Kaya Üzeri Resimler ve Yazılar-1

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Tamgalı Say – Kazakistan
Tamgalı Say – Kazakistan

Özet:


Bu çalışmada, yaklaşık yirmi yıldır üzerinde çalıştığımız kaya üstü yazı ve figürler(petroglifler) ile yazılar üzerinde durulmuştur. Bilim adamları, çağların başlangıcını yazının bulunmasından başlatmışlardır. Halbuki kaya üstüne nakşedilen resim ve figürlerin M. Ö.14 binlerde başladığını biliyoruz. Kaya üstü resimler, tıpkı yazı gibi okunup anlamverilebilmekte; yaklaşıp on beş bin yıllık insanlık tarihi anlamlandırılabilmektedir.

Türk karakterli kaya üstü resim ve figürler Asya ile Avrupa kıtasının büyük bir bölümünde ve Afrika kıtasının kuzeyinde, düzenli olarak karşımıza çıkmaktadır. Yer isimleri, mimari ve diğer kültür unsurları, kaya üstü resim ve figürleri ile paralellik göstermektedir. Bütün kültür unsurları bir arada düşünüldüğünde Türklerin yaklaşık 15 bin yıldır dünya üzerinde olduğu ve muhteşem bir medeniyet ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Özetle bu çalışmada, Türk karakterli kaya üstü resim ve figürlerin tarihi derinliği ve yayılma alanları üzerinde durulmuştur.

Giriş:


Kaynaklardan öğrendiğimize göre kâğıt; M.S. 610’da uzak doğuda kullanılmış, 8. yüzyılda batıya doğru yolculuğa başlamıştır. Abbasiler, kâğıt yapmayı Türklerden öğrenmiş, bu tecrübelerini 11. yüzyılda İspanya’ya götürmüştür. Avrupa’nın kâğıtla tanışması, Araplar vasıtasıyla 11. yüzyılda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla kâğıt ile yazılan kaynakların tarihi, 1200 yıldan daha ileriye gitmez.

Eski medeniyetlerden kalma, pişmiş veya güneşte kurutulmuş kilden yapılmış, üzerinde çivi yazısı ile metin yazılı belgeler olan tabletler, M.Ö. 3000’e kadar gitmektedir. Sümerlere ait bu buluş olan tabletler, yazının ve tarihin temeli sayılmıştır. Tabletler; tarih, hukuk, tıp, edebiyat, ekonomi ve dinî konuları içermektedir. Ayrıca matematik, astronomi, sihir gibi konular da yer almaktadır. Tabletler; kaya üzerine çizilen resim ve figürler ile yazılan yazıların bir sonraki aşaması olup taşlara yazılan veya çizilenlerden daha düzenlidir.

Türkler kimdir, tarih sahnesine ilk kez ne zaman çıkmışlardır, ilk yurtları neresidir, nasıl bir hayat tarzları vardı, tarih boyunca nerelerde gittiler, nerelerde yaşadılar ve hangi boylara ayrıldılar, ayrılan boylar bugün hangi milletlerdir, hangi dinler ve inanış sistemi içerisinde bulundular, kimlerle akrabadırlar? Bir başka soruda Türkler, neleri keşfedip dünya medeniyetine hediye etmişlerdir?

Bu soruların cevabını verebilmek; kâğıdın, tarihi kayıtların, belgenin bulunmadığı dönemlerde araştırmak ve insanların bilgisine sunmak son derece zor olmuştur. Bunun bir sonucu olarak Türk tarihi ve kültürünün varlığı, klasik anlamda tarihî belgelerin ve bilgilerin uzandığı yıllardan başlatılmıştır. Hatta bu bir gelenek durumuna getirilmiştir. Dolayısıyla Türkler, genel olarak, birkaç bin yıllık tarihe ve kültüre sahip bir millet olarak kabul edilmiştir.

Pek çok tarih bilimcisi; insanların yaşadığı olaylar, yazının bulunması ile kayda alındığını düşünerek tarihî çağları yazının bulunuşu ile başlatmak hatasına düşmüş veya kasıtlı olarak böyle bir yola gitmiştir. Hâlbuki insanoğlu, yaşadığı olayları, petroglifler vasıtasıyla kayalar üzerine nakşetmiştir. Tarih bilimcilerin bu gerçeği neden görmezden geldiği veya göremediği gerçekten merek konusudur.

Petroglifler’den sonraki aşama, ideogram (doğrudan doğruya fikri ifade eden işaret, varlıkların sembolize edildiği ya da bir düşüncenin anlatıldığı çizim)’dır. Daha gelişmiş ve düzenlenmiş biçimi ise piktogram (resimyazı)’dır. Piktogram’dan sonraki aşama, damga dönemidir. Damgadan dile doğru giden yol, hece, yarı hece ve harf şeklinde gelişmiştir. Orhun Yazıtları, bu aşamaların en son noktasıdır.

Türklerin, Çinliler gibi klasik anlamada tarihî bir arşivi olmamıştır. Bu yüzden tarihî hafızası zayıf olarak değerlendirilmiştir. Hâlbuki Türkler, ulaşabildiği her coğrafyaya tarihini, düşüncelerini, yaşayış tarzlarını, inançlarını kayalar üzerine kazımıştır. Kaya üzerine çizilen resim, figür ve yazılar incelendiğinde sosyal ve fenbilimlerinin pek çok alanında binlerce yıl geriye gidilebilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Atatürk Dönemi’nde başlayan ve son yıllarda Türk ve yabancı bilim adamları tarafından yoğunlaştırılan çalışmalarla Türk tarihi ve kültürü üzerindeki küller ve sis perdesi kaldırılmaktadır. Kaya üzerine çizilen resim, figür ve yazılarla ilgili araştırmalar yapılmakta, gerçekler birbir ortaya çıkmaktadır.

1. Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı ve Coğrafyası:


Türk adı ve Türklerin tarih sahnesine çıkışı ile Türklerin coğrafyası konusunu aydınlatmak için tarih boyunca çok sayıda bilim adamı kafa yormuş, düşüncelerini tonlarca mürekkep harcayarak anlatmaya çalışmıştır1. Bu konuda yeni bir düşünceyi ortaya koymaktan çok uzak olduğumuzu ve bilinenleri tekrar etmekten öteye gidemeyeceğimizi özellikle belirtmek isteriz. Türk adı, kutsal kitaplardaki bilgilerin yorumlanması ve Türkçenin yapısı çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır. Türklerin tarih sahnesine çıkışı ve coğrafyası konusunda da galiba kutsal kitaplar bütün kaynakların ilerisindedir.
Kuran-ı Kerim’de Hazret-i Nuh ile ilgili olarak pek çok ayet, hatta Nuh suresi bulunmaktadır:

Hazret-i Nuh’un insanlara doğru yolu göstermek için peygamber olarak gönderildiği, 950 yıl yaşadığı (Ankebut, 14), ancak ona kimsenin inanmadığı, Tanrı’nın inanmayanları cezalandırmak için dünyayı su ile kapladığı (Hud, 44), Hazret-i Nuh’un gemi yaparak inanlarla birlikte kurtulduğu (Hud, 37) ve dünyanın gemiden kurtulanlarla kurulduğu (Hud, 48) anlatılmaktadır. Ancak Kuran’da Hazret-i Nuh’un oğulları hakkında bir bilgi yoktur. İncil’de ve Tevrat’ta da Hazret-i Nuh’un serüvenleri anlatılmakta, oğulları; Sam, Ham ve Yafes/Yafet’in isimleri sayılır (Matta 24, Luka 17,27; Petrus 2,20; 2,5) ve eşleriyle birlikte kurtuldukları anlatılır (Tekfin 6-9).

Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime adlı eserinde Nuh Peygamber’in büyük sel felaketinden üç oğlu ile üç gelininin kurtulduğunu, Ham’ı Hindistan’a, Sam’ı İran’a, Yafes’i (bazı kaynaklarda Yafet) ise kuzey kutbu tarafına gönderdiğini söyler. Yafes’in İtil veYayık suyu arasını yurt yaptığını, sekiz oğlunun dünyaya geldiğini rivayet eder. Ayrıca Yafes’in öleceği zaman oğlu Türk’ü yerine bıraktığını anlatır. Ebülgazi Bahadır Han’a göre Yafes, çadırı icat edip Issıg Göl’de oturmuştur 2.

Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lügati’t-Türk’te: “Türkler aslında yirmi boydur, Bunların hepsi –Tanrı kutsal kılası- Yalavaç Nuh oğlu Yafes, Yafes oğlu “Türk”e dek ulanır” şeklinde tanıtır 3. Kâşgarlı eserin bir başka yerinde; “Benim bir ordum vardır, adını Türk verdim, doğuda yerleştirdim” hadisine dayanarak Türk adının bizzat Tanrı tarafından verildiğini, onları yeryüzünün en yüksek yerine, havası en temiz ülkelerine Tanrı tarafından yerleştirildiğini ve onlara ‘kendi ordum’ dediğini iddia eder 4. Yazıcıoğlu Ali’nin Tevārîħ-i Āl-i Selçuk adlı eserinde Türklerin tarih sahnesine çıkışı ve dünya üzerine yayılışı şu şekilde anlatılmaktadır:

“Ādem’e -śalavātuǿllāhiǾaleyhiye-Ĥavvā’yı çift virüp ve beŝŝe min-hümā ricālen keŝįren ve nisāǿen mūcebince ikisinüŋ neslini yir yüzine yaydı ve Nūĥ Ǿaleyhi’s-selām-oġlanlarıŋdan Yāfetźürriyyātına Türkistān iķlįmini yir ve yurt virdi ki anda çoġalup andan çıķup ķalan iķlįmlere daħı pādişāh olup ġazā ve cihād ķılalar” 5. Kutsal kitaplarda açık olmamakla birlikte daha sonra yazılan eserler, Türklerin kuzeyde bir yere göçüp yerleşen Nuh’un oğlu Yafes/Yafet’den geldiğini yazmaktadır. Bütün bunlardan öyle anlaşılmaktadır ki Türklerin ana vatanı Tanrı Dağları veya Altay Dağları’dır veya buralara yakın bir coğrafyadır 6. Belki de daha kuzey bölgelerdir.Bütün bu bilgilere rağmen, Yafes’in oğlu Türk’ün yaşadığı yer ve yıllar bilinememekle birlikte Türk tarihinin başlangıcı konusunda tam bir tarih verebilmek de mümkün değildir. Tahmini tarih verebilmek ise, Türk karakterli kaya üzeri resim ve yazıların çeşitli bilim kolları tarafından çok yönlü incelenmesi ile mümkün olabilecektir.

Türkler, Tanrı Dağları veya Altay Dağları ya da yakın coğrafyalardan çok eski tarihlerden beri dalga dalga dünyanın hemen her bölgesine yayılmıştır. Ancak hangi coğrafyada yaşarlarsa yaşasınlar onların bağları birbirinden kopmamıştır. Dil, inanç, tarih ve kültür birliği Türklerin en önemli bağlarıdır.
M. Ö. 2500 yıllarında Mezopotamya’da yürürlükte olan dünyanın ilk yazı dili Sümerce’nin kaynağı konusunda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Pek çok bilim adamı bu dilin Ural-Altay dillerinin bir parçası olduğunu kabul etmektedir. Osman Nedim Tuna ses denkliklerinden hareket ederek 165 Türkçe kelimenin Sümerceye geçtiğini ispat etmiştir 7. Sümerce ile Türkçenin bir akrabalığı yoksa bile bu durum, Türkçenin M.Ö. 2500’lerde konuşulduğunu rahatlıkla ortaya koymaktadır.

Türkiye’de Türklerin varlığı ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. III bin yıllarına kadar inmektedir. Hattuşaş’ta bulunan M.Ö. 2200’lere ait bir belgede Türkiye’de Türklerin bulunduğu 8, Kralları İlşu Nail’in Anadolu’ya girmek isteyen Akkadlar’la savaştığı kaydedilmiştir 9.

M.Ö. 2200’lerde Akkad İmparatoru Naram-Sin Anadolu’ya bir sefer düzenlemiştir. Bu sefer ve savaşlar, Şartamhari Metinleri adıyla bilinen yazılı raporda anlatılmaktadır 10. Metinde Akkad İmparatoru’nun Anadolu’daki Hatti Kralı Pampa’nın önderliğindeki 17 şehir devletinin 11 oluşturduğu birliğe karşı savaşması anlatılmaktadır. Metnin 15. satırında Türki kralı İlşu-Nail’in de bu birlik içerisindeyer aldığı kayıtlıdır12.

Kimmerler, Ural-Altay kökenli bozkır göçebelerinin batı koluna mensupturlar. Eski Çağ’daki Türk Kültür Tarihi’nin ilk temsilcilerindendir. Arkeolejik bulgulardan elde edilen bilgiler, onların ilk Türk devletlerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır13. M.Ö. II bin yıl başlarından itibaren M.Ö. 8. yüzyıla kadar merkezi Kırım olmak üzere Karadeniz’in kuzeyinde yaşamışlardır 14. Frig Devleti’ni yıkan Kimmerler, batı yönde Lidya Devleti’nin sınırına yaklaşırlar. Daha sonra İç Anadolu’da bir bozkır devleti kurarlar. Oradan Karadeniz sahillerine ulaşırlar15. Amasya Gümüşhacıköy’ün eski ismi olan Kımeri, büyük bir ihtimalle Kimmerlerin mirasıdır. Sinop ve çevresinin onlar tarafından ele geçirilmesi antik kaynaklarda anlatılmaktadır16. Kimmerler, Karadeniz Bölgesi’nde doğuda Trabzon, batıda Karadeniz Ereğlisi’ne kadar yayılırlar17.

Kimmerlerin Karadeniz Bölgesi’ndeki varlığını kesin olarak ortaya koyan en önemli delillerden birisi, arkeolojik araştırmalardır. Ünye’de bulunan bir gümüş kap M.Ö. VI. yüzyılın sonunu işaret etmekte ve Kimmer sanatının son eserlerinden biri olarak nitelendirilmektedir18.

Strabon’a göre Trabzon yakınlarında Kimmerius / Kimmerius Dağı bulunmaktadır. Kimmerius / Kimmerius Dağı daha sonra Ağırmış Dağı adını almıştır19. Arisn’e bağlı Kuzgurcuk köyünün eski ismi Korgen’dir 20. XIV. yüzyılda Canik sancağına bağlı Satılmış kazasında Korgan isimli (günümüzde Ordu iline bağlı Korgan ilçesi) bir köy bulunmaktadır 21. Korgan, Türk devlet hayatında önemli kişilerin mezarına denmektedir. Kelimenin aslı korugan (koru-gan)dır. Ölüleri korumasından dolayı bu ismi almıştır. İlk kez Kimmerler tarafından yapılmıştır. Gelenek daha sonraki Türkler tarafından sürdürülmüştür.
Herodotos’tan öğrendiğimize göre, Terme çevresinde Amazonlar yaşamaktadır. Efsanelere de konu olan erkeksiz savaşçı kadınlar 22, Kimmerler olduğu artık bilinen bir gerçektir 23.

ÇinceSe, Sai (Sak); Farsça Saka, Yunanca Skythai (İskitler); Hititçe Sakas adıyla geçen Saka Türkleri, M.Ö XII. yüzyıldan itibaren Hazar Denizi ile Tanrı Dağları arasında geniş bir coğrafyaya hâkim idiler. Saka kelimesi Farsça göçebe sözcüğünün eş anlamlısı olarak kullanılmıştır 24. M.Ö. VII. yüzyılda Tuna’ya kadar ulaştılar. Daha sonraki zamanlarda topraklarını genişletmeye devam ederek Hindistan’a kadar indiler. Bütün İran’ı ellerine geçirdiler. Böylece Orta Asya’nın büyük bir bölümünde hâkimiyet kurarak bir imparatorluk durumuna geldiler.

Sakaların sınırı Karadeniz kıyılarına kadar uzanmıştır 25. Kurdukları imparatorlukta yönetici kendileri idi. Yönetimleri altında çeşitli milletler bulunmaktaydı. Bunlar arasında İranlılar da vardı. Bu yüzden bazı tarihçiler onları İran kökenli göstermek istemişlerdir. Hâlbuki Orta Asya’da yapılan kazılarda elde edilen bulgular, Sakaların sanat ve dillerinin Türk kültürü ve dilinin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır.

Kazakistan’ın Almaata kenti yakınlarında yapılan kazılarda elde edilen malzemelerden Köktürk alfabesine benzer bir alfabe kullandıkları anlaşılmıştır.Çıkarılan kaplar üzerindeki yazıda: “Khan uya üç otuzı yok boltı utıgsa tozıldı (Hanın üç oğlu yirmi üç yaşında yok oldu, (halkın?) adı sanı da yok oldu)”. cümlesiyer almaktadır 26. İran destanlarında Afrasiyap, Dîvânü Lûgati’t-Türk’te Alper Tunga biçiminde adı geçen kahramanın Sakaların kağanı olduğu sanılmaktadır 27.

Alper Tunga’nın ismi Şehname’de İran-Turan savaşının anlatıldığı bölümde geçmektedir. Bu durum aslında şüpheleri ortadan kaldı Sakalar, tarih içerisinde zaman zaman Anadolu’ya gelip yerleşmiştir 29. Ksenophon’a göre 30 M.Ö. 400’de Trabzon’a yakın bir yerde de yaşamaktadırlar 31. Kimmer ve Sakalarla ilgili önemli ve ayrıntılı bilgiler, Atinalı Ksenophon’un (M.Ö.430-355) Anabasis (M.Ö. 400-401) adlı eserinde yer almaktadır 32.

Prof. Dr. Necati DEMİR
1 Geniş bilgi için bk. İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 2000, s. 43-56.
2 Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, (hazırlayan: Muharrem Ergin), İstanbul (tarihsiz), 24.
3 Divanü Lûgat-it-Türk Tecümesi, (hazırlayan: Besim Atalay) C. I, Ankara 1985, s. 28. t
4 Atalay,age,s.350-35
5 Yazıcıoğlu Ali, Tevārîħ-i Āl-i Selçuk, Topkapı Müzesi, Revan, nu: 1391, v. 1/b.
6 Son yıllarda sık sık duyduğumuz Türklerin, Anadolu’dan doğuya göçtüğü, daha sonra yeniden döndüğü görüşü pek sağlıklı görünmemektedir. Zira tarihî kaynakların ve delillerin bulunmadığı durumlarda imdadımıza milletlerin konuştuğu diller yetişmektedir. Çince yapı itibariyle tek heceli bir dildir. Türkçe de başlangıçta tek heceli bir gibi görünmektedir. Bu durumda Çince ile Türkçenin tarihin derinliklerinde bir süre birlikte geliştiği, sonra Türkçenin sondan eklemeli bir yapıya kavuştuğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Türklerin anavatanını Çin’in kuzeyinde aramanın daha doğru olacağı düşüncesindeyim.
7 Osman Nedim Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ve Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara 1990; Gürer Gülsevin, “Sümerce İle Türk Dilinin İlişkisi”, Türkler Ansiklopedisi, C. 1, Ankara 2002, s. 457-459.
8 H. G. Güterbock, Zeitschrift für Assyriologie, S. 44, Berlin 1938, s. 67-68.
9 Ekrem Memiş, “M.Ö. 3. Bin Yılında Anadolu’da Türkler”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 53, Nisan 1988, s. 35-40.
10 Ekrem Memiş, “Orta Doğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002, C. 1, s.441.
11 Bu metinden M.Ö. III. binli yıllarda Anadolu’da kuvvetli bir devletin olmadığı, Anadolu’nun küçük krallıklar tarafından yönetildiği anlaşılmaktadır.
12 Hattusaş arşivinde ele geçirilen Şartamhari Metinlerinin kopyası (KBo III, 13 nolu metin) şöyledir: ([ilk 7 satır kopuk] 8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler, 9. Gaşua kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu,10. Ulluwi kralı Lupanailu sonra … kralı….İnmipailu, 11. Hatti Kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani … kralı Nur-Dagan, 12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki, 13. Armanu kralı Mudakina, Sedir Dağları kralı İşgippu, 14. Larak kralı Ur-Larak, Nikku kralı Ur-Banda, 15. Türki kralı İlşu-Nail, Kuşaura kralıTişkinki, 16. Toplam onyedi kral ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum, 17. Hurrilere karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (Tanrılara) şarap takdim ettim, 18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavemet etmedi (Memiş, agm, s. 442’den naklen). Bu metin, Hititçe ve Hitit çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu metin H. G. Güterbock tarafından 1938’de yayımlanmıştır (Güterbock, age, s. 67-68).
13 M. Taner Tarhan, “Kimmerler ve İskitler”, Türkler Ansiklopedisi, C. 1, Ankara 2002, s. 597.
14 Adülhaluk Çay-İlhami Durmuş, “İskitler”, Türkler Ansiklopedisi,, C. 1, Ankara 2002, s. 578.
15 L. N. Gumilëv, agy.
16 Sinop’ta bulunan eski tersanenin giriş kapısında tespit ettiğimiz ve M.Ö. iki bin ile bin yılları arasında nakşedildiğini tahmin ettiğimiz Türk karakterli petrogliflerin kaynağının Kimmerler olduğunu düşünmekteyiz. Çözümleri ve ayrıntılı bilgi bu yazı dizisinde verilecektir.
17 Geniş bilgi için bk. Tarhan, agm; aynı yazar, “Eskiçağda Kimmerler Problemi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, s. 355-369.
18 E. Akurgel, Orient et Occident, Paris 1969; Özsait, agm, s. 37
19 Tarhan, agy.
20 Bölge ağızlarındaki düzensiz ünlü incelmesi ve kalınlaşmasının bir sonucu olarak korgar, korgen biçimine değişmiş olmalıdır.
21 Mehmet Öz, Canik Sancağı, TTK yay., Ankara 1999, s. 196.
22 Kadın savaşçılar olan Amazonlar konusu, tarih bilimcileri çok meşgul etmiştir. Bu konunun kaynağı da galiba kaya üzeri resim ve figürlerdir. Amazonlar ile ilgili ayrıntılı bilgi, bu yazı dizisinde verilecektir.
23 Tarhan, agy.
24 Igor P’yankov, “Sakalar”, Türkler Ansiklopedisi, C. I, Ankara 2002, s. 616.
25 -Durmuş, “İskitler”, Türkler Ansiklopedisi, C. 1, Ankara 2002, s. 578.
26 O. Süleymanov, “Ceti Sudın Köne Cazbaları”, Kazak Edebiyatı, 11 Eylül 1970,s.3.
27 Togan, age, s. 36.
28 İskitlerin kökeni konusunda geniş bilgi için bk. Adülhaluk Çay, “İskitler”, Türkler Ansiklopedisi, C. 1
29 İlhami Durmuş, İskitler (Sakalar), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay., Ankara 1993, s. 36. Fahrettin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, TTK yay., Ankara 1992, s. 32.
30 Ksenophon,Anabasis, (Çeviri: Hayrullah Örs), Maarif Matbaası, İstanbul 1944, s. 184-232.
31 Anabasis’te “Skythenler” biçiminde geçmektedirler (Ksenophon, age, s. 188-190).
32 Türkiye’nin İlk Çağ’daki durumu konusunda araştırmalar yapan hemen her araştırmacı bu eseri esas almış, verdikleri bilgileri ona dayandırmışlardır. Pers İmparatoru Keyhüsrev, kendi lehine savaşması için Yunanlı bir orduyu paralı asker olarak ülkesine çağırır. Keyhüsrev’in ölümüyle sonuçlanan Runaksa Savaşı’ndan sonra bu ordu, M.Ö. Eylül 401 – Mart 399’da memleketlerine dönerken Fırat vadisinden Karadeniz’e ulaşır. Trabzon’a ulaştıktan sonra sahile paralel olarak Sinop’a kadar yürürler. “Onbinlerin Dönüşü” adıyla tarihe geçen bu yolculuğu Ksenophon, Anabasis adlı eserinde ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Yunanlı askerlerin maceralarını anlatan eser, Karadeniz Bölgesi’nin etnik yapısıyla ilgili çok önemli bilgiler vermektedir. Onbinler, önce Taokhlar’ın memleketine gelir. Sonra madencilikleriyle tarihe mal olmuş Khalybler’i karşılarında bulurlar. Bayburt Ovası’nda ise İskit / Sakalara rastlarlar. Trabzon tarafına doğru ilerlerken Makronlar ile karşılaşırlar 32. Batıya doğru ilerlediklerinde Kolkhlar, Driller, Massynoikler, tekrar Khalybler veTibarenler’in memleketlerinden geçerek Sinop’a ulaşırlar (Ksenophon, Anabasis, (Çeviri: Hayrullah Örs), Maarif Matbaası, İstanbul 1944).
 

Nur Hanım

Aktif Üyemiz
​
35k8vb8.gif
 
Üst Alt