E.F > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi...

ceylannur

Yeni Üyemiz
EŞ'ARİYYE

Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî'nin (324/935-36) öncülüğünü yaptığı, kelâm metodunu benimseyen kelâm ekolü Çoğulu "Eşâ'ira" gelir
Eş'ariyye ismi, her ne kadar, Ehl-i Sünnete mensup iki ekolden birisinin ismi olsa da, bu ekolün ortaya çıkışı dikkate alındığında, ehl-i bidata mukabil kullanılması itibariyle genel anlamda Mâtûridîyye'yi de içine alarak, Ehl-i Sünnet'in genel ismi olarak anlaşılmaktaydı Zira, o yıllarda akaidin önemli meselelerinden birini teşkil eden Allah'ın sıfatları meselesinde birbirine zıt iki görüş ileri sürülüyordu Bunlar, sıfatları kabul eden Selefiyye görüşü ile onların bir kısmını kabul etmeyen Muattıla görüşü idi Selefiyye'ye sıfatları kabul etmesi sebebiyle "Sıfâtiyye" deniliyordu Eş'ârî Selefiyye'ye geçtikten ve Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olduktan sonra, sıfatları kabul eden Ehl-i Sünnete "Eş'ârîyye" denilmiştir İşte bu bakımdan Eş'ârîyye, ehl-i bid'ata mukabıl olarak kullandığı takdirde Maturidiyye'yi de içine almaktadır (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi 153 Ayrıca kaynaklar için bk Şehristânı, el-Mile'l 1/92-93; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâmı/l 10)
Eş'ârîyye Mezhebi, Mu'tezile'ye karşı bir anti-tez olarak doğmuş ve selef akidesini esas almıştır Fakat, akaid meselelerinin ele alınışında kelâmı bir istidlâl kullanılmış, te'vile yer verilmiştir Eş'ariyye'ye mensup kelâm âlimleri zamanla te'vile daha çok yer vermişler, zaman zaman da kelamda yenilikler yaparak, Kelâm ilmini felsefe ile meselelerini tartışabilecek bir güce kavuşturmuşlardır Gazzâlî'nin faaliyetleri bu hususun en canlı örneği olarak ele alınabilir Kısacası, Eş'ârî kelâmında aklın büyük önemi vardır Zira, ortaya çıkışındaki ortamda bunun böyle olmasını zorunlu kılıyordu
Eş'ârîyye ekolü önce Irak ve Suriye'de yayılmış daha sonra da Nizamiye medreselerine Eş'ârî âlimlerinin tayin edilişiyle geniş bir alana yayılma imkânı bulmuş ve Mısır ile Mağrîb ülkelerine kadar yayılmıştır
Eş'ârî'den sonra bu ekole mensup olarak, ortaya atılan fikirleri geliştiren âlimler arasında şunları saymak mümkündür: Ebû Bekir el-Bâkıllânî (403/1012-1013); İmâmu'l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86); Ebû Hâmid Gazzâli (505/1111); Şehristânî (548/1153-54); Fahru'd-din Râzı (606/1209-10); Sayfullah Âmidî (631/1233-34); Beydâvî (685/1286 -87); Sa'dud-din Teftâzânî (793/139091); Seyyid Şerif Cürcânî (816/141314); Celâlu'd-din Devvânı(908/1502503)
Eş'ârîyye ekolünün genel görüşlerine gelince; Bunları bir fikir vermesi açısından ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir: Ancak bu görüşleri tam anlamıyla ifade edebilmek için dayandıkları esaslar ve istidlâl yollarıyla, delilleriyle ele almak en doğru yol olacaktır Bu da burada mümkün olmadığı için bunları ana başlıklarıyla verme yolunu tercih ediyoruz
1 Ma'rifetullah: Akıl hiç bir şeyi vâcip kılamaz Akıl, Allah'ı bulabilecek güçte bile olsa, Allah'ı bilmek şer'an vaciptir Aklen bir vucûbiyyet yoktur Şeriattan, dinden- haberi olmayan insan, hiç bir şeyden sorumlu değildir
2 Nübüvvet: Nübüvvet için erkek olmak şart değildir Kadında peygamber olabilir
3 Cüzi İrade: Cüzi irade müstakil değildir, onu da Allah yaratır
4 Kesb: Kesb, insan gücünün, güç yetirilen şeyle birlikte olmasıdır Eş'ârîyye ekolünde kesb anlayışı kapalı bir şekilde anlatılmıştır Bu yüzden anlaşılması diğer meselelere göre daha zordur
5 Husn ve Kubh: Husn ve kubh şer'îdir, akıl ile idrak olunamaz Ancak Allah'ın emir ve yasağı ile bir şeyin iyi ya da kötü olduğu bilinir Bir şey emredilmiş ise iyidir, nehyedilmiş ise kötüdür Emir ve nehiy olmadan iyilik ve kötülük bilinemez
6 Tekvin: Tekvin hakiki bir sıfat olmayıp, itibarı bir sıfattır, kudret sıfatının bir taallukudur
7 Sebep ve Hikmet: Allah'ın fiilleri bir hikmete göre olmadığı gibi bir sebebe de bağlı değildir Çünkü Allah, yaptıklarından sorumlu değildir
8 Güç Yetirilemeyen Şeyle Teklif: Allah'ın insanın gücünün dışında kalan bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef tutması caizdir Ama böyle bir durum vaki olmamıştır
9 İbadet Mükellefiyeti: Kâfirler iman etmekle mükellef oldukları gibi, ibadet etmekle de mükelleftirler İbadet etmedikleri için ayrıca ceza göreceklerdir
10 İrtidad: Dinden çıkmış olan, yeniden iman ederse amelleri de kendisiyle geriye dönmüş olur
11 Kelâm-ı Nefsı: Kelâm-ı Nefsî'nin işitilmesi caizdir
12 Kur'an-ı Kerîm: Kelâm-ı nefsî durumundaki Kur'an mahluk değildir O Allah'ın kelâmıdır Ses ve harflere muhtaç değildir Elimizde bulunan mushaf ise, ses ve harflere muhtaç olan kelâm-ı lâfzîdir ve mahluktur Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Bir şeyi(n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "ol" dememizden ibarettir O da derhal oluverir" (en-Nahl, 16/40) Kur'an yaratılmış olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'an'a ol demiş olacaktır Halbuki "ol' sözü de Kur'ân'dadır
13 Ezelde Ma'dûma Hitab: Yüce Allah'ın hitabının ezelde ma'duma (yokluk) taalluk etmesi caizdir Buna göre Yüce Allah ezelde mütekellimdir
14 Tevbe-i Ye's: Ümitsizlik halinde yapılan tevbe makbuldur
15 Şefaat: Şefaat haktır ve kıyamet günü gerçekleşecektir
16 Rü'yet: Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından gözle görülmesi mümkündür ve görülecektir Bu hem aklı deliller hem de naklî deliller ile desteklenmiştir Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurur: ''O günde (kıyamette) peygamberlerin velilerin ve müminlerin yüzleri apaydınlıktır Rablerine orada hiçbir engel olmaksızın bakıcıdırlar'' (el-İnsân,
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EŞHURU'L-HURUM( HARAM AYLAR)

Haram aylar, hürmete lâyık aylar (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb) Bu aylarda savaş yapmak yasak olduğu için bu adı almıştır
Câhiliye devrinde Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı Yalnız haram aylarda savaş yapılmazdı Bu aylarda panayırlar kurulur, şiir yarışmaları yapılır; yahudiler, hristiyanlar ve puta tapıcılar dinlerini yayarlardı Eğer bu barış aylarında savaş olursa, yasak çiğnendiği için "Ficâr savaşı" denirdi Peygamberimiz (sas)'in yirmi yaşlarında iken, Kureyşlilerle Hevâzin kabilesi arasında yapılan Ficâr savaşlarına katıldığı rivâyet edilmektedir Peygamberimiz (sas) bu savaşta kimsenin kanını dökmemiş, yalnız atılan okları toplayıp amcalarına vermiştir
Haram aylar, Arapların Hz İbrahim'den beri kullandıkları, kameri aylardandır Yani ayın hareketine göre düzenlenen takvimin aylarındandır Hicret, İslâm tarihinde bir dönüm noktası olduğu için hicretin yapıldığı ay olan Muharrem ayı Hz Ömer zamanında takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir Böylece hicretin yapıldığı yıl birinci yıl olmak üzere hicri kameri yıl ortaya çıkmıştır Muharrem ile başlayıp Zilhicce ile sona eren hicrî-kamerî senenin ayları şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîulevvel, Rebîulâhir, Cemâzilevvel, Cemâzilâhir, Receb, Şâban, Ramazan, Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce
Kur'an'da haram aylardan Tevbe suresinde bahsedilir:
''Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı onikidir Bunlardan dördü haram (ay)lardır İşte doğru din budur O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve Allah'a ortak koşanlar nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah (günahlardan) korunanla beraberdir Haram ayı içinde savaşmak yasaklanmıştı Bu ayda savaşmak için haram ayını başka bir aya ertelemek, küfürde daha ileri gitmektir İnkâr edenler onunla saptırılır O (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığının sayısını çiğneyip, Allah'ın haram kıldığını helâl yapsınlar Yaptıkları işin kötülüğü kendilerine süslü gösterildi Allah kâfirler toplumuna yol göstermez '' (et- Tevbe, 9/36-37)
Bu ayette geçen "nesî" (geciktirme)'nin nasıl olduğuna ve Arapların bu sûretle haram ayı nasıl helâl saydıklarına gelince; Ay senesi (354 gün) ile güneş senesi (365 gün) arasında on bir günlük bir fark olduğu için kamerî aylar her sene on bir gün evvel geliyordu Buna göre Hac mevsimi bazan kış ortasına gelir, bazan yazın en sıcak zamanlarına rastlardı Bu durum müşriklerin hoşuna gitmiyordu Çünkü yazın sıcağında kışın soğuğunda bedevîler Kâbe ziyaretine gelemiyor, ticaret hayatı da aksıyordu Bundan dolayı her üç yılda bir defa bir meclis toplanır, o senenin aylarına bir ay eklenerek ay senesi on iki aydan on üç aya çıkarılırdı Hac mevsimi ise devamlı olarak, dört mevsimden işlerine gelen (mesela ürünlerin yetiştiği) mevsime bırakılırdı Bu suretle Hac mevsimi değişmiyor fakat aylar yer değiştirmiş oluyordu Muharrem ayı Saferden başlayarak sırasıyla onikinci ay olan Zilhicce'ye kadar bütün on bir ayın yerini alırdı Böylece haram aylar helâl ayların yerine geçmiş olurdu Hac ayı (Zilhicce) de, her sene on bir ay sonraya bırakıldığı (yani nesî' yapıldığı) için hakiki Hac ayı olan Zilhicce'nin dokuzuncu günü ancak otuz üç senede bir defa esas kendi yerini buluyordu Nitekim Hicretin onuncu yılı Zilhicce'si aslı yerine gelmişti
Peygamberimiz (sas) Veda Hutbesi'nde haram aylar konusunda şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar, harbedebilmek için haram ayların yerlerini değiştirmek, şüphesiz ki küfürde çok ileri gitmektir Bu, kafirlerin kendisiyle dalalete düşürüldükleri bir şeydir Bir sene helâl olarak kabul ettikleri bir ayı öbür sene haram olarak için ederler Cenâb-ı Hakk'ın helâl ve haram kıldıklarının sayısına uydurmak için bunu yapıyorlar Onlar Allah'ın haram kıldığına helâl, helâl kıldığına da haram derler Hiç şüphe yok ki zaman, Allahu Teâlâ'nın yarattığı gündeki şekil ve nizamına dönmüştür Sene oniki aydır; dördü haram aylardır; üçü peşpeşe gelir: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Şaban'la Cemâzilevvel arasındaki Mudar kabilesinin Receb'i (Mudar kabilesi Receb ayına çok hürmet ettikleri için böyle denilmiştir) (et-Tâc, II, 149)
Bu aylarda savaş yasağı neshedilmiş (kaldırılmış)tır "Nefislerinize zulmetmeyiniz'' ayetindeki "zulüm" günâh işlemek olarak tevil edilmiştir Dolayısıyla bu aylarda günâh işlemenin cezası diğer aylara göre daha çoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EŞİM İSLAMI YAŞAMIYOR NAMAZ KILMAZ, ORUÇ TUTMAZ, İÇKİ İÇER, TESETTÜRE RİAYET ETMEZ ONUNLA BİRLİKTE HAYAT SÜRDÜRMEM CAİZ MİDİR? Eşin inanmadığından İslam'ı yaşamıyorsa mürteddir Yani İslam'dan dönmüştür Mürted ile evlenmek caiz olmadığı gibi onunla birlikte hayat-ı zeciyeyi sürdürmek caiz değildir Ve onunla birlikte geçen hayat gayr-ı meşrudur Fakat İslam'a inandığı halde, kendini günah şeylerden muhafaza etmiyorsa müslümandır Yalnız günahkardır O takdirde onunla beraber yaşamak caizdir
İyi insanlarla teşrik-i mesai eder ve güzel dini kitaplar okursa nefsini ıslah edebilir Böyle devam etse de onu boşamak icab etmez (el-Fetava el-Hindiyye) Yalnız, çocukların ahlakını bozup İslam terbiyesinden uzaklaştırıyorsa onların manevi hayatını kurtarmak için ondan uzaklaşmak daha evladır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EŞİNİN CENAZESİNE BAKMAK Insan eşinin cenazesine bakabilir mi?
Bu konuda öncelikle şu kuralı hatırda tutmak gerekir
"Avret bir organ insan öldüğünde de avrettir ve yabancı kadının elleri ve yüzü hariç, bakılması haram olan organının tutulması da haramdır" Kocasının ölmesi halinde kadın "iddet" beklemek zorunda olduğu, yani bir bakıma hâlâ kocasına bağlı bulunduğu için, kocasını yıkayabilir ve vücuduna bakabilir, karısınınölmesi halinde ise birbirleriyle ilişkileri tamamen kesilir; bu yüzden kocası onu yıkayamaz Ancak yıkanacak kadın bulunmadığında, teyemmüm verdirir Buna göre kocanın, ölen karısının yüzüne ve ellerine bakmasında sakınca yoktur ( Ibrahim Halebî, Halebî Kebîr 604-605; Bilmen, Ilmihal, mad 534 s 348)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri
Yaşadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:

a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır Kullanılması caiz değildir Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir Ayet ve Hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs gibi Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A ‚râf, 7/180; el-Isrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24) Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz Bu nedenle, Islâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe Illâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);

"De ki: "Ister Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır " (el-Isrâ, 1 7/110) buyurulmuştur
Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68) Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir O'nun ayet ve Hadislerde gecen başka isimleri de vardır Yalnız Tirmizî ve Ibn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ESNEMEK Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali Bu hal bir bakıma, dalgınlık ve gaflet haline benzer Bu ise, müslümana pek yakışır bir durum değildir Bunun için Hz Peygamber (sas) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Allah (cc), aksırmayı sever fakat esnemeyi sevmez Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse, bunu işiten müslümanların, "yerhamükellah " diye karşılık vermesi gerekir Esneme ise, şeytandandır Bunun için, esneme ihtiyacı duyan kişi mümkün olduğu kadar buna mani olsun Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler" (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî, Edeb, 1, 4; Nesaî, Cenâiz, 52) Şeytanın gülmesinden maksat, esneyenin içine düştüğü, gaflet ve bitkinlik hali ile gülünç durumundan şeytanın hoşlanmasıdır Zaten, inanan bir kişinin başına gelecek her kötülük şeytanı memnun eder ve onu güldürür Şeytanı güldürmemek için kişinin, esneme belirtileri olunca; hareket ederek, elini yüzünü yıkayarak, abdest alarak, yorgunsa dinlenerek bu gaflet halinden kurtulmaya çalışması gerekir Bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulunamazsa, esneme halinde ağzın el veya başka bir şeyle kapatılması Islâmi edep gereğidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ESTETİK AMELİYAT YAPTIRMANIN HÜKMÜ NEDİR? Kur'ân-ı Kerim'de bir ayet-i kerimenin meali şöyledir: " Allah şeytanı rahmetinden kovdu O da; senin kullarından belli bir pay edinecek ve onları saptıracağım Kuruntulara boğacağım, onlara emredeceğim ve onlar da davarların kulaklarını yaracaklar, emredeceğim de Allah'ın yarattığını bozacaklar Allah'ı bırakıp, şeytanı dost edinenler apaçık kayba uğramıştır(K Nisa (4) 119) Rasûlüllah Efendimiz (sav) de bir hadislerinde: "On şey fıtrattan (yani Allah'ın yaratması ve adeta görmek istediği şekilden)'dir: Bıyıkları kesmek, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, burna su çekip sümkürmek, tırnakları kesmek, mafsalları yıkamak, koltuk altını yolmak, kasığı tıraş etmek, su ile istincada bulunmak" buyururlar Ravi, "Onuncuyu unuttum ama ağzı çalkalamak olabilir" der(Müslim, Taharet 56; Ebu Davud, taharet 29; Tirmizi, Edep 14; Nesai, zinet 1; Ibn Mâce, taharet 8; müsned, VI/137) Bir başka hadiste: "Allah güzellik(estetik) için iğne vs ile kakma yapan ve yaptıran kadına, (yüzünden, kaşından vBulletin) tüy yolan ve yolduran kadına, dişlerini seyrelttiren ve bütün yollarla Allah'ın yaratmasını bozan kadına lânet etsin (onu rahmetinden kovmuştur) (Buhari, Libas 82-87; Müslim, Libas 119,120; Ebu Davûd, Teraccül 5; Tirmizi, Libas 25) buyurulmaktadır Bir diğerinde: "Saç (peruk) takan ve taktıran"a da lânet edilir Bu son hadisin vürûd sebebi söyledir: "Ebu Bekr'in kızı Esma anlattı: Bir kadın gelip, ey Allah'ın Rasûlü, benim gelinlik bir kızım var Hastalıktan dolayı saçı döküldü Ona saç ekleyebilir miyim? diye sordu da, Rasûlüllah böyle buyurdu"(Kurtubi, V/392-94, XVNI/18; ed-Düm'l-Mensûr, N/691; Mecmau'1-Enhur, N/553, Buhari, Tefsir (59) 4; Nesâî, Zinet 68, 70; Ayrıca bk, Kadının Misvakı, Menhel, I/189) Bu naslardan hareketle fıkıhçılar vücuda uygulanacak kına, boya ve sürme gibi kalıcı olmayanların dışındaki ameliyelerin estetik maksatla yapılanlarını, Allah'ın yaratışına (Fıtrata) müdahele saymış ve haram olduğunu söylemişlerdir Zira hadisteki "güzellik için" kaydı bunu gösterir Islâmi, yani insanî olan da budur Çünkü Allah bu dünya sahnesinde herkese rolüne göre bir biçim ve tip vermiş ve o rolü adeta en iyi oynamasını istemiştir Zaruret yokken tipini ve biçimini değiştirmeye kalkışan, bununla verilen rolü kabul etmediğini ihsas etmiş olur Işin bir yönü budur Diğer yönü israfla ilgilidir Islâm'da harcama, kazanmanın fonksiyonu değildir Yani kazanan, kazandığını istediği gibi harcama yetkisine sahip değildir Her devirde gerekli tedavi ve ameliyat masraflarını karşılayamadığı için ölen binlerce insan varken, "Komşusu aç iken sabahlayan bizden değildir" prensibini koyan İslam'ın, güzelleşmek için yapılan estetik ameliyatlara yüzmilyonlar verilmesini onaylaması elbette beklenemez Işin bir başka yönü daha vardır: Estetik ameliyat yaptıranlar genellikle kadınlardır ve bunu genellikle başkaları için yapmaktadırlar Halbuki, Islâm kadının, kocasından başkaları için süslenmesini yasaklamıştır Yabancılara görünmeyen, yani müslümanca yaşayan bir kadın buna zaten ihtiyaç duymayacaktır Ancak yasak olan ameliyat, fıtratı bozan ve güzelleşmek için yapılan olunca, her nasılsa bozulan fıtratı düzeltmek ve zaruretten ötürü tedavi olmak maksadıyla yapılan ameliyatlar caiz görülmüştür Meselâ bir hastalık sebebiyle (hormon bozukluğu vBulletin) kadının yüzünde ve bıyığında erkek sakalı gibi kalın tüylerin bitmesi halinde onları yolmak fıtratı bozmak değil, aksine bozulan fıtratı tedavi etmek olacağından caizdir, hatta Ibn Abidin'in dediğine bakılırsa müstehaptır(Ibn Abidin, V/239) Çünkü bunda hem erkeğe benzemekten kurtulmak, hem de, eğer istiyorsa kocası için süslenmiş olmak vardır ki, ikisi de vacip olan şeylerdir Ama tabiî olarak her kadının yüzünde ve ayağında bulunan ayva tüylerini yolmak caiz değildir Zarar ve ızdırap veren eğri ve bozuk dişini aldırmak ya da düzelttirmek, doğuştan olmakla beraber zarar ve acı veren, meselâ bir altıncı parmağını aldırmak da fıtratı bozma sayılmayacağından caizdir, denmiştir(Bu konularda daha geniş ve etraflı bilgi için bk Kurtubî V/389 vd; Hattâb es-Sukî, el-Menhel, I/183 vd) Zaruretten ötürü takılan diş, protez vs de aynıdır Çünkü Rasûlüllah Efendimiz, savaşta burnu kesilen bir sahabinin, üstelik altından bir burun edinmesine izin vermiştir(Imam-ı Merginani, el-Hidâye, IV/82-83) Kadının ayaklarındaki erkek tüyü gibi kılları almasının da, eğer kocası istiyorsa caiz olduğu söylenmiştir Çünkü kadın ayağını zaten yabancıya göstermeyecektir
Kadının saçını erkeğe benzeyecek ölçüde kısaltması, ya da tıraş etmesi de tedavi gayesiyle olmadıkça haramdır(Ibn Kudame, el-Mugni, I/90) Peruk olarak insan saçından başka birşey kullanmasına izin verilmiştir(bk Ibni Abidin V/239) Güzellik için bu tür ameliyatların caiz olmaması erkekler için de geçerlidir Sakalla beraber bıyıkları da kazımak suretiyle tüysüz (emred) bir hal alıp kadına benzemeleri de (Allah'u a'lem) caiz görülemez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ETEKLE NAMAZ Topaklara kadar uzun bir etekle, paçasız külotla, ya da kısa etek ince çorapla namaz kılınabilir mi?
Namazda örtünmenin ölçüsü, elbisenin avret sayılan yerleri başkasına göstermemesi ve vücudun rengini belli etmemesidir Bu şartlar yerine getirildikten sonra elbise tek parça olsa da, altında hiç külot bulunmasa da namaza engel değildir (49 Bk Ibrahim el-Halebî, Halebî kebîr 215 ) Buna göre vücudun rengini belli etmedikten sonra, şeklini belli etse de yine namaza engel değildir Vücut hatlarını belli eden elbisenin dışarıda giyilmesinin haramlığı fitneye sebep olacağından ötürüdür Yoksa avretini örtmüş sayılır ve avreti örtünce de onunla namaz kılınabilir Dolayısıyla bacaklardaki çoraplar, cildinin rengini belli etmeyecek kadar kalın ise; kadın kısa etekle ve çorapla da namaz kılabilir Yeter ki eğilmelerle başka tarafları açılmasın Ancak namahreme bu şekilde görülmesi mahzurludur Çünkü rengi görülmüyor olsa bile, bacakların şekliyle kötü duygulara sebep olabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ETİ YENEN HAYVANLAR

İslâm dini, birtakım hayvanların etini helâl kılarken, bazı hayvan çeşitlerinin etlerini yemeyi de yasaklamıştır Kur'an-ı Kerîm'de ve Hz Peygamber'in sünnetinde bu konu ile ilgili hükümler yeralmış, fakihlerin görüşleri de buna ilâve edilmiştir
Cenâb-ı Hak, şöyle buyurur: "Ey Muhammed, de ki: Bana vahyolunanlar arasında, yiyen kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum Yalnız murdar ölmüş hayvan eti veya akmış kan yahut domuz eti ki, bu, şüphesiz pistir; yahut Allah 'dan başkası adına bir fısk olarak boğazlanan hayvan müstesnadır Ancak kim darda kalırsa, aşırı gitmemek ve zarûret miktarını aşmamak şartıyla yiyebilir" (el-En'âm, 6/145)
"O, onlara temiz ve güzel şeyleri helâl kılıyor, murdar şeyleri ise haram kılıyor " (el-A 'râf, 7/157)
Ebû Hureyre'den nakledildiğine göre Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır" (Müslim Sayd, 1 5, 16; Ebû Dâvûd, At'ime, 32; Tirmizî, Sayd, 9, 11) İbn Abbâs'ın rivâyetinde bu hadisin devamı şöyledir- '' Ve pençesi ile avlanan her kuş haramdır" (İbn Hacer el-Askalâni, Bulûğü'l-Merâm, Terc A Davudoğlu, IV/158)
Bu duruma göre kara hayvanlarından koyun, keçi, sığır, manda ve deve gibi hayvanların her cinsi ile zebranın eti yenir Tavuk, horoz, hindi, kaz ve ördek eti de yenir Bunlardan pislik yiyenler üç gün hapsedildikten sonra yenilebilirler Böylece etleri temizlenmiş olur Ehlî olmayan, tırnak ve pençeleri ile avını parçalamayan, leş ve necâsetle beslenmeyen bütün kuş çeşitleri yenir
Suda yaşayanlardan balık sınıfına giren denizdeki bütün canlıların eti yenir Bunlarda akıcı kan olmadığı için boğazlama işlemi gerekmez Şâfiî ve Mâlikîlere göre balık sûretinde olmasa bile bütün deniz canlıları; Hanbelîler'e göre yılan balığı dışındakiler yenir
Ölüp ölmediği bilinmeyen bir hayvan boğazlandığında hareket ederse veya kan çıkarsa eti yenir Aksi halde yenmez Pislikle beslenen ehlî hayvanlardan tavuk cinsi üç gün, deve kırk gün, sığır otuz gün, koyun-keçi yedi gün bekletildikten sonra kesilip yenilebilir (İbn Hacer el-Askalâni, Bulûğul-Merâm, IV/158-166; İbrahim el-Halebî, Mülteka'l-Ebhur Terç M Uysal, IV/124-125)
Cenâb-ı Allah, "Eğer Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız; üzerine Allah'ın ismi anılanlardan yeyin" (el-En'âm, 6/1 16); aynı sûrenin 121 ayetinde de, "Üzerlerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin; çünkü bu, muhakkak ki bir fısktır" buyurmaktadır
Ayetlerdeki ifade oldukça açıktır Etin yenebilmesi için hayvanın etinin yenilen cinsten olması, kesim işinin İslâm'a uygun yapılması, hayvanı da müslümanın kesmesi gerekmektedir
Bilerek üzerine Allah adı anılmadan kesilen hayvanın eti yenmez İmâm Şâfiî'ye göre kesim sırasında besmele çekmek müstehabdır İmâm Mâlik, İmâm Ahmed ve İmâm A'zam'a göre ise besmele unutularak kesilen hayvanın eti yenir Bu durumda et yenirken besmele çekilir
Hz Ali (ra)'tan rivâyet edilen bir hadiste, Hz Âişe (ranha), Hz Peygamber (sas)'e şöyle soruyor:
"Ey Allah'ın Resulu, bazı kabilelerden bize et getiriliyor Üzerine Allah'ın adının anılıp anılmadığını bilmiyoruz"
Allah Resulu de, ''Siz besmele çekin ve yeyin'' buyuruyorlar
"Üzerine Allah adı anılsın, anılmasın müslümanın boğazladığı helâldir" şeklindeki hadis mürsel'dir; senedinde kopukluk vardır Sahâbe atlanılmıştır; Hadis, tâbiîn tarafından Allah Resulune ulaştırılmaktadır (Ayrıca bk Buhâri, Zebâih, 8; Tirmizî, Tahâre, 20; Ebû Dâvûd, Tahâre, 48)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EVDEKİ MESCİDE ABDESTSİZ GİRMEK Evlerde böyle mescid haline getirilen zaviyeler gerçi, kılınan namazın ve itikafin sevabını çogaltma bakımından mesciddirler Ama abdestsiz ya da muayyen hallerde girme bakımından mescid değillerdir Binaenaleyh, oralara herhalükarda girilebilir Çünkü bir yerin bu bakımlardan da mescid olabilmesi için; oraya caddeye bakan bir kapı açılması ebediyyen mescid olarak ayrılması ve kişinin mülkünden çıkarılması gerekir Sonuç olarak o tür mescidlerde sizin sevabınız çoğalır ve oralara her halinizde girebilirsiniz Özellikle kadınların, evlerinin bir köşesinde böyle bir mescid edinmeleri de Rasûlüllah'ın tavsiyesidir ve menduptur
 
Üst Alt