I.İ > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
İŞÇİ ÜCRETLERİNİN MİKTARI:
Işçi ücretlerini miktar olarak belirleyen bir ayet veya hadis yoktur Ancak ayet ve Hadislerde adaletli bir ücretin belirlenmesi için bazı ölçüler verilmiştir Çünkü işin çeşidi, çalışma süresi, beldenin ekonomik şartları, işçinin becerisi ücretin miktarı üzerinde etkili olan unsurlardır Alış-verişlerde eşya fiyatlarını uzun sure sabit tutmak mümkün olmadığı gibi, emeğin değerini de dondurmak mümkün olmaz Islâm'da çeşitli iş ve meslekler için maktu ücret miktarları belirlenmemekle birlikte, bunun, iş akdi yapılırken tespiti öngörülmüştür Aksi halde iş akdi geçersiz olur ve işçi çalıştığı günler için emsal ücrete hak kazanır
Emeğiyle çalışan kimsenin, ücret veya maaş miktarının işçinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin yeme, içme, giyim, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde olması gerekir Ayetlerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz Allah adaleti, iyıliği ve yakın hısımlara muhtaç oldukları şeyleri vermeyi emreder"(en-Nahl, 16/90) "Ölçü ve tartıyı tam yapın Insanlara mal ve ücretlerini eksik vermeyiniz" (el-A'râf, 7/85)
Hz Peygamber bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Bir kimse bizim işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin; bekarsa evlensin; hizmetçisi yoksa hizmetçi ve biniti yoksa, binit edinsin Kim, bunlardan fazlasını isterse o, ya emanete hıyânet eder veya hırsızlığa düşebilir" (Ebû Dâvud, Imâre, 10; Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 299)
Burada, ücret ve maaşların, işçi, yahut memur kesimine sağlaması gereken hayat seviyesine işaret edilir Buna göre, işçi ücretinden; memur maaşından yapacağı tasarruflarla makul süre içinde ev edinebilmeli; bekârsa evlenebilmeli ve arabası yoksa, bir araç satın alabilmelidir Ayrıca, bu aracı rahat kullanabileceği ekonomik bir ortamın meydana gelmesi de amaçlar arasında sayılabilir Gerçekte, işçinin ürettiği ekonomik değerlerin bedelleri içinde, bu sayılanları karşılayacak ölçüde emek bedeli vardır (Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere Islâmî Yaklaşımlar, Istanbul 1988, s 166-176)
Beşinci Raşid Halife Ömer b Abdülazîz (ö 101/720) işçi kesimine şöyle seslenmiştir: "Herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası olmalıdır Bu imkânlara sahip olmayan kimse borçlu (gârim) sayılır ve zekât fonundan desteklenir" (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Nşr M Halil Hurras, Kahire 1388/1968, s 556)
Kısaca, yukarıdaki ölçüler içinde temel ihtiyaçlara göre, çeşitli san'at ve meslekler için belirlenecek ücret veya maaş, eşya fiyatlarında meydana gelebilecek artışlar oranında, ücreti yeniden belirleme hakkı doğar
Işçiye, gücünü aşan iş yüklememek gerekir Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez " (el-Bakara, 2/286) işçiye ağır yük ve yükümlülükler yükletilirse, ona yardım etmek gereklidır (bk Buhârî, Imân, 22, ltk, 15; Müslim, Eymân, 40)
Işçi, namaz ve oruç gibi farz ibadetleri ve sünnet çeşidine giren taatleri yerine getirme hakkına sahiptir Işverenin, işin yoğun olması nedeniyle cemaatle namaz kılmaya izin vermeme hakkı vardır Ancak tek başına kılınması caiz olmayan cum'a ve bayram namazları bundan müstesnadır Eğer yakında bir mescid varsa, ibadet süresi için işçinin ücretinden bir kesinti yapılmaz Çünkü bu, büyük bir süre kaybına yol açmaz Ancak cuma namazı kılınan yer günün dörtte birini alacak kadar uzak olursa, geçen sure ücretten düşürülebilir (Ibn Abidin Reddü'l-Muhtâr, Beyrut, ty, V, 59)
Işçiye akitle belirlenen ücret ve maaş dışında yeme, içme, giyim eşyası gibi sosyal yardımlar yapmak prensip olarak zorunlu değildir Ancak bu gibi yardımlar iş akdinde yer alır veya örfleşmiş bulunursa, buna uymak gerekir (Ali Haydar, Dürerü'l Hukkâm, Istanbul 1330/1912, I, 926, Mecelle, Madde, 43, 576; Hamdi Döndüren, age, s 185-187)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İŞHAD (ŞAHİT TUTMA)

Bir hakkın isbatı ve haksızlığım giderilmesi için kişinin şahit tutması
İşhad bir hakkı isbat, haksızlığı giderme, münâkaşayı önleme vBulletin insanlar arasındaki muamelelerde önem arzetmektedir Hükmü çeşitli muamelelere göre değişiklik arzeder Hukukî muâmele veya fiillerde şahit tutmak nikâhta olduğu gibi bazen vacip, fukahanın çoğunluğuna göre alım-satımda olduğu gibi bazen merdub, fukahadan bazılarına göre caiz, hediyyede olduğu gibi bazen mekruh, zulme şahit tutmada olduğu gibi bazen de haramdır (el-Mevsuatu'l-fıkhiyye, V, 32) Çeşitli muamelelerde işhad'ın hükmünü şöylece ortaya koymak mümkündür
1 Bey' (Alış- veriş):
Hanefîler, Malikîler, Hanbelîler ve bazı Şafiîlere göre bey' akdinde şahit tutmak menduptur Bakara suresinin 282 ayetindeki" erkeklerinizden iki kişiyi de şahid tutun Eğer iki erkek yoksa; razı olduğunuz şahitlerden bir erkek iki kadın şahitlik etsin " emrini bu mezhepler nedb'e hamletmişlerdir ibn Abbas, Ata, Cabir b Zeyd ve Nehaî gibi bazı alimler de bey'de işhâd'ın vâcip olduğu görüşündedirler (el-Mevsû'atü'l-Fıkhiyye, V, 34)
2 Hacr:
İmam Ebû Yusuf ve imam Muhammed'e göre hacr altına alman borçlu ve sefih'in bu durumuna şahit tutmak vaciptir İmam Azam ise borçlu ve sefihin hacrına karşıdır Borç veya maslahat sebebiyle hacr altına alman kişiye şahit tutmak Şafiîlere ve Hanbelîlere göre müstehaptır (el-Mevsuatu'l-fıkhiyye, V, 36)
3 Şuf'a:
Zayıf bir hak olan şuf'a, şahit tutma ile kuvvetlenir ve sübût bulur Şefi' (şuf'a hakkına sahip olan) satış akdini duyar duymaz derhal bulunduğu mecliste şuf'a talep ettiğini bildirmeli ve buna şahit tutmalıdır Şefi' uzak bir yerde bulunur ve şahit tutamaz ise bir vekil tayin eder Vekil de bulamaz ise şuf'a talep ettiğine dair bir mektup yazar Malın satıldığını duyan şefî' eğer şahid tutabileceği kadar bir vakit geçirir ve şahit tutmaz ise, şuf'a hakkı düşer Şuf'a talebinde işhad, sıhhat şartı olmamakla birlikte; bu talebin müşteri tarafından inkârı durumunda isbat vasıtası olarak kullanılır ve hak sabit olur şefi' şahit tutmadığında mal sahibi şefi'in şuf'a taleb ettiğini ikrar ederse hak yine sabit olur (Zeylaî, Tebyînü'l Hakâik, Bulak 1315, V, 242; el-Fetâva'l-Hindiyye, Bulak 1310, V, 172- 173; Mecelle, md 1028, 10301031, 1033-1034)
4 Lakit
Bulduğu çocuğu alan kişi töhmetten kurtulabilmesi ve devlet hazinesi (Beytul-mâl)nden nafakasını alabilmesi için çocuğun kendisinin olmadığını ve bulduğunu isbat etmesi gerekmektedir Bunun için en kolay yol işhaddır Ayrıca lakiti alan, yaptığı masrafları daha sonra almak üzere infakta bulunuyor ise masrafları alabilmesi için şahid tutması gerekmektedir (el-Fetâva'l-Hindiyye, II, 286; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Kahire 1386-89/1966-69, IV, 270)
5 Lukata
Hz Peygamber (sas) kim bir lukata bulursa iki âdil şahit tutsun buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Lukata, 9; ibn Mâce, Lukata, 2; Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 162, 266) İmam Azam ve bir kavlinde Şafiî'ye göre burada emir vücûp ifâde eder ve lukatayı alanın sahibine vermek üzere aldığına dair şahit tutması vaciptir İşhad'ın maksadı multakit ile mal sahibi arasındaki münakaşayı ortadan kaldırmak, malı korumak ve gizlenmesini önlemektir Böylece lukatayı alanın sahibine vermek üzere aldığı ortaya çıkar ve multakit gâsıp olmaktan kurtulur ve lukata emanet hükmüne geçer Bu durumda multakit yed-i emindir ve kusurlu olmadığı hallerde lukatanın telefinden sorumlu değildir Ebû Yusuf, Malikîler ve Hanbelîlere göre ise işhâd müstehaptır İşhad'ın vücubuna hükmeden İmam Azam'a göre işhâd, lukata alınırken yapılmalıdır Şahit tutacak birisinin bulunmaması veya bir zâlimin alacağından korkulması durumunda, işhâd tehir edilebilir (Serahsı, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 12; İbn Nüceym, el-Bahru'r-Raik, Kahire 1333, V, 123; Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Kahire 1327-28/1910, VI, 201; Aynî, el-Binâye, Beyrut 1400-1401 /1980-81, VI, 16-17; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, Kahire 1357/1983, V, 339; Necib el-Mutîî, Tekmiletü'l-Mecmu, Beyrut, (ty), XV, 25)
6 Vedîa
Hanefiler, Şafiîler ve Mâlikîlere göre vedîa'nın kabul eden (vedî)'e teslimi esnasında şahit tutmak güvenilirliği temin ettiğinden dolayı müstehaptır Vedîanın bekasına engel bir özür ortaya çıktığında ise şahit tutmak vaciptir (el-Mevsuatü'l-fıkhiyye, V, 37-39)
7 Hibe
Hibe ilan ve işhad ile tamamlanır Ancak işhad şart olmayıp ölümden sonra vârislerin veya büluğa eren çocuğun inkârından sakınmak için ihtiyâten bulunması faydalıdır (Serahsı, age, XII, 61)
8 Nikâh
Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre nikâh esnasında iki şahitin bulunması akdin sıhhat şartıdır İki tarafın da müslüman olduğu evlenme akdinde şahitler müslüman olmalıdır İmam Azam ve Ebû Yusuf'a göre taraflar veya sadece kadın Ehl-i kitaptan olursa şahitler Ehl-i kitaptan olabilir İmam Şafiî, Züfer ve İmam Muhammed'e göre ise kocanın müslüman olması halinde iki zimmînin şehadeti ile nikâh caiz değildir Hanefîler bir erkek iki kadının şehadetini geçerli saymaktadırlar Şahit tutulmaksızın gizlice yapılan nikâh akdi caiz değildir Şahitler huzurunda gerçekleştirilen nikâh akdini, şahitlerin gizlemesi istenmesi halinde İmam Malik'e göre bu gizli nikâhtır ve feshedilir Ebû Hanîfe ve Şafiî'ye göre ise bu evlilik gizli yapılmış sayılmaz (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, İstanbul 1985, II, 14-15; Kâsânî, age, II, 253-254; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire 1319, III, 110-116)
9 Talak
Talak suresinin ikinci ayetinde "eğer tutar veya ayrılırsanız iki âdil şahit tutun" ibaresini fukahanın çoğunluğu nedb'e hamletmiş ve talakta işhâdın mendub olduğu görüşünü savunmuşlardır Zahirîlerden İbn Hazm talakta işhâdın vâcip olduğunu, İmamiyye Şîası ise talakın rüknü ve sıhhat şartı olarak kabul etmişlerdir (Mevsûatü'l-Fıkhi'l-İslâmî, XII, 235-239)
10 Ric'at
Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca onları ya güzelce tutun veya onlardan güzelce ayrılın İçinizden iki adaletli kimseyi şâhit tutun (et-Talâk, 65/2) şeklindeki ayet dönüp tutmayı tercih ettiğinizde ric'ate (döndüğünüze), ayrılmayı tercih ettiğinizde de firkat'e (ayrılığa) şâhid tutun buyurmakta, müslümanlardan adaletli, doğruyu söyleyen iki erkek şahit bulundurmayı istemektedir Hanefiler buradaki emri nedb'e hamletmişlerdir Çünkü karısına dönmek isteyen, herhangi bir kabule ihtiyaç olmaksızın dönebilir Zira bu evliliğe devam etmektir (Elmalılı, Hak Dini, VII, 5059-5060)
11 Vasiyyet
Vasiyyet eden vasiyetini şahit tutarak yazmış ve yazdığını şahitlere okumuş ise, bu vasiyyetin geçerliği olduğu konusunda fukahânın ittifakı vardır Ancak vasiyet eden vasiyeti'nin muhtevasını şahitlere bildirmeden şahit tutmuş ise, böyle bir vasiyyetin geçerli olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır
Vasiyyet eden yazdığını göstermeden kapalı olarak, "Bu benim vasiyyetimdir ve şunun içinde yazılı olanlara şahit olun" derse, Hanefiler, Hanbelîler ve Şafiîlerin çoğunluğuna göre bu vasiyyet geçerli değildir
Malikîlere göre ise böyle bir işhad sahihtir ve vasiyyet geçerlidir Bir rivayete göre Ebû Yusuf da bu görüştedir (el-Mevsûatü'l-fıkhiyye, V, 45-46)
12 İnfak
Şafiîlere göre nafakasıyla mükellef olan veya olmayan bir kişi birisine daha sonra almak üzere infakta bulunursa sarfettiklerini alabilmesi için şahit tutması gerekir Bu hâkimden veya nafaka ile mükellef olandan izin alma imkanı bulunmaması hâli için geçerlidir Bir rivâyete göre Ahmed b Hanbel de bu görüştedir Mâlikîlere göre infâk edenin infak ettiğini almak üzere sarfettiğine yemin etmesi yeterlidir Hanefilere göre vakıf görevlisi, harcadığını almak niyetiyle sarfettiklerine şahid tutmalıdır Buna benzer konular da bu hükme tabidir (el-Mevsûatü'l-fıkhiyye, V, 47-48)
13 Küçüğe İnfak
Küçüğün malı varsa, nafakası bu malından karşılanır Aksi halde şer'an nafaka ile mükellef olan karşılar ve bu durumda işhad'a gerek yoktur Küçüğün malı olduğu halde veli, vasî veya nafakasıyla mükellef olmayan birisi kendi mallarından küçük için harcadıklarını daha sonra almak üzere sarfetmişler ise şahit tutmaları gerekir (el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye, V, 47)
14 Cenaze Masrafları
Hanefi ve Şafiîlere göre cenazenin techiz ve tekfîniyle mükellef olmayan bir kişi misline göre yapmış olduğu masrafları almak üzere cenaze sahibine müracaata niyet etmiş ve şahit tutmuş ise bu masrafları alabilir Ancak Şafiîler hâkimden izin almak imkanı bulunmaması veya ölünün malının kayıp bulunması veya techizle mükellef olanın bundan imtina etmesi halinde işhada başvurulacağı görüşündedirler (el-Mevsuatu'l-fıkhiyye, V, 32)
15 Yıkılmaya Yüz Tutmuş Duvar
Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar devrilir ve telef veya hasara yol açarsa, Hanefîlere göre duvar sahibi daha önceden uyarılmış, bunun izâlesi istenmiş ve buna şahit tutulmuş ise zararın tazmini söz konusu olur Ölüm halinde tazmin, duvar sahibinin âkılesine gerekir Burada işhad duvar sahibinin inkârı durumunda isbat için kullanılır Duvar sahibinin itirafı halinde ise işhada gerek yoktur Yıkılmaya yüz tutan duvar bir eve doğru meyletmiş ise ev sahibi veya sâkini, meyil yola ise oradan geçme hakkı olan herkesi ikaz edip şahit tutabilir (Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmi, Dımaşk 1405/1985, VI, 382-384)
16 Vakıf Arazi
Vakfa bakmakla görevli olan kişi vakıf arazi üzerinde kendi malıyla bir bina yapar veya ziraat yaparsa ve buna da şahit tutarsa; Hanefîlere göre bina ve mahsul, görevlinin mülküdür Şahit tutulmadığında bina ve mahsul vakfa tabidir Ancak işhad işden önce yapılmış olmalıdır Şafiîler vakfedenin ve görevlinin vakıf arazi üzerinde kendisi için bir tasarrufta bulunamayacağı görüşündedirler (Şirbînî, , Muğni'l-Muhtâc, Kahire 1377/1958, llz 378, 403; el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye, V, 42)
17 Büluğa Eren Küçüğe Malını Verirken İşhâd
Şafiîlerde sahih olan görüşe göre, büluğa ermiş olan küçüğe malı teslim edilirken şahit tutulması vaciptir imam Mâlik de aynı görüştedir Hanefî ve Hanbelîlere göre ise müstehaptır (el-Mevsûatü'l-fıkhi"e, V, 36)
18 Borç ödemek üzere Vekalet Verdiği Şahıstan Müvekkilin Şahit Tutmasını İstemesi
Müvekkil borcunu ödemesi için tayin ettiği vekilden borcu öderken şahit tutmasını ister ve vekil işhadı terkederse, alacaklının inkarı durumunda vekilin borcu ödeyeceğinde fukahanın ittifakı vardır (el-Mevsûatu'l fıkhiyye, V, 37)
19 Kadî'nın Kâdî'ya Mektubu
Bir kimsenin kendisi bulunmayan bir şahıs aleyhine bir şehrin mahkemesinde dava açması durumunda; o şehir kadısı açıları dava ve getirilen şahitleri dinleyip şahitlerin şahadetlerinin makbul olduğunu tesbit ettikten sonra, bunu açıklamak üzere o şahsın bulunduğu şehrin kadısına bir mektup göndererek mektuba göre hükmetmesini ister Mektubu, içinde olanları bilmeleri için, şahitlere okumak sonra mühürleyip kendilerine teslim etmek kadının vazifesidir Kendisine mektup yazıları kadı iki erkek veya bir erkek iki kadının şahitliği olmaksızın mektubu kabul etmez Önce mührüne bakar Şahitlerin "Bu mektup falan kadıya aittir, hüküm meclisinde okuyarak mühürleyip bize teslim etti" diye şehadetlerini bildirmelerinden sonra mektubu açar, hasım (davalı)a okur ve içindeki ile onu ilzâm eder (Meydânî, el-Lübâb, Beyrut 1399/1979, IV, 84-86; Damad, Mecmau'l-Enhur, İstanbul 1328, II, 164-167)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ISKAT VE DEVİR

Iskat; düşürme, silme, hükümsüz bırakma "Kazaya kalmış namaz ve oruçları fidye vermek suretiyle ölenin zimmetinden düşürmek temennisinde bulunmak "
Iskat tabiri daha çok "ıskat-ı salat" terkibinin kısaltılmışı olarak namaz için kullanılır Orucun ıskatı onun keffâretidir Namazın keffâreti yoktur
Namaz, mükellef olan her müslümanın ölümüne kadar eda etmekle yükümlü olduğu farz bir ibâdettir Herkes bu farzı gücüne göre (ayakta, oturarak, ima ile) bizzat eda etmek mecburiyetindedir Kendi yerine başkasına namaz kıldırmak (bedel) geçerli olmadığı gibi, kılamadığı namazlar için keffâret ödemesi de geçerli değildir
Namazın edası farz olduğu gibi kazası da farzdır Yani bir kimse vaktinde kılamadığı farz namazları sağlığında kaza etmek zorundadır Kaza etmezse günahkâr olur, üzerinde namaz borcu kalır
İnsanın üzerinde iki türlü hak bulunur: Allah hakkı, kul hakkı Namaz, oruç, hacc, zekat, adak ve keffâretler Allah hakkıdır Kul hakkı ise; insanlara olan mâlî borçlar, çalman, gasbedilen mallardır Üzerinde Allah ve kul hakkı bulunan kimseye, bunların ödenmesini vasiyet etmek vaciptir Vasiyeti terk ederse günahkâr olur ve azaba müstehak olur (M Emin Geredevî, Hediyyetü'l-Kabır, s 29)
Oruç tutamayacak kadar yaşlı ve hasta olan kimsenin her oruç için bir fidye vermesi gerektiği âyetle sabittir: "Sayılı günler olarak sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar) (İhtiyarlıktan ya da şifa ümidi kalmamış hastalıktan ötürü) oruca zor dayananların her gün için fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lâzımdır Bununla beraber gönül isteğiyle kim fazladan bir hayır yaparsa bu kendisi için daha hayırlıdır Bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/1 84)
Oruç için fidye vermek Kur'an'da sabit olduğu halde, namaz için fidye vermek hiçbir şer'î delille sabit değildir Fakihler namazın oruca kıyas edildiğini söylemişlerse de bu kıyas sahih değildir Ancak ihtiyat olarak oruçtan daha mühim olan namaz için fidye için fidye verilmesi uygun görülmüştür Mehmed Zihni Efendi (ö1332/1914) bu konuda şöyle diyor: "Namaz için fidye vermek Kur'an ve Sünnet hükmü ile değildir Nassla sabit olan oruç fidyesine onu kıyas etmek de -kıyaslanan hüküm makul olmadığı için- sahih değildir Fakat ibâdet konusunda bu bir ihtiyattır Namazın fidyesi -Allah katında- namaza kâfi ise ne âlâ, yoksa ölü için sadaka sevabı hasıl olur" (MZihni, Nimet-i İslâm, İstanbul 1326 s450)
Bir kimsenin, kendisine farz olduğu halde, sağlığında edâ edemediği oruç ve hac vazifelerini, öldükten sonra varisleri yerine getirebilir Bu hususta sahih hadisler vardır Fakat namaz borcunun düşürülmesi (ıskatı) hakkında sahih bir hadis yoktur Iskat-ı salat konusunda kaydedilen en eski ifâde İmam Muhammed eş-Şeybânî (ö189/804)'nin ez-Ziyâdât adlı eserindeki namazların fidyesi verilirse inşaallah kâfî gelir" (Mehmed Zihni, age, s450)
Ölenin hayatında kılamadığı vitir dahil her namaz için bir fidye (1667 gr buğday veya bunun günün râyicine göre nakid olarak bedeli) fakire sadaka olarak verilir Fakirin yapacağı duanın, ölenin günahlarının bağışlanmasına vesile olacağı ümit edilir Ölenin üzerinde kaç günlük namaz ve oruç varsa toplanır, elde edilen yekün kadar fidye verileceği ortaya çıkar Kadınlarda dokuz, erkeklerde oniki yaşına kadar devre dikkate alınmaz (ibn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, Mısır 1966, 1, 686)
Iskat konusunda şu hususların bilinmesi gereklidir:
1 Iskat, ölenin vasiyeti yoksa, farz, vacip ve sünnet olan bir muamele değildir
2 Üzerinde kazaya kalan oruç ve namazları için fidye verilmesini vasiyet eden kimsenin malının üçte birinden bu vasiyeti yerine getirilir
3 Ölenin vasiyeti yoksa ve geride mirasçıları varsa, kul borçları ödendikten sonra malın tamamı varislerindir Varisleri ıskat yapmağa zorlamak ve teşvik etmek doğru değildir Çünkü din, varisleri böyle bir şeyle yükümlü tutmamıştır Varisler kendi istekleriyle yaparlarsa ölen için bir sadaka olur
Devir; dolaşmak, dönmek Üzerinde çok miktarda namaz borcu olan kişi için, her namaza bir fidye olmak üzere hesaplanıp verilmesi büyük meblağ tutar ve bunu vermek çok zaman mümkün olmaz Buna bir çare olmak üzere "devir" denilen bir usul ihdas edilmiştir Buna göre meselâ; ölenin bir aylık namazının fidyesi esas almarak bu meblağ bir fakire verilir Fakir de onu verene bağışlar Oniki devir bir yılı karşılamak üzere kaç yıllık namaz borcu varsa o kadar devir yapılır
Devir muameleşinin ilk tatbikatının nasıl olduğunu, paranın nasıl dağıtıldığını ve kimlere verildiğini açık olarak bilmiyoruz Fakat bugün tatbik edildiği şekliyle devir, İslâmın ruhuna uygun bir muamele değildir Eğer namaz borcu olduğu halde ölen kimseye hayır yapılmak isteniyorsa, varisleri onun namına fakirlere sadaka vermelidir İslâmın ruhuna uygun olan budur Ölenin bu konuda vasiyeti varsa o da "fakirlere sadaka vermek" şeklinde yerine getirilmelidir
"Devir" hakkında peygamberimiz (sas) ve sahâbeden nakledilen hiçbir bilgi ve delil yoktur Müçtehid imamlar zamanında da bu işleme rastlanmamaktadır Devir şeklinin hicrî beşinci asırdan sonra ortaya çıktığı ve ıskat muamelesini kolaylaştırmak için şer'î bir çare olarak düşünüldüğü tahmin ediliyor Ayrıca medrese talebesine yardım ve onları korumak gibi bir gaye de güdülmüş olabilir
Iskat ve devir yanlış tatbik edilerek istismar edilen konulardır Dinin aslında olmayan, fakat geçmişte âlimlerin fayda (maslahat) görerek tatbikine müsaade ettiği bir konu istismara, yanlış yorumlara ve suistimâle yol açmışsa, yine âlimler tarafından düzeltilmeli ve doğru tatbik edilmesi sağlanmalıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ISKÂT-I SALÂT VE DEVİR

Iskât-i salât'ın aslı var mıdır? Yapılması câiz midir?

"Iskât-i salât" terim olarak, kişinin üzerinde borç kalan namazların düşürülmesi demektir Bilindiği gibi Müslümanlar, dînî kural ve öğretileri sırasıyla; Kur'ân-ı Kerim, Hadîs icma' (yani yetkili islâm âlimlerinin bir konudaki söz birliği)dan alır ve uygularlar Bu üç kaynakta bulunmayan bir mesele için, yine yetkili Islâm âlimleri (müctehidler) kıyasa başvurarak, kendi görüş ve ictihadlarını bildirirler Diğer üç kaynağın bulunmadığı yerde müctehidlerin görüşleri, Müslümanların pratik hayatlarını belirler "Iskât-i saIât" da işte bu üç kaynakta bulunmayan bir konudur ve aslı sudur: Kur'ân-ı Kerîmde oruca güç yetiremeyen ihtiyarların, tutamadıkları her gün için bir fidye (yani bir fakire sabah ve akşam öğünü olabilecek değer) vermeleri emredilir (EI-Bakara, 2/184) Bu, edâ edilmeyen bir emrin, onun karşılığı olup aklın almayacağı birşeyle kaza edilmesidir ve başka bir şeyin buna kıyas edilememesi gerekir Bazı Hanefî müctehidleri, ihtiyatlı olanla hareket etmiş olmak için, şöyle demişlerdir: Oruç tutmayan ihtiyar fidye verir Ölmeden fidyesini vermemiş ve malından verilmesini vasiyyet etmişse; mirasçıları onun malından (üçte birini geçmemek üzere) önce vasiyyet ettiği oruç fidyesini çıkârıp dağıtmak zorundadırlar Namaz için böyle bir şey söylenmemiştir Namazı buna kıyaslamak da mümkün değildir, ama bir ihtiyat olarak kişi, "Benim kılmadığım şu kadar namazım vardır, benim malımdan onların fidyesi verilsin" diye vasiyyet ederse ,bunun onun namazlarını kesinlikle afettirecegine inanmaksızın, mirasçılarının bunu vermesi ihtiyat olarak gereklidir Bu, onun namazlarını gerçekten affettirirse ne âla, ettiremezse yerine ulaşmış bir sadaka olarak sevabı ona ulaşır (62 Bk Molla Cîyûn, Nûru'I-envâr I/58; Değişik görüşler için bk En-Nemenkâni, age I/190) Bu temel bilgilerden sonra, "iskat-ı salât"ın uygulanışı için şunları söyleyebiliriz:
1- "Iskât-ı salât" şer'î bir delile dayanmadığı gibi ,sağlam bir kıyasa da dayanmaz; ancak ihtiyat tedbirdir
2- Ihtiyaten gerekli olması da, ancak ölenin vasiyet etmesine bağlıdır Aksi halde tek tek bütün varislerden izin alınmalıdır ki, buna gerek olduğunu da kimse söylememiştir
3- Hayatta iken namaz kıldığı bilinen birisinin hiçbir namazı kabul olmamış ihtimalıyle hesap yapılamaz Bu kapı çok daha büyük bid'atlara açılır
4- Namazın gereğine inanmadan kılmayan birisi için verilenler, onun ancak azabını artırır
5- "Iskât-ı salât" yapılması halinde "verdim-aldım" gibi; dinin ruhuna aykırı hile ve kandırmacalar, çirkin ve günah çıkarma gibi papazvâri birer bid'attırlar, yapılmamaları gerekir ve verilen mutlaka muhtaçlara ulaşmalıdır
6- Verilecek (daha doğrusu alınacak) miktarı attırmak için namaza "yemin keffareti" gibi daha bir sürü kuyruk eklemek, yapılan çirkinligi fazlalaştırmaktan ibarettir
7- "Iskât-ı salât"a meşruluk kılıfı giydirmenin, dinde zengin-fakir ayırımına gitmek ve zenginlere namaz kılmama kolaylığı vermek anlamı taşıyacağı da söylenebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM DİNİ, KADINA AİLE VE TOPLUM İÇİNDE NASİL BİR YER TAYİN ETMİŞTİR? ERKEĞİN YANINDA YERİ NEDİR?
İslam dini, aile ve toplum içinde kadına iyi yer veriyor İnsanlık yönünden erkek ile kadın arasında fark gözetmiyor, erkeğe verdiğ önemi kadına da veriyor Bu hususta Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: "Ey insanlar sizleri bir tek nefisten yaratan Rabbinizden sakınınız" (Nisa)
Diğer bir ayette de şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ben içinizden gerek erkek, gerek kadın, bir hayır işledığını boşa çıkarmam hep birbirinizdensiniz" (Al-İ İmran)
Peygamber (as) de şöyle buyuruyor: Kadınlar erkeklerin denkleridir
Kız çocuğuna eş ve analık özellikleri açısından büyük bir değer verip ikramda bulunuyor Peygamber (sav) kız çocuğu olarak kadının gördüğü ikramla ilgili şöyle buyuruyor: "Herhangi bir kimsenin bir kız çocuğu olsa, o da onu güzelce öğretip eğitse kendisi için cehenneme karşı siper olacaktır" (Ebu Davud, Tirmizi)
Cenab-ı Allah, eş olarak kadına yapılan ikramlarla ilgili şöyle buyuruyor: Yine onun ayetlerindendir ki sizin için kendileriyle huzur bulasınız diye cinsinizden eşler yaratmıştır (Rum)
Peygamber (as) de şöyle buyuruyor: "Dünyada faydalanılan şeylerin en iyisi, saliha bir eştir Kendisine baktığında seni sevindirir, gıyabında da mal ve namusunu korur" (Müslim, Buhari)
Cenab-ı Allah, ana olarak kadına yapılan ikramla ilgilii olarak şöyle buyuruyor: "Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik; anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu" (Ahkaf)
Bununla ilgili olarak Hadiste de şu varid olmuştur:
Bir gün birisi peygamber (sav)'e gelip dedi ki:

Herkesten ziyade kim benim sohbetimi hak eder

Peygamber (as):

Anan
Sonra kim?
Anan
Sonra kim?
Anan
Sonra kim?
Baban, dedi

Görüldüğü gibi Peygamber, babayı bir defa söylerken anayı üç defa söz konusu ediyor
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM DİNİ KAR İÇİN BİR SINIR GETİRMİŞ MİDİR?
İslam dini kar için bir sınır getirmemiş, yüzde şu veya bu kadar kar edilecek diye bir kayıt koymamıştır Arz ve talebe bırakmıştır Ancak İslam dini, güzel ahlak ve takvayı emretmek ve yasakladığı hile ve fahiş fiatın önüne set çekmekle bunun hududunu göstermiş oluyor Bununla ilgili Peygamberin şu sözlerini dinleyelim: "Din nasihattır" (Müslim) "Sizden biriniz, kendi nefsi için arzu ettiği şeyi mü'min kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz" (Müslim, Cami' al-Sağir) "Bizi aldatan bizden değildir" (Müslim, Cami al-Sağir)
Fahiş bir fiyatla malı satıp müslümanları aldatmak lanetin inmesine vesile olduğu gibi, halkın muhtaç olduğu şeyleri piyasaya sürüp normal bir fiatla satmak da rahmetin nüzulüne sebebdir Devletin, satılık meta'ın fiatını, narh koyup ta'yin etmesi dinen doğru değildir Fıkıh kitapları bunun mekruh olduğunu kayd ediyorlar (İbn Abidin) Peygamber (sav) zamanında bir ara eşyanın fiatı yükseldi , bunun üzerine ashabı bir kısmı: Ey Allah'ın Resulü! Eşyanın fiatını tesbit buyur, dediler Peygamber (sav) bunlara cevaben şöyle buyurdu: "Fiatı tesbit eden, rızkı daraltıp genişleten, rızkı veren Allah'tır Sizden hiç biriniz ne kan ne de mal haksızlığı hususunda benden bir şey istemeden Allah'a kavuşmamı umarım" Ebu Davud, Tirmizi) Ancak piyasa ile oynayıp ticaret düzenini bozan olduğu takdirde zarurete binaen devlet müdahale edip eşyanın fiatını tesbit edip kar için bir hudut çizebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM DİNİNE AYKIRI, KÜFR VE DİNSİZLİĞİ MEDH EDEN KİTAPLARI ALIP SATMAK CAİZ MİDİR?
İslam dinine aykırı küfür ve dinsizliği medhedip yayan kitapları alıp satmak haramdır Bir kimse menfaat için bu işi yapıyorsa günahkar olduğu gibi, kazancı gayr-i meşru bir yol ile elde ettiği için haramdır Bir gün tevbe etmek isterse de o gayr-i meşru malı fakirlere tasadduk etmeye mecburdur Yoksa, büyük bir vebal altında kalır O kitapların muhtevasına inanıp, severek alıp sattığı kitabın muhtevasını bilecek İslam'a ters düşüp düşmediğine çok dikkat edecektir: Nevevi: Hadis, fıkıh ve faydalı şeyleri ihtiva eden her kitabı alıp satmak caizdir Ama küfür kitaplarını satmak caiz değildir, haramdır"(al-Mecmu) diyor
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM DİNİNE GÖRE İŞÇİNİN ÜCRETİ HÜKÜMDAR VEYA VEKİLİ TARAFINDAN TESBİT EDİLEBİLİR Mİ?
Bunu anlayabilmek için şu açıklamaya ihtiyaç vardır Alışverişin üç rüknü vardır

1- Alıcı ile satıcı,
2- Siğa,
3- Üzerine akit yapılan maldır

Birinci rüknün de altı şartı vardır:

A- Akıl olması,
B- Baliğ olması,
C- Malınıa hacz konulmmamış olması,

Ç- İsteği ile alış veriş yapmış olması,

D- Malik veya veli olması,
E- Satılan mal Kur'an veya sünnet ise müşterinin müslüman olmasıdır

Yukarda sayılan rükün ile şartlar aynen icarenin de rüknü ile şartlarıdırlar Aslında icare alış verişin bir çeşidir, yalnız alış verişte satılan şey tamamen elden gider ve geri dönmemek üzere verilir, icarede ise satılan şey geçici olarak menfaattır İşçilik de icarenin bir çeşitidir Mesela bir evi bir miktar para mukabilinde birisinin yanında belli bir zaman için çalışsa yine icar sayılır Yalnız birinci misalde icareye verilen evdir ikinci misalde icareye verilen şey ise insandır Yani işçi bir günlük veya bir aylık bir zaman için kendini işverene veriyor Yukarıda yapılan açıklama konumuzun aydınlanması için kafi geleceğinden bununla yetinelim ve sözü uzatmadan söz konusu olan işçinin durumunu açıklayacağız
İslam'dan önce ve sonra her asırda iş vermek ve iş almak adeti yaygındı, iş vermenin ve iş almanın sahih olması için üç rknü vardır
Birincisi: İş veren ve alandır;
İkincisi: Siğa,
Üçüncüsü: Çalışmaktır
Birinci rüknün beş şartı vardır:

1- Baliğ olması,
2- Akil olması,
3- İsteğiyle olması,
4- Herhangi bir esbeple hapse müstehak olmaması,
5- Kur'an ve Sünneti yazmak için kendini kiraya vermek isterse, Müslüman olması

İslam dinine gööre işçi ücreti hükümdarın veya onun vekili tarafından tesbiti hususunu da belirtelim şöyle ki:
Alış verişte satılık eşyanın fiatı alıcı ile satıcı tarafından tesbit edildiği gibi işçi ücreti de zaman ve zemine göre işveren ile işçi arasında tesbit edilip tayin edilecektir Zaruret olmadığı takdirde idarenin narh koyması yasak olduğu gibi işçi ücretine de müdahale edilmesi yasaktır Piyasada istikrarsızlık ve düzensizlik hüküm sürdüğünde istikrarı sağlamak için idarenin müdahalesi nasıl caiz oluyorsa işveren ile işçinin ihtilaf için haksızlığı kaldırıp düzeni sağlamak için de müdahalesi caizdir
İslami kurallara göre bir ev sahibi evini kiraya verdiği zaman kısa olsun, uzun olsun, mutlaka süresini belirtmesi gerekir Süre bitmeden önce bir kiracının evden çıkması söz konusu olamaz, süre bitince kiracı ile ev sahibi arzu ettikleri takdirde akti tazeleyebilirler, istemedikleri veya anlaşamadıkları takdirde kiracının evden çıkması gerekir Yine işveren ile işçi arasında çalışmak için beş on sene gibi bir süre tayin edilip anlaşma yapılmış ise bitmeden işçinin çıkması veya çıkartılması mümkün değildir Süre bittikten sonra her iki taraf çalışma mukavelesini tanzim edebilirler İslam hukukuna göre işçinin ücreti ve çalışma süresi belirtildiği ve yapılan anlaşmanın hilafına hareket etmek caiz olmadığı için ne işçinin grevi ne iş veren lokavtı söz konusudur Üzerine anlaşma yapılan süre bitmeden evvel ne işçi işinden ayrılabilir ne işveren işçiyi ayırabilir Buna göre işçinin ayrılması sebebiyle tazminat da söz konusu değildir Ancak süre bitmeden evvel işveren işçiye "Sen mukaveleyi fesh etmek için benimle muvafakat edersen şu kadar para vereceğim" dese ve işçi de muvafakat ederse taahhüdünü yerine getirmek zorundadır Çalışma esnasında işçi bir kazaya uğrasa işverenin ihmalı olmadığı zaman sorumlu tutulmaz Ancak işçi işe girerken işveren, çalışma esnasında herhangi bir kaza olursa "ben kefilim" demiş ise veya dile getirmeden tazminat adet haline gelmiş ise işveren kaza tazminatını verecektir Aksi takdirde vermek zorunluğu yoktur İşçilerin ücretleri arasında büyük dengesizlik olursa işveren ile işçi belli bir ücret üzerine anlaşma yaptıkları takdirde zaten iş bitmiştir Ama alışverişte olduğu gibi işçi fahiş bir şekilde mağdur olmuş ise müracaat üzere idare müdahale edip durumu düzeltebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
B>ISLÂM DİNİNİN VARLIK GAYESI, ŞU TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ GERÇEKLEŞTİRMEKTİR:

</B>1 Kişinin yaşama hakkı olan canını,
2 Doğru ile yanlışı ayırdetme gücü olan aklını,
3 Inanç özgürlügü demek olan dinini,
4 Insanca yaşamasını temin edecek olan malını,
5 Soy ve tarihini sürdürme biçimi olan neslini korumak
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İSLAM DIŞI BIR IŞ İÇİNDE BULUNMAK MECBURIYETINDE BULUNAN BIR KIZLA EVLENIP ALLAH RIZASI İÇİN ONU İSLAM'A KAZANDIRMAK ISTIYORUM BÖYLE BIR KADINLA EVLENMEM CAİZ MİDİR?
Yüce dinimizde hıristiyan ve yahudi bir kadınla evlenmek caiz olduğuna göre elbette müslüman olup da fasike bir kadınla evlenmek de caizdir Yani nikah batıl değildir Hayat-ı zevciye meşrudur Zina sayılmaz Ancak mü'min olan kimsenin arkadaşı mü'min ve takva sahibi olması gerekir İslam'ı tebliğ edip anlatmak için kafir olsun, fasık olsun herkesle oturup kalkmak caizdir Bunda beis yoktur Fakat bunun dışında kafir ve fasıklarla oturup kalkmak doğru değildir Çünkü bulaşıcı hastalıklar başkasına siyaret ettiği gibi kötü ahlak da başkasına siyaret eder Peygamber (sav) şöyle buyurmuş: "Kişi sevdiği adamın dini üzerindedir Bunun için her biriniz kimi sevdiğine baksın" (Ebu Davud, Tirmizi) Başka bir hadiste de şöyle buyuruyor: "Kişi sevdiğiyle beraberdir" (Buhari, Müslim) Diğer bir hadiste şöyle buyurmuş: "Takva sahibinden başka bir kimse senin yemeğini yemesin"
Yolculuk geçici olmakla beraber herkes ile yolculuk yapılmalıdır Yol arkadaşının dahi mütedeyyin ve ahlakı olması için ehemmiyet vermek lazımdır Binaenlayh kısa bir zaman için değil, uzun hatta sonsuz hayat için kurulan hayat-ı zevciyyeye daha fazla ehemmiyet vermek lazım gelir Şayet zevce mütedeyyine ve takva sahibi olmazsa onun fıskı ve İslam dışı davranışı kocasına aksedebildiği gibi müstekbel çocuklarına da aksedebilir Henüz dünyaya gelmeden önce böyle bir kadınla evlendiği için onların hakkına tecavüz etmiş olur Bir gün adamın biri kendisine itaat etmeyen oğlunu şikayet etmek üzere halife olan Hz Ömer'e (ra) gitti Ve şikayeti üzerine Hz Ömer adamın oğlunu huzuruna celbettirdi Ve ifadesini almadan onu azarlamağa başladı Bunun üzerine oğlan:
- Ey mü'minlerin emiri, b abanın hakkı vardır Evladın hiç hakları yok mudur?
Hz Ömer (ra):
- Evladın da hakkıvardır
- Nedir?
- Evladın babasına karçı hakkı şudur:
Annesini seçecek, kendisine güzel bir isim verecek ve okuma yazmayı öğretecektir

Allah'ıma yemin ederim babam bunlardan hiç birisini yapmamıştır Çünkü annem bir mecusinin cariyesiydi İslam terbiyesinin ne olduğunu bilmez İsmin de "Ci'al" böcek manasını ifade eden bir kelimedir Sonra bana bir tek harf öğretmedi

Bunun üzerine Hz Ömer (ra) babasına dönüp dedi ki:
-Evladın senin hakkına tecavüz etmeden önce sen onun hakkına tecavüz etmişsin
Peygamber (sav) bir hadisi şerifinde de şöyle buyuruyor: "Serveti, güzelliği, soyu ve dini olmak üzere dört haslet için kadınla evlenebilinir" (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace)
Sözün kısası bir kadınla ancak evinde hayır alametleri görülürse evlenmek uygun düşer Yoksa ilerde belki yola gelebilir diye onunla evlenmeğe karar verirsen dinen her ne kadar vaki olacak nikah batıldır denilmezse de iyisini yapmamış olursun
 
Üst Alt