bende veya evde büyü mü var" diye gidip cinci hocalardan sormak yukarıda örneğini verdiğimiz baba evlat misaline benzer.

Her aile içinde zaman zaman geçimsizlikler görülür. Bu tip hadiseler eşlerden bir tanesinin haklı da olsa alttan alması ve susması ile çözülebilir. Bu gibi durumlarda aslında kavgayı susan kazanmıştır. Çünkü nefsini yenen o dur..

Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Hazretleri birgün şöyle buyurdular;

"Eşiniz size karşı hata yaparsa, onu affediniz. Allah-u Teala affedenleri çok sever"

Eşler arasında hoşgörüyü ilk gösteren o maçın galibidir. Bir tebessüm ve "özür dilerim" ile bitmeyecek münakaşa yok gibidir.

Nice aileler biliriz ki eşler arasındaki geçimsizlikleri "büyü ve cinlerden" bilmişler ve nefslerinden olduğunu anlamamışlardır. Gidilen her hocadan dolayı evlerine ve kendilerine daha da büyük sıkıntılar isabet ederek kurtulacakları yerde bulundukları bataklık onları içine çeker olmuştur. Kul isteyeceğini mürşidini vesile ederek Allah dan istediği takdirde o iş onun için hayırlı olacak vakte eriştiğinde kendisine verilir. Aksi yapıldığı takdirde yani cinlerden ve hocalardan medet umulduğu zaman başını sıkıntıdan kurtaramaz. Elindekini avucundakini de kaybeder ve evinde huzur kalmaz.

Cinler de insanlar gibi aciz mahluklardır. Tek farkları latif olarak yaratılmış olmalarıdır. Dolayısıyla onlar bir fayda sağlayamayacağı gibi Allah'ı bırakıp aciz bir mahluktan fayda beklemek imana zarar verir.
Eğer bir insana cinler musallat olmuşlarsa bunun sebebini insan "Ben nasıl bir günah işledim de Allah'ın gücüne gitti ve bana bu sıkıntıyı verdi" diye kendinden sormalıdır. Allah'ın izni olmadan hiç bir mahluk insana zarar veya fayda veremez. Bu gibi durumlarda samimi bir nasuh tevbesi ile geçmeyecek sıkıntı yoktur.

Büyü Yaptırmanın İslam'da Hükmü

İlk yüzyıllardan beri, en ilkel topluluklardan itibaren yeryüzünde görülen bir meslek ve iş vardır. Bu mesleğe "büyücülük", yapılan işe de "büyü" denir. Bu işten gaye, bir insanı etki altına alıp, ona istemediği bir şeyi zorla yaptırmak ve bazen da hastaların iyi olmasını temine çalışmaktır...

Büyü, özü Allah'a dayanan bütün dinleri tebliğ eden Nebi ve Resûllerce yasaklanmıştır. Bütün dinler büyüyü insana haram kılmışlardır. Keza İslâm dini de büyüyü "haram" kılmış ve büyü yapan ve yaptıranların İslam dininden çıkmış olacaklarını açıklamıştır.

Büyünün yasaklanmasındaki özellik, insanların iradelerinin başkası tarafından zoraki bir şekilde kaldırılması veya kısıtlanmasının önüne geçmek; onlara serbestçe hareket, seçme hakkı tanımaktır... Tâ ki böylelikle insan yaptığından sorumlu tutulabilsin.

İlgili Hadisler

«Falcının, buyucunun söylediklerine inanan, Kurân-ı Kerîm'e inanmamış olur.» (Taberânî)
«Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.» (Müslim)
 

MURATS44

Özel Üye
Çaput Bağlamak


Halkımızdan bazıları (çoğunlukla hanım müslümanlar) İSLÂM DİNÎ ile hiç alakası olmayan birtakım hurafeleri devam ettirmektedirler. Hurafe inanç ve adetlerin çok değişik şekillerini, hemen her köyümüz ve kentimizde yaygın olarak görmek mümkündür. Bu hurafe adetler uğruna zaman zaman üzücü olaylar da duyulmaktadır. "Yıldıznameye" baktırmak, "FAL" açtırmak, "SİHİR" bozdurmak için diyar diyar hoca(!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi için "TÜRBE VE EVLİYA" mezarlarını dolaşanlar, kızının nasibini açtırmak için, il il üfürükçü arayanlar azımsanmayacak kadar çoktur.
Göz arızasını gidermek, ağrısını dindirmek için seansına "55 bin TL." para isteyenler, göğse ve göbeğe muska yazma cüret ve ahlâksızlığına tevessül edenler ve bunların tuzağına düşüp pişmanlığını sineye çekenler de maalesef bulunmaktadır.

Ayrıca türbe penceresine, mezar taşına mum yakmayı, falan mahalledeki ağaca çaput bağlamayı, filan yerdeki havuza para atmayı, evliya mezarına kurban adamayı, sanki dini bir vecibeymiş gibi telakki edenler de mevcuttur.

Kimi yerde gelin kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından geçerse saygılı olur", diye inanılmakta, dolayısıyla insan onuru ayaklar altına alınmaktadır.

Kimi yerde de "yeni doğan çocuğun ilk dışkısı cin çarpmasın, nazar değmesin" diyerek yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.

Daha bir sürü yanlış inanç ve adetler!..

İşte bu bölümde, halkımızdan birtakım insanların, en çok rağbet ettiği hurafelerden ve yanlış âdetlerden örnekler sunmaya çalışacağım. Ancak binlerce âdet ve inancı dar çerçeveli bir çalışma ile ele almak mümkün olmadığından, en tipiklerini belirli başlıklar altında toplayarak izahını yapmaya gayret edeceğim.

Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslaranın eski dinleri olan ŞAMANİZM'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.

• Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ"ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ'ler kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanaatkardır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası ile tatmin etmek mümkündür''.

İşte Türkler Müslüman olduktan sonra da bu âdetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini Müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslâm'da yoktur.

Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bu mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef bir çok kadın, bu mahallere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.
Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir.

Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır. Bunlardan biri de benim köyümdeydi
Benim köyümde "ÇIBAN KAYASI" denilen bir mevki vardır. Köyün doğu yönündedir.

Bu mevki, daha ziyade ipek böceği için yetiştirilen dut bahçelerinin bulunduğu yerdir. Burada bizim de dut bahçemiz vardır. Bahçenin doğu yönü kayalıktır. Kökü kayaların arasında olan bir siyah incir ağacımız vardı. İncir ağacının dallarına bez içerisinde 3-5 kuruş koyup bağlandığı zaman, özellikle çocukların yüzünde çıkan çıbanların iyileştiğine inanılırdı. Ayrıca kim o bezleri toplar içindeki parayı alırsa çarpılır veya her yerinden çıbanlar çıkar denilirdi.

Ben, zaman zaman bahçeye gittiğimde bezleri toplar, içindeki paraları alır, harcardım. Görenler, "bırak onları çarpılırsın" diyerek beni azarlarlardı. Uzun seneler geçmesine rağmen ne bir yerimde çıban çıktı, ne de çarpıldım.

Seneler sonra İlahiyat tahsil ettim. Bunun saçma olduğunu köylüme anlattım. Zaten ağabeyim de o incir ağacını kesmişti. Şimdi köyümüzde bu bâtıl inanç ortadan kalkmış, oralara da çaput bağlayan kalmamıştır.

Sırası gelmişken bu paçavra bağlama adeti ile ilgili bir başka hatıramı da nakletmek isterim.

1963 senesinde Milli Eğitim Bakanlığı, İmam-Hatip Okulları Meslek Dersi Öğretmenleri için Konya'da bir kurs düzenlenmişti. Ben de o kursa katılmıştım. Mevsim yaz ve Temmuz idi. Kurs sabah 8.00'de başlıyor, saat 13.00'te bitiyordu. Öğleden sonra serbest çalışmak için boş kalıyorduk. İşte böyle öğleden sonra bir gün, bir grup arkadaş "Meram Bağları"na gezmeye gitmiştik. Biraz kır gezintisi yaptık. İkindi yaklaşmıştı. Namaz kılmak için orada bulunan bir mescidin yanında toplandık. Mescidin önündeki çeşmeden abdest almak için hazırlanıyorduk.

Mescidin bitişiğindeki türbenin pencerelerinden birine gözüm ilişti. Baktım ki pencerede parmak sığacak kadar boş yer kalmamış, hep çabut bağlanmış. Tam bu sırada bir arkadaşım camiin köşesinden çıktı ve pencerenin önünde durdu. Şöyle bir etrafına bakındı, kızarak başını sağa sola sallamağa başladı. Belliki pencerenin haline hem kızıyor hem de hayret ediyordu. Ben, koşarak yanına vardım ve beraberce çaputları koparmaya başladık. Biraz ilerimizde de bir grup kadın duruyordu. Bizim pencereyi temizlediğimizi görünce: "Vay ahlaksızlar, dinsizler, kafirler" diyerek bağırmaya başladılar. Biz, dinimizde böyle şeyler yoktur, falan demeye kalmadan taş da atmaya başladılar. Kendimizi camiye zor attık. Arkadaşlardan biri ezanı, biri de camide Kur'ân-ı Kerim'i okumaya başladı. Namazlarımızı eda ettik. Kadınlar da üst katta namazlarını kılıp caminin önüne çıkmışlardı. Bizi, camiden çıkarken görünce bu sefer: "Biz sizi itikatsız zannettik, kusura bakmayın" diyerek özür dilediler.
Kendilerine bu işin yanlış olduğunu, İslâm'da böyle adetlerin olmadığını izah ettik. Daha sonra da vedalaşarak ayrıldık.

İslâm bilginleri böyle âdetlerle asırlarca mücadele etmişlerdir. Bir çok bâtıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. Hâlâ bir çok yöremizde türbe pencerelerine, bazı ağaçlara çaput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı veya cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gerçektir.
 

MURATS44

Özel Üye
Çocuk İçin Söylenen Hurafeler


"Henüz ergin kişi niteliğine erişmemiş insan yavrusu" diye tanımlanan çocuk, hiç kuşkusuz en sevimli yaratıktır. Onlar, gönlümüzün eğlencesi, evlerimizin neşesi, mutluluğumuzun tatlı meyveleridir. Çocuk yüce Allah'ın insana lütfettiği bir nimet, pahası biçilmez kıymet ve en değerli bir emanettir. Bu emanete sahip çıkmak, onu en iyi şekilde korumak ve kollamak hem insanî hem de dinî görevimizdir.

Çocuklar yarınlarımızın umudu, neslimizin teminatıdır. Çocuklarını korumayan toplum, yeryüzünden silinmeye mahkûmdur. Bu nedenle onlara karşı en büyük sorumluluğumuz beden ve ruh sağlıkları yönünden onları en iyi şekilde yetiştirmek eğitimlerini ihmal etmemektir. Onları her türlü tehlikeye karşı korumak en başta gelen ödevimizdir. Marifet çocuk dünyaya getirmek değil, dünyaya gelen çocuğa dünyayı zehir etmemektir.
Gerçek böyle olmasına rağmen, maalesef çocuklarla ilgili bir sürü hurafe ortaya çıkmış ve pek çok çocuk, bu batıl inanışlar yüzünden hayatından olmuştur.

işte çocuklarla ilgili olarak söylenen hurafelerden bazı örnekler: —Çocuğun yattığı odadaki örtü altına kurumuş insan dışkısı konursa, çocuk cinnilerin şerrinden korunurmuş,

—Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış. (Buna bazı yerlerde cüher almak denilmektedir.)
—Çocuk fıtık doğarsa, kilotu çalı ağacının bir dalı yarılarak arasından geçirilince fıtığı iyileşirmiş.
—Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olurmuş.
—Yeni doğan çocuk, bayram günü bir dişi eşeğe ters bindirilip köyün etrafında dolaştırılırsa ömrü mutlu geçermiş.
—Çocuğun doğduğu yerde elişi yapılırsa göbeği düşmezmiş.
—Cuma günü çocuğun ayakları bir camii kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmazmış!
—Erkek çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olurmuş (Kıbrıs).
—Bebek ayakları altından öpülürse talihsiz olurmuş (Kıbrıs).
—Boyu ölçülen çocuk kısa kalırmış!
—Çocuğun boyu metre ile ölçülürse ömrü kısa olurmuş!
—Sünnetsiz ölen çocuğun parmaklarından birinin kırılması gerekirmiş!
—Küçük çocukların yüzünde yara çıkarsa, deniz kenarında yaşayan ve denize giren biri tarafından okunup yüzü meshedilirse yaraları iyileşirmiş.
—Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze (örtüye) sarılırsa tokgözlü olurmuş.
—Çocuğun göbeği,cami duvarına veya avlusuna gömülürse dindar, medresenin bahçesine (okulun) veya avlusuna gömülürse âlim, ahıra gömülürse malcı olurmuş. Ayrıca suya atılırsa huyu temiz, evin içinde bir yere gömülürse gözü dışarıda olmazmış. Daha neler neler!..
Bu söylenenlere dikkat edilirse, çoğu çocuğun sağlığına zarar verici inanışlar olduğu hemen anlaşılır. Ne çare ki bu uydurmalara kanan pek çok insanımız vardır.
 

MURATS44

Özel Üye
Çukurova Konar-Göçer Türkmenlerinin Halk Kültürlerinde Eski Türk İnançlarının İzleri


Halk kültürü, doğumdan ölüme kadar insanların yaşantısında yer alan maddi ve manevi bütün kültür öğelerini kapsar. Halk kültürü araştırmaları halkın düşünce, duygu ve sezgisinin temeldeki karakteristiklerini, halk yaşamının temel dinamiklerini, töre ve geleneklerini, tutum ve davranışlarını, yaratı ve becerilerini, sevgi ve beğenilerini inceleyip araştırarak ulusal kültürün doğru bir biçimde işlenmesine, değerlendirilmesine ve yorumlanmasına önemli katkılarda bulunur.

Halk kültürü ürünlerinde Anadolu insanının dünya görüşünü, yaşama biçimini, bireysel ve toplumsal sorunlarını görürüz. Halk kültüründe halkın ortak ve yaygın davranış kalıplarını, yaşama biçimini, belirli olaylar ve durumlar karşısındaki tavrını; çevresini ve dünyayı algılayışını, geleneksel ve törensel yaşamını düzenleyen, zenginleştiren, renklendiren beceri, beğeni, yaratı, töre, kurum ve kurumlaşmayı, bir ucuyla geçmişe, bir ucuyla da zamanımıza uzanan gelenekleri, görenekleri, âdetler zincirini görebiliriz.

Türkler; tarihleri boyunca birbirinden farklı birçok dinin veya inanç sisteminin etkisi altında kalmıştır. Orta Asya'daki en eski Türk topluluklarının inanç sistemleri atalar kültü, tabiat kültleri ve Gök Tanrı kültü olmak üzere üçlü bir din anlayışından oluşmaktadır. Bunlardan atalar kültünün çeşitli eski Türk zümreleri arasında en köklü ve en eski inançlardan birisi olduğu söylenebilir. Atanın öldükten sonra ailesine yardım edeceği inancından doğan, korku ve saygıyla karışık bir anlayıştan oluşan atalar kültü, Budizm ve Maniheizm gibi yabancı dinlerin yayılmasından sonra da Türkler arasında kuvvetinden bir şey kaybetmeden varlığını devam ettirmiştir. İslamiyet, VII. yüzyılda yayılmaya başlamış, Türklerin bu yeni dine geçişleri de aynı
yüzyılda başlamış, ancak, X. yüzyılda tamamlanmıştır.

Uygarlığın beşiği olan Anadolu değişik kült, kültür ve inanç sistemlerinin bir sentezidir. Miras bütün Anadolu'ya aittir. Bu ortak kültür mirası bir mozaik değil, bu kültürlerin alaşımı olan Türkiye kültürüdür. Çeşitli kültürler, Anadolu kültür potasında eriyerek bir bütünü yani Türkiye kültürünü oluşturmuştur. Her etkin kültür, kendi düşüncesine, kendi tavrına ters düşen durumları ya siler ya da özelliklerini değiştirerek kendi bünyesinde eritir.

Halk kültürü araştırmalarında eski inanç sistemlerine ait bir çok inanç ve pratiğin günümüzde de yaşadığı bilinmektedir. Bu inanç ve pratiklerin tespit ve değerlendirmesi sonucu Türk kültürünün köklerine bir ölçüde ulaşılacaktır. İnsanlar, en erken süreçlerden itibaren yaşamlarında tutunacak, güvenecek gizli bir varlık aramışlardır. Bu arayışlar ve inançlar, gökyüzündeki yıldızlar, ay, güneş, fırtına, gece, gündüz, ağaçlar, nehirler gibi bütün tabiat olgularından, korkulan ya da çekinilen varlık ve olaylardan kaynak almıştır. Dünyanın dört bir yanında insanlar, inanç sembollerini taş, toprak, maden, seramik ve hatta tekstilde bile dile getirmişlerdir. İnanç sistemleri giderek gelişmiş ve neticede tek tanrılı din aşamasına ulaşılmıştır. Bu inançlar görsel malzemeye dökülerek, insan - kültür - uygarlık - sanat ilişkisinde değerlendirilmesi gereken objeler ortaya çıkmıştır.

Çukurova Türkmenleri konargöçer yaşama biçiminden en son toprağa bağlı yerleşik düzene geçmişlerdir. Büyük bir bölümü bu gün köylerde yaşasalar da hayatlarının bir bölümünü konar göçer yaşamışlar veya eski konar göçer aile büyüklerinin bu kültürüyle beslenmişlerdir. Bir bölümü de hayvancılığa bağlı olarak yazları yaylalara göçerek bu kültürü sürdürüyorlar. Bildirimizde, İslâmiyet öncesi inanç sistemlerine ait inançların Anadolu'ya taşınmasına, Anadolu inançlarıyla kültürleşme sonucunda yeniden yapılanmasına, bu inançların İslâmiyet'e sızarak inanç ve pratiklerle Anadolu'da yaşadığına değinilecektir. Çukurova Türkmenlerinin geçiş dönemleri, halkbilgisi, bayramları, törenleri, kutlamaları, inançları vd. halk kültürü ürünleri örneklerinden yola çıkarak eski Türk inançlarının izleri aranacaktır.

Anadolu'da anlatılan menkıbelerde, efsanelerde, yatır, türbe ziyaretlerinde, mevsimlik törenlerde, hayatın geçiş dönemleri inanış ve pratiklerinde, halk hekimliğinde, çeşitli törenlerde vd. bir çok eski inanışın bütün canlılığıyla yaşadığını görüyoruz. Yaşayan inançları sağlıklı değerlendirebilmek için Türklerin İslamiyet öncesi inanç sistemlerini, dinlerini inanışlarını incelemek gerekir. Yaşayan inanışların kökeni konu edildiğinde, Anadolu inançlarını besleyen, Türklerin eski inançlarına kısaca değinmek gereklidir. Eski Türklerin inançları nelerdi? Bu inançların yapı ve fonksiyonları nasıldı? İslamiyet'i kabul edip İslâmî kültür dairesine girdikten sonra yeni coğrafyada yeniden yapılanmadan önceki şekilleri nasıldı? İnanışların bir kısmı İslâmî renge bürünürken yapı değişikliğine uğrayıp yeni fonksiyonlar kazandı mı? gibi sorulara yanıt aranacaktır.

Orta Asya'dan gelip Anadolu ve Rumeli'ye yerleşen Türkler, buraya kendi kültürlerini taşıdı. Anadolu coğrafyası, birçok uygarlığın, din ve inanç sistemlerinin buluştuğu kültürlerin ortak kaynağı olmuştur. Türkler Anadolu'ya gelince İslamiyet ve Anadolu kültürüyle tanışmıştır. Türk halk kültürü günlük hayatın uygulama ve değer yargılarıyla yeni bir içerik ve nitelik kazanmıştır. İslamiyet öncesi atalar kültü, tabiat kültleri, gök tanrı kültü ve şamanlık gibi eski inançlar yeni inanç örgüsü altında devam etti (Ocak, 2000:53). Türkler, evreni, dünyayı, insanları anlamaya, kontrol altına almaya yardım eden bu inançlardan, hastalık nedenlerini anlamaya ve tedavi etmeye çalışırken de yararlanmışlardır. Sihir sistemine dayanan şamanlık, hakim inanç olan İslamiyet'in bir öğesiymiş gibi varlığını sürdürmektedir (Boratav,2000:76).

İnanç, bir düşünceye bağlı bulunma, bir dine inanma, iman, birine duyulan güven, itimat, inanma duygusu, inanılan şey, görüş ve öğretidir (ML.I971:300,c.6). Din ve inanç kavramları birbirinden farklıdır. Ayrıca, din denen toplumsal kurum, inanç ve tapınma olmak üzere iki bölümden oluşur.Her iki bölümün temelinde de kutsallık ve yasak kavramları yatar (Turan, 1994 : 84).

Tarihin ilk topluluklarından beri ay, mevsim yıl vb. değişiklikler törenlerle kutlanmaktadır. Tehlikeli, anlaşılmaz, ürkütücü doğa karşısındaki güçsüz insan, büyüden büyük destek görüyordu (Fischer,1985:37). Taklit, eylem ve toplu katılma doğaya karşı büyüyle korunmadır (Nutku, 1985:171). Bu büyüsel bolluk bereket nitelikli dualar zamanla törene dönüşmüş belli zaman ve kurallara bağlanmıştır. Kültür öğelerinde olan bu arayış ve üretilen düşünceler, inanış ve pratikleri oluşturmuştur.

Bütün milletlerin kültürlerinde görülen yeni yıl törenleri, yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, ekonomik yapılarına, inanç yapılarına uygun koşullarda, uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanır. İnanca bağlanan yeni yıl törenleri, Asya ve Ön-Asya toplumlarında benzer iklim ve coğrafya şartlarında zaman, ad ve pratik benzerliğiyle kutlanmıştır. Temeli dine dayanan benzer veya aynı öğeler, kültürel bir güç olarak karşımıza çıkar. İnanç, büyü, miti besler. Mitler toplumdaki değerlerin geriye dönük modelleridir (Malinowski, 1998:152).

Eski topluluklar, hayvanlar, bitkiler, kayalar, dağlar, ırmaklar, yıldızlar gibi çevrelerinde bulunan her şeyin bir ruhu olduğuna inanmaktaydılar. Bu inanca göre ruhun bedene bağlı olduğuna inanılır. Ruh, bedeni bırakırsa beden ölür. Ölen kişinin ruhu, yine de cesedine bağlı kalır. Ölüler yaşamaya devam ederler, saygı isterler. Yiyip içmek isterler. Bu nedenle ölenlerin mezarlarına sevdikleri yiyeceklerle, yaşarken beğendikleri eşyalar, araçlar konur (Tezcan, 1996:115). Tahtacı Türkmenlerinde günümüzde de süren elbiseyle ve bazı eşyalarla gömülme inanışı sürmektedir. Canlıcılığın temel özelliklerinden biri olan büyü ve falın Türkler arasında da uygulandığı bilinmektedir. 921-922 yıllarında Oğuzların yanına gitmiş olan İbni Fadlan, onların hastalığın kötü ruhların etkisiyle meydana geldiğine inandıklarını belirtmektedir (Turan, 1994:104).

Eski Türklerde, insan ruhları genellikle kuş biçiminde düşünülmüştür. İnsanlara can
vermeden önce bu ruhlar, gökte kuş olarak yaşarlar, insanlar ölünce göğe uçarlar. Dede Korkut'ta Deli Dumrul kara kılıcını sıyırıp saldırınca, Azrail bile güvercin olup pencereden çıkıp gider.

Kırgızların Er Töştük destanında bir yiğit, "Bu yedi kuş benim ruhumdu, benim nefesimdi" demiştir. Diğer taraftan, Orta Asya'da ruhlar, hayvan ve genellikle de kuş biçiminde düşünülmüştür. Şamanın gök yolculuğunda yardımcı ruhları, kuş ya da kanatlı hayvanlar olarak temsil edilmiştir (Avcıoğlu, 1995:345).

Şamanizm'den önceki Türk inançları içerisinde önemli bir yeri olan tabiat kültleri ise,
yer ve gök kültü olmak üzere ikili bir görünüm sergilemektedir. Eski Türkler tabiattaki bütün varlıklarda kavranamayan bazı gizli güçlerin bulunduğunu düşünerek dağ, tepe, taş, kaya, ağaç veya su gibi nesneleri canlı kabul etmişlerdir. Atalar kültü gibi tabiat kültleri de Türklerin çeşitli dinlere girip çıkmalarına rağmen varlıklarını sürdürmeye devam etmiştir (Ocak, 2000: 40; Eliade,1987: 202). Şamanizm bir din değil, büyü sistemi olarak yerleşip yayılırken Türkler arasında daha önce mevcut olan atalar kültü, tabiat kültleri ve Gök Tanrı inancını, Budizm, Maniheizm gibi dinlerin bazı inanç ve merasimlerini benimsemişlerdir (Ocak, 2000:53).

Kült, yüce ve kutsal olarak bilinen varlıklara karsı gösterilen saygı ve onlara tapınmadır (Tezcan,1996:120). Kült; külte konu olabilecek bir nesne ve kişinin varlığı, bu nesne ya da kişiden insana zarar gelebileceğine ilişkin inancın varlığı, bu inancın sonucu olarak fayda sağlayacak, zararı uzaklaştıracak ziyaretler, adaklar, kurbanlar vb. uygulamaların varlığıdır (Ocak,2000:113). Atalar kültünün eski Türk toplulukları arasında en köklü ve en eski inançlardan biri olduğu söylenebilir. Hemen hemen bütün Kuzey ve Orta Asya kavimlerinde bulunduğu görülen atalar kültü Hun'lar zamanında tespit edilmiştir (Ocak,1983:26). Bilge Kağan kitabesinin sonunda yer alan kısımlar atalar kültünün varlığının Göktürklerde de görüldüğünü göstermektedir (Ergin,1970:25). Atalar kültü, ruhun bir bedenden ötekine geçmesi inancını benimseyen Budizm ve Maniheizm'in Türklerce kabul görmesinde etkili olmuştur. Bu külte göre, çok yaşayan, bilgili, yönetici insanlar öldüğünde onların ruhları, ailesine ve toplumuna yardım eder ve onları korurdu (Ocak, 2000:62). Günümüzde, Anadolu halkı, evliyaların yattığı yerlere (tekke, zaviye, türbe, mezar, hazire, dergah vb.) gider ve onlardan yardım diler. Bu yardım, işsizlere iş, hastalara sağlık vb. biçimlerde görülebilir; fakat bu yardım isteğinin mutlaka inanılarak yapılması gerekmektedir (Kaya,2001:200). Bugün hâlâ Anadolu'da varlığını sürdüren, evliya, dede, baba inanışlarının kökenini atalar kültüne bağlayabiliriz.

Dağlar ve tepeler, tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri yükseklikleri, gökyüzüne yakınlıkları dolayısıyla insanların gözünde ululuk, yücelik ve ilahilik sembolü kabul edilmiştir (Ocak,1983:70). Ağaç daima hayatın ve ebediliğin timsali olarak benimsenmiştir (Eliade,1975:231). Eliade diğer tabiat kültlerinde olduğu gibi ağaç kültünde de ağacın maddi varlığının değil, özelliklerinin ve temsil ettiği gücün kült konusu olduğunu belirtmiştir (Eliade,1975:23). Dede Korkut er olsun avrat olsun herkesin ağacı saydığını ve çekindiğini belirtmiştir.

Anadolu sahası, ağaç kültünün Müslüman Türklerdeki en ilgi çekici örneklerinin ortaya çıktığı yerlerden biri olarak görülmektedir. Ağaç kültü Tahtacılar ve Yörüklerde yaygındır. Tahtacılar, geçimlerini ağaç kesmekle sağlamaktadır. Onların ağaçlara büyük saygı ve bağlılıkları vardır. Muharrem ayında ağaç kesmek yasaktır. Hafta içinde ise salı günleri ağaç kesilmez. Yeniden ise başlayacakları zaman ağaçlara dualar okunur. Tahtacılar en çok sarıçam, ladin, köknar ve ardıcı; Yörükler ise karadut, çınar ve katran ağacını kutlu sayarlar ve hepsi de tek ağaçları kült olarak kabul ederler (Roux, 1962, Akt: Ocak, 1983:89).

Tarih boyunca "ağaç" ve "evliya" arasında kurulan ilişki de dikkat çekmektedir (Ocak,1983:93). Anadolu'da tek olan meşe ve ardıç ağaçlarını ziyaret etmek, ayin yapmak, ağaç dallarına dilek çaputları asmak yaygın pratikler olarak varlığını sürdürmektedir. Ağaçlardan, yağmur duası, çabuk evlenme ve hastalıkların sağaltımı gibi nedenlerle medet umulmaktadır (Ocak, 2000:135). Ağaç üzerine yapılan bu pratik ve inanmalar da "ağaç kültü"ne bağlanabilir. Anadolu'da ağaç kültünün kalıntıları hâlâ yaşamaktadır. Ağaç hasta çocuklara öptürülür. Tahtacı kadınlar ağaca sarılıp kısırlıklarından kurtulmaya çalışırlar. Yörük boylarında ise, kutsal sayılan ağaçların yanında uzanılmaz (Avcıoğlu,1995:359). Yine Anadolu'nun pek çok bölgesinde, ağaçlardan deva isteme, dileklerinin gerçekleşmesi için çaputlar bağlama gibi pratiklere de sık sık rastlanmaktadır.

Eski Türklerde inanç sistemi üzerine yazılı kaynaklarda, su ve ateş motifine ilişkin pek çok örnek bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle özetlenebilir. Orhun Yazıtları'nda kutsal su kaynaklarından söz edilmekledir. Tahtacılar, suyu kirlettiği için abdest almaya karşıdır. Bununla birlikte, su gibi güneş ve aydan indiğine, yani gökten geldiğine inanılan ateş de kutsaldır (Avcıoğlu, 1995:356).

Atalar ruhunun hatırası için yapılan tusların bir kısmı çocukların oynadıkları bebeklere benzemekle bir kısmı da tilki, tavşan ve başka hayvan derilerinden yapılmakta, duvarlara, sırıklara asılmakta veya torbalarda saklanmaktadır (İnan,1996:42). Şamanist Türkler kendileri için hazırladıkları yemeklerden bir kısmını sabah akşam bu tözlerin ağızlarına sürerek onlara yemek yedirmiş, daha sonra karşısına geçerek ekinlerinin ve sürülerinin bereketli olması için dualar etmiş, ilahiler söylemişlerdir. Tahtacı ocaklarında bulunan bazı pir eşyalarının kutsallığı eski Türkler arasındaki Şamanist düşünceden bir tus (töz, tös) kültünden kaynaklanmaktadır. Bazı Tahtacı ve diğer Alevî ocaklarında bulunan kutsal eşyalar da birer fetiş olarak bu tözlere örnek teşkil etmekledir (Yörükan, 1928:256).

Halk hekimliğinin bazı uygulamalarında atalar kültü ve tabiat kültleri arasında bir bağ vardır. Atalar kültü ataların takdisine dayanır. Atanın öldükten sonra ruhunun bir takım üstün güçlerle donanacağı ve bu sayede geride kalanlara yardım edeceği inancı vardır. Ataların eşyaları ve mezarları kutsal kabul edilip ruhlarına kurban sunulurdu. İslamiyet'in kabulünden sonra atalar kültü Anadolu'da Türkler arasında veli kültünün oluşumunda etkili rol oynamıştır. Üstün ruhlarla donanmış insan tipi Müslümanlıkla da bağdaşmıştır. Velinin ait olduğu toplumun sosyal, dini ve ahlaki değerlerinin temsilcisi olduğuna inanılır (Ocak,1984:3). Veli kültüyle Şamanların işlevleri arasında benzerlik vardır. Bunlardan biri, hastaları iyileştirmektir (Ocak, 1992:10). Kült, yüce ve kutsal bilinen varlıklara karşı gösterilen saygı ve onlara tapınmadır. Bu saygı ve tapınış, duayı, adağı, kurbanı, belli ritleri gerektirmektedir.

İslamiyet'te ölüden medet umma yoktur. Veli kültü, pagan kültürle ilgisinden dolayı yasaklanmasına rağmen varlığını korumuştur. Şamanist Türkler, Şamanların olağanüstü nitelikler taşıdıklarına ruhlar ve gizli güçlerle ilişki kurup onlara istediklerini yaptırdıklarına inanırlardı. Bu işlev, evliyaların dileği Allah'a iletmelerine dönüşür. Şamanist dönemden Budist döneme geçtikten sonra Budist azizlerinin çok eskilere inen kerametlerini anlatan metinler tercüme edildi. Ayinlerde halkın okuması için oluşturulan metinler geniş tabana yayıldı. Bu yolla evliyaların menkıbelerine Şamanların üstün ruhani güçlerle donanmış kişilikleriyle, Budist azizlerin kerametleri de eklendi (Ocak, 1984:7). Türk Şamanları olağanüstü kimlikleriyle Bektaşi velayetnamelerinde yazılmış menakıpnâmelerde adeta yeniden hayat bulmuş gibidirler. Atalar kültü ruhun bedenden bedene geçmesi (tenasüh, reenkarnasyon) inancını taşıyan Budizm ve Manihaizm'in Türklerde kabul görmesinde etkili olmuştur. Atalar kültüne göre çok yaşayan, bilgili, yönetici insanlar öldüğünde onların ruhları, ailesine ve toplumuna yardım eder. Onları kötülüklerden korur. Bu ataların yalnızca ruhları değil, eşyaları da kutsallaştırılmıştır. Türklerdeki evliya kültünün temelinde atalar kültü yatmaktadır (Ocak,2000:113).

Halk, evliyaların yattığı mezar, hazire, yatır, türbe, zaviye, tekke, dergah vd. yerlere gidip dua eder. Veliden; hastalıklardan kurtulma, iş bulma, kısmet açma gibi çeşitli konularda yardım istenebilir. Dua edip de istekte bulunanın mutlaka bunu inanarak yapması şarttır, aksi halde isteğin gerçekleşmeyeceğine inanılır. Ziyaretlerde dua okunur, ata ruhlarından yardım dilenir. Ziyaret suyundan medet umulur. Bazı durumlarda atalar kültüyle su kültü, tepe kültü ve taş kültü birleşir. Türklerin İslamiyet'i kabul etmesinden sonra da halkın yatırlara gitmesi üzerine "Allah'ın sevgili kulları olan ve Allah'a sözü ve nazı geçebilen evliyanın yardımını dilemek" şeklinde açıklanmağa çalışılmıştır (Eröz,1992:103).

Eski Türk inançlarından atalar kültü, günümüzde farklı uygulamalar ve inanışlar arasında varlığını devam ettirmektedir. İnsan sağlığıyla ilgili konularda halk arasında öncelikle modern bilim ve bilgi tercih edilir. Eski halk inançlarına dayalı bu tür halk hekimliği uygulamaları doktor sonrası hasta yakınlarının iyileşmeye yönelik psikolojik telkin olarak bu uygulamalar önemli rol üstlenmektedir. İnanılarak, kutsallaştırılarak yapılan bu tür uygulamalar, halk hekimliğinin kuşaklar boyu devam etmesini sağlamaktadır (Kaya, 2000:199).

Kültür değerleri Türk kültürünün tarih içindeki görünümünün değişmesine ve gelişmesine paralel olarak bir değişim ve gelişim içinde olmuştur. İnanç merkezlerine bağlı kültür değerleri, yaşayan kültür topluluğunun dünya görüşüne ve değerler sistemine göre şekillenir (Artun, 2000: 40). İnanç merkezlerinin Türk kültür ve toplum hayatında önemi büyüktür. Türklerin İslamiyet öncesi dini, tarihi, kültür ve toplum hayatıyla ilgili dünya görüşleri ve hayata bakışları konusunda ip uçları verir. Türkiye'de geleneksel değerler ve pratikler, yeni biçimlenmelerle modernleşerek varlığını sürdürmektedir. Anadolu'nun zengin inançlarla beslenmesi eski dönemlerden günümüze çok zengin bir inanç, değerler ve pratikleri bünyesinde yaşatmıştır. Bu bir tür halk inançları denilen senkreist (bağlaştırmacı) dinselliktir (Atay, 2000:47). Geleneksel dinsellik günümüzde yeniden yapılanarak varlığını sürdürmektedir. Türkler, Avrupa ve Asya kıtalarına yayılmış dört bin yıllık bir tarihe sahip dünyanın en eski ve devamlı milletlerinden biridir. Orta Asya'daki ata yurtta ve buradan çevreye sürekli göçler sonucu dünyaya yayılmış bulunan Türklerin İslamiyet'i kabul etmeden önceki dönemleri üzerine yapılan araştırmalarda ne
yazık ki pek az yazılı malzeme bulunmuştur. İnanç merkezleri günümüzde Türk kültür tarihinin kaynağı olmaları yönüyle yeniden ele alınmalıdır. Buralardan elde edilen yeni malzemeler Türklerin günümüz inançlarının temeli olan eski inançlar dünyasına yeni bir kapı açacaktır.

Evliyalar, velayet derecesine ulaşmış kişilerdir. Kimi zaman tayy-ı mekân (bir anda uzak mesafelere gitme), tayy-ı zaman (bir anda birkaç yerde bulunma ), su üstünde yürüme, kalp okuma vd.gibi üstün özelliklere sahiptir. İslam inancına göre buna "keramet sahibi olma hali" adı verilir. Ziyaret, adak, kurban ve benzeri uygulamaların varlığı olmalıdır (Ocak, 2000:113). Kutsal kabul edilen yerlerden alınan taş, toprak, su gibi nesnelere dokunmak, üzerinde taşımak, içmek, üzerine dökmek şeklinde aracı olarak kullanılmaktadır. Bu yerlerden psikolojik rahatsızlıklar için de
şifa aranır (Kalafat,1997:36; Başar,1972:159).

Tarihsel süreçte, her kültürde olduğu gibi Türk kültürünü belirleyen değer norm, sosyal kontrol öğeleri ve formlar değişikliğe uğramıştır. Bir çok kültik ve ritüel özlü işlemin ve pratiğin uygulanmasını gerektiren ölü kültü çeşitli bölgelerde yerel özellikler göstermekle birlikte ana çizgisi bakımından aynıdır. Her yörenin kendi inanç, görenek, estetik ve sosyo-ekonomik anlayış ve değerlerine göre değişebilen ama hepsinin özünde insan olan bir takım inanma ve pratikler vardır. Toplumca inanılan bu doğrultudaki her tür inanma ve pratik bu etkinliklerin içindedir. İnsanlar geçmişle gelecek arasında bir bağlantı kurmaya çalışmışlardır.

Anadolu insanı kendilerine yurt kuran ve seçkin kişileri sonsuza değin yaşatmak, hem de kendi hayatlarını onlarla paylaşmak için bazı mekanlara kutsiyet vermişlerdir. Ayrıca buraları emanet duygusuyla koruyarak ziyaret etmek suretiyle onlara karşı olan vefa borçlarını ödemeye çalışmışlardır. Halen ziyaret edilmekte olan bu makamlardan bazılarının eski inanç ve kültürlerden izler taşıması durumu büyük ölçüde değiştirmemiştir. Bunların ötesinde bazı efsane ve menkıbelerle süslenen ziyaret olgusu yörenin kültürel ve dini değerleriyle de zenginleştirilmiştir.

Din bilimcilerin kitaplı dinler olarak ifade ettiği semavi dinler, eski dinlerin ve inançların etkisinden kurtulamamışlardır. Türkler Müslümanlığa eski inançlarını da taşıdılar. Türkler İslamiyet'i kendi inançlarıyla harman edip yeni bir sentez oluşturdular.Araştırıcılara göre Türkler arasında İslamiyet'i, dini sufice yorumlayan, halkın benimseyeceği biçimde ifade eden ve halkın eski inançları ile yeni dini kaynaştıran sufiler olmuştur.

Eski Türk İnançlarının Çukurova Konar-Göçer Türkmenlerine Yansımaları

Çukurova bölgesinde yörük ve göçer adlarıyla bilinen hayvancılığa bağlı ekonomileriyle göçer, yarı göçer ve yaylacı olarak niteleyebileceğimiz göçer topluluklara günümüzde de rastlıyoruz. Bunlar hayvancılığın yanı sıra kilimcilik, demircilik, el sanatları ve tarımla uğraşırlar. Göçebe kültüründen yerleşik kültüre en son geçen Çukurova Yörükleri, Türkmenleri binlerce yıllık kültürü günümüze kadar saklayıp taşımışlardır. Orta Asya Türk kültürünün, Anadolu halk kültüründe şekillenmesinin en güzel örneklerini Yörüklerde, Türkmenlerde görüyoruz.

Büyük kültür merkezlerinden uzak yayla ve köylerde yaşayan Yörüklerde ve Türkmenlerde göçebe hayatından kuvvetli izler görülür. Tabiatla iç içe hayat, gelenek ve görenekleri şekillenmiştir. Eski Türklerin âdetlerinin ve törenlerinin izlerine günümüz Yörük ve Türkmen kültüründe rastlıyoruz. Göçebelikten yerleşik hayata geçerek yeni bir toplum düzeninin kurulması yeni bir kültüre geçişi hızlandırmıştır. Yörük ve Türkmen kültürünün her yönüyle incelenip araştırılması eski Türk kültürüne ait ipuçları verecektir. Bu bildirimizde rastladığımız eski Türk kültürüne ait ipuçlarından bazılarını şöylece sıralayabiliriz:

GEÇİŞ DÖNEMLERİ

DOĞUM ADETLERİ, İNANIŞLARI VE BUNLARA BAĞLI PRATİKLER (K.9, K.11, K.37 K.1, K.3,K.7, K.9)

Al Basma

Al kelimesi, uğursuz, olumsuz, istenilmeyen, basarak zarar veren anlamına gelir. Aladağ Yörüklerinde albasması inancı vardır. Aynı zamanda bırobıro diye bilinen ve korku veren bir canlının varlığına da inanılır. Bırobıro seslendiği insanı kandırabilirse onu ikiye böleceği inancı vardır. Bir kuş gibidir. Loğusaya zarar vereceği düşünüldüğünden uğursuz sayılır (Kalafat, 1994: 153-175).

Tarsus'ta loğusanın üstünden cenaze alayı geçerse loğusayı ve çocuğunu al basar inanışının temelinde de cenazenin arkasından iyi ruhlar geçer, loğusa da cünup olduğu için bu ruhlar loğusayı çarpar düşüncesi yatmaktadır. Gelinin ve cenazenin kırkının bebeği ve loğusayı çarpacağı inancında cünupluk kavramıyla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla âdet ve İslâmi kuralların iç içe geçtiğini söyleyebiliriz (Dalgıntekin, 1995).

Feke'de albasması konusunda yapılan uygulamalarda eski kültür izlerinin yanında odaya Kuran koyma gibi uygulamalarla da İslâmî etki de kendini göstermektedir (Karakaş, 1985).

Sıtıralı Çocuk

Yörüklerde aşiret gelinleri çocuğu davarda, yolda, ocağın başında doğurur. Ocağın başında aş yaparken doğan çocuk erkek olursa sıtaralı (şanslı) sayılır. Davar başında doğan erkek çocuğu kutlu sayılır. Yabanda, odunda doğan çocukların ise ocağın yiğitleri olacağına inanılır (Yalgın, 1997: 63).

Sarılık

Adana'da doğumdan hemen sonra çocuğun fizyolojik bir değişiklikle geçirdiği sarılık için de bazı uygulamalar yapılır. Çocuğa örtülen ve giydirilen sarı giysi ve üzerine takılan sarı nesne ile sarılığın gelmeyeceğine inanılır. Halk inanmalarında uygulanan pek çok pratikte, burada olduğu gibi benzetme veya taklit öğelerinden yararlanılmaktadır (Başçetinçelik, 1998 )

Göbek Kesme

Aladağ'da yeni doğan çocuklarda göbek kesme ile ilgili yapılan tüm bu işlemlerle doğan çocuğun geleceğinin etkileneceğine inanılmakta, bu amaçla benzetme ve taklit yoluyla çocuğun gelecekte iyi okuması, inançlı biri olması, iyi bir mesleğinin olması, evine bağlı biri olması beklenmekte ve onun bir parçası kabul edilen göbek gelişigüzel, herhangi bir yere atılmamakta, büyüsel nitelikli işlemler uygulanmaktadır (Yılmaz, 2005 ).

İlk Tırnak Kesilmesi

Aladağ'da çocuğun tırnağının ilk defa kesilmesinde de bazı pratikler uygulanmaktadır. Örneğin ileride eli bolluk içinde olsun diye önüne çeşitli değerlerde para konması ve istediğini alması uygulaması bu tür büyüsel pratiklerdendir (Yılmaz, 2005 ).

Kırklama

Adana'da anne ve çocuk kırklandıktan sonra, aynı suyla veya artan suyla çamaşırları yıkanmaktadır. Adana ve çevresinde çocuk ve anne, 7., 20. ve 40. günlerde yıkanmaktadır. Kırklama adı verilen bu törenlerde suya; altın, taş, yapraklar ve çiçekler atılmaktadır (Başçetinçelik, 1998 )

Feke'de kırkıncı gün bebeğin doğumundan sonraki en önemli günlerden biridir. Bu günde çocuk, annesi ve kullandıkları eşyalar yıkanır. Böylece çocuk yeni bir döneme başlar. Uygulamalardaki kırk sayısı da dikkat çekicidir. Eski Türk kültüründe karşımıza çıkan bu formülistik sayıya bugün de rastlamaktayız (Karakaş, 2005).

Aydaş Çocuk, Aydaş Aşı

Adana'da doğumdan sonraki aylarda gelişemeyen, cılız, hastalıklı çocuğa aydaş çocuk adı verilir. Aydaş çocuk için aydaş aşı pişirilir. Bu, sembolik bir aştır. Çocuğun yeterince pişmediği düşüncesinden hareketle yapılan taklit büyülerinin uygulamasıdır. Aydaş çocuğu dikenli gül ağacının arasından ve kurt ağzının iskeletinden geçirme uygulanan diğer pratiklerdir. Eski Türklerden bugüne kadar kurt, kutsal bir hayvan olarak kabul edilmiş, kurdun derisi, bıyığı, dişi, başı halk hekimliğinde şifa verici olarak kullanılmaktadır (Başçetinçelik, 1998 )

Feke'de aydaş çocuk uygulamalarda dört yol ağzında aydaş aşı pişirme dikkat çekicidir. Burada çocuğun fiziksel olarak henüz tam anlamıyla olgunlaşmadığı ve bu şekilde yolların kesiştiği noktadan da güç alınarak çocuk ateşle olgunlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu bir taklit büyü olarak değerlendirilebilir (Karakaş, 2005 )

Köstek Kırma

Adana'da yürüyemeyen, yürürken ayakları dolaşıp düşen çocuğun kösteği kırılır. Büyülük bir işlem olarak köstek kırmada, çocuğun yürümesini engelleyen bağ kesilmeye çalışılarak taklit büyüsü yapılmaktadır. Bunun için çocuğun bacaklarına şeker sucuğu, ip, şeker torbası bağlanır ya da ayakları arasına simit konur. Köstek, ya bir çocuk, ya yaşlı bir kadın tarafından kesilir, ya da köpeğe ekmek vererek çocuğun kösteğinin kırılması istenir. Başka bir çocuğun eline sucuk verilerek yürüyemeyen çocuğun o sucuğu almak için yürüyeceğine inanılır ya da bacağına takılan simidi bir çocuğun kapmasıyla çocuğun yürüyeceğine inanılır. Çocuk yürürken köstekleniyorsa kösteği, üç salı makasla boş bir şekilde kesilir (Başçetinçelik, 1998 )

Feke'de Köstek kesme uygulamasında çocuğun yürüyememe durumunu ortadan kaldırmak için de taklit büyü şeklinde bir işlem görüyoruz. Çocuğun ayaklarına bağlı olan ip kesilerek ayaklarının açılması ve yürümesi sağlanmaya çalışılmaktadır.

Yedi İnancı

Adana'da doğan çocuğun yedi yaşına kadar saçını kesmeme veya saçını yedinci yaşında ziyarette kesme, yedi yıl başkasından giydirme ya da yedi Mehmet evinden giydirme gibi yedili uygulamalara çokça rastlanmaktadır (Başçetinçelik, 1998 ). Bebek Eşi Adana'da doğumdan hemen sonra çocuğun eşinin toprağa gömülmesi olayı eski Türklerden günümüze kadar halk geleneğinde yerini korumaktadır. Eskiden olduğu gibi bugün de eş toprağa gömülmekte göbek de uygun bir yere saklanmakta veya gömülmektedir (Başçetinçelik, 1998 ).

Loğusa ve Bebeği Koruma

Adana'da loğusa ve çocuğun bulunduğu odada bulundurulan süpürge temizliği, ayna aydınlığı ve parlaklığı, makas/satır/bıçak/demir/iğne gibi aletler gücü, nazar boncuğu kötü gözleri önlemeyi amaçlamaktadır. Odadaki kırmızı renklerle, dikkat rengin parlaklığı üzerine çekilmekte, anne ve çocuk kötü gözlerden korunmaktadır. Süpürgenin temizliği ve koruyuculuğu ile alkarasının girmesi önlenecek, aynanın aydınlığı ile kötü ruhlar uzaklaştırılacak, demir veya çelikten yapılmış aletlerle anne ve çocuk kötü güçlere karşı güçlü olacaktır. Kur'an İslamî bir öğe olarak kötülüklerin uzaklaştırılmasında araç olarak kullanılmaktadır. Kapıya bağlanan al veya dikenli çalı ile, o evde 8henüz hassas ve zayıf durumda birilerinin bulunduğuna dikkat çekilmekte ve gelecek kişiler uyarılmaktadır (Başçetinçelik, 1998 ).

Feke'de loğusa konusunda yapılan uygulamalarda, doğumdan sonra zayıf düşen anneyi hastalıklardan koruma ve eski gücünün geri kazandırma düşüncesini görmekteyiz (Karakaş, 2005).

Bebeğin Nazardan Korunması

Adana'da çocuğa nazar değmesinden çekinilerek bazı uygulamalara başvurulur. Bunun için çocuğa nazar boncuğu veya çengelli iğne takmak, çocuğun ilk kakalı bezinde var olduğuna inanılan güçten yararlanmaktır. Çocuğun ilk kakalı bezi, kutsal bir nesne gibi 40 gün saklanmakta, kötü etkileri uzaklaştıracağına, yaraları iyileştireceğine inanılmaktadır. Kapıya asılan soğanlı iğne, kırmızı kurdele de, kapıdan gireceğine inanılan kötü güçlerin girmesini engellemek içindir (Başçetinçelik, 1998 ).

Diğer Doğum Adet ve İnanmaları (K.2,K.4, K.5, K11,)

* Yörüklerde, erkek çocuk obanın alevi, kız çocuk evin közüdür, sözü yaygındır.

* Çocuk doğunca tuzlanır, mersin yapraklarına sarılır. Tombulak kökü dövülerek toz haline getirilir. Kırk gün tombulak tozu katılmış suyla yıkanır.

* Çocuk kırk günlük olunca vücuduna bal sürülür. Ak toprak tozu serpilerek kundaklanır.

* Diş çıkaran çocuk için buğday kaynatılır, süt dağıtılır.

* Bebeğin göbeği düşünce kırkı tane taş sayıp taşları çocuğu yıkayacakları suya atarlar. Bebeği yıkarlar.

* Bebek yaşamıyorsa yedi yaşına kadar yedi kapıdan istenilen elbiselerle giydirilir. Eğer bebek erkekse saçı yedi yaşına kadar uzatılır. Kesilirken de kurban kanı akıtılır.

* Adana ve çevresinde doğacak çocuğun yaşaması için yedi Mehmet evinden para toplama uygulamasına rastlanmaktadır (Başçetinçelik, 1998 ).

* Adana'da Bulgur, soğan, ciğer gibi yiyeceklerin anne sütünü çoğaltacağına inanılır. Anadolu'nun değişik yörelerinde anne sütünün çoğalması için çeşitli şekillerde uygulanan büyüsel pratiğe burada; otlamaya giden ineğin ağzına soğan verilmesi, çobanın avucuna kavurga verilmesi biçiminde rastlanıyor (Başçetinçelik, 1998 ).

EVLENME ADETLERİ, İNANIŞLARI VE BUNLARA BAĞLI PRATİKLER (K.12,K.1, K.13,K.15, K.16)

Kuşak Kuşatma

Kuşak bağlama âdeti gelinin yakınları tarafından bağlanır ve bekâreti temsil eder. Düğün günü gelinin erkek kardeşi yoksa dayısı veya amcası gelin kuşağı adı verilen kırmızı ipek şeridi, gelinin beline üç defa çözerek bağlar. Bu davranışla gelinin gideceği yere bolluk, bereket ve uğur getireceğine inanılır.

Eski Türk inançlarında alplerin, kamların kuşandıkları kuşak ile, kutsiyet ifade eden üç sayısının birleştiği görülür. Kuşak kuşama, İslâmiyet'in kabulüyle çeşitli tarikatlarda ve Ahilik teşkilatında varlığını sürdürmektedir.

Gelin Başı Salavatlama

Çeyizden sonraki gün yenge, kız evine gelir. Akşam kına eğlentisi düzenlenir. Kınada davetliler oynar, eğlenir, sonra da kına yakılır. Eğlence bittikten sonra gelinin başı salavatlanır ve başında kelle şekeri kırılır. Şekerin bir kısmı ayrılır, düğün günü gelinle damat eve gittiğinde şerbet yapılıp içirilir. Eskiden kaynana, gelinin sözünü tutması için şerbete tükürürmüş.

Tarsus'ta oğlan evinden iki tepsi öteberi hazırlanır. Köyün erkekleri bu tepsileri alır, gezdirerek kız evine getirir. Bu eşyalar kız evine bırakılır. Köy halkı kız evinde toplanır. Gelin ortaya getirilir, davul çalınır, oynanır. Gelin bacı (Köyün ileri gelen, hali vakti yerinde, dul olmayan kadını) gelir, gelinin başında el demiriyle kelle şekeri kırar. Kınaya gelenler başlarının ağrımaması için bu şekerden yerler. Şekerin baş kısmı oğlanın annesine ya da kız kardeşine verilir. İlk gece gelinle damada bu şekerden şerbet yapılıp içirilir. Gelinin başına altın veya para atılır .Akşam komşular gelir, gelin ortaya alınır, kına yakılır. Kına özendikten sonra gelinin eline biraz konur. Bu kına salavatlanır ve damada gönderilir. Damat bu kınayı serçe parmağına yakar (Dalgıntekin, 1995).

Adana'da duvak günü, kimi yörelerde çeşitli büyüsel pratikler de uygulanmaktadır. Bunların bazılarında gelin kıbleye doğru dönerek bir yastığa diz çöküp dua etmektedir. Yastığın etrafında üç kez döndürülmekte, ardından yastığın üzerine diz çöktürülmektedir. Ortaya konan yastığın üzerinden atlatılmakta ve dilekte bulunması istenmektedir. Ayrıca beraberinde getirdiği tuz ve şekeri, mevlitte ortaya konan okunmuş tuz ve şekerle karıştırmaktadır. Tuz ve şekerin üstünde durduğu sehpayı üç kez salavatla kaldırarak dilekte bulunmaktadır. Yapılan bu pratiklerde amaç, gelinin yeni geldiği bu evde ağzının tatlı, geçiminin iyi, çocuklarının sağlıklı olmasıdır. Yastığın obje olarak kullanılması, evlilik için toplumumuzda sıkça kullanılan bir yastıkta kocama sözünün bir yansımasıdır. Bu pratikle çiftlerin aynı yastığa yıllarca baş koymaları istenmektedir (Başçetinçelik, 1998 )
Testi Kırma

Tarsus'ta gelin, oğlan evine gidince eline bir ibrik su verilir. Su yere döktürülür ya da gelin eve girerken atılarak kırılır. Bunun sebebi suyun aydınlığın sembolü olmasıdır. Yere dökülen suyun evlilere huzur ve mutluluk getireceğine inanılır. (Dalgıntekin, 1995). Testiye ceviz koyma eski Türklerdeki saçı karşılığıdır. Bu hareket bir çeşit hayır duası almaya, birilerini sevindirmeye yöneliktir. Aladağ'da üzüm, şeker, buğday, para gibi şeylerin gelinin başına saçı olarak serpildiği görülmektedir. Feke'de gelin eve girerken yapılan bardak kırma ve kapıya yağ-bal sürme âdeti ise gelinin ileride uğurlu, tatlı dilli ve evine bağlı bir kadın olması dileğini sembolize eden bir uygulamadır. Ayrıca damat ve gelinin üzerine serpilen arpa ve şeker ailenin bereketli olmasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemdir (Karakaş, 2005 ).

Kilit Açma

Adana'da belli bir yaşa geldiği halde evlenemeyen kızların kısmetlerini açmak için çeşitli yollara başvurulur. Bunların başında kilit açma gelir. Kilit açma eylemi, cuma günü camiden ilk çıkan kişiye yaptırılmaktadır. Kilit kızın başının üstünde açtırılmaktadır. Kimi zaman kilit perşembe akşamı bir delikanlıya kapattırılmakta kimi zaman da camiye giren kişiye kilit verilmekte; bu kişi girerken kilitlediği kilidi, camiden çıktıktan sonra dualarla açmaktadır. Kilidin kapalılığı ile kısmetin kapalılığı arasında ilişki kurulmakta ve kilidin açılmasıyla kısmetin de açılacağına inanılmaktadır. Benzetme öğesinin kullanıldığı bu büyüsel pratiğe dini motifler de eklenerek işlemin dinsel güçlerle donatılması sağlanmıştır. İşlem, Müslümanlar için kutsal sayılan cuma günü yapılmakta ve halk arasında kutlu kabul edilen sayı üçle, 3 cuma tekrarlanmaktadır. Kısmet açma için kızın elbisesinden yırtılan parçalar dilek ağacına bağlanır. Ağaçlara çaput bağlama pratiği İslâmiyet öncesi Türk topluluklarında da görülen kansız kurban sunma pratiklerindendir (Başçetinçelik, 1998 )

Yörede uygulanan kilit açtırma âdeti, benzetmeye dayalı büyüsel bir işlem olarak değerlendirilebilir. Kısmetin kapalılığı, kilidin kapalılığına benzetildiğinden kilidin açılması yoluyla kısmetin de açılacağına inanılır (Karakaş, 2005 ).

Saçı Saçma

Anadolu'nun hemen her yerinde olduğu gibi Adana ve çevresindeki geleneksel düğünlerde de gelin oğlan evine geldiği zaman başından, buğday-arpa, kuru üzüm, şeker ve bozuk para atılmaktadır. Serpilen buğday, para ve arpa ile gelinin yeni evine bereket getirmesi, kısmetinin bol olması, çocuklarının olması; üzüm ve şeker ile gelinin yeni evinde ağız tadının iyi olması; para ile de gelin ve damadın zengin olmaları amaçlanır. Bu saçıyı; çoğu kez kayınvalide ya da aile büyüğü bir kadın, gelinin arabası üstüne ya da indikten sonra başı üzerine serper (Başçetinçelik, 1998 )

Levirat

Önceleri İslâmiyet'in uygulamasında olmayan bazı âdet ve inanmaların İslâm tarafından da onaylandığını söyleyebilir ve levirat âdetini buna örnek olarak verebiliriz. İslâmiyet'in üvey annelerle evlenmeyi yasaklayıp kadınların ölen eşlerinin kardeşleriyle evlenmesini emretmesinden sonra levirat âdeti bu yönde uygulanmaya başlamıştır.

Tozak

Güneyde Türkmenlerin kız ve gelinleri, tavuk tüylerini boyayarak başlarına takarlar, onun ismine tozak denir. Tozak takılırken şu mani söylenir:

Yel vurur kozak oynar
Başında tozak oynar
Ben yarimi ne yaptım ki
O benden uzak oynar

Bu tozak, köy kadınları tarafından saatlerce hazırlanarak yapılır. Bu tozağı takan kızların kısmetinin açılacağına, tozağı takan gelinlere ise uğur getireceğine inanılır (Yalgın, 1997: 143).

Diğer Düğün Adet ve İnanmaları

(K.15,K.16,K.17,K33,K.34,K.35)

* Ekmek ve buğday bereket demektir. Yörük düğünlerinde kaynana, gelinin üstünde ekmek böler, bu üç defa, gelin bereketli olsun diye yapılır. Sonra Kur'an-ı Kerim gösterilir (Cin, 2004).

* Düğünde geline su gibi aydın, uğurlu olsun diye su ceresi kırdırılır. Gelin evinde tatlı olsun diye su ceresinin içine şeker katılır(Cin, 2004).

* Gelinin başında, uğurlu tatlı dilli olsun diyerek şeker kırıp pekmez gezdirirler(Cin, 2004).

* Gelin babasının evinden giderken arkasından kovayla su serpilir. Amaç gelinin babasının evinden soğuyup gittiği yere alışmasını sağlamaktır.

* Gelin, oğlan evine geldiğinde, arabada ya da herhangi bir binek hayvanı üzerindeyken gelinin ilk çocuğunun erkek olması dileğiyle kucağına erkek çocuk verilir.

* Gelinin üzerine saçı olarak buğday, arpa vb. gibi tahıl atılır. Bundan amaç gittiği yere bereket götürmesini sağlamaktır.

* Gelin, damadın evine girmeden önce kayınbaba ve kaynana kapının iki tarafında durarak ellerini yukarıda birleştirirler. Amaç ana babanın sözünden çıkmasını önlemektir.

* Gelinin kucağına çocuk verilir. Gelin de çocuğa mendil, şapka, çorap verir. Geline
pamuk ipliği kırdırılır. Bundan amaç gelinin huyunun kırılmasıdır.Yeşil bir yaprağa yağ ve bal sürülür, gelin bunu kapıya yapıştırır.

* Düğün ve önemli olaylarda toy adı verilen toplu ziyafet.

* Genç kızların, gelin kınasından uğur amacıyla bir parça saklamaları.

* Geline hayırlı uğurlu olması için saçı saçma.

* Gelin başlığına tavuk tüyü takma.

* Gelin başlığı olarak kartal tüylerinden yapılmış kepezin kullanılması.

* Gelinin iyi huylu olması için iplik kırma.

* Düğünde düğün evine bayrak asma.

* Düğüne konuk olarak gelen obaların bayraklarıyla gelmeleri.

* Gelin alayının mezarlık çevresinde döndürülmesi.

* Yeni gelin aileye huzursuzluk getirmesin diye ayağının altı hafifçe yakılır.

* Gelin eve gelmeden önce kapıya bir ip bağlanır ve yağ hazırlanır. Gelin eve girerken ipi kırar, yağı kapıya sürer, su koydukları kabı devirir ve içeri girerler.
* Kısırlık olmasın diye gerdek gecesi gelin ve damada yumurta yedirirler.
 

MURATS44

Özel Üye
Çukurova Konar-Göçer Türkmenlerinin Halk Kültürlerinde Eski Türk İnançlarının İzleri

Ölüm olayı gerçekleştikten sonra yeni bir ölümün olmaması için, ölünün yattığı yere taş konması; taşın ağırlığının ölümü alması, yok etmesi için, işi biten kazanın ters çevrilmesi; kazanın yeni bir ölümde kurulmasını önlemek için, cenaze geçerken ve yıkanırken çoluk çocuğun bile uyandırılması; uyuyanların, özellikle daha korumasız olan çocukların ölü baskınına uğramamaları için, ölünün yıkanacağı suyun evden kullanılmayıp dışardan getirilmesi; ölümün evdeki diğer bireylere bulaşmasını önlemek için, cenazeden sonra evde üzerlik , buhur tüttürülmesi; evin süpürülmesi; evde dolaşan ölüm ruhunu ve diğer kötü ruhları uzaklaştırmak için, cenaze evden çıkarılırken arkasından oklava ya da bıçak gibi şeyler atılması, haftanın ilk günü ölen cenazenin yıkanırken üstünde oklava kırılması; evden çıkan ölünün arkasının kesilmesi, devamının olmaması için, cenaze evinden geldikten sonra el yüz yıkanması; ölümün bulaşmaması için uygulanan davranışlardandır (Başçetinçelik,1998 )

Toplumumuzun her kesiminde ölümün belirli günlerinde uygulanan pratikler, İslamiyet öncesi Türk toplumlarında da uygulanan adet ve inanmalardandır. Her dönemde Türk topluluklarında ölünün gömüldüğü gün eve dönüşte , kurbanlar kesilip yemekler yenmiş ve bu toplu yemek yeme özellikle 3., 7., 20. ve 40. günde bütün köy ve oba halkının katılımıyla ölenin ruhu için tekrarlanmıştır. Özellikle ölümün yıl dönümünde yapılan törenlere büyük önem verilmiştir. İslamiyet'ten sonra, İslâmî çevrelerin ölünün ruhu için yemek yeme pratiğini hoş görmemelerine ve karşı çıkmalarına rağmen, belirli günlerde yenen bu yemekler İslâmî motiflerle de renklenerek ölünün ruhu için okunan dua, Kur'an ve mevlitlerle yüz yıllardır Müslüman Türk topluluklarında uygulana gelmiştir (Başçetinçelik,1998 )

Ölen kişinin eşyaları yıkanarak ve temizlenerek ölümden arındırılmakta ve başkalarına verilerek de ölüm evden dışarıya çıkarılmaktadır. Ölünün bıraktığı eşyalarıyla, geride kalanları tedirgin edeceği korkusu, uygulanan pratiklere egemen olmaktadır. Yine de bu amaçla, ölenin gözünün arkada kalmaması için, ölenin en yeni giysisi tabutun üstüne konulmaktadır. Ölenin eşyalarıyla ilgili bu uygulamalarda İslamiyet öncesi Türk topluluklarında görülen, ölenin öte dünyada da ihtiyacı olacağı düşüncesiyle; ölünün giysileriyle ve eşyalarıyla gömülmesi pratiğinin izlerini görmek mümkündür (Başçetinçelik,1998 )

Eski Türklerden günümüze kadar Türk toplumları için mezarlar ve mezarlıklar kutsal yerler olarak kabul edilmiş, sık sık ziyaret edildiğinde ölülerin mutlu olacağına inanılmıştır. Atalar kültü eskiden olduğu gibi bugün de işlevini sürdürmektedir.

Feke'de yıkama ve kefenleme İslâmî usullere göre yapılmaktadır. Ölünün yıkanması, abdest aldırılması, kefenlenmesi bu esaslara göre yapılan uygulamalardır. Bunların yanında ölünün yıkandığı suyun kaynatıldığı kazanın ters çevrilmesi ise büyüsel bir işlem olarak değerlendirilebilir. Kazanın ters çevrilmesiyle ölümün kazanın altında kalması ve oradan uzak olması sağlanmaya çalışılmaktadır (Karakaş, 2005 ).

Feke'de ölü evinde gördüğümüz âdetler bize eski Türklerde görülen mezardan dönenlerin ölünün çıktığı eve gelip topluca yemek yemelerini ve içki içmelerini hatırlatmaktadır. İslâmî gelenek içinde içki yasak olduğu için içki içme âdeti kaybolmuş; fakat topluca yemek yeme âdeti devam etmektedir. Bu da bize eski kültür izlerinin İslâmiyet'e rağmen bugün hâlâ varlığını devam ettiğini
göstermektedir (Karakaş, 2005 ).

Feke'de ölen kişinin eşyalarının yıkanıp ihtiyaç sahiplerine verilmesi dini bir işlem gibi görünmesine karşın bu işlem, ölümün arıtılıp evden uzaklaştırılması ve ölünün tekrar geri gelebileceği inancına dayalı büyüsel bir işlem olarak değerlendirebiliriz.Ölenin yakınları, devir ile ölen yakınlarının 12
dünyada yerine getiremediği İslâmî emirleri yerine getirmeye çalışırlar. Böylece geride kalanlar ölenin diğer dünyadaki durumunu kolaylaştırdıklarına ve rahat olmasını sağladıklarına inanırlar (Karakaş, 2005 ).

Aladağ ve çevresinde, ölünün ardından bir dizi âdet ve inanma uygulanır. Dinsel yönü ağır basan bu uygulamalarda, büyüsel pratikler de görülür. Rüyaların, birtakım nesnelerin ve hayvanların ölümü çağırdığı düşünülür. Ölümü uzaklaştırmak için çeşitli davranışlarda bulunulur. Cenaze çıktıktan sonra kötü ruhları evden uzaklaştırmak için tütsü yapılır (Yılmaz, 2005 ).

Eski Türklerden günümüze gelen bir inanışla, ölünün gömüldüğü gün, mezardan dönenlerin ölü evinde yemek yeme geleneğine Aladağ'da da rastlıyoruz (Yılmaz, 2005 ).

Aladağ'da ölünün evinin kapısı yedi gün hiç kapanmamakta, gelen gidenler olmaktadır. Bu arada, kişinin öldüğü odada yedi gün ışık yakılmaktadır (Yılmaz, 2005 ).

Aladağ'a vardır. Ruhun ölmezliğine inanıldığı için ölüm kelimesi yerine dünya değiştirdi , göçtü , don değiştirdi , hakka yürüdü gibi terimler kullanılır.

Mezar saçısı

Eski Türkler, olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanılan iye ve ruhları memnun etmek, onların yardımını ve rızasını kazanmak amacıyla yiyecek-içecek dağıtırlardı. Bunlara saçı adı verilmiştir. Saçılar öz itibariyle kansız kurban niteliğindedir. İşte mezarların üstüne serpilen arpa, buğday, bulgur gibi yiyecekler de iyeleri memnun etmek amacını taşır. Kansız kurbanlar sayesinde kara iyeleri memnun ederek mezardan uzaklaştırmak ya da ak iyelerin yardımını kazanmak amacının güdüldüğü söylenebilir. Mezar üzerine arpa ya da buğday serpilmesindeki amaç; mezar
başına gelen hayvanların bunları yemesi ve ölüye sevap kazandırmasıdır.

Ölüye Kına Yakma

Taşeli yöresinde yaşlı hastalar ölmeden önce el ve ayaklarına kına yakılarak süsleme, ölüye kına yakma, ölüye sürme çekme ve başına çiçek takma işlemleri uygulama eski inanç kalıntılarıdır. Ölen kişi iyi bir insan ise çiçeğin çürümeyeceğine inanılır (Dalgıntekin, 1995).

Ölü Evinde Işık

Çukurova'da ölünün yıkandığı yerde ışık yakılır. Eski Türklerden beri bu âdet değişik şekillerde kendini göstermektedir. Türk inançlarına göre, ölü evine kırk gün süre ile girmeye çalışan ruhlar bulunmaktadır. Ölüm ruhlarından korunmak için ölü evinde kırk gün ışık yakılır. Kırgız-Kazaklarda ölünün ruhu için ölü evinde her gün bir tane mum yakılır ve bu kırk gün devam eder. Bu inanç Göktürklerde, Bulgaristan ve Azerbaycan Türklerinde, Ağrı, Van ve Erzurum'da da görülmektedir. Türk inançlarına göre, ölü evine kırk gün süre ile girmeye çalışan ruhlar bulunmaktadır. Ölüm ruhlarından korunmak için ölü evinde kırk gün ışık yakılır.

Ölü Kazanını Ters Çevirme

Çukurova'da ölünün yıkanmasından sonra ölü suyunun kaynatıldığı kazan ters çevrilip üzerine su konur. Kazanın ters çevrilmesinin sebebi; bir daha suyun ısınmaması, yani bir daha o ailede ölüm olayının yaşanmasının istenmeyişidir. Kazanı kuran ve kaldıran kişinin aynı kişi olması gerekmektedir. Kazan ters çevrildikten sonra üstüne su konmasının sebebi; ölen kişinin ruhunun eve geldiğinde bu sudan içmesini sağlamaktır. Çukurova'da kazan ters çevrildikten sonra içine bir de mum yakılır. Cenaze suyunun kaynatıldığı kazanın ateşi söndürülmez (Dalgıntekin, 1995).

Günlük Tüttürme

Aladağ'da cenazenin kefenlenmesi sırasında bir kaba yakılan ateşten alınan biraz köz konur ve üstüne de günlük serpilir. Bu, ölünün çevresinde gezdirilir. Günlükten çıkan koku kefene ve cenazeye tüttürülür. Buna günlük tüttürme denir. Bu, ölünün güzel kokması, öbür dünyaya temiz gitmesi ve öbür dünyada yerinin de kokusu gibi güzel olması için yapılır (Yılmaz, 2005 ).

Murt Dalı

Tarsus'ta bazı köylerde ölünün yıkanacağı suya murt dalı atılır; çünkü murt dalı kutsal sayılır. Hz. Muhammed murt dalının kutsal olduğunu söylemiştir. Tüm bitkiler sabaha kadar kırk defa silkinirken murt dalı, yaz kış namaz kılarak Allah'ı zikreder. İşte bu nedenle dört mevsim yeşil kalır (Dalgıntekin, 1995).

Ölü Aşı

Tarsus'ta cenazenin kalktığı yere, bir tabak un, bir soğan ve bir kaşık yağ ilave edilerek konur, sonra da bir fakire verilir. Yörede pek nadir rastlanan bu âdetin amacı; kişinin eceliyle öldüğünü belirtmektir. Bu pratiğin uygulanmasında kötü iyeleri memnun etmek için ikramda bulunma, kötü iyelerin kötülüklerini uzaklaştırma gibi bir amacın olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla eski inanç sistemleriyle bağlantı kurabiliriz (Dalgıntekin, 1995).

Ölü Evini Temizleme

Tarsus'ta ölümle ilgili bir inanışa göre, Azrail can alacağı zaman evde bulunur. Ölen kişi kötüyse Azrail can alırken balta, bıçak gibi kesici aletler kullanır. Bu esnada, kanlar etrafa sıçrar. İşte bu sebeple cenaze kaldırılınca evin sergisi de kaldırılır ve iyice yıkanır. Altay Türklerinde de ölüm olayından dolayı kirlendiği kabul edilen ev, özel olarak davet edilen kamlara temizletilirdi (Dalgıntekin, 1995).

Şişe Kırma

Kefenin üzerine zemzem suyu ve koku sürüldükten sonra bunların içinde bulunduğu şişe yere atılarak kırılır. Bunun sebebi; bir daha ölüm olayının gerçekleşmesini istememedir.

Mezarlık Adetleri

* Tarsus'ta mezar üzerine dikilen bitkilerin hem mezarın kaybolmasını önlediği hem de sallandıkça ölünün günahlarının döküldüğüne inanılır (Dalgıntekin, 1995).

* Mezarın başına kırmızı bayrak takılır.

Ölü Ardı Yemek Verme

Ölünün arkasından kırkıncı gün yemek yapılır, elli ikinci gün lokma dökülür. Tarsus'ta yas törenlerinin başında ölünün ruhu için verilen yemekler gelir. Ölünün 7-40 ve 52. günlerinde tanıdıklara yemek verilir ya da ölünün ruhuna Kur'an-ı Kerim okutulur. Eski Türklerde de cenaze törenlerinde at yarışları düzenlenir, ölü aşı denen ziyafetler verilirdi. Ölünün 7-40 ve 52. günlerinde yapılan yemekler aslında İslâmi kurallardan değildir. İslâmiyet'e göre bu yemekleri yapma zorunluluğu yoktur; ama zamanla 7-40 ve 52 gibi formülistik sayılara zamanla İslâmiyet'e girerek İslâmi renge bürünmüş, halk tarafından kabul görmüştür. Böylece İslâmiyet'in aslında olmayan bir pratik İslâmi nitelik kazanmıştır (Dalgıntekin, 1995).

İslamiyet öncesi adet ve inanmalarda görüldüğü gibi, ölünün ruhuna yemek verilmesi ya da öte dünyada da tıpkı bu dünyada olduğu gibi yemek yediği düşüncesi, günümüz toplumunda da görülür.

Mezar Ziyareti

Bulgar Dağı Yörüklerinde gelin alayı doğru obanın mezarlığına gelir. Topluca mezarlığın etrafında bir defa dönülür.

Kefen Adetleri

Kefen bıçakla kesilir ve elle dikilir. Dikilirken ipin başına ve sonuna düğüm atılmaz. Düğüm atıldığı takdirde öteki dünyada görüşülemeyeceğine inanılır.

Kazma Kürek Takırtısı

Cenaze evinde ölü gömüldükten sonra bir ziyafet verilir. Buna kazma kürek takırtısı denir. Türkmenler, genç ölmüş bir adamı gömdükten sonra, onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkan elbiseyi bir ağaca giydirirler. Köyün kadınları donatılmış bu at ve giydirilmiş ağacın karşısına geçerek ağıtlar okuyup ağlarlar (Cin, 2004).

Eski Türklerden günümüze kadar gelen bir gelenekle, ölünün gömüldüğü gün, mezardan dönenlerin ölü evinde yemek yeme pratiğine Adana ve çevresinde de rastlıyoruz. Kazma-kürek yemeği veya kazma takırtısı adı verilen bu yemek toplu şekilde ölünün ruhu için yenilmektedir (Başçetinçelik,1998 )

Diğer Ölüm Adet ve İnanmaları

(K.18,K.19,K.20,K.21)
* Ölünün canı için yedi gün çörek dağıtılır. Helva dökülür.

* Ölü çıkan eve ertesi gün ekmek ve yemek göndermek adettir.

* Cenaze suyunun alındığı su kabının (kevki) ağzı bıçakla açılmaz taşla kırılır.

* Ölüm âdetlerinde gece ateş yakılması.

* Ölüm sonrası toplu yemek.

* Cenaze ateşinin söndürülmemesi.

İNANIŞLAR İNANMALAR VE BUNLARA BAĞLI PRATİKLER

Nazar

Nazar çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların
bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için nazar boncuğu , göz boncuğu v.s. takılır. Nazar eski Türk inançlarındandır.

Nazara çok inanılır. Bazılarının ışıklı bir göze sahip olduğuna, bu insanların kötü bir
niyetle baktıklarında nazar değdiğine inanılır. Özellikle nazar değmesin diye karaçalı, dardağan, kördikenden süs yapılarak mavi boncukla birlikte hayvanların boynuna takılır. Ayrıca deve boncuğu ve gök boncuk, hayvanlara ve çocuklara takılır. Nazar için üzerlik otu ateşe atılıp yakılarak insanlara ve hayvanlara koklatılır. Nazar için kurşun dökülür, tuz yakılır ve nazar değdiğine inanılan kişilerin üzerlerinden çevrilir. Nazara karşı karaçalı taşınır. Nazar değmesin diye evlere hayvan iskeleti asılır.

Feke'de nazara büyük ölçüde inanılması konusunda, nazarın çeşitli hadislerde ve ayetlerde yer aldığına işaret etmek gerekir. Nazar İslâmiyet kaynaklı olmasına rağmen nazara karşı yapılan uygulamalar büyük ölçüde dini gelenek içerisinde yer almayan büyüsel uygulamalardır (Karakaş, 2005 ).

* Yörükler nazara inanırlar. Nazar değmesin diye gök renkli boncuk taşırlar ya da kara çalıyı iç çamaşırlarına takarlar.

* Nazar değmesin diye üzerlik otunun tohumu yakılır. Tütsünün altına girilir. Urasa- Sanaka Hastalıklar, nazar için yapılan tılsımlarla kurşun dökme, kömür söndürme, mum dökme ve üzerlik yakma gibi kocakarı tedavilerine urasa denir. Güney yurtta sayılamayacak kadar çok urasa vardır. Urasa grubuna giren halk inançlarından bazıları şunlardır: Dolu yağarken sokağa bir demir parçası atılması, sarılığa yakalanan kişinin yüzüne habersizken tükürülmesi, gebe kadının bir taş alıp meyve vermeyen bir ağacın dibine yerleştirmesi. Urasalarda Türkçe olarak okunan temenni ve duaların ismine sanaka derler. Elemtere fiş, kem gözlere şiş gibi. Parpı: Bir aletle çizgiler ve dağlamalar gibi insan ve hayvan vücuduna ameliyat yapmanın adıdır. Uğur dövmeleri yapmak, dalak kesmek gibi (Yalgın, 1993: 509).

Tuz Ekmek Hakkı

Başı ağrıyan kişinin başının etrafında tuz veya ekmek gezdirilir, ateşe atılır. Bu uygulama ateşe atılan tuz ve ekmek ocak iyesine verilen bir saçıdır. Tuz ekmek hakkı nın Türk halk inançlarında önemli bir yeri vardır (Yalgın, 1997: 62).

Ateş

Aladağ Yörüklerinde ocakta ateş yanarken (hıss) diye bir ses çıkarsa ev halkının iyilikle yad edildiği, bereket temenni edildiğine inanılır. Bu inanç ocak iyesi ile kurulan iletişim ve onun mutlu edilmesine verilen önemi göstermektedir (Kalafat, 1994: 184).

Ateşe hürmet çoktur. Ateş için şöyle dua etmek Türkmen adetlerindendir. Ey Allah bizi nurdan, nardan ayırma. (Cin, 2004).

Ocak

Yörede ocaklı olarak adlandırılan kişiler bize İslâmiyet öncesindeki Şamanları hatırlatmaktadır. Eski Türklerde Şamanların hastalıkları sağaltma güçleri olduğuna inanılırdı. Şamanlar bu güçlerini genellikle büyüsel işlemler ile kullanırlardı. Ocaklı kişiler geçmişte Şamanların yerine getirdiği sağaltma işlevini yerine getirmektedir. Muska yazma ve okuma türünden işlemler de İslâmî motifleri simgelemektedir (Karakaş, 2005 ).

Yörüklerde ocak inanışı vardır. Kızıldere'de bir ocak varmış. Zehirli yılan soktuğunda gidilirmiş. Ocaklık elle devredilir. Büyüye, tılsıma inanılmaz; fakat ocağa gidilir. Bazı hastalıkların yalnızca yatırlara, ocaklara gidince iyileştiğine inanılır. Kızıl Yörük ve Yılancık diye bilinen ayakta veya kolda görülen bir hastalıkta mutlaka ocağa gidilir. Bu olay Perşembe günleri yapılır. Dua ile efsunlanmış bıçak batırılarak kan akıtarak hastalığın kaybolacağına inanılır (Cin, 2004).

Aladağ'da ocaklı olarak adlandırılan kişiler bize İslamiyet öncesindeki Şamanları
hatırlatmaktadır. Eski Türklerde Şamanların hastalıkları sağaltma güçleri olduğuna inanılırdı. Şamanlar bu güçlerini genellikle büyüsel işlemler ile kullanırlardı. Ocaklı kişiler geçmişte Şamanların yerine getirdiği sağaltma görevini üstlenmektedirler. Muska yazma ve okuma türünden işlemler de İslâmî motifleri simgelemektedir (Yılmaz, 2005 ).

Safer Ayı

Türkmenlerde bir yılın son sayısı altı olursa o sene uğursuz kabul edilir. 12 Arabi ayının 11'i hayırlı ve uğurludur. Yalnız bu aylardan safer ayı uğursuz bir ay sayılır. Bu ayda kurban veya tavuk boğazlamak adettir. Hatta safer ayında her aile reisi, safer geldi, iğnenize sahip olun diye uyarır. Bu ayda insanın evinden bir şey kaybolursa veya bir şey gereksiz yere harcanırsa veya bir kaza meydana gelirse o yedi sene uğuru dönmez diye bir inanç vardır (Yalgın, 1997: 60).

Tahtaya Vurma

İstenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya üç kere vurulması kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir inanıştır.

Ateşin Günahlardan Arındırması

Ateşin üzerinden atlayarak günahların dökülmesi inancı ateş kültüne dayanmaktadır.

Tütsüleme - Üzerlik Tüttürme

Tütsüleme, üzerlik tüttürme eski Türklerdeki ateşin temizleyicilik ve koruyuculuk işlevine günümüzde de inanılmaktadır. Tütsüleme inancı, üzerlik tüttürme âdeti Tarsus'ta olduğu gibi Harput, Eskişehir, Doğu Anadolu ve Güney Azerbaycan'da da vardır (Cin, 2004 )

Saçı Saçma

Anadolu'nun hemen her yerinde olduğu gibi Adana ve çevresindeki geleneksel düğünlerde de gelin oğlan evine geldiği zaman başından, buğday-arpa, kuru üzüm, şeker ve bozuk para atılmaktadır. Serpilen buğday, para ve arpa ile gelinin yeni evine bereket getirmesi, kısmetinin bol olması, çocuklarının olması; üzüm ve şeker ile gelinin yeni evinde ağız tadının iyi olması; para ile de gelin ve damadın zengin olmaları amaçlanır. Bu saçıyı; çoğu kez kayınvalide ya da aile büyüğü bir kadın, gelinin arabası üstüne ya da indikten sonra başı üzerine serper (Başçetinçelik, 1998 )

Güneş ve Ayı Kutsama

Anadolu'da güneşin ve ayın ilk görülmesi sırasında, ya da ay hilalken niyaz eder, dua eder, kutsarlar. Bunlar İslam'da yoktur. Eski Türk inancı olan Göktanrı (Kök-Tengri) inancından kaynaklanmaktadır. Akarsuların, kaynakların, göllerin, bazı ağaçların kutsal sayılması onların kesilmemesi doğa inançlarından kalmadır.

Kümbetler

Kümbetler göçebe kültürü olan çadır'ın mimariye taşınmasıdır. Gök-tanrı inancında gök kubbelerdir. Kubbelerin gökyüzünü andıran kısmı mavi olur.

Eşiğin Kutsallığı

Kapıdan içeri girilirken eşiğe basılmaması eski Türk inançlarından kalma bir inanıştır. Eşik saygın ve kutsaldır. Din büyüklerinin yattığı yatırlar ziyaret edilirken eşikleri niyaz edilir, o kapıdan şefaat beklenir. Anadolu'da evlenip yeni evine giren gelin, yeni evine (yeni hayata) girerken evin eşiğini niyaz eder.

Hayvan Desenleri

Şamanın yılan, akrep, çiyan, kunduz v. s. yabani - zararlı hayvan şekilleri çizerek onları kaçıracağına inanılırdı. Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim üzerindeki akrep, yılan, kırkayak gibi hayvan resimlerinin zararlı olan resimdeki hayvanları kaçıracaklarına inanılır.

Mum Yakma

Mum yakılması ve ateş yakılması eski Türk inançlarındandır. Bunun kökeni ateşin kutsal sayıldığı döneme dayanır. Ateşe, suya, taşa, türbeye dua edilmesi buralardan medet umulması eski inançlardan kalmadır. Anadolu'da yatır, türbe, dergah, kutsal taşlar, mezar v. b. ziyaretlere gidilir.

Dolu Kesme

Doluyu dindirmek için bir anne, ilk çocuğunun eline en büyük dolu parçasını verir, Anamın ilkiyim, dağda gezen tilkiyim dedirttikten sonra bıçakla dolu parçasını kestirir. Doluyu dindirmek için havaya bir demir parçası atılır.

Kurşun Dökme

Bir kimse çok fazla hasta değilse kurşun dökme yöntemine başvurulur.

Bez, Çaput Bağlama

Anadolu'da yatırlara, bazı ağaçlara ve kutsal sayılan yerlere bez veya çaput bağlamak, bu yolla adakta bulunmak inancı sürmektedir. Bu inançların kökeni eski Türklerin çaput bağlanması yoluyla dilek dileyerek adak adaması kansız kurban sayılan inançlarına dayanır.

Kutsal yerlerdeki ağaçlara bez bağlama âdeti, geniş bölgelere yayılmış çok eski bir inanıştır. Eski Türklerde nasıl yerle göğü birleştiren bir kazık, bir direk veya kutsal ve efsanevi bir ağaç varsa, örneğin Başkurt Türklerinde de her kabilenin, orman içinde kutsal bir ağacı vardı. O ağacın üzerinde de aynı kabilenin tözü sayılan bir kuş tünerdi. (Dalgıntekin, 1995).

Tarsus yöresinde Kaplan Dede, Arıklı, Yedi Kardeşler ve Eshab-ı Kehf çocuğu olmayan kadınların ziyaret ettiği ziyaret ve türbelerdir. Kadınlar buralarda dua ederek bu insanların yüzü suyu hürmetine Allah'tan bir çocukları olmasını dilerler. Bu duaların yanı sıra yatır ya da yanındaki ağaçlara bez bağlandığı da olur. (Dalgıntekin, 1995).

Dinsel nitelikte olanlar içerisinde kutsal sayılan yerleri ziyaret etme, oraların suyundan içme, toprağını elleme, türbelerine, ağaçlarına bez bağlama, kurban kesme başta gelen davranış biçimleridir (Cin, 2004).

Yatırlara Ziyaretlere Gidip Dilek Dileme Adak Adama

Feke'de yatır ve ziyaretler halk tarafından kutsal olarak görülmekte ve bunlardan yardım umulmaktadır. Yöredeki ziyaretler genellikle tepelik yerlerde karşımıza çıkmaktadır. Bu yerlerin tepelerde yani yüksek yerlerde olmaları, oralarda yatan kişilere duyulan saygıyla ve bu kişilerin yücelikleri konusundaki inanışla açıklanabilir. İslâmiyet'ten önceki atalar kültünün bugün bu ziyaret yerlerinde velî tipi olarak devam ettiğini görmekteyiz. İslâmiyet'ten önceki atalara kurban sunma ve onların üstün güçlerinden yardım dileme pratikleri İslâmiyet'ten sonra bazı ufak
değişikliklerle velî kültü olarak karşımıza çıkmaktadır. Atalar kültüne İslâmiyet ile birlikte dua etme, namaz kılma, Kur'an okuma gibi öğeler eklenmiştir. Bu İslâmî motiflere rağmen atalar kültü büyük oranda kendini muhafaza etmiştir (Karakaş, 2005 ).

İnanç merkezlerine gidiş nedenleri :

1. Çocuk sahibi olmak, doğan çocuğun ölmesini önlemek, yaramaz çocukları ıslah etmek, konuşamayan çocukların dilini açtırmak.
2. Evlenemeyen kızların kısmetini açmak
3. Rızk arttırma dileği
4. Kayıp eşyayı bulmak
5. Kötü alışkanlıklardan kurtulmak
6. Şirinlik dileği (kısmet açma)
7. Askerden sağ salim dönme dileği
8. Yeni bir işe başlamadan kutsal zatın, duasını, rızasını alma
9. Doğal afetlerden korunmak

Yatır, ziyaret ve kutsal sayılan mezarlarda süren pratikler:

1. Adak kurbanı kesmek, kanını alnına sürme
2. Türbe, mezar, ağaç ve çalılara çaput bağlamak
3. Kutsal sayılan sudan içmek, yıkanmak, para atmak
4. Adağın gerçekleşmesinden sonra yiyecek dağıtmak
5. Türbeye havlu, seccade, halı, tesbih, baş örtüsü, takke, ibrik, para bırakmak vd.
6. Türbede secdeye kapanmak, gece uyumak
7. Belli hastalıkları sağalttığına inanılan yatırlarda şifa dilemek

Günlere Ait İnanmalar

Pazartesi: Soğan, biber, tütün vb. acı şeyler hiç kimseye verilmez.

Salı: Salı günü iyi sayılmaz. Göç yapılmaz.

Perşembe: Çamaşır yıkanmaz.

Cuma: Çamaşır yıkanmaz. İkindiye kadar kül atılmaz. Akşamları kimseye bir şey verilmez

Arife günü çamaşır yıkanmaz. Banyo yapılmaz.

Diğer İnanış ve İnanmalar

* Akşam üzeri veya akşam komşuya bir şey vermenin uğursuzluk getireceğine
inanılmaktadır. Buna göre, ikindiden sonra kazan verme veya komşunun un, tuz, süt istemesinin o eve felaket getireceğine inanılmıştır. Böylece, kazanın karalığı ile kara haber, un, tuz, sütün beyazlığı ile kefen arasında ilişki kurulmuş ve bu davranışlarda bulunulmaktan kaçınılmıştır (Başçetinçelik,1998 )

* Ziyarete, yatırlara ve ağaçlara dilek için bez ve saç bağlanır.

* Kumru, güvercin ve kırlangıç gibi kuşların vurulması günah sayılır. Güvercinlerin
cennetteki huri kızları olduklarına inanılır. * Kaybolan eşya için kol okunur, kol büzülürse kaybın bulunacağına inanılır. Buna kol karşılamak denir.

* Öğleden sonra bereket kaçmaması için süt, yoğurt ve damızlık verilmez.

* Yörükler koyunu pirli hayvan kabul ederler, çok kutlu sayarlar. Ayrıca çobanlığı da
uğurlu sayarlar (Cin, 2004).

* Yolda tilkinin görülmesi veya kesip geçmesi hayırlı ve uğurlu bir işe alamettir (Cin,
2004).

* Yörüklerde karaçam, kara ardıç, ağacı ve andız çok kıymetlidir, kutsal sayılır (Cin,
2004).

* Aladağ Yörüklerinde avı, avın bereketli olması için avcılar tüfekleriyle mezarlığın etrafında 3, 7 ve 40 defa döner. Bu bir tavaf olayıdır. Mezarlık, ata ruhunun bulunduğu mekândır ve ata ruhu kutsaldır (Yalgın, 1997: 385).

BAYRAMLAR, TÖRENLER, KUTLAMALAR

Şölen-Tören

Düğün, tören, şölen gibi kutlamalar eski Türk kültüründe çok yaygındır; Kutlamalar şekil değiştirmekle birlikte günümüzde de sürmektedir.

Askere Yolcu Etme Âdetleri (K.27, K.32)

Askere giden delikanlıya bir lokma ısırtılır, ısırtılan lokmanın yarısı kısmetini geri çekip getirmesi için saklanır. Bundan amaç askerin sağ salim evine gelmesidir. Yörükler, askere giden delikanlıya kına yakarlar. İnanışa göre; koçlara kına Allah'a kurban etmek için, kızların saçına kına kocalarına kurban etmek için, askere giden delikanlıların eline kına vatana kurban etmek için yakılır.

Hıdrellez

Hıdrellez günü, kim ne istiyorsa onun şeklini akşam taş ile yapar, sabah güneş çıkmadan önce onu üç İhlas bir Fatiha okuyarak bozar. Hıdrellez akşamı ateş yakılır ve ateşin etrafında dönülür. Hıdrellez'de ateşin üzerinden atlayarak günahların dökülmesi burada ağacın sallanmasıyla günahların dökülmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Dalgıntekin, 1995).

Diğer Bayram,Tören ve Kutlamalar

* Göçün hayırlı geçmesi için kurban kesme.

* Seyirlik oyunlarında Arap kılığına girme (kara motifi).

* Evin bereketinin kaçmaması için alınan önlemler.

* Ateş ve külün kutsallığı.

* Yağmur duası, koyun ve kuzusunun suyun iki yakasında meleşmesi, kurban, toplu
yemek.

* Doğum adetlerinde kutlu kavramının yaşatılması.

* Çocuklara yalnızca büyüklerin ad koyması.

* Yörük mutfağında unutulmuş eski kültür izlerinin en güzel örneklerini görüyoruz (süt dolazı, ekmek dolazı, yepinti, çileme, tovga ekmeği, batırık vb.)

DİKKAT
Sonuç:

İslamiyet öncesi inanç sistemlerindeki "aynı anda değişik kılıklarda görünme, mekan aşma, öldükten sonra dirilmiş görülme, akıldan geçenleri bilme, ölüyü diriltme, hastalıkları iyileştirme, tabiat kuvvetlerine hükmetme, hayvan kılığına girme, göklerde uçma, ateşte yanmama, başka bir keramet sahibine meydan okuyup onu alt etme, insanları taşa çevirme, düşmana kötülükler musallat etme yaşlı kadın ve erkeği çocuk sahibi yapma, su üstünde yürüme" gibi motifler Anadolu menkıbelerinde bütün canlılığıyla yaşamaktadır (Ocak, 1984:91-93; Güngör, 1996:239). Bu inançlar: halk hekimliğinde, yağmur yağdırma törenlerinde, mevsimlik törenlerde, semahlarda, kutsal ağaç, gelinin büyüsünün bozulması için su üzerinden çeyizinin geçirilmesi, kurt ağzı bağlatma, adak çaputu bağlama, albastı, taş kesilme inancı, yatır, ziyaret yerlerinden medet umma, elbise ve bazı eşyalarla gömülme vd. olarak sıralanabilir.

Türkler, İslamiyet'i kabul ettikten sonra eski inançlarından atalar ve tabiat kültlerini, şekil-don değiştirmeyi, Tanrı'nın insan şeklinde görülmesi inancını, ruhun başka bedende hayatını sürdürmesi inancı olan tenasühü, Budizm ve Şamanizm'de görülen havada uçma ve diğer sihir, büyü, ongun gibi inançlarını İslamiyet'te de sürdürdüler. Velilerin etrafında oluşan menkıbeler atalar kültüyle bağlantılıdır. İslamiyet'in kabulünden sonra atalar kültü Anadolu'da veli kültünün oluşumunda etkili rol oynamıştır (Ocak, 1992:10). Velilerin bir çoğu adıyla yaşatılırken bir çoğunun adı unutulmuş, kerametleri yatır ve ziyaretlere ad olarak verilmiştir (Artun, 2000: 40).

Yüzyıllar geçse de, toplumda çok uyulan âdet ve inanma kalıpları o toplumun her döneminde kendini gösterir. Dolayısıyla günümüzde de yaşayan âdet ve inanmalarda Türklerin ilk din ve inanç sistemlerinin izlerini bulmak mümkündür. Ölü evinde kırk gün süreyle ışık yakılması, mezar üzerine arpa, buğday, bulgur gibi şeylerin serpilmesi, cenaze törenlerinde ziyafet verilmesi, geline saçı saçmak, çocuk doğduktan sonra son un toprağa gömülmesi, eski inançların bugüne kadar gelmiş şekilleridir; ama halk bu âdet ve inanmaların çoğunun eski inançlardan geldiğini bilmemekte, hatta eski inançlardan geldiğini kabul etmemektedir. Eski Türk inançlarının izlerini taşıyan bir kısım âdetlerin niçin yapıldığını bilmeyen halk, Bu âdettir, âdete uyulmazsa olmaz karşılığını vererek âdetlerin vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. Bu da bize, ritüel işlevini kaybetmiş eski inanç kalıntılarının âdet adı altında yaşadığını göstermektedir.

Bir çok inanç ve bunların etrafında oluşmuş uygulamaların belirlenip ortaya konması ritüel olarak adlandıracağımız olguların günümüzde aldığı şekli tespit etmemizi sağlayacaktır. Ayrıca ritüellerin iç dinamiği, çalışma prensipleri ortaya çıkacaktır. İnançların çok katı, çok kuvvetli yaptırım gücü vardır. İnançlar gerek inanç sistemi içinde, gerek dinsel, gerekse toplumsal yönüyle bir takım işlevler üstlenmiştir. Çukurova Yörük ve Türkmenlerinin gelenek ve göreneklerinden yola çıkarak, eski Türk kültürünün izlerini bulmaya çalıştık. Bu tür çalışmalar sürdürüldüğünde pek çok eski kültür izlerini bulabileceğimiz inancını taşıyoruz.
 

MURATS44

Özel Üye
Dünyada ve Türkiye'de Batıl İnançlar


İlk çağlardan beri her toplumdan insanlar gerçeklik payı olmayan, korkuları, çaresizlikleri, eski gelenekleri gereği genellikle doğa üstü olan olaylara inanırlar. Bu inançlar batıl inançlar olarak isimlendirilir. Çoğu psikolojik olarak bu tür inanışların negatif etkisine maruz kaldığı için doğruluğuna ve bu tür batıl inançlara daha içten bir şekilde inanırlar. Bana soracak olursanız batıl inançların özünde yatan; topluma, bireylere bazı bilinmesi gereken şeyleri öğretmeyi korkutarak sağlamaktır. Aşağıdaki çoğu batıl inançlarda bunu görebilirsiniz. Örneğin Hıristiyanlıkta olan siyah kedi, süpürge, 13. Cuma gibi batıl inançlar Avrupa'nın paganizmi unutturma çabalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin Anadolu'da yaygın olan batıl inançlarda ise yine öğretiler söz konusu olabilmektedir. Elektriğin yaygın olmadığı dönemlerde geceleri yapılan tırnak bakımı karanlık neticesinde hoş olmayan sonuçlar doğurabiliyordu. Dolayısı ile geceleri tırnak kesmenin hoş olmadığı farklı bir yöntemle bireylere anlatılıyor. Örneğin bıçak hediye edilmesi konusundaki batıl inanç eskiden krallıkların birbirleriyle savaşmadan önce birbirlerine bıçak göndermeleriyle ilgili olabilir. Bu savaşın sebebi bile sayılabiliyormuş.
Ev içerisinde şemsiye açmanın tehlikeli olduğu ortada, küçük bir mekanda açılan şemsiye mekanda bulunanlara istemeden zarar verebilir. Kısacası benim görüşüm batıl inançların ortaya çıkmasındaki en büyük etken korkutularak bazı şeylerin öğretilmesinin yada şartlı davranılmasının daha kolay olmasıdır. Mezarlıklardaki ağaçlar toprakta oluşan azotu kullanır, havayı temizler, toprağın kaymamasını sağlar vs. İnsanlara böyle söylediğinizde sizi dinlemezler gidip o ağaçları yinede ihtiyaçları için kesebilirler. Mezarlıkların ağaçlara ihtiyacı vardır. İnsanlara mezarlıktan ağaç kesmenin çarpılmayla sonuçlanacağını anlatmak onları bu eylemden daha kolay uzak tutmaktadır çünkü dinin korkutucu ve caydırıcı etkisi büyüktür. Öyle ya da böyle insanlar garip şeylerde şansı veya şansızlığı bulmuşlar ve bazı olay ya da objelerin kötü ya da iyi kaderi getirdiğine inanmışlar. Aşağıda bu batıl inançlardan dünya çapında ve ülkemizde olanların bazılarını görebilirsiniz… Söylemeden edemeyeceğim bazılarına ben de inanıyorum .

Dünya'da Batıl İnançlar


  1. 13. Cuma: İskandinav mitolojisinde 12 tanrıya 13. kötü tanrının katılmasının insanlara kötü talih getirdiğine inanılır.
  2. 2 ayaklı merdiven açıkken bir üçgen oluşturur. Altından geçmek bazı Hıristiyanlarca kutsal üçlemenin bozulmasına neden olduğuna inanılır. Kutsal üçleme kırılarak şeytanla bir anlaşma içerisine girildiği söylenir ve kötü şans getirir.
  3. Antik Mısır'da Tanrıça Bast siyah bir kedi olarak tasvir edilirdi. Hıristiyanlarca diğer dinleri çağrıştıran her türlü obje kötü şans getirirdi ve dinlerine karşı çıkardı siyah kedi de dinlerine zarar verecek tanrıyla aralarına girecek bir objeydi. Hatta kedileri olan kadınlar bir dönem cadılıkla suçlanıp cezalandırılmıştı Engizisyon Mahkemeleri zamanında.
  4. Yakınlarda bir baykuş 3 kez öttüğünde oraya ölüm getirdiğine inanılır kimilerince.
  5. Ortada hiçbir şey yokken evin içinde bir köpeğin havlaması sonucunda evde birinin hastalanacağına inanılır.
  6. Masada bıçakların üst üste gelmesi durumunda yani hane içerisinde masada duran bıçaklar çakışırsa o evde kavga olacağına inanılır.
  7. Sebebi ve temeli bilinmese de evde kırılan aynanın 7 yıl şansızlık getirdiğine inanılır. Durduk yere sebepsiz kırılan aynanın ise ölüm getirdiğine..
  8. Birçok toplumda batıl olarak ev içerisinde şemsiye açmanın kötü şans getirdiğine inanılır.
  9. 1 Mayıs'tan önce ağaçtan çiçek koparıp eve getirmek kötü şans getirir.
  10. Birine karşılığında başka bir şey almadan eldiven vermek kötü şans getirir.
  11. Suya, denize taş atmak kötü şans getirir.
  12. Yeni ayakkabılar masanın üstünde bırakılmaz.
  13. Yeni eve taşınırken eski evin süpürgesi yeni eve götürülmez.
  14. Kulağınız yanıyorsa biri sizi anıyor demektir. Sol kulak yanıyorsa kötü sağ kulak yanıyorsa iyi şekilde
  15. Sol elinizin avuç içi kaşınıyorsa kavga edeceksiniz sağ elinizin avuç içi kaşınıyorsa para gelecek
  16. İyi bir şeyden bahsederken ve zarar gelmesi istenmiyorsa tahtaya 3 kez vurulur.
  17. Süpürgeyle vurduğunuz kişi tembel olur.
  18. Eğer fakir birine yeni bir çift ayakkabı vermezseniz hayatınız boyunca öldükten sonra diğer yaşama çıplak ayakla gidersiniz.
  19. Birinin bardakta yarım kalmış suyuna su ilave ederek içilmez kötü kader getirir.
  20. Cadılardan korunmak için mavi boncuk taşınır.
  21. Eğer köprüde bir arkadaşınıza hoş çakal derseniz o arkadaşınızı bir daha göremezsiniz. (buna ben de inanıyorum)
  22. Fırtınalı havada saç kesmek iyi şans getirir.
  23. Kediler bebeklerden uzak tutulur, kedilerin bebeklerin nefesini çaldığı söylenir.
  24. Tırnaklar veya saçlar kesildikten sonra yakılmalı veya gömülmelidir.

Anadolu'da Batıl İnançlar


  1. Mezarlık, ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.
  2. Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır.
  3. Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir. Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur.
  4. Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür.
  5. Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir.
  6. Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceği düşünülür.
  7. Yatarken çorapları baş tarafa koymak iyi değildir, insan çabuk ölür.
  8. Ölünün elbiseleri ölü yıkayıcılarına verilir.
  9. Mezarlıktan ağaç kesilmez. Ağaçta cin olduğuna inanılır.
  10. Gece ölen kişinin üzerine sabaha kadar bıçak konulur.
  11. Yoğurdun güzel olması için mezardan çırpı toplanarak, kaynayan sütün altına atılır.
  12. Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar.
  13. Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez.
  14. Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır.
  15. Yılan öldürülüp, suya atılırsa ve yılan suda kaybolursa yağmur yağar ve durmaz, seller olur.
  16. Kurt uluyunca ya ayaz olur ya kar yağar.
  17. Bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur.
  18. İnek doğurunca eve ağır bir şey alınırsa ya da ağır bir şey kaldırılırsa ineğin sütü kesilir.
  19. İneğin sütünü yere sağmak iyi değildir, hayvan hastalanır.
  20. İlk yaylaya çıkışta sığırların ortasından bir yabancı geçerse sığırlar hamile kalmaz, doğum yapmazlar.
  21. Bir kişinin önüne tavşan çıkması uğursuzluktur, mümkünse gidilen yoldan geri dönülür.
  22. Çakal uluyunca yere tükürmek gerekir, yoksa insanın başına bir yıkım gelir.
  23. Çakal ulumaya başlayınca hava açacak, günlük güneşlik olacak demektir.
  24. Ateşe tükürmek, ateşe sövmek, ateşe tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir.
  25. Sabah evinden başkasına ateş verenin ocağı söner.
  26. Ocağın üstünü boş bırakmak uğursuzluk getirir.
  27. Sacayağının birdenbire devrilmesi evin başına bir yıkım geleceğini gösterir.
  28. Tencerede su boşu boşuna kaynarsa düşmanlar çoğalır.
  29. Lamba yakılmayan evin ocağı her vakit kararır. Aynı zamanda ev sahibinin öldükten sonra mezarı da karanlık olur.
  30. Hastalanan hayvanları ateşten geçirmek iyidir.
  31. Ateşi söndürmek için su dökülmez, ateş toprakla örtülür.
  32. Ateş çok önceden sönmüş olsa dahi külün yanında yatılmaz. Külde cin ve şeytanın oynak yaptığına inanılır.
  33. Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan kişi hakkında dedikodu yapıldığına işarettir.
  34. Kara ağaçtan düşen yaşamaz.
  35. Kara ağaçtan beşik, sandık yapılmaz.
  36. İncir ağacının altında uyuyanları şeytan alır götürür.
  37. Ceviz ağacının altında yaşayanları şeytan alır götürür.
  38. Tarlada zina yapılırsa bereket olmaz.
  39. Üzümün tanesini, karpuzun sap kısmındaki kabuğunun içini yiyenler yetim kalır.
  40. Çocuğun bezleri yabani ağaca asılırsa çocuk yabani olur.
  41. Nar tanelerini yere dökmek günahtır, nar cennet meyvesidir.
  42. Diş düşürülünce o diş kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı ya da gömülmelidir.
  43. Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak iyi değildir, insanın kısmeti kapanır.
  44. Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğunu gösterir.
  45. El yıkanırken önce sağ elden başlamalı, önce sol elden başlamak uğursuzluk getirir.
  46. Tokalaşırken ya da birisine bir şey verirken sağ el kullanılmalıdır, sol el uğursuzluktur.
  47. Baş taranırken dökülen saçları dökmek doğru değildir, bunlar toplanır, ölünce o kişinin kabrine konur. Çünkü bu saçlar kıyamet gününde tekrar bitecektir.
  48. Hamile kadın aş eridiği sırada neye bakarsa doğacak çocuk ona benzeyecektir.
  49. Akşam soğan yenen yere melekler gelmez.
  50. Gece aynaya bakanın ömrü kısa olur.
  51. Gece acı (biber, soğan, sarımsak) evden dışarıya verilmez.
  52. Yoğurt, süt, peynir gece dışarıya verilmez. Vermek gerektiğinde üzerine kömür, üzerlik veya yeşil bir dal konularak verilir.
  53. Gece ıslık çalmak günahtır.
  54. Gece evden eve tuz verilmez.
  55. Akşam kapının önü süpürülmez.
  56. Ekmek aktaracağı evden eve verilmez.
  57. Çocuklar gece beş taş oynarsa düşman gelecek denir.
  58. Değirmenden ilk gelen unla yapılan ilk ekmeği yiyen kişinin karısı ölür.
  59. Ekmek kırıntılarını yere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini götürür.
  60. Gurbete giden kişinin azığından bir parça ekmek çalınır.
  61. Bir kişinin üzerinde dikiş dikilirse o kişinin kısmeti bağlanır.
  62. Evin temeline kara taş koymak iyi değildir.
  63. Kapının önünde oturan kişi iftiraya uğrar.
  64. Duvar dibinde uyumak iyi değildir, insan çarpılır.
  65. Evin içerisi temiz olmazsa oraya melekler değil şeytanlar gelir. Böylece o evde mutluluk değil geçimsizlik olur.
  66. Evden bir kişi gurbete gittiği zaman o gün ev süpürülmez, dışarıdan misafir alınmaz.
  67. Eşya taşımak için kullanılan ala iple komşunun evine girilmez. Komşunun başına bir uğursuzluk geleceğine inanılır.
  68. Kapı eşiğinde oturulmaz, insan fakir olur.
  69. Kapı eşiğinde oturulmaz, insan bekar kalır.
  70. Urganla komşunun evine girilmez. Aksi halde komşunun evinde kıtlık olur.
  71. Kapı eşiğinde oturulmaz, kapı eşiğinde şeytan bulunur.
  72. Yağmur yağarken kapı eşiğinde oturmak günahtır.
  73. Odanın ışığını evin erkeği yakarsa o ev daima nur içinde ve bereketli olur.
  74. Kadının yolda erkeğin önünü kesmesi uğursuzluktur.
  75. Bir kadın iki erkeğin arasından geçerse çocuğu olmaz.
  76. Bir adam iki kadının arasından geçerse sözü geçmez.
  77. Bir erkek iki kız arasından geçerse köse olur.
  78. Yarım çay içen kadın dul kalır.
  79. Ava gidecek kişinin önünden kadın geçerse avlanamaz. Bundan dolayı o kişi ava gitmekten vazgeçer.
  80. Kız çocuğunun ilk kez kesilecek saçını dayısı keserse saçı gür olur.
  81. Oğlan çocuğunun saçını ilk kez amcası veya dayısı keser.
  82. Kız baba evinden perşembe veya pazar günü çıkar.
  83. Makası açık bırakmak düşmanlarınızın sizin hakkınızda konuşmasına neden olur.
  84. Çarşamba gecesi işlenilmez, çamaşır yıkanmaz, temizlik yapılmaz.
  85. Gece tırnak kesilmez, ıslık çalınmaz, sakız çiğnenmez.
  86. Gelinin ayakkabısının altına kimin ismi yazılırsa en kısa zamanda ismi yazılan kişi evlenir.
  87. Birisi uzunca vakit eve dönmezse veya kaybolmuşsa ayakkabısına tuz dökülür. Kişi en kısa zamanda evine geri döner.
 

MURATS44

Özel Üye
Eyvah! Kara Kedi Gördüm!

Kültürel açıdan çok renkli ve çeşitli olan ülkemizde halk inanışlarının varlığı, her ne kadar kime sorarsak soralım, inanmıyoruz deseler de inkar edilemez..Bunların bazılarının disiplin etmek amaçlı olduğunu düşünmüşümdür hep. Ne de olsa korkutmak, disiplin açısından en etkili yöntemdir çoğunlukla.
Bir kaç örnekle anlatmak gerekirse; mesela mezarlıktan geçerken sure-dua okumazsan ölüler de sana beddua edermiş; "Sana da okuyan olmasın." diye. İnsana öyle bir şartlanma oluyor ki hemen aklına geliyor ve okumadan geçmiyorsun. Allah muhafaza ya bedduaları tutarsa?
Bir diğeri de "Yere ekmek dökme, dökülen ekmek kırıklarına melekler kanadını örtermiş.".Bu da bir annenin çocuk terbiyesi... Böylece çocuk, hayatı boyunca nerde olursa olsun yere ekmek dökmeyecek, dökse de hemen toplayacak. Neticede kimse meleklerin kanadına basmak istemez
smiley.gif

"Gece vakti ev süpürülmez; yoksa o evden cenaze çıkar." Bu inanç da acaba ev işlerini akşama bırakan eşini disiplin etmek isteyen bir kocanın marifeti mi sorusunu akla getiriyor. Böylece hanım, işleri gündüzden bitirecek, kendisi de temiz eve gelecek. Ehh.. Kimse onu suçlayamaz..
"Küçük çocukların üstünden atlanmaz; yoksa çocuk, cüce kalır." Büyük kardeş, böylece küçük olanını oyuncak olarak kullanamaz. Çünkü kardeşi, kısa kalır; ya da kendisinin hakimiyetini bitiren küçükten intikam almak için akşama kadar atlar üstünden: "Cüce kalsın, o da sonradan gelmeseymiş, hah!"

Günlük hayatımızı belirleyenler de vardır. İşte bunlardan bir kaçı: "Komşuya iğne verme; kavga edersin.", "Yiyeceklerin üstünü açık bırakma; şeytan yer.", "Büyüklerin ağzını gevelersen ağzın eğilir." vs. Görüldüğü gibi; "Komşuya iğne verme kavga edersin.", aslında verdiğini geri alamama korkusunda ileri gelebilir mi? Yiyeceklerin üstünü açık bırakmak, daha çok hijyen sağlamak içindir diye düşünüyorum. Büyüklerin ağzını geveleme meselesi, yine çocuk terbiyesine ilişkin bir şartlama bence...
Bazılarını anlamlandırmak, gerçekten çok zor... Mesela, "Kapı eşiğinde oturursan, düşmanın çok olur." İyi güzel bir uyarı da neden ve nasıl? "Saçını sık kesersen saç küser"miş, "bir daha zor uzar"mış. Al işte, bir muamma daha... Ya da kocanın malından iki olanı eksiltecekmişsin ki çok kazanıp gözü dışarı kaymasın: Aslında günümüzde bu sözün doğruluğunu tasdikleyen durumlar da yok değil. Kocalar, parayı, malı-mülkü bulunca; ilk işleri, emektar hanımlarını bir kenara atmak oluyor. Ama bu, genel değil. Yine de azımsanacak kadar da az değil.
Yeni doğan çocuğun göbeğini hangi meslekten olsun istersen, oranın bahçesine gömecekmişsin....Açıkçası oğlum doğduğunda; "A.Ü.Tıp Fakültesi'nin bahçesine gömelim." dedik hazır ev de yakınken. Ama sonradan aklıma geldi; bu, bir garanti değildi ki... Hastanede çalışan bir temizlik görevlisi de olabilirdi. Tamam, hayalin doktor olsun; ama hastane de sadece dokotr demek değil ki
smiley.gif

Gezmeye gittiğin yerde bir şey unutursan, oraya tekrar gidermişsin (Kasıtlı olarak bırakmak da işe yarar mı acaba?)
Bir de çarpılma ve korkutulma mevzuları var ki, özellikle köylerimizde yanlış yere bassan, çarpılma tehliken bile oldukça yüksek. Küle basma çarpılırsın, gece sofra bezi silkeleme çarpılırsın, yattığın yerde ekmek kırığı olmasın korkuturlar vs.vs...
Son olarak aklıma gelenlerden bir kaçı, yeni doğan çocuğu gezmeye götürdüğünde yumurta veriyorlar bazı Anadolu kentlerinde. Sebebi ise; çocuk, yumurta gibi olsunmuş.
Son olarak kendine muska yada büyü yapılan kişi, akarsuyun üstünden geçerse etkisi kalmazmış ya da olmazmış. Bunların gerçekliği tartışılır. Neticede adı üstünde halk inanışları...
 

MURATS44

Özel Üye
Fal Açmak


Yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, "FAL AÇMAK" adetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır. Bazı kimseler de: "Fala inanmıyoruz amma eğlence olsun diye açtırıyoruz" diyorlar. Bu düşünce doğru değildir.
İslâm Dinine göre hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcıların söylediklerine inanmak yasaktır.
Bu hususta Kurân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Ey iman edenler! şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha
erişesiniz" (Maide Sûresi, Ayet: 90).
Konuya ilişkin olarak Allah Elçisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de şöyle söylemiştir: "Kuşun ötmesinden, uçmasından uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar (nohut, bakla, fasulye, iskanbil kağıdı, kahve telvesi vs.) ile fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak SÎHİR ve KEHANET nevindendir"(11)
Bu ilahi emirlerden açıkça anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hükmün şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gördüklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Söylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine kanıt olamaz. Çünkü gaybı Allah'tan başka kimse bilemez.
Eğer falcılar herşeyi önceden bildiklerini iddia ediyorlarsa, sınaması kolay. Gelsinler bir araya toplansınlar; ilim adamlarından da jüri kurulsun ve dünya üzerinde herhangi bir şehir tesbit edilip, bu şehirde yarın neler olacak diye falcılara sorulsun. Bakalım bir gün evvelden o tesbit edilen yerde veya ülkede neler oluyor, tümünü haber verebilecekler mi?
İşte meydan, işte dünya !
Her yeni yıl biterken bazı kâhin ve falcıların sesleri duyulur.
Yeni yılda şu olacak, şu ölecek, şu günde dünya bozulacak vs. gibi.
Çok şükür ki onların dediklerinden hiçbirisinin gerçekleştiği (55 senedir yaşıyorum) duymadım. Çünkü geleceği falcı değil, kâinatın yaratıcısı "Âlemlerin Rabbi" Yüce Allah bilir. Allah'ın bildirmediği bir şeyi kimse bilemez.
İnsan, ancak Allah'ın yarattıkları üzerinde akıl yürütür. İlmi öğrenmeye çalışır. En akıllı ve en gelişmiş varlık insan olmasına rağmen, insanın bilgisi ve enerjisi sınırlıdır. Beşeri ve tabii kanunlar arasında sebep-sonuç münasebetleri kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi öğrenir, yeni yeni kanunları isbat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gücü bir noktaya kadardır. O noktadan ötesi insan için meçhuldür, gayb âlemidir. Gaybın sırlan ve tasarrufu ise Allah'ın ilmine ve iradesine tabidir. Bu nedenlerle Allah'ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem ilahi talimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır. Bu itibarla yukarıda söylediğimiz gibi, falcıların söylediklerinden bir kaç tanesi rastgelse bile, bu onların gaybı bildiklerim ifade etmez. Nitekim bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığından 27 Ocak 1987 tarih K6214-9/93 sayılı yazıyla aşağıdaki cevap verilmiştir.

"Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur'ân-l Kerim'de (Neml Sûresi, Ayet: 65)
"Göklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka bilen yoktur" buyrulmuştur. Rasulullah (S.A.S) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (yani gaipten haber veren kişiye) inanan kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz", "Ona inanan kişi, bana indirileni (kitap ve vahyi) inkar etmiş olur" buyurmuştur.
Bu itibarla yıldızname ve benzeri fal kitaplarına itibar edilmesi ve bu tür şeylere inanılması caiz değildir."
İnsanların maddi ve manevi ilerlemesine engel olan bu tür inançlar, ilk çağların müşrik toplumlarından zamanımıza intikal etmiştir. Ne çare ki modern dünyamızın modern toplumlarında hâlâ bu tür martavallara inananlar, gönül bağlayanlar pek çoktur.
Meselâ böyle hayal üzerine yazılmış bir kitapta şöyle denilmektedir.
"Dahi 1231 kere YA MUĞNİ deye seccadesi altında akçe (yani para) bula. Kimseye demeye batıl olur"(12).
Ne saçmalık!... Hiç oturduğun yerden'"YA MUĞNİ" çekmekle seccadenin altı parayla dolar mı?.. Öyle olsaydı milyarlarca insan gecesini gündüzüne katarak geçim derdi peşinde koşar mıydı?..
İşte böyle yanlış ve batıl telkinlerdir ki, asırlardır şark memleketlerini fakr u zaruret içerisinde kıvrandırmaktadır. Bu kolaydan ve havadan para kazanma isteği tamamen tembellerin, miskinlerin falcı ve kahinlerin uydurdukları yalanlardır.
Ama bu hurafelere de en çok kanan bizim halkımızdır.
Oysa mensup olduğumuz İSLÂM DİNİ, kesinlikle tembellikten, miskinlikten yana değildir. Büyük müçtehit İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, "İslâm'ın dostu ilim, düşmanı cehalettir" demiştir. Ama buna rağmen hurafelere de en çok bizim dindaşlarımız inandırılmaktadır.
Bu, bizim halkımızı iyi eğitemediğimizi, gerçek İslâm düşüncesini iyi öğretemediğimizi gösterir. Burada suçlu İslâm değil, İslâm'ı iyi anlamayan ve anlatamayanlardır. Çünkü İslâm, daima çalışma, araştırma, okuma ve düşünmeyi teşvik etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de okuma, araştırma ve çalışma ile ilgili yüzlerce ayet-i kerime vardır.
İslâm Dinine göre meşru yoldan kazanç temini için çalışmak ibadet hükmündedir. Bu nedenle tembellik ve havadan para kazanma yollan İslâm'da reddedilmiştir. Hele eli kolu bağlı oturup da: "Kaderimde ne varsa o çıkar" düşüncesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Çünkü kutsal Kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı noksansız verilecektir" (Necm, 39, 40, 41). Bir başka buyrukta da şöyle denilmektedir: "Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lütfundan rızık isteyin.." (Cuma, 10) Mülk Sûresi 15. âyette de şöyle bildirilir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, sonunda dönüş O'nadır."
Anlamlarını sunduğumuz bu âyetler, kişinin ve toplumun mutluluğu için çalışmanın ve araştırmanın önemine dikkatlerimizi çekmekte ve çalışmanın Allah emri olduğunu ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) de, her vesile ile çalışmayı önermiş, tembelliği kişinin yüzkarası olarak nitelemiştir. Rızık kapısının günün en yüksek noktasından yerin derinliklerine kadar açık olduğunu haber vermiştir. Sevgili Allah Elçisinin hadis kitaplarında konuya ilişkin pek çok buyruğu vardır.
Bu konuda Milli Şairimiz M. Akif ERSOY da bir beyitinde şöyle diyor:
"Bekayı hak tanıyan, say'ı bir vazife bilir,
Çalış, çalış ki beka sa 'y olursa hak edilir."
Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde insanın düşünmesi, araştırması tavsiye edilir demiştik. Ancak Kur'ân, prensiplere en genel şekli ile değinir. Ayrıntıları insanın çalışmasına, araştırmasına, idrakine bırakır. Çünkü ilerlemek, yükselmek ve başarıya ulaşmak ancak çalışmayla, bilimle elde edilir. Veren elin alan elden daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Kim iyi davranışta bulunursa kendisi için yapar, kim kötülük ederse kendisine eder. Allah kullarına zulmetmez" (Fussilet Suresi, âyet, 46). emri mevcuttur. Buna göre iyiyi yapmak, doğruyu bulmak, yararlı yönde çalışmak görevimizdir. Unutmayalım ki ne ekersek onu biçeriz.
Burada bir noktaya daha değinmek istiyorum. O da çalışırken doğruluktan ayrılmamaktır. Çünkü Yüce Allah Hûd Sûresi 112. âyetinde: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" demektedir. Buna göre hangi iş yerinde olursak olalım ve hangi işte çalışırsak çalışalım, daima iyi niyetle doğru çalışalım. Zira İslâm'da falcılık, üfürükçülük yaparak değil, alınteri dökerek kazanç temini helaldir, insanları kandırarak, inançları sömürerek kazanç temini ise haramdır.
Unutulmamalıdır ki uygar uluslar uzayı parselleme, kâinatı feth etme yolunda yarış yaparlarken bizim, falcının söylediklerinden, kuşun ötmesinden, kahvenin telvesinden ahkâm çıkarmamız abestir.
DİKKAT
Bu hem ilme hem de İslama saygısızlıktır. Konuyu Yüce Allah'ın buyruğu ile noktalayalım.
"Peygamber size ne emretti ise onu alın (O'nun dediği ile amel edin). Size neyi yasak etti ise ondan sakının."
(Haşr Sûresi, Âyet: 7)
 

MURATS44

Özel Üye
Falcılık, Bâtıl İnanç ve Hurafeler

Sual: Fal günah mıdır? Falcılık ve büyücülük aynı şey midir?

CEVAP: Yıldız falı, kahve falı, el falı gibi her çeşit fal hurafedir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

«Falcının, büyücünün söylediklerine inanan, Kuran-ı Kerim'e inanmamış olur.» (Taberani)

«Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.» (Müslim)

Cinci hocanın cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Çalınanları, kaybolanları bilirim diyen ve buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ, bir de onun vahy ve ilham ettikleri bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, “Bana falanca evliya bildirdi” derse küfür olmaz. Cinden arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek de caiz değildir. Çünkü cinlerin gördüğü şeyleri doğru anlatıp anlatmadığı bilinemez.

Cincilere ve büyücülerin, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allah'tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek, büyü çözmek için büyü yapmak da caiz değildir. Büyü yaparken, küfre sebep olan bir şey yapmak küfürdür. Böyle olmazsa, büyük günahtır. Hadis-i şerifte «Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir» buyuruldu. (Bezzar)

Burçlara göre fal açmak da hurafedir. Her burçta doğan aynı karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar burç sayısı kadar yani 12 karakterli olurlar. Aynı burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zalim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.

Siftah olarak alınan parayı çeneye sürmek, güvercine kağıt çektirmek, misafir giden evi 3 gün süpürmemek, salı günü yola çıkmamak, sabunu elden ele vermemek, kötü bir şey söylendiği vakit eliyle bir yere tıklayarak şeytan kulağına kurşun demek, cenazede küreği birinin eline vermeyip yere atmak, Lohusa kadının kırkı çıkıncaya kadar, dışarı çıkmaması, yanında birisinin bulunması, hatta yanına bir süpürge olsun koymalı demek, kırkı çıkmamış iki çocuğu birbirinin yanına getirmemek bâtıl inançtır.

Hıdrellezi, Nevruzu, Noeli kutlamak, dert ve dilek için yatırlarda bulunan ağaçlara çaput bağlamak, türbelere mum dikmek, cenazeyi yüksek sesle tekbirle veya marşla götürmek, matem işaretleri taşımak, çelenk götürmek caiz değildir.Bid'at olmayanlar

Bid'at ehli, aşağıdakileri de hurafe saymışsa da yanlış söyledikleri çeşitli kitaplarda yazılıdır:

Kur'an ve hadiste olmayıp da, icma veya kıyası fukaha ile meydana gelen hükümler bid'at değildir.

İki bayram arasında nikah yapmak caizdir. Peygamber efendimiz, Cuma gününe rastlayan bir bayram günü, namazdan sonra, nikah yapması istenince, (İki bayram arası nikah olmaz) buyurdu. Yani vakit dar, bayramlaştıktan sonra tekrar Cuma namazı için mescide geleceğiz demek istemiştir.

Nazar için kurşun dökmek, nazar boncuğu takmak, tarlaya at kafası takmak bid'at değildir. Bunlara bakılınca, gözlerdeki şua ilk defa oraya gider ve nazar önlenir. (Hindiye)

Ölü işittiği için, ölüye telkin vermek sünnettir.
Devir ve iskat bid'at değildir.
Definden sonra, mezarlıkta, cenaze sahiplerine taziyede bulunmak bid'at değildir.

Peygamber efendimizin âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak [mesela entari giymemek] yahut da yapmadığı şeyleri yapmak, [mesela çatal kaşık kullanmak] bid'at değildir.

Ölmüş evliyaya adak yapmak, yani mübarek bir zatı vesile edip, Allahü teâlâya yalvarmak caizdir. Mesela (Hastam iyi olursa, sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine olmak üzere, Allah için, adak olarak bir koyun keseceğim) demek. Burada, Allahü teâlâ için kesilen adağın sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine bağışlanıyor, onun şefaati ile, Allahü teâlâ, hastaya şifa veriyor kazayı, belayı gideriyor. Koyunu mezar başında kesmek haramdır. Puta tapanların, put yanında kesmelerine benzememeli. Türbenin avlusu genişse, bir kenarda kesilebilir.

İşleri, Allahü teâlânın yaptığına inanarak, türbelerdeki evliyadan yardım istemek, onların hürmetine dua etmek de bid'at değildir. Hz. Mevlana, (Ben ölünce, beni düşünün, imdadınıza yetişirim) buyurdu. Deylemi'nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifi de, Allahü teâlânın izni ile, ölülerin dirilere yardım ettiğini göstermektedir.

Fal ve din istismarı

Kabataş parkında çoluk çocuk oturuyorduk. Esmer bir kız, yanımıza yaklaşıp, (Şu gözlüğümü bir takayım, falınıza öyle bakayım. Neyse halın, çıksın falın) dedi. Ben de, başımdan savmak için, (Biz fala mala inanmayız) dedim. Hemen, (İyi ama beyim, “Fala inanma, falsız da kalma” dememişler mi? Sen yine inanma. Falına bakar, karamsarlıktan kurtulursun, rahata kavuşursun) dedi. Falcıyı uygun şekilde uzaklaştırdıktan sonra, Peygamber efendimizin, (Falcının söylediklerine inanan, Kur'an-ı kerime inanmamış olur) buyurduğunu oradakilere söyledim. Benim hadis-i şeriften bahsettiğimi gören, cübbeli ve bid'at sakallı bir genç, yanıma yaklaşarak, (Amca, duamı almak istemez misin?) dedi. Onun ne demek istediğini anlayamadım. Elimdeki galetayı ona verip, (Dua edersen et, bana niye soruyorsun?) dedim. Eli ile para işareti yaptı. Sonra anladım ki, (Para ver, sana dua edeyim) demek istiyormuş. Halbuki dini alet etmek doğru değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, (Sakın ola ki, neslin dini geçim vasıtası yapmasın, din ile dünya menfaatini talep edenlere yazıklar olsun!) buyurmuştur.

Kabir fareleri

Kabataş'a gelmeden önce de, Beşiktaş'a uğramıştım. Mezarlığın yanından geçerken bir Fatiha okuyayım, dedim. Hemen yanıma bir genç gelip dedi ki:

- Amca hazır hatim var.
- Kaça satıyorsun?
- Amca Kur'an satılır mı, satılsa ona değer biçilir mi?
- İyi ama sana ne vereceğiz?
- Gönlünden ne koparsa...
- Sen hafız mısın?
- Elbette amca.

Cebimden çıkardığım Tebareke cüzünü gösterip sordum:

- Şunu bir okur musun?
- Amca, hafız olan hoca efendidir. Hatmi de o hazırladı. Ben sadece vazifeliyim.
- Hatimlerin parasını hoca efendi ile müşterek mi paylaşıyorsunuz?
- Hayır, ben aldıklarımın hepsini veriyorum. O da duruma göre az çok veriyor.
- Hoca efendi para ile Kur'an okumanın caiz olmadığını bilmiyor mu?
- Bilmez olur mu hiç?
- Biliyor da niye hatim sattırıyor?
- Amca biz hatim satmıyoruz. Hediye ediyoruz. Para veren olursa alıyoruz.
- Delikanlı müftiyüssekaleyn diye birini duydun mu? Sen şu hoca efendinin adını söyler misin?

Genç, söylediğim kelimeyi anlamadı galiba. Müftü müfettişi mi ne zannetti.

- Hoca efendi öldü, sağlığında verdiği hatimleri bağışlıyorum.
- Anlaşıldı. Bak sağlığın yerinde, alnının teri ile kazansan olmaz mı?
- Olur, bundan sonra öyle yaparım, diyerek uzaklaştı.

Dini alet etmek

Malını müşteriye gösterirken, tüccarın Allah demesi, Kelime-i tevhid okuması günahtır. Bunları para kazanmaya alet etmek olur. Müşteri çekmek için dükkanına dini levhalar asmak da, dini ticarete alet etmek olur.

Gerek şahsi, gerek siyasi menfaat veya nüfuz sağlama işine din istismarı denir ki, bunun dinimizdeki adı riyadır. Koltuk kapmak, alkış toplamak, bir grup insanı peşine takmak, herhangi bir menfaat gibi Allah rızasından başka niyetlerle yapılan her iş riya olur. Riya çok büyük günahtır. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İyi bil ki, riya haramdır. Peygamber efendimiz, (Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden, gösteriş yapan, sözleri baldan tatlı kimseler çıkar. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttur) buyurmuştur. (Tirmizi)

Din alet edilerek elde edilen mala şair lanet ederek der ki:

Lanet ola ol male [makama, şöhrete] ki,
tahsiline anın ya din ola, ya ırz, ya namus ola alet.


Sual: Halk arasında, bir hanım ölünce, saçları göğsünü örtecek uzunlukta olmalıdır diye bir inanış var. Bu doğru mu?

CEVAP: Doğru değildir, aslı yoktur.

Sual: Kulak çınlaması kötüye alamet midir? Çınlayınca okunacak dua var mı?

CEVAP: Kulak çınlaması kötüye alamet değildir. Çok kimsenin kulağı çınlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kulağı çınlayan beni hatırlasın, bana salevat-ı şerife getirsin. Sonra da "Beni hayırla anana Allah rahmet etsin!" desin!) [Müslim]

Sual: Göz seğirmesi kötüye mi alamettir?

CEVAP: Hayır.

Sual: Gözü seğiren, bir şey olacağına inansa, günah mıdır?

CEVAP: Hayır. Tefeül caizdir. [Hayra yormak]

Sual: Gazetelerdeki burç sayfalarını okumanın hükmü nedir?

CEVAP : Caiz değildir.

Sual: İnsan karakterleri burçlara göre midir?

CEVAP: Halk arasında, zodyak (burçlar kuşağı) üzerinde yer alan 12 takım yıldıza "burçlar" adı verilir. Zodyak, gökyüzünde güneş ve başlıca gezegenlerin yolu üzerinde bulunduğu tasarlanan hayali bir kuşaktır. Burçlar kuşağı olarak da söylenir. Güneşin burçlara karşı olan durumunun değişmesi yüzünden, bugün burçlardan hiçbiri kendi adıyla anılan bölgede bulunmamaktadır. Bu yüzden 20. yüzyılda Güneş, 1 Ocak'ta Oğlak burcunda olmayıp Yay burcundadır. Bu yüzden de burçlarda doğanların belli bir karakter sahibi olduğu söylenemez. Her burçta doğan aynı karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar 12 karakterli olurlar. Aynı burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zalim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.

Sual: Gece tırnak kesilmez diyorlar. Ne zaman kesmeli, tırnak kesmenin dinimizdeki yeri nedir?

CEVAP: Tırnak gece veya gündüz her zaman kesilebilir. Haftanın her günü kesilebilir. Cuma günü, cuma namazından sonra kesmek daha iyi olur. Tırnağı uzun olanın rızkı meşakkat ile, sıkıntı ile hasıl olur. Hadis-i şerifte, (Cuma günü tırnağını kesen, bir hafta, beladan emin olur) buyuruldu. Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek sünnettir. Tırnakları Cuma namazından önce veya sonra kesmek sünnettir. Namazdan sonra kesmek efdaldır. (Dürr-ül-muhtar)

Hadis-i şerifte, (Cuma günü tırnak kesmek şifaya sebeptir) buyuruldu. (E.Şeyh)

Başka bir hadis-i şerifte, Peygamber efendimizin Cuma günü namaza gitmeden önce, tırnaklarını keserdi. Perşembe günü de tırnak kesmek caizdir. Kesilen tırnakları gömmek iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Saç ve tırnağınızı toprağa gömün, büyücüler onlarla sihir yapmasın!) [Deylemi]

Sual: Bir dileğin kabul olması için, Mekke veya Medine'den getirilen bir miktar hamur, bir gece evde kaldıktan sonra, bir bardak un, şeker ve süt katılıyor. 10 gün bu hamurun yanında hacet namazı kılınıyor. Sonra bu hamur dörde bölünüyor. Bir parçası ile tatlı yapıp ev halkı yiyor. Diğer üç parçası komşulara veriliyor. Onlar da aynı şeyleri yaparak dilekte bulunuyor. Böyle bir şeyin dinimizde yeri var mıdır?

CEVAP: Bunların aslı yoktur, uydurma şeylerdir. Dilek için çeşitli dualar vardır. [Duanın önemi ve çeşitli dualar maddesine bakınız.]

Sual: Hocalar Yıldız nameye bakıyor, günah mıdır?

CEVAP:Yıldız name fal kitabıdır, bakmak ve inanmak haramdır büyük günahtır, küfre kadar götürür.

Sual: Yasin okunup düğümleniyor, kırk adet olunca kabre konuyor, böyle yapmak uygun mudur?

CEVAP: Uygun değil, bid'attir.

Sual: Bazı yatırlara para atılıyor. Mahzuru var mıdır?

CEVAP: Kabirlere para atmak, iplik bağlamak gibi şeyler dinimizde yoktur. Bunların hiç bir faydası olmadığı gibi, bid'at olduğu için de zararlıdır.
 

MURATS44

Özel Üye
Günlerin Uğursuzluğu İnancı

Yanlış inanışlarından biri de haftanın bazı günlerinin uğurlu bazı günlerinin de uğursuz sayılmasıdır. Oysa İslâm'da günün güne üstünlüğü yoktur. Günler, gün olması bakımından birbirinin aynıdır. İnsan dilediği günde iş yapar. Dilediği zaman da seyahate çıkar. Akıllı ve inançlı bir Müslüman şu gün çalışmaz, şu gün işe başlamaz, hurafelerine kanmamalıdır. Ama ne yazık ki halkımızdan bazıları bu uydurmalara kanmaktadır. Haftanın bazı günlerini uğurlu, bazı günlerim uğursuz ve bazı günlerinde de çalışmayı günah saymak, uzmanlara göre, Yahudi ve Hıristiyan adetlerinden geçmiştir. Gerçekten de Hıristiyanlar Salı gününü uğursuz, Pazar günü de çalışmayı günah sayarlar. Yahudiler ise Cumartesi günü çalışmazlar.
Halbuki İslâm dininde, sadece istirahat ve ibadet saatleri dışında devamlı olarak çalışmak tavsiye edilmiştir. Buna rağmen çalışmaktan en çok kaçar hale de biz gelmişiz. Bir sürü hurafeye kanarak adeta haftanın günlerini çalışmamak için parsellemişiz.
Günlere hurafeler o kadar karışmış ki bazı günlerin hangi saatinde hangi iş yapılmalı veya yapılmamalı o dahi tespit edilmiştir. İşte böyle hurafe kitaplarından biri olan ve "Seyyid Süleyman El-Hüseynî" tarafından kaleme alınan "KENZ'ÜL-HAVAS" adlı kitaptan naklen M. Şemsettin (Günaltay) şu örneği veriyor.

Pazar gününe ait vakitler hakkında:

Saat l: Güneş saatidir, bu saatte sevgi ve dostluk kabul olup kral ve hükümdarlar nezdine girebilmek için dualar okumak ve yazmak uygundur.Yeni elbiseler giymek münasiptir.
Saat 2: ZÜHRE (Venüs)e mahsus olan kötülenmiş bir saattir. Bu saatte hiçbir şey yapılmamalıdır.
Saat 3: UTARİT saatidir. Bu saatte yola çıkmak iyidir. Ayrıca insanların kalp ve gönüllerim celbetmek ve bunlara benzer işleri yapmak için okuma ve yazma saatidir.
Saat 4: AY saatidir. Bu vakitte bir şey alıp satmak iyi değildir. Hiçbir şeye yaramaz.
Saat 5: ZUHAL (Satürn)e mahsus bir saattir. Tefrika ve fitne çıkarma, arabozma ve düşmanlık yapmak için uygun bir saattir.
Saat 6: MÜŞTERİ (Jüpiter)ye nisbet edilen bir saattir. Bu saat kral, hükümdar ve devlet erkanından ihtiyaç talebinde bulunmaya uygundur.
Saat 7: MERİH (Mars)a ait bir saat olduğundan uğursuzdur. Bu vakitte hiçbir şey yapılmaz.
Saat 8: ŞEMS (Güneş)a ait bir saittir. Bu vakitte her türlü hacetin karşılanması için çalışmak uygundur.
Saat 9: ZÜHRE (Venüs)e aitolup insanların kalp ve gönüllerini celbetmek için dua okumaya ve yazmaya uygun bir saattir.
Saat 10: UTARİT'e nisbet edilen bir vakittir. İyi ve salih olan her şeye uygundur.
Saat 11: AY'a ait güzel bir saat olduğundan o vakitte tılsım ve onunla ilgili şekilleri çizmek ve muska yazmak uygun olur.
Saat 12: ZUHAL (Satürn)'ün saati olduğundan bu saat en büyük uğursuzluk getirir. Bu an zarar getirmekten başka bir şeye yaramadığından o saatte herhangi bir işi yapmaktan sakınmalıdır.
Günlerle ilgili olarak şu hurafeler de halkımızı etkilemiştir:
—Salı günü işe başlanırsa bitmez sallanır.
—Pazar günü çalışmak uğursuzluktur.
—Çarşamba gecesi işe başlanırsa, "Çarşamba karısını" kızdınr ve o eve kötülüğü dokunur.
—Perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur (Kıbrıs).
—Salı günü yeni elbise giyilirse yanar.
—Çarşamba günü süt içmek, ev satın almak iyi değildir.
—Cuma akşamı ve cuma günü ev temizlemek günahtır.
—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
—Arefe günü dikiş dikmek günahtır.
—Arefe günü dikiş diken kadının ölmüş çocuğu varsa onun derilerini diker vs.
Dikkat edilirse hemen haftanın bütün günleri ya belâya, ya da günaha sebep gösterilmiştir. Sanki Öüslümanın çalışması suç kabul edilmiştir. Bu inanç, hem dini hem de millî kalkınmaya ihanettir.
Unutulmamalı ki İslâm Peygamberinin en hoşlanmadığı hallerden biri tembelliktir, İslâm Dini tembelliği değil, çalışmayı tavsiye etmiştir. Çalışmayı ibadet derecesine yükseltmiştir. Hz. Muhammed (S.A.S) "îki günü eşit olan zarardadır" buyurur ve "Sekiz gün ömre dokuz gün çalışmayı tavsiye eder." Bir başka buyruklarında da: "Dünyanızı ıslah ediniz, yarın ölecekmiş gibi de ahiretiniz için hazırlık yapınız"(44) demişlerdir. Böylece âhiret mutluluğunun ancak dünyadaki tutum ve çalışmamızla ilgili olduğuna haber vermişlerdir.
Oysa biz, bu uyarılara kulağımızı tıkayalı, gerilemeye başlamışız ve dün hükmettiğimize bugün el açar duruma düşmüşüz. Bunun vebali dinimizde değil kendimizdedir...
Dünyanın hızlı değişimi karşısında ona ayak uydurabilmek istiyorsak, artık şu gün çalışılmaz, şu gün işe başlanmaz safsatasını bırakalım. Bugünü dünden, yarını bugünden daha ileriye götürmeyi ülkü haline getirelim.
DİKKAT
Yüce Allah'ın şu buyruğunu da unutmayalım:
"Allah'ın sana verdiği (Maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara, AMA DÜNYADAN NASİBİNİ DE UNUTMA... Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez" (Kasas Suresi, Âyet 77)
 
Üst Alt